Arama

Dünya Savaşları ve Etkileri - Sayfa 2

Güncelleme: 12 Mayıs 2006 Gösterim: 93.860 Cevap: 19
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
9 Nisan 2006       Mesaj #11
arwen - avatarı
Ziyaretçi
1 Eylül1939'da Almanya'nın Polonya'yı işgaliyle başlayan bu savaş kısa bir süre sonra, Hitler'in Batı'yı işgale başlamasıyla genişlemeye başlamış ardından 22 Haziran 1941'de Rusya'nın istilasıyla topyekün savaşa dönüşmeye başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı'nın dönüm noktalarından biri kabul edilen Almanya'nın Rusya'yı işgale kalkışmasının ardından 7 Aralık 1941'de Japonya'nın Pearl Harbor BaskınıAmerika Birleşik Devletleri'ni de savaşa çekti. 1939-45 arasında hemen hemen dünyanın her yanını kapsayan uluslararası savaş, Almanya, İtalya, ve Japonya’nın oluşturduğu Mihver devletleriyleFransa, İngiltere, ABD, SSCB ve daha sınırlı bir konumla Çin’in oluşturduğu Müttefik devletler arasında gerçekleşti.
1942-1943 kışında Rusların Almanları Stalingrad önlerinde geri püskürtmeleri savaşın yönünü değiştiren bir gelişme oldu. 1943, Temmuz'da, İngiliz-Amerikan birliklerinin İtalya'ya çıkmasıyla Mussolini iktidardan düştü, İtalya savaştan çekildi. 6 Haziran 1944'de İngiliz-Amerikan birliklerinin Normandiya çıkartmasının başarıya ulaşması ile ile Müttefiklerin savaşı kazanacağı belli oldu. 30 Nisan 1945'de Hitler intihar etti, 9 Mayıs'ta Berlin düştü ve Alman başkomutanlığı teslim belgesini imzaladı.
Sponsorlu Bağlantılar
Amerikan uçaklarının 6 Ağustos1945’te Hiroşima ve 9 AğustostaNagasaki’ye attıkları atom bombaları savaşın sonucunu belli etti. Kayıtsız şartsız teslim olmayı kabul eden Japonya Başbakanı Suziki, 2 Eylül 1945’te Japonya’nın yönetimini Amerikalı General Mac Arthur’a devrini öngören anlaşmayı imzaladı. Böylece İkinci Dünya Savaşı bitmiş oldu.
Savaş bittiğinde ise bilanço korkunçtu. Ardında 54 milyon ölü, milyonlarca sakat, evsiz, yurtsuz, perişan insan bırakan bu savaşta beş milyondan fazla insan toplama kaplarında, gaz odalarında ve akıl almaz işkenceler altında can vermişti.


Savaşın nedenleri


Adolf Hitler ve Benito Mussolini


I. Dünya Savaşı sonunda Almanya yenilmiş ve ağır koşullar içeren bir anlaşma yapmak zorunda bırakılmıştı. Birinci Dünya Savaşı Almanlar 1919’da imzalanan Versay Antlaşması'nın haksız maddeler içerdiğini ve yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorlardı. 1920'lerde büyük ekonomik güçlüklerle karşı karşıya kalan Almanya’da 1933’de Adolf Hitler önderliğinde Naziler iktidara geldi. Hitler bir yandan Versay Anlaşmasının geçersiz sayılmasına çalışırken, öte yandan da silahlı kuvvetlerini yeniden topladı.
1919’da barışı korumak ve uyuşmazlıkları çözümlemek amacıyla kurulan Milletler Cemiyeti, bu görevleri yürütebilmek için gerekli olan yaptırım gücünden yoksundu. ABD bu örgütün dışında kaldı; öbür üyeler arasında da kararlara uymayan devletlere karşı zor kullanma konusunda görüş birliğine varılamadı. Bu sorun, 1931’de Japonya’nın protestolara aldırmayarak Çin’i Mançurya bölgesini ele geçirmesiyle iyice açığa çıktı. Japonya 1930'lar boyunca gücünü artırdı. 1935’te Benito Mussolini yönetimindeki İtalyanlar, Etiyopya‘yı işgal ettiler. Milletler Cemiyeti bu kez de etkin önlemler alamadı.
Bu zayıflıktan yararlanan Adolf Hitler 1936 Mart'ında Almanya’nın Ren Irmağının batısında kalan topraklarına askeri birliklerini gönderdi. Oysa 1925’te Almanya’yla Milletler Cemiyeti arasında yapılan anlaşmaya göre bu bölgede hiçbir devlet asker bulunduramayacaktı. Milletler Cemiyeti bu konuda da protestolar dışında yaptırım uygulayamadı. Ardından İtalya ve Almanya, İspanya’daki iç savaşta cumhuriyetçi yönetime karşı faşist general Franco’nun saflarında savaşmak üzere asker gönderdi; böylece yeni silah ve uçaklarını da denediler. Yeni toprak kazanımları ve Dünya egemenliği için Almanya, İtalya ve Japonya, Berlin-Roma-Tokyo Mihveri diye adlandırılan bir ittifak kurdular.
1937’de Japonya, Çin’e karşı top yekün bir savaş başlattı. Bir yıl sonra Almanya, Avusturya’yı işgal etti; ardından da Çekoslovakya’da Alman asıllıların çoğunlukta olduğu Südet Bölgesi üzerinde hakkı olduğunu ileri sürdü. İngiltere ve Fransa, Çekoslovakya’yı Hitlerin bu isteğine boyun eğmesinin yararlı olacağına inandırdı ve Eylül 1938’de yapılan Münih Anlaşmasıyla bölge Almanya’ya bırakıldı. 6 ay sonra Hitler başkent Prag’ı bombalayacağını söyleyerek gözdağı verince Çekoslovakya Almanya’nın boyunduruğuna girdi.
Almanya’nın sonraki kurbanı Birinci Dünya Savaşı’nın ardından bağımsız bir devlet olarak yeniden kurulan Polonya’ydı. İngiltere ve Fransa bu kez alman saldırısına karşı Polonyalılara güvence verdiler. Almanya, Polonya Seferi'ni başlatarak bu ülkeye saldırınca da II. Dünya Savaşı başlamış oldu.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 19 Ocak 2009 20:24 Sebep: Kırık Link
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
10 Nisan 2006       Mesaj #12
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
1. DÜNYA SAVAŞI
ve
Sponsorlu Bağlantılar
Sarıkamış Harekatı


(22 Aralık1914), Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı devleti ve Rus Hanedanlığı arasında Sarıkamış'da gerçekleşmiş, sonucu Osmanlı devleti tarafı için büyük bir başarısızlık ile sonuçlanan bir askeri manevradır.




Harekat Öncesi

Osmanlı-Rus Savaşı'nı sona erdiren 3 Mart1878 tarihli Ayestefanos Antlaşması, Kars, Ardahan ve Batum'u savaş tazminatı olarak Rusya'ya verdi. Aynı anda, Sarıkamış'da Berlin Antlaşması ile Rusya'ya verilmişti. 1914 yılında Döneminin Başkomutan Vekili olan Enver Paşa, Sarıkamış'ı geri ele geçirmek amacıyla 19 Aralık tarihinde harekat planını kurmaylarına sundu. Kurmaylar manevranın başarısızlığa uğrayacağını Enver Paşa'ya bir çok kez söylemiş olmalarına karşın Enver Paşa hareketin yapılmasına karar vermiştir.



Sarıkamış Harekatı

22 Aralık1914 tarihinde başlayan harekat, sayısı 125 bin'e yaklaşan harekat ordusunun ikiye ayrılmasıyla başladı. Yarbay Enver Bey 32 yaşındadır.Bir gün Sadrazam Sait Halim Paşayı ziyaret eder ve kendisinin kabineye girerek Harbiye Nazırı olmak istediğini söyler ancak Sadrazam biraz daha beklemesini mırıldanır. Sarayıda arkasına alan Yarbay Enver Bey yaşını büyütemiyeceğini fakat rütbesinin yükseltilebileceğini belirterek sadrazamdan Tarblusgarp daki başarıları sebebiyle kıdemine 3 yıl daha eklenerek Albaylığa yükselebileceğini bildirir keza savaşa katılan herkesin rütbesi yükselmiştir. Artık Albay olan Enver Bey'in orduda bu kadar General varken Harbiye Nazırı ve Ordu komutanı olması hoş karşılanmayabilirdi. Buna da bir çare bulundu. Bulgarlar tarafından Çatalca'da sıkıştırılan Osmanlı Ordusunu hücüma kaldırarak Edirneyi kuşatmadan kurtardığı sanılan Yarbay Enver Bey bir genelge ile Trakyada ki üstün hizmetlerinden dolayı 3 yıl daha kıdem alarak Tuğgeneralliğe yükseltilmiştir.Şimdi sıra Enver Paşayı Harbiye Nazırı ve Ordu Komutanı yapmaya gelmişti.1 Ocak 1914 günü Harbiye Nazırı İzzet Paşanın görevden alınması üzerine yayınlanan tebliğ ile 18 gün içinde Yarbay Enver bir anda Enver Paşa olmuş ve Ordu Komutanı ve Harbiye Nazırı sıfatı ile orduları yönetmeye başlamıştı.Enver Paşa'nın harekat planına göre 9.Kolordu Sarıkamış Dağları’nı, 10.Kolordu ise Allahuekber Dağları’nı aşarak Rus birliklerini Sarıkamış’ta kuşatıp imha edecekti. Fakat, Enver Paşa'nın hayalperestliği buraya kadardı. Giyinimi yetersiz ve tıbbi donanımı eksik olan harekat ordusu, yürüyüşe başladıktan bir gün geçmeden, eksi 40 dereceye kadar ulaşan Sarıkamış'ın acımasız soğuğunda, donmaya başladı. Günler geçmeden, savaş kabiliyetini kaybetmiş kalanlar geri döndü.
Savaşın kayıpları birçok kaynakta 90 bin kişi olarak görünmesine rağmen tarihçilar [1] bu sayının oldukça abartılmış olduğu ve gerçek kayıpların 35 - 40 bin civarında olduğunu savunuyorlar. Savaşın en hazin kısmı ise Osmanlı kayıplarının bir çoğunun Rus'lar ile yapılan çarpışmalarda değilde ağır soğuk hava koşulları yüzünden şehit olmuş olmalalarıdır.
Savaştan sonra İstanbul'da dönen Enver Paşa uzun bir süre Sarıkamış Savaşı hakkında hiçbir haber, bildiri, yayın yapılmasını engellemiş ve Osmanlı halkı savaşta olup bitenleri uzun yıllardan sonra öğrenebilmiştir.



Sonuçları

Savaşın galibi General Yudenic, Rus Kafkasya Ordu komutanı edildi ve 1915 yılın yaz aylarında Anadoluya taaruza geçti ve Erzincana kadar ilerlendi Rus ordu birlikleri ile.
Son düzenleyen GusinapsE; 17 Nisan 2006 01:43
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
12 Nisan 2006       Mesaj #13
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
1. Dünya Savaşı ve Mondros Mütarekesi

Osmanlı hükümeti 1. Dünya Savaşı'na daha fazla devam etmenin anlamsızlığını görüp ateşkes istedi. Bunun üzerine İngiliz hükümeti de görüşmelere hazır olduğunu bildirdi. Osmanlı hükümeti görüşmelerde bulunmak üzere İngiliz amirali Galthrop nezdine bir heyet gönderdi. 30 Ekim1918 tarihinde Limni Adası'nın Mondros Limanı'ndaOsmanlı Devleti temsilcisi Bahriye Nazırı Rauf Bey'in (Orbay) başkanlığını yaptığı Osmanlı Heyeti ile İngiliz Amiral Calthorp'un Başkanı olduğu İtilaf Devletleri Heyeti arasında 25 maddeden oluşan Mondros Mütarekesi imzalandı.



Mondros Ateşkes Anlaşması Maddeleri

1- Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının açılması, Karadeniz'e serbestçe geçişin temini ve Çanakkale ve Karadeniz istihkamlarının İtilaf Devletleri tarafından işgali sağlanacaktır.

2- Osmanlı sularındaki bütün torpil tarlaları ile torpido ve kovan mevzilerinin yerleri gösterilecek ve bunları taramak ve kaldırmak için yardım edilecektir.

3- Karadeniz'deki torpiller hakkında bilgi verilecektir.

4- İtilaf Devletlerinin bütün esirleri ile Ermeni esirleri kayıtsız şartsız İstanbul'da teslim olunacaktır.

5- Hudutların korunması ve iç asayişin temini dışında, Osmanlı ordusu derhal terhis edilecektir.

6- Osmanlı harp gemileri teslim olup, gösterilecek Osmanlı limanlarında gözaltında bulundurulacaktır.

7- İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır.

8- Osmanlı demiryollarından İtilaf Devletleri istifade edecekler ve Osmanlı ticaret gemileri onların hizmetinde bulundurulacaktır.

9- İtilaf Devletleri, Osmanlı tersane ve limanlarındaki vasıtalardan istifade sağlayacaktır.

10- Toros Tünelleri, İtilaf Devletleri tarafından işgal olunacaktır.

11- İran içlerinde ve Kafkasya'da bulunan Osmanlı kuvvetleri, işgal ettikleri yerlerden geri çekilecekler.

12- Hükümet haberleşmesi dışında, telsiz, telgraf ve kabloların denetimi, İtilaf Devletlerine geçecektir.

13- Askeri, ticari ve denizle ilgili madde ve malzemelerin tahribi önlenecektir.

14- İtilaf Devletleri kömür, mazot ve yağ maddelerini Türkiye'den temin edeceklerdir.(Bu maddelerden hiç biri ihraç olunmayacaktır.)

15- Bütün demiryolları, İtilaf Devletleri'nin zabıtası tarafından kontrol altına alınacaktır.

16- Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak'taki kuvvetler en yakın İtilaf Devletleri'nin kumandanlarına teslim olunacaktır.

17- Trablus ve Bingazi'deki Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaktır.

18- Trablus ve Bingazi'de Osmanlı işgali altında bulunan limanlar İtalyanlara teslim olunacaktır.

19- Asker ve sivil Alman ve Avusturya uyruğu, bir ay zarfında Osmanlı topraklarını terk edeceklerdir.

20- Gerek askeri teçhizatın teslimine, gerek Osmanlı Ordusunun terhisine ve gerekse nakil vasıtalarının İtilaf Devletleri'ne teslimine dair verilecek herhangi bir emir, derhal yerine getirilecektir.

21- İtilaf Devletleri adına bir üye, iaşe nezaretinde çalışacak bu devletlerin ihtiyaçlarını temin edecek ve isteyeceği her bilgi kendisine verilecektir.

22- Osmanlı harp esirleri, İtilaf Devletleri'nin nezdinde kalacaktır.

23- Osmanlı Hükümeti, merkezi devletlerle bütün ilişkilerini kesecektir.

24- Vilayeti sitte adı verilen 6 vilayet(Erzurum, Van, Harput, Diyarbakır, Sivas ve Bitlis)'te karışıklık çıkması halinde bu vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkına İtilaf Devletleri haiz bulunacaktır.

25- Müttefiklerle Osmanlı Devleti arasındaki savaş, 1918 yılı Ekim ayının 31 günü mahalli saat ile öğle zamanı sona erecektir
Son düzenleyen GusinapsE; 17 Nisan 2006 01:45
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
12 Nisan 2006       Mesaj #14
arwen - avatarı
Ziyaretçi
MİLİTARİZMİN SEBEP VE ETKİLERİ NELERDİR?

Soğuk Savaşın Açık Bir Şekilde Sona Ermesiyle Militarizm Değişecek midir?
Kapitalist militarizmin başlıca iki sebebi vardır. Birincisi, iç düşmanı --nüfusun ezilen ve sömürülen kesimlerini-- kontrol altında tutmak gereği. İkincisi, emperyalizm hakkındaki kısımda belirtildiği gibi, yönetici sınıfın saldırgan ve yayılmacı bir dış politika izlemesi için güçlü bir orduya olan gereksinimi. En gelişmiş kapitalist ulusların çoğu açısından, bu tür bir dış politika ekonomik kuvvetlerden ötürü giderek daha önemli hale gelmektedir --yani piyasayı devamlı olarak dışarıya doğru genişletmek suretiyle malları için çıkış yerleri bulmak ve sistemin çökmesini engellemek için. Sermayenin bu dışarıya doğru yayılması ve [sermayenin kendi] arasındaki rekabeti, [sermayenin] çıkarlarını (özellikle de başka ülkelerde yatırılan [sermayenin]) korumak ve dünya piyasasının ekonomik cangılında fazladan bir nüfuz edinmek için askeri kuvvete ihtiyaç duyar.

Kapitalist militarizm keza birçok başka amaca da hizmet eder ve bir takım etkileri vardır. Birincisi, askeri üretimin azami genişlemesinden doğrudan çıkarı olan, silahların üretiminden veya silahla ilgili ürünlerle uğraşan ("savunma" ihalecileri), özellikle desteklenen bir şirketler grubunun gelişmesini sağlar. Bu grup özellikle zengin olduğu için, istediği devlet müdahalesi biçimini [şekillendirmesi] ve saldırgan dış politikalar izlemesi için hükümet üzerinde büyük bir baskı oluşturur.

Devlet ile Büyük İşalemi arasındaki bu "özel ilişki", sıradan vatandaşların endüstriyel Araştırma & Geliştirme [harcamalarını] karşılamasını mümkün kılma avantajına sahiptir. Vergi yükümlüleri üzerinden sağlanan hükümet sübvansiyonları, bu şirketlerin araştırma & geliştirme faaliyetlerinin finanse edilmesinin önemli bir yoludur --bu sıklıkla, tüketici mallarında (örn. bilgisayarlar) olduğu gibi büyük ticari potansiyellere sahip "yan-ürünler" ortaya çıkarır. Tüm kârların, bu kârları mümkün kılan AR&GE'yi finanse eden kamu tarafından paylaşılmak yerine, savunma ihalecilerine ve onlardan patentli teknolojiler satın alan ticari şirketlere gittiğini söylemeye dahi gerek yok.

Askeri harcamaların ABD ekonomisindeki büyüklüğü, ve [ekonomi] üzerindeki etkisini göstermek için biraz ayrıntıya girmek gerekmektedir:

"1945'ten beridir ... yatırım ve istihdam sağlayan yeni sanayiler kıvılcımlanmaktadır. ... Bunların çoğunda, temel araştırma ve teknolojik ilerleme genişleyen askeri harcamalarla yakından ilintili olmuştur. 1950'lerin ana icadı, yılda üretimi yüzde 15 artan elektronik [sanayisi] olmuştur. Bu, federal hükümetin askeri-kullanımlı amaçlarla araştırma & geliştirme (AR&GE) dolarlarının çoğunu sağlamasıyla birlikte, iş yeri otomasyonunda kritik bir önem kazanmıştı. Kızılötesi aletler, basınç ve sıcaklık ölçme teçhizatı, tıbbi elektronik aletler, ve termoelektrik enerji dönüşümü, tüm bunlar askeri AR&GE'den faydalanmıştır. 1960'lara gelindiğinde, doğrudan ve dolaylı askeri [içerikli] talepler elektronik sanayisinin üretimin yüzde 70 kadarını oluşturmaktaydı. Elektronik ile 1950'lerin ikinci büyüyen sanayisi olan hava taşıtları [sanayisi] arasında geri beslemeler de gelişmiştir. 1960'a gelindiğinde, ... yatırım harcamaları 1947-49 düzeyinden 5.3 kadar daha büyüktü, ve üretimin yüzde 90'dan fazlası askeriyeye gidiyordu. Sentetikler (plastikler ve fiberler [elyaflar]) [sanayisi], gelişimini büyük ölçüde askeriyeyle-ilgili projelere borçlu olan bir başka büyüyen sanayidir. 1950'ler ve 1960'lar boyunca, uzay dahil olmak üzere toplam kamu ve özel kesim askeriyeyle-ilgili AR&GE [harcamaları], tüm AR&GE harcamalarının yüzde 40-50'sini, ve federal hükümetin payının en azından % 85'ini oluşturuyordu." (Richard B. Du Boff, Accumulation and Power, s. 103-4)
Yalnızca bu kadar da değil, hükümetin otoyol yapımına yaptığı harcamalar da keza (önceleri savunma kaygılarıyla gerekçelendirilmişti) özel kesim sermayesine büyük bir itki sağlamıştı (ve süreç içerisinde, Amerika'yı tamamen otomobil ve petrol şirketleri için uygun bir araziye dönüştürmüştür). 1944, 1956 ve 1968 Federal Otoban Yasası'nın toplam etkisi "paranın kongre kredi onaylama kurulundan geçmesine gerek olmaksızın 70 milyar $'ın eyaletler arası [yollara] harcanmasına olanak tanımıştı." 1956 Yasası, "aslında, G{eneral} M{otors}'un başkanı Alfred P. Sloan'ın benzin ve diğer motorlu taşıtlarla ilgili tüketim vergilerini otoban inşaatına aktarmayı [öneren] 1932 yılı Ulusal Otoban Kullanıcıları Konferansı stratejisinin yasaya dökülmesinden başka bir şey değildi." GM yine Amerika genelinde kamusal ulaşım şirketlerini illegal bir şekilde satın alarak ve ardından da fiilen tasfiye ederek, özel otomobil sahipliğine karşıtı rekabeti azaltmıştır. Bu devlet müdahalesinin net etkisi, 1936-66 itibariyle, "her altı işletmeden birisinin motorlu taşıtların üretimi, dağıtımı, hizmetleri, ve kullanımına doğrudan bağlı olması olmuştur." Bu sürecin etkisi hala bugün bile oldukça belirgindir --hem ekolojik tahribat anlamında, hem de otomobil ve petrol şirketlerinin Fortune 500 listesinin en üst 20 sırasına hala hakim olmaları olgusu anlamında. (Op. Cit., s. 102)
Askeri Keynezyenizm olarak adlandırılabilecek bu sistemin toplumsal-temelli devlet müdahalesine göre üç avantajı bulunmaktadır. Birincisi, toplumsal programların aksine, askeri müdahale, sistem tarafından marjinalleştirilmiş olmaya devam edecek, emek piyasasının disiplinine katlanacak ve işsizlik korkusunu hissedecek olan çoğunluğun durumunu (ve dolayısıyla umutlarını da) iyileştirmez. İkincisi, --"serbest piyasa"nın erdemleri şarkısını söylerken-- çoğunluğun piyasa güçlerine tabi olmasını, bir azınlığın ise bu kaderden kaçınmasını sağlayarak, adeta zenginler için bir refah [devleti] gibi hareket eder. Ve üçüncüsü, özel kesim sermayesi ile rekabet etmez.

Militarizm ile emperyalizm arasındaki bağlantıdan ötürü, II. Dünya Savaşı'nın ardından Amerika'nın aynı zamanda hem dünyanın önde gelen askeri devleti hem de dünyanın önde gelen ekonomik gücü olması; ve hükümet, işalemi ve askeri güçler arasında güçlü bağlar gelişmesi gayet doğaldı. Amerikan "askeri kampanyaları" aşağıda ayrıntılarıyla anlatılmaktadır, ancak bu tespitler diğer "ileri" kapitalist devletler için de geçerlidir.

Başkan Eisenhower, veda konuşmasında, "askeri-endüstriyel kompleks"in bireysel özgürlükler ile demokratik süreçlere karşı sergilediği tehlike konusunda uyarılarda bulunuyordu. Yalnızca işalemi için iyi olmasından ötürü, bunun ekonomiyi sürekli bir savaşa-hazır olma durumunda tutabileceğini belirtiyordu. Bu, II. Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra, askeriyenin büyüdüğünü ve bütün Amerikan ekonomisinin şekli üzerinde belirleyici hale geldiğini, ve ABD kapitalizminin aslında bir askeri kapitalizm haline geldiğini söyleyen sosyolog C. Wright Mills'in (Power Elite, 1956) daha önce yaptığı uyarıları akla getirmektedir. Tüm ABD askeri görevlilerinin savaş-sonrası askeri-endüstriyel işbirliği atmosferi içerisinde yetiştiği ve açıkça bunu sürdürmek üzere eğitildiği düşünüldüğünde, Mills'in yazdığı zamandan bugüne durum pek de değişmemiştir. Yani, ABD savunma bütçesindeki son kesintilere rağmen, devasa silahlanma sanayisi ile savunma ihalecilerinin en güçlü siyasi varlıkları teşkil ettiği Amerikan kapitalizmi, bir askeri kapitalizm olmaya devam etmektedir.


D.08.1 SOĞUK SAVAŞIN AÇIK BİR ŞEKİLDE SONA ERMESİYLE MİLİTARİZM DEĞİŞECEK MİDİR?

Birçok politikacı, "barış getirisi"nin elde tutulduğunu iddia ederek böyle düşünüyor gözüküyordu. Ancak Amerikalılar Körfez Savaşı'nın ardından bunu bir daha işitemediler. Bir kısım yağın [fazlalığın] savunma bütçesinden kesildiği doğru olmakla beraber, hem ekonomik hem de siyasi baskılar, küresel savaşa-hazır olma halinin ve öngörülebilir bir gelecek için giderek daha ileri silah sistemlerinin üretiminin sürdürülmesi [yoluyla], temel askeri-endüstriyel kompleksin dokunulmaksızın kalmasını sağladı.

Dünyaya ekonomik olarak hakim olmak giderek daha fazla sorunlu bir hale geldiği için, Amerika süper-güç konumunu büyük ölçüde askeri üstünlüğü sayesinde sürdürmektedir. Bu nedenle, ABD gönüllü bir şekilde bu üstünlükten feragat edecek gibi gözükmemektedir --özellikle de ekonomik üstünlüğü tekrar elle geçirme ümidi, diğer ulusları ekonomik ödünler ve imtiyazlar vermeye zorlamaya dayanır gözüktüğü için. Bu nedenle, ABD kamuoyu, süregiden ABD askeri varlığının gezegenin her köşesinde gerekli oldığunu gösteren bir propaganda bombardımanına tutulmaktadır.

Örneğin, Körfez Savaşı'nın ardından yayınlanan hükümetin Beyaz Kitabı [White Paper, hükümet raporu] taslağı, ABD'nin dünyanın en kuvvetli askeri gücü olma konumunu sürdürmesi gerektiğini ve gelecekteki askeri eylemlerde BM onayı olmaksızın harekete geçilmesinde tereddüt edilmemesi gerektiğini ifade ediyordu. Her ne kadar ertesi yılki seçimin baskısı altındaki Başkan Bush kişisel olarak böyle görüşlere sahip olduğunu reddetse de, döküman hükümetteki güçlü otoriter kuvvetlerin düşüncesini yansıtmaktaydı --bunun gizli Ulusal Güvenlik Talimatları sayesinde kamu politikası haline geldiği düşünülürse (bakınız Kısım D.9.2 - "Görünmez hükümet" nedir?)

Bu nedenlerden dolayı, köklü ve sürekli bir askeri Amerikan de-militarizasyonu [demilitarisation, askerileşmeden arınma] için bahis oynamak akıllıca olmayacaktır. Sovyetlerin Doğu Avrupa'dan çekilmesine yanıt olarak askeri birlik kuvvetinin azaltıldığı doğrudur; ancak --İran Körfezi'nde görüldüğü üzere-- bu kesintilerde aynı zamanda savaşları kazanmak için gerekli olan asker sayısını azaltan otomatikleştirilmiş silah sistemleri gelişiminin de etkisi olmuştur.

Sovyet tehdidinin ortadan kalktığı bugün devasa bir askeri bütçe için herhangi acil bir gereklilik ortada yokken, ABD kırk yıllık militarizm bağımlılığını defetmeyi imkansız bulmaktadır. Noam Chomsky'nin çoğu çalışmasında dikkat çektiği üzere, savunma ihalecileri aracılığıyla kamuyu yüksek teknoloji araştırma & geliştirmesini sübvanse etmeye zorlayan "Pentagon Sistemi", Almanya ve Japonya gibi diğer "ileri" kapitalist uluslardaki açık endüstriyel planlama politikalarının ABD'deki gizli bir eşdeğeridir. En büyük lobicilerden olan ABD savunma işalemi, bu "şirketler için refah [devleti]"ni kaybetmeyi göze alamaz. Dahası, şirketlerin giderek küçülmesi ve yüksek işsizlik düzeyi, insanları çalışır tutabilmek için savunma sanayisinin sürdürülmesine yönelik güçlü bir baskı üretecektir.

Son zamanlardaki bazı küçük savunma bütçesi kesintilerine rağmen, ABD askeri kapitalizminin talepleri hala insanların gereksinimlerinden önceliklidir. Örneğin, Holly Sklar, Washington, Detroit ve Philadelphia'nın Jamaika ve Kosta Rika'dan daha yüksek bebek ölüm oranlarına, ve Siyah Amerikalıların Nijerya'dan daha yüksek bebek ölüm oranına sahip olduğunu belirtmektedir; ancak ABD hala eğitime askeriyeden daha az, ve askeri bandolara Ulusal Sanatlar Fonu'ndan daha çok kamu fonu ayırmaktadır ("Brave New World Order", Cynthia Peters, Collateral Damage içerisinde, 1992, s. 3-46). Ancak, siyasetçiler finanse edecek "para olmadığı" için eğitim ve sosyal hizmetlerde kesintiler yapılması gerektiğini söylemeye devam etmektedirler.

Ancak, bu noktadaki en önemli sorun, Sovyetler Birliği'nin çöküşünün Pentagon'u, askeri harcamaları alışık olduğu şekilde haklı çıkarmak amacıyla, yeterince tehlikeli ve şeytani bir düşman bulma aciliyetiyle karşı karşıya bırakmasıdır. Saddam Hüseyin geçici olarak yardımcı olmuştu, ancak askeri makinası şu anda ezilmiş olduğu için o eski günlerin savunma bütçelerini güvenceye almaya yetecek bir tehdit değildir artık. Ancak, ABD hükümetinin İran üzerinde gözü olduğuna ilişkin bazı göstergeler bulunmaktadır.

İran'ı hedeflemeyi tercih etmenin temel noktası Amerikan kamuoyunun hala 1979 rehine rezaletinin, Lübnan bombalamasının, İran-Kontra skandalının, ve diğer hakaretlerin intikamını almayı şiddetle arzulaması; ve bu nedenle bir cezalandırma savaşına destek sağlayabilecek olmasıdır. Bu nedenle, gelecekte İran'ın nükleer tehdidi ve İran'ın eski Sovyet imparatorluğunun Müslüman cumhuriyetleri üzerindeki etkisinin tehlikeleri hakkında bayağı bir şey işitirsek bu hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.

Körfez Savaşı'nın ardından, Birleşik Devletler sessiz bir şekilde II. Dünya Savaşı'ndan sonraki Eisenhower yıllarını hatırlatan bir savunma müttefikleri ağı oluşturmaktadır; böylece Amerika artık Arap Dünyası'ndaki rahatsızlıkları denetlemeye çağrılabilecektir. Somali'ye birlikler gönderilmesi Amerikalıları böyle bir role hazırlamak olarak gözükmektedir.

İran'ın yanısıra, Kuzey Kore, Küba ve Libya'daki dostane olmayan rejimler, çeşitli Güney Amerika uluslarındaki komünist gerilla grupları, yeni silah sistemlerinin gelecekteki test zeminleri olarak büyük bir potansiyel taşımaktadırlar. Ve tabii ki, Pentagon'a yüksek savunma harcamalarının sürdürülmesi için daha fazla dayanak sağlayan Haiti ve Bosna'daki askeri yerleşimler de bulunmaktadır. Kısacası, artan militarizm eğilimi, yalnızca daha sağlıklı ve daha etkin bir savaş makinası üretecek olan bugünkü askeri "küçülme"yle sınırlanacak gibi gözükmemektedir.
Son düzenleyen GusinapsE; 15 Nisan 2006 17:39
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Nisan 2006       Mesaj #15
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
1.Dünya Savaşı ve Devletler

Almanya, ekonomisi için kendisine "hayat alanı" olarak Osmanlı İmparatorluğu’nu seçmişti. Bu nedenle Osmanlı Devleti ile yakın ilişkiler kurup, İngiltere’nin Hindistan yolu için büyük tehlike olan, "Bağdat Demiryolu" projesini kabul ettirmişti. Böylece Üçlü İttifakla, Üçlü İtilafın çatıştığı önemli bir alan da Osmanlı İmparatorluğu oluyordu. 1905 yılından itibaren Almanya’nın her olayda karşı tarafla arası açıldı. Fas Buhranları’nda bir şey elde edemeyen Almanya, Balkan Savaşları’nın çıkmasına da engel olamadı. Oysa, Balkan SavaşıAlmanya'ya ekonomik açıdan büyük zarar vermişti. Ayrıca Bağdat-Berlin Demiryolu'nun gerçekleşmesi de, Almanya ile Bulgaristan’ın dost olup olmamalarına bağlı idi. 1914 yılına gelindiğinde blokların çatışmasının temel sorunları olan ekonomik çıkar, Alses-Loren sorunu, üstünlük kurma, deniz silahlanması, Fas Buhranları, Bağdat Demiryolu sorunu, Balkanlar'da Avusturya-Rusya çatışması, Balkan Savaşı gibi nedenlerden dolayı savaşın çıkması yalnızca bir bahaneye bakıyordu.
Savaşın yakın nedeni de hazırdı. Avusturya’nın Sırbistan üzerindeki üstünlüğünü sürdürmek ve kendi sınırları içindeki Sırpların yaşadığı şehirleri kaybetmemek için her fırsatta Sırbistan üzerine baskı yapıyordu. Bu sürtüşmeler, 28 Haziran1914'de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Franz Ferdinant ve eşinin bir Sırplı tarafından öldürülmesi nedeniyle dünyayı 4 yıl kana bulayacak bir savaşa dönüştü.
Sırp sorununu kökünden çözmek isteyen Avusturya, Almanya’nın da ayni görüşte olduğunu öğrenince Sırbistan’a 23 Temmuz'da sert bir nota verdi. İçişlerine karışma hükümleri taşıyan bu nota, Rusya’nın Sırbistan’ı yalnız bırakırsa, Balkanlar ve Boğazlar üzerinde Almanya-Avusturya egemenliği kurulacağı endişesiyle Sırbistan’ı desteklemesi üzerine reddedildi. Rus desteğini sağlayan Sırbistan seferberlik ilan edince de, AvusturyaSırbistan’a 28 Temmuz'da savaş ilan etti. Almanya’nın uyarılarına rağmen Rusya’nın 30 Temmuz'da seferberlik ilan etmesi üzerine, Almanya1 Ağustos’ta Rusya'ya savan ilan etti. Ayni tarihlerde Fransa da seferberlik ilan etmişti. Fransa'ya Belçika üzerinden saldırmayı planlayan AlmanyaBelçika'ya bir nota vererek, bütün zararlarının ödeneceğini ve toprak bütünlüğüne dokunulmayacağı konusunda güvence vererek, topraklarından geçiş izni istedi. Belçika bunu reddedince de 3 Ağustos’ta Belçika'ya saldırdı. Bunun üzerine İngiltere4 Ağustos’ta Almanya'ya bir nota vererek Belçika’yı boşaltmasını istedi. Almanya bu isteği reddedince, İngiltere ayni gece Almanya'ya savaş ilan etti. Böylece Avrupa Savaşı çıkmış oldu.
Başlangıçta hemen herkes bu savaşın 19. yy.daki gibi cephe savaşları olacağını, en çok 1-1,5 yıl süreceğini sanıyorlardı. 1871'den beri Avrupa uzun bir barış dönemi geçirmişti. Bu arada ekonomik ilişkiler, teknik buluşlar savaş sanayiinin gelişmesi ile yeni savaş silahlarının tahrip gücü artmış, savaş yöntemleri değişmişti. Bu savaş yalnız Avrupa topraklarında kalsaydı belki bu tahminler doğru çıkabilirdi. Fakat savaşın gerek yer, gerekse zaman bakımından sınırlarını büyüten bir olay oldu. Osmanlı İmparatorluğu kısa bir süre sonra savaşa katildi. Bu yüzden savaş bir Dünya Savaşı niteliği kazandı


Osmanlı'nın savaşa girişi

Osmanlı hükümetiAlmanya ile ittifak anlaşmasının imzalandığı gün genel seferberlik ilan edilmişti.(2 Ağustos1914) Bu karardan iki gün sonrada Osmanlı Devleti tarafsızlığını ilan etmişti. Almanya Osmanlıyı bu tarafsızlıktan ayırmak ve Almanya safında savaşa katılmaya zorlamıştır. Çünkü Osmanlı savaşa girerse yeni cepheler açılacaktı ve Almanya kendi yükünü hafifletmiş olacaktı. Ayrıca Osmanlı DevletiSüveyş Kanalı’nın denetimini ele geçirirse, İngiltere sömürgelerine giden yol kapatılmış olacaktı. Diğer taraftan Almanya, Osmanlı padişahı'nın halifelik nüfusundan yararlanarak İngiliz sömürgelerindeki Müslümanlar'ı da etkilemeyi düşünüyordu. Boğazların denetiminin Osmanlının denetimi altında olmasıyla da Rusya'ya gidebilecek yardım engellenecek ve Rusya saf dışı bırakılacaktı.
Bu sırada Akdeniz de İngilizlerden kaçan iki Alman savaş gemisi (Goeben-Breslav), Çanakkale’yi geçerek Osmanlılara sığındı. (10 Ağustos1914) İngiltere bu gemilerin teslim edilmesini istedi. Aslında Osmanlı Devleti tarafsızlığını koruması için, bu iki gemiyi elinde tutarak mürettebatını göz altına alması gerekirdi. Daha önceki yıllarda İngilizlere ısmarlanan “Sultan Osman ve Reşadiye” harp gemilerinin taksitinin ödendiği halde, Osmanlıya verilmemesi üzerine donanmamızın yükünü hafifletmek için, bu iki Alman gemisinin “Yavuz ve Midilli” adi verilerek satın alındığı söylendi.
Bunu tanımayan İngilizlerin Çanakkale Boğazı'na Abluka koyması, karakol görevi yapmak için dışarı çıkan savaş gemimize ateş açması yüzünden boğaz kapatıldı.(27 Eylül1914) Kabine üyelerinin büyük bir bölümünün harp taraftarı olmadığı halde, Alman Amirali Souchon, Harbiye Bakanı ve Başkomutan Enver Paşanın uygun görmesiyle, Türk Donanması Karadeniz’e çıkarıldı. Donanma Rus gemilerini batırma ve Rus limanlarını (Odesa, Sivastopol) topa tutmaya başlayınca ,Rusya Osmanlıya karşı 2 Kasım 1914 de savaş ilan etti. 5 Kasım 1914‘te İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’ne harp ilan ettiler. Osmanlı devletinin buna 14 Kasım 1914 de “cihad” (din uğruna savaş) ilan etmekle cevap verdi.


Boğazların Rusya'ya Verilmesi

Savaş çıktıktan sonra Çar'ın yaptığı açıklama ile, Rusya’nın bu savaşta en büyük kazancının Boğazlar olacağı anlaşılmıştı. Yaklaşık 120 yıldan beri Boğazları koruyan İngiltere ve Napolyon’un "Boğazlar tek başına bir ülke eder" sözü ve Akdeniz sınırlarının ve güvenliğinin Boğazlarda başladığını belirten Fransa, Rusya’nın Boğazları ele geçirmesini engellemek için 120 yıldır Osmanlı Devleti'ni Rusya'ya karşı korumuşlardı. Hatta Kırım Savaşı’na fiilen katılmışlardı. Fakat simdi Alman tehlikesi karşısında, her ikisi de Rusya’yı kendi yanlarına almak için her şeye razı oluyorlardı. Çar, İngiltere ve Fransa’nın bu durumundan yararlanarak, Boğazların mutlaka Rusya'ya ait olacağını kabul ettirdi.
Çanakkale Savaşı’nın başlamasından sonra Rusya endişeye düştü. Eğer İngiltere ve Fransa Boğazları ve İstanbul’u ele geçirirse, onları oradan bir daha çıkarmak mümkün olamazdı. Hele İngiltere’nin ve Fransa’nın Yunanistan’ı da Çanakkale Savaşı’na katmak için baskı yapmaları, İngiltere Ege ve Boğazları Yunanistan'a vereceği endişesini doğurdu ve Rusya’nın tepkisine yol açtı. 4 Mart 1915'de İngiltere ve Fransa'ya verdiği notalarla, İstanbul ve Marmara Denizi Rusya'ya katılacak, İmroz ve Bozcaada için ise Rusya’nın oyuolmadan karar alınmayacaktı. İngiltere ve Fransa bu Rus notasından hoşlanmamakla beraber, Alman tehlikesi karşısında, 12 Mart 1915'de İngiltere ve 10 Nisan'da da Fransa Rus isteklerini kabul ettiklerini bildirdiler. Buna karşılık da Rusya, İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğudaki çıkarlarını kabul ediyordu.


İtalya'nın savaşa katılması

Avusturya, 28 Temmuz 1914'te Sırbistan’a nota verirken İtalya’ya haber vermemişti. Almanya, İtalya ile iyi geçinmesi için Avusturya’yı uyarmasına ve İtalya’ya ödün vererek desteğini sağlamasını istemesine rağmen Avusturya bu uyarıyı dikkate almamış ve İtalya’ya danışmadan Sırbistan’a savaş ilan etmişti. Almanya ve Avusturya, İtilaf Devletleri'ne savaş ilan edince, İtalya 3 Ağustos’ta tarafsızlığını ilan etti. Avusturya’nın İtalya’ya hiç ödün vermemesi İtalya’nın tarafsız kalması için yeterli değildi. İtalya’nın içte huzuru yoktu. Ülkü yanlısı olanlar, savaşın nimetlerinden yararlanmak için mutlaka savaşa girilmesini savunuyorlardı. İtalya 3 Ağustos tarihli tarafsızlık kararını açıklarken, İtilaf Devletleri'ne, iyi bir öneri yapılırsa İtalya’nın, onların yanında savaşa katılabileceğini de hissettirmişti. 4 Ağustos’tan itibaren de Petersburg ile ilişki kurdu. İtalya’nın amacı, kim daha çok çıkar sağlarsa onun yanında savaşa katılmaktı. Kaldı ki Alman-Avusturya tarafının savaşı kazanması durumunda İtalya’nın çıkarı bulunmuyordu. Çünkü İtalyan çıkarları ile Avusturya çıkarları çakışıyordu. İngiltere, Fransa ve Rusya İtalya’ya 12 Ağustos’ta Trentino, Trieste ve Vallona'yi önerdiler, fakat bunu yazılı sekle dönüştürmek istemiyorlardı. Ayrıca Fransa’nınve İtalya’nın askeri yardim istemesi üzerine görüşmeler kesildi. Bu sefer Avusturya ile görüşmelere başlayan İtalya, İtilaf Devletleri'nin endişeye düşürüp daha fazla pay almak istiyordu. Rusya’nın Adriyatik'teki İtalyan çıkarlarına karşı çıkması da İtilaf Devletleri ile İtalya’nın anlaşmasını geciktiriyordu. İtilaf Devletleri'nin Çanakkale'ye saldırması ve Boğazların Rusya'ya verildiğinin anlaşılmasından sonra İtalya, İngiltere, Fransa ve Rusya ile yeniden görüşmelere başladı ve 26 Nisan 1915'te Londra'da yapılan antlaşma ile Adriyatik'te istediği çıkarları İtalya elde etti. Ege'deki 12 ada veriliyor ve Anadolu'nun paylaşılmasında ise Antalya bölgesi İtalya’ya kalıyordu. Yine bu antlaşmaya göre İtalya, sömürgesi olan Trablusgarp ve Eritre'de topraklarını genişletebilecekti. İtalya buna karşılık bir ay içinde savaşa katılacaktı. İtalya bu antlaşmadan bir ay sonra, 20 Mayıs’ta Avusturya'ya savaş ilan etti. Ağustos ayında bile Almanya ve Osmanlı Devleti ile savaş durumuna girdi. Görülüyor ki; İtalya’nın savaşa katılması için Anadolu topraklarından çok önemli bir bölüm savaş nimeti olarak kendisine verilecekti. İtalya’nın Anadolu üzerindeki isteklerini ise Almanya kabul edemezdi. Nasıl ki, Rusya’yı kendi yanına çekmek isteyen İngiltere ve Fransa, Rusya'ya Boğazları ve Doğu Anadolu'yu veriyorsalar, İtalya’yı da kendi yanlarına çekmek için yine Türk topraklarını vaat ediyorlardı.


Bulgaristan ve Romanya

Bulgaristan bu savaşa, Balkan Savaşı’nda Yunanistan, Sırbistan ve Romanya'ya kaptırdığı toprakları geri almak ve Ege Denizi'ne inmek için katılmak istiyordu. Onun bu isteklerini ise ancak İttifak Devletleri gerçekleştirebilirdi. İtalya’nın çıkarları nasıl İtilaf Devletleri yanında ise, Bulgaristan’ınki de İttifak Devletleri'nin yanındaydı. Savaşın başında duraksayan Bulgaristan, İtilaf Devletleri'nin Çanakkale'de hem de Almanya'dan yeterli silah ve malzeme almamış olan Osmanlı Devleti'ne yenilmeleri üzerine kararını verdi. İsteklerinin İttifak Devletleri tarafından kabul edilmesi üzerine Bulgaristan, Ayastefanos Antlaşması ile gerçekleştiğini gördüğü "Büyük Bulgaristan" ni yaratmak amacıyla 6 Eylül1915'te İttifak Devletleri'yle antlaşma imzaladı ve 12 Ekim'de Sırbistan’a savaş ilan etti. Böylece Berlin'den Bağdat’a uzanan zincirin halkaları birbirine bağlanmış oldu.
1915'den itibaren Rus baskısı altında bulunan Romanya ise kim kendisine daha çok ödün verirse onun yanında savaşa katılmak isteğinde idi. Fakat bir yandan Alman-Avusturya, diğer yandan Rus tehdidi altında bulunuyordu. Avusturya’nın ödün vermek yerine Sırbistan işgalini örnek gösterip Romanya’yı tehdit etmesi Romanya’nın İtilaf Devletleri'ne kaymasına yol açtı. 17 Ağustos1916'da Romanya İtilaf Devletleri'yle anlaştı. Ağustos sonunda da savaşa katildi. Rusya'da ihtilal çıkmasından sonra yalnız kalan Romanya’yı İtilaf Devletleri'nin galibiyeti kurtardı.


Rusya'da Devrim

1917 yılının en önemli olaylarından birisi Rusya'da devrim çıkması oldu. Birinci Dünya Savaşı Rusya'da büyük bir yokluk ve sefalete yol açtı. Boğazların kapalı olusu yüzünden dış yardim alamıyordu. 1916-1917 kışı ise çok sert geçmiş, açlık ve yakacak, giyecek bulunamaması bütün Rusya’yı etkilemişti. 8 Mart 1917'de Petersburg'da gösteriler başladı. Grevler yaygınlaştı. 12 Mart'ta "İsçilerin ve Askerlerin Sovyet’i" kuruldu. Komutanlar da Çar'a tahttan ayrılmasını öneriyorlardı. 15-16 Mart'ta Çar tahttan ayrıldı. Devrimci Hükümet kuruldu. Nisan'da Petersburg'a gelen Lenin "Ekmek, barış, özgürlük" sloganıyla geniş kitlelerin desteğini sağladı.
Devrimci Sosyalistlerden Harbiye Bakanı Kerensky'nin Temmuz'da Alman cephesinde taarruzu başarısızlıkla sonuçlanınca yeni ayaklanmalar patlak verdi. Bolşeviklerin lideri Lenin kaçtı ve Trotsky tutuklandı. Hükümet düştü, Kerensky Başbakan oldu ve 14 Eylül 1917'de de Cumhuriyet ilan edildi. Artık ülkenin iç durumu iyice karışmıştı. Hükümet hala savaştan vazgeçmemekle en büyük hatasını yaptı. Köylülerin ayaklanması ile tüm Rusya karıştı. Bundan yararlanan Bolşevikler (aşırıcılar) ordunun da devrime karışmasından yararlanarak, "Askeri Devrim Komiteleri" kurdular. 7 Kasım 1917'de Hükümet darbesi ile Bolşevikler iktidarı ele geçirdiler ve 8 Kasım’da Lenin Petersburg'a geldi


ABD'nin savaşa girmesi

1917 Devrimi dolayısıyla Rusya’nın savaşın dışında kalması Almanya ve Osmanlı Devleti'ne umut verdi. Fakat bu uzun sürmedi. Almanya’nın başlattığı denizaltı savaşı dolayısıyla birçok A.B.D. gemisinin batırılması Almanya ile A.B.D.’nin arasını iyice açtı. Diğer yandan 1917 yılında Almanya, Meksika’yı A.B.D. ye karşı savaşa kışkırttı ve Almanya Japonya arasında ittifak önerisinde bulundu. Ancak bu yazışmaları ele geçiren İngiltere, durumu A.B.D. ye bildirince, denizaltı savaşı yüzünden zarar gören A.B.D. 2 Nisan 1917'de Almanya'ya savaş ilan etti


Yunanistan'ın savaşa girişi

1917'nin Türkiye'yi ilgilendiren yeni bir gelişmesi, Yunanistan’ın savaşa katılması oldu. Savaşın başından beri dışta kalmayı başaran Yunanistan'da Venizelos savaş yanlışı idi. Fakat Kral Konstantin Alman İmparatoru’nun eniştesi idi. Almanya'ya sempatisi vardı. Akdeniz'de İtilaf Devletleri güçlü olduğu için Kral yansız bir politika izledi. Venizelos ise savaşa katılmak istiyordu. İngiltere ve Fransa Yunanistan'a Anadolu'da toprak vaat ediyorlardı. Çanakkale Savaşları’na katılması için daha 1915 yılında Yunanistan'a İzmir vaat edilmişti. Bulgaristan’ın savaşa katılması üzerine, İngiltere ve Fransa Selanik'e asker çıkarınca Başbakan Venizelos itiraz etmedi. Fakat Kral kendisini görevden aldı. O da Selanik'e giderek ayaklanma çıkardı ve ayrı bir hükümet kurdu. 1917 Haziran’ın da İngiliz-Fransız askerleri Atina'ya girince Kral Konstantin oğlu Aleksandr adına tahttan çekildi. Venizelos yeni hükümeti kurdu ve 26 Ekim 1917'de Yunanistan savaşa katildi.


Savaşın Bitişi ve Yapılan Antlaşmalar

Rus İhtilali’nden sonra Bolşevikler Almanya ile barışa hazır olduklarını daha 21 Kasım 1917'de bildirmişlerdi. Diğer yandan, Çarlık Rusya’nın yaptığı tüm gizli anlaşmaları açıklayarak onun emperyalist isteklerini taşımadıklarını göstermek istediler. Rusya'da kurdukları yeni düzeni yerleştirmek için barışa gereksinim duyan Bolşevikler, özellikle Lenin'in baskısı ile 3 Mart 1918'de Almanya, Avusturya ve Devleti ile Brest-Litowsk Antlaşması’nı imzaladı. Avrupa'da Polonya, Kurtlan, Litvanya, Estonya üzerindeki tüm egemenlik haklarından vazgeçen Rusya, Almanya’nın bütün iktisadi isteklerini kabul ediyor ve 1878 yılında ele geçirdiği Kars, Ardahan ve Batum'u Osmanlı İmparatorluğu’na geri veriyordu. Bu barışla büyük bir bozguna uğradıklarını kabul eden Lenin "Uluslararası proletaryanın ayaklanmasını bekleyeceklerini" belirterek yandaşlarını umutlandırıyordu.
Romanya 1916 Ağustosun da savaşa katıldıktan kısa bir süre sonra, birkaç ay içinde peş peşe yenilgilere uğramış ve memleketin büyük bir kısmı İttifak Devletleri’nin işgali altına girmişti. Ancak arkasını Rusya’ya vererek Sereth hattında bir savunma kurabilmişti. Lakin, Rusya da ihtilalin çıkması, Alman kuvvetlerinin Ukrayna’ya girmesi ve Bolşeviklerin Aralık 1917 de İttifak Devletleriyle mütareke yapmaları Romanya’yı çok güç duruma soktu. Müttefiklerle de bağlantısı kesildiğinden, onlardan herhangi bir yardim almasına da imkan kalmamıştı. Bu sebeplerle İttifak Devletleriyle 1918 Martında mütarekeyi kabul etti. 7 Mayıs 1918’de Bükreş’te barış anlaşması yapıldı.
1918 yılına gelindiğinde, bütün memleketlerde olduğu gibi Bulgaristan’da da savaşa karşı bıkkınlık başlamıştı. Bulgaristan savaşa katıldıktan sonra, Almanya’dan hem mali hem de askeri yardim alıyordu. Fakat Almanya 1918 Ocak ayında mali yardımı, ve Martta da cephane yardımını kesmek zorunda kaldı. Bu güçlüklerin üstüne 1917 Haziranın da Yunanistan’ın savaşa katılması, durumun kötülüğünü daha da arttırdı. 1918 yazı sonralarına doğru müttefiklerin bütün cephelerde taarruza geçmesi, Bulgaristan’la beraber İttifak Devletleri’nin de sonunu getirdi. İngiliz, Fransız ve Sırp kuvvetleri de 14 Eylül1918 de Vardar Bölgesinde Bulgarlara karşı genel bir taarruza geçince, Bulgaristan çözülüverdi. 29 Eylül 1918 tarihli mütarekesiyle savaştan çekilmek zorunda kaldı.
Osmanlı DevletiBrest- Litovsk antlaşması ile doğuda ki topraklarını istiladan kurtardığı gibi, Kafkasya’da Ermenilerin, Gürcülerin ve Azerbaycan Türkleri’nin Bolşevik Rejimi tanımayarak bağımsızlıklarını ilan etmeleri üzerine bu durumdan faydalanarak Bakû Petrollerini ele geçirmek üzere hareket etti. Ayni amaçla İngiltere de Kafkasya ya asker göndermişti. Osmanlı Devleti Kafkas cephesinde ilerlerken, Filistin ve Irak Cephelerinde durumu kötüleşmekteydi. Filistin Cephesinde İngilizler 1918 Nişanın da Amman’ı ele geçirmek için harekete geçtilerse de bir şey yapamadılar. Bunun üzerine iyice hazırlandıktan sonra Eylül de tekrar taarruza başladılar. İngilizlerin 40 bin kişilik Türk kuvvetine karşı, 200 kistlik bir kuvvetle yaptıkları taarruzlar sonunda Eylül ve Ekim aylarında Amman, Beyrut ve Sam düştü. Yıldırım Orduları Komutanlığına getirilmiş bulunan Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’yu savunmak için kuvvetlerini Toroslara çekmeye başladı. Filistin Cephesindeki başarılar üzerine Irak Cephesinde bulunan 447 bin kişilik İngiliz kuvvetleri de Musul’u almak üzere harekete geçti ve İngilizler Mondros Mütarekesi'nden 6 gün sonra 5 Kasım 1918 de Musul a girdiler.Osmanlı Devleti’nin Mütarekeyi kabul etmesinde Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi büyük rol oynadı. Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi ve Filistin ve Irak cephelerindeki yenilgiler üzerine, 1918 Şubatın da sadarete gelmiş bulunan Talat Pasa Kabinesi Ekim ayında istifa etti. İttihat ve Terakkinin on yıllık iktidarı böylece sona erdi. Yeni kabineyi İzzet Paşa kurdu.
Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi üzerine İngiliz ve Fransızlar Trakya’da 7 tümenlik bir kuvvet kurup, İstanbul ve boğazlar üzerine harekete hazırlanıyorlardı. Bu sebeple İzzet Pasa hemen mütareke aradı. Ve mütareke 30 Ekim 1918 de Limni Adası'nın Mondros Limanı'da imzalandı.
Avusturya daha 1919-1917 yıllarında barış aramaya başlamıştı. Almanya’nın yardımı ve barış teşebbüsünün basarisiz olması yüzünden savaşa devam etmek zorunda kalmıştı. Fakat, 1918 yılında Avusturya’nın durumu daha da kötüleşmişti. İçerideki ekonomik sıkıntıların üstüne, 1918 yazında Çeklerin, Sırp-Hırvat-Slovenlerin bağımsızlık hareketleri başladı. İmparator Karl 18 Ekim de milli azınlıkların muhtariyetini kabul ile federal bir sistem kuracağını ilan ettiyse de durumu kurtaramadı. 19 Ekim’ de Paris’teki geçici Çek Hükümeti Çekoslovakya’nın bağımsızlığını ilan etti. Arkasından 24 Ekim’de Macarlarda ayrı bir devlet kurduklarını ilan ettiler. İmparatorluk dağılıyordu. Bu şartlar altında İtalyanların Ekim sonun da taarruza geçmeleri üzerine Avusturya cephesi yarıldı. Asker silahını bırakıp kaçıyordu. Mütarekeden başka çare göremeyen İmparator Karl, 3 Kasım 1918’ de İtalyanlarla Padua civarında Villa Gusti’ de mütareke imzaladılar.
Mütareke İmparatorluğun parçalanmasını hızlandırdı. 29 Ekim’de Prag’da Çekoslovakya Devletinin, yine 29 Ekim Zagreb’de Sırp-Hırvat-Sloven (Yugoslavya) Devletinin kurulduğu ilan edildi. Bunun üzerine Avusturya Almanları da 30 Ekim’de Avusturya Cumhuriyetini kurdular. Kasım ayı ortalarında da Macarlar Cumhuriyet ilan edince İmparator Karl, tahtsız kaldığından, 18 Kasım’da devlet işlerinden çekildiğini bildirdi.
Almanya’nın batı cephesindeki durumu Eylül ayına kadar iyi gitti. 1918 Mart'ından itibaren Alman kuvvetleri bu cephede taarruza geçti ve bu taarruzlar Temmuz ortalarına kadar devam ederek bazı başarılar elde ettiler. Fakat bu başarılar sonucu etkileyecek nitelikte değildi. Buna karşılık Eylül ayından itibaren Müttefiklerin ağır taarruzları karşısında Almanya 3 Ekim’den itibaren, yani Osmanlı devletinden çok önce, İsviçre vasıtasıyla müttefikler nezdinde barış teşebbüslerinde bulundu. Bu teşebbüsler hemen sonuç vermedi ve bu arada Almanya’nın iç durumu karıştı. Sosyalistler memleketin bir çok yerinde ayaklanmalar çıkardılar.3 Kasım’da Kiel’de donanma askerleri sosyalistlerin kışkırtması ile ayaklanarak “Bahriyeliler Konseyi”’ni kurdular. 7-8 Kasım gecesi de Münih’de İşçi ve Askerler Konseyi kuruldu. 9 Kasım sabahı Berlin’de bir sosyalist ayaklanması çıktı. Yine 9 Kasım günü, Başbakan Max de Bade, İmparatora danışmadan, II. Wilhelm’in tahttan çekildiğini ilan etti ve başbakanlığı sosyalistlerden Ebert’e bıraktı. Ayni gün akşamı Ebert, Reichstag’da Alman Cumhuriyetini ilan etti. Böylelikle II. Richard’in da tarihi bu şekilde kapanıyordu.
11 Kasım 1918’de Almanya Rethondes’da mütarekeyi kabul ve imza etti. Böylelikle Birinci Dünya Savaşı sona erdi.

Son düzenleyen GusinapsE; 17 Nisan 2006 01:42
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
17 Nisan 2006       Mesaj #16
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
2. Dünya Savaşı ve Avusturyanın ilhakı

12 Mart 1938: Alman birlikleri Avusturya topraklarında gövde gösterisi yapıyor


12 Mart1938'deki olay Hitler'in Almanya'yı genişletme çabalarının ilk adımı olmuştur.Avusturya'nın ilhakını (Almanca'daki karşılığı Anschluss) Versay Antlaşması gereği 15 yıldır Milletler Cemiyetinin kontrolünde olan Saar bölgesinin Almanya'ya verilmesi,Çekoslavakya'nın Südetlerinin Almanya'ya hediye edilmesi,Almanya'nın Çekoslavakya'yı işgali ve en sonunda Polonya'nın işgali takip etti.

İlhaka giden yolun başlangıcı Almanya'nın yasadışı Avusturya Nasyonel Sosyalist partisinin Avusturya tarafından tanınması ve hükümet ortaklığının kabul edilmesi yolundaki baskıları oluşturdu.1938'de Avusturya Şansölyesi Kurt Schuschnigg, bağımsızlığı korumak ümidiyle son bir hamle yaparak Almanya'yla birleşme ya da bağımsızlık üzerine bir referandum yapmaya karar verir.O zaman Almanya Schuschnigg'e iktidarı Nazi partisine devretmesi için baskı yaptı.Bu çok iyi planlanmış darbe sonucu Avusturya Nasyonel Sosyalist Partisi Viyana'da 11 Martta kontrolü ele geçirince Alman orduları Avusturya'ya girdiğinde hiçbir direnişle karşılaşmadı.Avusturya'nın ilhakına uluslararası tepki yumuşak oldu.Versay Antlaşmasına göre Avusturya ve Almanya'nın birleşmesi yasaklanmıştı ve bunu gözetmekle görevli Birinci Dünya Savaşının İtilaf Devletleri sadece diplomatik protesto ile yetindiler.Bağımsız Avusturya ancak İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde yeniden ortaya çıktı.



İlhak öncesi durum

Bütün Almanları tek bir devlet altında birleştirme tartışmaları Kutsal Roma İmparatorluğunun1806'daki yıkılışından itibaren devam ediyordu.1866'ya kadar, bu birleşmenin ancak Avusturya altında gerçekleşebileceği tahmin ediliyordu ancak Avusturya-Prusya Savaşını Prusya kazanınca Otto von Bismarck1871'de Prusya egemenliğinde bir Alman Devleti kurmuş oldu.Avusturya-Macaristan İmparatorluğu1918'de dağılınca Avusturyalıların çoğunluğu Almanya'ya katılmak istedi ancak galip devletler hem Versay Antlaşmasıyla hem de 1919 St.Germain Anlaşmasıyla bunu yasaklamışlardı zira Fransa ve İngiltere Almanya'nın genişlemesinden çekiniyorlardı.
1930ların başında Avusturya'da Almanya'yla birleşme istekleri baskın olmaya başlamıştı ve Avusturya hükümeti de 1931'de Almanya'yla gümrük birliği anlaşması üzerinde duruyordu.Ancak Hitler ve Naziler Almanya'da işbaşına geçince Avusturya Almanya'yla resmi bağlar kurmaktan vazgeçti.Avusturya doğumlu olan Hitler, bütün Almanların birleştiği bir imparatorluk sözü vermişti ve daha 1924'te bile "Kavgam"da gerekirse güç kullanarak bir birleşme için uğraşacağını yazmıştı.
1929 bunalımı sonrası oluşan ekonomik türbülanstan Avusturya da payını almıştı ve tıpkı kuzey ve güney komşuları gibi Avusturya'da da yüksek işsizlik oranları ve ticaret ve sanayideki dengesizlikler genç demokrasi için ciddi tehdit oluşturuyordu.İlk Cumhuriyet 1933'ten 1934'e kadar yavaş yavaş bozuldu ve 1934 Şubatındaki Avusturya iç savaşından sonra iktidardaki Hristiyan Sosyal Parti (CS) dışındaki tüm partiler yasaklandı ve basın özgürlüğü de ortadan kaldırıldı.Yetkiler Şansölyelik binasında toplanmıştı ve Şansölye ülkeyi yönetmeliklerle yönetiyordu.Avusturya'nın bu faşist hükümetinin Nazilerden farkı, Nazilerin aksine Hristiyan Sosyal Partide Katolik öğretinin çok büyük etkileri vardı.Hem Engelbert Dollfuss hem de halefi Kurt Schuschnigg Avusturya'yı İtalya'ya yanaştırmaktaydı.Benito Mussolini, Avusturya'nın bu kendine özgü ve bağımsız hareket eden faşizmini elinden geldiğince destekledi.Ta ki, Etiyopya'nın işgali için Almanya'dan yardım istemek zorunda kalıncaya ve 1937'de Berlin-Roma Eksen İttifakını imzalayıncaya kadar.
25 Temmuz 1934'te başarısız darbe girişimi sırasında Şansölye Dollfuss Avusturya Nazi Partisi tarafından öldürülünce bir yıl içindeki ikinci iç savaş başladı ve Ağustos 1934'e kadar sürdü.Başarısız darbe girişiminden sonra Avusturya Nazi Partisinin birçok ileri geleni Almanya'ya kaçtı ve hareketlerine oradan devam ettiler.Geride kalan Naziler ise Avusturya hükümet binalarına karşı terörist saldırılar düzenlemeye devam ettiler ( 1934 ile 1938 arasında yaklaşık 800 kişi öldü ) .Dollfuss'un halefi Schuschnigg selefinin izinden gitti ve Nazilere karşı sert tedbirler aldı.Bunlar arasında Nazilerin kamplarda toplanması da vardı(bundan Sosyal Demokratlar da nasibini almıştı).

1938 İlhakı

Hitler'in ilk hamleleri

Alfred Jansa 1938 Ocağında Genelkurmay Başkanlığından emekliye ayrılmak zorunda bırakıldı


1938 başlarında Hitler Almanya'daki gücünü pekiştirmişti ve sırada uzun zamandır planladığı genişleme hareketi vardı.Uzun süren baskılarından sonra Hitler, Şubat 1938'de Schuschnigg ile bir görüşme yaptı ve ona eğer Nazi partisi üstündeki yasağı kaldırmaz,tutuklu Nazileri serbest bırakmaz ve Nazilere hükümette görev vermezse askeri tedbirler düşünmeye başlayacağını söyledi.Schuschnigg Hitler'in isteklerini kabul etti ve bir Nazi avukat Arthur Seyss-Inquart'ı İçişleri Bakanı,bir diğer Nazi Edmund Glaise-Horstenau'yu Devlet Bakanı yaptı.
Şubat görüşmesinden önce de Schuschnigg aşırı bir baskı altındaydı.Genelkurmay Başkanı Alfred Jansa'nın görevden uzaklaştırılması isteğine uyması da bunun göstergesiydi.Jansa ve kurmayları olası bir Alman saldırısına karşı bir savunma planı hazırlamışlardı ve Hitler, her ne pahasına olursa olsun böyle bir durumla karşılaşmak istemiyordu.
Takibeden haftalarda Schuschnigg yeni atadığı bakanların kendi gücünü ele geçirmeye çalıştıklarını farketti.Schuschnigg Avusturya çapında destek toplamaya ve vatanseverliği ateşlemeye çalıştı.12 Şubat 1934'ten beri ilk kez sosyalistler ve komünistlerin meydanlarda boy göstermesine izin verildi ve komünistler artan Nazi baskıları karşısında hükümete kayıtsız şartsız destek verdiklerini ilan ettiler. Sosyalistler de bazı yetkiler karşılığında hükümete tam destek vereceklerini açıkladılar.



Schuschnigg referandum ilan ediyor

220px 1time covermagnify clip
Kurt Schuschnigg 21 Mart 1938 tarihli Time'ın kapağında.


9 Martta Schuschnigg, bağımsızlığı kurtarmak amacıyla son bir gayret olarak 13 Martta bir referandum yapılacağını ilan etti.Referandumda çoğunluğu sağlayabilmek için minimum yaş sınırlamasını 24 olarak belirleyerek Nazilere sempati duyan gençleri ekarte etmek istedi.Referanduma gitmek Schuschnigg için riskli bir hamleydi ve ertesi gün Hitler, yanıbaşında Avusturya halkoyuyla bağımsızlığını açıklarken yerinde oturup beklemeyeceğini gösterdi. Hitler, referandumun ciddi bir sorun kaynağı olacağını ve Almanya'nın bunu kabul edemeyeceğini açıkladı.İlaveten, Alman Propaganda Bakanlığı basın bültenleri yayınlayarak Avusturya'da isyanlar başladığını ve halkın Alman askerlerinin müdahalesini istediğini yaymaya çalıştı.Schuschnigg derhal cevap vererek bu haberlerin yalan olduğunu—ki öyleydi, açıkladı.

Hitler 11 Martta Schuschnigg'e bir ültimatom göndererek bütün yetkileri Avusturya Nazi Partisine devretmesini ya da işgalle karşı karşıya kalacağını bildirdi.Ültimatomun öğlen 12'ye kadar süresi vardı ancak iki saat uzatıldı.Ancak Hitler, cevabı beklemeden saat 13'te Alman birliklerinin Avusturya'ya hareket etmesini isteyen bir emri imzalamıştı ve sadece birkaç saat sonra Hermann Göring'e iletmişti.

Schuschnigg umutsuzca Avusturya'nın bağımsızlığını kurtaracak bir destek aradı fakat ne İngiltere'nin ne de Fransa'nın hiçbirşey yapmayacağını anlayınca o akşam Şansölyelikten istifa etti.İstifasını açıkladığı radyo konuşmasında değişen şartları kabul ettiğini ve kan dökülmesini engelleyebilmek için Nazilerin hükümeti kontrol etmelerine izin verdiğini söyledi.Bu arada Avusturya Cumhurbaşkanı Wilhelm Miklas, Seyys-Inquart'ı şansölye olarak atamayı reddetti ve diğer Avusturyalı politikacılardan görevi üstlenmelerini istedi.Fakat Naziler iyi organize olmuşlardı.Saatler içinde Viyana'daki çok sayıda kilit noktayı ve polisi kontrol eden İçişleri Bakanlığını ele geçirmişlerdi.Miklas bir Nazi Şansölye atamayı hala reddettiği ve Seyss-Inquart Avusturya hükümeti adına Alman askerlerini çağıran bir telgraf gönderemediği için Hitler çok sinirlenmişti. Saat gece 10 sularında, birliklere hareket emri verdikten çok sonra Göring ve Hitler beklemekten vazgeçip Avsuturya hükümeti adına, Alman askerlerinin müdahalesini isteyen bir telgrafı kendileri hazırladılar. Geceyarısı civarında Naziler Viyana'daki tüm kritik yerleri ele geçirdikten ve eski hükümet ileri gelenleri tutuklandıktan sonra Miklas, Seyys-Inquart'ı Şansölye olarak atadı.

Alman birlikleri Avusturya'ya giriyor

12 Mart sabahı Alman 8 nci Ordusu Almanya-Avusturya sınırını geçti.Avusturya ordusundan herhangi bir direniş görmediler.Aksine onları selamlayan Avusturyalıların arasında ilerlediler.Her ne kadar işgal güçleri iyi organize olmamış ve düzensiz idiyse de bunun bir önemi yoktu.Nasıl olsa herhangi bir çatışma olmuyordu.Yine de,ileriki işgaller için komutanlara bir uyarı oldu bu. İlginçtir ki, işgalin başlamasından birkaç saat sonra ilk kayıp verildi.Bir Nazi,Heinrich Kurz von Goldstein, Salzburg'taki kutlamalar sırasında kalp krizinden öldü.
Hitler'in arabası öğleden sonra Braunau'dan,Hitler'in doğum yerinden Avusturya'ya girdi.Akşam saatlerinde Linz'e vardı.Onuruna, hükümet binasında büyük bir hoşgeldin merasimi düzenlendi.Atmosfer o kadar yoğundu ki Göring, o akşam yaptığı bir telefon konuşmasında:" Biz bile bu kadar sempatiyle karşılanacağımızı tahmin etmiyorduk" demişti.
Hitler'in Avusturya içinde ilerlemesi gittikçe bir zafer yürüyüşüne döndü ve Viyana'da, Heldenplatz'ta 200.000 Avusturyalının Hitler'in nutkunu dinlemesiyle zirveye ulaştı
Hitler daha sonra şöyle demiştir:" Bazı gazeteler bizim Avusturya'yı zorbalıkla işgal ettiğimizi iddia etmişlerdir.Sadece diyebilirim ki:ölürken bile yalan söylemekten vazgeçmezler.Politik mücadelem süresince halkımdan çok sevgi gördüm fakat Avusturya sınırını geçtikten sonra gördüğüm sevgi selini hiçbir zaman görmedim.Biz zorbalar olarak gelmedik, kurtarıcılar olarak geldik."
13 Martta bir genelgeyle ilhak yürürlüğe girdi ve onaylanması için 10 Nisanda bir halkoyuna gidildi.Halkoyunun sonucuna göre ilhaka destek %99,73 oldu.
Tarihçiler sonuçlar üzerinde oynama yapılmadığını fakat oylamanın gizli yapılmadığını kaydetmişlerdir.Oylama merkezlerinde oyları elden toplayan görevliler bulunmaktaydı.Oylamadan önceki haftalarda da Hitler'in olası bir muhalefeti bastırmak için uyguladığı metotlar da görülmüştü.Hatta daha ilk Alman askeri sınırı geçmeden Himmler ve birkaç SS subayı eski cumhuriyet ileri gelenlerini tutuklamak üzere Viyana'ya gitmişti.

İlhaka uluslarası tepkiler zayıf kaldı.Hatta İngiltere'de yayınlanan The Times 200 yıl önce de İskoçya'nın İngiltere'ye katıldığını anımsatarak abartılacak bir durum olmadığı yorumunda bulundu.Hükümet ise sadece diplomatik protestoyla yetindi.
Retrieved from "
Son düzenleyen asla_asla_deme; 19 Ocak 2009 20:45 Sebep: Kırık Link
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
17 Nisan 2006       Mesaj #17
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Savaşın nedenleri


Adolf Hitler ve Benito Mussolini


I. Dünya Savaşı sonunda Almanya yenilmiş ve ağır koşullar içeren bir anlaşma yapmak zorunda bırakılmıştı. Birinci Dünya Savaşı Almanlar 1919’da imzalanan Versay Antlaşması'nın haksız maddeler içerdiğini ve yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorlardı. 1920'lerde büyük ekonomik güçlüklerle karşı karşıya kalan Almanya’da 1933’de Adolf Hitler önderliğinde Naziler iktidara geldi. Hitler bir yandan Versay Anlaşmasının geçersiz sayılmasına çalışırken, öte yandan da silahlı kuvvetlerini yeniden topladı.
1919’da barışı korumak ve uyuşmazlıkları çözümlemek amacıyla kurulan Milletler Cemiyeti, bu görevleri yürütebilmek için gerekli olan yaptırım gücünden yoksundu. ABD bu örgütün dışında kaldı; öbür üyeler arasında da kararlara uymayan devletlere karşı zor kullanma konusunda görüş birliğine varılamadı. Bu sorun, 1931’de Japonya’nın protestolara aldırmayarak Çin’i Mançurya bölgesini ele geçirmesiyle iyice açığa çıktı. Japonya 1930'lar boyunca gücünü artırdı. 1935’te Benito Mussolini yönetimindeki İtalyanlar, Etiyopya‘yı işgal ettiler. Milletler Cemiyeti bu kez de etkin önlemler alamadı.
Bu zayıflıktan yararlanan Adolf Hitler 1936 Mart'ında Almanya’nın Ren Irmağının batısında kalan topraklarına askeri birliklerini gönderdi. Oysa 1925’te Almanya’yla Milletler Cemiyeti arasında yapılan anlaşmaya göre bu bölgede hiçbir devlet asker bulunduramayacaktı. Milletler Cemiyeti bu konuda da protestolar dışında yaptırım uygulayamadı. Ardından İtalya ve Almanya, İspanya’daki iç savaşta cumhuriyetçi yönetime karşı faşist general Franco’nun saflarında savaşmak üzere asker gönderdi; böylece yeni silah ve uçaklarını da denediler. Yeni toprak kazanımları ve Dünya egemenliği için Almanya, İtalya ve Japonya, Berlin-Roma-Tokyo Mihveri diye adlandırılan bir ittifak kurdular.
1937’de Japonya, Çin’e karşı top yekün bir savaş başlattı. Bir yıl sonra Almanya, Avusturya’yı işgal etti; ardından da Çekoslovakya’da Alman asıllıların çoğunlukta olduğu Südet Bölgesi üzerinde hakkı olduğunu ileri sürdü. İngiltere ve Fransa, Çekoslovakya’yı Hitlerin bu isteğine boyun eğmesinin yararlı olacağına inandırdı ve Eylül 1938’de yapılan Münih Anlaşmasıyla bölge Almanya’ya bırakıldı. 6 ay sonra Hitler başkent Prag’ı bombalayacağını söyleyerek gözdağı verince Çekoslovakya Almanya’nın boyunduruğuna girdi.
Almanya’nın sonraki kurbanı Birinci Dünya Savaşı’nın ardından bağımsız bir devlet olarak yeniden kurulan Polonya’ydı. İngiltere ve Fransa bu kez alman saldırısına karşı Polonyalılara güvence verdiler. Almanya, Polonya Seferi'ni başlatarak bu ülkeye saldırınca da II. Dünya Savaşı başlamış oldu.

Avrupa'da savaşın başlaması

İngiltere’yle Fransa sözlerini tutarak 3 Eylül'de Almanya’ya savaş ilan etti. Avusturya, Kanada ve Güney Afrika’nın da bulunduğu başka ülkeler de İngiltere ve Fransa’nın yanında yer aldı. Ama müttefikler Alman kara ve hava güçlerince hızla işgal edilen Polonya’ya yardım edemedi. 17 Eylül'de SSCB‘de doğruda Polonya’ya girdi. Polonya teslim oldu. 80 bin kadar Polonya askeri mücadeleyi sürdürmek amacıyla önce Romanya’ya daha sonra da Fransa’ya giderek burada toplandı.
Ekimde SSCB, olası bir Alman saldırısına karşı batıda “Tampon devletler” oluşturmak amacıyla, 3 baltık ülkesini, Estonya, Letonya ve Litvanya’yı işgal etti. Ardından SSCB, Finlandiya’dan birliklerine Finlandiya topraklarına girme hakkının verilmesini istedi. Uzun görüşmeler boyunca Finlandiya'nın SSCB'nin taleplerini kabule yanaşmaması üzerine Kızıl Ordu birlikleri 30 kasım 1939 günü Finlandiya'ya saldırdı. Başlangıçta tüm dünyayı şaşırtacak sertlikde direniş gösteren Fin ordusu, ard arda takviye alan Kızıl Ordu birlikleri karşısında savaşı sürdüremedi ve 6 mart 1940 günü, barış görüşmelerine oturmayı kabul etmek zorunda kaldı. SSCB nin Finlandiya Seferi Kızıl Ordu açısından acı bir deney olmuştu.
Bunlar olurken batı oldukça hareketsizdi. Fransa, Almanya sınırında Majino Hattı adıyla anılan savunma hattını kurdu. Kuzeydeki İngiliz Birlikleri, Belçika’nın savaşa girmemesi nedeniyle Almanlarla hiç karşılaşmadı.
1940 Nisanı’nda Almanlar, Norveç’e saldırdı. Norveç'in istilası'ndaki amaçları denizaltıları için üsler kurmak ve İsveç’in kuzeyindeki madenlerden çıkartılarak deniz yoluyla Norveç’in Narvik Limanınından yaptıkları demir dışalımını güven altına almaktı. Almanlar kısa sürede Norveç’te müttefiklerin asker çıkarma girişimlerini önleyecek hava üsleri kurdular. Norveç 10 Haziran'da teslim oldu. Almanların Nisanda saldırdığı Danimarka’da pek az direnebildi.
10 mayıs 1940 günü Alman birlikleri, Belçika ve Hollanda'ya yönelen saldırılarıyla Fransa Seferi ni başlatıyorlar. Asıl taarruz ise daha güneyde, Arden Ormanları üzerinden Sedan yönünde Fransa topraklarına yöneliyor. Belçika üzerinden yapılan harekat, kısa sürede Belçika, Hollanda, Lüksemburg’un işgaliyle sonuçlandı. Yardıma gelen İngiliz ve Fransız orduları da püskürtüldü. 13 Mayıs'ta Sedan’da Alman tankları Maas Irmağını geçti ve Fransa’nın içlerine doğru ilerledi. Hollanda 14 Mayıs'ta teslim oldu. Alman tankları Manş Kanalına doğru ilerledi ve geri çekilen Müttefiklerin önünü kesti. Kuşatılan ve büyük bölümünü İngiliz Yurtdışı Sefer Kuvveti'nin oluşturduğu Müttefik kuvvetler, Dunkerque limanından deniz yoluyla tahliye ediliyor. Belçika 27 Mayıs'ta teslim oldu.
14 Haziran'da Almanlar Paris’e girdiler, 22 Haziran'da da Fransızlar ateşkes anlaşmasını imzaladılar. Alman güçleri kuzey Fransa’yı ve bütün Atlas Okyanusu kıyılarını işgal etti.
Hitler bir sonraki hedef olarak İngiltere’yi seçti. Alman hava kuvvetleri Güney İngiltere’deki hava alanlarını ve limanlarını her gün bombalamaya başladı. İngilizlerin kesin direnişiyle karşılaşan Almanlar, Londra’yı ve İngiltere’nin iç bölgelerindeki kentleri de bombaladılar. Bu baskınlar pek çok sivilin ölümüne ve büyük zararlara yol açtı. 1941 ortalarına kadar bombardımanlar devam etti.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 19 Ocak 2009 20:26 Sebep: Kırık Link
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Nisan 2006       Mesaj #18
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
2. DÜNYA SAVAŞI

3 Eylül 1939’da İngiltere ve Fransa’nın Polonya’yı işgal eden Almanya’ya savaş ilan etmesiyle başladı. Almanya, İtalya ve Japonya’nın oluşturduğu Mihver Devletleri ile Fransa,İngiltere,ABD ve SSCB’nin oluşturduğu Müttefikler dünyanın hemen her bölgesinde savaştı. 2. Dünya Savaşı topyekun bir savaştı,yani savaşa giren bütün ülkelerin tüm kaynakları ve insan gücü savaş için kullanıldı. Askerlerin yanı sıra milyonlarca sivil insan öldürüldü. Savaş Portekiz,İspanya,İsveç,İsviçre dışında bütün Avrupa’ya yayıldı. ABD,deniz filosunun Japon uçaklarına bombalanması üzerine Aralık 1941’de savaşa katıldı. 2. Dünya Savaşı Eylül 1945’te bitti. Bu savaşın sonuçlarından dünyanın pek az bölgesi kendisini kurtarabildi. Almanya’da Adolf Hitler’in diktatörlüğü,büyük can kayıpları ve büyük acılar pahasına yıkılabildi. Savaşın sonunda, SSCB ve bazı Doğu Avrupa ülkeleri yeni topraklar kazanırken, Japon ve İtalyan imparatorlukları yıkıldı.

Savaşın Nedenleri:

1. Dünya Savaşı’nın sonunda Almanya yenilmiş ve ağır koşullar içeren bir antlaşma yapmak zorunda bırakılmıştı. Almanlar 1919’da imzalanan Versay Antlaşması’nın haksız maddeler içerdiğini ve yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorlardı. 1920’lerde büyük ekonomik güçlüklerle karşı karşıya kalan Almanya’da 1933’te Adolf Hitler önderliğindeki Naziler iktidara geldi. Hitler,bir yandan Versay Antlaşması’nın geçersiz sayılmasına çalışırken,öte yandan da silahlı kuvvetlerini yeniden toparladı.

1919’da barışı korumak ve uyuşmazlıkları çözümlemek amacıyla kurulan Milletler Cemiyeti,bu görevleri yürütebilmek için gerekli olan yaptırım gücünden yoksundu. ABD bu örgütün dışında kaldı; öbür üyeler arasında da kararlara uymayan devletlere karşı zor kullanma konusunda görüş birliğine varılamadı. Bu sorun, 1931’de Japonya’nın protestolara aldırmayarak Cin’in Mançurya bölgesini ele geçirmesiyle iyice açığa çıktı. Japonya 1930’lar boyunca gücünü arttırdı. 1935’te faşist Benito Mussolini yönetimindeki İtalyanlar,Etiyopya’yı işgal ettiler. Milletler Cemiyeti bu kez de etkin önlemler alamadı.

Bu zayıflıktan yararlanan Hitler, 1936 Mart’ında Almanya’nın Ren Irmağı’nın batısında kalan topraklarına askeri birliklerini gönderdi. Oysa 1925’te Almanya ile Milletler Cemiyeti arasında yapılan antlaşmaya göre bu bölgede hiçbir devlet asker bulunduramayacaktı. Milletler Cemiyeti bu konuda da protestolar dışında yaptırım uygulamadı. Ardından İtalya ve Almanya,İspanya’daki iç savaşta cumhuriyetçi yönetime karşı faşist General Francisco Franco’nun saflarında savaşmak üzere asker gönderdi_ böylece yeni silah ve uçaklarını da denediler. Yeni toprak kazanımları ve dünya egemenliği için Almanya,İtalya ve Japonya, Berlin-Roma-Tokyo Mihveri diye adlandırılan bir ittifak kurdular. Bu yüzden bu ülkeler Mihver Devleri adıyla anıldı.

1937’de Japonya,Çin’e karşı topyekun bir savaş başlattı. Bir yıl sonra Almanya,Avusturya’yı işgal etti; ardından da Çekoslovakya’da Alman asıllıların çoğunlukta olduğu Südet bölgesi üzerinde hakkı olduğunu ileri sürdü. İngiltere ve Fransa,Çekoslovakya’yı Hitler’in bu isteğine boyun eğmesinin yararlı olacağına inandırdı ve Eylül 1938’de yapılan Münih Antlaşması’yla bölge Almanya’ya bırakıldı. 6 ay sonra Hitler başkent Prag’ı bombalayacağını söyleyerek gözdağı verince Çekoslovakya Almanya’nın boyunduruğuna girdi.

Almanya’nın sonraki kurbanı 1. Dünya Savaşı’nın ardından bağımsız bir devlet olarak yeniden kurulan Polonya’ydı. İngiltere ve Fransa bu kez Alman saldırısına karşı Polonyalılara yardım edecekleri konusunda kesin güvence verdiler. Almanya,Polonya’ya saldırınca da 2. Dünya Savaşı başlamış oldu.

Avrupa’da Savaş Başlıyor:

Almanya Ağustos 1939’da SSCB ile 0 yıl geçerli olacak bir saldırmazlık paktı imzaladıktan sonra,1 Eylül’de Polonya’ya girdi. İngiltere ile Fransa sözlerini tutarak 3 Eylül’de Almanya’ya savaş ilan etti. Avusturya,Kanada ve Güney Afrika’nın da aralarında bulunduğu başka ülkeler de İngiltere ve Fransa’nın yanında yer aldı. Ama Müttefikler,Alman kara ve güçlerince hızla işgal edilen Polonya’ya yardım edemdi.17 Eylül’de SSCB de doğudan Polonya’ya girdi. Polonya teslim oldu. 80 bin kadar Polonya askeri mücadeleyi sürdürmek amacıyla önce Romanya’ya daha sonra da Fransa’ya giderek burada toplandı.

Ekimde SSCB, olası bir Alman saldırısına karşı bir batıda “tampon devletler” oluşturmak amacıyla,üç Baltık ülkesini,Estonya,Letonya ve Litvanya’yı işgal etti. Ardından SSCB,Finlandiya’dan birliklerine Finlandiya topraklarına girme hakkının verilmesini istedi. Finlandiya SSCB’nin koşullarını kabul etmek zorunda kaldı.

Bunlar olurken batı oldukça hareketsizdi. Fransa,Alman sınırında Maginot Hattı adıyla anılan savunma hattını kurdu. Kuzeydeki İngiliz birlikleri,Belçika’nın savaşa girmemesi nedeniyle Almanlar’la hiç karşılaşmadı.

1940 Nisan’ında Almanlar,Norveç’e saldırdı. Amaçları denizaltıları için üsler kurmak ve İsveç’in kuzeyindeki madenlerden çıkartılarak denizyoluyla Norveç’in Narvik limanına getirilen demire el koymaktı. Alman birlikleri gemilerle geldi ve bir bölümü hiçbir engele karşılaşmaksınızın Norveç kıyılarına çıktı. Bir bölümü de İngiliz deniz güçleriyle,iki tarafın da eşit kayıplar verdiği sert çatışmalara girdi. Ama Almanlar kısa sürede Norveç’te Müttefikler’in asker çıkarma girişimlerini önleyebilecek hava üsleri kurdular. Norveç 9 Haziran’da teslim oldu. Almanlar’ın nisanda saldırdığı Danimarka da pek az direnebildi.

10 Mayıs 1940’ta başlayan Alman saldırısı,kısa sürede Belçika,Hollanda ve Lüksemburg’un işgaliyle sonuçlandı. Yardıma gelen İngiliz ve Fransız orduları da püskürtüldü. 13 Mayıs’ta Sedan’da Alman tankları Meuse Irmağı’nı geçti ve Fransa’nın içlerine doğru ilerledi. Hollanda 14 Mayıs’ta teslim oldu. Alman tankları kuzeye,kıyıya doğru ilerledi ve geri çekilen Müttefikler’in önünü kesit. Belçika 27 Mayıs’ta teslim oldu.

Belçika’da sıkışıp kalan İngiliz ve Fransız birlikleri büyük kayıplar verdi. İngiliz deniz güçlerinin yardımıyla Dunkerque kıyılarından 346 bin kadar Müttefik askeri kurtarıldı; ama silah,araç ve gereçler geride bırakıldı.

14 Haziran’da Almanlar Paris’e girdiler, 22 Haziran’da da Fransızlar ateşkes antlaşmasını imzaladılar. Alman güçleri Kuzey Fransa’yı ve bütün Atlas Okyanusu kıyılarını işgal etti. Mareşal Henri Philippe Petain Vichy’de Almanlar’ın denetiminde bir hükümet kurdu. İngiltere’de bulunan General Charles de Gaulle savalın sonuna kadar varlığını koruyan Özgür Fransa Hareketi’ni kurarak işgalcilere karşı direnişe geçti. İngiltere’de ayrıca “özgür” Polonya,Norveç,Belçika,Hollanda ve Çek askeri birimleri de oluşturdu.

Hitler bir sonraki hedef olarak İngiltere’yi seçti. Alman hava kuvvetleri Güney İngiltere’deki havaalanlarını ve limanlarını her gün bombalamaya başladı. İngilizler’in kesin direnişiyle karşılaşan Almanlar,ardından Londra’yı ve İngiltere’nin iç bölgelerindeki kentleri de bombaladı. Bu baskınlar pek çok sivilin ölümüne ve büyük zarara yol açtı. Buna karşılık İngiliz hava kuvvetleri de Fransa ve Belçika limanlarında askerleri Manş Denizi’nden geçirmek üzere toplanmış Alman gemilerini batırdı. İngiltere göklerinde Ağustos-Ekim 1940 arasında yapılan üstünlük savaşından sonra,Alman hava saldırıları gece bombardımanlarına dönüştü; 1941 ortalarına kadar İngiltere’deki kentler yoğun hava akınlarının hedefi oldu. Haziran 1940’tan sonraki bir yıl içinde yaklaşık 43 bin sivil yaşamını yitirdi;50 bin kişi ağır yaralandı.

Almanya SSCB’ye Saldırıyor:

Hitler’in SSCB ile 1939’da yaptığı saldırmazlık paktının asıl amacı,Almanya’nın aynı hem batıda,hem doğuda savaşmak zorunda kalmasını önlemekti. 1940’ta Alman orduları Fransa’yı göçertip İnglizler’i Avrupa’dan sürünce Hitler, SSCB’ye saldırmaya karar verdi. Hızlı bir harekatla SSCB üzerinden Ortadoğu’ya inmeyi tasarlamıştı. SSCB’ye saldırı Napolyon’un 1812’deki başarısız Rusya seferinden bir gün önce 22 Haziran 1941’de başladı. Finlandiya,Bulgaristan,Macaristan ve Romanya da SSCB’ye savaş açtılar. Savaş başlangıçta Almanlar için oldukça olum gelişti. Almanlar sonbaharda Leningrad kentine, aralık ayında da Moskova’nın banliyölerine ulaştılar. Daha güneyde de Don Iramağı ağzındaki Rostov kentine ulaştılar,ama kış gelince Alman birlikleri yorulmuş, savaşma güçleri azalmıştı.

Ardından SSCB’nin karşı saldırısı başladı. Hitler’in tasarılarında bu harekatın kıl gelmeden tamamlanması öngörüldüğü için,Alman askerlerinin giysileri soğuk kış günlerine uygun değildi. Büyük kayıplar verdiler ve SSCB’nin içlerinde tutunabilmelerine karşın başlangıçtaki güçlerini bir daha kazanamadılar.

1942’de Hitler, Karadeniz ile Hazar Denizi arasında bulunan Kafkasya petrol yataklarını ele geçirmeyi hedefledi. Bir Alman ordusu ağustosta Maykop’taki petrol merkezine ulaştı. Daha kuzeydeki Stalingrad kentine yönelik saldırıları ise başarısız oldu. SSCB birlikleri kenti sonuna kadar savundu ve kış bastırınca karşı saldırıya geçtiler. 250 bin kişilik Alman ve Romanya birliklerini kuşattılar ve Şubat 1943’te bu birlikler teslim oldu. SSCB’nin 2. Dünya Savaşı ,’nın en büyük kara çarpılmasındaki başarısı Almanlar’ı,Kafkasya’dan çekilmek zorunda bıraktı. 1943 yazı başlarken SSCB orduları Almanlar’ı geri sürdü ve 1944 balında Polonya’ya, çok geçmeden de Romanya’ya girdi. Bu savaşta SSCB büyük yıkıma uğradı ve yaklaşık 20 milyon insanını yitirerek 2. Dünya Savaşı’nda en çok can veren ülke oldu.

ABD Savaşa Giriyor:

ABD savaşta tarafsız kalmasına karşın İngiltere’ye destek sağlıyordu. Örneğin, 1940’ta ABD,deniz kuvvetlerinin 50 destroyerini İngiltere’ye ödünç vermişti.

7 Aralık 1941’de Pazar günü sabah saatlerinde,Japon uçak gemilerinden havalanan 360’ın üzerinde savaş uçağı, Hawaii Adaları’ndaki Pearl Harbor deniz üssünde bulunan ABD savaş gemilerine saldırdı. Japonlar bombaladıkları sekiz savaş gemisinden altısını batırdı ya da çalışamaz duruma getirdi; ama üssü kendisi pek zarar görmedi. Uçak gemileri o anda başka bir yerde olduğu için bu saldırıdan kurtuldu. Bu olay üzerine ABD kongresi, 8 Aralık 1941’de Japonya’ya, üç gün sonra da Almanya ve İtalya’ya savaş ilan etti.

Pearl Harbor baskınıyla aynı gün, Formoza’dan kalkan Japon uçakları Filipin Adaları’na saldırdı. Bu adalar daha sonra Japon birliklerince işgal edildi. General Douglas MacArthut komutasındaki ABD ve Filipin güçleri yenildiler ve bölgeyi boşaltmak zorunda kaldılar. Japonlar 1942 Mayıs’ında Filipinler’i ele geçirdiğinde 36 bin kadar asker ve 25 bin sivili esir aldı. Japonlar ,saldırını sürdürerek ABD’den Guam ve Wake adalarını,İngiltere’den de Hong Kong’u aldılar. Japon askerleri Taylan üzerinden hareketle Malaya’yı da işgal etti ve yarımadanın alt bölümlerine,Singapur’a doğru ilerlediler; Singapur 1942 Şubat’ında teslim oldu.Daha sonra,Saravak,Brunei,Borneo,Timor,Cava,Sumatra,Selebes,Yeni Britanya,Solomon Adaları,Yeni Gine’nin doğusu,Gilbert Adaları da Japonya’nın eline geçti. Buraları savunmaya çalışan Müttefik deniz güçleri büyük kayıplar verdi,askerlerinin pek çoğu öldü ya da esir edildi.

Bu saldırılar sonucunda Japonya,Güney doğu Asya’nın denizden ulaşımını denetleyen adaları ele geçirdi. Japonlar ayrıca Çinhindi ve Taylant’dan geçerek Birmanya’yı da işgal etti ve oradaki İngiliz birliklerini Hindistan’a çekilmek zorunda bıraktılar. Güneydoğu Asya’da kurdukları üslerden Avustralya’ya hava saldırıları düzenlediler.

Batıdaki Deniz Savaşları:

Savaş başladığında İngiltere ve Fransa’nın güçlü donanmaları vardı. Alman donanması ise, daha küçük olmakla birlikte, modern ve etkiliydi. Uçak gemisi yoktu,ama güçlü savaş gemiler ve hızla artan denizaltı gücüyle ticaret gemilerine büyük zararlar verebiliyordu.

Akdeniz’ed İngiliz deniz gücünün üstünlüğü sayesinde,asker ve erzak taşıyan düşman gemileri batırılarak Kuzey Afrika harekatına yardımcı olundu. Ne var ki, İngiliz donanması da Alman denizaltılarının ve kıyıda üslenmiş savaş uçaklarının yarattığı tehlike yüzünden İngiliz gemileri Batı Çölü’ndeki savaş için gerekli desteği Cebelitarık Boğazı ve Akdeniz’den getirmek yerine,çoğunlukla Ümit burnu ve Süveyş kanalı yolunu izleyerek sağladılar.

Durmaksızın bombalanan Malta yalnızca denizaltılar ve küçük gemilerce kullanılabiliyordu. Bu yüzden İngilizler’in ana deniz üssü Mısır’da,İskenderiye’deydi. Zaman zaman Alman savaş gemileri Müttefik ticaret gemilerine saldırmak üzere Atlas Okyanusu’na açılıyordu. Daha sonra da ticaret gemisi görünümde,silahlandırılmış gemiler göndermeyi sürdüler.

Atlas Okyanusu’ndaki asıl savaş Alman denizaltılarıyla oldu. Bu savaş gece gündüz durmaksızın sürdü. Müttefikler’in,asker,savaş araç ve gereçleri de taşıyan ticaret gemileri konvoylar oluşturarak savaş gemilerinin koruması altında yol alabiliyorlardı. Uçak gemilerinden ve kıyıdaki hava üslerinden kalkan savaş uçakları da deniz savaşlarına katılıyordu,ama Alman denizaltılarına engel olmak çok güçtü. Savaş süresince bu denizaltılar Müttefikler’in 23.351 ticaret gemisini batırdı. Buna karşılık 782 Alman denizaltısı yok edildi.

Kuzey Afrika Çıkarması:

Müttefikler,mihver güçlerini yenmek için,önce Almanya’yı yenmek gerektiğini düşünüyordu. 1942’de Kuzey Avrupa’yı geri alacak güçleri olmayan Müttefikler,düşmanu önce Kuzey Afrika’dan sürmeye karar verdiler. Bu nedenle,General Dwight D. Eisenhower komutasındaki İngiliz ve ABD askerlerinden oluşan 100 bin kişilik bir kuvvet Fas ve Cezayir kıyılarına çıkarma yaptı.

Bu ülkeler,o sırada Vichy Fransa’sının denetimindeydi. Vichy yönetimi önce bu çıkarmaya karşı çıktıysa da,hemen ardından Müttefler’le işbirliğine girdi. Müttefikler önce doğuya,Tunus’a doğru ilerledi,ama Akdeniz üzerinden hava ve denizyoluyla getirilen güçlü Alman birliklerince durduruldu.

1943 Ocak ayı sonunda Montgomery’nin ordusu Batı Çölü’nü geçerek Tunus’a girdi. Zorlu çarpışmalardan sonra Müttefik orduları Mayıs 1943’te Alman ve İtalyan kuvvetlerini çökertti ve Mihver ordularının ancak küçük bir bölümü esir düşmekten kurtulabildi.

Müttefikler Kuzey Afrika’daki başarılarını,1943 Temmuz’unda Sicilya’yı işgal ederek sürdürdü. Bu harekat,limanları ele geçirerek değil,açık plajlara asker çıkararak yürütüldü. Daha önce önemli yol ve köprüleri ele geçirmek üzere planör ve paraşütlerle hava birlikleri indirilmişti. Ağustosun ortalarında ada ele geçirildi.

Sicilya’nın yitirilmesi ve İtalya’nın Müttefikler’ce bombalanması İtalya diktatörü Bento Mussolini’yi çekilmeye zorladı. Eylül başlarında İtalya teslim oldu ve Malta’daki donanmasına el kondu. Bu olay İtalya’da Müttefikler ile Almanlar’ı karşı karşıya bıraktı.

Müttefik güçler 3 Eylül’de güney İtalya’ya birkaç gün sonra da Salerno Körfezi’ne çıktılar. Almanlar inatla direndiler. Ekimde Napoli’ye ulaşan Müttefikler yarımadanın ortalarında güçlü bir Alman savunması tarafından durduruldu.

1944 Ocak’ında Müttefikler,Anzio’ya çıkarak bu savunma hattının ardına geçmeye çalıştılar. Aynı zamanda bu hattın asıl güçlü noktası olan Cassino’ya yönelik saldırılar düzenlediler. Müttefikler Polonya birliklerinin Cassino’yu almasından sonra Anzio’daki kuvvetlere katılmak üzere kuzeye doğru ilerlemeyi başardılar. 4 Haziran’da Roma alındı.

Avrupa’da Savaşın Sonu:

İtalya’daki Müttefik güçler 13 Ağustos 1944’te Floransa’yı aldı. Almanlar bunun üzerine Pisa ile Rimini arasında bir savunma hattı oluşturarak kış gelene kadar burada tutundular. Nisan 1945’te Müttefikler Po Irmağı’nı geçti ve Alp Dağları’na doğru ilerledi. İtalya’da Almanlar 2 Mayıs’ta teslim oldular. İki gün sonra da Müttefikler Avusturya’dan güneye doğru ilerleyen ABD askerleriyle buluştu. SSCB birlikleri ise 1944 Haziran’ında Doğu Avrupa’da bir harekat başlattı. Temmuz sonunda Varşova’nın karşısında Vistül Irmağı’nın doğu kıyısına geldiler. Daha güneyde SSCB ordu,Romanya ve Bulgaristan’ı aldı. Finlandiya eylülde düştü. Ağustosta SSCB orduları iki koldan ilerlemeye başladı. Biri Baltık Denizi’nin doğu kıyıları boyunca,öbürü de Tuna vadis üzerinden Macaristan’a doğru hareket etti. Almanlar bu ilerlemeyi durduramayarak geri çekildiler.

1945 başlarında,Almanya’nın artık uzun süre savaşamacağı ortaya çıkmıştı. Müttefik liderler,ABD Başkanı Roosevelt,İngiltere Başbakanı Churchill ile SSCB’nin önderi Stalin Kırım’daki Yalta kentinde toplandılar ve Almanya’nın koşulsuz olarak teslim alınması konusunda anlaştılar. Ayrıca savaş sonrası Avrupa’ya ilişkin planlar da yaptılar. Ocak 1945’te SSCB askerleri Oder Irmağı’nı Budapeşte’ye,nisan başında da Viyana’ya girdiler ve Berlin’e doğru ilerlediler. 25 Nisan’da Berlin’i kuşattılar. Kentin merkezinde ki bir yer altı sığınağından savunmayı yönetmekte olan Hitler savaşın yitirildiğini kavrayarak 30 Nisan’da intihar etti. Amiral Karl Dönitz’i kendi yerine atamıştı.

Dönitz’in temsilcileri Reims’e Müttefikler’le görüşmeye geldi. Batıda Müttefikler’e teslim olmayı; ama doğuda SSCB’ye karşı savaşı sürdürmeyi istiyorlardı. Eisenhower Almanlar’ın her yerde koşulsuz teslim olmaları konusunda ısrar etti. Almanya’nın teslim olması 8-9 Mayıs 1945’te gece yarısı gerçekleşti.

Japonya’nın Teslim Olması:

ABD,Japonya’nın kıyı kentlerini yoğun bir biçimde bombaladığı sırada Başkan Truman,Japonlar’ın direnişini kırmak ve savaşı kısaltmak gerekçesiyle atom bombası kullanmaya karar verdi. Atom bombası ABD’de,gizlice geliştirilen ve büyük yıkım gücü olan bir silahtı. 6 Ağustos 1945’te ABD hava kuvvetlerinin bir bombardıman uçağı Hiroşima kenti üzerine ilk atom bombasını attı. 3 gün sonra gücü azaltılmış bir atom bombası da Nagasaki’ye atıldı. Bu bombalar Hiroşima’da 200 bin,Nagasaki de ise 80 bin sivlin ölmesine ve on binlerce kişinin yaralanmasına yol açtı. Bu kentler büyük ölçüde yıkıldı; bitki örtüsü çok zarar gördü. Atom bombasının yol açtığı radyasyon etkisi yıllarca. Radyasyon nedeniyle insanlar; daha sonra sakatlandılar ve öldüler. Uzun yıllar sonra bile özürlü çocuklar doğdu.8 Ağustos’da SSCB de Japonya’ya savaş açtı ve Japonlar’ın elinde bulunan Mançurya ve Kore’yi işgale başladı. Bunun üzerine Japonya 2 Eylül’de resmen teslim oldu ve 2. Dünya Savaşı sona erdi.
Son düzenleyen GusinapsE; 13 Mayıs 2006 00:56
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
22 Nisan 2006       Mesaj #19
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Tokyo Bombardımanı


Bomardımandan Sonra Tokyo


Tokyo bombardımanı, 10 Mart 1945'te, ABD'nin Tokyo'yu Napalm bombalarıyla yüklü 344 tane B-29 uçağıyla bombalaması olayı. Japonya, bu bombalamada Nakasaki ve Hiroşima'dan daha fazla kayıp vermiştir. Daha sonradan ölenler de işin içine katılınca 200 binden fazla insan bu bombardımanda hayatını kaybetmiştir. 9 Mart 1945' saat 22 sularından Tokyo'da hava saldırısı sirenleri çalmış, halk paniğe kapılmış olsa da 2 tane bombardıman uçağı herhangi bir saldırı yapmadan gözden kaybolmuştur. Aradan tam 2 saat geçince Tokyo semalarından ilk bomba bırakılır. Tokyo'da askeri kuvvetler bombardımanın farkına ancak saat 00:15 'te farkına varır ve sirenler çalmaya başlar. 2,5 saat boyunca Tokyohalı bombardımanı şeklinde Napalm bombalarıyla bombalanır. Bu bombardımanda önce şehrin çevresi yangın bombalarıyla bombalanır. Amaç halkı bir ateş çemberine almaktır. Daha sonra çemberin içindeki 300 bin insan bombalanır. Bombalama esnasında ve daha sonra ölen yaralılarla birlikte toplam 200 bin insan hayatını kaybetmiştir. Bombardımandan sonra ABD, Japonya savaş sanayi'nin fabrikalardan evlere ve küçük atölyelere kaydığını, bombardımanın bu yüzden direk olarak şehre yapıldığını açıklamıştır. Bu bombardıman insanlık tarihinin şahit olduğu en büyük katliamlarından biridir.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 19 Ocak 2009 20:46 Sebep: Kırık Link
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
12 Mayıs 2006       Mesaj #20
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
TÜRKİYE'NİN STRATEJİK UFKU

İnsanların büyük bölümünde, içinde bulundukları dönmede mevcut olan ülke sınırlarının hiç değişmeyeceği yönünde bir inanış vardır. Haritaya baktıklarında gördükleri dünyanın, hep öyle kalacağını sanırlar. Kendi ülkelerinin ya da komşu ülkelerin sınırlarının sanki hiç değişmemek üzere belirlenmiş olduğunu düşünürler.
Oysa dünya üzerindeki ülkelerin sınırları sık sık değişir. Bu sınır değişiklikleri ise, çoğunlukla dünyayı ya da en azından bir bölgeyi köklü bir biçimde etkileyen dönüm noktaları sonucunda olur. Bu dönüm noktalarının modern çağdaki en belirgin olanları Napolyon Savaşları ardından gelen Viyana Kongresi, ardından 1878'deki Berlin Anlaşması, sonra da 1. Dünya Savaşı'ydı. Bütün bu dönüm noktalarında, özellikle de 1. Dünya Savaşı sonunda birçok ülkeler coğrafyası büyük ölçüde değişti. Çok uluslu imparatorluklar yıkıldı, yerlerine (çoğu yapay olan) ulus-devletler kuruldu. Özellikle Ortadoğu ve Balkanlar'da yepyeni bir harita ortaya çıktı. İnsanların çoğu bu savş sonucunda oluşan haritayı da istikrarlı ve kalıcı bir harita sandılar, ancak bu harita da fazla uzun ömürlü olamadı ve 2. Dünya Savaşı ile bir kez daha köklü bir değişime uğradı. 2. Dünya Savaşı'nın ardından Batı ve Doğu blokları sabit kaldı, ama 1960'larda Üçünçü Dünya'da gelişen dekolonizasyon dalgası, çoğu Afrika'da yer alan onlarca yeni devletin kurulmasını sağladı. Dünyanın siyasi haritası radikal bir biçimde bir kez daha değişime uğradı.
Pek çok insan sözünü ettiğimiz tüm bu dönüm noktalarında dünyanın artık ''ideal'' haritaya kavuştuğunu düşündü, ama her seferinde bunun ardından yeni bir dönüm noktası ve yeni bir revizyon geldi.
Bu tarihsel gelişim bize önemli bir gerçeği gösterir: Tarihin hiç bir döneminde dünyanın ideal ve kalıcı siyasi haritasının oluştuğunu öne sürmek ve böylece statükonun değişmeyeceğini hükmetmek mümkün değildir, ya da en azından akılcı değildir.
Kuşkusuz stratejik açıdan önemli olan tek gelişme harita değişikliği de değildir. Ülkelerin sınırları sabit kalsa da, güçleri, etkileri ve rejimleri değişebilir ki, bu da dünyanın yine siyasi çehresinin büyük bir değişime uğraması anlamına gelir.
Dolayısıyla, bugün de içinde yaşadığımız dünyanın siyasi haritalarının ve güç dengelerinin ''ebedi'' olduğunu düşünmek ve buna dayanarak durağan ve statükocu bir strateji belirlemek, bir ülke açısından önemli yanlış olabilir. Özellikle de dünya siyasal sisteminin değişime uğradığı, taşaların yerinden oynadığı ve ''dünyanın yeniden kurulduğu'' büyük kırılma dönemlerine, her türlü olasılığı hesaplayan geniş bir vizyonla bakmak gerekir.
İçinde yaşadığımız dönem ise tam da sözünü ettiğimiz türden bir kırılma dönemidir. Soğuk Savaş'ın bitmesiyle birlikte taşlar yerinden oynamıştır ve tekrar nasıl bir kompozisyonla çökecekleri belli değildir. Eğer bu taşların hareketlerine müdahalede bulunulmazsa nasıl olsa bir şekilde çökerler, ama ortaya çıkan kompozisyon büyük olasılıkla menfaatlere uygun olmayacaktır. Menfaatlere uygun bir düzenleme, ancak hareketlerine müdahalede bulunarak elde edilebilir.
Türkiye'nin tarihsel mirası, Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu'da önemli bir hayat sahası oluşturmaktadır. Osmanlı'nın tek mirasçısı olan Türkiye, sözünü ettiğimiz kırılma döneminin en yoğun yaşandığı bu bölgede, geçmişte olduğu gibi bugün de, tarihsel mirasına sahip çıkarsa taşları yerinden oynatabilir. Türkiye'nin stratejik ufku, Osmanlı'nın mirasına sahip çıkmasıyla orantılı olarak gelişecektir. Türk dünyasının hatta İslam Dünyası'nın yeni bir Osmanlı İmparatorluğu ruhuna ihtiyacı vardır. 21. asır bu mirasın tekrar ayağa kaldırıldığı sahipsiz kalan İslam Dünyası'nın yeniden toparlandığı asır olacaktır.



OLASI 3.DÜNYA SAVAŞI NEDENLERİ


11 Eylül sonrası amerika'da ve avrupa'da tırmanan müslümanlara karşı sert tutum takınılması dikkatinizden kaçmamıştır. müslümanların potansiyel terörist olarak lanse edilmeleri ve son karikatür olayının ardından olası 3. Dünya savaşı'nın sebeplerini düşünmeye başladım. Din.. Belki de savaş için bir araç olacak. Önceleri 3. dünya savaşının su ya da değerli madenler sebebiyle olacağını düşünürdüm. Ama şimdi aklımda bir sürü soru işareti var ve düşündükçe yenileri ekleniyor.
ab'nin, türkiye'yi kalabalık ve vasıfsız nüfusu nedeniyle istemediğini biliyoruz. ama tüm islam ülkeleriyle dertleri nedir? Bu karikatürlere müslümanların tepki göstereceğini biliyorlardı. Bunun düşünce özlürlüğünden çok başka bir sebebi olduğunu düşünüyorum ama ne olduğunu bulamıyorum. Teknolojileri çok gelişti de; bunu denemek için hedef mi arıyorlar? Amerika ve İngiltere gibi yayılmacı politikaya sahip, haçlı seferi ile Irak'a girdiklerini söyleyen ve savaş çığırtkanı iki ülke neden bu karikatür olayında "ılımlı" bir portre çiziyor?:
Son düzenleyen GusinapsE; 13 Mayıs 2006 00:06

Benzer Konular

29 Mart 2016 / Misafir Cevaplanmış
10 Nisan 2011 / mert erdem Soru-Cevap
11 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Tarih
11 Nisan 2012 / Misafir Soru-Cevap
25 Kasım 2013 / Begüm Soru-Cevap