Arama

Ahmet Haşim'in şiirlerinde akşam imgesi bulabilir misiniz?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 5 Mart 2013 Gösterim: 2.253 Cevap: 1
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Mart 2013       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ya Bu Ahmet Haşimin ŞiirLerinden Akşam İmgeleri Yok Mu? Msn Happy
EN İYİ CEVABI Electrify verdi
Şairin eşyaya ve insana bakış açısı zaman zaman sözcüklerin ardına gizlenir ve evrene ait nesneler, günlük dilde kullanıldıkları anlamlardan başka anlamlara göndermede bulunabilirler. Şiirdeki bu göndermeli anlamlar, imgeler aracılığı ile gerçekleştirilir. İmge, şairin dış âlemi içselleştirerek oluşturduğu zihinsel tasarımlardır. Pek çok şairde görülen ortak imgelerin dışında, her şairin kendi algılayış tarzını, evreni ve eşyayı yorumlama ve duyumsama biçimini yansıtan bireysel imgeler vardır. Ahmet Haşim, Türk edebiyatında şiirlerindeki imgeler açısından ve dış dünyaya yaklaşımı bakımından dikkat çekici bir şairdir. İçinde yaşadığı devrin bütün olumsuzluklarına rağmen, kendi ruhunun sesini dinlemeyi tercih eden ve sadece kendi psişik algılamaları ile dış dünya ile arasında bir bağ kuran Ahmet Haşim, iç sesinin yörüngesinde hareket etmiş ve kendini sembollerin dünyasına kaptırarak, adeta içsel bir akış oluşturmuştur.

Sponsorlu Bağlantılar
Ahmet Haşim'in şiirlerinde akşam ve gece imgeleri sıkça rastlanılan ve şairin ruh halini yansıtıcı ve adeta onunla bütünleşmiş, bireyselleşmiş imgelerdir. “Şeb-i Nisan” şiiri, gecenin şairin ruhunda oluşturduğu hislenmeleri ve gecenin ezoterik yönünü semboller aracılığı ile dillendiren, tabiatın ve renklerin bir silsile halinde sunulduğu, yoğun duygulanmaların yer aldığı bir şiirdir. Şiirde; tabiat, renkler ve hayaller bir akış içindedir:

“Mahmur, muzi, mai, derin bir şeb-i nisan

Olmuştu nücumuyla miyah-ı dile rizan

Dallardan uçar ıtr-ı bahar-ı mütefekkir

Dökmüştü o solgun şebe hülya, emel ü şi'r”

Akşama ve geceye derin anlamlar yükleyen ve pek çok şiirinde zamanı sadece akşam vakti olarak ele alan Ahmet Haşim, gece ve yalnızlığı arasında sembolik bir bağ kumuştur. Yukarıdaki dizelerde, gecenin hem eziyet edici hem de mâi olarak düşünülmesi ile gecenin olumlu ve olumsuz yanlarına; çift kutupluluğuna göndermede bulunulmaktadır. Gecenin olumsuz yanı, ışığın karşıtı olması ve bireyi belirsizleştirerek onu eşyadan ve dış dünyadan uzaklaştırmasıdır. Bu belirsizlik ve ışıktan kopuş; hem tedirgin edicidir, hem de yaşama ve kadere karşı sessiz bir boyun eğiştir. Birey, ışık olgusundan uzaklaştıkça ölüme ve yaşadığı hayattan uzaklaşmaya doğru bir yöneliş içinde hisseder kendini. Çünkü karanlık; ölümün, yok oluşun, tükenişin ve ışığın sönüşünün temsilcisidir. Gecenin olumlu yanı ise yine karanlık olmasından kaynaklanır. Sebep olduğu olumsuzluklar dışında, karanlık; üzüntüyü, kederi gizleyerek bireyi sadece kendine yönlendirerek, onun dış dünyadan bağımsız olmasını sağladığı için olumludur. Ahmet Haşim'in yukarıdaki dizelerde, geceyi solgun olarak nitelendirmesi, gecenin akan zaman içinde son noktayı temsil etmesinden ve gecenin zamanı silici bir özelliğe sahip olmasından doğar. Ancak gece, her ne kadar zamanı belirsizleştirse de geçmişe dönük bir zaman algısı oluşturarak, bireyi düşlere yönlendirir ve ezoterik anlamda ruhu bedenden ayırarak, geçmişi anımsatır.

“Olmuştu nücumuyla miyah-ı dile rizan” mısraındaki yıldız imgesi, gecenin belirsizliğini ve karalığını ortadan kaldırarak ışığın algılanmasını sağlar. Bu algılayışla şair, yıldızları “gönüle akan su olarak” görür. “Yıldız” ve “su” metaforları arasındaki ilişki suyun yaşam vericilik özelliği ile ilintilidir. Su, yaşamdır ve yaşamın kaynağıdır, gecenin karanlığında ortaya çıkarak, ışığıyla bir nebze olsun eşyayı aydınlatan yıldızlar, bu anlamda su gibi yaşam verici bir özelliği yüklenerek, bireyin yaşama bağlanma ve karanlıktan kurtulma edimi göstermesine yardımcı olurlar. Su ve ışık cennetin, kozmik olanın; karanlık ise kaosun sembolüdür. Yıldızların su gibi gönüle akmaları ile ferahlatma ve rahatlatma olgularına göndermede bulunulmuştur. Bu rahatlatma duygusu, bireyde hülyalara dalma isteği uyandırarak, onda birtakım içsel değişimler oluşturmaktadır;

“Sesler gülüşür sayede, sevda ile bi-huş

Bad onları eylerdi nevazişle der-aguş

Bir cism-i perestideyi kalb üstüne sarmak

Hırsıyla başım sıtmalı, gözler kuru, parlak

Eller asabi, hıçkırarak sahile indim,

Karşımda deniz… Göklerin altında gezindim”

Gecenin bilinmezliği içinde esen rüzgârın, akıllarını sevdaya teslim etmiş kişilere kucağını açması, kendi asi ruhundan, kendi tözünden onlara vermek istemesinin sonucudur. Rüzgâr, zaman olgusu içinde, hızlı ve gelip geçiciliği ile an'ı yansıtır.



“Gölge” imgesi yine geceyi çağrıştırır. Şairin ruhunda hissettiği derin yalnızlık, onun denize ve göğe yönelmesine neden olur. Deniz ve gece imgeleri yan yana kullanıldıklarında beraberinde “hayal” imgesini düşündürürler. Deniz, dişil bir imgedir ve arketipsel olarak “anne” kavramını çağrıştırır. Denize sığınma isteğinin temelinde, anneye sığınma ve ona koşma arzusu vardır. Karşısındaki deniz imgesiyle göklerin altında gezinen şairin burada “gök” imgesini kullanması tesadüfî değildir. Gök, yükselmeyi, huzuru ve dikeyliği sembolize eder. Yedi yaşında iken annesini kaybeden Ahmet Haşim, göklerin ve denizin maviliği arasında kaybettiği annesini ve annesi ile geçirdiği güzel günleri aramaktadır. Annesinin gelmeyeceğini ruhunda acı bir tecrübe ile hisseden şair, anne hayali yerine artık gelmesi belki de daha fazla ihtimal dâhilinde olan “sevgili” nin hayali ile teselli bulmaya çalışır.

“Ey sen ki uzaktan mütebessim, heves-amuz

Olmuş şeb-i ömrümde nigâhın bana merkuz

Leyl işte, sükut işte…yed-i sahir-i nisan

Dökmüş suya ezhar-ı ziya, dillere niran

Olmuş denizin ruhu semalarla hem aguş

Bin buseyi tanzir ile encüm suya dolmuş

Eşçar u hava gölgede sessiz sarışır, gel

Gel, yalnızım ey beklenilen hüsn-i muhayyel”

Yukarıdaki dizelerde şairin “şeb-i ömrüm” imgesini kullanması kendi yaşamını gece ile özdeşleştirmesinden kaynaklanıyor. Bu özdeşleştirme, kendini gece kadar karanlık ve silik hisseden; zaman olgusunu yitirerek, eşyaya umutsuz bir perspektiften bakan bireyin ruh halinin yansımasıdır. Gece ve sükût imgelerinin bir arada kullanılması ile gecenin, yalnızlığı tetikleyici bir unsur olmasına göndermede bulunan şair için “gece” ve “sükût”, aynı anlamı çağrıştırırlar. Gece, yalnızlığın sese ve cisme bürünmüş şeklidir. Bu yalnızlık psikozu içinde “nisanın tabiatında bulunan bir el” mevcuttur. Bu el, ışığını sadece suya değil aynı zamanda şairin gönlüne de akıtarak “denizin ruhunun göklerle kucaklaşmasını sağlamıştır.” Suyun içinde görünen bu ışık, maddesel varlığından kurtularak, tin-sel bir yönelişle gönüllere yansıma edimi göstermektedir. Görünen bu ışık imgesinin deniz ve semanın kucaklaşmasını sağlaması “deniz” ve “sema” imgelerinin umudu ve huzuru temsil etmesinden kaynaklanır. Şair, bütün yalnızlığı içinde kendini bu yalnızlıktan kurtarmasını ümit ettiği “muhayyel bir sevgilinin” özlemini hisseder. Yaşamdan kopma ve içe kapanma neticesinde sığınılan hayaller, Ahmet Haşim'in çocukluğundan gelen bazı duyguları, harekete geçirir ve şair, gece vaktinde bilinçaltındaki saklı geçmişi ile yaşadığı zaman dilimi arasında gidiş gelişler yaşar. Gecenin şairin ruhunda oluşturduğu derin hislenmeler, bir bakıma geçmişinde yaşadığı olayların sembolik bir tarzda dışavurumudur.

Anne rahminin huzurlu ortamından, anlamını bilmediği bir kaotik ortamın içine giren birey, orada yaşadığı mutlu ve huzurlu anları deniz imgesinde arar. Yatay bir imge olan deniz imgesi, bireyin içsel dünyasında anne imgesiyle birleşerek; onu doğum edimiyle birlikte uzaklaşmak zorunda kaldığı annesine yaklaştırıcı bir unsur olarak belirir.

Semâ ise denizin gökselleşerek cennete dönüşmesinin sembolüdür. Sıkıştırılmış makrokozmik dünyanın içinde yaşamaya mahkûm olan bireyin, göğe duyduğu özlem, ötelere gitme ve kuşatılmışlıktan kurtulma isteğinin sonucudur.



Yukarıdaki dizelerde geçen ağaçların hava ile sarılması ağacın hem yere hem de göğe ait bir unsur olmasından kaynaklanır.“Simyada zıtların birliğinin simgesi ağaçtır; bu nedenle, kendini dünyasında yabancı hisseden ve varlığını artık ne artık var olmayan geçmişle ne de henüz olmamış gelecekle temellendirebilen günümüz insanının, bu dünyada kök salan ve göğün kutbuna uzanan, aynı zamanda da insanın kendisi olan dünya ağacı simgesine yeniden sarılmasına şaşmamak gerek.. Simgeler tarihinde bu ağaç, ebediyen olana ve değişmeyene doğru büyüme ve yaşam yolu olarak tasvir edilir, zıtların birliğinden doğmuştur ve bu birleşmenin gerçekleşmesinin nendi onun ebedi varlığıdır.”

Electrify - avatarı
Electrify
Ziyaretçi
5 Mart 2013       Mesaj #2
Electrify - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Şairin eşyaya ve insana bakış açısı zaman zaman sözcüklerin ardına gizlenir ve evrene ait nesneler, günlük dilde kullanıldıkları anlamlardan başka anlamlara göndermede bulunabilirler. Şiirdeki bu göndermeli anlamlar, imgeler aracılığı ile gerçekleştirilir. İmge, şairin dış âlemi içselleştirerek oluşturduğu zihinsel tasarımlardır. Pek çok şairde görülen ortak imgelerin dışında, her şairin kendi algılayış tarzını, evreni ve eşyayı yorumlama ve duyumsama biçimini yansıtan bireysel imgeler vardır. Ahmet Haşim, Türk edebiyatında şiirlerindeki imgeler açısından ve dış dünyaya yaklaşımı bakımından dikkat çekici bir şairdir. İçinde yaşadığı devrin bütün olumsuzluklarına rağmen, kendi ruhunun sesini dinlemeyi tercih eden ve sadece kendi psişik algılamaları ile dış dünya ile arasında bir bağ kuran Ahmet Haşim, iç sesinin yörüngesinde hareket etmiş ve kendini sembollerin dünyasına kaptırarak, adeta içsel bir akış oluşturmuştur.

Sponsorlu Bağlantılar
Ahmet Haşim'in şiirlerinde akşam ve gece imgeleri sıkça rastlanılan ve şairin ruh halini yansıtıcı ve adeta onunla bütünleşmiş, bireyselleşmiş imgelerdir. “Şeb-i Nisan” şiiri, gecenin şairin ruhunda oluşturduğu hislenmeleri ve gecenin ezoterik yönünü semboller aracılığı ile dillendiren, tabiatın ve renklerin bir silsile halinde sunulduğu, yoğun duygulanmaların yer aldığı bir şiirdir. Şiirde; tabiat, renkler ve hayaller bir akış içindedir:

“Mahmur, muzi, mai, derin bir şeb-i nisan

Olmuştu nücumuyla miyah-ı dile rizan

Dallardan uçar ıtr-ı bahar-ı mütefekkir

Dökmüştü o solgun şebe hülya, emel ü şi'r”

Akşama ve geceye derin anlamlar yükleyen ve pek çok şiirinde zamanı sadece akşam vakti olarak ele alan Ahmet Haşim, gece ve yalnızlığı arasında sembolik bir bağ kumuştur. Yukarıdaki dizelerde, gecenin hem eziyet edici hem de mâi olarak düşünülmesi ile gecenin olumlu ve olumsuz yanlarına; çift kutupluluğuna göndermede bulunulmaktadır. Gecenin olumsuz yanı, ışığın karşıtı olması ve bireyi belirsizleştirerek onu eşyadan ve dış dünyadan uzaklaştırmasıdır. Bu belirsizlik ve ışıktan kopuş; hem tedirgin edicidir, hem de yaşama ve kadere karşı sessiz bir boyun eğiştir. Birey, ışık olgusundan uzaklaştıkça ölüme ve yaşadığı hayattan uzaklaşmaya doğru bir yöneliş içinde hisseder kendini. Çünkü karanlık; ölümün, yok oluşun, tükenişin ve ışığın sönüşünün temsilcisidir. Gecenin olumlu yanı ise yine karanlık olmasından kaynaklanır. Sebep olduğu olumsuzluklar dışında, karanlık; üzüntüyü, kederi gizleyerek bireyi sadece kendine yönlendirerek, onun dış dünyadan bağımsız olmasını sağladığı için olumludur. Ahmet Haşim'in yukarıdaki dizelerde, geceyi solgun olarak nitelendirmesi, gecenin akan zaman içinde son noktayı temsil etmesinden ve gecenin zamanı silici bir özelliğe sahip olmasından doğar. Ancak gece, her ne kadar zamanı belirsizleştirse de geçmişe dönük bir zaman algısı oluşturarak, bireyi düşlere yönlendirir ve ezoterik anlamda ruhu bedenden ayırarak, geçmişi anımsatır.

“Olmuştu nücumuyla miyah-ı dile rizan” mısraındaki yıldız imgesi, gecenin belirsizliğini ve karalığını ortadan kaldırarak ışığın algılanmasını sağlar. Bu algılayışla şair, yıldızları “gönüle akan su olarak” görür. “Yıldız” ve “su” metaforları arasındaki ilişki suyun yaşam vericilik özelliği ile ilintilidir. Su, yaşamdır ve yaşamın kaynağıdır, gecenin karanlığında ortaya çıkarak, ışığıyla bir nebze olsun eşyayı aydınlatan yıldızlar, bu anlamda su gibi yaşam verici bir özelliği yüklenerek, bireyin yaşama bağlanma ve karanlıktan kurtulma edimi göstermesine yardımcı olurlar. Su ve ışık cennetin, kozmik olanın; karanlık ise kaosun sembolüdür. Yıldızların su gibi gönüle akmaları ile ferahlatma ve rahatlatma olgularına göndermede bulunulmuştur. Bu rahatlatma duygusu, bireyde hülyalara dalma isteği uyandırarak, onda birtakım içsel değişimler oluşturmaktadır;

“Sesler gülüşür sayede, sevda ile bi-huş

Bad onları eylerdi nevazişle der-aguş

Bir cism-i perestideyi kalb üstüne sarmak

Hırsıyla başım sıtmalı, gözler kuru, parlak

Eller asabi, hıçkırarak sahile indim,

Karşımda deniz… Göklerin altında gezindim”

Gecenin bilinmezliği içinde esen rüzgârın, akıllarını sevdaya teslim etmiş kişilere kucağını açması, kendi asi ruhundan, kendi tözünden onlara vermek istemesinin sonucudur. Rüzgâr, zaman olgusu içinde, hızlı ve gelip geçiciliği ile an'ı yansıtır.



“Gölge” imgesi yine geceyi çağrıştırır. Şairin ruhunda hissettiği derin yalnızlık, onun denize ve göğe yönelmesine neden olur. Deniz ve gece imgeleri yan yana kullanıldıklarında beraberinde “hayal” imgesini düşündürürler. Deniz, dişil bir imgedir ve arketipsel olarak “anne” kavramını çağrıştırır. Denize sığınma isteğinin temelinde, anneye sığınma ve ona koşma arzusu vardır. Karşısındaki deniz imgesiyle göklerin altında gezinen şairin burada “gök” imgesini kullanması tesadüfî değildir. Gök, yükselmeyi, huzuru ve dikeyliği sembolize eder. Yedi yaşında iken annesini kaybeden Ahmet Haşim, göklerin ve denizin maviliği arasında kaybettiği annesini ve annesi ile geçirdiği güzel günleri aramaktadır. Annesinin gelmeyeceğini ruhunda acı bir tecrübe ile hisseden şair, anne hayali yerine artık gelmesi belki de daha fazla ihtimal dâhilinde olan “sevgili” nin hayali ile teselli bulmaya çalışır.

“Ey sen ki uzaktan mütebessim, heves-amuz

Olmuş şeb-i ömrümde nigâhın bana merkuz

Leyl işte, sükut işte…yed-i sahir-i nisan

Dökmüş suya ezhar-ı ziya, dillere niran

Olmuş denizin ruhu semalarla hem aguş

Bin buseyi tanzir ile encüm suya dolmuş

Eşçar u hava gölgede sessiz sarışır, gel

Gel, yalnızım ey beklenilen hüsn-i muhayyel”

Yukarıdaki dizelerde şairin “şeb-i ömrüm” imgesini kullanması kendi yaşamını gece ile özdeşleştirmesinden kaynaklanıyor. Bu özdeşleştirme, kendini gece kadar karanlık ve silik hisseden; zaman olgusunu yitirerek, eşyaya umutsuz bir perspektiften bakan bireyin ruh halinin yansımasıdır. Gece ve sükût imgelerinin bir arada kullanılması ile gecenin, yalnızlığı tetikleyici bir unsur olmasına göndermede bulunan şair için “gece” ve “sükût”, aynı anlamı çağrıştırırlar. Gece, yalnızlığın sese ve cisme bürünmüş şeklidir. Bu yalnızlık psikozu içinde “nisanın tabiatında bulunan bir el” mevcuttur. Bu el, ışığını sadece suya değil aynı zamanda şairin gönlüne de akıtarak “denizin ruhunun göklerle kucaklaşmasını sağlamıştır.” Suyun içinde görünen bu ışık, maddesel varlığından kurtularak, tin-sel bir yönelişle gönüllere yansıma edimi göstermektedir. Görünen bu ışık imgesinin deniz ve semanın kucaklaşmasını sağlaması “deniz” ve “sema” imgelerinin umudu ve huzuru temsil etmesinden kaynaklanır. Şair, bütün yalnızlığı içinde kendini bu yalnızlıktan kurtarmasını ümit ettiği “muhayyel bir sevgilinin” özlemini hisseder. Yaşamdan kopma ve içe kapanma neticesinde sığınılan hayaller, Ahmet Haşim'in çocukluğundan gelen bazı duyguları, harekete geçirir ve şair, gece vaktinde bilinçaltındaki saklı geçmişi ile yaşadığı zaman dilimi arasında gidiş gelişler yaşar. Gecenin şairin ruhunda oluşturduğu derin hislenmeler, bir bakıma geçmişinde yaşadığı olayların sembolik bir tarzda dışavurumudur.

Anne rahminin huzurlu ortamından, anlamını bilmediği bir kaotik ortamın içine giren birey, orada yaşadığı mutlu ve huzurlu anları deniz imgesinde arar. Yatay bir imge olan deniz imgesi, bireyin içsel dünyasında anne imgesiyle birleşerek; onu doğum edimiyle birlikte uzaklaşmak zorunda kaldığı annesine yaklaştırıcı bir unsur olarak belirir.

Semâ ise denizin gökselleşerek cennete dönüşmesinin sembolüdür. Sıkıştırılmış makrokozmik dünyanın içinde yaşamaya mahkûm olan bireyin, göğe duyduğu özlem, ötelere gitme ve kuşatılmışlıktan kurtulma isteğinin sonucudur.



Yukarıdaki dizelerde geçen ağaçların hava ile sarılması ağacın hem yere hem de göğe ait bir unsur olmasından kaynaklanır.“Simyada zıtların birliğinin simgesi ağaçtır; bu nedenle, kendini dünyasında yabancı hisseden ve varlığını artık ne artık var olmayan geçmişle ne de henüz olmamış gelecekle temellendirebilen günümüz insanının, bu dünyada kök salan ve göğün kutbuna uzanan, aynı zamanda da insanın kendisi olan dünya ağacı simgesine yeniden sarılmasına şaşmamak gerek.. Simgeler tarihinde bu ağaç, ebediyen olana ve değişmeyene doğru büyüme ve yaşam yolu olarak tasvir edilir, zıtların birliğinden doğmuştur ve bu birleşmenin gerçekleşmesinin nendi onun ebedi varlığıdır.”


Benzer Konular

20 Kasım 2015 / qenCo Cevaplanmış
12 Nisan 2011 / virtuecat Edebiyat tr
12 Ekim 2008 / Kral_Aslan Türkiye'den
3 Ekim 2012 / Misafir Soru-Cevap
17 Şubat 2013 / Heaven Soru-Cevap