Arama

Sağlık ve Sağlık Hizmetleri

Güncelleme: 21 Mayıs 2009 Gösterim: 13.656 Cevap: 0
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
21 Mayıs 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Sağlık ve Sağlık Hizmetleri
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar

Çoğu insan sağlığı hasta olmamakla eşanlamlı ola­rak düşünür. Bu doğru, ama eksik bir tanım­dır. Çünkü bir insanın o anda hasta olmaması ya da kendini hasta hissetmemesi sağlıklı olduğu anlamına gelmez. Örneğin bugün çok sağlıklı görünen bir insan ertesi gün kalp krizi geçirebilir. Doğaldır ki bu kriz, sağlıklı görü­nümün altında yatan bir hastalığa ya da işlev bozukluğuna bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Öte yandan, o an iyi durumda olmayan bir insanın da sağlıksız olduğu söylenemez. Ör­neğin, taşıt tuttuğu için midesi bulanan ve kendini kötü hisseden bir insan elbette sağlı­ğını yitirmiş değildir. Taşıttan inip bir süre dinlendiğinde vücut işlevleri eski uyum ve dengesine yeniden kavuşacaktır. Demek ki sağlıklı olmak, kronik ya da süreğen bir hastalığı olmamakla aynı anlamdadır denebi­lir. Bütün dünyadaki sağlık sorunlarıyla ilgile­nen, Birleşmiş Milletler'e bağlı Dünya Sağlık Örgütü (bak. Dünya Sağlık Örgütü) ya da İngilizce adının (World Health Organization) kısaltmasıyla WHO, sağlık için daha kesin ve geniş kapsamlı bir tanım yapmıştır. Bu tanıma göre sağlık, hasta ve sakat olmamanın ötesinde, fiziksel, ruhsal ve toplumsal açıdan tam anlamıyla uyumlu ve dengeli olmak demektir. Ne var ki, hiçbir hastalığa yakalanmamak her açıdan tam anlamıyla sağlıklı kalabil­mek hemen hemen olanaksız olduğu gibi, sağlıklı olmanın ölçütü de ülkeden ülkeye değişir. Örneğin açlık tehlikesiyle karşı karşı­ya olan azgelişmiş ülkelerde, ölmeyecek ka­dar yiyecek bulabilmek ve tifo, kolera gibi ağır salgın hastalıklara yakalanmamak sağlıklı sayılmak için yeterlidir. Bir ülke kalkındıkça, insanların beslenme koşulları ve yararlandık­ları sağlık hizmetleri iyiye gideceği için, hal­kın sağlığı da Dünya Sağlık Örgütü'nün stan­dartlarına daha çok yaklaşır. Bugün kalkın­makta olan birçok ülkede çocuklar ana baba­larından çok daha uzun boyludur. Örneğin Güney Kore'de, 14 yaşındaki erkek çocukla­rının boy ortalaması 1965'ten 1988'e kadar geçen süre içinde 11 cm artmıştı. Günümüzün gelişmiş ülkelerinde ise insan sağlığı için en büyük tehlike, yetersiz beslenme ve bulaşıcı hastalıklar değil, bazı doktorların tanımıyla "refah hastalıkları”dır. Doktorlar bu toplum­larda yaygın olan kanser ve kalp hastalıkları­nın sorumluluğunu genellikle yaşam düzeyi­nin yükselmesine bağlı olarak aşırı yağlı ve karbonhidratlı beslenmeye, hareketsizliğe ve sigara içme alışkanlığına yüklerler.

Sağlık Kuralları

En eski toplumlardan bu yana hemen her dilde sağlıkla ilgili pek çok atasözü, deyim ve özdeyiş vardır. Örneğin Romalılar'dan günü­müze kadar ulaşan "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" atasözü, akıl ve ruh sağlığı­nın da vücut sağlığı kadar önemli olduğunu vurgular. Gerçekten de vücut ve zihin ayrıl­maz bir bütündür. Fiziksel rahatsızlıklar ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyebileceği gibi, çok ağır ruhsal gerginlikler de bedensel hasta­lıklara yol açabilir.
İnsan vücudu, bildiğimiz bütün makineler­den çok daha karmaşık bir sistemdir. Vücu­dumuzun yaptığı bütün işleri hiçbir makine tek başına yapamaz ve hiçbir makine gece gündüz hiç durmaksızın 70 yıl ya da daha uzun süre çalışamaz. Çok değişik koşullara insan vücudu gibi bir anda uyum sağlayabilen bir makine de henüz yapılamamıştır. Üstelik bu kusursuz sistemin gerektirdiği günlük ba­kım herhangi bir makineninkinden çok daha azdır.
Vücudumuzun sağlıklı kalmak için bunca çaba göstermesine karşılık bize düşen tek görev, bu harika makinenin nasıl çalıştığını öğrenmek ve temel sağlık kurallarına uyarak vücudumuzun en iyi biçimde çalışmasına yar­dın olmaktır.
Doktorlar ve öbür sağlık görevlileri "Has­talıktan korunmak tedavi olmaktan iyidir" sözünü sık sık yinelerler. Gerçekten de sağlı­ğın temeli budur; ama hastalıklardan korun­mak için neler yapılacağını bilmek gerekir. Aslında, çocuklara aile içinde ve okulda öğretilen "yaşam kuralları”nın bir bölümü hastalıktan korunmaya ya da hastalıkların yayılmasını önlemeye yöneliktir. Örneğin her çocuk yemeklerden önce ve tuvaletten sonra ellerini yıkaması, öksürür ya da hapşırırken ağzını eliyle kapatması ve terliyken soğuk su içmemesi gerektiğini erkenden öğrenir. Bu temel bilgileri tamamlayan öbür sağlık kural­larını da şöyle özetleyebiliriz:
  • Sigara içmemek
  • Çok fazla şeker ve hayvansal yağlar yemek­ten kaçınıp dengeli beslenmeye özen gös­termek
  • Çiğ sebze ve meyveleri iyice yıkamadan yememek
  • Temiz olmayan suları içmemek ve mikroplu sularda yüzmemek
  • Bol bol egzersiz ve spor yapmak
  • Düzenli olarak yıkanmakGiyeceklerin, kullanılan eşyanın ve yaşanan yerin temizliğine özen göstermek
  • Kazaya yol açabilecek davranışlardan sa­kınmak
  • Stresten kaçınmak
  • Her yemekten sonra dişleri fırçalamak
  • Belirli aralıklarla diş ve göz doktoruna görünmek
  • Alışılmadık, olağandışı ya da rahatsız edici herhangi bir belirtide hemen doktora baş­vurmak
  • Bağımlılık yaratıcı ilaçlar ve alkol kullan­mamak
Ne yazık ki, azgelişmiş ülkelerin özellikle kırsal kesimlerinde bu önerilerden bazılarını yerine getirmek hiç de kolay değildir. Çünkü bu ülkelerden çoğunun bütün halka temiz içme ve kullanım suyu sağlayacak, en uzak köyleri bile kanalizasyon ağlarıyla donatacak ve ülkenin her yanına sağlık hizmeti götüre­cek parasal gücü yoktur. Bu yüzden, dünya­nın gelişmiş ülkelerinde hemen hiç rastlanma­yan birçok hastalığın azgelişmiş ülkelerde milyonlarca kişiyi etkilemesi doğaldır.

Sağlık Hizmetleri
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'ne göre, her insanın sağlıklı yaşamaya, hastalandığında devletten bakım istemeye, sağlık ve sosyal yardım hizmetlerinden yararlanmaya hakkı vardır. Bu nedenle, Birleşmiş Milletler'in bu bildirisine imza atan bütün ülkelerde yurttaş­ların sağlığını korumak,"bakım ve tedavisini sağlamak devletin temel ödevlerinden biridir.
Türkiye'de devlete düşen sağlık hizmetleri Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'nca yürü­tülür. Sağlık hizmetlerini ülke çapında örgüt­lemek, sosyal sigortalar kurumları oluştur­mak, insan sağlığına zarar verecek bütün etkenlerle ve hastalıklarla savaşmak, toplum sağlığını korumak, aşı, tedavi ve rehabilitas­yon (fiziksel yeteneklerini, ruhsal ve toplum­sal uyumlarını yitirmiş kişileri yeniden iş görmeye ve toplum içinde yaşamaya alıştır­ma) merkezleri kurmak bu bakanlığın sorum­luluğundadır. Bakanlık bu hizmeti yürütebil­mek için devlet hastaneleri, dispanserler, sağlık ocakları, ana ve çocuk sağlığı merkezle­ri açar; illerde sağlık müdürleri, ilçelerde hükümet doktorları, bucak ve köylerde sağlık memurları ile ebeler eliyle bakım ve tedavi hizmeti verir; ilaç ve aşı üretimini, özel hastane, dispanser ve klinikleri denetler; sağ­lık zabıtası aracılığıyla kentlerin, halka açık yerlerin, yiyecek ve içecek maddelerinin te­mizliğini denetim altında tutar.
Devletin bütün bu hizmetleri yerine getire­bilmesi için, ülkenin her yanını kapsayacak genişlikte bir sağlık örgütü kurması, bu ku­rumları gerekli araç gereçlerle donatması ve elinin altında çok kalabalık bir sağlık ordusu bulundurması gerekir. Doğaldır ki bu örgüt­lenmenin maliyeti son derece yüksektir. Bu hizmetler için gerekli para birçok ülkede değişik kaynaklardan sağlanır.
Türkiye'de, devletin bütün yurttaşlara pa­rasız ve yeterli sağlık hizmeti verebilmesi amacıyla 1963'te sağlık hizmetlerini sosyalleş­tirme çalışmalarına başlanmıştı. Bu program, koruyucu hekimliğe ağırlık verilmesini ve hizmetin tabana yayılmasını öngörüyordu. Yani, çok önemli bir hastalığı olmayanların bakım ve tedavisi sağlık ocaklarında, tıbbın belirli bir dalında uzmanlaşmamış olan pratis­yen doktorlarca ya da aile doktorlarınca yapılacaktı. Ancak bu birinci basamak hiz­metlerinin yetersiz kaldığı durumlarda, örne­ğin önemli bir hastalığı olanlar ya da kaza geçirenler hastanelerde uzman doktorlar eliy­le muayene ve tedavi edilecekti. Bu hizmetler tümüyle parasız olacak ya da hastalardan muayene ve tıbbi testler için para alınmayıp yalnızca ilaç ve tedavi giderlerinin bir bölü­müne katılmaları istenecekti. Ne var ki, bazı ülkelerde uygulanmakta olan bu ideal sistem gerçekleştirilemedi ve sağlık hizmetlerinde özelleştirmeye doğru bir eğilim ağır bastı. Ülkemizde devletten başka kamu yönetimle­ri, üniversiteler, özel kuruluş ve dernekler de sağlık hizmetinde bulunur. Devlet hastanele­rinde bir zamanlar çok düşük olan muayene ücretleri bugün hemen hemen üniversite has­tanelerinin ücretleriyle eşitlenmiştir ve özel hastanelerin sayısı günden güne artmaktadır. Yurttaşlarca ödenen primler ve kamu kurum­larının bütçelerinden ayrılan ödeneklerle hiz­met veren Sosyal Sigortalar Kurumu, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur gibi sosyal sigorta kurum­ları ise, bakım ve tedavi giderleri için yurttaş­lardan primler dışında para almaz.
ABD'de sağlık hizmetleri için gerekli para­nın temel kaynağı, yurttaşların ödedikleri özel sağlık sigortası primleridir. Ama sunulan hizmetin düzeyi sigorta primiyle orantılı oldu­ğundan, yüksek sigorta pirimi ödeyecek güçte olmayan milyonlarca Amerikalı sağlık hiz­metlerinden yeterince yararlanamaz. Bu eşitsizliği bir ölçüde gidermek için 1965'te, sigor­ta primi ödeyemeyen yoksullara ve yaşlılara ücretsiz sağlık hizmeti vermek üzere iki ayrı program yürürlüğe konmuştur.
Buna karşılık İngiltere ve İsveç gibi bazı ülkelerde sağlık hizmetleri ücretsizdir. Gider­ler devletçe karşılanır ve bu ülkelerde oturma izni olan herkes ücretsiz tedavi hakkından yararlanabilir. Ama İngiltere'de devlet bütçe­sinden sağlık hizmetlerine ayrılan para tıptaki gelişmelere paralel olarak artmadığı için, yurttaşlar sağlık hizmetlerinin yetersizliğin­den yakınırlar. Birçok hastane, başvuranların tedavi isteklerini karşılamakta güçlük çeker ve bazı ameliyatlar için çok uzun süre bekle­mek gerekir.
İsveç'teki sağlık hizmetleri ise yıllardır bü­tün dünya ülkelerine örnek olarak gösterilir. Hastaneleri Avrupa'nın en ileri sağlık kurum­larıdır; sağlık hizmetleri ücretsizdir ve gerek bu giderleri, gerek öbür sosyal yardım hiz­metlerini karşılayabilmek için alınan vergi bütün dünya ülkeleri içinde en yüksek düzey­dedir. Gene de, sistemin ideal olmasına karşı­lık, son yıllarda İsveç'te bile sağlık kurumları yurttaşların beklentilerini karşılayamayacak duruma gelmiş ve ameliyat sırası bekleme listeleri giderek uzamaya başlamıştır.
Avustralya'da bazı yerleşmeler hastanele­rin ve doktorların bulunduğu yerlerden çok uzakta olduğundan bu ülkenin daha özel sorunları vardır. Bu uzak yerleşmelere doktor ve ilaç ulaştırmak ya da gerektiğinde hastaları hastaneye taşımak için Krallık Uçan Doktor Servisi kurulmuştur. Hastalara özel uçaklarıy­la hizmet götürdükleri için "uçan doktorlar" olarak bilinen bu sağlık örgütünün giderle­rinin bir bölümü devlet bütçesinden, bir bölümü de halktan alınan bağışlarla karşı­lanır.

Azgelişmiş Ülkelerde Sağlık Hizmetleri
Gelişmiş bir ülkede ortalama 500 kişiye bir doktor düşerken azgelişmiş ülkelerde bu sayı 50 bini bulur, hatta aşar. Üstelik bu ülkelerde insanlar daha sık hastalandıkları için, ücretle­ri genellikle uluslararası yardım kurumlarınca ödenen doktorların ve hemşirelerin işi çok daha güçtür.
Özellikle son 20 yıldır, gelişmekte olan ülkelerde yürütülen halk sağlığı kampanyaları çok başarılı sonuçlar vermiştir. Bunların en önemlilerinden biri, ölümcül hastalıklardan çoğunun mikroplu sulardan ve temizlik kural­larına uymamaktan kaynaklandığı konusunda halkı bilinçlendirmek olmuştur. Gerçekten de Dünya Sağlık Örgütü'nün temel hedeflerin­den biri, olanaklar elverdiğince bütün dünya­daki insanlara temiz su ve sağlık kurallarına uygun kanalizasyon sağlamaktır. Çünkü, hastalık nedenlerini ortadan kaldırmadıkça, has­talara belki de parasını bile ödeyemeyecekleri pahalı ilaçlar vermenin hiçbir anlamı yoktur.
Bu kampanyaların başarılı sonuçlarından biri de çocukların özellikle çocuk felci, difteri, tetanos, kızamık ve boğmaca gibi bulaşıcı hastalıklara karşı aşılanması olmuştur. Geliş­miş ülkelerde bu aşılar düzenli olarak yapılır; ama azgelişmiş birçok ülkede milyonlarca çocuk ilk kez bu kampanyalar sırasında aşılanmıştır. Çiçek hastalığının yeryüzünden tü­müyle silinmesini de bu yaygın aşılama prog­ramlarına borçluyuz.
Halkın en basit tedavi ve sağlık koruma yöntemleri konusunda bilgilendirilmesi bile milyonlarca kişinin yaşamını kurtarır. Örne­ğin dizanteri, tifo ve kolera gibi hastalıklar çok şiddetli ishale yol açar. İshalle birlikte vücut sıvıları ve kimyasal maddeler de dışarı atıldığı için, bu su kaybı özellikle çocuklarda ölümle sonuçlanabilir. Oysa bu durumda alı­nacak basit bir önlem hiç umulmayacak kadar etkilidir. İçine biraz tuz ve şeker karıştırılmış bol su içirmekle her yıl dünyada binlerce bebeğin ve çocuğun yaşamı kurtarılmaktadır.
Doktorları ve öbür sağlık görevlilerini, çalışacakları bölgenin koşullarına uyum sağla­yacak biçimde yetiştirmek de çok önemlidir. Gelişmiş ülkelerin hastanelerinde en ileri ameliyat yöntemleri ve gereçleriyle çalışan doktor ve hemşireler azgelişmiş bir ülkede aynı olanakları bulamadıklarında hastalara yeterince yardımcı olamazlar. Oysa Hindis­tan, Afrika, Güney Amerika ve bazı Güney­doğu Asya ülkelerindeki "çıplak ayaklı dok­torlar" yaşadıkları yörenin sorunlarını yakın­dan tanıdıkları ve o koşullar altında ne yapılması gerektiğini iyi bildikleri için çok başarılı olmuşlardır.
Daha sağlıklı bir dünya yaratmak ve insan­ların yaşam düzeyini yükseltmek uğruna giri­şilen bu savaşta başarıya giden yolun, öncelik­le basit ve temel sorunların çözümünden geçtiğini insanlık bir gün kavrayacaktır.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!

Benzer Konular

28 Aralık 2011 / Misafir qız..!! Soru-Cevap
8 Ağustos 2009 / Edd-iTöR Türk ve İslam Dünyası
30 Kasım 2011 / Gabriella Türk ve İslam Dünyası
30 Temmuz 2011 / Misafir Soru-Cevap