Arama

Sosyolojinin Tarihçesi

Güncelleme: 22 Mart 2015 Gösterim: 19.447 Cevap: 5
DeLLy - avatarı
DeLLy
Ziyaretçi
16 Kasım 2007       Mesaj #1
DeLLy - avatarı
Ziyaretçi
Ekonomi, politika bilimi, antropoloji, tarih ve psikolojiyi kapsayan diğer sosyal bilimler ile karşılaştırıldığında toplum bilimi oldukça yeni bir bilim dalıdır. Arkasındaki düşüncelerin ise daha uzun bir geçmişi vardır ve ortak insan bilgisi ve felsefesinin karışımına kadar izleri takip edilebilir.
Toplum bilimi 19. yüzyılın ilk yarısında modernliğin iddialarına karşı bir akademik tepki olarak belirmeye başladı: dünya küçülmeye başlayıp bütünleşmeye başlıyor, insanların dünyadaki deneyimleri hızlı bir şekilde atomize olup yayılıyordu. Toplum bilimciler sadece toplumsal grupları nelerin bir arada tuttuğunu öğrenmeyi değil aynı zamanda toplumsal dağılmaya karşı bir çare geliştirmeyi de umut ettiler.
Sponsorlu Bağlantılar
Sociology kelimesi 1838’de Auguste Comte tarafından Latince Socius (arkadaş, dost) ve Yunanca logos(bilim) kelimelerinin biraraya getirilmesi ile oluşturuldu.

Herbert Spencer
  • Comte insana dair bütün bilimleri – tarih, psikoloji ve ekonomi dahil, bütünleştirmeyi istiyordu. Onun toplumsal şemasi tam 19.yüzyıla özgüydü; tüm insanlığın aynı tarihsel aşamalardan (teoloji, metafizik, pozitif bilimler) geçtiğine inanıyordu ve eğer birisi bu gelişimi kavrarsa toplumsal hastalıklar için çareler de bulabilirdi. Toplum bilim ‘bilimlerin kraliçesi’ olmalıydı.
    • Sociology terimi ile ilk yayımlanan kitap İngiliz düşünür Herbert Spencer’in yazdığı The Study of Sociology(Toplum Bilimi Çalışması) idi (1874).
    • ABD’de bazıları tarafından Amerikan Toplum biliminin babası diye tanımlanan Lester Frank Ward, 1883’te Dinamik Toplum Bilim kitabını yayınladı ve ilk kez Kansas Üniversitesi, Lawrence’da 1890’da Toplum Bilim Öğeleri başlıklı bir kursta(Amerika'nın devam eden en eski toplum bilim bölümüdür) bu disiplin kendi adıyla öğretilmeye başlandı.
    • Kansas Üniversitesi’nde Tarih ve Sosyoloji Bölümü 1891’yılında kuruldu ve ilk tam anlamıyla bağımsız toplum bilim bölümü 1892’de Chicago Üniversitesi ‘nde 1895’te Amerikan Toplumbilimi Dergisini çıkaran Albion W. Small tarafından kuruldu.
    • İlk Avrupa toplumbilim bölümü, L'Année Sociologique ‘un (1896) kurucusu Émile Durkheim tarafından 1895’te Bordeaux Üniversitesi’nde kuruldu.
    • Birleşik Krallık’taki ilk toplumbilim bölümü London School of Economics and Political Science‘da (İngiliz Toplum Bilim dergisini de yayınlayan) 1904’de kuruldu.
    • 1919’da Almanya’da Ludwig Maximilians University of Munich’de Max Weber ve 1920’de Polonya’da Florian Znaniecki tarafından toplum bilim bölümleri oluşturuldu.
      • Toplum bilim alanında uluslararası işbirliği 1893’te, René Worms tarafından kurulan ancak 1949’da oluşan çok daha geniş katılımlı Uluslararası Toplum Bilim Birliği (ISA) ile yıldızı kararan küçük Uluslararası Toplum Bilim Enstitüsü ile başladı.
      • 1905’te dünyanın en büyük profesyonel sosyologlar birliği olan Amerikan Toplum Bilim Birliği kuruldu.
      • 19. yy’dan 20. yy’ın başlarına kadar diğer “klasik” toplum bilim kuramcıları şunlardır:
        • Karl Marks,
        • Ferdinand Tönnies,
        • Émile Durkheim,
        • Vilfredo Pareto,
        ve Max Weber .
      • Comte gibi bu bilimciler de kendilerini sadece “sosyolog” saymaz. Çalışmaları din, eğitim, iktisat, hukuk, psikoloji, etik, felsefe ve teoloji konularına yöneliktir ve kuramları değişik akademik disiplinlere uyarlanmıştır. En çok ne var ki toplum bilim üstünde etkili olmuşlardır (aynı zamanda ekonomi üstünde de merkezi bir isim olan Marks’ı hariç tutarak) ve gene onların kuramları bugün hala en uygulanabilir kuramlar olarak düşünülmektedir.




        Disiplinin içinde, bilimsel açıklamadan farklı olan anlayışın felsefi kökleri vardı. Comte’un başını çektiği ilk kuramcıların toplum bilime yaklaşımı, toplumu anlamak için doğal bilimlerde kullanılan yöntemleri ve yömtembilimini aynen uygulayarak toplum bilimin bir doğal bilim gibi geliştirmekti. Deneycilik ve bilimsel yönteme yapılan vurgu toplumbilimsel iddialar ve bulgular için tartışılmaz bir temel oluşturmayı ve felsefe gibi daha az deneysel disiplinlerden toplum bilimini farklılaştırmayı araştırıyordu. Pozitivizm denilen bu yöntembilimsel yaklaşım toplum bilimciler ve diğer bilim insanları arasında çekişme kaynağına ve sonunda disiplinin kendi içinde de bir ayrışma noktasına dönüştü. Böylece, bir çok bilim, gerekirci, Newtoncu modelden belirsizliği kabullenen ve içselleştiren olasılıklı modellere geçerken toplum bilim gerekirci (çeşitlemeleri yapıya, etkileşime veya diğer güçlere yükleyen)yaklaşıma inananlar ve her türlü açıklama ve tahmin olasılığına karşı duranların hakimiyetine girdi.

        Bilimsel açıklamadan farklı ikinci bir görüş ise kültürel hatta kendi başına toplumsaldı. 19.yy’ın başlarından itibaren insan toplumunun anlamlar, semboller, kurallar, normlar ve değerler gibi kendine özgü yanları bulunmasından dolayı doğal dünyadan toplumsal dünyanın ayrı olduğunu tartışan Wilhelm Dilthey ve Heinrich Rickert gibi bilim insanları tarafından toplum hayatını inceleyen pozitivist ve doğacı yaklaşımlar sorgulanmıştı. Toplumun bu öğeleri insan kültürlerini hem sonucuydular hem de bunlar tarafından üretiliyorlardı. Bu bakış açısı daha sonra antipozitivizmin (insancıl toplum bilim) kurucusu olan Max Weber tarafından geliştirildi. Anti-doğacılıkla yakın ilişkili bu anlayışa göre, toplumsal araştırma insanın kültürel değerlerine yoğunlaşmalıydı. Bu, bir insanın öznel ve nesnel araştırma arasında nasıl bir ayrım yapabileceği konusunda bazı tartışmalara yol açtı ve kişisel yorumlu (hermeneutical) çalışmaları etkiledi. Benzer tartışmalar, özellikle internet çağında, toplum bilimde, hedef kitleye özgü toplum bilimsel uzmanlığın yararına vurgu yapan kamu sosyolojisi gibi çeşitlemelere yol açmaktadır.

Son düzenleyen asla_asla_deme; 21 Ağustos 2009 14:32
KENCISii - avatarı
KENCISii
Ziyaretçi
8 Mayıs 2008       Mesaj #2
KENCISii - avatarı
Ziyaretçi
Tarihçesi

Sponsorlu Bağlantılar
Ekonomi, politika bilimi, antropoloji, tarih ve psikolojiyi kapsayan diğer sosyal bilimler ile karşılaştırıldığında toplum bilimi oldukça yeni bir bilim dalıdır. Arkasındaki düşüncelerin ise daha uzun bir geçmişi vardır ve ortak insan bilgisi ve felsefesinin karışımına kadar izleri takip edilebilir.
Toplum bilimi 19. yüzyılın ilk yarısında modernliğin iddialarına karşı bir akademik tepki olarak belirmeye başladı: dünya küçülmeye başlayıp bütünleşmeye başlıyor, insanların yeryüzündeki deneyimleri hızlı bir şekilde atomize olup yayılıyordu. Toplum bilimciler sadece toplumsal grupları nelerin bir arada tuttuğunu öğrenmeyi değil aynı zamanda toplumsal dağılmaya karşı bir çare geliştirmeyi de umut ettiler.
Sociology kelimesi 1838’de Auguste Comte tarafından Latince Socius (arkadaş, dost) ve Yunanca logos(bilim) kelimelerinin biraraya getirilmesi ile oluşturuldu.
  • Comte insana dair bütün bilimleri – tarih, psikoloji ve ekonomi dahil, bütünleştirmeyi istiyordu. Onun toplumsal şemasi tam 19.yüzyıla özgüydü; tüm insanlığın aynı tarihsel aşamalardan (teoloji, metafizik, pozitif bilimler) geçtiğine inanıyordu ve eğer birisi bu gelişimi kavrarsa toplumsal hastalıklar için çareler de bulabilirdi. Toplum bilim ‘bilimlerin kraliçesi’ olmalıydı.
150px Herbert Spencer

Herbert Spencer

  • Sociology terimi ile ilk yayımlanan kitap İngiliz düşünür Herbert Spencer’in yazdığı The Study of Sociology(Toplum Bilimi Çalışması) idi (1874).
  • ABD’de bazıları tarafından Amerikan Toplum biliminin babası diye tanımlanan Lester Frank Ward, 1883’te Dinamik Toplum Bilim kitabını yayınladı ve ilk kez Kansas Üniversitesi, Lawrence’da 1890’da Toplum Bilim Öğeleri başlıklı bir kursta(Amerika'nın devam eden en eski toplum bilim bölümüdür) bu disiplin kendi adıyla öğretilmeye başlandı.
  • Kansas Üniversitesi’nde Tarih ve Sosyoloji Bölümü 1891’yılında kuruldu ve ilk tam anlamıyla bağımsız toplum bilim bölümü 1892’de Chicago Üniversitesi ‘nde 1895’te Amerikan Toplumbilimi Dergisini çıkaran Albion W. Small tarafından kuruldu.
  • İlk Avrupa toplumbilim bölümü, L'Année Sociologique ‘un (1896) kurucusu Émile Durkheim tarafından 1895’te Bordeaux Üniversitesi’nde kuruldu.
  • Birleşik Krallık’taki ilk toplumbilim bölümü London School of Economics and Political Science‘da (İngiliz Toplum Bilim dergisini de yayınlayan) 1904’de kuruldu.
  • 1919’da Almanya’da Ludwig Maximilians University of Munich’de Max Weber ve 1920’de Polonya’da Florian Znaniecki tarafından toplum bilim bölümleri oluşturuldu.
150px Karl Marx

Karl Marx

  • Toplum bilim alanında uluslararası işbirliği 1893’te, René Worms tarafından kurulan ancak 1949’da oluşan çok daha geniş katılımlı Uluslararası Toplum Bilim Birliği (ISA) ile yıldızı kararan küçük Uluslararası Toplum Bilim Enstitüsü ile başladı.
  • 1905’te dünyanın en büyük profesyonel sosyologlar birliği olan Amerikan Toplum Bilim Birliği kuruldu.
180px Ferdinand Toennies Bueste Husum Ausschnitt

Ferdinand Tönnies


19. yy’dan 20. yy’ın başlarına kadar diğer “klasik” toplum bilim kuramcıları şunlardır:
  • Karl Marks,
  • Ferdinand Tönnies,
  • Émile Durkheim,
  • Vilfredo Pareto,
ve Max Weber .
Comte gibi bu bilimciler de kendilerini sadece “sosyolog” saymaz. Çalışmaları din, eğitim, iktisat, hukuk, psikoloji, etik, felsefe ve teoloji konularına yöneliktir ve kuramları değişik akademik disiplinlere uyarlanmıştır. En çok ne var ki toplum bilim üstünde etkili olmuşlardır (aynı zamanda ekonomi üstünde de merkezi bir isim olan Marks’ı hariç tutarak) ve gene onların kuramları bugün hala en uygulanabilir kuramlar olarak düşünülmektedir.
Disiplinin içinde, bilimsel açıklamadan farklı olan anlayışın felsefi kökleri vardı. Comte’un başını çektiği ilk kuramcıların toplum bilime yaklaşımı, toplumu anlamak için doğal bilimlerde kullanılan yöntemleri ve yömtembilimini aynen uygulayarak toplum bilimin bir doğal bilim gibi geliştirmekti. Deneycilik ve bilimsel yönteme yapılan vurgu toplumbilimsel iddialar ve bulgular için tartışılmaz bir temel oluşturmayı ve felsefe gibi daha az deneysel disiplinlerden toplum bilimini farklılaştırmayı araştırıyordu. Pozitivizm denilen bu yöntembilimsel yaklaşım toplum bilimciler ve diğer bilim insanları arasında çekişme kaynağına ve sonunda disiplinin kendi içinde de bir ayrışma noktasına dönüştü. Böylece, birçok bilim, gerekirci, Newtoncu modelden belirsizliği kabullenen ve içselleştiren olasılıklı modellere geçerken toplum bilim gerekirci (çeşitlemeleri yapıya, etkileşime veya diğer güçlere yükleyen)yaklaşıma inananlar ve her türlü açıklama ve tahmin olasılığına karşı duranların hakimiyetine girdi.

Bilimsel açıklamadan farklı ikinci bir görüş ise kültürel hatta kendi başına toplumsaldı. 19.yy’ın başlarından itibaren insan toplumunun anlamlar, semboller, kurallar, normlar ve değerler gibi kendine özgü yanları bulunmasından dolayı doğal dünyadan toplumsal dünyanın ayrı olduğunu tartışan Wilhelm Dilthey ve Heinrich Rickert gibi bilim insanları tarafından toplum hayatını inceleyen pozitivist ve doğacı yaklaşımlar sorgulanmıştı. Toplumun bu öğeleri insan kültürlerini hem sonucuydular hem de bunlar tarafından üretiliyorlardı. Bu bakış açısı daha sonra antipozitivizmin (insancıl toplum bilim) kurucusu olan Max Weber tarafından geliştirildi. Anti-doğacılıkla yakın ilişkili bu anlayışa göre, toplumsal araştırma insanın kültürel değerlerine yoğunlaşmalıydı. Bu, bir insanın öznel ve nesnel araştırma arasında nasıl bir ayrım yapabileceği konusunda bazı tartışmalara yol açtı ve kişisel yorumlu (hermeneutical) çalışmaları etkiledi. Benzer tartışmalar, özellikle internet çağında, toplum bilimde, hedef kitleye özgü toplum bilimsel uzmanlığın yararına vurgu yapan kamu sosyolojisi gibi çeşitlemelere yol açmaktadır.
bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
13 Mart 2013       Mesaj #3
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
Türkiye’ de Cumhuriyet’ ten beri sosyoloji ne gibi gelişmeler göstermiştir?


Cumhuriyet’ in kuruluşundan sonra ülkemizde sosyoloji,toplumu inceleyen bilim olarak,Comte- Durkheim sosyoloji yaklaşımıyla öğretilmeye devam etmişti. Üniversitelerimizdeki ve liselerimizdeki sosyoloji derslerinde aynı yaklaşım öğretiliyor ve yazılan sosyoloji ders kitapları,hiçbir zaman etki alanı bulamayan az sayıda eklektik (seçmeci,toplayıcı) olanlarının dışında,Comte- Durkheim sosyolojisi kuramla-rına ve açıklama yöntemlerine göre yazılıyordu. Yalnız Mehmet İzzet,yazdığı sosyoloji kitaplarında sosyoloji geleneğini felsefe kültürüyle uzlaştırmaya çalışıyor ve bir taraftan sosyoloji verileri üzerine dayanırken,bir taraftan da onu idealist felsefeyle barıştırıyordu.
1933-1936 arası tarihsel maddecilikle ilgili yayınlarda belirli bir artış görüldü.
Comte- Durkheim sosyolojisi etkisini sürdürürken,ayrıca,1933-1940 yılları arasında, üniversitelerimizin bazı fakülteleri sosyoloji derslerinde,Alman sosyoloji okulu dediğimiz biçimci sosyoloji etki alanı bulmuştur. Bu sosyoloji (daha önceki sayfalarda açıklamaya çalıştığımız gibi) toplumsal yapı varlığını ve sorununu hiç gözetmeyen;toplumsal gerçeği,temel toplumsal içeriğinden,temel kurucu öğe ve boyutlarından soyutlayarak yalnız bireyler arası ilişkilere indirgeyen biçimci bir sosyolojiydi. Bazı fakültelerimizde hala bu sosyoloji öğretilmektedir.
1940-1945 arası,sayıları birkaçı geçmeyen bazı sosyologlarımız,kısımsal toplumsal gerçekler olarak ve monografiler biçiminde köy araştırmaları yapmışlar ve bu araştırmalarda diyalektik yöntemi uygulamışlardır. Fakat,araştırma konusu olan köylerin evrimini (hem de tarihlerini derinliğine incelemeden) Batı Avrupa ülkelerinin tarihsel evrimindeki belirleyicilik kalıplarına sığdırmaya çalışarak açıklamaları, diyalektik yöntemin bütünlük yasasının gözden kaçmasına neden olmuştur. Böylece,amacı belirleyicilikler bulmak olan bilimsel çabalar,eksik ve yetersiz kalmıştır.
Ayrıca,1940’tan beri (önceki sayfalarda deneysel olamayacağını açıklamaya çalıştığımız) sosyoloji,kimi fakültelerimizde Le Play okulunun deneysel sosyolojisi temelinde öğretilmeye çalışırken,1950-1960 arasında genel kuramı reddeden, gözleme dayalı,betimleyici ve deneysel Amerikan sosyolojisi de bazı kuruluşlarımızda etki alanı bulmaya başlamıştır. Yine Amerikan sosyolojisinin etkisi altında üç dört yıldan beri ‘davranışçı sosyoloji’ savunucularını bulmaya başlamış ve ‘davranış kürsüsü’ açmak gibi kuramlaştırma çabaları görülmüştür. Oysa,yalnız şimdiki zamandan insan davranışlarını gözlemek,ölçmek,onların yalnız nesnel görünümünü tasvir etmek ya da genel olarak yalnız insan davranışları üzerine bilgi edinmek ve bunlarla bir toplumdaki ilişkileri açıklamaya kalkışmak,gerçek olmayan bir sonuç ve kötü bir sonuç ve kötü bir soyutlamayla karşılaşmak demektir. Yine 1960’ tan beri, 1940-1945 arasındaki araştırmalar doğrultusunda (öncekilere göre biraz daha gelişmiş araştırma tekniklerinden yararlanarak) kısımsal toplumsal gerçeklerimizle ilgili araştırma yapan sosyologlarımız olmuş,fakat,bunlar da 1940-1945 arasındaki sosyologlarımız gibi diyalektik yöntemin bütünlük yasasını gözden kaçırmışlardır.
1960’ tan beri,bir kısım sosyolog ve sosyal bilimcilerimiz,(tarihçilerimiz ve iktisat tarihçilerimizin Türkiye tarihiyle ilgili görüşlerine de dayanarak) bazı toplumları açıklamış olan bir yaklaşımı mekanik olarak kendi toplumsal gerçeğimizi açıklamak için uygulamak yerine,toplumuzdaki belirleyiciliğin, kendi tarihsel ve toplumsal evrim gerçeğimize göre bulunmasını önermektedir ki bu kitabın son sözü olarak,bizim de bu öneriye katıldığımızı söylemek isteriz.
Katıldığımız bu öneri,1950’ lerden başlayarak,özellikle 1960’ tan beri ülkemizde yayınlanan bazı kitaplardaki ve ileri sürülen bazı düşüncelerdeki yetersizliği ve çoğu zaman yanlışlığı belirtmek ihtiyacını ortaya koymaktadır. Çünkü,kendi tarihsel ve ekonomik gerçeklerimizi açıklamak için bilimsel araştırmalar yapmadan,yani olgulara dayanmadan (ya da pek az olguya dayanarak) toplumumuzdaki ya da kendi tarihsel ve toplumsal evrimimizdeki belirleyicilikle ilgili ‘bulgular-sonuçlar’,hala ve her nedense geçerlilik iddiası taşır gibi görünmektedir.
Kanımızca bu iddialar,biri yetersiz,biri de tamamıyla yanlış iki yaklaşımın gerekli sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu iki yaklaşım şöyle özetlenebilir:
1)Yetersiz olan yaklaşımdan yana olanlar zaten iki grup olarak görünmektedir. Birinci gruptakiler en kesin,en bilimsel yöntem olan diyalektik yöntemi bildikleri halde,onu,kendi tarihsel ve toplumsal gerçeğimize uygulamadan,yani derin bilimsel araştırmalar yapmadan (ya da en çok olguyu açıklayabilecek varsayım kurup araştırma yapmadan),o yöntemin açıkladığı bazı Batı toplumlarının belirleyicilik kalıplarına kendi özel tarihsel ve toplumsal gerçeğimizi zorlayarak sığdırmaya çalışmaktadır. Bu tembellik,siyaseti bilimsel gerçeğin önüne geçirenlerin tutumudur. İkinci gruptakiler,kendi tarihsel ve toplumsal gerçeğimizle ilgili bilimsel değer taşıyan araştırmalar yaptıkları halde,bu araştırmaları,siyasal istek ve amaçları yüzünden ‘mantıksal sonuçlarına vardırmamış’ olanlardır.
2)Tamamen yanlış yaklaşımı uygulayanlar,grubu ya da toplumu,birleşmesi ancak bir rastlantı olan bireyler arası ilişkilerin bir bütünü olarak gören,toplumsal y.apı sorunuyla hiç ilgilenmemiş,dolayısıyla toplumsal değişmeleri yaratan etkenleri görememiş,toplumsal olguları tümlük kavramı içinde çözümleyememiş,özellikle Weber’ in etkilediği yöntemsiz ve tarihsiz Amerikan sosyolojisinin (türlü nedenlerle) ülkemizde yayıcısı ve devamcısı olanlardır. Bunlar,hiçbir kurama dayanmadan,hiçbir uslamlamaya başvurmadan,bilgilerin kaynağını yalnızca deneyde arayan,insan davranışlarını yalnız şimdiki zamandan değerlendirmeyle çalışan sözde sosyologlardır.
Yetersiz yaklaşımın ilk grubu üzerinde durmak herhalde gerekmez. İkinci gruptakiler ise,son yüz,yüz elli yıldan beri Türk toplum yapısının belirleyicisi olarak ‘tefeci-aracı-bezirgan’ sınıflarını göstermektedir. Kanımızca,bu sonuca varanlar,siyasal istek ve amaçları yüzünden hem Batıdaki kapitalizmin doğuşunu bilmezlikten gelenler, hem de-sayıları az da olsa-yapılan araştırmaların ortaya koymaya çalıştığı gibi,Türkiye’nin tarihinde toplumsal yapımıza biçim veren siyasal ve idari kurumların başına geçenlerin (son yirmi beş otuz yıllık değişik ve karmaşık durum hariç) bu mevkilere,çoğu zaman,özel servetleri sayesinde değil,yetenekleri ve toplumsal değerleri sayesinde geçtikleri (ve buna bağlı olarak bazılarının özel servete ya da özel ekonomik güce sahip oldukları) olgusunu,tarihsel veri olarak gözden kaçırmak isteyenlerdir. Elbette hem bu tarihsel verinin,hem de bu verinin evriminin,daha başka olguları da içeren diyalektik bir bütün içinde değerlendirilmesi gerekir.
Tamamıyla yanlış olan yaklaşıma örnek olarak da şu belirleyicilik verilebilir: Kimi sözde sosyolog ya da sosyal bilimcilerimiz,”toplumun hareketliliğini içindeki gruplar açısından değerlendirmeye çalışmak” gerektiğini önererek ve bir propagandacı gibi “günümüzün sosyal biliminin tümcü sonuçları reddeden,hakikati yalnız parçalar halinde gören özelliğini” fırsat buldukça tekrarlayarak,Türkiye’nin şimdiki toplumsal yapısını belirleyen şeyin-aralarında bir bağlantı da kurmadan-bazı toplumsal gruplar (işçiler,işadamları ve aydınlar) olduğunu ileri sürmektedir. Aslında bu kişiler,her şeydeki diyalektik hareketin ve bütünlüğün her şeyin oluş nedeni ve ‘hayatı’ olduğunu bilmezlikten gelen,araştırma konusu gerçeği,hareketinin ve bütünlüğünün dışında parçalara ayıranlardır. Ve bir türlü,toplumu,aynı zamanda (maddi ve manevi) toplumsal bir çaba,toplumsal bir etkinlik bütünü olarak göremeyenlerdir.
Bir de on on beş yıldan beri,zaman zaman kimi iktisat tarihçisi ve sosyologlarımız,W.W. Rostow’ un “ekonomik büyümenin beş evresi” şemasını,bütün toplumların geçirdikleri ve geçirmek zorunda oldukları aşamalar olarak kabul etme çabasına girmişler ve bu şemanın Türk tarihini ve toplumunu da açıklamaya yeteceğini savunmuşlardır. Bu aşamalar, “geleneksel toplum evresi,harekete geçme ön koşulları evresi,harekete geçme evresi ,olgunluk evresi,tüketim toplumu evresi” olarak sunulmaktadır. Toplumların özel ve somut tarihlerinin incelenmesini hiçbir biçimde içermeyen,toplumlardaki diyalektik gelişmeyi reddeden bu şemadaki aşamaların izledikleri süreç ve taşıdıkları kapsamları açıklamayı bile gereksiz buluyoruz.
Bir toplumu incelemek için dünyadaki bütün şeyleri,ortaya çıkmış,hareketsiz nesneler olarak inceleyen eski araştırma-düşünme yöntemi olan metafizik yöntemi bir daha anmamak üzere bir yana atarken,yöntem konusunu şöyle sonuçlandırabiliriz: Ampirizmi ve analitik yöntemi yöntem olarak uygulayanlar,gerçeğin ancak bir kısmını açıklamaya,öğrenmeye çalışanlardır. Çünkü ampirizm,yalnız ve yalnız olguları görerek,pek az bir gözlemle yetinmektedir;analitik yöntem ise,gerçeği parçalara ayırarak gerçekteki hareketi ve bütünlüğü gözden kaçırmaktadır. Oysa diyalektik yöntem,bütünlükleri ve hareketleri içinde gerçeğin öğelerini inceler,araştırır.
Türk tarihi ve toplumu üzerine yapılan araştırmaların çok yetersiz olduğunu bilmekteyiz. Fakat,yapılan bu araştırmalar içinde tutarlı olanları ve özellikle belirli bir düşünce akımını başını çeken ünlü düşünür ve romancı Kemal Tahir’ in Türk toplumu ve insanıyla ilgili inceleme ve düşünceleri,tarihsel evrim içinde Türk toplum yapısını açıklamak için,klasik tarihsel maddeciliğin ya da ancak Batı Avrupasını açıklayabilen tarihsel maddeciliğin yeterli olmadığı yönündedir. Özellikle Kemal Tahir ve ona katılan bazı bilim adamları,Türk toplumunun tarihini incelemek için “Batı gelişme çizgisinin dışında yer alan başka bir üretim biçimi açısı” nın yani ‘Asya tipi üretim biçimi’ kavramına yakın bir kavramın “bir varsayım değeri taşıması” gerektiğini ileri sürmektedir.
Türk toplumunun tarihini,daha doğrusu tarihsel evrim içinde Türk toplumundaki sınıflaşmayı açıklayabilmek için bu düşünceler doğrultusunda kurulacak bir varsayım,kanımızca,başka varsayımlara oranla en çok olguyu açıklayabilen ve gerçeği usa dayanan bir biçimde kavramamızı sağlayan bir varsayım olacaktır.
Önceki sayfalarda Asya tipi üretim biçimi kavramının,en geniş anlamıyla (köyler aleyhine) kentlerle köyler arasındaki çelişkinin en başta gelen belirleyici olduğu toplum yapısını gösterdiğini söylemiştik. Bilimsel bilgi,bilimsel deneyim ve önsezi gibi öğelerden oluşacağı için varsayım kurmanın zor olduğunu biliyoruz. Fakat,son elli altmış yıllık yakın tarihimizin en önde gelen kişilerinden biri olan (ve Türkiyede ne yaptığını ve ne yapıldığını iyi bilen) İsmet İnönü’nün,Mehmet Barlas tarafından aktarılan bir gözlemini,ilginç olduğu kadar uyarıcı buluyoruz: “İnönü’ ye Ortanın Solu’ nun anlamını ve Türkiye’ deki sosyoekonomik problemlere dönük yorumunu sormuştuk. Dikkatle kelimelerini seçmiş, Türkiye’ de şehirlinin ve köylünün çeşitli problemleri olduğunu söylemişti. Ben, ‘Yani sosyal sınıflar mı?’ deyince,’Şehirli ve köylü...’ şeklinde yeniden düzeltmişti..”
Bitirirken,her türlü kavram kargaşasından korumak için,burada,bir konuya açıklık getirmenin yararlı olacağı kanısındayız. Şöyle ki,daha önceki sayfalarda açıklamaya çalıştığımız ‘ekonominin baş belirleyici olması ya da ekonomi ile belirlenme’ başka bir şey,’ekonomik yaşantıyla toplumsal gerçeği doğrudan doğruya özdeşleştirmek’ başka bir şeydir. Bu gerçek,yani özdeşleştirme,bir toplumu incelemek için, “bilimsel açıklamalarda ekonomik koşulların yol gösterici olduğunu” ortaya koymak içindir.
Böylece,tarihsel maddecilik,ekonomik bir belirleyiciliğin formülü olarak kalmayacak; toplumlardaki başka belirleyicileri ve onların yarattıkları çelişmeleri,gelişmeleri kapsayacak biçimde,insan bilincinin toplumsal belirlenmesini araştıran daha geniş anlamda,daha nesnel bir tarihsel maddecilik olacaktır.

kaynak: 100 soruda sosyoloji
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
22 Mart 2013       Mesaj #4
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
Marx’ın sosyoloji ve sosyolojik araştırma yöntemi nasıl eleştirilmelidir?

Her şeyden önce Marx,tarihi ya da toplumsal evrimi Comte ve Comte’tan önceki düşünürler gibi çizgisel bir görünüş içinde incelemekte,bir diyalektik olarak,bir karşıt güçler oyunu olarak sunmaktadır. Biliniyor ki Comte ve ondan önceki düşünürlere göre,insan ve toplum gelişiyorlar,fakat temel yapılarında değişmiyorlardı. Hegel’den esinlendiği ve ters çevirdiği oluş felsefesinden hareket eden Marx,gerçek tarih yönünde insanı ve toplumu yorumlamaya çalışıyordu. Kısacası Marx,mekanik ve çizgisel ilerleme düşüncesine karşı çıkarak,tarihi diyalektik evrimle açıklıyordu.
Marx ,toplumların tarihsel evrimi içinde sırasıyla şu üretim biçimlerini ayırt etmektedir:Asya tipi üretim biçimi ,ilkel toplum,kölelik ,derebeylik (feodalisme),kapitalizm,sosyalizm.
İlk tarihsel şemasını yukarıdaki gelişme sırasıyla gösteren Marx,sonradan ,Asya tipi üretim biçimini tarihsel şemadan çıkarmıştır. Marx’ın kendisinin de pek açıkça nedenini belirmediği bu çıkarma ya da bir yana atma hakkındaki değişik yorumları şöyle özetleyebiliriz: Marx,ya Asya tipi üretim biçimini,tarihsel gelişme için farklı bir yol olarak düşünüyordu.”
Yukarıdaki sırada görülen toplumsal yapı şeması ya da “ekonominin ilerleyişini ifade eden bu dizi”kuramsal açıdan ve tarihsel kategoriler olarak Batı Avrupa’da tamamlanmıştır. Başka bir deyişle bu dizi ,kapitalist toplumun tarihsel kategorilerini göstermektedir.
Kapital’de yalnız Avrupa tarihinin ve bu tarihin özellikle İngiltere’den ve onun on dokuzuncu yüzyılda ki ekonomik büyümesinden itibaren incelendiği bilinmektedir. Beş aşamalı bu tarihsel şema, Marx’ın Avrupa’yla ilgili araştırmalarının sonucudur. V Marx,bir toplumsal yapının daha doğrusu kapitalist üretim biçimli toplumların ,başka toplumsal yapı yada toplumsal örgütlenme biçimlerine göre değişiklikler ,özellikler sunduğunu göstermiş olmaktadır. Örneğin ,bu özellikler “kapitalist toplumun bireylerinin bilinçlerinde ,insan ilişkileri yerine tecim eşyalarının değerinin ,nitelik yerine niceliğin geçtiğinin” belirtisidir. Kapitalist toplumlarda “toplumsal yaşantının öteki kesimlerine göre özerk bir ekonomik kesim gelişmekte ve gittikçe güçlü bir biçimde öteki kesimleri etkilemekte,ama onlardan gittikçe daha az etkilenmektedir.” Bilincin ,her zaman ve her yerde eşya üreten çalışmanın basit bir yansıması olduğunu Marx’ın asal söylemediği bilinmektedir. Fakat ,özellikle “Pazar için üretim yapan kapitalist toplumda,özerk bir ekonomik kesimin gelişmesinin,bilincin etken görevlerini git gide ortadan kaldırmaya ve onu alt yapının edilgin,basit bir yansıması haline dönüştürmeye yöneldiğini” göstermiştir. Başka bir deyişle,Marx,her şeyi ekonomik olguyla açıklamamakta,”ekonomik bir belirleyiciliği formül haline getirmemekte” fakat, “ekonomiyle belirlenmenin kapitalizmle başladığını” ve kapitalizmin özelliği olduğunu göstermiş olmaktadır. Ekonomik belirleyicilik ya da ekonominin başat (en başta gelen) etken oluşu,burjuvaziyle ortaya çıkmıştır. Görülüyor ki Marx’ın tarihsel maddeciliği,ancak on dokuzuncu yüzyıl Batı Avrupasına uygulandığı zaman geçerli olmakta ve bir anlam taşımaktadır. Zaten Marx,kapitalizmin tarihsel ön şartı olarak gördüğü derebeylikte ,bütün toplumsal ilişkilerin belirleyenin ekonomik olgu olmadığını,”bütün toplumsal ilişkiler,kişiler arası ilişkiler olarak görünmektedir” demekle göstermektedir. Derebeylik ,baskıcı bir toplumdur;kişisel ilişkilerde bağımlılık söz konusudur. Derebeylikteki ekonomik yaşantı ,kapitalist toplumda olduğu gibi değildir,yani kendisini amaç olarak daha ortaya koymamıştır ve kendi başına buyruk değildir. Derebeylikte ,aralarında paranın da bulunduğu şeyler arasındaki ilişkiler,kişisel ilişkilere bağlıdır. Oysa,kapitalist toplumda ,kişiler arasındaki ilişkiler,şeylerden (eşya,para,sermaye) ve bu şeyler arasındaki ilişkiden geçmektedir.
Görülüyor ki Marx’ın tarihsel şeması,Batı Avrupa’daki tarihsel kategorileri gösteren bir şemadır. Bu şemayı ya da bu tarihsel kategorileri dünyadaki bütün toplumlar için evrensel şema,evrensel kategoriler sanmak ve bu yüzden onları,bütün toplumların tarihsel evrimini açıklamak için uygulamak,işin ya da araştırmanın başında yöntembilimsel açıdan en büyük yanlışlığa düşmek demek olacaktır. Çünkü,bütün toplumlardaki gelişmeyi,on dokuzuncu yüzyılda Batı Avrupa’daki gelişmeyi açıklamış olan tarihsel maddeciliği mekanik olarak uygulamakla açıklamaya çalışmak,her toplumun özel ve somut tarihini araştırma alanına almamak dolayısıyla da inkar etmek demek olacaktır.
“Başka toplumlardan başka örnekler verildiğinde,ekonominin ,bütün toplumlarda ,tarih boyunca kendini gösteren,genel bir kategori olmadığı anlaşılmaktadır. Öyleyse tarihsel maddeciliği,kapitalizmin özelliği olan ekonomik temele indirgemek doğru olmayacaktır. Şu halde kapitalist olmayan toplumlardaki başka belirleyicileri (köy-şehir ilişkileri,bürokrasi ,teknokrasi) ve onların yarattıkları çelişmeleri ,gelişmeleri kapsayacak biçimde,insan bilincinin toplumsal belirlenmesini araştıran bir tarihsel maddeciliği savunmak gerekecektir. Ve bir toplumda en önemli süreç üretim süreci olduğuna göre ve bu üretim sürecinin aldığı biçimler bakımından ,böyle bir tarihsel maddecilik içinde altyapı-üstyapı kuramı da yerini almalıdır.
Marksizmin çağdaş kuramcılarının en önemlilerinden biri olan Henri Lefebvre şunları yazmaktadır. “Aslında ,Marx’ın üzerinde önemle durduğu şey,yönseme (tendance) olgusudur. Tarihte yönsemeler olmuştur;şimdi de yönsemeler vardır,bu yönsemeler ,kendileriyle çelişen başka yönsemelerle çatışma halindedir. Bir üretim biçiminin kurulması için yönseme,bir yanadan geçmişin üretim biçimlerinden artakalanlarla,öte yandan da geleceğin üretim biçiminin tohumlarıyla çatışma halindedir. Marx için önemli olan geçişlerdir,çünkü geçişler ,yapılardan daha anlamlı ve daha gerçektirler.”
Yine Marksizmin önde gelen çağdaş kuramcılarından György Lukacs,şunları söylüyor:” Marksizmi burjuva biliminden kesin bir biçimde ayıran şey,tarihin açıklanmasında ekonomik nedenlerin en başta gelmesi değil,bütünlük görüşüdür. Bütünlük kategorisi ,yani bütünün kısımları üzerindeki evrensel ve belirleyici etkisi, Marx’ın yönteminin özünü meydana getirir. Marx,bu yöntemi Hegel’den almıştır,fakat onu,tamamıyla yeni bir bilimin temelini oluşturacak biçimde dönüştürmüştür.”
Şu da biliniyor ki Marx’a göre,üretim güçleri,yalnız maddesel güçlere ya da en geniş anlamıyla ekonomik üretime indirgenemez. Marx,özellikle ilk kitaplarında,maddesel çalışma içinde bulunan ve onu etkileyen düşünsel üretimi söz konusu etmiştir. Ve toplumsal varlık tarafından belirlendiğini söylediği bilincin ya da düşüncenin ,aynı zamanda bir üretim gücü olduğunu anlatmak istemiştir. Başka bir deyişle ,ekonomik temelle ideolojik üstyapı arasındaki karşılıklı ilişkiler olgusu,Marx’ın üzerinde önemle durduğu bir konudur.
Toplumun ya da toplumsal gerçeğin açıklanmasında kullanılacak araştırma yöntemi olarak “klasik ekonomi politiğe özgü” soyut bir yönteme karşı gelen Marx, “ekonomi politikteki tarihsel okula özgü” tasviri (betimleyici)yönteme de karşı gelmiştir. Toplum araştırmalarında uygulanacak yöntemin,gerçeği yansıtabilecek kapsamı üzerinde özellikle durulması gerektiğini söyleyen Marx’a göre “somut somuttur” çünkü birçok belirlemenin sentezidir,yani somut çeşidin birliğidir.” Ve somutun açıklanabilmesinde izlenecek yol olarak Marx şu işlemi önermektedir: “Somutu tanımak için,somuttan soyuta ve soyuttan somuta doğru,baştan başa çift yönlü bir inceleme yapmak gerekir.” Hegel’in idealist diyalektiğini daha önceki sayfalarda gördüğümüz biçimde eleştiren Marx,bilimsel araştırmalardaki soyutlamanın ,hem Hegel diyalektiğinden apayrı bir şey olduğunu,hem de bilimler için bir zorunluluk olduğunu şöyle açıklamaktadır: “Örneğin Hegel,tasarlamak yanılsaması içinde,gerçeği,kendi kendinde emilen düşüncenin sonucu olarak verdi,gösterdi...Oysa soyuttan somuta giden yöntem,somutu somut bir şey gibi zihinsel olarak tekrar üretmek için,ancak somutu kendine mal edebilmede düşünceyle iş gören bir tarzdır..” Bir toplumu açıklayabilmek için yapılacak araştırmalarda,bilimsel bir yöntemin öncelik vereceği hareket noktasının ekonomik belirleyicilik olduğunu ileri sürmek için Marx şunları söylemiştir:”Toplumun anatomisi,ekonomide aranacaktır,maddesel üretim güçleri ,öteki üretim güçlerinden önce gelir.” Şunu belirtmek gerekir ki Marx’ın bu yöntembilimsel niyeti,daha öncede söylediğimiz gibi tarihsel maddeciliği ,kapitalizmin özelliği olan ‘ekonomik’e indirgemek demektir. Böyle bir tutumun,her toplumun özel ve somut gerçeğini araştırma alanına almamak gibi bir sakıncası olduğunu,daha önceki sayfalarda söylemeye çalışmıştık.
Gerçek tarih yönünde insanı ve toplumu yorumlamaya çalışmak gibi bilimsel bir tavırla işe başlayan Marx’ın yöntembilimdeki ve dolayısıyla toplumsal yapı şemasındaki en büyük eksiklik,görecelik (relativisme) eksikliğidir. Marx,insan bilincinin toplumsal belirlenmesini araştıran bir tarihsel maddecilik yerine, “toplumsal gerçeğin olgularını ,üretim güçlerine ,üretim ilişkilerine ,sınıf bilincine ve ideolojiye indirgemek eğilimini göstermektedir. “ Oysa,üretimden düşünceye kadar toplumsal gerçeğin olgularının hiyerarşisi,”toplumsal yapı tiplerine ve belirginleşmemiş (alttaki) tüm toplumsal olaylara göre değişmektedir. “

kaynak: 100 soruda sosyoloji
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
özgeçil - avatarı
özgeçil
Ziyaretçi
19 Mart 2015       Mesaj #5
özgeçil - avatarı
Ziyaretçi
sosyoloji 18. yy da comte ile bilinen sosyal bir bilim dalıdır.Yıl olmuş 2015 sosyolojinin gelmiş olduğu durum içler acısı.Çünkü sosyoloji toplumsal sorunları ortaya koyar ve çözüm arar.Bu durumda siyasi isimlerin pek hoşuna gitmez.Çünkü onlar için toplumda hiçbir sorun yoktur.Onlar ülkeyi en güzel ve doğru şekilde idare ettikleri fikrine kendilerini kaptırmışlardır.
elifkuzu - avatarı
elifkuzu
Ziyaretçi
22 Mart 2015       Mesaj #6
elifkuzu - avatarı
Ziyaretçi
Sosyoloji terimi, ilk kez bir sosyolog olmaktan ziyâde bir bilim felsefecisi olan Fransız, August Comte (1798-1857) tarafından kullanılmış ve İngiliz, Herbert Spencer (1820-1903) tarafından da geniş kitlelere tanıtılmıştır.

Ancak, sosyolojinin ilk temel esaslarını, ilmî yöntemlerle ortaya seren ilk bilim adamı belki de İbni Haldun‘dur (1332-1406). Prof. Dr. W. Barthold’a göre İbni Haldun, tarih felsefesinin en mümtaz simalarından birisi olduğu kadar, sosyolojinin ilk büyük kurucusudur. Sosyal kanunları, tarihî hadiselerden çıkaran İbni Haldun, cihan tarihinde, büyük devlet ve medeniyetlerin kuruluşunda, göçebe unsura yer verdiği, bunların medeni halk içerisinde yaşayıp milliyetlerini kaybettikleri hakkındaki fikirleri bugün bile geçerlidir. Ayrıca, sosyal psikoloji, sosyal ekonomi, tarih felsefesi, etnografya, sosyal coğrafya, sosyal felsefe, kentleşme, sosyal antropoloji
Kültürel antropoloji, etnolojik, etnografik, dilbilimsel, sosyal ve psikolojik analiz yöntemlerine dayanarak kültürlerin gelişimini inceleyen bilim dalı. Fiziksel antropoloji, arkeoloji ve dilbilimsel antropoloji ile birlikte antropolojinin geleneksel dört ana bölümünden biri olarak tanımlanır. F.Tümü: http://www.turkcebilgi.com/sosyal_antropoloji
gibi sosyal bilim dallarına ait sosyal teorileri, ciddî mânâda ancak 19. asırda kavranabilmiş ve bir çok Avrupalı bilim adamının çalışmalarına temel dayanak vazifesi görmüştür.

Tarihe bakıldığında ilk çağlardan beri toplumun yapısıyla ilgilenen düşünürler olduğu görülebilir:

Platon ideal toplum düzeninden söz etmiştir. Sosyolojinin müjdecisi sayılan İbn-i Haldun ilk defa devletle toplumun birbirinden farklı olduğunu belirterek toplumsal yaşamı da incelemiştir.

Machiavelli Thomas More Francis Bacon toplumsal sorunlara “çözüm” önerileri getirmişlerdir. Bu düşünürlerden farklı olarak Montesquieu “Olması gereken değil olan incelenmelidir.” diyerek sosyolojinin sınırlarını çizmiş ve bilim olarak doğuşuna temel hazırlamıştır. Sosyolojinin bu sözcüğü ilk kullanan Auguste Comte tarafından 19. yüzyıl başlarında kurulduğu kabul edilir. Comte’a göre sosyoloji fizik kimya biyoloji gibi doğa bilimlerinin yöntemleriyle toplumu incelemelidir.

Sosyolojinin kurucularından Emile Durkheim sosyolojinin konusunun toplumsal olgu olduğunu ve toplumsal yaşamın yine diğer basit toplumsal olgularla açıklanabileceğini vurgulamıştır. Max Weber’e göre toplumu ve toplumsal eylemleri açıklamak için genel kavramlardan değil bireylerden öznel olarak düşünülmüş anlamlardan hareket edilmelidir. Böylece Weber psikolojik yaklaşımla sosyolojik yaklaşımı birleştirmek istemiştir.

Ülkemizde Durkheim sosyolojinin bilim yapma anlayışı Ziya Gökalp ile Le Play çizgisi ise Prens Sebahattin’le temsil edilmiştir.

Platon (M.Ö. 427 – M.Ö. 347) : Yaşamındaki en önemli olaylardan biri de gençliğinde Sokrates’le karşılaşmasıdır. Sokrates’in mahkumiyeti ve idamından sonra eğitimde; özellikle de devlet adamı eğilimlilerin eğitimlerinde derin değişiklikler olmadıkça insanın kaderinin umutsuz olduğuna karar verdi. Bu nedenle de kırk yaşlarındayken Sicilya ve İtalya’ya ilk yolculuğundan sonra (bu yolculukta Pythagoras’çılarlarla tanıştı) aktif politikaya katılmaktansa sitenin gelecekteki liderlerini yetiştirmek üzere Atina’da bir okul kurar. Bu okula üzerinde kurulduğu parkın adı verilerek Akademia dendi. Aristoteles yirmi yıldan uzun bir süre Akademia’da öğrencilik ve öğretmenlik yapmıştır.

Machiavelli Niccolo (1469 – 1527) : Floransalı Machiavelli 1498’de dışişleri ve savunma ile görevli İkinci Şansölyelik Sekreterliğine atandı. Pek çok ülke dolaştı ve diplomatik deneyim kazandı. Floransa’nın bağımsızlığı için kurduğu milis birlikleri 1509’da Pisa’nın alınmasında önemli rol oynadı. 1513’de Medici ailesinin Floransa’ya dönmesinden sonra hapsedildi. Serbest kalınca Floransa yakınlarında yapıtlarını yazamaya başladı. Bunların içinde en önemlisi; Medicilere sunduğu 1513 tarihli “II Principe” (Prens) ‘dir. 1527’de Medicilerin devrilmesi üzerine gözden düştü ve aynı yıl öldü. Machiavelli’nin tarih ve siyaset felsefesi üzerine yazdıkları ve karşılaştırmalı tarih metodu günümüzde de önemini sürdürmektedir.

St. Thomas More (1477 / 78 – 1535) : Aziz (St.) şövalye İngiltere Lord Şansölyesi (başbakan) yazar Thomas More 1477 ya da 1478 yılında Londra’da doğdu 1492’de Oxford Üniversitesi’ne girdi 1499’da Erasmus’la tanıştı. 1504’de parlamentoya girdi. 1516’da Londra’da ünlü eseri “Ütopya” yı tamamladı. 1523’de Avam Kamarası’nın sözcülüğüne seçilen More 1534 yılında uymayı reddettiği yasa nedeniyle Londra Kulesi’ne hapsedildi ve 1535 yılında da idam edildi. Karl Kautsky şöyle yazar : “Amaçladığı boş zaman rüyasını algılayabilmek için üç yüz yıldan daha uzun bir süre geçmesi gerekmiştir. Ütopya dört yüz yıldan daha eski olmasına rağmen More’un idealleri yenilmemiştir ve hala mücadele eden insanlığın ardında durmaktadır.”

Francis Bacon (1564 – 1616) : Verulam Baronu. 1564 Londra doğumludur. Hukuk öğrenimini tamamladıktan sonra baroya girmeye çalıştı. 1593’de Avam Kamarası’na girdi. Kraliçenin gözdesi Esaaa Kontu onu himayesine aldı. 1613’de Saray’ın baş avukatı 1617’de baş mühürdar 1618’de baş yargıç ve baron 1620’de ise vikont oldu. Ama 1621’de rüşvet almakla suçlanan Bacon devlet hizmetinden uzaklaştırıldı. Ömrünün son yıllarını bilim ve felsefeye adadı. Bacon’un felsefesi’nin temelinde tümdengelimci mantığın yerine tümevarımcı metodu uygulaması yatar. Ona göre gerçek bilim nedenlerin bilimidir ve bu yolla insanoğlu doğaya egemen olacaktır.

Montesqiueu (1689 – 1755) : Fransız yazarı Montesqiueu 1689 yılında doğmuştur. Aynı zamanda bir hukukçu olan Montesqiueu uzun süre hukuk alanında çalışmıştır. Yazar olarak tanınması onun 1721 yılında yazdığı “İran Mektupları” adlı eseriyle başlar. Montesqiueu’nu ikinci büyük eseri 1734 yılında yazdığı “Roma’nın Büyüklüğününün ve Çöküşünün Sebepleri Hakkındaki Düşünceler” adlı eseridir. Montesqiueu’nun en büyük eseri 1748 yılında yazdığı “Kanunların Ruhu” adlı kitabıdır.

Auguste Comte (1798 – 1857) : Fransız Auguste Comte sosyoloji biliminin kurucusu olarak tanınmıştır. İnsan topluluklarının doğasını ve nasıl geliştiğini anlamaya çalıştı. Comte’a göre insanlar mulu ve başarılı olmak için birlikte çalışma ihtiyacındadırlar. Comte’a göre bilimler hiyerarşisinin en tepesinde etik (moral) vardır ve sonra aşağıya doğru sosyoloji biyoloji kimya fizik astronomi ve matematik sıralanır. Aşağıdan yukarıya izlendiğinde kuramsal ve tarihsel olarak basitten karmaşığa bilimler birbirlerini izleyerek teolojik aaaafizik aşamalardan pozitif aşamaya diğer bir deyişle etik ve sosyoloji alanına ulaşmışlardır.

Emile Durkheim (1858 – 1917) : Fransız toplumbilimci Durkheim 1858 doğumludur. 1902’de Sarbonne üniversitesi’nde kürsü sahibi oldu. Toplumu bir organizma gibi değerlendirmesi ve bir organizma içerisindeki organların dayanışması olgusu gibi bir toplumu da birbiri ile dayanışma içerisinde bulunan organlardan oluşan bir bütün olarak değerlendirmiştir. Toplumsal örgütlenme üzerine yaptığı çalışmalar toplumbilim çalışmalarına yeni bir hamle getirmiştir. Bunların dışında sosyal-psikoloji ile de ilgilenmiş ve “intihar” eylemi üzerine ampirik çalışmalar da yapmıştır. 1917 yılında Paris’de ölmüştür.

Max Weber (1864 – 1920) : Max Weber kapitalizmin gelişmesine katkıda bulunan Hristiyan ahlakı üzerine vurgu yaparak geliştirdiği Protestanlık kuramıyla ünlü olmuştur. Weber sosyolojisi gelenekselden rasyonel eyleme dönüşümü keşfetme ve anlamaya yöneliktir. Gelenek modern öncesi toplumların üzerinde aşılmaz bir güç olarak durmaktadır. Weber’e göre Protestan etiği geleneğin tutuculuğunu kırmıştır. Çünkü Protestan etiği insanların zenginlik elde etmek için çabalamalarını dinsel onaylar sunarak rasyonelleştirir ve cesaretlendirir.

Ziya Gökalp (1876 – 1924) : İdadi’de okurken Arapça Farsça ve Fransızca öğrendi. İslam tanrıbilimi ve tasavvuf üzerine çalıştı. İkinci Meşrutiyet ilan edilince İttihat ve Terakki’nin Diyarbakır şubesini kurdu. 1909’da “Peyman” gazetesini çıkardı. Aynı yıl İttihat ve Terakki’nin genel merkez üyeliğine seçildi. 1912’de milletvekili seçildi.

Dört ay sonra Osmanlı Mebuslar Meclisi kapanınca Darülfünun’da 1919’a kadar toplumbilim profesörlüğü görevini yürüttü. Birinci Dünya Savaşı’nda “Yeni Mecmua” yı çıkarttı. Türkçülük kavramının yayılmasında öncülük eden Ziya Gökalp eserlerinde misak-ı milli sınırları içerisinde doğu toplumundan batı toplumuna çevrilmiş bir Türk devleti üzerinde durmuştur

Benzer Konular

15 Ocak 2013 / ThinkerBeLL Sosyoloji
25 Şubat 2011 / mg576 Soru-Cevap
2 Mart 2010 / Misafir Soru-Cevap
5 Ekim 2012 / Misafir Soru-Cevap
18 Aralık 2015 / Misafir Taslak Konular