Arama

Mekke'nin özellikleri nelerdir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 23 Nisan 2018 Gösterim: 13.916 Cevap: 3
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Ocak 2013       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Mekke'nin özellikleri nelerdir?
EN İYİ CEVABI _EKSELANS_ verdi

MEKKE’NİN FETHİ, TARİHİ, ÖNEMİ, ÖZELLİKLERİ (PEYGAMBERİMİZ HZ. MUHAMMED MUSTAFA’NIN (SAV) HAYATI)


Mekke, alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz s.a.v.’in dünyaya teşrif buyurdukları, çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği şehir… Nübüvvet kitabının hem ön sözünün hem de son sözünün indirildiği, Hz. Adem a.s.’dan itibaren tevhit inancının merkezi ve müslümanların kıblesi olan Kâbe’nin de bulunduğu şehir…
Sponsorlu Bağlantılar

Allah Rasulü s.a.v. kendisine peygamberlik vazifesi verildikten sonra önce Mekkelileri Allah’ın dinine davet etmiş, fakat onlar bunu kabul etmedikleri gibi müslüman olmaya başlayan herkese ellerinden gelen bütün eza cefayı da çektirmişlerdi. Hatta o kadar ileri gitmişlerdir ki, Rasulullah s.a.v.’i öldürme kararı almışlar, Cebrail a.s.’ın haber vermesiyle kurdukları tuzak boşa çıkmıştır.

‘Senden çıkarılmasaydım…’
Mekkeli müşriklerin bitmeyen eziyetleri sonucunda müminlerin dayanacak güçleri ve sabırları kalmayınca, Peygamber Efendimiz’in niyazıyla müminlere hicret, Mekke’yi terk etme izni verilmişti. Efendimiz s.a.v. Mekke’den çıkarılırken yaşlı gözlerle Mekke’ye dönmüş; “Ey şehir, senden çıkarılmasaydım vallahi seni terk etmezdim!” demişti.

Hicret sonrası Mekkeliler yine boş durmadılar, Efendimiz s.a.v. ve müslümanları yok etmek için uğraştılar: Fakat Bedir’de hezimete uğradılar, Uhud’da umduklarına eremediler, Medine’ye kadar gelip Hendek bozgununu yaşadılar ve nihayetinde Hudeybiye antlaşması… Elbette bu yaşananların her biri Mekke’nin fethine zemin hazırlayan olaylardı. Ama sonuçları itibariyle diğerlerinden biraz daha önem ve farklılık arz eden Hudeybiye antlaşması olsa gerek. Zahiren bakıldığında müslümanların aleyhinde gibi görünen birçok madde vardı bu anlaşmada. Aslında Mekke’nin fethine açılan ve sonuçta İslâm’ın bütün iklimlere yayılmasına vesile olacak bir sözleşmeydi bu.

Feth’e açılan kapı: Hudeybiye
Hicretin üzerinden altı yıl geçmişti. Müminler, Efendimiz’le birlikte umre yapmayı çok istiyorlardı. Bunun üzerine Efendimiz s.a.v. Kâbe’yi ziyaret etmek isteyenlerin hazırlanmasını emretti. Hazırlıkların tamamlanmasından sonra bin beş yüz sahabi ile Mekke’ye doğru yola çıkıldı. Niyetlerinin barış olduğunu göstermek için yanlarına yolcu kılıcı denilen kılıçtan başka silah almamışlardı. Zülhuleyfe mevkiine geldiklerinde ihrama girdiler ve umre için niyet ettiler. Mekkeli müşrikler Efendimiz s.a.v.’in hareketini öğrenince toplanarak ne pahasına olursa olsun Mekke’ye girmesine izin vermemeyi kararlaştırdılar. Efendimiz s.a.v. de kan dökülmesini istemediği için Mekkelilerin bu tavrına karşılık onların teklif ettiği bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmanın bazı maddeleri şöyleydi:

=>Müslümanlar bu yıl Mekke’ye giremeyecekler ve Kâbe’yi ziyaret edemeyecekler, gelecek yıl bu ziyareti yapabileceklerdir. Ertesi yıl ancak üç gün Mekke’de kalabilecekler, bu süre zarfında hiçbir Mekkeli onlarla görüşmeyecek.
=>Kureyş’ten birisi bu arada İslâm’ı kabul eder ve müslümanlara sığınırsa, bu kişi müslümanlar tarafından kabul edilmeyecek fakat Mekke’ye iltica eden hiçbir müslüman iade edilmeyecek.
=>Her iki taraf da diledikleri kabilelerle ittifak kurabilecek.
=>Bu antlaşma on yıllık bir süre için geçerli olacak. Bu süre zarfında ne Kureyş müslümanlara ne de müslümanlar Kureyş’e saldıracak.

Bu anlaşma gereği Rasulullah s.a.v. sahabilerine geri dönme emrini verdi. Hem sahabeler hem de Rasulullah s.a.v. Kâbe’yi ziyaret edemememin üzüntüsü içindeydi. Ancak inen şu ayet ileride Mekke’nin fethedileceği müjdesini vermişti: “Doğrusu biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik.” (Fetih, 1)

Saldırmazlık anlaşması ile İslâm her geçen gün büyümeye başladı. Müşrikler ise İslâm’ın bütün Arabistan’a yayılmasından rahatsız oluyorlardı. Bu yüzden yavaş yavaş sulh maddelerini ihlâl etmeye başladılar. Hudeybiye Antlaşması’nın üzerinden 17-18 ay geçmişti ki, kendilerine (bilgi yelpazesi.net) bağlı bulunan Benî Bekr kabilesini kışkırtarak, müslüman olan Huzâalıların üzerine saldırttılar. Kendi içlerinden bazıları da bu olaya iştirak etti. Huzâa kabilesi baskına uğradıklarında namazdaydılar. Hunharca bir katliamla kimi secdede, kimi rükûda, kimi kıyamda iken şehid edildi.

Bu olayın hemen ardından Mekke’den gelen bir heyet Rasulullah s.a.v.’e daha önce fiilen bozdukları antlaşmayı resmen tek taraflı feshettiklerini söylediler. Oysa bu, müslümanları Mekke Fethi’ne davet demekti. Sonradan müşriklerin akılları başlarına geldiyse de iş işten geçmiş, sözleşme iki taraflı olarak feshedilmişti.

Kan dökmeden açılan kapı

Rasulullah s.a.v. Mekke’nin kan dökülmeden fethedilmesini istiyordu. Yine de çok hassas davranıyordu. Hassasiyeti her iki cephe için de geçerliydi.Kendi askerlerinden de Mekkelilerden de zayiat verilmesini istemiyordu. Hz. Peygamber s.a.v.’in tek arzusu Kureyş reislerinin İslâm hakikatini anlamaları idi.

Mekke’ye yaklaşıldığında Cuhfe denilen yerde amcası Hz. Abbas ile karşılaştı. Hz. Abbas r.a. müslüman olarak Medine’ye hicret ediyordu. Yanında ailesi de vardı. Efendimiz s.a.v. onları görünce sevindi ve, “Ben peygamberlerin sonuncusu olduğum gibi sen de muhacirlerin sonuncususun.” dedi. Hz. Abbas r.a. ailesini Medine’ye göndererek kendisi Rasulullah s.a.v.’in ordusuna katıldı. Dün terk ettiği Mekke’yi bugün fethetmek için yola koyulmuştu.

Bu yolculuk esnasında Rasulullah s.a.v. kendisine ilk vahiy indiği zaman Varaka b. Nevfel’le arasında geçen şu konuşmayı düşündü: Varaka şöyle demişti:
– Senin bu gördüğün, Allah Tealâ’nın Hz. Musa’ya gönderdiği Namus-i Ekber’dir (Cebrail’dir); keşke senin insanları İslâm’a davet ettiğin günlerde genç olaydım… Kavmin seni vatanından çıkaracakları zaman keşke hayatta olsam…

Bunun üzerine Rasul-i Ekrem s.a.v.:
– Onlar beni Mekke’den çıkaracaklar mı ki, diye sordu. O da:
– Evet! Zira senin gibi vahyi tebliğ etmiş bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Şayet senin davet günlerine yetişirsem sana son derecede yardım ederim, demişti.

İşte bu konuşmanın üzerinden 21, hicretten de sekiz sene geçtikten sonra Rasulullah s.a.v. tekrar Mekke’ye dönüyordu.

Mekkeliler hiç beklemedikleri bir anda on bin kişilik sahabe ordusunu karşılarında görünce akıl tutulması yaşamışlardı. Neye uğradıklarını şaşırdılar. Hiçbir şey yapamadılar. Herkes şimdi ne olacağını bekliyordu.

Rasulullah s.a.v. Mekke’ye girdiğinde, fethi kendisine nasip etmesinden ötürü minnet ve şükranını bildirircesine başını önüne eğiyordu.

Muhacirler ve Ensar Rasulullah s.a.v.’in dört bir yanını sarmıştı. Mescid-i Haram’a girdi. Hacer-i Esved’e doğru yöneldi ve selamladı. Sonra Kâbe’yi tavaf etti. Kâbe’nin içinde ve etrafında üç yüz altmış put bulunuyordu. Elindeki yay ile bunlara bir bir dokunuyor ve şöyle diyordu: “Hak geldi, batıl yok olup gitti. Zaten batıl her zaman yok olmaya mahkûmdur.”

Efendimiz s.a.v. tavafını bitirip Kâbe’nin kapısına geldiğinde, anahtar sorumlusu Osman b. Talha’yı çağırtarak Kâbe’yi açtırdı, içeri girdi. Önce orada bulunan putları bir kenara ittirdi. Ağaçtan yapılmış bir güvercin şeklindeki bir putu kendi elleriyle kırdı. Sonra duvarlarda melekler için çizilmiş bazı resimleri gördü. Yine duvarın bir yerinde Hz. İbrahim ile Hz. İsmail’in aleyhisselamın fal okları çekiyor halde yapılmış resimlerini gördü. “Allah bunu yapanları kahretsin! Vallahi, o ikisi hiçbir zaman fal oku çekmemişlerdir!” dedi. Ardından bütün bu resimleri sildirdi, Kâbe’yi putlardan da temizletti. Öğle namazı vakti olmuştu. Hz. Bilâl’e ezan okumasını emretti, ardından da öğle namazını kıldı.

‘Serbestsiniz!’
Mekke’ye girildikten sonra yaşanan hadiselerden en önemlilerinden birisi de Rasulullah Efendimiz s.a.v.’in yüce ahlâkının sonucu kalpleri fethetmesi olayıdır.

Herkes Kâbe’nin avlusunda toplanmıştı ve Efendimiz s.a.v.’in bundan sonra nasıl davranacağını merak ediyordu. Henüz İslâm’la müşerref olmamış binlerce Mekkeli müşriğin yanında müslüman askerler de hazır bulunuyordu. O zamanki savaş hukukuna göre O, bütün Mekke halkının öldürülmesini emredebilir, bütün Mekkelilerin varlıklarına el koyup bunu müslümanlar için ganimet malı sayabilir ve dağıtabilirdi. Efendimiz s.a.v. Kâbe’den çıktı ve insanlara şöyle bir konuşma yaptı:

“Ey Kureyş topluluğu! Muhakkak ki Allah, cahiliye gururunu, cahiliye atalarıyla övünüp büyüklenmeyi kaldırmıştır. Bütün insanlar Adem’dendir, Adem de topraktan yaratılmıştır!” Sonra şu ayeti okudu: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstün olanınız, en çok sakınanınızdır. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat, 13).

Sonra şöyle buyurdu:
– Ey Kureyş topluluğu! Şimdi hakkınızda ne yapacağımı düşünüyorsunuz?

Kureyşliler hiç de hak etmedikleri bir merhameti isteyecek söz bulamayarak, utançtan başları öne düşmüş vaziyette şu cevabı verdiler:
– Sen soylu bir babanın oğlu, asil bir kimsesin. Senden hayır umarız.

Hz. Peygamber s.a.v. o zaman şöyle buyurdu:
– Ben, size Hz. Yusuf’un kardeşlerine dediğini söyleyeceğim: ‘Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yoktur.’ Gidin, serbestsiniz!

İşte bu genel aftan sonra kadın erkek herkes gelerek Rasulullah’a s.a.v. biat ettiler. Böylece Mekke’nin fethi tam anlamıyla tamamlanmış oldu.

MEKKE’NİN FETHİ, TARİHİ, ÖNEMİ, ÖZELLİKLERİ (2)


Hudeybıye andlasmasına göre Huzaa kabilesi, Resulullaha, Bekiroğulları kabileside Kureys kabilesi hımayesine gırmısdı.Fakat Bekiroğulları kabilesi ansızın Kureyslilerden Saffan bın Umeyye,Ikrıme bın Ebu Cehıl, Süheyl bın Amr, Huveytıb bın Abduluzza, Mükrez oglu Hafz ve bır kisim kureyslı müsrıklerle Huzaa kabilesi üzerine saldırmıslar ve onlardan 23 kisiyi öldürmüslerdi.

Bunun üzerine Huzaa kabilesinden Amr bın Salım Huzaı 4I kişilik toplulukla peygamberimıze geldiler ve olayı Resulullaha anlattılar. Resulullah Kureyslilere, ya bu saldırıda öldürülen 23 kisinın diyetinin ödenmesini yada Kureyslilerin Bekiroğullarının hımayesini bırakmasını istedi.

Kureyslı Müsrıkler bunları da kabul etmediler.Fakat yinede anlasmayı bozdukları için ıçlerini korku bürüdü. Ve tekrar anlasma yapmaları için Ebu Süfyan-ı Medineye yolladılar. Ebu Süfyan Peygamberimizden ve Sahabilerden Eman dilediysede kabul görmedi ve mekkeye eli bos olarak döndü.Peygamberimiz büyük bır ordu hazırlayarak gızlıce Mekke sehrını kusattı.

Aniden basılan Mekkeli Müsrıkler neye uğradıklarını sasırmıslar ve savaş hazırlığını bile yapamamıslardı. On ikibın kişilik büyük ıslam ordusu hiç bır büyük olaya karısmadan kolayca Mekke sehrını fethetmislerdir. Hıcretin sekizıncı (bilgi yelpazesi.net) yılında Resulullah (s.a.s.)'e boyun egen Mekke, bu tarıhten sonra yeni bır dönemı yasamaya basladı. Allah Teala'nın mübarek kildığı, İslam dınının merkezı olan bu belde, sırkten, putperestlıkten ve bütün diğer hurafelerden arindirılmış yeni bır hayata kavuştu.

Daha önce bağımsız bır şehir devleti olan Mekke'nın, fetihten sonra ekonomık ve sosyal durumu da değismıştı. Mekke, ihtiyaçlarını temin edebilmek için ihtiyaç duyduğu yoğun kervan faalıyetlerine eskısı gibi bağımlı değildı. Zıra, İslam devleti elde ettiği gelirleri ihtiyaç olan yerlere adıl bır şekilde taksım ettiği için Mekke'nın ihtiyaç duyduğu her sey İslam devleti eliyle saglanıyordu.

Ayrica eskı tıcari faalıyetler, Mekke için artık hayati olma özelliğinı yıtırmıştı. Mekke, Hac zamanlarında çok değisik bır manevi atmosfer altında hareketlı ve canlı günler yasıyordu. Bu zaman zarfında çok yoğun bır tıcari faalıyeti de sahne oldu.

Ayrica Mekke, yeryüzündeki bütün Müslümanların kalplerinde yasattıkları ve oraya ulasıp, Hac ibadetini yerine getirmek için büyük fedakarlıkları göze aldıkları bır manevi şehir olma özelliğinı kiyamete kadar sürdürecektir

BAKINIZ Kutsal Yerler - Mekke
Son düzenleyen Safi; 23 Nisan 2018 16:36
IrResistibLe - avatarı
IrResistibLe
Ziyaretçi
3 Ocak 2013       Mesaj #2
IrResistibLe - avatarı
Ziyaretçi
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) Arap yarımadasının Hicaz bölgesinde, Mekke şehrinde doğdu. O'nun hayâtını ve insanlık târihinde yaptığı büyük inkılâbı kavrayabilmek için, yaşadığı asırda Arabistan'ın genel durumunun ve Arapların yaşayışlarının, ana hatları ile de olsa, bilinmesinde fayda vardır.

Sponsorlu Bağlantılar
İslâmiyet'ten önce Araplar, henüz millet hâline gelemedikleri için; kabîleler hâlinde yaşıyorlardı. Her kabîle, diğerlerinden ayrı bir devlet gibiydi. Kabîle başkanına "Şeyh" deniyordu. Hicaz ve Yemen bölgelerinde bazı şehirler kurulmuşsa da, genellikle çöllerde çadır ve göçebe hayâtı geçiriyorlardı. Hicaz bölgesinde üç önemli şehir, Mekke, Yesrib (Medine) ve Tâif'ti.

Kabîleler arasında kan davası ve sınır anlaşmazlıkları gibi sebepler yüzünden savaş eksik olmazdı. Yalnızca yılın dört ayında (Muharrem, Recep, Zilka'de ve Zilhicce aylarında) savaşmazlardı. Bu aylara "haram aylar” denir. Bu aylarda, bütün kabîleler güvenlik içinde seyâhat edebildikleri için, genellikle büyük panayırlar bu aylarda kurulurdu. Mekke'nin hâkimi, Kâbe ve civârındaki putların koruyucusu oldukları için Kureyş kabîlesi, diğer bütün kabîlelerden saygı görürdü. Bu sebeple Kureyşliler, senenin her mevsiminde diledikleri yere seyâhat edebiliyorlardı.

Hicaz bölgesindeki panayırların en önemlileri, Mekke civârında kurulmakta olan Ukaz, Mecenne ve Zülmecaz panayırlarıydı. Bu panayırlara ülkenin dört bir yanından akın akın gelenler arasında satıcılar, şâirler, hatipler, falcılar ve çeşitli dinlere mensup kimseler de bulunuyordu. Tâif'le Nahle arasında kurulmakta olan Ukaz panayırında, şiir yarışmaları yapılır; beğenilip derece alan şiirler, Kâbe'nin duvarlarına asılırdı.
Son düzenleyen Safi; 23 Nisan 2018 16:57
HayaLPeresT - avatarı
HayaLPeresT
VIP VIP Üye
3 Ocak 2013       Mesaj #3
HayaLPeresT - avatarı
VIP VIP Üye
MEKKÎ SURELER

Kur'ân-ı Kerim'in Mekke'de ve hicretten önce nazil olan ayetleri. Surelerin mekkî ve medenî oluşları yapılan çeşitli tasniflere göredir. Başka bir ifade ile surelerin mekkî mi, yoksa medenî mi olduklarını bilmek için, bazı tarifler yapılmıştır. Yapılan bu tariflerde ya zaman veya mekân veyahutta hitap esas alınmıştır. Mekân esas alınarak yapılan tarife göre, Mekke'de nazil olan surelere Mekkî; Medine'de nazil olan surelere de Medenî denilmiştir. Zaman esas alınarak yapılan tarifte de, Hicretten önce nazil olan surelere Mekkî; hicretten sonra nazil olan sûrelere de Medenî denilmektedir. Hitâb esas alınarak yapılan tarifte ise, Mekkelilere hitap eden sureler Mekkî; Medinelilere hitap eden surelere de Medenî denilmektedir. Fakat, meşhur olan tarif, Hicret esas alınarak yapılan tariftir. Hitap esas alınarak yapılan tarif ise İbn Mes'ud'a nisbet edilmektedir (ez-Zerkeşî, el-Burhân fi Ulûmil-Kur'ân, Beyrut, (t.y.), I,187). Ve dolayısıyla, hangi tarif esas alınırsa alınsın, Mekkî surelerdeki ayetlere Mekkî; Medenî surelerdeki ayetlere de Medenî ayetler denilir.

Mekkî ayetlerin özellikleri ile Medenî ayetlerin özellik ve kapsamları oldukça farklılık arzetmektedir. Tebliğ açısından da bu farklılığı görmek mümkündür. Nitekim Hz. Peygamber, Mekke'de İslâm'ı yaymaya başlayınca, karşısında Mekke toplumunu bulmuştur. Mekke toplumu, alışmadığı, bitmediği yeni bir durumla karşılaşmış ve kendisine oldukça yabancı olan bu durumu kabullenmek istememiştir. Bunun yanında bu toplumun içinde son derece edebî açıdan üstün insanlar da vardı. Dolayısıyla Kur'ân-ı Kerim bunlara da hitap edecekti. Fakat bu toplum aynı zamanda müşrik ve putperest bir toplumdu. Kur'ân-ı Kerim bunlara da hitab etme durumunda ve bu şirk ve putperestlikten onları temizleme mecburiyeti ile karşı karşıya idi. Bundan dolayı Mekkî ayetler kısa, ifadeler veciz, tabirleri hararetli ve vurguludur. Bunun yanında bu ayetler, Allah'ın birliğinden, O'nun sıfatlarından, kudretinden. yaratmasından bahsetmektedir. Nitekim; "De ki: O Allah birdir. Allah sameddir. Kendisi doğurmamıştır ve doğrulmamıştır. Hiçbir şey O'nun dengi olmamıştır" (el-İhlâs 112/1-4) ayetleri bunu açıkca göstermektedir. Bu sure Kur'ân-ı Kerim'in özüdür. Tevhid inancını, bir kaç kelime ile çok kapsamlı bir biçimde özetlemektedir.

Mekkî ayetler, tevhid düşüncesinden bahsetmekle beraber, körü körüne bağlanmanın da yanlış olacağını ve dolayısıyla bu durumda olanlara ibret verici misallerle onları uyarmaktadır. Nitekim "De ki: "Göklerin ve yerin Rabbı kimdir?" De ki: "Allah ". O halde de: "O'ndan başka kendilerine bir fayda ve zarar vermeyen veliler mi edindiniz?" De ki: Körle gören, yahut karanlıklarla, aydınlık bir olur mu?" Yoksa Allah'a, O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar mı buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine benzer mi göründü?" De ki: Allah her şeyi yaratandır. O birdir, herşeye galib ve hâkimdir" (er-Ra'd 13/16) ayeti bunu açıkça göstermektedir.

Tebliğ açısından önemli bir özellik arzeden "geçmişten ibret alma", Mekkî ayetlerin en çok üzerinde durduğu husustur. Zira Kur'ân-ı Kerim'de geçmiş milletlerin helâk oluş sebepleri gayet açık olarak ibretli bir biçimde anlatılmaktadır. Bu ayetlerde "tevhîd" daima ön planda tutulmuştur.

Hûd (a.s), kavmine hitaben: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka ilâhınız yoktur. Siz, sadece Allah'a iftira ediyorsunuz" (Hud 11/50) diyerek onları Allah'a kulluk etmeye davet etmişti. Fakat kavmi de ona şöyle diyerek yalanlamıştı: "Ey Hud! bize bir mucize getirmedin. Biz, senin sözünle ilâhlarımızı terkedecek değiliz. Ve biz sana inanacak da değiliz" (Hûd 11/53).

Mekkî ayetler, tebliğde bulunacak şahsın nasıl davranması gerektiğini (en-Nahl 16/125), onların bu daveti sadece tevhidî tebliğ etmek için yaptıklarını, yoksa bu dünya menfaati elde etmek için yapmadıklarını, karşılığını ancak Allah'tan beklediklerini de anlatmaktadır. Nitekim, eş-Şuarâ suresinde Nûh, Hûd, Sâlih, Lût ve Şuayb peygamberler, kavimlerine, daima Allah'a itaat etmelerini ve O'ndan korkmalarını, kendilerinin ise birer güvenilir elçi olduklarını açıklamakta ve neticede şunu söyledikleri ayetlerde ifade edilmektedir: "Ben, buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak âlemlerin Rabb'ine aittir" (eş-Şuarâ 26/109, 127, 145, 164 ve 180)`

Mekkî ayetler, inanç, düşünce ve fikir yönünden sağlıklı bir toplum oluşturmayı hedef almıştır. Bu ayetlerde ahlâkî emir ve hükümler yer almaktadır. Böylece inananların özellikle kuvvetli bir imana sahip olmaları amaçlanmakta, yanlış ve manasız inançlarını kınamakta ya da reddetmektedir. Nitekim; "Ve diri olarak gömülen kız, hangi günahı yüzünden öldürüldü, diye sorulduğu zaman. " (et-Tekvîr 81/8-9) ayetlerinde cahiliye dönemine ait bir çirkin olayı ortaya koyarak bu ve benzeri batıl âdetleri kınamakta ve önlemektedir. Mekkî sureler ve ayetlerde hukukî konular bulunmadığı gibi, namaz hariç ibadete ait hükümler de bulunmamaktadır. Nitekim Yunus, Ra'd, Furkan, Yâsîn, Hadîd sureleri Mekkî sureler olarak kabul edilmekte olup, bu surelerde ahkâm ayetlerine rastlanılamamaktadır. Bu sureler genelde iman esasları, yaratma, Allah'ın sıfatları, peygamberlerin inanmayanlarla olan mücadeleleri ve bu toplulukların acıklı sonları ve ibret verici kıssaları anlatılmaktadır.

Ömer DUMLU

_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
11 Şubat 2013       Mesaj #4
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.

MEKKE’NİN FETHİ, TARİHİ, ÖNEMİ, ÖZELLİKLERİ (PEYGAMBERİMİZ HZ. MUHAMMED MUSTAFA’NIN (SAV) HAYATI)


Mekke, alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz s.a.v.’in dünyaya teşrif buyurdukları, çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği şehir… Nübüvvet kitabının hem ön sözünün hem de son sözünün indirildiği, Hz. Adem a.s.’dan itibaren tevhit inancının merkezi ve müslümanların kıblesi olan Kâbe’nin de bulunduğu şehir…

Allah Rasulü s.a.v. kendisine peygamberlik vazifesi verildikten sonra önce Mekkelileri Allah’ın dinine davet etmiş, fakat onlar bunu kabul etmedikleri gibi müslüman olmaya başlayan herkese ellerinden gelen bütün eza cefayı da çektirmişlerdi. Hatta o kadar ileri gitmişlerdir ki, Rasulullah s.a.v.’i öldürme kararı almışlar, Cebrail a.s.’ın haber vermesiyle kurdukları tuzak boşa çıkmıştır.

‘Senden çıkarılmasaydım…’
Mekkeli müşriklerin bitmeyen eziyetleri sonucunda müminlerin dayanacak güçleri ve sabırları kalmayınca, Peygamber Efendimiz’in niyazıyla müminlere hicret, Mekke’yi terk etme izni verilmişti. Efendimiz s.a.v. Mekke’den çıkarılırken yaşlı gözlerle Mekke’ye dönmüş; “Ey şehir, senden çıkarılmasaydım vallahi seni terk etmezdim!” demişti.

Hicret sonrası Mekkeliler yine boş durmadılar, Efendimiz s.a.v. ve müslümanları yok etmek için uğraştılar: Fakat Bedir’de hezimete uğradılar, Uhud’da umduklarına eremediler, Medine’ye kadar gelip Hendek bozgununu yaşadılar ve nihayetinde Hudeybiye antlaşması… Elbette bu yaşananların her biri Mekke’nin fethine zemin hazırlayan olaylardı. Ama sonuçları itibariyle diğerlerinden biraz daha önem ve farklılık arz eden Hudeybiye antlaşması olsa gerek. Zahiren bakıldığında müslümanların aleyhinde gibi görünen birçok madde vardı bu anlaşmada. Aslında Mekke’nin fethine açılan ve sonuçta İslâm’ın bütün iklimlere yayılmasına vesile olacak bir sözleşmeydi bu.

Feth’e açılan kapı: Hudeybiye
Hicretin üzerinden altı yıl geçmişti. Müminler, Efendimiz’le birlikte umre yapmayı çok istiyorlardı. Bunun üzerine Efendimiz s.a.v. Kâbe’yi ziyaret etmek isteyenlerin hazırlanmasını emretti. Hazırlıkların tamamlanmasından sonra bin beş yüz sahabi ile Mekke’ye doğru yola çıkıldı. Niyetlerinin barış olduğunu göstermek için yanlarına yolcu kılıcı denilen kılıçtan başka silah almamışlardı. Zülhuleyfe mevkiine geldiklerinde ihrama girdiler ve umre için niyet ettiler. Mekkeli müşrikler Efendimiz s.a.v.’in hareketini öğrenince toplanarak ne pahasına olursa olsun Mekke’ye girmesine izin vermemeyi kararlaştırdılar. Efendimiz s.a.v. de kan dökülmesini istemediği için Mekkelilerin bu tavrına karşılık onların teklif ettiği bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmanın bazı maddeleri şöyleydi:

=>Müslümanlar bu yıl Mekke’ye giremeyecekler ve Kâbe’yi ziyaret edemeyecekler, gelecek yıl bu ziyareti yapabileceklerdir. Ertesi yıl ancak üç gün Mekke’de kalabilecekler, bu süre zarfında hiçbir Mekkeli onlarla görüşmeyecek.
=>Kureyş’ten birisi bu arada İslâm’ı kabul eder ve müslümanlara sığınırsa, bu kişi müslümanlar tarafından kabul edilmeyecek fakat Mekke’ye iltica eden hiçbir müslüman iade edilmeyecek.
=>Her iki taraf da diledikleri kabilelerle ittifak kurabilecek.
=>Bu antlaşma on yıllık bir süre için geçerli olacak. Bu süre zarfında ne Kureyş müslümanlara ne de müslümanlar Kureyş’e saldıracak.

Bu anlaşma gereği Rasulullah s.a.v. sahabilerine geri dönme emrini verdi. Hem sahabeler hem de Rasulullah s.a.v. Kâbe’yi ziyaret edemememin üzüntüsü içindeydi. Ancak inen şu ayet ileride Mekke’nin fethedileceği müjdesini vermişti: “Doğrusu biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik.” (Fetih, 1)

Saldırmazlık anlaşması ile İslâm her geçen gün büyümeye başladı. Müşrikler ise İslâm’ın bütün Arabistan’a yayılmasından rahatsız oluyorlardı. Bu yüzden yavaş yavaş sulh maddelerini ihlâl etmeye başladılar. Hudeybiye Antlaşması’nın üzerinden 17-18 ay geçmişti ki, kendilerine (bilgi yelpazesi.net) bağlı bulunan Benî Bekr kabilesini kışkırtarak, müslüman olan Huzâalıların üzerine saldırttılar. Kendi içlerinden bazıları da bu olaya iştirak etti. Huzâa kabilesi baskına uğradıklarında namazdaydılar. Hunharca bir katliamla kimi secdede, kimi rükûda, kimi kıyamda iken şehid edildi.

Bu olayın hemen ardından Mekke’den gelen bir heyet Rasulullah s.a.v.’e daha önce fiilen bozdukları antlaşmayı resmen tek taraflı feshettiklerini söylediler. Oysa bu, müslümanları Mekke Fethi’ne davet demekti. Sonradan müşriklerin akılları başlarına geldiyse de iş işten geçmiş, sözleşme iki taraflı olarak feshedilmişti.

Kan dökmeden açılan kapı

Rasulullah s.a.v. Mekke’nin kan dökülmeden fethedilmesini istiyordu. Yine de çok hassas davranıyordu. Hassasiyeti her iki cephe için de geçerliydi.Kendi askerlerinden de Mekkelilerden de zayiat verilmesini istemiyordu. Hz. Peygamber s.a.v.’in tek arzusu Kureyş reislerinin İslâm hakikatini anlamaları idi.

Mekke’ye yaklaşıldığında Cuhfe denilen yerde amcası Hz. Abbas ile karşılaştı. Hz. Abbas r.a. müslüman olarak Medine’ye hicret ediyordu. Yanında ailesi de vardı. Efendimiz s.a.v. onları görünce sevindi ve, “Ben peygamberlerin sonuncusu olduğum gibi sen de muhacirlerin sonuncususun.” dedi. Hz. Abbas r.a. ailesini Medine’ye göndererek kendisi Rasulullah s.a.v.’in ordusuna katıldı. Dün terk ettiği Mekke’yi bugün fethetmek için yola koyulmuştu.

Bu yolculuk esnasında Rasulullah s.a.v. kendisine ilk vahiy indiği zaman Varaka b. Nevfel’le arasında geçen şu konuşmayı düşündü: Varaka şöyle demişti:
– Senin bu gördüğün, Allah Tealâ’nın Hz. Musa’ya gönderdiği Namus-i Ekber’dir (Cebrail’dir); keşke senin insanları İslâm’a davet ettiğin günlerde genç olaydım… Kavmin seni vatanından çıkaracakları zaman keşke hayatta olsam…

Bunun üzerine Rasul-i Ekrem s.a.v.:
– Onlar beni Mekke’den çıkaracaklar mı ki, diye sordu. O da:
– Evet! Zira senin gibi vahyi tebliğ etmiş bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Şayet senin davet günlerine yetişirsem sana son derecede yardım ederim, demişti.

İşte bu konuşmanın üzerinden 21, hicretten de sekiz sene geçtikten sonra Rasulullah s.a.v. tekrar Mekke’ye dönüyordu.

Mekkeliler hiç beklemedikleri bir anda on bin kişilik sahabe ordusunu karşılarında görünce akıl tutulması yaşamışlardı. Neye uğradıklarını şaşırdılar. Hiçbir şey yapamadılar. Herkes şimdi ne olacağını bekliyordu.

Rasulullah s.a.v. Mekke’ye girdiğinde, fethi kendisine nasip etmesinden ötürü minnet ve şükranını bildirircesine başını önüne eğiyordu.

Muhacirler ve Ensar Rasulullah s.a.v.’in dört bir yanını sarmıştı. Mescid-i Haram’a girdi. Hacer-i Esved’e doğru yöneldi ve selamladı. Sonra Kâbe’yi tavaf etti. Kâbe’nin içinde ve etrafında üç yüz altmış put bulunuyordu. Elindeki yay ile bunlara bir bir dokunuyor ve şöyle diyordu: “Hak geldi, batıl yok olup gitti. Zaten batıl her zaman yok olmaya mahkûmdur.”

Efendimiz s.a.v. tavafını bitirip Kâbe’nin kapısına geldiğinde, anahtar sorumlusu Osman b. Talha’yı çağırtarak Kâbe’yi açtırdı, içeri girdi. Önce orada bulunan putları bir kenara ittirdi. Ağaçtan yapılmış bir güvercin şeklindeki bir putu kendi elleriyle kırdı. Sonra duvarlarda melekler için çizilmiş bazı resimleri gördü. Yine duvarın bir yerinde Hz. İbrahim ile Hz. İsmail’in aleyhisselamın fal okları çekiyor halde yapılmış resimlerini gördü. “Allah bunu yapanları kahretsin! Vallahi, o ikisi hiçbir zaman fal oku çekmemişlerdir!” dedi. Ardından bütün bu resimleri sildirdi, Kâbe’yi putlardan da temizletti. Öğle namazı vakti olmuştu. Hz. Bilâl’e ezan okumasını emretti, ardından da öğle namazını kıldı.

‘Serbestsiniz!’
Mekke’ye girildikten sonra yaşanan hadiselerden en önemlilerinden birisi de Rasulullah Efendimiz s.a.v.’in yüce ahlâkının sonucu kalpleri fethetmesi olayıdır.

Herkes Kâbe’nin avlusunda toplanmıştı ve Efendimiz s.a.v.’in bundan sonra nasıl davranacağını merak ediyordu. Henüz İslâm’la müşerref olmamış binlerce Mekkeli müşriğin yanında müslüman askerler de hazır bulunuyordu. O zamanki savaş hukukuna göre O, bütün Mekke halkının öldürülmesini emredebilir, bütün Mekkelilerin varlıklarına el koyup bunu müslümanlar için ganimet malı sayabilir ve dağıtabilirdi. Efendimiz s.a.v. Kâbe’den çıktı ve insanlara şöyle bir konuşma yaptı:

“Ey Kureyş topluluğu! Muhakkak ki Allah, cahiliye gururunu, cahiliye atalarıyla övünüp büyüklenmeyi kaldırmıştır. Bütün insanlar Adem’dendir, Adem de topraktan yaratılmıştır!” Sonra şu ayeti okudu: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstün olanınız, en çok sakınanınızdır. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat, 13).

Sonra şöyle buyurdu:
– Ey Kureyş topluluğu! Şimdi hakkınızda ne yapacağımı düşünüyorsunuz?

Kureyşliler hiç de hak etmedikleri bir merhameti isteyecek söz bulamayarak, utançtan başları öne düşmüş vaziyette şu cevabı verdiler:
– Sen soylu bir babanın oğlu, asil bir kimsesin. Senden hayır umarız.

Hz. Peygamber s.a.v. o zaman şöyle buyurdu:
– Ben, size Hz. Yusuf’un kardeşlerine dediğini söyleyeceğim: ‘Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yoktur.’ Gidin, serbestsiniz!

İşte bu genel aftan sonra kadın erkek herkes gelerek Rasulullah’a s.a.v. biat ettiler. Böylece Mekke’nin fethi tam anlamıyla tamamlanmış oldu.

MEKKE’NİN FETHİ, TARİHİ, ÖNEMİ, ÖZELLİKLERİ (2)


Hudeybıye andlasmasına göre Huzaa kabilesi, Resulullaha, Bekiroğulları kabileside Kureys kabilesi hımayesine gırmısdı.Fakat Bekiroğulları kabilesi ansızın Kureyslilerden Saffan bın Umeyye,Ikrıme bın Ebu Cehıl, Süheyl bın Amr, Huveytıb bın Abduluzza, Mükrez oglu Hafz ve bır kisim kureyslı müsrıklerle Huzaa kabilesi üzerine saldırmıslar ve onlardan 23 kisiyi öldürmüslerdi.

Bunun üzerine Huzaa kabilesinden Amr bın Salım Huzaı 4I kişilik toplulukla peygamberimıze geldiler ve olayı Resulullaha anlattılar. Resulullah Kureyslilere, ya bu saldırıda öldürülen 23 kisinın diyetinin ödenmesini yada Kureyslilerin Bekiroğullarının hımayesini bırakmasını istedi.

Kureyslı Müsrıkler bunları da kabul etmediler.Fakat yinede anlasmayı bozdukları için ıçlerini korku bürüdü. Ve tekrar anlasma yapmaları için Ebu Süfyan-ı Medineye yolladılar. Ebu Süfyan Peygamberimizden ve Sahabilerden Eman dilediysede kabul görmedi ve mekkeye eli bos olarak döndü.Peygamberimiz büyük bır ordu hazırlayarak gızlıce Mekke sehrını kusattı.

Aniden basılan Mekkeli Müsrıkler neye uğradıklarını sasırmıslar ve savaş hazırlığını bile yapamamıslardı. On ikibın kişilik büyük ıslam ordusu hiç bır büyük olaya karısmadan kolayca Mekke sehrını fethetmislerdir. Hıcretin sekizıncı (bilgi yelpazesi.net) yılında Resulullah (s.a.s.)'e boyun egen Mekke, bu tarıhten sonra yeni bır dönemı yasamaya basladı. Allah Teala'nın mübarek kildığı, İslam dınının merkezı olan bu belde, sırkten, putperestlıkten ve bütün diğer hurafelerden arindirılmış yeni bır hayata kavuştu.

Daha önce bağımsız bır şehir devleti olan Mekke'nın, fetihten sonra ekonomık ve sosyal durumu da değismıştı. Mekke, ihtiyaçlarını temin edebilmek için ihtiyaç duyduğu yoğun kervan faalıyetlerine eskısı gibi bağımlı değildı. Zıra, İslam devleti elde ettiği gelirleri ihtiyaç olan yerlere adıl bır şekilde taksım ettiği için Mekke'nın ihtiyaç duyduğu her sey İslam devleti eliyle saglanıyordu.

Ayrica eskı tıcari faalıyetler, Mekke için artık hayati olma özelliğinı yıtırmıştı. Mekke, Hac zamanlarında çok değisik bır manevi atmosfer altında hareketlı ve canlı günler yasıyordu. Bu zaman zarfında çok yoğun bır tıcari faalıyeti de sahne oldu.

Ayrica Mekke, yeryüzündeki bütün Müslümanların kalplerinde yasattıkları ve oraya ulasıp, Hac ibadetini yerine getirmek için büyük fedakarlıkları göze aldıkları bır manevi şehir olma özelliğinı kiyamete kadar sürdürecektir

BAKINIZ Kutsal Yerler - Mekke
Son düzenleyen Safi; 23 Nisan 2018 17:00

Benzer Konular

13 Şubat 2008 / yüksel2 Müslümanlık/İslamiyet
25 Mayıs 2014 / Ziyaretçi Soru-Cevap
10 Mart 2015 / Ziyaretçi Soru-Cevap
1 Ocak 2012 / P.u.S.u Müslümanlık/İslamiyet
13 Nisan 2010 / Misafir Soru-Cevap