Arama

Hayvanların duyguları var mıdır? - Sayfa 2

En İyi Cevap Var Güncelleme: 7 Aralık 2012 Gösterim: 7.742 Cevap: 11
sade - avatarı
sade
VIP hazan
7 Aralık 2012       Mesaj #11
sade - avatarı
VIP hazan
“ Hayvanların duyguları var mı?”

Sponsorlu Bağlantılar
Filler Ağlar mı?

CommentElephant
Marc Bekoff
Hayvan davranışını incelerken en çok karşılaşılan sorulardan birisi “ Hayvanların duyguları var mı?” sorusudur. Cevabı basit, “elbette var”. Bir bakın onlara, dinleyin, ve cesaretiniz varsa arkadaşları ve düşmanlarıyla bir aradayken onlardan gelen kokuyu koklayın. Yüzlerine bakın onların; kuyruklarına, vücutlarına ve en önemlisi, gözlerine. Dışarıdan gördüğümüz şeyler bize hayvanların kafaları ve yüreklerinde neler olup bittiğine dair öyle çok şey anlatıyor ki.
Hayvanların duygularını 30 seneden fazla incelemiş olan bir bilim adamı olarak kendimi çok şanslı kabul ediyorum. Hayvanlarla çalışırken ya da onları gözlemlerken hem bir yandan bilime katkıda bulunuyor, bir yandan da hayvanlarla sosyal ilişkiler geliştiriyorum ve benim açımdan bu ikisi arasında hiç bir çelişki bulunmuyor. Hayvan duygularından söz ederken davranış ve sinirbilimsel çalışmalardan (sosyal sinirbilim adını almak üzere olan yeni bir dal) elde edilen bilgilerle hayvan duygularının doğasına dair söylediklerimi destekleyen bir çok bilimsel destek bulunuyor (buna bilimsel his adını veriyorum). Sağduyu ve önsezi de bu bilimsel hissi destekliyor, bir yandan da besliyor, artık net bir sonuç var ortada: en azından memeliler zengin ve derin duygusal hayatlara sahipler, oyun sırasında neşe ve tutku hissetmekten, acı ve derin keder yaşamaya kadar gidebiliyorlar. Son zamanlarda elde edilen veriler ayrıca kuşların ve balıkların da duygu sahibi (sentient) canlılar olduğunu, acı ve ızdırap hissedebildiğini gösteriyor. Önemli bilimsel dergiler düzenli aralıklarla farelerde neşe, fillerde keder ve sıçanlarda empati üzerine yazılar yayınlıyor.
Gerçek şu ki; hayvanların duyguları ile ilgili çoğu kez kabul ettiğimizden daha çok şey biliyoruz, artık diğer canlıların acılarını görmezden gelemeyiz. Yüksek öğrenimlerine devam eden nice insan artık sınıflarda ya da araştırma laboratuarlarında hayvanların nasıl kullanıldığı üzerine zor sorularla karşı karşıya, bugün bilimsel araştırmalar sonucu elde ettiğimiz önemli gerekçeler dolayısıyla , şu anda elimizde hazır bulunan ve etkili, hayvan içermeyen alternatifler karşısında hayvanları araştırmalarda kullanmaya sınırlama getirmek hatta son vermek gerektiğini kabul etmeliyiz.
Bilimsel araştırmalarda her zaman sürprizler vardır. Herşeyi gördüğümüzü sanırken bir bakarız bilimsel veriler neleri bildiğimizi yeniden düşünmeye zorlar bizi, klişelerimizi gözden geçirmeye çağırır. Örneğin, önceden sadece insanlarda ve diğer kuyruklu maymunlarda bulunduğu sanılan spindle hücrelerinin kambur balinalarda, katil balinalarda, ispermeçet balinalarında da bulunduğu ve insan beyniyle aynı bölgede yer aldığı ortaya çıktı. Bu beyin bölgesi sosyal organizasyon, empati, önsezi, ayrıca ani tepkilerle ilgili. Spindle hücreleri duyguların işlenmesi açısından önemli. Eğer öteki hayvanlarda spindle hücrelerinin varlığını araştırsak bulabiliriz. Balinalardan söz etmişken şunu da anlatalım; ağlara yakalandıktan sonra insanlar tarafından kurtarılan bir kambur balinanın kendisini kurtaran insanlara tek tek gelip göz kırptığını biliyor musunuz? Bu insanlar balinanın kendilerine memnunluk duygusunu ifade ettiği konusunda hemfikir olmuştu.
Sinirbilimsel araştırmalar ayrıca işlevsel manyetik rezonans görüntüleme tekniği kullanan fillerde büyük bir hipokampusu bulunduğunu ortaya koydu. Hipokampus, limbik sistemdeki bir beyin yapısı olup duyguların işlenmesinde önemli bir görev üstleniyor. Fillerin psikolojik flashbackler sebebiyle acı çektiğini, travma sonrası stres bozukluğuna yakın bir şey yaşadıklarını biliyoruz artık. Buna ek olarak, insanlar dahil bütün memeliler ortak nöroanatomik yapılar (mesela amigdala ve hipokampus) ve nörokimyasal patikalar paylaşıyor. Bunların hepsi limbik sistemde bulunuyor, ve hepsinin duygularla ilgisi var.
Laboratuardaki farelerin aslında empati kurduğu kim hayal edebilirdi? Ama öyle olduklarını biliyoruz artık. Araştırmalar farelerin diğer farelerin acı çektiğini gözlemledikten sonra acı verici uyarıcılara daha sert tepki koyduğunu gösteriyor, farelerin ayrıca eğlenmeyi de sevdiği ortaya çıktı. İlginç bir şekilde, milyonlarca araştırma ve eğitim çalışmasında kullanılan fareler ABD’deki hayvan refahı yasasına göre hayvan olarak sayılmıyor, zarar veren araştırmalarda korunmuyorlar. Bu yasaya göre kuşlar, Rattus genusundan sıçanlar ve Mus genusundan farelerin araştırmalarda kullanılmak için üretilen canlılar olup hayvan ismine dahil edilmediğini görüyoruz.
BİR PARADİGMA DEĞİŞİKLİĞİ YAŞANIYOR
Hayvan duyguları alanı, yani bilimde hayvan beyinlerinin incelenmesiyle uğraşan ve bilişsel etoloji denen disiplin son 30 yıl içerisinde çok değişti. “Bir köpek ya da kurt olmak nasıl birşeydir?” diye sorarak bu çalışmalarıma başladığımda araştırmacıların hepsi kedi, köpek, şempanze ya da öteki hayvanların bir şey hissedip hissetmediğini merak eden kuşkucu insanlardı. Duygular bir mikroskopla incelenemeyeceğine göre bu bilim adamları herhangi bir şey bulamamıştı, ben de onların köpeği olmadığıma çok memnunum doğrusu. Ancak bugün esas önemli soru hayvanların duyguları olup olmadığı değil, hayvanların duygularının neden bu şekilde evrim geçirdiği. Aslında paradigma öyle değişti ki kanıt göstermenin sıkıntısını çekmek artık hayvanların duyguları olmadığını öne sürmeye devam edenlere kaldı. Ben ve çalışma arkadaşlarım artık bir hayvanın iç dünyasından söz ederken “mutlu” ya da “ üzgün” gibi kelimelerin önüne ve arkasına tırnak işareti koymak zorunda değiliz.
Bir çok araştırmacı hayvan duygularından söz ettiğimizde insanbiçimci davrandığımızı düşünüyor (hayvanlara insana benzer nitelikler atfetmeye insanbiçimcilik deniyor); ama eğer hayvanların bakışs açısıyla bunu dikkat ederek ve biyomerkezcilikle yaparsak hayvanların konumuna gereken önemi gene de gösterebiliriz. Dünyaca ünlü etolog ve sinirbilimci, “A Primate’s Memoirs- Bir Primatın Anıları” adlı kitabın yazarı olan Prof. Robert Spolsky babun davranışdan söz ederken kendi insanbiçim eğilimlerinin de altını çiziyor: “ insanlar tamamen gülünç olan kısımların böyle algılanmasını ümit diyor. Ama mizah duygusu gelişmemiş bazı akademisyen arkadaşlarımın bunu idrak edemediğini görünce afalladım doğrusu. Gene de daha doğrusu şöyle aslında: ben insan biçimcilik yapmıyorum. Bir türün davranışını anlamaya çalışırken karşımıza çıkan engellerden birisi, hayvanların bize bir sebepten benzediğidir. Bu, insan değerlerini onlara yansıtmak değildir. Bu, onlarla paylaştığımızın bazı genel özellikleri primatlaştırmaktır.” Adına ne dersek diyelim, araştırmacılar hayvanların ve insanların duygular dahil bir çok özelliği paylaştığını söylüyor. Bu yüzden hayvanlara aslında insanlara ait bir şeyi koymuyoruz, sadece ortak noktaları belirliyor ve ardından insan dilini gözlemlediğimiz şeyi iletmek amacıyla kullanıyoruz. İnsanbiçimci olmak hayvan duygularını anlamak için doğal ve gerekli olan şeyi yapmış oluyor bu durumda.
Seneler içerisinde ilginç bir olgunun varlığını farkettim. Eğer birisi bir hayvanın mutlu olduğunu söylerse onu kimse sorgulamıyor ama bir hayvanın mutsuz olduğunu söylüyorsa o zaman insanbiçimcilikle ilgili suçlamalar anında ortaya çıkıyor ve şüpheciler “bunu nereden biliyorsun?” diye soruyor. Bu durum özellikle hayvanları hayvanat bahçelerinde tutmayı ya da onların araştırmalarda kullanmayı meşrulaştırmak isteyen insanlar tarafından yapılıyor. Elbette olumlu duygular görmek negatif duygular görmek kadar insanbiçimci birşeydir, ama bazı insanlar bunu anlamıyor.
HAYVAN DUYGULARININ EVRİMİ:HAYVANLARIN DUYGULARI OLDUĞUNU İNKÂR ETMEK KÖTÜ BİR BİYOLOJİ ÖRNEĞİDİR.
Hayvanlarda duygu olmadığını söylemek kötü biyoloji yapmaktır. Evrimsel biyoloji , bilişsel etoloji ve sosyal sinirbilimde yapılan araştırmalar bir çok farklı hayvanın zengin ve derin duygusal hayatları olduğu görüşünü destekliyor. Duygular bir çok türde bir dizi adaptasyonla evrim geçirmenin sonucu ortaya çıktı, ve bu duygular hayvanların birbiriyle bağ kurması için sosyal bir uhu görevi görüyor.
Duygular ayrıca bir çok arkadaş, rakip arasındaki ilişkiyi düzenleyebilir, katalizör görevi görebilir, hayvanların kendilerini gereğince korumasına izin verebilir, esnek şekilde çeşitli davranış örüntülerini bir çok tarzda kullanmasını sağlayabilir. Charles Darwin’in evrimsel devamlılıkla ilgili kabul gören görüşlerine göre türler arasındaki farklılıklar tür farklılığı değil derece farklılığıdır; bu görüş hayvanlarda duygu, empati ve hatta moral davranışın varlığını destekler.Pratikte devamlılık, farklı türler arasında, bireysel hisler ve tutkular gibi evrim geçirmiş özelliklerin altını çizecek şekilde bize evrimsel noktaları birleştirme izni verir bir anlamda. Hayvan duyguları ve empati hakkında bu zamandan beri öğrendiklerimiz şu anda farklı türlerin sosyal etkileşimleri ve sosyal şebekelerinin ne kadar kompleks olduğu gerçeği ile de örtüşüyor. Duygular, empati, doğruyu yanlıştan ayırmak gibi özellikler hayatta kalmak için önemlidir, bunlar olmadan hayvanlar da insanlar da ölürdü. İşte bu kadar önemliler. “Onlar”-hayvanlar ve “biz” arasındaki sınırlar hem bulanıktır hem de belirsiz.
HAYVAN DUYGULARI VE BİLİM
Hayvan duygularını inceleyince bilimin nasıl yapıldığı ile ilgili büyük sorular da ortaya çıkmaya başlıyor. Bir çok şüpheci öteki hayvanların duygusal hayatı olup olmadığından emin olmamamız nedeniyle daha fazlasını bilene öğrenene dek bu konuyu rafa kaldırmayı tercih ediyor. Bazıları için bunun anlamı, tamamen emin olana dek beklemektir. Ama bilim asla bazılarının olmasını istediği kadar kesin ve mutlak değildir. İkilim değişikliği araştırmacısı Henry Pollack şöyle söylüyor bir eserinde “ belirsizlik asla kaybolmadığı için gelecekle ilgili kararlar ister büyük ister küçük olsun kesin ve mutlak oluşun yokluğunda yapılmalıdır. Belirsizlik elimine edilene dek beklemek statükonun gizlice onaylanmasıdır, çoğu kez statükonun devam ettirilmesi için bir bahanedir. İlerlemenin önünde bir bariyer olmak bir yana aslında belirsizlik gerçekten yaratıcılık için hem güçlü bir uyarıcı hem de yaratıcılığın önemli bir niteliğidir”.
Hayvanların duyguları üzerine veteriner John Webster bir eserinde şunu söylüyor: “bilim, doğası gereği tamam ve kesin cevaplar vermez, ama bilim adamları arasındaki yaygın görüş gıda, eğlence ya da bilimsel nedenlerle kendi amaçlarımız için kullandığımız hayvanların hepsi olmasa bile çoğu hayvanın aslında duyguları olan canlılar olduğudur. Hayvan sentiensinin en basit tanımı: “önemi olan hisler” diyebiliriz”.
Konuşmalarıma genelde şu soruyla başlarım: “dinleyiciler arasında köpeklerin hisleri olmadığını, neşe ve üzüntü yaşamadıklarını düşünen var mı?” . Bu soruya asla coşkulu bir cevap alamamışımdır, bilimsel toplantılarda bile belki bir belki iki el yarım yamalak kalkar, insanlar başkası izliyor mu diye etrafa bakınırlar bir yandan da. Ama “ kaç kişi köpeklerin duyguları olduğuna inanıyor?” diye sorsam neredeyse bütün eller havadadır, insanlar gülümsüyordur, herkes hemfikirdir. Davranış bizim kıstasımızsa, bu kıyaslamayla öteki canlıların duygularını kendi duygusal şablonlarımıza yansıtıyoruz, ve bunu yaparken oldukça iyi bir şekilde yapıyoruz.
HAYVANLARIN DUYGULARI NEDEN ÖNEMLİ?
İnsanlar bana hayvanları sevdiklerini, çünkü hayvanların duyguları olan canlılar olduğunu söyleyip sonra da onları istismar ettikleri zaman onlara iyi ki beni sevmiyorsunuz diyorum.Hayvanların duyguları olduğunu idrak etmek önemli; çünkü hayvanların duygularının önemi var. Hayvanlar günlük hayatın iniş çıkışlarını tecrübe eden duygu sahibi canlılardır, onlarla ilişki halindeyken buna saygı göstermemiz gerekiyor. Daha öğrenecek çok şeyimiz var, şu anda bildiklerimiz öteki hayvanlara davranma biçimlerimizi değiştirmek için bize ilham vermeli. Statükoya, buna alışık olduğumuz ve uygun olan şey ona devam etmek olduğu için devam etmemeliyiz. Bildiğimiz şeyler değişti, o halde hayvanlarla olan ilişkilerimiz de değişmeli. Çoğu kez “hayvan refahının iyi bir örneği” olarak kabul ettiğimiz şey aslında “yeterince iyi” değildir.
Öteki hayvanlarla olan ilişkimiz kompleks, muğlak, zorlayıcı ve bazen insanı gerginleştiren bir ilişkidir, sürekli olarak bu akrabalarımızla nasıl bir iletişim halinde olacağımızı yeniden değerlendirmeliyiz. Bu yeniden değerlendirme sürecinin bir kısmı aslında zor sorular sormayı gerektiriyor. Bu yüzden araştırmalar yürüten araştırmacılara şu soruyu sorarım : “bunu kendi köpeğine yapar mıydın?”. Bazıları bu soruyu duyunca afallıyor; ama eğer birisi kendi köpeğine yapmayacağı şeyi her gün başka köpeklere, kedilere farelere, sıçanlara, maymunlara, domuzlara, ineklere, fillere ya da şempanzelere yapıyorsa o zaman bunu bilmeye ihtiyacımız var, bunu bilmek zorundayız.
İnsanların nasıl yapmayı seçersek o şekilde dünyayı etkileyecek büyük bir gücü var. Her gün bir çok şekilde sonsuz sayıda hayvanın duygularını yok ediyoruz. Ancak bir yandan da duyguları olan tek canlılar olmadığımızı da biliyoruz, bizim canımızı yakan şeylerin onların da canını yaktığını biliyoruz, işte bu bilgiyle beraber büyük bir sorumluluk yükleniyor omuzlarımıza, öteki canlılara saygı, ilgi, şefkatle davranmaya dair büyük bir yükümlülük yükleniyor. Öteki hayvanlara neler yapabileceğimiz ya da yapamayacağımız söz konusu olduğunda onlar adına girişeceğimiz eylemlerde ve yapacağımız tartışmalarda kıstasımızın hayvanların duyguları olacağına hiç şüphe yok.
Duygular, atalarımızın bize hediyesidir. Bizim duygularımız var, öteki hayvanların da öyle. Bunu asla unutmamalıyız.
Cem







BloodDrinker - avatarı
BloodDrinker
Ziyaretçi
7 Aralık 2012       Mesaj #12
BloodDrinker - avatarı
Ziyaretçi
Bence vardır.Özellikle köpekler.Fakat onların düşünme gücü yoktur.Ve ayrıca irade sahibi de değillerdir.
Sponsorlu Bağlantılar

Benzer Konular

26 Mart 2016 / Teamoore Soru-Cevap
12 Kasım 2013 / Misafir Soru-Cevap
3 Ekim 2013 / iceslush Soru-Cevap