Arama

Gelenek Nedir? Gelenek Hakkında Genel Bilgiler

Güncelleme: 10 Kasım 2013 Gösterim: 152.963 Cevap: 5
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Ekim 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gelenek Nedir?

Sponsorlu Bağlantılar
Gelenek bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlardır.

Sosyal Bilimlerde Gelenek
Gelenek kavramına sosyal bilimlerin farklı alt disiplinlerinin yaklaşımları ile geleneksel toplumların yükledikleri anlamlar arasında hem benzerlikler hem de farklılıklar bulunur. Sosyal bilimler geleneğe toplumların yaşadıkları coğrafya, iklim vb. gibi dışsal koşullara uyum sağlamak amacıyla türetilmiş, beşeri kaynaklı "inşa"lar, "icat"lar olarak bakarken geleneksel toplumlar kendi geleneklerinin kaynağını mitsel atalar, kahramanlar ve Tanrı gibi kutsalda görürler. Sosyal bilimlerde daha fenomenolojik bir yaklaşımla gelenekleri salt işlevsel özellikleri yönüyle görüp kökenlerini bu işleve bağlayan açıklamaların yanısıra gelenekleri belirli bir anlam bütünlüğünü yansıtan fenomenler olarak değerlendiren yazarlar da vardır. Her ne kadar bu yazarlar da geleneğin kaynağını kutsalda görmemekteyseler de onun sadece işlevsel boyutuna indirgenemeyeceğini iddia etmişlerdir. Özellikle Avrupa'da aydınlanma çağı sonunda gelişen Tarih anlayışı ve Tarihselcilik perspektifi geçmişe ilişkin (ve günümüzdeki de) her düşünce, anlayış ve tavrın kaynağını dönemin diğer olgularının bütünselliği içinde aramak yönünde bir eğilimin gelişmesine yol açmıştır. Aydınlanmanın kaynağı evrimci görüşe kadar giden ilerlemeci tarih perspektifini de meşrulaştıran bu perspektif sosyal bilimlerde hakim görüş olarak varlığını sürdürmektedir.
Gelenek üç bağlamda ele alınabilir:
  • İlki geçmiş yaşam biçimlerinin içinde yaşanılan ana taşıdıkları maddi ve manevi değerler bütünüdür. Bu sosyolojik anlamda en fazla rağbet gören izahtır. Beşeri düzlemde toplumu tüm dinamikleri ile inşaa eden güçtür.
  • İkincisi ise geleneğin özünü teşkil ettiği ifade edilen kutsalla olan münasebetten dolayı geleneğin zengin ve kutsi değerler ihtiva eden köklü yanıdır ki, bu anlamda gelenek ilkinden farklı olarak hem fenomenolojik hem de ilahi bir yön taşır. Bu sosyolojik ve beşeri anlamından çok daha farklıdır.
  • Üçüncüsü ise geleneğin postmodernist yaklaşımlarla ele alınmasından kaynaklanan aletsel, işlevsel yani kullanıma açık madde yönüdür. Bu anlamıyla gelenek bir anlamlar rezervidir. Kendisinden her bakımdan istifadeye açık bir hinterlandtır. Bahsettiğimiz yönü geleneğin dışsal-formel yönüdür ki sanat ve edebiyata teseri eden bir başka cephe de budur.
Tradisyonalist Ekolde Gelenek Anlayışı
Geleneğe (tradisyona) dair söylenecek sözlerin başında yer alması gereken belki de en önemli ifade, onun aşkınlığıdır (transandantal). Zaten geleneğin bir realite veya ifade olarak ortaya konulması durumunda karşısına oturtulacak kavram olan modernizmin de en mühim sorunsalı onda aşkın bir ilkenin bulunmamasıdır. J. Evola’dan alıntılayarak şunu söyleyebiliriz ki bu yönüyle modernizm sadece ama sadece aşkın ilkeden sapmanın kendisi ve neticesidir. Ki bu durumda moderni geleneğin (tradisyonun) mefhum-u muhalifi addetmek bizce makbul ve meşrudur.
Bu durumda ayrıca geleneğin bir tarifini yapmak acaba çok da gerekli midir? Açıkçası biz onu modernlerin ölçemediği belli bir tanımlama ile sınırlamak ya da belli bir çerçeveyle tasnif etmek istemiyoruz ama bu tutumumuz onun tanımsızlığından değil, modern insanın onu oluşturan ilkelere ve bu ilkelerin aşkınlığına ne denli uzak ve soğuk duruyor olması gerçekliğinden ötürüdür. Bu ise hiç de öyle sanıldığı gibi kolayca aşılacak bir mesele değildir: çünkü modern insan kendine ait bireysel tahakkuk sürecini modernitenin çizdiği çerçeve içerisinde toplumsal ya da çevresel –ve genel manasıyla tarihsel- dayatmaların içinde başlatmış ve tüm algı ve yargısını yine aynı çerçevenin hudutları dahilinde oluşturmak suretiyle kendini hakiki değerlerine yabancı ve neredeyse düşman haline getirmiştir. Bu durum elbette bireysellik ve bireycilik ayrımına da dayanan ilkelerden kopuşun ifadesidir. Öyle ki kişinin kendini ifade edişi olarak toplumsal konumlanışı ve kendindeki hakikati yaşayışı olarak da bireysel tekamülü, hayatın ona sunduğu realitede olgunlaşmanın dışına taşarak –yani tahakkunu reddederek- egonun alanında tamamen belirsizliğe saplanmıştır. Bunun ilkelerden kopuşla alakası ise insanın içkin ve aşkın bilgiden kendini mahrum edişinden başka bir şey değildir. Modern insan için tek bir bilgi vardır o da kudsiyeti reddeden profan bilimin basit ve düzeysiz çıkarımlarıdır ki bilgisi eşyanın varoluşundan ibaret olan aklın yarattığı değerler de doğal olarak oluşların kendisiyle sınırlıdır. Bugün maneviyat ve hikmet üstüne düşünen herkesin Descartes’ın cogito’suna bir anlam verememesi de buna dayanmaktadır.
Tüm eşyayı ilkelerden ayrı olarak incelerseniz size kalan sınırlı ve dar bir hissiyatın sanrılarıdır ki geniş ve derin bir perspektifle profan aklın ötesinde metafizik boyuta dair bir müşahede olmaksızın bunlarla yetinmek kişiyi hakikatten perdeler. Zaten dediğimiz gibi geleneğin ifade edilişinde yaşanan zorluğun temelinde yatan da budur: modern insanın hakikate dair fikriyatının salt hissiyat –beş duyu algısı- ile sınırlandırılmış olması sorunu. Bu ise Platon’un mağara metaforuyla anlattığı halin kısırdöngüsüdür. Yaşadığımız evrende çevremizi kuşatan ve gerçek diye algıladıklarımızın esasen hakikatin birer gölgesi olabileceği ve bu gölgelerin oluşması için hakikatten öte bir ışığın varlığı anlaşılamamaktadır. Doğal olarak gölgenin ve yansımanın olduğu mekanın kaynağına dair hiçbir şey söylen(e)meyerek her şey bir hiçmişçesine unutturulmaktadır. Teknolojik devrimlerdeki zorunlu sürekliliğin kaynağı da zaten bu unutma/unutturma uğraşısıdır: Tüm meşguliyetlerini ilahi ya da aşkın olana rabıta ederek yapan geleneksel insanın tersine modern insan rabıtasız yürüttüğü meşguliyetlerini en kısa bir zaman diliminde tamamlayıp kendini egonun tatminsizliğine terk etmektedir. Konfor, rahatlık ve eğlence -ve bunlara dönük olarak ya da bunlar için zaman yaratacak olan- ve sürekli yenilenen teknoloji, modernizm için bu nedenle olmazsa olmazdır. Toplumsal boyutta da yine aynı şekilde terennüm eden eşitlik, hümanizm ve demokrasi talebi yine aynı gerekçelerle modernitenin prensiplerini belirlemektedir.
Şimdi tüm bu tespitlerden sonra kısaca geleneğin ne olduğunu söyleyebiliriz: Bizce gelenek (tradisyon) aşkın -yani beşer-üstü ve ilahi olan- hakikatin, ilkelerin ve onların ortaya koyduğu tüm doktrin, bilgi ve realitenin kapsayıcı ifadesidir. Salt bu tanımlama aslında geleneğin profan akılca kavranamayacağının da en basit bir delilidir. Bununla birlikte ona dair ortaya konulan bir çok gereksiz ifadenin de kaynağına bir gönderme yapar; bu durum elbette geleneğin aşkınlığıdır ki bugün onun beşer-üstü oluşu adeta görmezden gelinircesine hurafe ya da adet de diyebileceğimiz bir çok saçmalık, topluma ait –uzun ya da kısa- tarihi bir geçmişi olan her tür uygulama ve tavır gelenek olarak isimlendirilmektedir. Bunun altında geleneksel formları, yaşadığı çağın gerekliliklerine adapte etmek gibi halis ve iyi niyetler olabileceği gibi bu formların beşer-üstü doğasını idraksizlikten kaynaklanan ve dejenerasyonun da alameti olan bilgisizlik kökenli kötü niyetler de olabilmektedir.
Tüm bunlarla beraber asli düşüş gerçekliği önünde mevzu bahis “sapma” hakkında bazı şeyler söylemek gerekiyor çünkü içinde yaşadığımız zaman açısından geleneği anlamlandırabilmemiz için geleneğin ne olmadığını da çok iyi anlamak şarttır.
Modernizmin ortaya çıkışına sebep olan da tam olarak akıl ve onun işlevinin yanlış değerlendirilmesidir. Ya da daha net olarak söylersek, aklın bütüncül işlevinin inkar edilmesi suretiyle potansiyelinin madde ile sınırlandırılmasıdır. Ki zaten modernlerin anladığı akıl ile tradisyonalistlerin anladığı akıl arasındaki fark da yine buna dayanmaktadır.
Geleneksel düşünce aklı, müdrike/entelekt olarak değerlendirir ki bu bilfiil olanın bilkuvve ile bilinçte birliğine tekabül eder; değerlendirme için ölçüt asla bilgi değil ama içsel idraktir. Bilgi ise aşkın tezahürün sadece bir imgesi ve yani tek başına hiçbir itibarı olmayan, insan ile kamilleşen bir işarettir.
Profan akıl ise (rasyonalite) yalnız bilfiil olanı kavrayabilir ve bu nedenle şeylerin yani oluşların sebeplerini değil neticelerini, ortaya çıkışlarını değerlendirir. Onun için eşyanın aslı ve ilkesi önemsizdir çünkü bilgi varlıktan tamamen bağımsız ve ikincildir. Varlığın kendisi değil ona dair olandır. Zaten bu sebeple denilmiştir ki Descartes’tan sonra felsefenin ana sapması, varoluşun madde-ruh ikiliğine düşürülmesidir. –Ki bunun da nedeni rasyonalitenin bütünleyici değil analizci olmasıdır ve bu analizci perspektif bugün modern bilimlerin tamamında hakimdir.-
Esasta tüm değerlerin yaratıcısı ilkelerdir, akıl ise ancak bu değerlerin biçimlendiricisidir; gelenek burada –ister bilginin kendisi olsun, ister bireysel tahakkuk olsun, ister toplumsal yapılanış olsun- varoluşu bu mutlak, değişmez, saltık haldeki aşkın olan ilkelere uyumlu olarak tespit eder ve sürdürür. Onu beşeri hükümlerin kurbanı yapmaz, varoluşun çok katmanlı boyutsal derinliğindeki aşkın birliğini görür ve bu birliğin ahengi uğruna tüm tezatlıkları reddeder. Bu asla varoluşta ruh-madde, tarihsel olan ve tarihsel olmayan vs. ikilikler yaratmak demek değildir. Geleneğin kendisi ikiliksizdir. Geleneksel anlayışta varlık ve bilgi bir ve aynı şeylerdir; ruh ve madde ya da tarihsel olan ve olmayan aynıdır, eşdeğerdir.
Bu açıdan oluşlara bakıldığı takdirde zaten geleneğin ne olduğu da ne olmadığı da anlaşılacaktır.
Açıkçası bununla ilgili fazla söze de gerek görmüyoruz. Biz burada elbette geleneğe dair çok fazla bir şey söyleme imkanına da sahip değiliz, belki zaman içerisinde birbirini tamamlar tarzda ve genel perspektifin ortaya konulması babında ilaveler yapılabilir. Ancak maksadımız zaten çeşitli kişi ve kaynaklarca da incelenen ve hakkında bir şeyler söylenmiş ve söylenecek olan bir konuya daha güncel bir ifade ile yaklaşmaktı.
Bunun haricinde geleneğin tüm detaylarını ele alıp incelemek belki bizi aşan ve pek de ihtiyaç duymadığımız bir tavır olur. Hasılında eşyayı tanımak için bütün eşyayı inceleme fikrine sahip değiliz ya da eşyayı komple analiz etme ihtiyacını da duymuyoruz. Zaten “zerre küllün aynasıdır” ifadesinde de işaret edildiği gibi her şeye yalnızca doğru perspektiften bakabilmek her şey için yeterlidir. Ki bu kişiye aşkın birliğin derin hissedişlerinde varoluşu tanıma imkanı verecektir. Bu yazıda da gelenek ilke düzeyinde de olsa okuyucuya kendini ifşa etmektedir; okuyucudan onu dışsal bir bilgi saymak yerine kendindeki yansımalarını aramak ise belki tek beklentimizdir.


Derlemedir.


_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
11 Mayıs 2010       Mesaj #2
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
GELENEK

Sponsorlu Bağlantılar
Bir toplulukta zaman içinde meydana gelen ve toplum içerisinde kabul gören maddî ve manevî husus ve alışkanlıklar Bunlara âdet de denilir Örf ise, biraz daha kuvvetli hâle gelmiş âdet ve geleneklerdir Örfler, hukuk açısından önemli bir hüküm kaynağı olarak kabul edilmişlerdir

Gelenek veya âdetler, eskiden devralınan ve toplum hayatının çeşitli yönlerinde yerleşen iş ve davranış tarzlarıdır Bu bakımdan eskiden devralınan her düşünce ve alışkanlık, kötü olmayacağı gibi; mutlaka iyi de demek değildir Bazı âdet ve gelenekler toplumları yozlaşmaya ve atalete sevk ederken; bir başka tür gelenekler, sosyal hayatın sürekliliği ve ahengi için önemli faydalar sağlar
Eski asırlarda örf ve âdetlerin büyük rolü vardı Çünkü insanın yaşadığı iktisadî hayatın bünyesine uygun mevzuat yapma yoluyla hukuk kaideleri koyma güç olduğundan, insanların hayatını düzenleyen kaidelerin temel kaynağı örf ve âdetler idi Bu sebeple toplumlar, muayyen örfleri kabul ederek, onları tatbik ediyorlardı

Örf ve âdet, temel ve önemli bir şey ile ortaya çıkar Yani toplumun arzusu, bünyesi ve değerlerine uygun olarak ortaya çıkar; toplumun bünyesinin değişmesiyle değişir Ayrıca örf ve âdet, bazı meselelerde kanunun unutarak yaptığı hatayı telâfi eder Bu durumda, kanunun temas etmediği bütün meselelerde bir hukuk kaynağı olarak örf ve âdete başvurulur

Örf, İslâm hukukunda ikinci derecede fer'î bir hüküm kaynağı olarak kabul edilir Örf, kendisinden daha geniş olan âdetten ayrılır Âdet, şahıs ve cemaatlerden tekrar tekrar sâdır olan her davranışa denilir Örf, âdetin bir çeşididir Bir kavmin veya topluluğun söz ve fiil hâlinde âdetleridir (Faruk en-Nebhân, İslâm Anayasa ve İdare Hukukunun Genel Esasları, Çev Servet Armağan, İstanbul 1980, s 241-339)

İslâm alimleri örf ve âdeti; "Akl-ı selîmin üzerinde ittifak ettiği ve halkın devam edegeldiği şeylerdir ki, birçok kere tekrar olunur" şeklinde tarif etmişlerdir Ayrıca örf ve âdette dikkat edilecek husus; "Şer'an ve aklen müstahsen olması, selim akıl sahipleri yanında münker olmamasıdır" (Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, İstanbul 1983, s 139)

Örf fıkhî manada umumî ve hususî olmak üzere ikiye ayrılır Umumî örf: Birçok memleket ve cemiyetlerin müşterek olan örfleridir Hususi örf: Belirli bir memleketin veya cemâatin tekrar tekrar işledikleri şeylerdir Amelî örf, bir yerde fiilî bir şeyin insanlar arasında âdet ve teâmül hâline gelmesidir Meselâ bir bölgede koyun etinin yenmesi mutad olduğu gibi, diğer bir yerde keçi etinin yenmesi mutaddır

İslâm, yerleştiği dönemlerde insanlar arasında iyi olarak bilinmiş ve teâmül hâline gelmiş olan bazı örf ve âdetleri olduğu hal üzere bırakmış ve böylece örf, âdet ve teâmül İslâm hukukunun önemli kaynaklarından birisini teşkil etmiştir (Osman Öztürk, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, İstanbul 1973, s 7)

Batı literatüründe gelenek "toplumda değerler ve kurumların en ağır değişen ve eski toplumlarla yaşayan toplumların arasında bir bağ oluşturan sosyal miras" olarak geçer Geleceğin payı ve toplumun eski şekillerini yenilerine bağlama gücü toplumdan topluma değişir Bazı sosyologlar devrimlerin gelenekleri ortadan kaldırdıklarını söyler, fakat en sert devrimlerden sonra dahi bir kısım geleneklerin kaldığı görülmektedir (H Ziya Ülken, Sosyoloji Sözlüğü, İstanbul 1969, s 115)

Batı düşüncesinde genel kabul gören bir düşünüş olarak sosyal değerlerde sürekli "değişim" vardır Bu görüşten hareketle kültürün de bir değişime uğradığı ve kaçınılmaz bir değişim geçireceği kabul edilir Mourice Duverger'e göre: Kültürün geleneksel öğeleri; her geçen gün kültüre eklenen yeni tekniklerin, değerlerin, tasarımların etkisiyle yok olma baskısı altında kalır Bazen bu yeni öğeler, eskilere yalnızca eklendiğinden, olay basit bir toplamadan ibaret kalır Fakat, çoğu zaman yeni öğeler eskilerin yok edilmesini ya da dönüştürülmesini gerektirir Dolayısıyle tüm kültürler sürekli olarak bir evrim geçirirler (Mourice Duverger, Siyaset Sosyolojisi, İstanbul 1975, s 124)

Bu açıklama tarzı, gelenekselliğin mutlaka yanlış ve hatalı olduğundan kaynaklanan bir "anlayış biçimi"yle ilgilidir Batıda bir fikir veya sistem, kalıcı bir özellik taşıyorsa gelenekseldir ve her geleneksel ise, yanlıştır Bu görüş, Rönesans öncesi geleneksel düşünce ve inanışı temsil eden Ortaçağ hristiyan felsefesinin reddedilmesinden kaynaklanan bir tavırdır Bundan dolayı Batı için gelenekçilik, basit olarak geçmişe ait bir özlemi ve eski değerlerin benimsenmesi şeklinde anlaşılmakta ve kabul görmemektedir İslâmî anlayışta ise, doğru kabul edilenin muhâfazası ve korunması şeklinde bir gelenekçilik sözkonusudur Müslümanlar İslâm'ın en ideal yaşandığı "Asr-ı Saadet" dönemini muhâfaza etmek ve ona uygun bir yaşayış modelini sürdürmek arzusu içindedirler Bunun dışındaki her türlü yaşayış modeli, muhafaza edilmeye ve sürdürülmeye lâyık kabul edilmemektedir Böylece İslâmî anlayışta ileri-geri kavramları, zaman ve mekan faktörleri dışında gelişen bir özellik taşımaktadır Gelenekçi veya modernist düşünce ve yaşayış, ancak İslâm'a olan yakınlığı ve uzaklığı nisbetinde değer kazanır

İslâm'ın eksik anlaşıldığı dönemlerde, müslümanlar tek taraflı mistik bir ruha yönelmiş ve dünyayı terketme bir erdem kabul edilmişti Bu durum, müslüman toplumları geleneklerin muhafazasına ve her türlü gelişmeye kapalı hale getirdi: Mâzinin müdâfa asına yönelince, kültür, bir arkeolojik karaktere bürünmekte; zihnî fikrî faaliyet ileriye değil, geriye çevrilmiş bulunmaktadır Bu itidalsiz geriye dönüş, her kültür sahasında hal ve istikbalini zaruretleriyle uyuşmayan bir ric'at şeklini almaktadır

İşte İslâmî bakış tarzının kayboluşu sonucu, müslüman toplumlar sapmanın bir çeşidi olan İslâm dışı geleneklerin ağına düşmektedirler Bu noktada müslümanlara düşen görev vahiy kaynaklı Nebevî İslâmî geleneği yeniden diriltip yaşatmaktır.

Sami ŞENER

"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Ekim 2010       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gelenek terimi günümüz sosyal bilimle*rinde karşılaşılan en karmaşık ve belirsiz kelimelerden biridir. Çoğu zaman kabaca “gelenek” dendiğinde belli bir yolu izle*me, belli bir çerçevede hareket etme ya da daha önceden birisinin ortaya koyarak gelenekselleştirdiği şeyi devam ettirme (Manrist gelenek ya da hat geleneği gibi) anlaşılır. Geleneğin bundan başka ve en popüler anlamı, günlük dilde örf, âdet ve töre anlamında kullanılanıdır. Bu anla*mıyla gelenek, toplum içerisinde belirli bir davranış kümesini yönlendiren, belli davranış kalıpları üreten ve insanları bu kalıplara göre davranmaya zorlayan Ma-niheimci anlamda bir ideolojik aygıttır. Gelenekçi ise bu anlayışı benimseyip top*lumun değişim dönemlerinde sürdürme*ye çalışan kimseye denir (Bu bağlamda ço*ğunlukla “görenek” kelimesiyle bir arada kullandır). Geleneğin bu birisi çok dar ve spesifik, öbürü ise çok genel ve sınırları belirsiz anlamlarının dışında, dini dozu yüksek üçüncü bir anlamı daha vardır ki, bu anlam muhtemelen her iki anlamın da kendisinden türediği kadim Gelenek’tir.
Gelenek terimi günümüz sosyal bilimle*rinde karşılaşılan en karmaşık ve belirsiz kelimelerden biridir. Çoğu zaman kabaca “gelenek” dendiğinde belli bir yolu izle*me, belli bir çerçevede hareket etme ya da daha önceden birisinin ortaya koyarak gelenekselleştirdiği şeyi devam ettirme (Manrist gelenek ya da hat geleneği gibi) anlaşılır. Geleneğin bundan başka ve en popüler anlamı, günlük dilde örf, âdet ve töre anlamında kullanılanıdır. Bu anla*mıyla gelenek, toplum içerisinde belirli bir davranış kümesini yönlendiren, belli davranış kalıpları üreten ve insanları bu kalıplara göre davranmaya zorlayan Ma-niheimci anlamda bir ideolojik aygıttır. Gelenekçi ise bu anlayışı benimseyip top*lumun değişim dönemlerinde sürdürme*ye çalışan kimseye denir (Bu bağlamda ço*ğunlukla “görenek” kelimesiyle bir arada kullandır). Geleneğin bu birisi çok dar ve spesifik, öbürü ise çok genel ve sınırları belirsiz anlamlarının dışında, dini dozu yüksek üçüncü bir anlamı daha vardır ki, bu anlam muhtemelen her iki anlamın da kendisinden türediği kadim Gelenek’tir.
Gelenek terimi günümüz sosyal bilimle*rinde karşılaşılan en karmaşık ve belirsiz kelimelerden biridir. Çoğu zaman kabaca “gelenek” dendiğinde belli bir yolu izle*me, belli bir çerçevede hareket etme ya da daha önceden birisinin ortaya koyarak gelenekselleştirdiği şeyi devam ettirme (Manrist gelenek ya da hat geleneği gibi) anlaşılır. Geleneğin bundan başka ve en popüler anlamı, günlük dilde örf, âdet ve töre anlamında kullanılanıdır. Bu anla*mıyla gelenek, toplum içerisinde belirli bir davranış kümesini yönlendiren, belli davranış kalıpları üreten ve insanları bu kalıplara göre davranmaya zorlayan Ma-niheimci anlamda bir ideolojik aygıttır. Gelenekçi ise bu anlayışı benimseyip top*lumun değişim dönemlerinde sürdürme*ye çalışan kimseye denir (Bu bağlamda ço*ğunlukla “görenek” kelimesiyle bir arada kullandır). Geleneğin bu birisi çok dar ve spesifik, öbürü ise çok genel ve sınırları belirsiz anlamlarının dışında, dini dozu yüksek üçüncü bir anlamı daha vardır ki, bu anlam muhtemelen her iki anlamın da kendisinden türediği kadim Gelenek’tir.
CenneT-ul Meva - avatarı
CenneT-ul Meva
Ziyaretçi
31 Ekim 2010       Mesaj #4
CenneT-ul Meva - avatarı
Ziyaretçi
Gelenek hakkında ansiklopedik bilgi

Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, Toplum, insanı etkileyen gerçek ilişkiler bütünüdür. Belli bir toprak üzerinde yaşamak, ortak bir politik iradeye bağlı olmak ve kültürün ortaklığının olması ile karakteristiktir.

Bilgi Osmanlıca: Malumat, İlim, İrfan, Marifet, Vukuf; Fransızca:Connaissance; Almanca; Erkenntnis Kenntnis; İngilizce: Cognition, Knowledge; İtalyanca Cognizione, Conoscimento, Conoscenza) İnsanın, toplumsal emeğiyle meydana çıkardığı nesnel dünyanın yasalı ilişkilerinin, düşüncesinde yeniden üretimi.

Töre, bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünüdür.

Gerçek ya da hayali bir geçmişle olan sürekliliğin önemini ima ederken, belirli eylem normlarını kutsa­yan ve öğreten pratik veya uygulamalar bütünü. Bir topluluğun, mevcut toplumsal yapısı­nı ve değer sistemini çok büyük sarsıntılar yaşamadan koruyup devam ettirmek amacıy­la, kendinden önceki kuşaklardan devraldığı, belli bir dönüşüme uğratarak sonraki nesille­re aktardığı, başta inançlar, düşünüşler ve kurumlar olmak üzere, her tür sosyal pratik.

Bu çerçeve içinde, bir toplumun gelenek­leriyle ilgili olanı; geleneğe eski alışkanlık­lara dayanan şeyi; modern dünyaya değil de, kadim dünyaya ait olanı tanımlamak için geleneksel nitelemesi kullanılır. Buna göre, kentli, kapitalist, modern endüstri top­lumunun tam zıddı olan toplum türüne gele­neksel toplum adı verilmektedir. Bir toplu­mun aktüel varoluşunun temelinde olduğu kadar, geleceğinin inşasında da hareket noktası kabul edilen geçmiş yaşantı, tecrübe ve alışkanlıkların meydana getirdiği norma­tif unsurlara geleneksel değer denmektedir. Öte yandan, iktidarın meşruiyetinin, elde ediliş tarzı ve değişiminin geçmişteki uygu­lamalara bağlı kılındığı otorite tarzı geleneksel otorite diye tanımlanır.

Yine aynı anlam içinde sözgelimi eğitimde, program, yöntem, ölçme, öğrenci-öğretmen ilişkileri açısından çağdaş eğitime ters düşen, öğren­cinin değil de öğretmenin etkin olduğu eği­tim anlayışı geleneksel eğitim olarak tanım­lanır.Bir nesnenin, özellikle de canlı bir yaratığın, bir organizmanın belli bir ortamdaki hareket tarzı, canlıların
çeşitli durum ve ortamlardaki tepkileri, bireyin için­de bulunduğu doğal ya da toplumsal ortamın uyaranlarına tepki gösterme ya da yanıt verme biçimi için kullanılan genel terim.
123456789trc - avatarı
123456789trc
Ziyaretçi
19 Ekim 2011       Mesaj #5
123456789trc - avatarı
Ziyaretçi
Töre, gelenek, görenek, örf ve adet gibi kavramların hepsi içine alan geniş kapsamlı bir terim. Türk dilindeki türa sözcüğünden gelir. Bir toplulukta, bir grupta, bir yöre halkında bireylerin uymaya yükümlü olduklarıda yada zorlandıkları davranış kalıplarının ve tutumlarının tümünü içine alan töreler özelikler geleneksel kesimde ve kırsal alandaki etkinliği ile dikkat çeker. Öyle ki töreleri zedeleyen yada törelere aykırı sayılan davranışlar çoğu kez bağışlanmaz bir tutumla yasaların yargılamasına zaman bırakmadan bu tür durumlar için toplumca belirlenmiş olan cezalara çarptırılırlar.

Hazırlayan 123456789trc : Msn Rolleyes Msn Grin Msn Tongue
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
RealEsra27 - avatarı
RealEsra27
Ziyaretçi
10 Kasım 2013       Mesaj #6
RealEsra27 - avatarı
Ziyaretçi
Gelenek
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Gelenek ve görenekler; bir toplumda, bir toplulukta çok eskilerden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar.
Gelenek kavramına sosyal bilimlerin farklı alt disiplinlerinin yaklaşımları ile geleneksel toplumların yükledikleri anlamlar arasında hem benzerlikler hem de farklılıklar bulunur. Sosyal bilimler geleneğe toplumların yaşadıkları coğrafya, iklim vb. gibi dışsal koşullara uyum sağlamak amacıyla türetilmiş, beşeri kaynaklı "inşa"lar, "icat"lar olarak bakarken geleneksel toplumlar kendi geleneklerinin kaynağını mitsel atalar, kahramanlar ve tanrı gibi kutsal da görürler. Sosyal bilimlerde daha fenomenolojik bir yaklaşımla gelenekleri salt işlevsel özellikleri yönüyle görüp kökenlerini bu işleve bağlayan açıklamaların yanı sıra, gelenekleri belirli bir anlam bütünlüğünü yansıtan fenomenler olarak değerlendiren yazarlar da vardır. Her ne kadar bu yazarlar da geleneğin kaynağını kutsalda görmemekteyseler de onun sadece işlevsel boyutuna indirgenemeyeceğini iddia etmişlerdir. (bkz. Claude Levi Strauss)Özellikle Avrupa'da aydınlanma çağı sonunda gelişen Tarih anlayışı ve Tarihselcilik perspektifi geçmişe ilişkin (ve günümüzdeki de) her düşünce, anlayış (konsept) ve tavrın kaynağını dönemin diğer olgularının bütünselliği içinde aramak yönünde bir eğilimin gelişmesine yol açmıştır. Aydınlanmanın kaynağı evrimci görüşe kadar giden ilerlemeci tarih perspektifini de geçerli kılan bu perspektif sosyal bilimlerde hakim görüş olarak varlığını sürdürmektedir.
Gelenek üç bağlamda ele alınabilir. ilki geçmiş yaşam biçimlerinin içinde yaşanılan ana taşıdıkları maddi ve manevi değerler bütünüdür. bu sosyolojik anlamda en fazla rağbet gören izahtır. Beşeri düzlemde toplumu tüm dinamikleri ile inşa eden güçtür.
ikincisi ise geleneğin özünü teşkil ettiği ifade edilen kutsalla olan ilişkiden dolayı geleneğin zengin ve kutsal değerler içeren köklü yanıdır ki, bu anlamda gelenek ilkinden farklı olarak hem fenomenolojik hem de ilahi bir yön taşır. bu sosyolojik ve beşeri anlamından çok daha farklıdır.
üçüncüsü ise geleneğin postmodernist yaklaşımlarla ele alınmasından kaynaklanan aletsel, işlevsel yani kullanıma açık madde yönüdür. Bu anlamıyla gelenek bir anlamlar birikimidir (deposodur). Kendisinden her bakımdan yararlanmaya açık bir hinterlandtır. bahsettiğimiz yönü geleneğin dışsal-formel yönüdür ki sanat ve edebiyata tesir eden bir başka yön de budur.
Ezoterizmde gelenek

Ezoterizmde gelenek, "geçmişte insanlığa çeşitli yollar ve irtibatlarla verilmiş, dinsel, ezoterik, okült, mitolojik ve folklorik (masal, dans vs.) biçimlere bürünerek, sözlü ve yazılı halde, günümüze dek aktarılagelmiş hakiki (hakikatlere ait) bilgiler bütünü" olarak tanımlanır. Dolayısıyla, bu kapsamlı anlamıyla gelenek, ezoterizmde örf, adet, anane ile veya mitoloji ile eş anlamlı sayılmamakta, fakat bunlarda bulunan derin bilgileri de içermektedir.
Terimi bu anlamda kullanan yazarlardan en tanınmışı ezoterizm üzerine birçok yapıtı bulunan René Guénon'dur. Gelenekçiliğin öncülerinden biri olarak kabul edilir.

Kaynak:vikipedi
Son düzenleyen RealEsra27; 10 Kasım 2013 15:41 Sebep: yanlış kelimeler

Benzer Konular

24 Mart 2015 / Misafir Taslak Konular
18 Mart 2017 / Alara Darya Kimya
24 Kasım 2010 / Ziyaretçi Soru-Cevap
24 Kasım 2012 / Misafir Soru-Cevap
5 Mart 2013 / Misafir Soru-Cevap