Arama

Sağlık Sektöründe Yeni Teknolojiler, Gelişmeler ve Son Haberler - Sayfa 11

Güncelleme: 28 Kasım 2016 Gösterim: 230.904 Cevap: 327
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
19 Aralık 2007       Mesaj #101
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
7.6 milyon kişi kanserden ölecek

Amerikan Kanser Derneği’nin, bu yıl kanserden 7.6 milyon kişinin öleceğini ve 12 milyon insanın kansere yakalanacağını açıklaması dünyada dehşet yarattı
Sponsorlu Bağlantılar

Amerİkan Kanser Derneğinin Uluslararası Kanser Araştırma Kurumu verilerine dayanarak hazırladığı rapor, kanserden her gün 20 bin kişinin öldüğü dünyada, 2007’de yaklaşık 7,6 kişinin bu hastalıktan ölmüş olacağını, 12 milyondan fazla kişinin kansere yakalanacağını gösterdi.

Zenginlerde prostat önde

Raporda, gelişmiş ülkelerdeki yeni 5,4 milyon kanser vakasından 2,9 milyonunun, gelişmekte olan ülkelerdeki 6,7 milyon vakadan 4,7 milyonunun ölümle sonuçlanacağı vurgulandı. Zengin ülkelerde erkeklerde en fazla prostat, kadınlarda rahim ve meme kanserinin görüldüğüne dikkat çekildi.

Türkiye’de 350 bin kanserli

SaĞlIk Bakanlığı Kanser Savaş Dairesi Başkanı Murat Tuncer, Türkiye’de yaklaşık 350 bin kanserli hasta olduğunu, bunlara her yıl 150 bin hastanın daha eklendiğini belirterek, 350 bin kanserli hastanın 4’te birini, sigaraya bağlı kanser türlerine yakalanan hastaların oluşturduğunu söyledi.

Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
21 Aralık 2007       Mesaj #102
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Kurban Eti ve Sağlığımız

Sponsorlu Bağlantılar
25624237ef94pf6

Prof. Dr. Recep Akdur, nezle ve grip virüslerinin hasta kişilerin öksürük ve hapşırıklarıyla ellerine, oradan da diğer insanlara bulaştığını, bu nedenle bu hastalıkların en önemli bulaşma yolunun eller olduğunu söyledi.

Bayramda akraba ve dost ziyaretlerine gidildiğinde bol bol tokalaşılıp öpüşüldüğünü kaydeden Akdur, böylece hasta olanların çevresindekilere nezle ve grip virüsü bulaştırdıklarına dikkati çekti.

Nezle ve grip olan kişilerin bayramda kesinlikle hiç kimseyle tokalaşıp öpüşmemesi gerektiğini bildiren Akdur, “Aksi takdirde sevdiklerine bayram hediyesi olarak nezle ve grip vermiş olurlar” diye konuştu.

Nezle ve gribi başkalarına bulaştırmak istemeyenlerin öksürürken ve hapşırırken kirlenen ellerini sık sık yıkamaları gerektiğini anlatan Akdur, “Aslında sevdiklerimize grip ve nezle hediye etmemenin en kesin yolu, hasta olanların bayram ziyaretlerine giderken bez maske takmasıdır” dedi.

Dilara Koçak Hangi bakteriler gıda kaynaklı hastalıklara neden olur?
Escherichia coli ( E. Coli) hayvanların bağırsak sistemlerinde bulunur ve kesim esnasında ete bulaşabilir. Bu organizmalar normalde herhangi bir zarara neden olmazlar. E. coli düzgün temizlik ve yeterli pişirmeyle kolaylıkla yok edilebilir aksi takdirde kanlı ishal ortaya çıkabilir Salmonella kümes hayvanları, köpekler, kediler gibi birçok hayvanların bağırsak sistemlerinde bulunabilir. Kesim esnasında ete bulaşabilir, dondurma işlemi bu mikroorganizmayı öldürmez, fakat düzgün pişirme ile yok edilebilir. Eğer çiğ et ve / veya suları pişmiş gıda ile veya salata gibi çiğ tüketilecek gıdalar ile temasa geçerse çapraz-bulaşma olabilir. Salmonella ishal ve mide iltihabına sebep olur. Staphylococcus aureus sığırların derilerinde bulunur fakat insanların ellerinde, solunum yollarında veya boğazlarında da taşınabilir. Çoğu gıda kaynaklı hastalık salgınları gıda işindeki personellerin ellerinden ve yanlış sıcaklık uygulamasından sonra gıdada ısıya dirençli toksinlerden dolayı meydana gelmektedir; genelde akut kusmayı takiben ishal gözlenir. Gıdanın hijyenik işlenmesi ve soğutulması stafilokoksik gıda kaynaklı hastalıkları önleyebilir.


Ellerinizi sık yıkayın Gıdaları hazırlamaya başlamadan önce ellerinizi sıcak su ve sabunla yıkayın. Çiğ gıdaları hazırladıktan sonra pişmiş gıdalara dokunmadan önce ellerinizi yıkamalısınız. Gıdaları hazırlamadan önce eğer elinde herhangi bir kesik veya enfeksiyon varsa onun üzerini iyice kapattığınızdan emin olun.

Bütün yüzeyler temiz olmalı Gıdalar kolayca kontamine olabildikleri için hazırlarken kullanılan yüzeyler temiz olmalıdır. Zemin temizliğinde kullanılan bezler, el havlusu veya bulaşık kurulama havlusundan ayrı tutulmalıdır.
Yemek pişirmeden önce kullandığınız aletleri, kapları, kesme tahtasını ve tezgâhı sıcak sabunlu su ile yıkayıp durulayın. Gıdaları hazırlamak için de temiz su kullanmak, içmek kadar önemlidir.


Dengeli beslenmeye dikkat Kurban etlerini sebzelerle birlikte pişirin
Etle yapılan yemeklerin hafif olması için kendi yağıyla pişirin
Kızartmadan kaçının, haşlama ve ızgarayı tercih edin
Sakatatların çok yüksek miktarda kolesterol içerdiğini unutmayın


Sindirim problemi çekmemek için Etin sindirimi diğer besin maddelerine göre zordur. Yeni kesilmiş hayvanların etleri sert olduğundan özellikle sindirim zorluğuna yol açar. Mide-bağırsak hastalığı olan kişilerin, kurban etlerini hemen tüketmeyip, buzdolabında birkaç gün beklettikten sonra, haşlama veya ızgarada pişirme yöntemiyle tüketmeleri daha uygun.
Kızartma yapmayın
Etlerin pişirilmesinde haşlama, ızgara gibi yöntemler tercih edilmeli, kızartmalardan mutlaka kaçınılmalı.
Etlerin sebzelerle birlikte pişirilmesi veya tüketilmesi, besin çeşitliliği sağlanması açısından sağlıklı bir yöntemdir.
Etleri kömürleştirmeyin
Izgarada, etle ateş arasındaki uzaklık eti yakmayacak, kömürleşme sağlamayacak şekilde ayarlanmalı. Yüksek ateş, yüzeydeki proteinleri birdenbire katılaştıracak ve ısı etin iç kısmına ulaşamayacaktır. Etler, kesinlikle çiğ veya az pişmiş tüketilmemeli.


Kurban kesim yerleri dezenfekte edilmeliKesim yapılacak yerlerin zeminde su ve kanın birikmemesi sağlanmalı, aksi takdirde bakteri bulaşma riski artar. Ete temas eden bıçak ve satır gibi aletler temiz olmalı, kesim işini yapacak olan görevliler mutlaka kişisel temizliklerine özen göstermeli.

Toksoplazmozis tehlikesine dikkat!Etler çiğ ya da az pişmiş olarak tüketildiğinde, hayvanlardan insanlara birçok hastalık bulaşabilir. Hamilelerde düşüklere yol açan ''toksoplazmozis'' ile insan vücudunda yıllarca yaşayabilen, yediği besinlere ortak olarak onları zayıf düşüren sığır tenyasıdır.

_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
25 Aralık 2007       Mesaj #103
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi

Zayıflama ilacı TOPLATILIYOR

Sağlık Bakanlığı, ''Xenical 120 Mg'' adlı zayıflama ilacının bazı serilerinin, firmanın talebi üzerine eczanelerden çekilmesini istedi.
Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü, ilgili ilaç firmasına, 81 ilin valiliğine ve sağlık müdürlüklerine gönderdiği resmi yazıyla, Roche Müstehzarları San. A.Ş'nin ruhsatına sahip olduğu ''Xenical 120 Mg'' adlı zayıflama ilacının M1209, M1221 ve M1251 seri numaralarının eczanelerden çekme işlemi yapılmasını bildirdi.

Geri çekme isteğinin yer aldığı yazıda, ilacın 3 serisinin çözülme hızının limit dışı bulunmasının, ürünün kalitesi, güvenirliği ve etkinliği yönünden sorun yaratacağı kaydedildi.

Zayıflama ilacı olarak kullanılan Xenical 120 Mg. eczanelerde kutusu 63.50 YTL'den satılıyor.
we come one - avatarı
we come one
Ziyaretçi
26 Aralık 2007       Mesaj #104
we come one - avatarı
Ziyaretçi
AKILLI KAPSÜLLERİN İNSAN BEDENİNDEKİ YOLCULUĞU
(Nano-Capsule)


Bilim kurgu filmleri ile bilişim teknolojilerinin birlikteliği insan yaşamında devrimsel etkileri oluşturan büyük projelere damgasını vurmaya devam etmektedir. Bilişim Dergisinin 82. sayısında yer alan “ Bilgisayar Destekli İnsanlar(Verichip) “ başlıklı yazıda anlatılan; İnsan bedenine yerleştirilen entegre devrelerle hastanın izlenmesi hastadan elde edilen verilerin depolanması , değerlendirilmesi ve bu teknolojinin güvenlik amaçlı da kullanılabileceğinden söz etmiştik. Bu yazımızda ise vücut içerisinde dolaşan ve hastalıklı hücreleri saptayan ve bu hücrelerle savaş açarak yok eden akıllı nano-kapsül (nano-capsule)’lerden söz edeceğiz.

Bu çalışmanın İlham kaynağının 1960 larda ünlü film yıldızı Raquel Welsh ve arkadaşlarının rol aldığı bir mikro denizaltı ile insan vücudunda yaptıkları yolculuğu konu alan “Fantastik Yolculuk” filminin olduğu düşünülebilir. Filmdeki denizaltının yerini alan mikrochip’li kamera içeren bir kapsül vücutta dolaşarak elde ettiği görüntüleri ve bulguları araştırma merkezindeki bilgsayar sistemlerine iletmektedir. Bu kapsül vücuttaki sağlıksız dokuları ve yabancı olguları yok edecek silahlarla donatılıp bunları gerekli durumlarda harekete geçirmek amacıyla geliştirilmişlerdir.

Bu teknoloji harikası kapsüllerin geliştirilmesi hiç kuşkusuz insanlığın baş belası kanser in tanı ve tedavisindeki başarı için büyük umutlar oluşturmaktadır. Nasa ve ABD Ulusal Kanser Enstitüsü bu umutları bilimsel gerçeğe dönüştürmek amacıyla bir ortak proje başlatmışlardır.
Bu benzersiz ortaklığı kuvvetlendirmek amacıyla NASA yöneticisi Daniel Goldin ve Ulusal Kanser Enstitüsü yöneticisi Dr. Richard Klausner bir anlaşma imzalayarak dünyada ve uzayda hastalıkları tespit, teşhis ve tedavi edebilecek biyomedikal teknolojiler geliştirme konusunda kurumlarının işbirliği yapmalarına karar vermişlerdir. Bu tür teknolojilerin geliştirilmesi ile dünya üzerinde yaşayan insanların yaşam kalitesi geliştirilecek ve bu çalışmalar gelecekte tıp ve uzay yolculukları alanında büyük gelişmelere yol açılacaktır.

Bu ortak birliktelik NASA ve Ulusal Kanser Enstitüsü(NCI) için mevcut teknolojide gelişmelere öncülük etme konusundaki tarihsel rollerini tatmin edici bir fırsat oluşturmaktadır. NCI, ilk kez tümörlerin birbirinden farklı moleküler karakteristiklerini baz alarak kanseri tanımlama amacındadır. NASA ise hasta bakımında yepyeni bir yol (“mikroskobik tarayıcılar”) olan ve hasta vücudun tümünü dolaşarak hastalığı arayan bir strateji geliştirmeyi amaçlamaktadır. Bu teknoloji ile NASA astronotların sağlık durumlarını gözleyebilecek, dünya ile iletişimin ve medikal test kapasitesinin kısıtlı olduğu uzay ortamında, bulunan hastalığı tedavi edebilme yoluna gidebilecektir.

Kanser, bir hücrenin kontrol dışı çoğalmaya başlaması ile ortaya çıkar. İlk safhalarda tümör sadece o bölgede gelişir, Bunu yok etmek için kullanılan yöntemlerden biri olan kemotrapi (ilaçla tedavi yöntemi) tüm vücudu etkiler. Kanserli hücreler diğer sağlıklı hücrelerle beraber öldürülmeye başlanır ve hastada mide bulantısı saç dökülmesi güçsüzlük gibi sıkıntılarla sıkça karşılaşılır.

Noktasal mücadelede bulunacak bir silah geliştirebilmek için NASA’daki bilim adamları nano-boyutlu kapsüller ile hasar görmüş DNA’ları tespit etmeye çalışmaktadırlar. DNA’lar hücresel aktiviteleri kontrol eden moleküllerdir. Aranan hücrelerin yeri belirlendiğinde kapsül ya bu hücreleri iyileştirme yolunu ya da “Fantastik Yolculuk” filminden bir sahne gibi. kapsül (insan hücresinden çok daha küçük boyutta) kan akışına karışarak hastalıklı hücreleri avlamaya çıkacak, membranlarından içeri girip belirli dozlarda ilacı içeriye bırakacak. Bu Hollywood yapımı bir film değil, gerçek bilim!
NASA’nın finansal olarak desteklediği araştırmacılar bu senaryoyu gerçekliğe dönüştürmeye başladılar. Eğer başarı kaydedilirse bu bilim adamlarının gelistirdikleri kapsüller (nano-partikül veya nano-kapsül adını alan) diğer bir bilim kurgu hikayesinin de gerçekleşmesinin temelini atacak: Mars’ın insanlar tarafından taranabilmesi ve uzun-dönemde uzayda yerleşik hayat kurabilme.

Araştırmacıların ilk hedefi uzay uygulamaları da olsa nano-kapsüller başta kanser tedavisi olmak üzere değişik tıp alanları için önemli potansiyeller taşımaktadırlar. Kanserli hücrelerin içine direk olarak tümör öldürücü zehirli madde sokma fikri çok umut vaad etmektedir. Bu durum tıp çevrelerinde kemoterapinin zarar verici etkilerine karşı oldukça fazla ilgi uyandırmıştır.

Teksas Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görevli James Leary, “Bu nano-kapsüllerin amacı yeni bir tür terapi ortaya koymaktır. İnsanların hücrelerinin içine teker teker girerek onları tamir etme, eğer tamir edilemeyecek kadar çok hasar görmüşse onları yok etme şansını sunmaktadır.” Leary bu çalışmayı çeşitli üniversitelerden katılan değerli bilim adamları ile birlikte yürüten gruba dahildir.

Proje, kanserle ilgili sorunlara odaklanacaktır. Ayrıca astronotların uzayda maruz kaldığı yüksek radyasyon seviyesi, Dünyayı çevreleyen koruyucu manyetik şemsiyeden çıkılarak yapılmak zorunda olunan Mars ve Ay yolculuklarında ortaya çıkabilecek sağlık sorunları gibi problemler de araştırılmaktadır.

Uzay araçlarında kullanılan ve astronotların radyasyona maruz kalmasını önlemek için geliştirilen ileri teknolojili materyaller bile bu konuda yetersiz kalmaktadır. Fotonlar ve partiküller astronotların vücuduna birer kurşun gibi girip takip ettikleri yol boyunca parçalanarak etkilerini artırmaktadırlar. Bu radyasyon yüzünden DNA zarar gördüğünde hücreler kontrol edilemez bir şekilde bölünmeye başlayabilirler ve bu durum kanser riskini çoğaltır. Leary, bunun önemli bir problem olduğunu söylüyor. Éğer birgün insanlar uzayda yaşayacaksa kendilerini radyasyondan korumanın daha iyi bir yolunu bulmak durumundadırlar.”

Kalkan yöntemi tek başına etkin olmadığı için bilim adamları astronotların radyasyona daha dirençli olmasını sağlayacak bir yol bulmak durumundadırlar. Nano-partiküller faydalı bir çözüm sunmaktadır. İlaç taşıyıcı kapsüller çok incedir. (Sadece birkaç yüz nanometre ve bakteriden daha küçük. Hatta görülebilir ışığın dalga uzunluğundan bile ufak. Bir nanometre milimetrenin bir milyonda biridir.) Deri altına bir iğne ile enjekte edildiğinde insanın kan akımına bu partiküllerden milyonlarcası bırakılabilir. Bir kez içeriye girince bu partiküller vücudun doğal hücresel sinyal sistemini kullanarak radyasyon hasarı görmüş hücrelerine ulaşabilirler.

İnsan vücudundaki trilyonlarca hücre zarlarının dışında bulunan kompleks moleküller sayesinde birbirlerini tanıyıp iletişim kurabilmektedirler. Bu moleküller kimyasal birer “bayrak”taşıyormuşcasına hareket ederek diğer hücrelerin dikkatini çekip iletişim kurarlar yada kimyasal birer “güvenlik kapısı” gibi çalışarak kan akışından gelen maddelerin (hormonlar gibi) hücrelere girişini kontrol ederler.

Hücreler radyasyon hasarı gördüğünde “CD-95” adı verilen bir tür protein üreterek çeperlerinin dışına yerleştirirler ve kendilerini işaretlerler. Leary’ye göre bu hücrelerin arasındaki konuşma dilidir ve “Hey, ben hasarlıyım!” anlamına gelmektedir. Nanopartiküllerin dış kısmına bu “CD-95” işaretini algılayabilecek moleküller yerleştirilebilirse bilim adamları partiküllerin radyasyon hasarı görmüş hücreleri bulmalarını sağlayabilirler. Eğer radyasyon hasarı çok ise nanopartiküller hücreye girerek apoptosis olarak bilinen ve “kendi kendini yok etme süreci” olan işlemleri başlatabilirler. Eğer hasar az ise DNA tamir edici enzimleri bırakarak hücreyi tamir edebilir ve normal fonksiyonuna kavuşturabilirler.

İnsanlar ve diğer organizmalarda DNA hasarlarını tamir etmeye yönelik doğal enzimler bulunmaktadır bunlardan bazıları diğerlerine göre daha iyi çalışmaktadırlar. Leary, “bazı organizmalar yüksek radyasyonu emerek (absorb) oldukça başlarılı sonuçlar elde edebilirler” demektedir. Bu türler üzerinde yapılacak çalışmalar sayesinde nanopartiküllere yerleştirilecek DNA tamir enzimleri geliştirilebilir.

Leary ve arkadaşları nanomoleküllere floresan molekülleri eklemenin yollarını da araştırmaktalar. Bu sayede çeşitli konumlarda farklı renkte ışıklar yayarak süreç belirlemesi yapılabilecektir. Bu floresanlar sayesinde nanopartiküllerin vücut içindeki konumları da gözlemlenebilecektir. “Radyasyon hasarının derecesini ölçmek için bir astronot gözlük benzeri bir aksesuar takacak ve ışıldayan nanopartiküller, vücut ortamı içinde kendilerini göstereceklerdir.” diyor Leary. Benzer teknolojilerden kullanımda olan vardır (çeşitli hastalıklardan kaynaklanabilecek retinadaki değişimleri görebilmek için kan akışındaki değişimleri ölçen teknikler vardır). NASA bu tür gelişmeleri astronotlar aynı zamanda kendi kendilerinin doktorları da olduğu için desteklemektedir. Aslında astronotlar bu gözlükleri takıp kan akışlarında neler olup bittiğini görebilecekler. Eğer tedaviye ihtiyaçlarının olduğunu fark ederlerse dei altına bir iğne ile uygun nanopartikülleri enjekte ederek kendilerini tedavi edebilecekler.

Nanopartikül teknolojisi oldukça yeni bir teknoloji olduğundan biyosensor ve ilaç verilmesi gibi hassas alanlardaki etkilerinin tam olarak bilinebilmesi, olgunlaşması için biraz zamana ihtiyaç vardır. Fakat bu durum bir fantezi değildir. Bu fikrin her bir bileşeni birbirinden bağımsız uygulamalar olarak denenmiştir (DNA tamir enzimleri, nanopartiküller, florasan işaretçiler gibi). Burada zor olan şey hepsinin uyum içinde çalışmasını sağlamak olacaktır. Leary, “Bu oldukça zor bir problem ve tüm bunları gerçekleştirmek üç yıldan önce olmayacak gibi görünüyor. Oldukça yenilikçi bir alanda çalışmaktayız ve işin keyifli olan tarafı da bu” demektedir.


NASA bu kapsülleri, dünyanın dışındaki elektromanyetik koruyucunun ötesinde bulunan zararlı radyasyon etkilerini ölçmek için kullanmayı planlamaktadır. Radyasyon bir uzay mekiğinin içine süzülüp astronotların vücutlarındaki hücrelere nüfuz edebilir. Bu yolu izlerken radyasyon bazı DNA’ların yapısını da etkileyebilir. Üç üniversitede NASA tarafından desteklenen araştırmacılar yüksek seviyeli radyasyondan etkilenmeyen enzimlerin kullanıldığı nano-kapsülleri geliştirmek için çalışmalarını sürdürmektedirler.

Benzer bir çalışmada ise araştırmacılar yaptıkları ultra ince nano-boyutlu araçlar ile kanser hücrelerinin içine girip onları öldüren radyoaktif izotopları açığa çıkaran araçlar geliştirdiler. Bu araç hayvanlar üzerinde etkin olarak kullanıldı ve insan denemelerinin de yakın zamanda yapılacağı söyleniyor. New York’daki Memorial Sloan-Kettering Enstitüsü’ndeki Hematopoietik Kanser İmmünokimya laboratuarı başkanı Dr. David A. Scheinberg. Hayvanlarda ve hatta insanlardaki tümör hücrelerinin içinde yada üzerinde radyoaktif izotoplar (alfa parçacıkları) oluşturan bir araç geliştirmenin metodunu bulduklarını söylüyor .Bu araçta, yüksek potansiyelli radyoaktif bir atom, moleküler bir kafesin içine yerleştirilmiş olarak bulunmaktadır. Konak araç vazifesindeki bir antikora entegre edilen bu kafes, nanogenerator adı verilen maddeyi kanser hücrelerine götürüyor. Aktinyum-225 adı verilen oldukça güçlü bu atom, silah yapımında kullanılan uranyumun bir yan ürünüdür ve A.B.D. Enerji Departmanının araştırmacıları tarafından bulunmuştur. Kanser hücresinin içine giren aktinyum burada parçalanarak yüksek enerjili alfa parçacıklarını bırakır. Bu parçacıklar hücre DNA ve proteinlerini yıkma potansiyeline sahiptir. Araştırmacıların bu aracı jeneratör (generator) olarak adlandırmalarının nedeni; aktinyum üç farklı “yavru atom” oluşturmakta ve her bir yavru atom kendi alfa taneciğini bırakmaktadır. “Bu şekilde her bir atom için dört partikül topluyoruz. Diğer bir avantaj da bu atomlardan elde edilen radyasyon türünün çok yüksek enerjili olmasına rağmen kısa bir mesafeyi katettiği için izotopların yarattığı zararın sadece çok küçük bir bölgede etkili olmasıdır. Bu durum seçerek öldürme avantajını sağlamaktadır. Çevredeki hücrelere verilen zarar oldukça azdır.” diyor Scheinberg

Araştırmacılar bu “Truva Atı” yaklaşımını lenfoma, lösemi, yumurtalık, göğüs ve prostat kanseri gibi bazı değişik kanser çeşitlerine karşı test ettiler. Prostat kanserli ve geniş lenfomalı farelerde nanojeneratör ler kullanıldı. Çok sayıda hayvanda jeneratörün “uzun dönemli hayatta kalmaya” yol açtığı ve çoğu hayvanda düşük dozla yapılan tek bir uygulamanın hayat döngüsünü uzattığı gözlemlendi.

Scheinberg, “Eğer konsantrasyon yada potansiyel artırılırsa toksiklik riski de artacaktır. Hayvan deneyleri hiçbir yan toksik etkinin olmadığını gösterdi. İnsanlarda yapılan denemeler nanojeneratörün ne kadar kuvvetli olduğunu gösterecektir.” dedi. Kullanılan moleküler kafes jeneratör atomunun etrafına elin beyzbol topunu kavradığı gibi yerleştirilmiştir ve kimyasal bir ring ile çevrelemektedir. Scheinberg, kafesin antikora kancalandığını söylemektedir. Bu dizayn sayesinde araştırmacılar ultra-küçük dozları kullanabilmektedirler çünkü hedefe yönelik çalışma imkanı sunulmaktadır. Eğer atom hücrenin dışında olsaydı DNA’yı yok edici alfa partikülleri tümör içine doğru sadece kısa bir süre nüfus edebilecekti. Hücrenin içine sokma stratejisi sayesinde alfa partiküllerinin hedefi tam olarak vurması garantilenmiştir.

Ohio State Üniversitesi’nde moleküler biyokimyacı olarak çalışmakta olan Stephen Lee, “Bu fikir oldukça etkileyici fakat kanser biyolojisi ile ilgilenen kişilerin eskiden beri söyleye geldikleri bir söz vardır ve buna göre her şey farede denenince çok iyi sonuç verir!” diyor. “Bu yöntemin insanın tedavi koşullarında nasıl çalışacağını zaman gösterecek” diye ekliyor. Lee’ye göre diğer bir teknik sorun da belirlenen tümörü direk olarak hedef alıp bulabilecek ve diğer hücrelere doğru yönlenmeyecek antijeni bulmak. Ek olarak nanojeneratörün tam olarak tümörün içine nüfuz edip etmemesi de üzerinde çalışılması gereken bir konu.

Yazımı tamalarken Verchip le ilgili makalenin son benzer cümleleri ile tamalamak istiyorom.
Yaşamımızı olağnb üstü düzeyde etkileyen Bilişim Teknolojileri dünün bilim kurgu film lerindeki senaryoların ötesinde buluşlara imza atılmasını sağlarken, gelecek on yılda hayal bile edemediğimiz buluşları destekleyecektir. Önemli olan bu teknolojilerisadece vinsanlığın yararına kullanmak, birçok buluşta olduğu gibi fonksiyon kaymasına uğratıp toplumsal yada kişisel yıkımlara yol açmasına ortam hazırlamamaktır.
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
26 Aralık 2007       Mesaj #105
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Kansere umut

Hiçbir tedavi yöntemine cevap vermeyen kanser hastaları için Çin'de yepyeni bir umut kapısı açıldı: Gen tedavisi...

Çin'in üst düzey yöneticilerinin tedavi edildiği Pekin'deki Askeri hastane 6 ay önce kanser merkezini açarak yabancı hastaları da kabul etmeye başladı. Çin'deki gen tedavisi uygulayan 130 merkezden biri olan hastanede Almanya, Kanada ve Hollanda'dan gelen hastalar gibi Türk hastalar da yaşam kalitelerini yükseltecek gelişmelerin olması için gen tedavisi görüyor.

AMERİKALILAR GELİŞTİRDİ, ÇİNLİLER UYGULUYOR
Çin Halk Cumhuriyeti'ne son dört yıldır dünyanın her yerinden kanser turları düzenleniyor. "Gen tedavisi" Amerika'da geliştirildi ancak Amerikan Sağlık Bakanlığı FDA uygulanmasına izin vermedi. Çin Halk Cumhuriyeti ise 2003 yılında bu tedaviyi resmi olarak onaylayınca, dünyanın ilk genetik kanser ilacı bu ülkede kullanılmaya başlandı. Sonuçta dünyanın pek çok yerinden yabancı hastalar gen tedavisi için Çin'e adeta akın etti. Son yıllarda binin üzerinde yabancı hasta bu tedaviden yararlanmış.

Çin'in genelinde şu anda 130 hastanede bu tedavi kanserli hastalara uygulanıyor. Ancak yabancı hastaları kabul eden hastanelerin sayısı son derece sınırlı. Pekin'de yedi, Şangay ve Shenzhen'de de sayılı merkezlerde bu tedavi yabancı hastalara da uygulanıyor. Çin'de umut arayan hastaların arasında Türkler'in sayısı da giderek artıyor. Türk hastalar için Türkiye-Pekin kanser hattında özel turlar düzenleniyor. Pekin'deki merkezler Türk hastalara özgü organizasyonlar yaparak kapılarını açıyorlar.

PEKİN'DEKİ MERKEZLER
Ocak ayında Pekin'in en büyük ikinci hastanesi Çin Halk Kurtuluş Ordusu Genel Hastanesi uluslararası kanser merkezini açtı. Bu merkezin hastalarının büyük bölümünü Türkler oluşturduğu için yemeklerinden, tercümanına kadar her şey Türkler için yeniden düzenlendi. Pekin Üniversitesi'nin yanı sıra yine Pekin'de Tongren Hastanesi, Haidian Hastanesi, Sun Yat Sen Üniversitesi'nde Türk hastalar bulunuyor. Bu hastanelerde 6 ile 8 haftalık tedavi paketinin fiyatları hastaneden hastaneye büyük farklılıklar gösteriyor. Turizm firmaları tarafından da organizasyon sağlanınca tedavinin bütçesi bir hayli kabarıyor. Tedavinin maliyeti 8 bin dolardan başlıyor 60 bin dolara kadar yükselebiliyor.

YAŞAM KALİTESİ ARTIYOR
Klasik tedavi yöntemlerine yanıt vermeyen, kemoterapi, radyoterapi gibi uygulamaların iyileşme sağlamadığı son aşamadaki kanser hastalarına "gen tedavisi" yaşam kalitelerini artırıp yaşam sürelerini uzatmayı vaad ediyor. Çin'de uygulanan gen tedavisi ortalama 6 ile 8 hafta sürüyor... İlk dört haftada yani ilk kürde kanser tedaviye yanıt verirse ikinci kür başlıyor. Tedavi 8 haftaya uzuyor gerekirse 12 haftaya kadar çıkabiliyor. Bu tedavinin akciğer, karaciğer, mide, bağırsak, yumurtalık, pankreas, meme kanserleri ve metastasları dahil 40'a yakın kanser türünde etkili olduğunu öne sürülüyor... Lösemi, baş ve boyun kanserlerinde ise kullanılmıyor. Pekin Askeri Hastanesi'nde genetik tedavi klasik tedaviyle bir arada uygulanıyor. Genetik ilaç verilirken aynı zamanda kemoterapi yapılıyor.

KANSERLİ HÜCREYE HARAKİRİ
Deri, akciğer, mide, kolon, göğüs, mesane, baş-boyun, yemek borusu gibi, insanlarda en sık görülen kanserlerde p53 geninin yapısal bozuklukları yüzde 30-70 arasında değişiyor. Bu gen, bozuk hücrenin kendi kendini öldürmesini yani harakiri yapmasını sağlıyor. Çünkü bu hücreler kendi kendini öldüremediği zaman kansere neden oluyor. Çin'de p53 geni laboratuarda yapay olarak üretilebiliyor. Virüsler yardımıyla dışardan ilaç gibi kanserli dokuya enjekte ediliyor. p53 geni kanserli hücreye direkt verildiği zaman genetik olarak bozulan yapı hücrenin ölümüne neden oluyor. Ya da diğer verilen ilaçlarla birlikte kanserli hücrenin ölümünü kolaylaştırıyor. Kanserli hücre öldürülüp, vücuda yayılması ve hastalığın ilerlemesi engelleniyor.
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
30 Aralık 2007       Mesaj #106
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Hafıza kaybına dijital çözüm


Alzheimer hastalığı gibi hafıza sorunu olanlara yardımcı olacak minik ve insanın üzerinde taşıyabileceği dijital bir kamera geliştirildi.

Microsoft tarafından üretilen Sensecam adlı kamera, hafızanın hızlı şekilde canlandırılmasını sağlamak için daha sonra izlenmek üzere, gün içinde yaşananların her 30 saniyede bir fotoğrafını çekiyor.
Testler olumlu
Testler sonucu, kameranın, hafıza sorunu olanlara, olayları ve buna bağlı duyguları hatırlamalarında yardımcı olduğu görülürken, uzmanlar,dijital kameranın genel hafıza kaybı sorunu ve Alzheimer hastalığı gibi daha ciddi durumda olanlar tarafından rahatlıkla kullanılabileceğini belirtiyorlar.

Amerikan ve İngiliz üniversitelerince denemeleri yapılmakta olan kamera, avuca sığabiliyor ve 30 binden fazla görüntüyü depolayabiliyor.

Hafızaya olumlu etki
Beyin enfeksiyonu nedeniyle hafıza kaybına uğrayan 63 yaşındaki bir kadın üzerinde yapılan testlerde denek, iki hafta boyunca görüntüleri iki günde bir ve bir saat süreyle yeniden izledi.

Olayları anımsamasına herhangi bir yardım olmadığında her şeyi beş gün içinde unutan deneğin testler sırasında hafızası gözle görülür biçimde düzeldi ve iki hafta sonunda yaşadığı olayların yüzde 90'ını anımsamaya başladı.

Çalışmalar sürüyor
Araştırmacılar, kamerayı belirli bir hastalığı olmamasına karşın tipik hafıza kaybı olan sağlıklı yaşlılar ile Alzheimer hastaları üzerinde de deniyorlar.
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
30 Aralık 2007       Mesaj #107
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Gıdaların rengi çocukların hareketlerini etkiliyor

9A3260A18E156842BEFA427Cr
Gıdalara eklenen katkı maddeleri, hiperaktif davranışları olan çocuklar üzerinde olumsuz etkiler yaratıyor.
sp
28.12.2007
sp

sp
Abur cubur yiyecekler renkleriyle göz alıyor ama içerdikleri katkı maddeleri çocukların sağlığını tehdit ediyor..
sp
Besin maddelerine eklenen katkı maddeleri ve renklendiriciler sağlığınızı tehdit ediyor. Çocukların yanı sıra yetişkinler tarafından da tercih edilen; cips, çikolata, şeker gibi gıdalar sanıldıkları kadar masum değil. Araştırmalar, gıdalardaki katkı maddelerinin çocuklardaki hiperaktivite ve dikkat eksikliği gibi psikolojik bozukluklarda rolü olabileceğini gösteriyor. Bu maddelerin çocuk gelişiminde olumsuz etkileri olduğunu söyleyen Memorial Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Oya Yüksek, anne-babaları uyardı. Yüksek şöyle konuştu:

NE İŞE YARARLAR?
"Katkı maddeleri tek başına gıda olarak tüketilmeyen, gıda ham veya yardımcı maddesi olarak kullanılmayan, tek başına besleyici değeri olan veya olmayan, imalat sırasında kalıntı ve türevleri mamul maddede bulunabilen maddelerdir. Bunlar ayrıca, bir gıdanın üretilmesi, tasnifi, işlenmesi, hazırlanması, ambalajlanması, taşınması, depolanması sırasında gıdanın koku, tat, görünüş, yapı ve diğer niteliklerini korumak, düzeltmek veya istenmeyen değişikliklere engel olmak ve düzeltmek amacıyla kullanılmasına izin verilen maddelerdir." Gıda katkı maddelerini tanımlamak ve herhangi bir karışıklığa yol açılmaması için E harfi ve üç rakamlı sayıların kullanıldığını söyleyen Yüksek, "Avrupa Birliği tarafından her katkı maddesi için bir kod belirlenir. Katkı maddesi olarak tanımlanan tüm kimyasallar bu kodlama sisteminin içindedir" dedi. Gıda katkı maddelerinin işlevlerine göre de sınıflandırıldığını kaydeden Yüksek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Koruyucular, tatlandırıcılar, antioksidanlar, renklendiriciler, taşıyıcı solventler, asitler, aroma arttırıcılar, jelleştiriciler, köpük oluşturucular, nişastalar ve daha birçok madde gıdaları istenen şekle ve renge getirir." İngiltere'deki Southampton Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma ise, renklendirici denilen boya katkı maddelerinin hiperaktif çocukları olumsuz etkileyebileceğini gösterdi. Çalışma sonunda; 8-9 yaş arası çocukların boya katkılarından olumsuz etkilendiği tespit edildi. 3 yaş grubu çocuklarının ise bunların kana sadece bir kez karışmasıyla bile olumsuzluk yaşadıkları belirlendi.

ETİKETLER OKUNMALI
Çocuklardaki hiperaktivitenin; genetik faktörler, erken doğum ve çevresel nedenler gibi birçok faktöre bağlı olduğunu belirten Diyetisyen Oya Yüksek ekledi: "Katkı maddeleri hiperaktiviteyi tetikleyen etkenlerden sadece biridir. Çocuklara sağlıklı besin seçimi öğretilmelidir. Onları hazır gıdalardan uzak tutmakta yarar vardır. Anne-babalar etiket okuma alışkanlığı edinmeli ve bu alışkanlığı çocuklarına da kazandırmalılardır.
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
5 Ocak 2008       Mesaj #108
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Sigara EVE hapsoldu

Sağlık Sektöründe Yeni Teknolojiler, Gelişmeler ve Son Haberler

Meclis’ten yeni yıl hediyesi. Sigarayı yasaklayan yasa gitti geldi. Sağlık Bakanı’nın bastırmasıyla ertelemeden son anda vazgeçildi. Yasağın kapsamı genişletilerek geçti.

Restorant, cafe, birahane ve kahvehanelerde yasak 18 ay sonra devreye girecek. Diğer alanlarda ise 4 ay sonra yasaklar başlayacak.
Türkiye tarihi bir adım attı. Sigara içilmesini özel ikametgah ve sokak dışında yasaklayan son yılların en tartışmalı düzenlemesi, dün TBMM’de kabul edilerek yasalaştı. Kabul edilen yasa ile kamu binaları ile birden fazla kişinin girebileceği her türlü kapalı alanın yanı sıra, takside, bar, birahane ve köy kahvesinde, hatta şehir hatları vapurlarının güvertelerinde dahi sigara içilmesi yasaklandı.

İHLALE CEZA YAĞACAK

Sigara yasağını ithal edenlere 50 YTL ceza verilecek. 18 yaşından küçüklere sigara satanlara 1 yıla kadar hapis verilebilecek. Sigara şeklinde oyuncak, şeker, sakız üretmek dahi yasak olacak ve bu yasağı delenlere 10 bin YTL’ye kadar ceza kesilecek.

ÖNCE YAZIYLA UYARILACAK: Sigara yasağıyla ilgili yükümlülüklerini yerine getirmeyen işletmeler önce yazılı olarak uyarılacak. Bu uyarıya rağmen yükümlülüklerini yerine getirmeyenlere 500 YTL ile 5 bin YTL arasında ceza verilecek.

OKUL BAHÇESİ DE YASAK: Dersaneler de dahil tüm öğrenim kurumlarının kapalı ve açık alanlarında tütün ve tütün ürünleri tüketilemeyecek. Yaşlı bakım evlerinde, ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde, cezaevlerinde, şehirlerarası ve uluslararası güzergahlarda yolcu taşıyan denizyolu araçlarının güvertelerinde tütün ürünleri tüketilmesine mahsus alanlar oluşturulabilecek.

STATTA SINIRLAMA: Açık havada yapılan her türlü spor, kültür, sanat ve eğlence faaliyetlerinin yapıldığı yerler ile bunların seyir yerlerinde tütün ürünleri kullanılamayacak. Ancak, tütün tüketilmesine mahsus alanlar oluşturulacak.

KORUYUCU ÖNLEMLER: Tütün ürünlerinin ve üretici firmaların isim, marka veya alametleri kullanılarak reklam ve tanıtım yapılamayacak. Firmalar sponsor olamayacak. TV’lerde tütün ürünleri kullanılamayacak, görüntülerine yer verilemeyecek.

_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
2 Şubat 2008       Mesaj #109
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Kayıp hafızayı geri getirdiler!

50 yaşındaki birinin iştahını azaltmak için beynindeki 'hipotalamus' bölgesine elektrik akımı verildi; hastanın iştahı değişmese de hafızası 'parladı'. Kişinin daha hızlı öğrenmesini de sağlayan yöntem, Alzheimer hastalarında denenecek

Kanada'da obezite tedavisi amacıyla beyni elektrik akımıyla uyarılan bir hastanın hafızasının güçlendiği görüldü.

Tesadüf eseri keşfedilen bu bulgunun Alzheimer gibi hastalıkların tedavisinde kullanılabileceği belirtiliyor.

Toronto Western Hastanesi'nde obezite tedavisi gören 50 yaşındaki bir adam, ilaç tedavisi, diyet değişikliği ve psikolojik terapiye cevap vermeyince doktorlar, 'derin beyin stimülasyonu' olarak adlandırılan bir yönteme başvurmaya karar verdi.

Parkinson, kronik ağrılar ve depresyon gibi bazı rahatsızlıkların tedavisinde kullanılan bu yöntemle, hastanın beynine bağlanan elektrotlarla, iştahı kontrol ettiği sanılan 'hipotalamus' bölgesine elektrik akımı verilmeye başlandı. Elektrikli uyarıların hastanın iştahını azaltmadığı, ancak yıllar önce yaşadığı olayları çok net bir şekilde hatırlamasını sağladığı görüldü.

30 YIL ÖNCESİNE DÖNDÜ

Hastanenin nöroşirurji profesörü Andres Lozano, hastanın yaşadıklarını şöyle anlattı: "20 yaşlarındayken arkadaşlarıyla bir parkta olduğunu hatırladı. Uyarının yoğunluğu arttıkça detaylar da daha canlı hale gelmeye başladı. O zamanki kız arkadaşını gördü. Görüntü renkliydi. İnsanların kıyafetleri ayırt edilebiliyordu ve bir şeyler konuşuyorlardı, ancak ne söylediklerini çıkaramadı."

DAHA ÇABUK ÖĞRENDİ

Hastanın, üç hafta boyunca derin beyin stimülasyonu uygulanmasının ardından yapılan öğrenme testlerinde daha başarılı olduğu ve elektrotlar açıkken hafıza testlerinde daha iyi sonuçlar elde ettiği de belirtildi.

Prof. Lozano, bu keşfin araştırma ekibi için sürpriz olduğunu belirterek, "Bu bulgunun hafıza bozuklukları yaşayanlara faydalı olmasını umuyoruz" dedi. Lozano, bu yöntemin Alzheimer hastalarında da etkili olup olmadığını belirlemek için yeni testlere başladıklarını söyledi. İlk olarak 6 Alzheimer hastası üzerinde deney yapıldığı, bunlardan 3'ünün beyinlerine elektrotların yerleştirildiği belirtildi.

Başarılı olunursa, beyin için kalp pilini andırır bir uyarıcı geliştirilmesi söz konusu olacak.
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
24 Mart 2008       Mesaj #110
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Yaşlılıkta görme kaybına kök hücre umudu

Bilimadamları ilk kez, yaşlılıkla alakalı olarak görme yetisini kaybeden bir dizi hastanın tedavisini gerçekleştirdi.
Retinanın arkasında bulunan hücrelerin ölmesi nedeniyle, 80 yaşını geçen kişilerin üçte biri görme yetilerini kaybediyor.

Ancak Londralı cerrahlar, gözün kenarından aldıkları hücreleri retinadaki ölü hücrelerin yerine yerleştirmek suretiyle, hastaların yeniden görebilmelerini sağladı. Bu yöntem rutin bir ameliyat olarak uygulanmak için çok karışık… Ancak bilimadamları kök hücreler kullanılarak işlemin yapılabilmesini umut ediyor. Oftalmoloji Enstitüsü’nden Profesör Peter Coffee, bu hücrelerin doğrudan retinanın arkasına yerleştirilebileceğini söylüyor. Epey zamandır yürütülen proje kapsamında, kök hücre kullanımına son bir kaç yılda geçilmiş ve yapılan çalışmalarında önemli ilerlemeler kaydedilmiş. Kök hücre tekniğinin insanlar üzerindeki denemelerine en az beş yıl daha başlanması beklenmiyor. Araştırmacıların öncelikle önerdikleri yöntemin güvenli olduğu ve sonuç verdiği konusunda hayvanlar üzerindeki denemelerin sonuçlarını ortaya koymaları gerekiyor.


Benzer Konular

4 Aralık 2016 / gokhan404 Akademik
12 Ekim 2014 / Misafir Sanat
2 Şubat 2016 / byseus Sosyal Ağlar
27 Ekim 2015 / _EKSELANS_ Sosyal Ağlar
12 Haziran 2015 / _EKSELANS_ Arşive Kaldırılan Konular