Arama

Osmanlı Devleti'nde şehirlerin ortak özellikleri nelerdir?

Güncelleme: 5 Mayıs 2011 Gösterim: 4.671 Cevap: 3
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Mayıs 2011       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
osmanlı devletinin şehirlerinin ortak özellikleri
Sponsorlu Bağlantılar
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
4 Mayıs 2011       Mesaj #2
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı
Osmanlı şehir yapısı Selçuklu şehir yapısının bir devamı niteliğindedir. Klasik Selçuklu şehirleri olarak Konya, Kayseri ve Sivas’ı gösterebiliriz. Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla ve batıya doğru genişlemesiyle birlikte şehirler, Ahilerin katkısıyla, Selçuklu örneklerine uygun bir şekilde Türk şehri haline getirilmiş ve Bursa, Edirne ve İstanbul gibi klasik Osmanlı şehirleri meydana gelmiştir.[1]
Osmanlı döneminde hazırlanan tapu tahrir defterlerinde şehir ve kasaba “Cum’a kılunur ve bazarı durur” yer olarak tanımlanmıştır. Tarım dışı üretim yapılan kent sınırları içinde kalan topraklar miri arazi sayılmadığından sipahi dirliği olmayacak kadar küçüktür. Tarım dışı mal ve hizmet üreten Osmanlı şehirleri genel toplanma yerine ve güvenlik içinde kısmı otonomiye dayanan kurumlara ihtiyaç duyuyorlardı. Nitekim bu kurumlar Avrupa şehirlerinde olduğu gibi abidevi binalar kullanmıyor ama basit yapılarda, hatta bürokratların evlerinde gereken görevi yerine getiriyorlardı.[2]
Sponsorlu Bağlantılar
Bir Osmanlı şehrinde oturanları birkaç zümreye ayırabiliriz. Bunların başında âyân ve eşraf vardır. İkinci zümreyi memurlar oluşturmaktadır. Sonra esnaf ve tüccarlar gelmektedir. Yine bir Osmanlı şehrinin oluşum ve gelişiminde imaretlerin çok büyük yeri vardır. Bunlar, genellikle bir caminin etrafında oluşturulan medrese, kütüphane gibi eğitim kurumlarıyla hastane, hamam, aşevi gibi çeşitli hayır kurumlarıdır. Bunlardan başka bu kurumları finanse etmek için kurulan han, çarşı, fırın, değirmen, boyahane, salhane gibi kuruluşlar bir şehrin çekirdeğini teşkil eder. Bütün bunları bir İslam şehrinin 3 temel unsuru olan cami, çarşı ve medreseye indirgemek mümkündür.[3]
Osmanlı şehirlerinin ekonomik gelişmesi iç ticaretle sınırlı kalmıştır. Uluslararası ticarette ise hammadde ihraç etmek ve mamul madde ithal etmekten öteye gidememiştir.
Sanayi öncesi toplumlarda kentleşmeyi ifade eden en önemli gösterge alışveriş merkezleridir. Açık ve kapalı alışveriş merkezleri olmak üzere iki ana başlık altında toplanır. Hafta pazarı veya sürekli pazarlar açık alışveriş yerleridir. Bedesten, han, çarşı gibi alışveriş merkezleri kapalı alışveriş yerleridir. Bu yapılar ve meydanlar Osmanlı kentinin fiziki konumunu doğrudan etkilerler.
A-) Açık Alışveriş Merkezleri:
Hafta Pazarları: Bu pazarlar haftanın belirli günlerinde aynı alan üzerinde kurulurlar.
Sürekli Pazarlar: Hacimli, hacimli olduğu kadar kârı az olan ve sürekli tüketilen bir kısım ticari emtia için yılın her günü açık olan sürekli pazarlardır.
B-) Kapalı Alışveriş Merkezleri:
Bedesten: Kentin asıl kapalı alışveriş merkezini bedesten oluşturur. Burası büyük tüccarın bulunduğu ve transit ticarete konu olan malların alınıp kapalı Pazar yeridir.
Hanlar: Bedestenin çevresinde yalnızca geceleme yeri niteliği taşımayan aynı zamanda ticaret yapılan konaklama yerleridir.
Çarşı: Kentin gün boyu en hareketli alışveriş merkezidir. Uzun bir ana cadde ve buna açılan sokaklardan oluşur. Alışveriş yapanların rahatı ve iş sahipleri için iş yerlerinin korunmasındaki kolaylık göz önünde bulundurularak olanaklar elverdikçe üstü kapalı yapılmaya çalışılmıştır. Kentte üretilen her türlü mal ve hizmet erbabı burada yer alır. Ana caddeye açılan yan sokaklarda her bir ayrı iş kolunda mal ve hizmet üreten esnaf örgütleri de ayrılmıştır. Örneğin: Çanakçılar, demirciler, iplikçiler vs.
Kapan Hanları: Her biri tek bir cins ticaret maddesinin toptan satışı yada dağıtımına hizmet eden kapalı alışveriş yerleridir.[4]
Şehir ahalisi genellikle ticaret, endüstri ve benzeri işleri yapan, geçimini ve kazancını bu gibi işlerden sağlayan kimselerden teşekkül etmekteydi. Genelde esnaf olarak adlandırılan bu gibiler, devlet ekonomisine pazarlarda sattıkları mallar dolayısıyla verdikleri vergilerle katkıda bulunmuşlar, buna bağlı olarak da “Lonca” adıyla meydana getirdikleri teşkilatlar sayesinde idarede söz sahibi olmuşlardır. Özellikle şehirlerdeki esnaf teşkilatları tarafından mal standardının temini ve tüketiciyi koruma düşüncesi, iktisadi hayatın canlanmasına ve toplum düzeninin teminine yardımcı olmuştur.[5]
Şehirler kadılar veya kadı naipleri tarafından yönetilmektedir. En küçük idari birimleri oluşturan mahallerin başında imamlar ve mahalle kethüdaları, bunların başında şehir kethüdası veya şehir emini bulunmaktadır. Güvenlik işlerinden de divan tarafından tayin edilmiş olan subaşısı sorumluydu.[6]
Osmanlı şehirleri özellikle ovaya değil de yamaçlara kurulmuş böylece tarım arazisinden faydalanılmak istenilmiştir. Yollar genellikle yağmur suyunun akması için eğimli olmuştur. Abidevi binalar yerine abidevi ağaçlar bulunmaktaydı. Evler genellikle iki veya üç katlı idi.[7]
15.yy’de Mehmed II ve Bayezîd II döneminde özellikle İstanbul’a göç teşvik edilmiş ve yaptırılmıştır.
Anadolu’daki şehirler 17.yy Avrupa’sı, Hindistan yada Çin kentlerinden daha sağlıklı yaşam ortamları oluşturmaktadır.
16. yy sonlarında ve 17.yy başlarında şehirden köye göç olgusu oluşmaya başlamıştır. Özellikle 16.yy’de Anadolu şehirlerine, bazı vergi mükellefiyetleri getirilerek göç teşvik edilmiştir. 18.yy’de İstanbul’a göç sınırlandırılmıştır. İstanbul’a giden belli başlı yollar engellerle kapatılmak istenmiş ve göç eden kimseler yakalanarak geri gönderilmek istenildiyse de bunda pek başarılı olunamamıştır.[8]
Devlet, ihtiyaç olmadan yer değiştirmeleri engellemek istiyordu. Böylece üretimin ve vergi gelirlerinin düşmesinin engellenmesi amaçlanıyordu. Göç olayı bu düzeni bozmuştur. 17. yüzyılın sonlarındaki yoğun savaş ortamında Balkanlar savaş alanı haline gelmiş ve bu da yer değiştirme olaylarını arttırmıştı.
İstanbul’a göç olayı 18.yüzyılda ev göçü haline gelmişti. Kiracılık, gecekondulaşma, asayişin bozulması, işportacılık, esnafın geçim imkanlarının daralması gibi yeni olgular ortaya çıkmıştır. Özellikle Lale Devri’nde (1718-1730) ve sonrasında 3 büyük şehre ve burada İstanbul’a yönelen göçler, nüfusu büsbütün arttırmıştır. 1710’larda itibaren kentlere göçün önlenmesi için sürekli fermanlar çıkartılmıştır.
1730 Patrona Halil ayaklanmasında göçlerin ferdi olmaktan çıkıp ev göçü haline gelmesinin ve nüfus baskısının artmasının büyük yeri vardır. Zira artan talep, fiyatları yükseltiyor, kadrolu esnafın geçim imkanları yeni gelenlerin kendilerine rakip olamalarından dolayı daralıyordu.[9]
17.yy’de Yeniçeri Ocağı’nın bozulması, özellikle 18.yy’de büyük şehirlerdeki bazı yeniçerileri esnaflığa itti. Bunlar iktisadileşmemiş, çarşı hayatına zorbalık, kabadayılık, haraç gibi olay ve tavırlar yerleştirmişleridir. Bu guruba Bektaşi tekkeleri, bekar odaları, kahvehanelerde katılmıştır. Sipahi, yeniçeri ve esnaf işbirliği saltanatın el değiştirmesinde, bazı devlet adamlarının katlinde büyük rol oynamışlardır. Özellikle 18.yy’de sık sık olan yeniçeri isyanları şehirlerin iktisadi ve sosyal yapısını büyük ölçüde bozmuştur.[10]
Köyden şehre göç kiracılık, gecekondulaşma gibi yeni olguları da beraberinde getirmiş ve şehrin asayişinin bozulmasına yol açmıştır. Bunun yanında şehirlerde kadrolu esnafın geçim imkanlarını daraltan ve devletin vergi hasılatını düşüren bir olgu olarak seyyar satıcılığın ortaya çıktığını, bir ‘marjinal kesim’ in oluşturduğunu görüyoruz.
18.yy’nin ortalarında şehir ve kır kesimlerinde nispi bir denetim sağlanmış, fakat sosyal hayatta batıya özenme sürmüştür. Yine ‘ev göçü’ nün önlenmesi amacıyla zaman zaman fermanlar çıkarılmaya devam edilmiştir.[11]
17.yy’de Osmanlı Devleti’nin giderek her alanda bozulmaya başlaması ve gerilemesi, bunların ıslah edilmemesi, bunun karşılığında da Avrupa’nın ilim ve teknoloji bakımından 18. ve 19.yüzyıllarda gelişmesi, özellikle sanayi devrimi ile birlikte Avrupa o zamanki teknoloji bakımından en üst seviyeye çıkarak, ekonomik ve askeri alanda Osmanlı’ya ezici bir üstünlük sağlamıştır. Kaybedilen savaşlarla birlikte Osmanlı ekonomisinin bozulması ve verilen kapitülasyonlarla Osmanlı Devleti topraklarının, Avrupalı devletler tarafından hammadde kaynağı olarak sömürülmesi, Avrupa’da üretilen mallar için geniş Osmanlı Devleti’nin toprakları büyük bir pazar oluşturmuştur. Dışardan gelen ucuz mala rağbet edilmesi ve içerde üretilen yerli malın daha pahalı olması Osmanlı şehirlerindeki esnaf ve sanatkarları olumsuz yönde etkilemiştir.
Özelikle Anadolu’da Celali ayaklanmalarının başlamasıyla birlikte Anadolu’daki asayişin bozulması ve buna bağlı olarak büyük şehirlere başlayan göçler sonucu bu şehirlerin sosyal ve iktisadi yapısını büyük ölçüde bozmuştur.
Yukarıda saydığımız nedenlere Osmanlı Devleti’nin diğer gerileme ve çöküş nedenlerini de ekleyebiliriz. Sonuç olarak bütün bu nedenler Osmanlı Devleti’ndeki şehirleri de büyük ölçüde olumsuz şekilde etkilemiştir.
19.yy’deki Batılılaşma çabaları Osmanlı şehirlerinde de kendini büyük ölçüde göstermiştir.
TANZİMAT DÖNEMİNDE YAPILAN YENİLİKLER
Ziya Paşa Fransa’yı gezmiş ve görüşlerini şöyle dile getirmiştir: “Diyar-ı Küfrü gezdim, beldeler, kâşâneler gördüm. Dolaştım Mülk-ü İslam’ı bütün viraneler gördüm” demiştir. Ziya Paşa bunu söylediği sırada Fransız sanayileşmesi başlamış bulunuyor, Fransa’nın bütün şehirlerinin kenar mahallelerinde akıl almaz bir sefalet yaşanıyordu. Yine Namık Kemal Londra’yı geziyor ve eserinde (Londra Hatıraları) harika bir Londra’yı anlatıyordu. Namık Kemal’de Ziya Paşa gibi; sömürge servetiyle yaşayan çok küçük bir grubun vücuda getirdiği gösterişli nesneleri görmüş, ama onun arkasındaki sefalet içinde yaşayan insan kitlelerini görmemiştir. 19.asırdaki en büyük edebiyatçılardan Alfanso de Lamartine Türkiye’ye gelmiş, Abdûlmecid tarafından kendisine Denizli yöresinde küçük bir çiftlik verilmiş, kendisi burada 15 sene yaşamıştır(1830-1845). “Doğu Seyahati” adlı kitabında şunları söylemiştir. “Bu memleketin iki tane özelliği var ki, bunları hiçbir batılının tasavvur etmesine imkan yoktur. Birincisi bu memleketin temizliği, ikincisi de bu memleketin güzelliği” diyerek Ziya Paşa ve Namık Kemal’in görüşlerinin tam tersini söylemiştir.[12]
Tanzimat ile birlikte 1864’te “Vilayet Nizamnamesi” hazırlandı. İlk olarak pilot bölge niteliğinde (Kaide-i Tedric) olarak Tuna, Halep, Trablusgarp ve Bosna’da uygulandı ve iyi sonuçlar alındı. Bu uygulamanın 1871’de yeniden formüle edilip “İdare-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi” ile hazırlanıp ilan edildi. Buna göre vilayetlerin alt birimleri liva, kaza, nahiye ve köylerdi. Livalar mutasarrıf, kazalar kaymakam, nahiyeler müdür, köyler muhtarlar tarafından yönetiliyordu.
Şehir yönetimi eski yönetim sisteminin çöküşü nedeniyle bir anarşi içindeydi, devlet sanayileşemiyordu. Şehirler, modern metropoller haline geçmek şansına sahip olmadığı gibi, artık geleneksel Osmanlı şehir yapısına da sahip değillerdi. Belediye örgütü uygulaması bu dönemin yeni bir problemi olarak ortaya çıkmıştı.
Belediye idarelerinin kurulmasını reform hareketlerinin genel niteliği içinde değerlendirmek gerekir. Bu çağda Osmanlı şehirlerinin alt yapısal tesislerinin ve kamusal hizmetlerinin düzensizliği, her türlü iktisadi ve kültürel faaliyetin gelişmesine engel teşkil eden örgütsüzlükleri, yeni devrin idarecilerinin önemle meşgul olduğu sorunlardandı. Reşit Paşa Avrupa’da sefaretlerde iken, batı şehirlerinin yapısı ve organizasyonuna duyduğu hayranlıkla, Osmanlı şehirlerinin ıslahı gerektiğini resmi raporlarında belirtiyordu.
Avrupa dünyası ise, iktisadi faaliyetlerinin kolayca yürütülmesi için özellikle Osmanlı liman şehirlerinin ıslahını istemekteydi. Bu şehirlerde ulaşım, su, kanalizasyon, aydınlatma ve sağlık hizmetleri gibi sorunların çözülmesi kendi ekonomik yatırımları için gerekli ön şartlar idi.
İlk belediye teşkilatı Galata-Beyoğlu’nda “Altıncı Daire-i Belediyye” unvanı ile kuruldu. Daha sonra Selanik, Beyrut, İzmir gibi yerlerde belediye teşkilatı kurulmuştur. Bu belediyeler 1877 belediye kanunu çıkmadan evvel “Vilayet Nizamnamesi” hükümlerine dayanılarak kurulmuştur.
1868 yılında 6.daire örneğine bakarak bütün İstanbul, 14 belediye dairesine taksim edildi. İstanbul’da ilk modern belediye kurma teşebbüsü Kırım Savaşı sırasında müttefik devletlerin etkisiyle oldu. 1854’te “İstanbul Şehremaneti” kuruldu. Başına şehremini tayin edildi. Buna bağlı olarak da şehremaneti meclisi kurulmuştur.
1877’de “Vilayet Belediye Kanunu” çıkarılmasına rağmen Osmanlı ülkesi, modern beledi fonksiyonları gerçekleştirebilecek bir şehirleşme ve endüstrileşme süreci içinde değildi. Zaten, geleneksel şehrin örgütsüzlük ve düzensizliğine karşı şehir sakinleri pek de isyan etmiyordu. Ahali şehir düzeni ve beledi hizmet olarak, yöneticiler kadar çok şey istemiyordu. Bundan başka örgütlenmeyi ve hizmetleri gerektirecek ne canlı bir şehir hayatı ne de refah vardı.
İmparatorluk, Cumhuriyet’ e giderek modernleşen bir belediye örgütü ve hizmetler bütünü bırakmıştır. Ama gelişen mahalli yönetim ve demokratik katılma sisteminin, doğuş halinde bile olsa devredildiğini söylemek güçtür.[13]


BİBLİYOGRAFYA
1-) CANSEVER, Turgut, “Osmanlı Şehri”, Osmanlı Ansiklopedisi, C.5,
2-) DOĞRU, Halime, XVIII. Yüzyıla Kadar Osmanlı Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Görüntüsü, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, 1995.
3-) FARAQITI, Suraıya, Osmanlıda Kentler ve Kentliler, T.V.Y.Y. İstanbul, 1994(Çev. Neyyir KALAYCIOĞLU).
4-) HALAÇOĞLU, Yusuf, XIV. Ve XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı Ve Sosyal Yapı, T.T.K. Ankara, 1991.
5-) İLGÜREL, Mücteba, “Yeniçeriler” M.E.B.İ.A., C.13.
6-) ORTAYLI, ilber, Türk İdari Tarihine Giriş, Turan Yayınları, Ankara, 1979.
7-) TABAKOĞLU, Ahmet, Türk İktisat Tarihi, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998.

[1] TABAKOĞLU, Ahmet, Türk İktisat Tarihi, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998, S.151.
[2] DOĞRU, Halime, 18.Yüzyıla Kadar Osmanlı Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Görüntüsü, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, 1995, S.101-102.
[3] TABAKOĞLU, Ahmet, a.g.e.S.151-152.
[4] DOĞRU, Halime, a.g.e. S. 114 vd.
[5] HALAÇOĞLU, Yusuf, XIV. – XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, T.T.K, Ankara, 1991, S.93.
[6] TABAKOĞLU, Ahmet, a.g.e. S. 151.
[7] CANSEVER, Turgut, “Osmanlı Şehri”, Osmanlı Ansiklopedisi, C.5, S.512-514.
[8] FARAQITI, Suraıya, Osmanlıda Kentler ve Kentliler, T.V.V.Y., İstanbul, 1994, 327 vd. (Çev: Neyyir KALAYCIOĞLU)
[9] TABAKOĞLU, Ahmet, a.g.e. S. 153.
[10] İLGÜREL, Mücteba, “Yeniçeriler”, M.E.B.İ.A., C.13, S.393.
[11] TABAKOĞLU, Ahmet, a.g.e. S. 153
[12] CANSEVER, Turgut, a.g.e. S.509.
[13] İlber ORTAYLI, Türk İdari Tarihine Giriş, Turan Yayınları, Ankara, 1979,S.292 vd.
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
4 Mayıs 2011       Mesaj #3
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı
Osmanlı şehir yapısı Selçuklu şehir yapısının bir devamı niteliğindedir. Klasik Selçuklu şehirleri olarak Konya, Kayseri ve Sivas’ı gösterebiliriz. Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla ve batıya doğru genişlemesiyle birlikte şehirler, Ahilerin katkısıyla, Selçuklu örneklerine uygun bir şekilde Türk şehri haline getirilmiş ve Bursa, Edirne ve İstanbul gibi klasik Osmanlı şehirleri meydana gelmiştir.[1]
Osmanlı döneminde hazırlanan tapu tahrir defterlerinde şehir ve kasaba “Cum’a kılunur ve bazarı durur” yer olarak tanımlanmıştır. Tarım dışı üretim yapılan kent sınırları içinde kalan topraklar miri arazi sayılmadığından sipahi dirliği olmayacak kadar küçüktür. Tarım dışı mal ve hizmet üreten Osmanlı şehirleri genel toplanma yerine ve güvenlik içinde kısmı otonomiye dayanan kurumlara ihtiyaç duyuyorlardı. Nitekim bu kurumlar Avrupa şehirlerinde olduğu gibi abidevi binalar kullanmıyor ama basit yapılarda, hatta bürokratların evlerinde gereken görevi yerine getiriyorlardı.[2]
Bir Osmanlı şehrinde oturanları birkaç zümreye ayırabiliriz. Bunların başında âyân ve eşraf vardır. İkinci zümreyi memurlar oluşturmaktadır. Sonra esnaf ve tüccarlar gelmektedir. Yine bir Osmanlı şehrinin oluşum ve gelişiminde imaretlerin çok büyük yeri vardır. Bunlar, genellikle bir caminin etrafında oluşturulan medrese, kütüphane gibi eğitim kurumlarıyla hastane, hamam, aşevi gibi çeşitli hayır kurumlarıdır. Bunlardan başka bu kurumları finanse etmek için kurulan han, çarşı, fırın, değirmen, boyahane, salhane gibi kuruluşlar bir şehrin çekirdeğini teşkil eder. Bütün bunları bir İslam şehrinin 3 temel unsuru olan cami, çarşı ve medreseye indirgemek mümkündür.[3]
Osmanlı şehirlerinin ekonomik gelişmesi iç ticaretle sınırlı kalmıştır. Uluslararası ticarette ise hammadde ihraç etmek ve mamul madde ithal etmekten öteye gidememiştir.
Sanayi öncesi toplumlarda kentleşmeyi ifade eden en önemli gösterge alışveriş merkezleridir. Açık ve kapalı alışveriş merkezleri olmak üzere iki ana başlık altında toplanır. Hafta pazarı veya sürekli pazarlar açık alışveriş yerleridir. Bedesten, han, çarşı gibi alışveriş merkezleri kapalı alışveriş yerleridir. Bu yapılar ve meydanlar Osmanlı kentinin fiziki konumunu doğrudan etkilerler.
A-) Açık Alışveriş Merkezleri:
Hafta Pazarları: Bu pazarlar haftanın belirli günlerinde aynı alan üzerinde kurulurlar.
Sürekli Pazarlar: Hacimli, hacimli olduğu kadar kârı az olan ve sürekli tüketilen bir kısım ticari emtia için yılın her günü açık olan sürekli pazarlardır.
B-) Kapalı Alışveriş Merkezleri:
Bedesten: Kentin asıl kapalı alışveriş merkezini bedesten oluşturur. Burası büyük tüccarın bulunduğu ve transit ticarete konu olan malların alınıp kapalı Pazar yeridir.
Hanlar: Bedestenin çevresinde yalnızca geceleme yeri niteliği taşımayan aynı zamanda ticaret yapılan konaklama yerleridir.
Çarşı: Kentin gün boyu en hareketli alışveriş merkezidir. Uzun bir ana cadde ve buna açılan sokaklardan oluşur. Alışveriş yapanların rahatı ve iş sahipleri için iş yerlerinin korunmasındaki kolaylık göz önünde bulundurularak olanaklar elverdikçe üstü kapalı yapılmaya çalışılmıştır. Kentte üretilen her türlü mal ve hizmet erbabı burada yer alır. Ana caddeye açılan yan sokaklarda her bir ayrı iş kolunda mal ve hizmet üreten esnaf örgütleri de ayrılmıştır. Örneğin: Çanakçılar, demirciler, iplikçiler vs.
Kapan Hanları: Her biri tek bir cins ticaret maddesinin toptan satışı yada dağıtımına hizmet eden kapalı alışveriş yerleridir.[4]
Şehir ahalisi genellikle ticaret, endüstri ve benzeri işleri yapan, geçimini ve kazancını bu gibi işlerden sağlayan kimselerden teşekkül etmekteydi. Genelde esnaf olarak adlandırılan bu gibiler, devlet ekonomisine pazarlarda sattıkları mallar dolayısıyla verdikleri vergilerle katkıda bulunmuşlar, buna bağlı olarak da “Lonca” adıyla meydana getirdikleri teşkilatlar sayesinde idarede söz sahibi olmuşlardır. Özellikle şehirlerdeki esnaf teşkilatları tarafından mal standardının temini ve tüketiciyi koruma düşüncesi, iktisadi hayatın canlanmasına ve toplum düzeninin teminine yardımcı olmuştur.[5]
Şehirler kadılar veya kadı naipleri tarafından yönetilmektedir. En küçük idari birimleri oluşturan mahallerin başında imamlar ve mahalle kethüdaları, bunların başında şehir kethüdası veya şehir emini bulunmaktadır. Güvenlik işlerinden de divan tarafından tayin edilmiş olan subaşısı sorumluydu.[6]
Osmanlı şehirleri özellikle ovaya değil de yamaçlara kurulmuş böylece tarım arazisinden faydalanılmak istenilmiştir. Yollar genellikle yağmur suyunun akması için eğimli olmuştur. Abidevi binalar yerine abidevi ağaçlar bulunmaktaydı. Evler genellikle iki veya üç katlı idi.[7]
15.yy’de Mehmed II ve Bayezîd II döneminde özellikle İstanbul’a göç teşvik edilmiş ve yaptırılmıştır.
Anadolu’daki şehirler 17.yy Avrupa’sı, Hindistan yada Çin kentlerinden daha sağlıklı yaşam ortamları oluşturmaktadır.
16. yy sonlarında ve 17.yy başlarında şehirden köye göç olgusu oluşmaya başlamıştır. Özellikle 16.yy’de Anadolu şehirlerine, bazı vergi mükellefiyetleri getirilerek göç teşvik edilmiştir. 18.yy’de İstanbul’a göç sınırlandırılmıştır. İstanbul’a giden belli başlı yollar engellerle kapatılmak istenmiş ve göç eden kimseler yakalanarak geri gönderilmek istenildiyse de bunda pek başarılı olunamamıştır.[8]
Devlet, ihtiyaç olmadan yer değiştirmeleri engellemek istiyordu. Böylece üretimin ve vergi gelirlerinin düşmesinin engellenmesi amaçlanıyordu. Göç olayı bu düzeni bozmuştur. 17. yüzyılın sonlarındaki yoğun savaş ortamında Balkanlar savaş alanı haline gelmiş ve bu da yer değiştirme olaylarını arttırmıştı.
İstanbul’a göç olayı 18.yüzyılda ev göçü haline gelmişti. Kiracılık, gecekondulaşma, asayişin bozulması, işportacılık, esnafın geçim imkanlarının daralması gibi yeni olgular ortaya çıkmıştır. Özellikle Lale Devri’nde (1718-1730) ve sonrasında 3 büyük şehre ve burada İstanbul’a yönelen göçler, nüfusu büsbütün arttırmıştır. 1710’larda itibaren kentlere göçün önlenmesi için sürekli fermanlar çıkartılmıştır.
1730 Patrona Halil ayaklanmasında göçlerin ferdi olmaktan çıkıp ev göçü haline gelmesinin ve nüfus baskısının artmasının büyük yeri vardır. Zira artan talep, fiyatları yükseltiyor, kadrolu esnafın geçim imkanları yeni gelenlerin kendilerine rakip olamalarından dolayı daralıyordu.[9]
17.yy’de Yeniçeri Ocağı’nın bozulması, özellikle 18.yy’de büyük şehirlerdeki bazı yeniçerileri esnaflığa itti. Bunlar iktisadileşmemiş, çarşı hayatına zorbalık, kabadayılık, haraç gibi olay ve tavırlar yerleştirmişleridir. Bu guruba Bektaşi tekkeleri, bekar odaları, kahvehanelerde katılmıştır. Sipahi, yeniçeri ve esnaf işbirliği saltanatın el değiştirmesinde, bazı devlet adamlarının katlinde büyük rol oynamışlardır. Özellikle 18.yy’de sık sık olan yeniçeri isyanları şehirlerin iktisadi ve sosyal yapısını büyük ölçüde bozmuştur.[10]
Köyden şehre göç kiracılık, gecekondulaşma gibi yeni olguları da beraberinde getirmiş ve şehrin asayişinin bozulmasına yol açmıştır. Bunun yanında şehirlerde kadrolu esnafın geçim imkanlarını daraltan ve devletin vergi hasılatını düşüren bir olgu olarak seyyar satıcılığın ortaya çıktığını, bir ‘marjinal kesim’ in oluşturduğunu görüyoruz.
18.yy’nin ortalarında şehir ve kır kesimlerinde nispi bir denetim sağlanmış, fakat sosyal hayatta batıya özenme sürmüştür. Yine ‘ev göçü’ nün önlenmesi amacıyla zaman zaman fermanlar çıkarılmaya devam edilmiştir.[11]
17.yy’de Osmanlı Devleti’nin giderek her alanda bozulmaya başlaması ve gerilemesi, bunların ıslah edilmemesi, bunun karşılığında da Avrupa’nın ilim ve teknoloji bakımından 18. ve 19.yüzyıllarda gelişmesi, özellikle sanayi devrimi ile birlikte Avrupa o zamanki teknoloji bakımından en üst seviyeye çıkarak, ekonomik ve askeri alanda Osmanlı’ya ezici bir üstünlük sağlamıştır. Kaybedilen savaşlarla birlikte Osmanlı ekonomisinin bozulması ve verilen kapitülasyonlarla Osmanlı Devleti topraklarının, Avrupalı devletler tarafından hammadde kaynağı olarak sömürülmesi, Avrupa’da üretilen mallar için geniş Osmanlı Devleti’nin toprakları büyük bir pazar oluşturmuştur. Dışardan gelen ucuz mala rağbet edilmesi ve içerde üretilen yerli malın daha pahalı olması Osmanlı şehirlerindeki esnaf ve sanatkarları olumsuz yönde etkilemiştir.
Özelikle Anadolu’da Celali ayaklanmalarının başlamasıyla birlikte Anadolu’daki asayişin bozulması ve buna bağlı olarak büyük şehirlere başlayan göçler sonucu bu şehirlerin sosyal ve iktisadi yapısını büyük ölçüde bozmuştur.
Yukarıda saydığımız nedenlere Osmanlı Devleti’nin diğer gerileme ve çöküş nedenlerini de ekleyebiliriz. Sonuç olarak bütün bu nedenler Osmanlı Devleti’ndeki şehirleri de büyük ölçüde olumsuz şekilde etkilemiştir.
19.yy’deki Batılılaşma çabaları Osmanlı şehirlerinde de kendini büyük ölçüde göstermiştir.
TANZİMAT DÖNEMİNDE YAPILAN YENİLİKLER
Ziya Paşa Fransa’yı gezmiş ve görüşlerini şöyle dile getirmiştir: “Diyar-ı Küfrü gezdim, beldeler, kâşâneler gördüm. Dolaştım Mülk-ü İslam’ı bütün viraneler gördüm” demiştir. Ziya Paşa bunu söylediği sırada Fransız sanayileşmesi başlamış bulunuyor, Fransa’nın bütün şehirlerinin kenar mahallelerinde akıl almaz bir sefalet yaşanıyordu. Yine Namık Kemal Londra’yı geziyor ve eserinde (Londra Hatıraları) harika bir Londra’yı anlatıyordu. Namık Kemal’de Ziya Paşa gibi; sömürge servetiyle yaşayan çok küçük bir grubun vücuda getirdiği gösterişli nesneleri görmüş, ama onun arkasındaki sefalet içinde yaşayan insan kitlelerini görmemiştir. 19.asırdaki en büyük edebiyatçılardan Alfanso de Lamartine Türkiye’ye gelmiş, Abdûlmecid tarafından kendisine Denizli yöresinde küçük bir çiftlik verilmiş, kendisi burada 15 sene yaşamıştır(1830-1845). “Doğu Seyahati” adlı kitabında şunları söylemiştir. “Bu memleketin iki tane özelliği var ki, bunları hiçbir batılının tasavvur etmesine imkan yoktur. Birincisi bu memleketin temizliği, ikincisi de bu memleketin güzelliği” diyerek Ziya Paşa ve Namık Kemal’in görüşlerinin tam tersini söylemiştir.[12]
Tanzimat ile birlikte 1864’te “Vilayet Nizamnamesi” hazırlandı. İlk olarak pilot bölge niteliğinde (Kaide-i Tedric) olarak Tuna, Halep, Trablusgarp ve Bosna’da uygulandı ve iyi sonuçlar alındı. Bu uygulamanın 1871’de yeniden formüle edilip “İdare-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi” ile hazırlanıp ilan edildi. Buna göre vilayetlerin alt birimleri liva, kaza, nahiye ve köylerdi. Livalar mutasarrıf, kazalar kaymakam, nahiyeler müdür, köyler muhtarlar tarafından yönetiliyordu.
Şehir yönetimi eski yönetim sisteminin çöküşü nedeniyle bir anarşi içindeydi, devlet sanayileşemiyordu. Şehirler, modern metropoller haline geçmek şansına sahip olmadığı gibi, artık geleneksel Osmanlı şehir yapısına da sahip değillerdi. Belediye örgütü uygulaması bu dönemin yeni bir problemi olarak ortaya çıkmıştı.
Belediye idarelerinin kurulmasını reform hareketlerinin genel niteliği içinde değerlendirmek gerekir. Bu çağda Osmanlı şehirlerinin alt yapısal tesislerinin ve kamusal hizmetlerinin düzensizliği, her türlü iktisadi ve kültürel faaliyetin gelişmesine engel teşkil eden örgütsüzlükleri, yeni devrin idarecilerinin önemle meşgul olduğu sorunlardandı. Reşit Paşa Avrupa’da sefaretlerde iken, batı şehirlerinin yapısı ve organizasyonuna duyduğu hayranlıkla, Osmanlı şehirlerinin ıslahı gerektiğini resmi raporlarında belirtiyordu.
Avrupa dünyası ise, iktisadi faaliyetlerinin kolayca yürütülmesi için özellikle Osmanlı liman şehirlerinin ıslahını istemekteydi. Bu şehirlerde ulaşım, su, kanalizasyon, aydınlatma ve sağlık hizmetleri gibi sorunların çözülmesi kendi ekonomik yatırımları için gerekli ön şartlar idi.
İlk belediye teşkilatı Galata-Beyoğlu’nda “Altıncı Daire-i Belediyye” unvanı ile kuruldu. Daha sonra Selanik, Beyrut, İzmir gibi yerlerde belediye teşkilatı kurulmuştur. Bu belediyeler 1877 belediye kanunu çıkmadan evvel “Vilayet Nizamnamesi” hükümlerine dayanılarak kurulmuştur.
1868 yılında 6.daire örneğine bakarak bütün İstanbul, 14 belediye dairesine taksim edildi. İstanbul’da ilk modern belediye kurma teşebbüsü Kırım Savaşı sırasında müttefik devletlerin etkisiyle oldu. 1854’te “İstanbul Şehremaneti” kuruldu. Başına şehremini tayin edildi. Buna bağlı olarak da şehremaneti meclisi kurulmuştur.
1877’de “Vilayet Belediye Kanunu” çıkarılmasına rağmen Osmanlı ülkesi, modern beledi fonksiyonları gerçekleştirebilecek bir şehirleşme ve endüstrileşme süreci içinde değildi. Zaten, geleneksel şehrin örgütsüzlük ve düzensizliğine karşı şehir sakinleri pek de isyan etmiyordu. Ahali şehir düzeni ve beledi hizmet olarak, yöneticiler kadar çok şey istemiyordu. Bundan başka örgütlenmeyi ve hizmetleri gerektirecek ne canlı bir şehir hayatı ne de refah vardı.
İmparatorluk, Cumhuriyet’ e giderek modernleşen bir belediye örgütü ve hizmetler bütünü bırakmıştır. Ama gelişen mahalli yönetim ve demokratik katılma sisteminin, doğuş halinde bile olsa devredildiğini söylemek güçtür.[13]


Kaynaklar:
1-) CANSEVER, Turgut, “Osmanlı Şehri”, Osmanlı Ansiklopedisi, C.5,
2-) DOĞRU, Halime, XVIII. Yüzyıla Kadar Osmanlı Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Görüntüsü, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, 1995.
3-) FARAQITI, Suraıya, Osmanlıda Kentler ve Kentliler, T.V.Y.Y. İstanbul, 1994(Çev. Neyyir KALAYCIOĞLU).
4-) HALAÇOĞLU, Yusuf, XIV. Ve XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı Ve Sosyal Yapı, T.T.K. Ankara, 1991.
5-) İLGÜREL, Mücteba, “Yeniçeriler” M.E.B.İ.A., C.13.
6-) ORTAYLI, ilber, Türk İdari Tarihine Giriş, Turan Yayınları, Ankara, 1979.
7-) TABAKOĞLU, Ahmet, Türk İktisat Tarihi, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998.

[1] TABAKOĞLU, Ahmet, Türk İktisat Tarihi, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998, S.151.
[2] DOĞRU, Halime, 18.Yüzyıla Kadar Osmanlı Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Görüntüsü, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, 1995, S.101-102.
[3] TABAKOĞLU, Ahmet, a.g.e.S.151-152.
[4] DOĞRU, Halime, a.g.e. S. 114 vd.
[5] HALAÇOĞLU, Yusuf, XIV. – XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, T.T.K, Ankara, 1991, S.93.
[6] TABAKOĞLU, Ahmet, a.g.e. S. 151.
[7] CANSEVER, Turgut, “Osmanlı Şehri”, Osmanlı Ansiklopedisi, C.5, S.512-514.
[8] FARAQITI, Suraıya, Osmanlıda Kentler ve Kentliler, T.V.V.Y., İstanbul, 1994, 327 vd. (Çev: Neyyir KALAYCIOĞLU)
[9] TABAKOĞLU, Ahmet, a.g.e. S. 153.
[10] İLGÜREL, Mücteba, “Yeniçeriler”, M.E.B.İ.A., C.13, S.393.
[11] TABAKOĞLU, Ahmet, a.g.e. S. 153
[12] CANSEVER, Turgut, a.g.e. S.509.
[13] İlber ORTAYLI, Türk İdari Tarihine Giriş, Turan Yayınları, Ankara, 1979,S.292 vd.
Teusa - avatarı
Teusa
Ziyaretçi
5 Mayıs 2011       Mesaj #4
Teusa - avatarı
Ziyaretçi
Osmanlı Devleti'nin Genel Özellikleri



Osmanlı tarihi, Anadolu Türkiye tarihinin 4. dönemini oluşturur.



Türk devletleri içinde en uzun süre yaşayan ve en geniş sınırlara ulaşanıdır.



Türk Devletleri içinde merkezi otoritesi en güçlü olanıdır.



Kültür ve uygarlık alanında en çok ilerleyen Türk Devleti'dir.



Mutlak egemenlik haklarını hükümdar kullanır. Ancak, I. Ahmet dönemine kadar veraset yasası belirgin değildir.



Şeriat hukuku ile yönetildiğinden Teokratik, mutlak egemenlik haklarını hükümdar kullandığından Monarşik devlet yapısı görülür.



Fetih temeline dayandığından askeri, etnik yapı çeşitli olduğundan çok uluslu bri imparatorluktur.



Fetih politikası, dinsel (cihat) ve ekonomik (ganimet) amaçlı olmuştur.



Osmanlıların Kökeni




1243 Kösedağ Savaşı'ndan sonra Anadolu'da Moğol hakimiyeti başladı.



Bu tarihten önce Kayı Boyu, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubat zamanında Anadolu'ya gelmişti.



Kayı Boyu Anadolu'ya ilk geldiğinde başında Ertuğrul Gazi bulunmaktaydı.



Anadolu Selçuklu Sultanı tarafından Kayı Boyu'na Söğüt ve Domaniç kışlak olarak verildi.



Kuruluş Sırasında Anadolu ve Çevresi



Kayı boyu Söğüte geldiğinde Anadolu'da Beylikler dönemi başlamıştı.



Anadolu Selçuklu Devleti henüz yıkılmamış fakat İlhanlı Devleti'nin egemenliği altına girmişti.



IV. Haçlı seferi sırasında İstanbul'dan kaçan Rumlar Karadeniz Bölgesi'nde Trabzon Rum Devleti'ni kurmuştu.



Batı Anadolu ve Marmara Bölgesi Bizans hakimiyetindeydi.



Moğol istilası nedeniyle Anadolu'ya Türkmen akını başlamıştı.



Türkmen göçleri sonunda Anadolu'daki Hristiyan nüfus azaldı, Hristiyanlar şehirlere yerleşti.



Türkmenler Selçuklu etkisinden kurtardıkları mistik liderleriyle tarikatlar kurmuştu.



Zanaat loncaları yani ahiler zamanla güçlenerek, halkı askeri ve siyasal kargaşaya karşı korumuştu.



Türkmenlerin çoğu köylere yerleşerek tarım ve hayvancılıkla uğraşmıştı.



Göçebe yaşamı sürdüren boylar daha çok Güney Anadolu'da, Toroslar'ın eteklerine ve Çukurova'ya yerleşmişti.



Ege, Marmara ve Doğu Karadeniz'de Rumlar, Kayseri ve Sivas'ta Moğollar, Çukurova ve Doğu Anadolu'da Ermeniler yaşamaktaydı.



Anadolu'nun Kuzey Doğu'sunda Altınordu Devleti hüküm sürmekteydi.



Doğu Anadolu ve İran Bölgesi'nde İlhanlılar bulunmaktaydı.



Trakya Bölgesi ve Marmara'nın güneyi ile Batı Anadolu'da Bizans egemendi.



Yakın Doğu'da en önemli siyasi güç Memlük Devleti idi.



Balkanlar'da derebeylik rejimi ile yönetilen, Sırp Krallığı, Bulgar Krallığı, Arnavut Beyliği, Macar Krallığı, Eflak ve Boğdan Beylikleri, Mora Despotluğu, Bosna ve Hersek Beylikleri, Erdel Beyliği bulunmaktaydı.



Osmanlı Devleti'nin Büyüme Nedenleri



İslam dini ve İslam dininin öngördüğü cihat inancı.



Türkmen desteğinin alınması ve beyliklerle iyi geçinilmesi.



Anadolu'ya gelen Türkmenlerin fethedilen yerlere yerleştirilmesi yani düzenli iskan politikası



Balkanlardaki düzensiz siyasi birlik ve Bizans'taki taht kavgaları.



Yetenekli ve deneyimli yöneticilerin iş başına geçmesi.



Merkezi otoritenin güçlü olması.



Benzer Konular

5 Kasım 2012 / Ziyaretçi Cevaplanmış
19 Aralık 2016 / Misafir Soru-Cevap
23 Aralık 2013 / Misafir Soru-Cevap
14 Kasım 2012 / Misafir Soru-Cevap
11 Aralık 2010 / Misafir Soru-Cevap