Arama

İnsanlar neden sevgiye ihtiyaç duyarlar?

Güncelleme: 29 Aralık 2013 Gösterim: 11.590 Cevap: 22
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ekim 2011       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Lütfen bana çok acil söylemeniz lazım.
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ekim 2011       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
çünkü insanlar en önemli varlığa yani sevgiye ihtiyaç duyar bundan dolayı insan sevgisiz kalama ve içinde bie boşluk duygusu kalır bu da insanı bir bunalıma sokar
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Ekim 2011       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
insanlar zaten sevgisiz yaşayamaz bir insan sevilmedigini anlayınca kendisini sataniz olur bazı sokak serserilerini görmüşüzdür bunlar ailesinden hiç sevgi ve şefkat almamışlardır bundan dolayı insanlar sevgisiz kalmamalı.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Ekim 2011       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sormuş olduğunuz bu soruya hakikatlı bi cevap vermek istedim. Yanlız bunu kendi ifadelerimle değil istifade ettiğim kaynaktan alınta yapmayı arzu ettim. Böylesinin daha faydalı olacağını düşündüm. Umarım istifade edersiniz.. Uzunluğu sizi sıkmasın, sabırlı ve dikkatli okumanızı tavsiye ederim.

"Kâinattaki hayret-nüma faaliyet-i daimenin hikmetinin üçüncü şubesi şudur ki: Herbir merhamet sahibi, başkasını memnun etmekten mesrur olur; herbir şefkat sahibi, başkasını mesrur etmekten memnun olur; herbir muhabbet sahibi, sevindirmeye lâyık mahlukları sevindirmekle sevinir; herbir âlîcenab zat, başkasını mes'ud etmekle lezzet alır; herbir adil zat, ihkak-ı hak etmek ve müstehaklara ceza vermekte hukuk sahiblerini minnetdar etmekle keyiflenir; hüner sahibi herbir san'atkâr, san'atını teşhir etmekle ve san'atının tasavvur ettiği tarzda işlemesiyle ve istediği neticeleri vermesiyle iftihar eder.
İşte bu mezkûr düsturların herbiri birer kaide-i esasiyedir ki, kâinatta ve âlem-i insaniyette cereyan ediyorlar. Bu kaidelerin Esmâ-i İlahiyede cereyan ettiklerini gösteren üç misal, Otuzikinci Söz'ün İkinci Mevkıfında izah edilmiştir. Bir hülâsası bu makamda yazılması münasib olduğundan, deriz:

Nasılki meselâ gâyet merhametli, sehavetli, gâyet kerim âlîcenab bir zat, fıtratındaki âlî seciyelerin muktezasıyla büyük bir seyahat gemisine, çok muhtaç ve fakir insanları bindirip, gâyet mükemmel ziyafetlerle, ikramlarla o muhtaç fakirleri memnun ederek denizlerde Arz'ın etrafında gezdirir ve kendisi de onların üstünde, onları mesrurane temaşa ederek o muhtaçların minnetdarlıklarından lezzet alır ve onların telezzüzlerinden mesrur olur ve onların keyiflerinden sevinir, iftihar eder. Madem böyle bir tevziat memuru hükmünde olan bir insan, böyle cüz'î bir ziyafet vermekten bu derece memnun ve mesrur olursa.. elbette bütün hayvanları ve insanları ve hadsiz melekleri ve cinleri ve ruhları, bir sefine-i Rahmânî olan Küre-i Arz gemisine bindirerek; rûy-i zemini, envâ-ı mat'umatla ve bütün duyguların ezvak ve erzakıyla doldurulmuş bir sofra-i Rabbaniye şeklinde onlara açmak ve o muhtaç ve müteşekkir ve minnetdar ve mesrur mahlûkatını aktar-ı kâinatta seyahat ettirmekle ve bu dünyada bu kadar ikramlarla onları mesrur etmekle beraber, dâr-ı bekada Cennetlerinden herbirini ziyafet-i daime için birer sofra yapan Zat-ı Hayy-ı Kayyum'a ait olarak o mahlûkatın teşekkürlerinden ve minnetdarlıklarından ve mesruriyetlerinden ve sevinçlerinden gelen ve tabîrinde âciz olduğumuz ve me'zun olmadığımız şuunat-ı İlahiyeyi, "memnuniyet-i mukaddese" "iftihar-ı kudsî" ve "lezzet-i mukaddese" gibi isimlerle işaret edilen maânî-i Rubûbiyettir ki, bu daimî faaliyeti ve mütemadi hallakıyeti iktiza eder.

Hem meselâ bir mâhir san'atkâr, plâksız bir fonoğraf yapsa, o fonoğraf istediği gibi konuşsa, işlese; san'atkârı ne kadar müftehir olur, mütelezziz olur; kendi kendine "Mâşâallah" der. Madem îcadsız ve sûrî bir küçük san'at, san'atkârının ruhunda bu derece bir iftihar, bir memnuniyet hissi uyandırırsa, elbette bu mevcudatın Sâni-i Hakîm'i, kâinatın mecmuunu, hadsiz nağmelerin enva'ıyla sada veren ve ses verip tesbih eden ve zikredip konuşan bir musikî-i İlahiye ve bir fabrika-i acibe yapmakla beraber, kâinatın herbir nev'ini, herbir âlemini ayrı bir san'atla ve ayrı san'at mu'cizeleriyle göstererek zîhayatların kafalarında birer fonoğraf, birer fotoğraf birer telgraf gibi çok makineleri, hatta en küçük bir kafada dahi yapmakla beraber herbir insan kafasına, değil yalnız plâksız fonoğraf, birer âyinesiz fotoğraf, bir telsiz telgraf, belki bunlardan yirmi defa daha harika, her insanın kafasında öyle bir makineyi yapmaktan ve istediği tarzda işleyip neticeleri vermekten gelen iftihar-ı kudsî ve memnuniyet-i mukaddese gibi mânâları ve Rubûbiyetin bu nev'inden olan ulvî şuunatı; elbette ve herhalde bu faaliyet-i daimeyi istilzam eder.

Hem meselâ bir hükümdar-ı âdil, ihkak-ı hak için mazlumların hakkını zalimlerden almakla ve fakirleri kavîlerin şerrinden muhafaza etmekle ve herkese müstehak olduğu hakkı vermekle lezzet alması, iftihar etmesi, memnun olması; hükümdarlığın ve adâletin bir kaide-i esasiyesi olduğundan, elbette Hâkim-i Hakîm, Adl-i Âdil olan Zat-ı Hayy-ı Kayyum'un bütün mahlûkatına, hususan zîhayatlara "hukuk-u hayat" tabîr edilen şerait-i hayatiyeyi vermekle.. ve hayatlarını muhafaza için onlara cihazat ihsan etmekle.. ve zaîfleri kavîlerin şerrinden Rahîmane himaye etmekle.. ve umum zîhayatlarda bu dünyada ihkak-ı hak etmek nev'i tamamen ve haksızlara ceza vermek nev'i ise kısmen sırr-ı adâletin icrasından olmakla.. ve bilhassa mahkeme-i kübra-yı haşirde adâlet-i ekberin tecellisinden hasıl olan ve tabîrinde âciz olduğumuz şuunat-ı Rabbaniye ve maânî-i kudsiyedir ki, kâinatta bu faaliyet-i daimeyi iktiza ediyor.

İşte bu üç misal gibi; Esmâ-i hüsnanın umumunda, herbirisi bu faaliyet-i daimede böyle kudsî bazı şuunat-ı İlahiyeye medâr olduklarından, hallakıyet-i daimeyi iktiza ederler. Hem madem her kabiliyet, herbir istidad, inbisat ve inkişaf edip semere vermekle bir ferahlık, bir genişlik, bir lezzet verir.. hem madem her vazifedar, vazifesini yapmak ve bitirmekle, vazifesinden terhisinde büyük bir rahatlık, bir memnuniyet hisseder.. ve madem bir tek tohumdan bir çok meyveleri almak ve bir dirhemden yüz dirhem kâr kazanmak, sahiblerine çok sevinçli bir hâlettir, bir ticarettir. Elbette bütün mahlûkattaki hadsiz istidadları inkişaf ettiren ve bütün mahlûkatını kıymetdar vazifelerde istihdam ettikten sonra terakkivari terhis ettiren, yâni unsurları, madenler mertebesine; madenleri, nebatlar hayatına; nebatları, rızık vasıtasıyla hayvanların derece-i hayatına; ve hayvanları insanların şuurkârane olan yüksek hayatına çıkarıyor.

İşte herbir zîhayatın zâhirî bir vücudunun zevaliyle; (Yirmidördüncü Mektub'da izah edildiği gibi) ruhu, mahiyeti, hüviyeti, sureti gibi pek çok vücudlarını arkasında bıraktıran ve yerinde vazife başına geçiren faaliyet-i daime ve hallakıyet-i Rabbaniyeden neş'et eden maânî-i kudsiyenin ve Rubûbiyet-i İlahiyyenin ne kadar ehemmiyetli oldukları anlaşılır.

Mühim bir suale kat'î bir cevap: Ehl-i dalâletten bir kısmı diyorlar ki: "Kâinatı bir faaliyet-i daime ile tağyir ve tebdil eden zatın, elbette kendisinin de mütegayyir ve mütehavvil olması lâzım gelir."

Elcevap: Hâşâ!.. Yüzbin defa hâşâ!.. Yerdeki âyinelerin tegayyürü, gökteki Güneş'in tegayyürünü değil, bilakis cilvelerinin tazelendiğini gösterir. Hem ezelî, ebedî, sermedî, her cihetçe kemal-i mutlakta ve istiğna-yı mutlakta, maddeden mücerred, mekândan, kayıddan, imkândan münezzeh, müberra, muallâ olan bir Zat-ı Akdes'in tegayyürü ve tebeddülü muhaldir. Kâinatın tegayyürü, onun tegayyürüne değil, belki adem-i tegayyürüne ve gayr-ı mütehavvil olduğuna delildir. Çünki: müteaddid şeyleri intizamla daimî tağyir ve tahrik eden bir zat, mütegayyir olmamak ve hareket etmemek lâzım gelir. Meselâ; sen çok iplerle bağlı çok gülleleri ve topları çevirdiğin ve daimî intizamla tahrik edip vaziyetler verdiğin vakit, senin yerinde durup tegayyür ve hareket etmemekliğin gerektir. Yoksa o intizamı bozacaksın.
Meşhurdur ki: İntizamla tahrik eden, hareket etmemek ve devam ile tağyir eden, mütegayyir olmamak gerektir; tâ ki o iş intizamla devam etsin.

Sâniyen: Tegayyür ve tebeddül; hudûstan ve tekemmül etmek için tazelenmekten ve ihtiyaçtan ve maddîlikten ve imkândan ileri geliyor. Zat-ı Akdes ise hem kadîm, hem her cihetçe kemal-i mutlakta, hem istiğna-yı mutlakta, hem maddeden mücerred, hem Vâcib-ül Vücud olduğundan; elbette tegayyür ve tebeddülü muhaldir, mümkün değildir."

KAYNAK: RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI (30. LEM'A DAN) Ayrıntılı bilgi için bulunduğunuz ilin İLİM VE KÜLTÜR VAKFI'na müracaat edebilirsiniz.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Ekim 2011       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı

insan sevgiye nicin ihtiyac duyar ile ilgili daha fazla bilgi istiyorum

yha lütfn cvrmici oln varsa sorumu cvplsn yha yarn ödvmn son günü yardm ! pLss!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Ekim 2011       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
bence insanlar sevgi olmadan yasayamazlar çünkü yasam kaynaklarından biri odur ama olmayada bilir siz düsünün artık ne olcahnı ban bilmem artık size kalır bilirim ama ben bilmem zaaaaaaaaaaaaaaa xd
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Ekim 2011       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
acill bulun yarına gitmesi lazım
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Ekim 2011       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ya biriniz cevaplayın şu soruyu yaa...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Kasım 2011       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
aynen benimde ödevim var yazıın
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Kasım 2011       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ya bişey diyecem anlamını bilmediğim sözcükler var lve yarına ihtiyacım var

Benzer Konular

11 Aralık 2014 / Ziyaretçi Soru-Cevap
9 Ekim 2014 / Ziyaretçi Soru-Cevap
22 Mart 2010 / Misafir Soru-Cevap
1 Ocak 2016 / Misafir Soru-Cevap
29 Kasım 2011 / Misafir Soru-Cevap