Arama

Sivil Toplum Nedir?

Güncelleme: 7 Nisan 2016 Gösterim: 55.834 Cevap: 8
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Mart 2011       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sivil toplum nedir?
sorusuna cevap aramadan önce sivil toplum kavramını, toplumsal gerçeklik bakımından incelemek gerekir. Bu anlamda bakıldığında kavramın sürekli olarak bir yaşam alanına gönderme yaptığını görürüz. Gönderme yapılan bu yaşam alanı tarihsel süreçte aileden devlete uzanan geniş bir yelpazede ele alınsa da günümüzde daha çok; devletten bağımsız ve gönüllü olarak kendi kendini oluşturan bir yaşam alanını ifade etmektedir. Nitekim sivil toplum kavramını daha önemli getiren de budur.
Antik Çağ’dan başlayıp 18. yüzyıla kadar devam eden süreçte politik toplumla sivil toplum arasında bir ayrım söz konusu değildir. Kavramda bu başkalaşıma yol açan olgu; yurttaşların tüm hayatlarını kapsayan bir devlet anlayışının yerine siyasal iktidarın sınırlandırılması yönünde girişimlerinin başlamasıdır. Bu girişimler kavramının günümüzde gönderme yaptığı yaşam alanlarını devlet dışına çekmiştir.
Sivil toplumun tanımına geçecek olursak; günümüz siyaset bilimi literatüründe sivil toplumun birçok farklı tanımı olduğu görülmektedir. Bu tanımların hepsini buradan vermek mümkün olmayacağı için öne çıkan tanımlar ele alınacaktır.

Etimoloji
Aristo tarafından kullanılan “
politike koinonia” kavramı “sivil toplum” kavramının ilk tarihsel versiyonudur. Aristo’nun insanlar için en uygun yönetim biçimini ifade etmek için kullandığı “politike koinonia”, yasalarla belirlenmiş kurallar sistemi içinde özgür ve eşit -kabul edilen- yurttaşların siyasal toplumudur. Bu kavrama göz atmak gerekirse, “koinonia” özgür yurttaşların kullandığı “polis”in alanına işaret etmekte ve kavram genel itibariyle toplumun parçalarıyla birlikte bir bütününe işaret etmektedir. Bu bütünlük Aristo’nun düşüncesinde sivil ile siyasal olanın ayrımının olmadığını gösterir. Ancak Aristo’nun düşüncesinde özel alanlar yok değildir. Bu özel alanların bir ayrım oluşturmamasının sebebi, Aristo’nun bu özel alanları –oikos- yani haneleri polis’in arkaplanı olarak görmesinden kaynaklanır. Özetle bu kavram o günün; Atina devletlerini veya Roma Cumhuriyeti'nin medenileşmiş toplumunu ifade etmek amacıyla kullanılmıştır.
Günümüzde kullanılan “sivil toplum” terimi Aristo’nun “politike koinonia”sının Latince’ye Çiçeron tarafından “societas civilis” olarak aktarılmış biçiminin bire bir çevirisidir. Çiçeron’un bahsettiği bu kavram Aristo’nun “politike koinonia” kavramı gibi genel bir kavram olup devlete karşı herhangi bir karşıtlığı ifade etmek amacıyla kullanılmaz. Günümüzde kullanılan terimin aynısı olması itibariyle “societas civilis” terimini daha net biçimde kavrayabilmek için “civilis” sözcüğünü incelemek gerekir. Bu terimden türeyen sivil ve sivilleştirme kavramlarına baktığımızda; sivil ilk anlamıyla yurttaşa, hayatına, haklarına ilişkin bütünü belirtmek için, aynı kökten gelen sivilize ya da sivilleştirme ise maddi, sosyal, kültürel gelişmeyi anlatmak için kullanılır. Daha net bir ifadeyle “sivil”in kökü kent hayatının beraberinde getirdiği hakları ve yükümlülükleri ifade eder.

Sözlük Anlamı
İlk olarak kavrama dair genel bir çerçeve oluşturması amacıyla Ahmet Cevizci’nin Felsefe Sözlüğü’ndeki “
sivil toplum” maddesine göz atılabilir:
“Siyasî otoritenin baskısından nispeten uzak olan toplum modeli; toplumda varolan ve kuruluşu birtakım haklar elde etme çabasına bağlı olan demokratik yapı; toplumun kendi kendisini, devletin kurumlarından bağımsız olarak, yönlendirmesi durumu.”
Ahmet Cevizci’nin verdiği bu bilgiler tam bir tanım niteliği taşımasa da sivil toplum kavramına dair çok sık atıfta bulunan kavramlarla aynı temelde yükselmektedir. Bu doğrultuda Larry Diamond’un sivil toplum tanımına bakacak olursak:
“Örgütlü sosyal yaşamın gönüllü, kendi kendini üreten, kendi kendini destekleyen, devletten özerk olup bir yasal düzen ya da ortak kurallara bağlı olan alanıdır… Sivil toplum özel alan ve devlet arasında duran aracı bir varlıktır.”
Diamond bu tanımında yasal güvenceyle sivil toplumun özerkliği güvence altına alınmış oluyor. Bu yasal düzenlemeler bir yandan devlet iktidarını sınırlayıcı bir rol oynarken bir yandan da onun iktidarını hukuka dayandırarak meşrulaştırmaktadır. Nitekim sivil toplum devletten özerk olmayı içerir ama, ondan yabancılaşmayı zorunlu kılmaz görüşündedir.

John Keane ve Sivil Toplum
John Keane ise sivil toplumu şöyle tanımlar:
“… şiddet karşıtı, kendi kendine örgütlenen, kendi kendini değerlendiren ve yansıtan ve hem birbirleriyle hem de onların eylemlerini ‘çerçeveleyen’, sınırlayan ve mümkün kılan devlet devlet kurumlarıyla sürekli bir gerilim içerisinde olma eğiliminde bulunan yasal koruma altındaki devlet-dışı kurumların karmaşık ve dinamik bir topluluğunu hem tanımlayan hem de tasavvur eden bir ideal-tip kategorisidir (Max Weber’in kullandığı anlamda bir ideal tip).”
John Keane yaptığı bu tanımda sivil toplumun şiddetten soyutlanmış bir alan olduğunu ifade etmiş olması önemli olmakla birlikte, yine sivil toplumun dinamik bir topluluğu tanımlayan ve geleceğe dair tasavvur edebilme yetisine sahip olduğunu belirtmesi önemlidir.

Ömer Çaha’nın Sivil Toplum Anlayışı
Sivil toplum konusunda Türkiye’de önde gelen isimlerden biri olan Ömer Çaha,
Modern toplumda sivil toplum herşeyden önce sivilleşmeyi anlatmaktadır.”
demektedir. Bu doğrultuda iki toplum modelinin varolduğunu savunan Çaha, sivil toplumu ideolojik topluma karşıt bir toplum modeli olarak ele almaktadır. İdeolojik toplum, devletin öncülüğü altında aynı ideoloji tarafından güdülen, toplumsal farklılığa ve renkliliğe müsaade etmeyen, devletin yüce varlığıyla bütünleşmiş olan bir organik toplum iken, sivil toplum bireylerin herhangi bir zorlamaya maruz kalmaksızın, kendi aralarında anlaşarak oluşturdukları ortak yaşam alanını ifade etmektedir. İdeolojik ve sivil toplum arasındaki bu ayrımdan yola çıkarak sivil toplumu şöyle tanımlamaktadır:
“Devletin şekillendirmediği, kendi inisiyatif ve renkliliğine terk ettiği bir alanı ifade etmekle sınırlı kalmamakta, aynı zamanda aktif ve özgür siyasal katılım ve politizasyın sürecini de ifade etmektedir.”
Daha önce verdiğimiz tanımların aksine Ömer Çaha’nın sivil toplum tanımında hukukla ilgili bir ifade göze çarpmamaktadır. Her ne kadar tanımda yer almasa da Çaha devlet-toplum ilişkisinde hukuk’a önemli bir yer ayırmakta ve devlet’in hukukun gölgesinde “sivil yönetim” -liberal düşüncenin tam da böyle bir sivil yönetimi esas aldığını savunur- tarafından yönetildiğini ifade etmektedir. Sivil yönetim ile devlet arasındaki bu ilişkiyi sivil toplumun özellikleri arasında sayması önemlidir. Bu açıdan bakıldığında sivil toplumu sivilleşme olarak görmesi, sivil toplum tanımında siyasal katılım ve politizasyona yer vermesi ve sivil toplumun devletle bireyler arasındaki ara kademelerden ibaret olamayacağını savunması, Ömer Çaha’nın kavramsallaştırmasında sivil toplumun oldukça etkili bir olgu olduğunu gösterir.

Şerif Mardin
Şerif Mardin, sivil Batı’nın bütün “hürriyet” anlayışında, siyasînin sultasından kurtulabilmiş ilk toplumsal sistem oluşu nedeniyle sivil toplumun önemli bir yer kapsadığını belirtmektedir. Kavramın ortaya çıkışıyla ilgili Batı’da devlet dışında süren hayatın akışının garanti altına alınması ve ekonomik faaliyetlerin özerk bir konuma sahip olmasının altını çizen Mardin, sivil toplumun ilgili olduğu üç temel maddeyi şu şekilde sıralıyor:
  • “Medenilik” anlayışı
  • Batı Avrupa’nın toplumsal tarihinde çok önemli bir sosyal tarih aşaması
  • Tarih felsefesi alanında bir tartışma
Tanımlar
Bu tanımlardan farklı olarak sivil toplumun tek bir tanımı olamayacağı ve onu oluşturan yapılarla farklı şekillerde tanımlanabileceğine dair görüşler de mevcuttur. Bunlardan biri Howell ve Pearce’nin yaptığı şu tanımdır:
Sivil toplum kavramı birey, toplum ve devlet arasındaki ilişki ne [nasıl] olmalı konusundaki farklı normatif anlayışları yansıtmaktadır.”
Bu iki düşünür sivil toplumu normatif bir araç olarak düşünen yaklaşımı özetlemektedir. Bir diğer düşünür John Ehrenberg ise sivil toplumun tanımıyla ilgili:
Onu [sivil toplumu] oluşturan yapıların ne yapmakta olduğuna, nasıl örgütlendiklerine ve hangi siyasal ve ekonomik güçlerin etkisi altında olduğuna bakarak
tanımının yapılabileceğini ifade etmektedir. Bu bağlamda sivil toplumla ilgili tek ve kesin bir tanım yapılamıyacağını ifade eden Ehrenberg, sivil toplumun yalnıza devlet-dışı özerk bir alan olduğunun ifade edilmesinin yetmeyeceğini düşünmektedir. Aynı şekilde John Keane de devlet ve sivil toplum kavramlarının
Modern siyasal biliçliliğin derinlerinde yatan bir antitezi oluşturan iki terim
olarak genel bir biçimde bahsedilmesinin yanıltıcı olduğunu vurgulamaktadır. Keane bu tezlerin özgül olmayan, her şeyi kapsayan nitelikleri, coğrafi dağılım ve zaman bağlı değişimler ve ayrımın semantik varyasyonlarındaki farklılıkları baskı altına aldığı ve yok ettiğini ileri sürmektedir.
Bu tanımlardan da anlaşılabileceği gibi sivil toplum kavramı üzerinde mütabakat sağlanmış bir tanım yoktur. Ancak yapılan tanımlardan yola çıkarak ortak bir tanım yapılabilir: sivil toplum herşeyden önce özel bir yaşam alanına atıfta bulunan bir kavram olup, içinde bulunduğu coğrafyanın siyasi, ekonomik, toplumsal ilişkiler temelinde farklı biçimlere bürünebilen, devlet-dışı olmakla birlikte devletten tamamen kopuk olmayan, mümkün olduğunca devlet müdahelesine karşı direnenmekle birlikte bazen devletten etkilenen, bazen devleti etkileyebilen bazense bir aracı kurum olarak karşımıza çıkan bir varlık olup, karmaşık ilişkiler ağının bir parçasıdır.
Son düzenleyen Safi; 7 Nisan 2016 14:53 Sebep: iç başlık
qaptan Lady - avatarı
qaptan Lady
Ziyaretçi
5 Aralık 2011       Mesaj #2
qaptan Lady - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Sivil toplum, örgütlü toplum demektir. Daha açık ifadeyle; toplumun bütün kesimlerinin, çeşitli branşlarda bir araya gelerek, organize bir şekilde teşkilatlanması demektir. Bir toplumun bütün unsurlarını tanımak için sivil toplulukları incelemek yeterlidir. Farklı kültür ve etnik unsurlar, dernekler, vakıflar, meslek kuruluşları, cemaatler, partiler toplum yapısının gerçeğini gösteren unsurlardır.

Sponsorlu Bağlantılar
Hitler, Mussolini, Lenin, Stalin gibi totaliter şefler, sivil toplum düşmanı olmuşlardır. Bunun yanında sivil inisiyatif öncüsü olmuş Nelson Mandela, Mahatma Ghandi ve Malcolm X gibi örnekler de bulunmaktadır. Din liderleri ve büyükleri de sivil inisiyatifin temsilcisi olmuşlardır. Resulüllah (S.A.V.) sadece ilahi vahyi tebliğ etmekle kalmamış aynı zamanda kitlelerle beraber hareket etmiş, Ashâbı ile doğrudan doğruya ünsiyet kurarak istişareye önem vermiş olan en büyük toplum rehberidir. Bireyciliğin ve demokrasinin çok geliştiği 21. yüzyılda, en büyük güç sivil topluluklardır. Bunun yanında halen dünün totaliter şefleri ve dayatmanın doruğuna ulaşan zihniyetler başka ad ve şekiller altında kolları sıvamış halde beklemektedir. Bunu rağmen artık tepeden yönlendirmeler eskisi kadar etkili olamıyor, hızını kaybetmiş görünüyor, üniversitelerde, toplumun tüm katmanlarında, aydınlar arasında, ve siyasi partilerin bir bölümünde “sivil toplum”, “sivil katılım”, “sivil inisiyatif” gibi kavramların tartışılır olması bu hareketin giderek daha da güçlendiğini gösteriyor.

Eski kuşak, tek partili “milli şef” döneminin zihniyetini sürdürmek konusunda dünyaya rağmen hevesini yitirmemiş olsa da, yeni kuşakta çoğulculuğu simgeleyen sivil toplum modelleri çerçevesinde hareketme konusunda ilgiyi ve heyecanı görmemek mümkün değil. Dünyayı ekonomik bunalımın eşiğine getiren, 40 milyon insanın işsiz kalmasına sebep olan 1929 bunalımı adıyla anılan ekonomik kasırga, Amerika’da farklı bir tip “toplumculuğun” gelişmesi, İngiltere’de işçi hareketinin örgütlenmesi, Fransa’da Leon Blum’ün sol cephe (Halk cephesi)’ni oluşturması, Almanya’da ise en şiddetli ve en radikal olan Nazi hareketinin meydana gelmesiyle sonuçlanmıştı.

Gerçekten de 1929 yılı dünyada ciddi manada ekonomik çalkantıların yaşandığı önemli bir tarihtir. Keynes modeli ise bu bunalımı ve ekonomik dalgalanmaların meydana getirdiği ekonomik krizi bir nebze olsun dindirmeyi başarabilmiştir. Fakat Keynes modeli, işlerliğini yitirmeye başlayınca ve miadını doldurunca, farklı bunalımlar ortaya çıkmaya başladı.

Çarlığın yanlış uygulamaları ve kitleleri canından bezdirmesi Lenin için bir fırsattı. Toplumun nabzını büyük bir maharetle istismar etmesini becerebilecek zeka kıvraklığına sahip olan Lenin, böylece Bolşevizmi gerçekleştirebilmiştir. Nitekim Versay zincirinin gurur kırıcı şartları da Adolf Hitlerin önünü açmış ve Almanya’da Nazizm’i zafere taşımıştır. Bu gerçeklerden hareketle şu teşhise varabiliriz: Dünün yetkilerini elinde tutan otoriterler, ortamı istismar eden güçlerin hakim olmasına yardımcı olarak “yeni otoriterler” türemesine zemin hazırlayabilmektedir. Zamanın otoriteleri, bunalımları çözmede en etkili yöntemin, toplumun istek ve taleplerine olumlu cevap vermek olduğunu görememişlerdir. Toplumla diyaloğa girmeyi, kitleleri yönlendirmeyi başaramamışlardır ve bedelini ağır bir şekilde ödemek durumunda kalmışlardır. İlelebet kalacaklarını düşündükleri makamlarından olmuşlar, veya perişan bir vaziyette tahtlarını başkalarına bırakmak zorunda bırakılmışlardır. Saltanatlarını terkederken de, geriye bir sürü göz yaşı, kan, kin ve nefret tohumları ekmeyi de ihmal etmemişlerdir..

İşte Bolşevizmin de, Nazizmin de kitleleri kandırarak taraftar toplaması bu noktalarda düğümlüdür. Aristo’nun “Tabiat boşluğu sevmez” sözü ne kadar da doğru. Topluma, koyun muamelesi yapanların, eninde sonunda koltuklarını terketmesi tabiidir. Sivil toplum gerçeği gözardı edilince ister istemez çok daha ağır baskıcı rejimlerin işbaşına gelmesi kaçınılmazdır. Nitekim de hep öyle olmuştur. Lenin iyi bir teorisyen değildi, ama iyi bir stratejiciydi. Mevcut şartları, lehine çevirecek kadar usta bir deha idi. Akıl dolusu, sinsi ve kıvrak manevralarla kitleleri ayağa kaldırabilmiş, nihayetinde bolşevik ihtilalini yapabilmiştir. İhtilal öncesi kitlelere verilen vaadler, iş başına gelince unutulmuş, yerine komünist partinin programları uygulamaya konmuştur. Lenin’den sonra Stalin gelmiş, o da Çar’lara rahmet okutacak şekilde kan dökmüş, topluma adeta koyun muamelesi yapmıştır. Totaliter uygulamaların koyu olduğu ortamların, bireysel girişimin önünde en büyük engel olması dolayısıyla sivil toplum olgusunun çok kere nüksetmesine imkan verilmez. Sivil toplum şuurunun yerleştiği toplumlarda ise fertler çok daha girişimci olabilmekte, şahsiyetler daha hızlı gelişebilmektedir.

Sivil toplum şuurundan yoksun fertler totaliter ortamlarda, tek tek beyin yıkamaya müsait halde olurlar, idarecilerin “okul yapacağız”, “il yapacağız”, “şunu yapacağız, bunu edeceğiz” gibi vaadlerine kolayca kanabilirler de. Çünkü bireysellikten çok toplumcudur ve sürü psikolojisiyle hareket etmektedir. Ülkemizde, henüz sivil toplum örgütlerinin kolayca örgütlenmesini sağlayacak kanuni düzenlemeler tam manasıyla uygulamaya geçemediği için, sivil inisiyatifini ortaya koyacak fertler de bir türlü ortaya çıkamıyor. Mevcut durum “bireysiz toplum” doğurmaktadır. Beyin yıkama makinası, işlerliğini hala devam ettiriyor. Gurup şuuru, katılımcılık şuuru yönünden gelişmelere şahit olsak da, henüz istenilen seviyeye gelinemediği açıktır. Fertler, grup olarak tavırlarını ortaya koyarak, netice aldıklarını gördükçe, sivil toplum anlayışı daha da büyüme eğilimi gösterecektir elbette. Zamanla kitleler, içinde bulunduğu olumsuz şartları örgütlü bir şekilde lehine çevirecek “sivil inisiyatif”i ortaya koyma cesaretini kazanacağına olan inancımız tamdır. Çünkü Türkiye eski Türkiye olmadığı gibi, tek partili dönemin Milli şef uygulamalarının baskıcı ve dayatmacı şartlarından bugüne gelene dek toplumumuz sivil tavır almak yolunda bir hayli mesafe kat ettiği bir gerçektir.

Malum olduğu üzere Türk halkı ilk tepkisini 1950 seçimlerinde DP’yi işbaşına getirmekle ortaya koymuştur. 1950 öncesi, tek parti uygulamaları, toplumu canından bezdirmiş olacak ki, çok partili hayata geçer geçmez, büyük bir oy potansiyeli ile Milli şef uygulamalarına son verilmiştir. Çok partili hayata geçiş “sivil toplum” olma yolunda ilk kıvılcımdır aynı zamanda. O yıllarda kitleler, içinde bulundukları şartlardan hızla kaçış eğilimi göstererek, teşkilatlanmaya doğru gidecek ilk adımı 1950 yılında atmıştır. Demek ki; ne kadar baskıcı ve dayatmacı bir yol izlenirse izlensin, sonunda kazanan “sivil toplum” olmaktadır, olacaktır. “Sivil toplum” olgusu tarihi geleneğimizle de örtüşen bir değerdir. Tarihimiz kendi haşmetini “reaya”nın (halkın) saadetinde arayan bir Osmanlı örneğine sahiptir çünkü. Osmanlı, kendi çağında sivil toplum şuurunun öncüsü olmuştur. Daha ilk kuruluşunda Osman Gazi’nin etrafında ahiler, gaziler, alperenlerin oluşturduğu bir dizi toplum örgütleri vardı. Söğüt’te atılan ilk hamur ve maya bu duygu seli etrafında gelişti. Osmanlı bu oluşumlarla beraber hareket ederek, üç kıtada hükmeden cihanşümul bir devlet haline gelebilmiştir. Nitekim Kanuni Sultan Süleyman; “Reaya (halk), gerçek efendidir” diyerek sivil toplum gerçeğini ortaya koymuştur. Osmanlı’da bir diğer örgütlenme örneği de devlet loncalarıdır, ki bu loncalar sayesinde tüccarların tekelci davranışlarına karşı önlem alınabilmiştir.

Loncalarda ayrıca toplumun bütün kesimlerini kapsayacak iş bölümü de bulunmaktaydı. Genelde halk üretim ve vergi faaliyeti ile ağırlığını ortaya koyuyordu. Ulema ise, din, yargı ve eğitim ile ilgili alanda yer alıyordu. Naima’nın teşhislerinden de anlaşılacağı üzere Devlet-i Âliyye’de örgüt ağında yer alan unsurlar şunlardı: 1. Ulema. 2. Asker. 3. Tüccar. 4. Reaya (Halk). Bu dört unsurun uyumlu olması demek devletin güçlü olması demekti. Bu uyum yükseliş dönemi sonuna kadar sürmüştür.

Tarihi gerçeklerden hareketle sivil toplum yapısının, birey-toplum-devlet dengesini yansıttığını ifade edebiliriz. Organizasyon, örgütlenme ve halk-devlet uyumluluğu, sivil toplum için vazgeçilmez olgulardır. Sivil toplum birimleri, milletin tam kendisi olmasa da, onu yansıtan bir parçasıdır. Tarım sürecinden sanayi sürecine, oradan da bilgi toplumuna yol almakta olan Türkiye, gerek ekonomik yapıda gerekse sosyal alanda müthiş bir değişim sürecine girmiştir. Çünkü sanayileşme ve bilgi çağı hem ekonomik, hem de sosyal vetireyi değiştirmektedir. Dünyadaki bu gelişmelerin ışığında Türkiye, ister istemez kendi toprağında ilk defa derinden sivil toplumun güçlü sesine ve kuvvetine şahit olmaktadır. Sendikal haklar, asgari ücret, sosyal güvenlik, kâra ve yönetime katılma gibi konular, tarım toplumunun meselesi değildir, artık bilgi çağı yolunda olan “sivil toplum”un konusudur. Bu durum politik ve ideolojik hayata da yansıyıp, siyasi değer olarak geçmektedir. Böylece sivil toplumla birlikte ücretliler meselesi siyasi partilerin gündeminde yer alabiliyor. Sosyal adalet uygulamalarının bir an evvel pratiğe geçirilmesi, sivil toplum örgütlerinin bir numaralı talebidir. Eğit-Sen, Kamu-Sen, Sağlık-Sen, Hak-iş, Türk-iş gibi sivil toplum kuruluşları bu maksatla kurulmuş örgütlerdir. Sendikal örgütler ve daha başka sivil toplum örgütleri her geçen gün gündemde yerlerini almaktadırlar. Sivil toplum için Sosyal adalet, önemli bir realitedir. Çünkü, kentleşme, sanayileşme ve bilgi çağının gerçekleri kendiliğinden bu meseleyi doğurmaktadır.

Bu demektir ki sivil toplumcu bir şuur ile ancak sosyal adaletsizlikler önlenebilir. Yapılacak en mühim faaliyetlerden biri de, kitlelerin ekonomik katılımının yanısıra, girişimciliğin önündeki bütün barikatların kaldırılarak toplumsal kalkınmayı gerçekleştirebilmektir. Toplumun iç dinamiklerindeki gerginlikler bu tür uygulamalarla giderilebilir, başka yolu da yok zaten. İnsanlar tavandan yönledirmelerden ziyade tabandan gelecek değişikliklere itibar etmektedirler. Senelerdir demoklesin kılıcı üzerlerinde sallandırılarak bezgin hale gelen kitleler, yeni yollar arayışında ümit tazelemekteler, kendilerine ışık aramaktalar adeta. Hedef belli, o halde İstikamet “sivil toplum” demeli, kurtuluşumuz sivilleşmekte gözüküyor diyebiliriz. Üstten dayatmalar, yönlendirmeler artık çok gerilerde kaldı. Her geçen gün gözü açılan insanımız, milli gelirin paylaşılması, sosyal adalet gibi konuları tartışabiliyor ve gerektiğinde idare edenlere, karşı demokratik tepkilerini ortaya koyabiliyorlar. Bütün bu olumlu gelişmeler üstelik “tabandan” geliyor, tavandan değil.. Türk insanı aslında en güzel günlere layık, üzerindeki kabuğu yırttığında daha da parlak çağların kapısını açacak duruma gelecektir elbet.

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
7 Nisan 2016       Mesaj #3
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Sivil Toplum
Ad:  sivil toplum1.JPG
Gösterim: 1311
Boyut:  115.7 KB
Ad:  sivil toplum2.JPG
Gösterim: 1269
Boyut:  120.0 KB
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
7 Nisan 2016       Mesaj #4
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Sivil Toplum
Ad:  sivil toplum3.JPG
Gösterim: 1473
Boyut:  132.9 KB
Ad:  sivil toplum4.JPG
Gösterim: 1476
Boyut:  102.1 KB
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
7 Nisan 2016       Mesaj #5
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Sivil Toplum
Ad:  sivil toplum5.JPG
Gösterim: 1423
Boyut:  106.4 KB
Ad:  sivil toplum6.JPG
Gösterim: 1477
Boyut:  124.9 KB
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
7 Nisan 2016       Mesaj #6
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Sivil Toplum
Ad:  sivil toplum7.JPG
Gösterim: 1388
Boyut:  80.1 KB
Ad:  sivil toplum8.JPG
Gösterim: 1216
Boyut:  118.4 KB
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
7 Nisan 2016       Mesaj #7
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Sivil Toplum
Ad:  sivil toplum9.JPG
Gösterim: 1364
Boyut:  103.7 KB

Ad:  sivil toplum10.JPG
Gösterim: 1194
Boyut:  151.0 KB
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
7 Nisan 2016       Mesaj #8
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Sivil Toplum
Ad:  sivil toplum11.JPG
Gösterim: 1138
Boyut:  142.0 KB
Ad:  sivil toplum12.JPG
Gösterim: 1167
Boyut:  87.5 KB
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
7 Nisan 2016       Mesaj #9
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Sivil Toplum
Ad:  sivil toplum13.JPG
Gösterim: 1201
Boyut:  164.9 KB
Ad:  sivil toplum14.JPG
Gösterim: 1134
Boyut:  104.7 KB


SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

7 Nisan 2016 / Misafir Sosyoloji
7 Nisan 2016 / ThinkerBeLL Cevaplanmış
7 Nisan 2016 / SEVİMLİ164 Cevaplanmış
16 Mart 2010 / Misafir Cevaplanmış
6 Ocak 2012 / ThinkerBeLL Cevaplanmış