Arama

Bağışıklık Sistem Nedir - Bağışıklık Sisteminin Yapısı ve Görevleri

Güncelleme: 4 Şubat 2017 Gösterim: 55.060 Cevap: 9
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
14 Eylül 2006       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye

Bağışıklık (immünite)


Organizmanın, belirli bir hastalığa ya da bazı hastalıklara karşı dirençli olması. Bağışıklık, doğal ve doğuştan ya da sonradan kazanılmış olabilir. Mikrop, virüs vb. zararlı dış etkenlerin bütün saldırıları, saldırıya uğrayan organizmanın savunmasıyla karşılaşırlar. Dış saldırıya karşı savunmanın, saldırının ilk kez olmasına ya da tekrarlanmasına göre, değişik görünümleri vardır. Birinci durumda, organizma, saldırganın biçimi ve yapısı ne olursa olsun, ayrım gözetmeksizin kendine özgü silahlarıyla karşı koyar. Buna "doğal bağışıklık" denir. İkinci durumda, organizma ilk saldırıdan, saldırganın kesin ve kalıcı bir anısını saklar. Yeni bir saldırıda onu tanır ve ona göre hazırlanmış, yalnızca onunla ilgili olan, kendine özgü savunma araçlarıyla karşı koyar. Buna da "sonradan kazanılmış bağışıklık" denir. Bağışıklık doğal ya da koruyucu amaçla yapay olarak yaratılan bir enfeksiyondan sonra, kendiliğinden de kazanılmış olabilir. Yapay olarak kazanıldığında, organizmanın aşılamayla kendi savunma silâhlarını oluşturması istendiğinde, "aktif bağışıklık" diye nitelenir. Organizmaya, serum tedavisi aracılığıyla kullanılmaya hazır silâhlar (antikorlar) verilirse, "pasif bağışıklık" kazanılır. Sonradan kazanılma aktif bağışıklığın temel özelliği, yabancı bir maddenin (antijen) bedene girmesine karşı, tümüyle bu saldırgana özgü ve öteki saldırganlara karşı etkisiz olan bir korunma aracı (antikor) yapımıyla birlikte organizmanın tepkisidir. Yapay pasif bağışıklıkta, kan, plazma, nekahetteki insan serumu, gamaglobülin iğneleri ya da özel biçimde bağışık kılınmış hayvanların serumları kullanılır. Bu tedavi biçimi, 1890 yılında Behring tarafından difteri için bulunmuş ve daha sonra tetanos, gazlı kangren, yılan zehiri serumu geliştirilmiştir. Bu serum ve gamaglobülin ögeleri, hem hastalıklardan koruyucu hem de tedavi edici olarak kullanılmaktadır.
Sponsorlu Bağlantılar

Sağlıklı bir vücut; karşılaştığı hastalık etkenleriyle ve yabancı maddelerle çoğunlukla biz farkında olmadan başeder. Mikroplarla başedemediğimiz durumlarda da "hasta" oluruz.
Vücudumuzun içinde bağışıklık sistemi adı verilen bir savunma mekanizması vardır. Bağışıklık sistemi insanları "mikrop" diye tanımlanan, enfeksiyona yol açabilen virus, bakteri, mantar ve parazit gibi mikrororganizmaların zarar verici etkilerine karşı korur. Bağışıklık sisteminin görevi öncelikle mikropların vücuda girmelerini engellemek veya girer ise vücuda girdikleri yerde yutmak, yayılmalarını engellemek ya da geciktirmektir.
Vücut, kendisine yabancı mikropların yapısını tanımladıktan sonra bu yapıları etkisiz hale getirebilecek savunma cisimcikleri oluşturur. Bu savunma cisimciklerine de antikor denir.

Belirli bir mikroorganizmaya karşı vücudun direncidir. Aktif ve pasif olmak üzere iki tip bağışıklık vardır. Aktif immünite, hastalığın, çok hafif de olsa, bizzat geçirilmesiyle oluşur. Hastalığa neden olan organizmalar, vücutta antikor reaksiyonları uyan.

Kişiyi bir hastalığa karşı bağışık kılmaktır. Aktif ve pasif olmak üzere iki tip bağışıklık vardır. Pasif bağışıklıkta, antikor reaksiyonu uyandıracak nitelikte, fakat kuvveti azaltılmış veya değiştirilmiş olan mikropların vücuda aşılanmasıyla oluşur. Bu amaçla, aşılarda, yaşayan mikrop, ölü mikrop, ısı veya kimyasal maddelerle aktivitesi yok edilmiş mikroplar ve mikropların oluşturduğu hastalık belirtileri yaratabilen maddeler (bkz. Allerji) ve içinde başka organizmada oluşmuş antikor bulunan serumlar kullanılır.

Güçlü bir bağışıklık sistemi için...

Brokoli, kivi, enginar, yoğurt, domates, havuç gibi besinler hem bağışıklık sistemini güçlendirir hem de kendimizi sağlıklı ve dinç hissetmemizi sağlar.

Güçlü bir bağışıklık sistemi, her şeyden önce hastalıklara yakalanmamızı önler. Bunun için yaşlı-genç herkesin özellikle yediği besinlerle bağışıklık sistemini güçlendirmesi gerekir.

Sağlıklı olmanın birincil koşulu doğru beslenmek! Düzenli ve dengeli beslenerek bağışıklık sisteminizi de güçlendirmeniz mümkün… Biliyorsunuz, güçlü bir bağışıklık sistemi bebeklerden yaşlılara kadar herkes için önemli. Hastalıklardan korunmanın en birincil koşulu. Bunun öneminin herkes farkında ama iş doğru beslenmeye gelince birçoğumuz yediklerine yeterince dikkat etmiyor. Oysa çok basit önlemler ve doğru besinlerle bağışıklık sistemini güçlendirmek zor değil!

Acıbadem Poliklinik Bağdat Cad. Dyt. Evrim A. Demirel ve Acıbadem Hastanesi Kozyatağı Beslenme ve Dyt. İpek Cirit bağışıklık sistemini güçlendiren besinlerle ilgili önemli ipuçları veriyor.

BAKINIZ
Dalak Nedir? Dalağın Yapısı ve Görevleri
Kemik Nedir - Kemiğin Yapısı Ve Görevleri
Kan Nedir - Kanın Yapısı, Özellikleri ve Görevleri
Kan Hücreleri Nedir - Kan Hücrelerinin Yapısı ve Görevleri
Lenf Sistemi Nedir - Lenf Sisteminin Yapısı ve Görevleri
Dolaşım Sistemi Nedir - Dolaşım Sisteminin Yapısı ve Görevleri

Son düzenleyen Safi; 4 Şubat 2017 18:03
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
14 Eylül 2006       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNDEKİ TEMEL KAVRAMLAR
Genel olarak bağışıklık cevabı patolojik bir organizma, toksik bir madde, hücresel artık yada neoplastik hücre gibi saldırgan bir durumdan vücudun kendini korumak için kullandığı bir dizi hücresel ve moleküler olayı içermektedir.
Edinilmiş ve doğal bağışıklık olmak üzere iki temel bağışıklık cevabı bulunmaktadır. Edinilmiş bağışıklık cevabı gelen belirgin bir uyarıya ona uygun bir cevap verirken doğal yada doğuştan olan bağışıklık daha evvelden belirgin ve aynı cevabı farklı olaylara karşı gösterir.
Sponsorlu Bağlantılar

Edinilmiş Bağışıklık Sistemi: Belirgin bir uyaran yada antijene cevaben başlayan olaylardır. Antijen organizmaya yabancı bir maddeyi belirtmektedir ve vücut bu maddedeki bir moleküle karşı, daha önceden belirli bir geni olmayan bir alıcı reseptör sentezlemektedir.Organizma şu basamaklarla kendisini korumaktadır.
  • Yabancı antijenik maddenin kendisinden olmadığını fark edecek
  • Bağışıklık sistemi tarafından özel antijen sentezlenecek
  • Görevi uyarıcı antijenik maddeyi ortadan kaldırmak olan antijene özgü etken hücreler (t ve b hücreleri) ile antijene özgü suda eriyebilen etken moleküller sentezleyecektir.
Kendisini değiştirmiş olan bir nezle virüsüne karşı vücudun verdiği yanıt buna örnektir.

Doğal Bağışıklık Sistemi: Özellikleri
  • Çeşitli saldırgan uyaranları ( toksinle, hücresel atıklar) antijenden bağımsız bir şekilde tespit ederler.
  • Uyaranlara karşı daha evvelden bulunan reseptörler ile önceden programlanmış bir şekilde cevap verir.
  • Yabancı cisimleri fagositoz enzimatik degranülasyon gibi nonspesifik yöntemlerle ortadan kaldıran makrofaj , nötrofil gibi nonspesifik etken hücreleri çağıran biyokimyasal mediatörler ve sitokinler salgılarlar.
Daha evvelden hazır bulunan reseptörler moleküldeki belirgin bir yeri örneğin belirli bir amino asit dizilimi, lipopolisakkaritler, fosfolipidler tanırlar. Doğal bağışıklık sisteminin reseptörleri insanlarda hep aynıdır. Endoftalmideki etken bakterilerin saldığı toksinlerin ortadan kaldırılması için verilern yanıt buna örnektir.

Edinsel ve Doğal Bağışıklık Sisteminin Benzerlikleri
  • Reseptör Aktivasyonu: Devamı farklı olsada başlangıç benzerdir.
  • İnflamatuar yada non inflamatuar cevap: Subklinik seyretsede her ikiside inflamasyonu tetikler.
  • Nonspesifik efektör hücreler ve moleküller: Edinsel bağışıklık t ve b hücrelerini aktiflesede monosit,nötrofil, eozinofiller ve nonspesifik moleküller iksinidede kullanılırlar.

Edinsel ve Doğal bağışıklık sisteminin farkları
  • Tetikleyen mekanizma , Edinsel sistem genelde protein şeklindeki antijen tarafından uyarılır.Doğal bağışıklık sistemi ise karbonhidrat, fosfolipid yada protein olmayan bakteriyel toksi ve hücre artıklarınca uyarılır.
  • Tanıyan reseptörler , Edineselde antibody ve t hücresi antijen reseptörleri antijene spesifiktir ve antijenin üzerindeki epitop adı verilen spesifik moleküler bölgeleri tanır. Doğal da ise temizleyici yada toksin reseptörleri ise farklı uyaranlardaki sabit moleküler dizilimleri tanırlar.
  • Tetiklemeden sonra geçen zaman , Edinsel mekanizma sonradan kazanıldığı için tanınma, işleme ve etki gösterme için birkaç güne ihtiyaç duyar. Doğal bağışıklık ise önceden programlı olduğu için sadece hücrenin tetiklenmesine ihtiyaç duyar ve saatler içinde cevap oluşur.
  • Hafıza , edinsel bağışıklık ile uyaran hafızaya alınır ve aynı uyaran ikinci kez tanınırsa ilkinden çok daha hızlı bir cevap verilir.Doğal bağışıklık ise her seferinde benzer şekilde cevap verir.
  • Özgüllük , edinsel sistem farklı uyaranlara karşı farklı cevaplar verir. Bu antibody ve antijene özgü t ve b hücresi kullanılmasıyla sağlanmaktadır. Antijenini aminoasit diziliminde olacak değişiklikler hafızanın cevap vermesini engeliyecektir. Edinsel sistem özgül cevap vermez ve epitopda bir değişiklik olmadığı sürece moleküldeki değişiklikler verilecek cevabı etkileyemeyecektir.
Bağışıklık ve inflamasyonun farkı , Bağışıklık saldırgan bir uyaranı ortadan kaldırmak demektir, bu cevap klinik olarak ortaya çıkınca buna inflamasyon adı verilir. Daha basit olarak doğal ve edinsel bağışıklık sistemi tarafından tetiklenen ve 5 temel klinik bulguya neden olan moleküler ve hücresel olaylardır.
1. Ağrı
2. Hiperemi
3. Ödem
4. Isı
5. Fonksiyon kaybıdır.

Klinisyenler imünite tabirini edinsel bağışıklık sistemi için inflamasyonuda doğal bağışıklık sistemi için kullansada her iki sisteminde genelde subklinik bir şekilde çalışmasındır. Örneğin katarak ameliyatlarında genelde bir miktar kontamine olan lensin klinik bir bulgu vermeden temizlenmesidir.
Benzer şekilde her iki sistemde inflamasyona neden olabilmektedir. Örneğin bakteriel endoftalmide ortaya çıkan bakteriel toksinler karşı ortaya çıkan hipopiyon ile lense bağlı olarak ortaya çıkan üveitteki lens antijenlerine karşı anormal edinsel yanıtla oluşan hipopiyon klinik ve histolojik olarak birbirlerinden ayırt edilememektedir.
Son düzenleyen Safi; 10 Mayıs 2016 03:51
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
15 Eylül 2006       Mesaj #3
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi

Bağışıklık sistemi

Bağışıklık sistemi, insan vücudunun hastalıklara karşı savunma mekanizmasını oluşturan karmaşık bir sistemdir, vücudu yabancı ve zararlı maddelerden korur.
Bu sistem vücudumuza giren milyonlarca bakteri, mikrop, virüs, toksin ve parazitlere karşı korunmak için düzenlenmiştir.
İnsan vücudu, hastalıklara karşı bir savunma sistemiyle donatılmıştır ve bu yüzden de kendi kendini iyileştirme yeteneğine sahiptir. Hastalığa yol açan maddeler tarafından uyarıldığında, bağışıklık sistemi harekete geçer. Sistem, yabancı olarak algıladığı bir mikroorganizmayla karşılaşır karşılaşmaz, belirli hücreler bundan kurtulmak için savaşmaya başlar. Daha önce rastladığı bir mikroorganizmayı tanıyan sistem ikincisinde ondan kurtulmak için çok daha çabuk tepki verebilir. Buna kazanılmış bağışıklık denir.

Bu sistemin çalışmasının en güzel ve basit örneği mikropların vücudumuza girdiğinde onlara karşı antikorların oluşması ve bunlarla savaşılmasıdır. Aynı mikropla tekrar karşılaşıldığında bu antikorlar bizi hastalanmaktan korur. Antikor vücuda giren yabancı maddelere karşı savunma hücrelerinin verdiği yanıttır.

Farklı şekillerde faaliyet gösteren bu sistem, faaliyetlerini oldukça sessiz yürütmektedir. Bağışıklık sisteminin çeşitliliği ancak bu sistemin bir sebepten ötürü aksadığı zaman anlaşılabilir. Bir sivri sinek vücudu ısırdığı zaman, ısırılan bölge kırmızılaşır ve şişer. Bu olay bağışıklık sisteminin çalıştığını gösterir.

Mesela nefes aldığımızda havada bulunan binlerce bakteri ve virüsü akciğerlerimize taşınır. Bağışıklık sistemi bunların hepsini elimine eder ancak bazı durumlarda bazılarını geçirir ve soğuk algınlığı yada grip adını verdiğimiz rahatsızlıklar ortaya çıkar.

Bağışıklık tipleri


Kalıtsal (doğal) ve kazanılmış bağışıklık olmak üzere, iki bağışıklık tipi mevcuttur. Bağışıklık mekanizmalarından T ve B lenfositleri ile antikorlar kazanılmış bağışıklıkta, diğer bağışıklık mekanizmaları ise, kalıtsal bağışıklıkla rol oynarlar.
  1. Kalıtsal (doğal) bağışıklık: Genetik yapıda mevcuttur. Doğumla birlikte kazanılıp, ölünceye kadar varlığını sürdürür.
  2. Kazanılmış bağışıklık: Doğumda olmayan, daha sonraki zamanlarda spesifik antijenlere karşı kazanılmış bağışıklık tipidir. Sistem, yabancı olarak algıladığı bir mikroorganizmayla karşılaşır karşılaşmaz, belirli hücreler bundan kurtulmak için savaşmaya başlar. Daha önce rastladığı bir mikroorganizmayı tanır ve ikincisinde ondan kurtulmak için çok daha çabuk tepki verebilir. Buna kazanılmış bağışıklık denirAktif ve pasif olmak üzere ikiye ayrılır.

Aktif bağışıklık,


antijenlere maruz kaldıktan sonra ortaya çıkan bağışıklıktır. Doğal kazanılmış bağışıklık çevredeki antijenlere maruz kaldıktan sonra gelişir. Yapay kazanılmış bağışıklık ise aşılarla sağlanan bağışıklık tipidir.

Aşılanma:


Aşılama, bağışıklık kazanmanın yapay şeklidir. Aşılar ölü veya zayıflatılmış mikroorganizma içeren (bakteri veya virüs) ve enfeksiyon hastalıklarının tedavi ve korumasında kullanılan biyolojik ürünlerdir. Mikroorganizma zaten işlemden geçirildiği ya da ölü olduğu için hastalık kapma tehlikesi yoktur. Aşıların etki mekanizması doğal hastalığa benzerdir; her ikisi de bağışıklık sistemini uyarır ve vücuda girmiş olan mikrobu tanır ve hafıza oluşturur. Daha sonra aynı mikrop vücuda yeniden girdiğinde bağışıklık sistemi onu tanır ve hastalık yapmasına fırsat vermeden onunla savaşır ve gerekli antikorları üreterek onu yok eder. Böylece, kişi aynı tip bir aktif canlı organizmayla karşılaştığında bağışıklık sistemi zaten nasıl tepki vereceğinin bilincinde olarak ve yabancı organizma hastalığa yol açma şansı bulamadan antikor hazırlamak için hiç vakit kaybetmeyecektir.

Pasif bağışıklık

Başka bir insan veya hayvan tarafından oluşturulmuş koruyucu antikorların diğer bir insana aktarılmasıdır (genellikle enjeksiyon yoluyla). Bu yolla koruma etkindir ancak kısa sürelidir ve haftalar veya aylar içinde kaybolur.
Doğal pasif bağışıklık annenin ürettiği antikorların anne karnında plasenta yoluyla, doğumdan sonra ise süt yoluyla çocuğa sağladığı bağışıklıktır. Yapay pasif bağışıklık ise hastalığı önlemek için daha önce antikor hazırlanmış olanlardan alınan immun serum ile kazanılan bağışıklıktır.

Bağışıklık sisteminin temel öğeleri


Bağışıklık sisteminde yer alan organ, yapı ve hücreler ayrıntılı bir etkileşim içindedir. Bu sistemin temel bileşenleri olan timus bezi, kemik iliği, dalak, lenf sistemi akyuvarlar (lökositler) hormonlar ve bazı proteinler hepsi birlikte birbirlerini tamamlayıcı bir işbölümü içinde çalışırlar.

Lenf düğümleri


Vücudun bir çok bölgesinde gruplar halinde bulunmakla beraber en çok karın ve kasık bölgesinde, boyunda, koltuk altında ve göğüste yer alır. Boyun, koltuk altı ve kasık bölgesindeki düğümler elle hissedilebilir.
Lenf düğümlerinin başlıca görevi vücuda giren yabancı maddelere karşı bir süzgeç oluşturarak, mikropların vücuda yayılımlarını engellemek ya da geciktirmektir. Düğümler içinde bağışıklık sistemine ait sayısız hücre bulunmakta, bu hücreler insana zarar verebilecek maddelerin geçişine engel olmaya çalışmaktadırlar. Bu mücadele sırasında lenf bezeleri şişerek elle ya da gözle fark edilebilecek boyutlara ulaşabilmektedir.
Lenf düğümleri her gün yaklaşık 10 milyar lenfosit üretirler.
Bademcikler de birer lenf düğümüdür. Bakteriler ya da virüslerle yoğun bir biçimde savaştığında, bademciklerimiz şişer ve iltihaplanır.

Timus


Göğüs boşluğunun ön üst kısmında, akciğerlerin ortasında yer alan ve iki parçadan oluşan bir organdır. Lenfosit, T lenfosit veya sadece "T hücreleri" timus'ta büyür, olgunlaşır ve bağışıklık sisteminde üstlendikleri görevleri yerine getirmek üzere yeniden kana karışırlar. Küçük çocuklarda akciğer filmlerinde rahatlıkla farkedilecek kadar büyük olan bu organ 20 yaşından sonra giderek küçülür.

Dalak


Karın boşluğunun sol üst tarafında diyaframın altında yer alır. En önemli fonksiyonu kanı süzmek yani fonksiyon dışı kalmış kan hücrelerini kandan filtre etmek ve bağışıklık sisteminde rol oynayan antibadi üreten hücrelerin gelişmesini sağlamaktır.

Kemik İliği


Kemiklerin ortasında bulunan yağlı ve gözeli bir dokudur. Bağışıklık sisteminde çok önemli işlevleri olan akyuvarlar da dahil olmak üzere bütün kan hücrelerinin yapım yeridir.

Akyuvarlar (Lökositler)


Akyuvarlar bağışıklık sistemimizin en önemli savaşçıları ve İmmunolojik savunmanın temel faktörleridir. Lökositler damar içinde dolanır iken, tehlike sinyallerini aldıkları bölgelerde damardan ayrılıp bakteri ve ölü doku gibi yabancı cisimlerin etrafını sarabilirler. Lokositler plazma kaynaklı kan proteinleri birlikte organizmanın bütünlüğünü sağlamakta askeri güç gibi görev yaparlar. Bu savaşçıların da bakteri ve virüslerin yok edilmesinde çalışan farklı çeşitleri vardır.

BAĞIŞIKLIK MEKANİZMALARI


İnsanda bağışıklığı oluşturan savunma mekanizmaları spesifik ve nonspesifik savunmalar olmak üzere ikiye ayrılır.
Spesifik savunmalar, sadece belirli bir mikroorganizma türüne etki edip diğerlerine etki etmektedir. Doğumdan sonra gelişmeye başlar.
Nonspesifik savunmalar; vücuda zarar veren unsurların hepsine karşı direnç gösteren savunma tipidir.

A. Vücudun dış ve iç yüzeylerini örten tabakalar:


Dokuları örterek koruma vazifesi yapan vücut yapılarıdır. Deri ve ağız mukozası sağlam olduğu takdirde hiçbir mikroorganizma vücudumuza ve buradan da kana giremez.

B. Flora bakterileri (faydalı bakteriler):


İdrar ve üreme kanallarında, deri, boğaz, bağırsaklar ve gözde sürekli bulunan ve normal şartlarda hastalığa sebep olmayan bakteriler vardır. Bu faydalı bakteriler, bizim için çalışırlar ve hastalık yapıcı bakterilerin bu bölgelerde yerleşmelerini engellerler. Anne karnındaki bebekte bu bakteriler bulunmaz. Doğumdan hemen sonra bu korumayı yapacak faydalı bakteriler buralara kısa sürede yerleştirilir.

C. Mekanik temizlik


Salgılar ve silyalarla geçekleşir. Salgılar, tükürük salgısı kulak arkası, çene altı ve dil altındaki bezlerden sürekli salgılanan tükürük, ağzımızı yıkamak suretiyle, dışarıdan giren zararlı bakterilerin uzaklaştırılmasına sebep olur. Ayrıca bakterilerin, gıda kaynağı olan yemek artıklarının da temizlenmesine neden olmasıyla diş çürüklerinin ve diş eti iltihaplarının önüne geçilmiş olur.
Gözyaşı, konjunktivanın (gözün beyaz dış yüzeyini ve göz kapaklarının iç kısmını kaplayan tabaka) ve korneanın (gözün saydam tabakası) yıkanarak temizlenmesini sağlar.

Silyalar, mikroskobik büyüklükte tüycük şeklindeki hücre uzantılarıdır. Burundaki silyalar; burun mukozasının üzerini kaplayan mukus (sümüksü madde) isimli koyu kıvamlı yapışkan bir sıvı, havadaki toz parçacıklarını ve mikropları tutar. Alt solunum yollarındaki yapıları (nefes borusu, bronşlar ve bronşiyoller) döşeyen epitelin üst yüzeyi de mukus ile kaplıdır. Buradaki epitel hücrelerinin de silyaları vardır. Bu silyalar da, yukarı doğru kamçı vuruşu şeklinde salınmalar yaparak, mukusu ve içindeki partikülleri ve mikroorganizmaları yutağa doğru ilerletirler. Bunlar da yutulur veya öksürerek dışarı atılır.

D. Salgılarda bulunan enzim, asit ve antikorlar:


  • Lizozim: Vücut salgılarında (tükürük, ter, gözyaşı, genital organ salgısı vb) bulunan ve bakterileri öldüren bir maddedir.
  • Mide asidi (hidroklorik asit, HCl): Mide bezlerinden salgılanan HCl, besinlerle mideye gelebilen bakterileri parçalayan kuvvetli bir asittir.
  • Antikorlar: Hem kanda hem de vücut salgılarında bulunan antikorlar, mikroorganizmalara karşı savunmada rol alırlar. Anne sütünde bulunan antikorlar ise, annenin kanından süte geçirildiğinden, yeni doğan bebeğin enfeksiyonlardan korunmasında önemli bir rol oynarlar.

E. Akyuvarlar (Lökositler)

Akyuvarlar bağışıklık sistemimizin en önemli savaşçıları ve İmmunolojik savunmanın temel faktörleridir.
Akyuvarlarların % 50-60'ı granülositlerdir. Bunlar da, nötrofiller, eozinofiller ve bazofiller olarak üç sınıfa ayrılırlar: Granülositler
  • Nötrofiller: Akyuvarların en yüksek oranda bulunan (% 60-70) tipidir. Kemik iliğimiz hergün trilyonlarca nötröfil üreterek kan dolaşımına bırakır ama yaşam süreleri kısadır ki bu genelde birgünden azdır. Nötrofiller kan dolaşımına girdikten sonra hızla dokuların kapiller duvarlarına doğru hareket ederler. Elimize kıymık battığında ya da elimiz kesildiğinde nötrofiller hızla bu bölgeye göç ederler ve salgıladıkları enzimler, deterjan ve çamaşır suyu etkilerine benzer hidrojen peroksit veya diğer kimyasal maddelerle, karşılaştıkları bakterileri veya yabancı molekülleri öldürürler.
  • Eozinofiller: Deride ve akciğerde bulunan parazitlere öldürebilen lökosit türüdür. Parazitlere tutunarak sitoplazmalarının ihtiva ettiği granülleri (kesecikleri) parazitin içine boşaltırlar. Bu granüllerin içinde parazitleri parçalayan enzimler bulunur.
  • Bazofiller: Histamin denilen özel proteinler taşıdıklarından enflamasyona (iltihap) sebeb olmalarından ötürü önemlidirler. Bu hücreler allerjik hastalıkların gelişmesinden sorumludurlar.

Lenfositler


Bağışıklık sisteminin en karmaşık organizasyonuna ve stratejilerine sahip hücreleridir. Bağışıklık mekanizmalarının en önemlisi ve en güçlüsü bu hücreler, kandaki akyuvarların % 20-30 kadarını teşkil ederler. Tüm lenfositler kemik iliğindeki ana hücrelerden kaynaklanır. Karşılaştığımız çoğu bakteri ve virüsü yok edebilen bu hücreler, T ve B lenfositleri şeklinde ikiye ayrılırlar. Bunlar diğer mekanizmaların baş edemediği mikroplara karşı son savunma hattını oluştururlar.

T lenfositleri:


Kemik iliğindeki kök hücrelerinden salındıktan sonra T hücresi oluşturmak üzere yönlendirilmiş olan hücreler timus'a göç ederler ve orada olgunlaşırlar. T-lenfosit adı da buradan gelir.

T-lenfositler daha sonra timusdan ayrılarak kanda ve lenf sisteminde dolaşmaya başlarlar. T lenfositlerinin de farklı işlevlerini yerine getiren farklı çeşitleri vardır. Bunlardan öldürücü T lenfositler diye adlandırılanlar bakterilere ve özellikle virüslerle enfekte olmuş vücut hücrelerine saldırırlar. Virüs taşıyan hücreleri saptayıp bu hücreleri öldürürler. Diğer T lenfosit çeşitleri de öldürücü lenfositleri destekleyen işlevleri yerine getirirler. Yardımcı T hücreleri olmazsa kazanılmış bağışıklık sistemi çöker.

T lenfositleri makrofajlar tarafından uyarıldıkları zaman, T lenfositlerinin bir çeşidi olan yardımcı T hücreleri lenfokin denen maddeyi salgılarlar. Lenfokinler; hem bir diğer T lenfosit türü olan sitotoksik (mikropları öldüren) T hücrelerini, hem de B lenfositlerini uyararak çoğalmalarını sağlarlar.

B lenfositleri:


Lenfositler de kemik iliğinde üretilirler. Bu hücreler doğrudan doğruya mikroplar tarafından uyarılırlar. Ancak tam uyarılıp harekete geçebilmeleri için, yardımcı T hücrelerinden salgılanan lenfokinlere ihtiyaç vardır. Lenfokinler, B lenfositlerinin çoğalmasını ve plâzma hücrelerine (plazmositlere) dönüşmesine sebep olacak özelliktedirler. Plâzmositler de kana antikor salgılarlar.

Antikor sentezi yapan lenfositler doğrudan doğruya kemik iliğinde üretilir. B lenfositler, her antijene (vücuda yabancı olan ve antikor üretimine neden olan maddeler ya da canlılar) özgü antikor üretirler. Vücuda herhangi bir antijen girdiğinde, B lenfositler çoğalır ve milyonlarca antikor üretirler. 6 aylık bebekken vücudumuz antikor üretmeye başlar. O zamana kadar anneden bebeğe geçen antikorlar iş görür.

Antikorlar,


antijen niteliği taşıyan bakteri virüs ya da zehirli maddelere tepki veren Y biçiminde protein molekülleridir. Y biçimindeki antikorların kısa kollarının uç kısmında antijenlere bağlanabilmelerini sağlayan özel bölgeler bulunur. Herhangi bir antijene bağlanmış olan antikorlar, ya onların hareketine engel olur ya da bağışıklık sisteminde rol alan başka proteinlerin, hormonların ve makrofajların devreye girmesi için işaret verirler. Bu antikorlar kişiyi ikinci kez aynı mikrop ile hasta olmaktan korurlar.

"Immünoglobülinler" de denilen antikorların Ig G, Ig A, Ig M, Ig D, Ig E olmak üzere beş çeşidi vardır. Ayrıca karaciğerde yapılarak kana geçen bazı özel proteinlerin de, antikorların işlevlerini tamamlayıcı farklı rolleri vardır.
B lenfositlerinin antikor oluşturmak dışında iki önemli görevi daha vardır. Bunlardan birisi T lenfositlerine antijen sunma görevi; diğeri de saldıkları kimyasal maddelerle (sitokinler, lenfokinler) başka immunolojik hücreleri etkilemektir.

c- Doğal Öldürücü Hücreler (Katil hücreler)


Doğal Öldürücü Hücreler de kemik iliğinde yapılmaktadır Bu hücreler kan kemik iliği ve dalakta bulunurlar. Doğal bağışıklıkta rol alırlar, yani T ve B lenfositleri gibi önceden uyarılmalarına ihtiyaç yoktur. Bilhassa virüslerle enfekte olmuş veya kanserleşme eğilimi gösteren vücut hücrelerine saldırırlar. Böylece virüslere karşı önemli bir ilk savunma hattı oluşturur ve kanserin gelişmesine mâni olurlar. Bunlar büyük görünümlü lenfositlerdir En önemli görevleri, tumor hücrelerini ve virus taşıyan hücreleri öldürmektir. Virüs taşıyan hücreleri öldürdükleri halde normal hücrelere zarar vermezler

Monositler ve Makrofajlar:


Akyuvarların %7 kadarını Monositler oluşturur. Kemik iliğinde yapılıp kan dolaşımına geçen monositler 12 saat içinde dokulara girerler ve makrofajlara dönüşürler.
Monosit ve makrofaj gibi büyük lökositler bağışıklık sistemimizin en önemli hücreleridir. Her dokunun kendine özgü makrofajları vardır.

Makrofajlar, büyük botutlu hücrelerdir. En önemli becerisi sindirme ve hazmetme yani fagositoz yapabilmesidir. Fagositoz, bağışıklığın en önemli öğelerinden biridir. Çünkü enfeksiyona karşı çabuk ve çoğunlukla da kesin bir koruma sağlar. Makrofajların önemli bir görevi de; ölmüş nötrofilleri temizlemektir. Kandaki bir akyuvar çeşidi olan monositler, kılcal damarlardan dokulara geçerek burada doku makrofajları denen çok güçlü fagositoz yapan (mikropları yutan) dev hücrelere dönüşürler. Makrofajlar vücuda giren her türlü bakteri ve virüsü yutarak parçalarlar. Bu hücreler, vücudun birinci savunma hattını oluştururlar, yani bunlar hazır öncü kuvvetlerdir. Bu hücreler, ayrıca T lenfositleri adı verilen çok özel hücreleri uyararak onların çoğalmalarını sağlarlar.

F. Plâzmadaki (kan sıvısındaki) faktörler


  • Antikorlar: Plâzma hücreleri tarafından kana salgılanırlar. Hangi mikrop tarafından uyarılmışlarsa, ona karşı savunmada rol alırlar. Antikorlar tesirlerini ya doğrudan (bakteri zehirlerini nötralize ederek veya bakterileri kümeleştirip çöktürerek, virüsleri nötralize ederek, mikroorganizmaları parçalayarak) yahut kompleman ismi verilen çok özel bir sistemi harekete geçirerek gösterirler.
  • Kompleman proteinleri: Plâzmada inaktif olarak bulunan kompleman proteinleri, antijen ve ona karşı meydana gelmiş antikor kompleksi tarafından uyarıldığında, aktif kompleman bileşikleri oluşur. Bu bileşikler çeşitli tesirlere sahiptirler (kemotaksis, opsonizasyon, mast hücreleri ve bazofillerin uyarılması sonucu inflamasyon gelişmesi, mikroorganizmaların parçalanması).
  • İnterferonlar: Virüsler vücut hücrelerine girip, hücrelerde çoğalmalarını sağlayan proteinlerin sentezlenmesine sebep olurlar. Lenfositler ve diğer lökositler tarafından salgılanan interferonlar, virüslerle tanışmış vücut hücrelerine bağlanarak bu proteinlerin yapımına engel olacak şekildedirler. Böylece virüsler çoğalamaz.
  • Properdin: Plâzmada bulunan bir proteindir. Bazı virüsleri nötralize ettiği, bazı bakterileri de parçaladığı bildirilmiştir.
  • Akut faz proteinleri: Karaciğer tarafından hızla sentezlenen çok sayıda serum proteinleri (C-reaktif protein, fıbronektin, vb) enfeksiyon sırasındaki müdafaada rol alırlar.
  • Beta-lizin: Bazı bakterileri parçalayan bir maddedir.

G- Enfeksiyonun sebep olduğu olaylar


  • İnflamasyon (iltihap): İnflamasyon, enfeksiyonlar veya konumuz dışındaki travma ve sıcak gibi faktörlere bağlı olarak doku harabiyetine karşı, dokuda yaratılan korumaya verilen cevaptır. Mikroorganizmalar tarafından istila edilen doku, harap olmaya başlayınca, parçalanan doku hücrelerinden (mast hücreleri gibi) açığa çıkan bazı maddeler (histamin gibi) bölgede bazı reaksiyonlara sebep olur. Dokuya kan getiren küçük damarların genişletilmesiyle o bölgeye kan akımı artar ve dokuya daha çok nötrofil gelir. Bu arada o bölgede kızarma olur. Kılcal damarların geçirgenliğinde artışa bağlı olarak, nötrofîller dokuya daha rahat geçerler. Sonuç olarak; inflamasyon (iltihaplanma); mikroorganizmaları o bölgede hapsederek vücuda yayılmalarını önlemiş olur.
  • Ateş: Vücut ısısındaki artış olan ateş inflamasyonundoğal sonucudur. Bazı bakterilerden çıkan toksinler ve mikropları fagosite eden hücrelerden salgılanan bir kısım maddeler, vücut sıcaklığının yükselmesine sebep olurlar. Ateş, mikroorganizmaların üremelerini durdurur ve yapılarını bozarak ölümlerine yol açar. Dolayısıyla hastalıkta ateşin yükselmesi faydalıdır. Çünkü vücudun direnç gösterdiğini ve mikropları öldürmek için savaş verdiğini göstermektedir. Bu sebepten ateş çok yüksek olmadığı beyne zarar vermediği sürece düşürülmemelidir.
  • Öksürük: Solunum yollarındaki mikropların dışarı atılmasını sağlar. Bu sebepten öksürük kesici ilâçlar hemen kullanılmamalıdır.
  • İshal (Diyare): İshal, dışkının hızlı bir şekilde dışarı atılmasına sebep olur. Dolayısıyla ishali durdurucu ilâçlar da kullanılmamalıdır. Ancak gerek öksürük ve ateş, gerekse de ishal durumunda kişinin kendini iyi tanıması ve bağışıklık sisteminin gücünü bilip ona göre direnmesi gerekir.

Bağışıklık sistemine yönelik risk faktörleri


Bağışıklık sistemimiz yaşamımız boyunca bizi desteklemektedir. Ancak vücudumuzun normal yapısını ve çalışmasını bozan etkenler vücudumuzun direncini de azaltmakta dolayısıyla bağışıklık sistemimiz içinde risk oluşturmaktadır. Bu etkenlerin başlıcaları aşağıda açıklanmıştır:
  • Stres; Uzun süreli strese maruz kalma, kişilerin üst solunum yolları enfeksiyonlarına yakalanma olasılığını artırmaktadır. Stres vücudumuzdaki bazı hormonların aşırı miktarda salgılanmasına ve buna bağlı olarak da belleği ve öğrenme - algılama yeteneğini zedelemekte, öfke, yorgunluk, depresyona neden olmakta ve bağışıklık sistemini zayıflatmaktadır. Kronik streste, hastalıkla savaşan hücrelerin sık sık bastırılması sonucu vücudun enfeksiyonlara karşı direnci azalmaktadır.
  • Kötü Beslenme; Beslenme vücudun direncine ve mikroplara etki edebilmektedir. Protein ve enerji bakımından yetersiz ve kötü beslenme bağışıklık sisteminde görevli yapıların vücudumuzu savunma gücünü zayıflatır.
  • Eksik beslenme enfeksiyonlara ve bunların komplikasyonlarına zemin hazırlamaktadır. Oluşan enfeksiyon da beslenmeyi bozar ve bağışıklığı azaltabilir.
  • Oksijen; Oksijen kullanan her canlı, "serbest radikaller" olarak bilinen şeyleri üretir. Serbest radikaller, hücreler oksijen tüketirken oluşurlar. Yani serbest radikaller değişen oksijen molekülleridir. Serbest radikaller yaşam için gereklidir. Bu serbest radikaller kontrolsüz bırakılırlarsa, bağışıklık sistemimize zarar verme ve kronik hastalıklar gelişme riski ortaya çıkabilir.
  • Radyasyon; Bağışıklık sistemi, UV ışınları gibi çevresel faktörlerden kaynaklanan değişimlerden zarar görür. Bilim adamları, güneş yanıklarının insanlarda güneşe maruz kaldıktan sonra 24 saat ve daha fazla süre içerisinde kandaki beyaz kan hücrelerinin hastalıkla savaşım fonksiyonunda bir azalma görüldüğünü belirtmişlerdir. UV radyasyonuna sürekli maruz kalma vücudun bağışıklık sistemini etkileyen zararlara neden olabilir. Hafif güneş yanıkları insanlarda ki bütün cilt tiplerinin bağışıklık fonksiyonlarını baskı altına alabilir.
  • Yüksek gerilim hatlarının yaydığı radyasyon da insan sağlığını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bu etkileşim, insanın bağışıklık sistemi bozup, hastalıkların başlamasına yol açabilmektedir. Yüksek gerilim altında yerleşik insanlar, başta kanser olmak üzere birçok hastalıK açısından risk altındadır.
  • Alkol ve sigara; Alkolün, özellikle kronik alkol alışkanlığının ve sigaranın organizmanın immun savunması üzerinde olumsuz etkiler yaptığı kanıtlanmıştır.
  • Uykusuzluk; Uyku sırasında vücudumuz ve beynimiz dinlenirken bağışıklık sistemi dinlenmez. Aksine işgalci organizmalara karşı hazırlık yapar. Eğer iyi dinlenilmezse bağışıklık sistemi bozulabilir.

Bu etkenlerin dışında bazı ilaç tedavileri, yorgunluk, aşırı spor yapma, mevsimsel ve hormonal değişikliklerde immun sistemimizi zayıflatan faktörlerdendir.
Son düzenleyen Safi; 4 Şubat 2017 17:56
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Eylül 2006       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ
Ad:  bs1.gif
Gösterim: 1278
Boyut:  3.6 KB

Bağışıklık sözcüğünün tıp terminolojisindeki karşılığı immunitedir. İmmunite, Latince “immunitas” sözcüğünden köken almaktadır. İmmunitas, bağımsız olmak, özgür olmak anlamlarına sahiptir. Bu kapsamda immunite de vücut için yabancı ve zararlı olan her şeyden arınabilme durumu olarak ifade edilebilir. Peki gerçekten de immunite bize böylesine güzel bir “özgürlük” vaat edebilir mi?
Ad:  bs2.jpg
Gösterim: 1265
Boyut:  7.7 KB
Yaşamımızı sürdürebilmemizin temel öğesi olan bağışıklık sistemimiz normal şartlarda kusursuz bir organizasyona sahiptir. Bu organizasyon, bağışıklık sisteminin vücuda yabancı ve zararlı olan her şeyi, gereği ölçüsünde, etkisiz hale getirmesini, buna karşılık vücudun kendinden olanı da korumasını sağlar. Bu doğal dengenin bozulduğu durumlarda rastladığımız hastalıklar spektrumu iki ucu keskin kılıç benzetmesiyle tanımlanabilir. Bağışıklık sisteminin azalmış yada etkisiz yanıtı, AİDS’TE (Kazanılmış İmmun Yetmezlik Sendromu) olduğu gibi ölüme dek uzanabilecek tablolara yol açarken uygunsuz yada aşırı yanıtı “otoimmunite” dediğimiz vücudun kendi öğelerini yabancıymış gibi algılayıp onları ortadan kaldırmaya yönelik süreçleri başlattığı çok çeşitli hastalıkları oluşturur. Kanserlerde de bağışıklık sisteminin fonksiyonel organizasyonunun bozulması söz konusudur.
Bağışıklık sisteminin fonksiyonel organizasyonu çeşitli aşamalardan oluşan bir takım oyununa benzer. İlk aşamada vücutta bağışıklık sisteminin tetiklenmesine yol açacak etkenle “karşılaşma” yer almaktadır. Bu aşamada vücudun doğal bariyerleri (deri, solunum sisteminin titrek tüylü hücreleri, vücudun farklı bölgelerindeki farklı pH değerleri, doğal flora bakterileri gibi) ilk savunma kalkanını oluştururlar. Buna rağmen etkisiz hale getirilemeyen etken, ikinci aşamada kendini tanıma potansiyeline sahip hücreler tarafından bağışıklık sisteminin daha özelleşmiş unsurlarına sunulur. Bu özelleşmiş unsurları, en genel anlamda, bağışıklık sisteminin hücresel ve salgısal bileşenleri olarak tanımlamak mümkündür ki, bu ana sınıflama pek çok farklı hücre tipini ve birbiriyle bağlantılı çok sayıda ve çok çeşitli biyolojik molekülü kapsamaktadır. İdeal yanıt, bağışıklık sisteminin yabancı etkeni etkisiz hale getirmesi ve bunu yaparken daha sonraki karşılaşmalar için bu etkeni tanıyacak bellek öğeleri oluşturup işlemi sonlandırmasıdır. Bu işlemin uygun şekilde sonlandırılmaması kansere yada otoimmuniteye uzanan tehlikeli bir yolculuğun tetikleyicisi olabilir.
Ad:  bs3.JPG
Gösterim: 1487
Boyut:  22.8 KB
Kimi özel durumlarda bağışıklık sisteminin halihazırda tehdit yaratan bir etken yokken de uyarılması ve bu olası etkene hazırlanması istenebilir. Bu amaçla yapılan uygulamalar, yani aşılar, bellek öğeleri oluşturarak gerçek etkenle karşılaşılması durumunda onu hızlı ve etkili bağışıklık yanıtıyla vücuda zarar vermeden ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. On sekizinci yüzyılın sonları, on dokuzuncu yüzyılın başları ilk aşı denemelerine sahne olmuş ve özellikle ünlü bilim adamı Pasteur’ün katkılarıyla hak ettiği önemi kazanan aşılama, koruyucu tıp etkinlikleri arasındaki öncü yerini almıştır. Günümüzde kimi aşıların immun sistemin fonksiyonel organizasyonunu bozarak orta ve uzun vadede çeşitli hastalıklara yol açabileceği savları mevcutsa da eldeki veriler bu konuda net yargılar oluşturmaya yetecek düzeyde değildir. Özellikle kızamık aşısı-otizm ilişkisi son 10 yılda ayrıntılı olarak sorgulanmış, geriye dönük araştırmalar bu iddiaları doğrulamamıştır.
Ad:  bs4.gif
Gösterim: 1435
Boyut:  27.1 KB
Doğada yapım-yıkım (entropi- negentropi) arasındaki dinamik denge insan vücudu söz konusu olduğunda da geçerliliğini korumaktadır. Bağışıklık sistemi de bunu yansıtan bir ayna gibidir. Genetik alt yapımıza ek olarak ya da kimi durumlarda genetik alt yapımıza rağmen dengeli beslenme, düzenli uyku, bize uygun egzersizler, pozitif düşünce ve rahatlama teknikleri, stresle baş edebilme stratejileri, bağımlılık yapan zararlı maddelerden uzak durmak gibi sağlıklı yaşam alışkanlıklarıyla dengeyi olumlu yönde tetikleyebilmek büyük ölçüde elimizdedir. Yaşama gülümseyelim, o da bize gülümseyecektir!
Ad:  bs5.gif
Gösterim: 1254
Boyut:  13.4 KB


Bağışıklık sistemimizin vücudumuz için önemi nedir?
Bağışıklık sistemimiz vücudumuzu dış ortamda bulunan mikroorganizmalara karşı korumakla yükümlüdür. Vücudumuz hastalıklara karşı bu sistem aracılığıyla savaşır.

Çocuklarda ve erişkinlerde bağışıklık sistemi neden zayıf düşer?
Çocuklarda yeni doğan dönemi ile 1-3 yaş arasında fizyolojik direnç düşüklüğü vardır. Bunlar bilinirse o dönemler bir takım destekler ile daha rahat geçirilebilir. Bağışıklık sistemini beslenme, genetik özellikler, birtakım hastalıklar ve tedavi süreçlerinde (örneğin; kanser, romatizmal hastalıklar) etkileyebilir. Örneğin; aşırı hijyenik ortamlarda bulunma bağışıklık sisteminin gelişimini engeller ve allerji potansiyelini arttırır. Ayrıca ailelerde genetik olarak bazı enfeksiyon hastalıklarına karşı yatkınlık vardır (örneğin; sık üst solunum yolu enfeksiyonları, sık üriner sistem enfeksiyonları ve sık barsak enfeksiyonları).

Bağışıklık sistemimizin zayıflamaması için nelere dikkat etmeliyiz?
Çocuklarınızı aşırı hijyenik ortamda büyütmemek, düzgün ve dengeli beslenme, uykuya yeterince zaman ayırma, mümkün olduğunca stresten uzak durmaya çalışmak, erişkinler için alkol ve sigara kullanımının minimuma indirilmesi, kontrolsüz ilaç (özellikle antibiyotik) kullanımını engelleyerek bağışıklık sistemimizin zayıflamasını önleyebiliriz.

Özellikle hangi dönemlerde bağışıklık sisteminin zayıflamasına karşı önlem almak gerekir?
Çocukluk dönemleri, özellikle 1-3 yaş bağışıklık sistemimizin alt düzeyde olduğu dönemdir. Ayrıca “hümaral immünite” dediğimiz bağışıklık sistemimizin bir parçası erişkin düzeyine 7 yaşında ulaşır. Ayrıca geçirilen her enfeksiyon ve sonrası dönem, bağışıklık sisteminin düştüğü dönem olduğu için özellikle korunmak gerekir. Kış ayları, sıcak soğuk farkının arttığı dönemlerde, yaşlılıkta, aşırı çalışma ve stres dönemlerinde önlemlerin alınması gerekir.

Bağışıklık sistemimizi nasıl güçlendirebiliriz?
Yukarıda saydığımız dönemlerde belirtilen olumsuz koşullar iyileştirilerek (dinlenme, iyi beslenme vb.) ve ayrıca bağışıklık sistemini güçlendiren doğal ürünler ve vitaminler takviye amaçlı kullanılarak bağışıklık sistemi güçlendirilebilir.

Dünyadaki trende baktığımızda Avrupa ülkelerinde, özellikle de Amerikan toplumunda beslenme alışkanlıklarının yoğun yaşam temposuna etkisiyle bağışıklık bilincinin daha fazla yerleşmiş olduğunu görmekteyiz. Özellikle enfeksiyona yakalanma riskinin yoğun olduğu dönemlerde vücut direncini arttırma amacıyla Beta-Glukan gibi doğal bağışıklık güçlendirici beslenme desteği ürünlerinin sıkça kullanılmakta. Bu trendin Türkiye’deki etkileri konusundaki düşünceleriniz nelerdir?
B-glukan adı madde hakkında Türkiye’de olumlu yaklaşımlar olduğunu düşünüyorum. Pediatri camiasında kabul gören bir molekül. Bu düşüncelerin nedeni literatür bilgileri, ürünün doğal olması ve edinilen deneyim ile klinik gözlemlerdir.

Bu tür ürünleri hem yetişkinler hem de çocuklar kullanabilir mi?
Evet, kullanılabilir. Gereksiz antibiyotik kullanımını azalttığı ve hastalıkların azalması nedeniyle hayat kalitesini yükselttiği, okul döneminin sağlıklı geçmesini sağladığı erişkin döneminde mikroorganizmalara karşı vücut direncini arttırdığı için, en önemlisi de güvenilir olduğu için kullanılabilir.
Son düzenleyen Safi; 10 Mayıs 2016 03:42
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
10 Mayıs 2016       Mesaj #5
Safi - avatarı
SMD MiSiM
VÜCUT SAVUNMASI
İnsanların vücudu her zaman bir çevrede yaşamak zorundadır. Bu çevresinde bulunan çok sayıda hastalık yapıcı bakteri, virüs, mantar, arke,protista v.b mikroorganizmanın saldırısına uğrar. Sağlıklı bir insan vücudu;karşılaştığı bu hastalık etkenleriyle ve yabancı maddelerle kolayca baş eder. Çünkü insan vücudunun içinde ve dışında bağışıklık sistemi adı verilen bir savunma mekanizması vardır. Bu sistem bizi çevremizde bulunan ve vücudumuza girdiğinde enfeksiyona yol açabilen birçok etkene karşı korur.
Ad:  bas1.JPG
Gösterim: 2640
Boyut:  28.1 KB


Enfeksiyon: Çevremizde virüs,bakteri,mantar ve daha pek çok hastalık etkeni bulunur.Bu etkenlerin insan vücuduna girerek çoğalmalarına enfeksiyon denir.
Bağışıklık: Hastalık yapan bu mikroorganizmaları vücudun yabancı olarak tanımasına ve bunlara karşı kendini korumak ve savunmak için yaptığı çalışmalara denir.
Bağışıklık sistemi (immun sistemi): Bağışıklığın oluşmasında etkili olan organ ve yapılara denir.

MÖ 430 yıllarda Atina’da görülen veba salgınında daha önce veba geçirmiş insanların bu hastalığa yakalanmadığını tarihçi Tukidides yazmıştır. Bağışıklık eski çağlardan bu zamana kadar insanların ilgisini çekmiştir. XV.yüzyılda Türklerin çiçek hastalığına karşı bağışıklık kazandıkları belirtilmiştir. Türklerin çiçek hastalığına karşı,çiçek yaralarındaki kabukları toz haline getirip burunlarından çektikleri yada bıçakla çizerek oluşturdukları yaraya sürerek bağışıklık kazandıkları biliniyor.
Ad:  bas2.JPG
Gösterim: 4633
Boyut:  32.8 KB
Canlıların vücutları,hastalık etmenlerine karşı kendini korumak ve savunmak için çeşitli savunma hatlarına sahiptir.Buna genel savunma da denir.Bu hatlar üç tanedir.
  • Savunmanın birinci hattı
  • Savunmanın ikinci hattı
  • Savunmanın üçüncü hattı
Hatlardan ilk ikisi özgül değildir yani bir hastalık yapıcı etken diğerinden ayırt edilmez.

Savunmanın birinci hattı:
Genel savunmanın birinci hattı hastalık etkeninin vücuda girişini engeller. Bu ilk hat; ağız,burun,göz,mide,deri,epitel doku ve bunların salgılarından oluşur.
Savunmanın birinci hattında;
1. Derinin mikropların girişini engellemesi ayrıca salgıladığı ter ve yağ ile pH’ı düşürerek mikropların yerleşmesini önlemesi,
2. Ağız yoluyla alınan mikroorganizmaların midedeki asit salgısı ve enzimlerle yok edilmesi,
3. Göz yaşında,solunum kanalında ve sindirim kanalında bulunan lizozim salgısının bakterileri parçalaması gibi engeller mikroorganizmaların vücuda girişini önler.
4. Solunum yolu ile vücuda giren mikroorganizmaların burun içi kıllarına,solunum yolu mukus salgısına yapışarak tutunması ile engellenir ve dışarı atılır.

Savunmanın ikinci hattı

Savunmanın ikinci hattını geçmeyi başaran mikroplar vücutta savunmanın ikinci hattı ile karşılaşır. ikinci hatta mikroplar;
  • Fagositoz,
  • Doğal katil hücreler,
  • İltihaplanma (yangısal tepki)
  • Antimikrobiyal proteinler İle karşılaşırlar.

Fagositoz;
Fagositoz farklılaşmış akyuvar hücreleri tarafından gerçekleştirilir.Bunlardan nötrofiller, fagositik hücrelerin yaklaşık %60-70 kadarını oluşturur. Enfeksiyonlu dokuya giren nötrofiller buradaki mikropları içine alarak parçalar.Ömürleri sadece birkaç gündür. Monositler ise fagositoz yapan hücrelerin %5’ini oluşturur.Bu hücreler oluştuktan birkaç saat sonra dokulara girerek burada makrofajlara dönüşür. Makrofajlar büyük ve uzun ömürlü hücrelerdir. Bazı makrofajlar vücutta dolaşır.Bazıları ise akciğer,karaciğer,böbrekler ve beyin gibi organlarda sürekli kalır. Örneğin karaciğerdeki Kupffer hücreleri,akciğerdeki makrofajlar bulundukları yerde sürekli kalan ve mikropları fagosite eden özel hücrelerdir. Eozinofiller,fagositoz yapan hücrelerin sadece %1,5’ini oluşturur. Bu hücreler kan trematodu (Schistosoma mansoni) gibi büyük parazitleri yok eder.
Ad:  bas3.JPG
Gösterim: 1510
Boyut:  17.1 KB


Doğal katil hücreler

Doğal katil hücreler mikroorganizmaları fagosite etmez.Bu hücreler salgıladıkları lizozim enzimleri ile yapıştıkları virüs bulaşmış yada kanserleşmiş hücreleri parçalayarak yok eder.
Ad:  bas4.JPG
Gösterim: 1571
Boyut:  28.9 KB

İltihaplanma (yangısal tepki)
İltihaplanma (yangısal tepki) oluşumu çeşitli şekillerde zarar görmüş yada mikroorganizmalar tarafından enfekte edilmiş dokuda ortaya çıkan bir durumdur. Çeşitli etkenler ile zedelenmiş bir dokuda,ortaya çıkan iltihaplanma durumunda yaralı dokuda bulunan bazofiller ve mast hücreleri ortama histamin verir. Histamin,damar geçirgenliğini arttırır.Histamin yaralı dokuya kan akışının hızlanmasını sağlar. Bu sayede kılcallardan doku sıvısına madde geçişi artar.Bunun sonucunda da kızartı ve ödem oluşur. Ortamdaki hastalık etkeni bakteriler ve yaralı dokudan salınan çeşitli maddeler kanda nötrofil ve makrofaj gibi fagositoz yapan akyuvar hücrelerini uyarır ve yaralı dokuya geçmelerini sağlar. Akyuvarlar hastalık yapıcı bakterileri (patojen) yok eder. Bu esnada pıhtılaşmada rol oynayan diğer proteinlerde pıhtı oluşturarak mikropların sağlıklı dokuya yayılmasını önler.

Ad:  bas5.JPG
Gösterim: 1511
Boyut:  14.5 KB
Bazofil ve mast hücreleri ortama histamin verir. Damar geçirgenliği artar.Nötrofil ve makrofaj hücrelerinin sayısı artar.

Ad:  bas6.JPG
Gösterim: 1146
Boyut:  12.4 KB
Kılcallardan doku sıvısına madde geçişi ve nötrofil ve makrofaj hücrelerini dokuya geçişi

Ad:  bas7.JPG
Gösterim: 1255
Boyut:  11.7 KB
Kızartı ve ödem oluşur.Hastalık etkeni yok edilir. Pıhtılaşma oynayan diğer proteinlerde pıhtı oluşturarak mikropların sağlıklı dokuya yayılmasını önler. 

Antimikrobiyal proteinler
Virüsle enfekte olmuş hücreler interferon adı verilen ve mikropların çoğalmasını engelleyen antimikrobiyal proteinler salgılar.İnterferon,komşu hücrelere sızarak bu hücrelerde virüslerin çoğalmasını engelleyen başka kimyasal maddeler üretilmesini sağlar. Bu yolla interferonlar nezle,grip gibi enfeksiyonlarda virüslerin hücreden hücreye yayılmasını engeller. Aynı zamanda interferonlar fagositoz yapan hücreleri uyararak mikroorganizmaların fagositozla yok edilmesini sağlar.
Ad:  bas8.JPG
Gösterim: 1210
Boyut:  11.9 KB

Vücut savunmasında enfeksiyona karşı diğer bir tepki de ateşin yükselmesidir. Hastalık etkeni bakteriler tarafından üretilen toksinler ateşi yükseltebilir. Çok yüksek ateş (40-43 C) hasta vücudundaki enzimlerin yapısını bozduğu için zararlı olabilir ancak orta derecedeki ateş ( 38,5-39 C ) mikroorganizmaların üremelerini durdurduğu gibi fagositozu kolaylaştırır,doku tamirini hızlandırır.

Savunmanın üçüncü hattı :
Savunmanın üçüncü hattı bazı mikroorganizmaları,değişime uğramış vücut hücrelerini,toksinleri ve yabancı mokelülleri tanıyan bağışıklık sistemi hücrelerince oluşur. Antikor olarak adlandırılan özgül savunma proteinlerin yapımını da içeren bu savunma hattında,akyuvar çeşitlerinden olan lenfsolitler görev alır.Bunlar:
  • A-B lenfositleri
  • B-T lenfositleri 
Ad:  bas9.JPG
Gösterim: 1279
Boyut:  26.2 KB

Özgül Bağışıklık
Mikroorganizmalar veya hastalık etkeni vücuda girdiklerinde,fagositik hücreler yangısal tepki ve antimikrobiyal maddeler ile birlikte vücut savunmasının üçüncü hattını oluşturan lenfositlerle de karşılaşır. Lenfositler sadece mikroorganizmaları değil,yabancı olarak gördükleri kanser hücrelerini ve nakledilmiş dokuları da yok etmeye çalışır. İnsanda B lenfositleri ve T lenfositleri olmak üzere iki çeşit lenfositler bulunur.
T-lenfositleri ve B-lenfositleri,kemik iliğindeki kök hücrelerin farklılaşması ile oluşur. Bu hücreler olgunlaştıkları yere göre isimlendirilir.
B-lenfositleri olgunlaşmalarını fetüs döneminde karaciğerde,doğum sonrasında ise kemik iliğinde tamamladıklarından B-lenfositleri ismini alırken,T-lenfositleri timus bezine göç ederek orada olgunlaştıklarından T-lenfositleri adını alır.

Antijen: Vücuda girdiğinde lenfositler tarafından yabancı olarak kabul edilen ve antikor oluşumuna sebep olan moleküllere denir.Örnek olarak virüslere, bakterilere, mantarlara, protozoonlara,parazit solucanlara denir. B ve T lenfositleri kalıtsal olarak antijenleri tanıma özelliğine sahiptir. Antijenler, insan vücuduna girdiğinde B ve T lenfositleri hızlı bir şekilde çoğalmaya başlar ve bir bölümü antijenle savaşan kısa ömürlü hücrelere dönüşür. Buna birincil bağışıklık denir. Hafıza hücreleri ise vücutta uzun süre kalır. Aynı hastalık etkeni ikinci defa vücuda girdiğinde daha önceden tanıdığı için tepki daha güçlü ve kısa sürede gerçekleşir. Bu da ikincil bağışıklıktır.
Bağışıklık sistemindeki, B lenfositleri humoral (sıvısal) bağışıklıkta etkili iken,T lenfositleri ise hücresel bağışıklıkta daha çok etkilidir.

Humoral (sıvısal) bağışıklık
B lenfositleri ve antikorlarla oluşturulan bağışıklığa denir.
Humoral bağışıklık isimlendirilmesinin nedeni bu antikorların kan plazması ve lenf içerisinde bulunmasıdır. B lenfositleri doğrudan antijenler tarafından uyarılır ve bir kısmı hafıza hücrelerine dönüşürken bir kısmı da plazma hücrelerine dönüşerek antikor üretir.
Antikor: Antijenlere karşı üretilen savunma proteinlerine denir.
Antikorlar üretildikten sonra kan ve lenfe verilir. Antikorlar yara veya enfeksiyon bölgesine giderek antijenleri etkisiz hale getirir.
Humoral bağışıklık,tifo,difteri gibi bakterilerin sebep olduğu hastalıklara karşı en etkili bağışıklık yöntemidir.
immünoglobulinler (lg): B-lenfositlerinin humoral bağışıklık oluşumunda ürettikleri antikorlara denir.
Ad:  bas10.JPG
Gösterim: 1268
Boyut:  21.7 KB
İmmünoglobulinler protein yapısındadır. Bağışıklık sisteminde beş tip İmmünoglo- bulinler üretilir.Bunlar; IgM, IgG, IgA, IgD ve IgE dur.İmmünoglobulinler farklı görevleri üslenir
IgM: Antijen ile ilk karşılaşmada (enfeksiyon,aşı vb.) ilk ve en erken sentezlenen lg’dir. Çok sayıda antijeni bağlayıp çöktürme özelliğine sahip bir yapısı vardır
IgG: Kan ve lenf sıvısındaki bakteri,plasenta yoluyla anneden fetüse geçebilen tek immünoglobulin türü lgG’dir. Yeni doğan bir bebeğin kanında anneden gelen lgG’ler dolaşır. Böylece ilk aylarda bebek,annenin dirençli olduğu çeşitli enfeksiyonlara karşı korunmuş olur.
IgA: Çeşitli vücut salgılarında bulunan temel immünoglobulinler ’dir. Solunum, sindirim ve genital sistem algıları ile gözyaşı,tükürük ve anne sütünde bulunur. Mukoza ile kaplı vücut kısımlarında bulunan lgA bakteri ve virüslerin buralara tutunmasını engeller.
IgD: Plazma hücrelerinin hafıza hücrelerine dönüşümünü sağlar.
IgE: Alerjik reaksiyonların başlamasından sorumludur.

Hücresel bağışıklık
antijenlerin T lenfositleri tarafından tanımasıyla başlar. B lenfositleri antijeni olduğu gibi tanıyabilirken T lenfositleri ancak makrofajlar gibi bazı hücrelerin yardımıyla tanıyabilir. T lenfositleri bu antijenlerle uyarılarak sayılarını arttırır ve antijenleri yok etmeye çalışır. T-lenfositleri antijeni doğrudan temas ederek yok ettiği için bu bağışıklığa hücresel bağışıklık adı verilir. Hücresel bağışıklık kanserli hücreler, parazitler,mantarlar,doku nakli ve virüslerle enfekte olmuş hücreler üzerinde etkilidir.
Ad:  bas11.JPG
Gösterim: 2099
Boyut:  71.5 KB

Bağışıklık iki şekilde kazanılır. Bunlardan birincisi canlının doğuştan getirdiği bağışıklıktır. Buna doğal bağışıklıkta denir. Diğeri canlının sonradan edindiği bağışıklıktır.Buna da kazanılmış bağışıklık adı verilir.
Ad:  bas12.JPG
Gösterim: 1765
Boyut:  24.0 KB
Doğal bağışıklık
Doğal bağışıklık: Vücudun herhangi bir hastalık etkenine karşı doğuştan dirençli olması durumuna denir.
Vücudun ortaya koyduğu bu direnç;deri,epitel doku,fagositoz yapan hücreler, doğal katil hücreler ve antimikrobiyal proteinler gibi savunmanın 1 ve 2.hattını oluşturan yapılar tarafından oluşturulur.
Doğal bağışıklık insanda kalıcıdır,türe ve ırka özgüdür. Örnek olarak zenciler sarıhumma hastalığına karşı doğal bağışıklığa sahiptir. Bir çok canlılarda hastalığa sebep olan bazı etkenler insanda hastalığa neden olmaz. Buna örnek olarak sığır vebası,tavuk kolerası gibi hastalıklar insanda etkili değildir. Bunun yanında insanlar için öldürücü ve ağır seyreden çocuk felci,kabakulak, kızamık ve frengi gibi hastalıklarda hayvanlar insanlara göre daha dirençlidir.

Kazanılmış bağışıklık:

Aktif ve pasif olarak iki şekli vardır.
Aktif bağışıklık
Ad:  bas13.JPG
Gösterim: 1298
Boyut:  37.9 KB
Hastalık etkeni mikroorganizmaların yada mikroorganizmalara ait maddelerin vücuda girmesi durumunda vücudun bu antijenlere karşı B ve T lenfositleri ile savunma yapmasıdır.
Aktif bağışıklık iki şekilde kazanılır.Birincisi hastalığın geçirilmesi ikincisi aşı yapılmasıdır. Örneğin kızamık ve kabakulak hastalığı geçiren bir kişi aktif bağışıklık kazanmış olur. Aşı ise hastalanmadan önce sağlıklı bireylere yapılır. Aşılamada hastalık meydana getiren ölü veya zayıflatılmış bakteriler yada bakteri toksinleri vücuda enjekte edilir. Vücutta bunlara karşı oluşan lenfositlerden bazıları hafıza hücrelerine dönüşür. Kişi aynı hastalık etkeni ile karşılaştığında o hastalığa karşı vücutta hazır bulunan hafıza hücreleri antikorların hızla üretilmesini sağlar. Bu antikorlar hastalık etkenini hastalık oluşturmadan yada hastalık ilerlemeden yok eder. Böylece hastalık görülmez veya hafif atlatılır. Çiçek,çocuk felci,kuduz,kızamık,kabakulak ve Hepatit-B gibi hastalıklara karşı aşılar geliştirilmiştir.


Pasif bağışıklık:
Ad:  bas14.JPG
Gösterim: 1251
Boyut:  24.4 KB
Hastalanmış kişilere başka bir canlının vücudunda geliştirilen antikorların hazır olarak verilmesine ve bu yolla bağışıklık kazanılmasına denir. Bu şekilde hazırlanmış antikorlara serum denir. Antikor serum ile hasta bireye verilir. Serumlar at ve sığır gibi hayvanların kanından elde edilir. Serum hazırlanırken hayvanın vücuduna serumu hazırlanacak hastalığın mikrobu verilir. Bu mikroba karşı hayvan vücudu,antikor oluşturur. Daha sonra hayvandan alınan kanın hücreleri ve diğer proteinleri ayrıştırılarak antikor taşıyan serum elde edilir. Bu serum hastalık anında vücuda verilerek antikor takviyesi yapılır ve vücudun direnci arttırılır. Örneğin Hepatit-B, kızamık gibi hastalıklarda serum verilerek tedavi edilir. Böylece hastalığın daha kısa sürede atlatılması sağlanır. Serum, tedavi amaçlı kullanılır, koruyucu değildir, kısa süreli bağışıklık sağlar. Pasif bağışıklık anne sütü ve plasenta yolu ile anneden yavruya geçen antikorlarla sağlanır.

Alerjilerde Bağışıklık Sisteminin Rolü
Bağışıklık sistemimizin düzenli çalışması bizi hastalıklardan önemli ölçüde korurken bağışıklık sistemimizde oluşabilecek istenmeyen yan etkilerle çeşitli alerjik reaksiyonlar gelişebilir.
Alerji: Vücudu koruyan bağışıklık sisteminin,alerjenlere karşı aşırı tepki vermesidir.
Alerjen: Alerjik reaksiyonlara yol açan antijenlere denir.
Ad:  bas15.JPG
Gösterim: 1253
Boyut:  23.8 KB

Alerjenler,solunum yoluyla,deriden temas ile ya da yiyecekler ile vücuda alınabilir ve alerjik reaksiyonlara yol açabilir.En sık rastlanan alerjilerde lgE antikorları oluşturur. Örneğin saman nezlesi,polenlere karşı çok sayıda lgE sentezlenmesinden kaynaklanan alerjik bir rahatsızlıktır.
Alerjen maddeler kişiden kişiye değişebilir. Penisilin,polen ve arı gibi zehirli maddelerin yanında ,fıstık,balık gibi besinler de alerjen olabilir. Alerjen reaksiyonun hangi alerjene karşı olduğu yapılan testlerle anlaşılmaktadır.

Bazen de bağışıklık sistemi vücut dokularını antijen gibi algılayarak bu dokulara karşı antikor oluşturur ve savaşmaya başlar. Bunun sonucunda bazı hastalıklar ortaya çıkar. Bu hastalıklara otoimmün hastalıklar denir. Bu hastalıklardan bazılar;eklem romatizması, çöl yak hastalığı, mutiple sklerosisve insilüne bağlı diyabet hastalığıdır.

VİRÜSLER VE BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ

Yunanlı doktor Ganel,yaklaşık 2000 bin yıl önce depresyon hastalarının kansere yakalanma olasılığının fazla olduğunu yazmıştır. Yapılan bilimsel çalışmalarda stresin bağışıklığa zarar verdiğine dair pek çok kanıt vardır. Mutlu ve sakin insanlarda sinir hücrelerinden salgılan bazı maddeler bağışıklığı güçlendirmektedir. Stresli insanlarda ise interferon ve akyuvarların sayısı azalarak bağışıklık sistemi baskılanmaktadır.
Bağışıklığa etki eden etmenlerin bazıları şunlardır:
  • Stres
  • Doğuştan bağışıklık sisteminin gelişmemesi durumunda ortaya çıkan antikor eksikliği,
  • Organ nakli ve kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar,
  • Dalak ve kemik iliği gibi organlardaki çalışmama bozuklukları,
  • X ışınlarına maruz kalma
  • Bazı virüsler (HİV,Domuz gribi virüsü,Kırım Kongo Kanamalı ateşi virüsü vb)
AIDS,insanlarda hastalıklara karşı koruma sağlayan bağışıklık sisteminin,HIV (Human lmmunodeficiency Virüs/İnsan Bağışıklık Yetmez Virüsü) tarafından işlevsiz hale getirilmesi sonucunda ortaya çıkan bir durumdur. HIV;makrofajları,T ve B lenfositlerini etkileyerek çalışmalarını engeller. AIDS olan bireyler,enfeksiyonlara ve kansere karşı son derce hassastır ve kolay yakalanırlar.
Kırım Kongo kanamalı ateşine sebep olan virüsler bağışıklık sistemine ve damar hücrelerine zarar verir,azaltır.Kendine karşı antikor oluşumunu engeller. Nairovirüs,pıhtılaşmayı sağlayan trombasitlerin sayısının düşmesine neden olduğundan kanama görülür.
H1N1 virüsü ise solunum yollarını etkiler.Başlangıçta hafif geçirilebilecek grip olarak gözlenen hastalık zatüreye hatta ölüme neden olur.
Virüsler,etik olmamasına rağmen biyolojik silah olarak da üretilerek insanların ölümüne neden olabilirler.

kaynak: Anatomi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
10 Mayıs 2016       Mesaj #6
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Bağışıklık (İmmünite)


  • Canlıdaki organ, doku ve hücrelere zarar verebilecek “her türde organizma (bakteri, virüs gibi) toksin ve tümör hücrelerine karşı direnç ve yok etmeye yönelik faaliyetler bağışıklık olarak tanımlanmaktadır.
  • Bağışıklık sistemi vücuda giren veya vücutla temasta bulunan her yabancı maddeyi kontrol eder ve onları canlının sağlıklı vücut hücrelerinden ve dokularından ayırt eder.
  • İnsanlarda ki bağışıklık sistemi özel işlevlere sahip organlar ve çok sayıda farklı hücreler ve moleküllerden oluşan karmaşık bir sistemdir.
  • Doğal ve dinsel bağışıklık olarak iki çeşittir.

Doğal Bağışıklık


  • Doğuştan var olan bir sistemdir, bütün canlılarda bulunur.
  • Zarar verici etkene karşı çok hızlı, dakikalar içinde yanıt oluştuğu gözlenebilir.
  • Bir hafızası yoktur ve antijenle tekrar karşılaşmada yanıt artmaz.
  • Vücudun dışarıdan gelen saldırılara karşı dirençli olmasını sağlar.
  • Doğal bağışıklıkla ilgili bazı faaliyetler şu şekilde sıralanabilir:
  • Bakteri ve diğer saldırganların akyuvarlar ve doku makrofaj sistemi elemanlarınca fagosite edilmesi,
  • Ağız yoluyla alınan organizmaların midenin asit salgısı ve sindirim enzimleri ile haraplanması,
  • Derinin organizmaların istilasına karşı direnci,
  • Kanda bulunan bazı yabancı kimyasal aracıların, yabancı organizma ve toksinlerle bağlanarak, onları etkisiz hale getirilmesi

Edinsel Bağışıklık


  • Sonradan geliştirilen bir bağışıklık türü olup özellikle gelişmiş canlılarda bulunur.
  • Hedef organizmaya ve antijene özel yanıt oluşturulur.
  • Antijene göre yanıt organları değişebilir ve dolayısıyla antijen arttıkça yanıt artar.
  • Yanıt oluşumu yavaş gelişen, bir süreç olup günlerce ve haftalarca sürebilir.
  • İlgili antijen ve onu bulunduran organizmaya ilişkin hafıza geliştirilir ve tekrar karşılaşma durumunda daha hızlı ve güçlü yanıt verilir.
  • Edinsel bağışıklık yabancı organizma ve toksine karşı geliştirilen bir savunmadır.
  • Bu sistemi harekete geçirecek istilacının ya da toksinin (antijen) özel donanıma sahip olması gerekir.
  • Edinilmiş immunite enfeksiyon gelişiminden sonra işlev kazanır.
  • Şayet etken ile ikinci kez karşılaşılmış ise vücut daha etkili özel savunma sistemi geliştirir.
  • Edinsel bağışıklık, zayıflatılmış veya öldürülmüş hastalık etkenleri veya onların toksinlerinden oluşan aşıların sağlıklı kişiye uygulanmasıyla aktif olarak kazandırabilmektedir.

Antijenler;


belirli bir antijene özgü üretilen proteinlerdir.
İmmunglubulin Anntikorlar, IgM, IgG, IgA, IgD, ve IgE olarak tanımlanan beş ana grup olarak sınıflandırılır.
IgE grubu antikorlar özellikle alerji gelişiminde çok önemlidir.

Antikorların Antijenlere Direkt Etkisi
1) Aglütinasyon: antikorun bakteri yüzeyindeki farklı antijenlerle bağlanarak kümeler oluşturması
2) Presipitasyon: antikorlarla birleşen antijenlerin çözünmeyen bir yapıda çökelmesi
3) Lizis: antikorların bazen hücre zarına doğrudan saldırarak hücre zarını haraplaması
4) Nötralizasyon: antikorların antijenik yapının toksik bölgesini kapatarak zararsız duruma getirmesi
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
10 Mayıs 2016       Mesaj #7
Safi - avatarı
SMD MiSiM

savunma mekanizmasında immun sistemin rolü


İmmun sistem canlıları çevresel patojenlerden korumak üzere evrimleşmiştir (virus, bakteri, fungi, protozoa ve çokhücreli parazitler). Bu yüzden immun sistem enfeksiyonlardan korunmada anahtar rol oynar. Enfeksiyonun kontrolünü ve eliminasyonunu sağlayan bağışıklığa koruyucu bağışıklık denir.

Fiziksel bariyerler


Edinsel yada doğal bağışıklıktan önce doğal fiziksel bariyerler savunmada rol oynar.
  • deri
  • mukus
  • enzimler (lizozom)
  • Epitel hücreler
  • Mide ve bağırsak kanalında düşük pH

Bağışıklık Sistemini Oluşturan Temel Hücreler


Bağışıklık sistemini oluşturan bu hücreler, bireyin yaşamı süresince “Hematopoez” olarak adlandırılan bir süreç aracılığıyla vücutta devamlı olarak sentezlenir. Kemik iliğinde başlayan ve daha sonra kan dolaşımı ile doku ve organlarda devam eden bu süreçte, bağışıklık sistemini oluşturan hücrelerin gelişimi ve özel hücre türlerine farklılaşmaları tamamlanır.
TANIMLAR:
  • Antijen (Ag): Hayvana verildiğinde bağışıklık sisteminin harekete geçmesini sağlayan moleküllere antijen diyoruz.
  • Bir molekülün Antijenik karaktere sahip olabilmesi için aşağıdaki özellikleri taşıması gerekiyor.
  • Vücuda yabancı olmalı
  • Genellikle büyük moleküdürler (>10,000 dalton moleküler ağırlık ),
  • Yapıca komplekstirler (proteinler genellikle çok iyi antijendirler),
  • Ulaşılabilir olmalılar (Bağışıklık sisteminin antijenle temas edebilmesi gerekir)

ANTİJEN-İMMUNOJEN


İMMUNOJEN : Organizmaya verildiklerinde kendilerine karşı humoral ya da hücresel bağışıklığın oluşumunu tetikleyen moleküller İMMUNOJEN olarak adlandırılır.
ANTİJEN :Tek başına verildiklerinde organizmada kendilerine karşı bağışık yanıt oluşumunu tetikleyemeyen ancak bir immunojen ile birlikte verildiklerinde bağışık yanıt oluşturabilen moleküller ANTİJEN olarak adlandırılır.

BİR MOLEKÜLÜN İMMUNOJEN OLABİLMESİ İÇİN
  • Uygulandığı organizmaya yabancı olmalı
  • Organizmaya verildiğinde antijen sunan hücrenin sitoplazmasında işlenebilmeli ve bu süreç sonunda oluşan epitoplar yardımcı T hücresine sunulabilmeli.
  • Protein yapıda olmalı (sadece proteinler antijen sunan hücreler tarafından işlenip moleküle özgü epitoplar yardımcı T hücrelerine sunulur).
  • Molekülde bulunan epitoplar belirli bir kimyasal yapıda ve sağlamlıkta olmalı (Antijen sunan hücre(APC) tarafından işlenme sürecinde epitoplar bozulmamalı)
  • Partiküler yapıda olmalı (Partiküler antijenler eriyebilir antijenlere oranla Antijen sunan hücrelerde daha etkili düzeyde işlenir. Bu nedenle, eriyebilir antijen (toksin gibi) kullanılarak yapılan aşılamalarda eriyebilir antijeni partiküler forma dönüştürmek için aşı bileşimine adjuvant katılır)

B hücresi antijen reseptörü(antikor)


  • Sadece B hücresi üzerinde bulunabilir.
  • Plazma hücresi tarafından salgılanan çözünür bir molekül olabilir.
  • Aynı epitopa spesifik bütün antikorlar aynı B hücresi tarafından üretilir.
  • Antikorlarimmunglobulin yapıdadırlar.
İmmunglobulin yapısı(Antikor)
Ad:  ims1.JPG
Gösterim: 1802
Boyut:  26.6 KB
Her antikor 4 polipeptid zincirinden oluşur chains

B hücresi ve spesifik antijen reseptörü (antikor)
Ad:  ims2.JPG
Gösterim: 1311
Boyut:  28.7 KB
B hücresi üzerindeki yüzeye tutunmuş antikor spesifik bir epitopu tanıdığı zaman B hücresi olgunlaşır ve antikor salgılayan plazma hücresi haline gelir.

T ve B hücreleri spesifik epitopları nasıl tanır?
Ad:  ims3.JPG
Gösterim: 1312
Boyut:  20.6 KB
TCRve ve antikor sadece kendilerine uygun olana epitopları tanırlar. Her iki reseptörde immunglobulin yapısındadır.

Antikor kinetiği
Ad:  ims4.JPG
Gösterim: 1346
Boyut:  21.8 KB
1. İmmun reaksiyonlar spesifiktir .( A ve B antijenleri ayrı ayrı tanındı.)
2. immun reaksiyonlarda hafıza vardır.(A antijeni ikinci kez verildiğinde daha kısa sürede 1000 kat antikor üretimi yapıldı)
Ad:  ims5.JPG
Gösterim: 1357
Boyut:  14.8 KB

Immun hafıza


  • T cell ve B cell (lymphocytes) hafıza hücrelerine dönüşürler
  • Hafıza hücreleri antijenlere karşı daha etkili bir savunma yapama kapasitesine sahiptirler.
  • Seconder immun response , primer immune responsa göre daha hızlı ve etkilidir
  • Aşılamanın temel mantığı buna dayalıdır
NOT – sadece kazanılmış immun sistemin bir parçası olan lenfositler hafıza oluşturabilir.

İmmun sistemi oluşturan yapılar


İmmun sistem hücrelerinin üretildiği, olgunlaşma ve aktifleşme süreçlerini tamamladıkları organlar merkezi ve çevresel organlar olarak ikiye ayrılır.
Ad:  ims6.JPG
Gösterim: 1340
Boyut:  35.1 KB
  • Kök hücrelerin kemik iliğinde olgunlaşarak farklılaşmaları sonucu, yine kemik iliğinde üç farklı tipte öncü hücre oluşurMsn Bat*] B ve T lenfositlerinin oluşumunda ön aşamayı oluşturan lenfoid öncü hücreler.
  • Kanın pıhtılaşmasından sorumlu trombositlerin ve mikroorganizmalara karşı yürütülen savaşta ilk aşamayı oluşturan, belirgin bir mikroorganizmaya yönelik olmayan “nonspesifik” bağışıklık sisteminin yapıtaşları niteliğindeki lökositlerin oluşumunda ön aşamayı oluşturan miyeloid öncü hücreler.
  • Kandan dokulara oksijen taşıyan eritrositlerin oluşumunda ön aşamayı oluşturan eritroblastlar.
Ad:  ims7.JPG
Gösterim: 1391
Boyut:  72.8 KB

1. B- Hücresi uyarımı ve antikor salınımı İki sinyale gereksinim duyarlar
Antijen ve B - lenfositi üzerinde bulunan antijen reseptörü arası etkileşimle oluşan sinyal
2. Yardımcı T-hücreleri (TH veya T-helper) tarafından üretilen ve Sitokinlerdir.
Ad:  ims8.JPG
Gösterim: 1521
Boyut:  71.7 KB



Humoral İmmun Yanıt


Ad:  ims9.JPG
Gösterim: 1326
Boyut:  36.3 KB
Yardımcı T- hücreleri
TH hücreleri salgıladıkları sitokinler ile başta B lenfositleri olmak üzere daha bir çok hücreyi uyaran ve immun yanıtı düzenleyen hücrelerdir .
Antijen sunan hücreler (APC)
Bu hücreler vücuda giren yabancı molekülleri (virüs, bakteri…) parçalayan ve bu parçaları (epitop: kısa aminoasit dizileri) MHC II aracılığı ile sunan hücrelerdir. “epitop + MHC-II molekülü”
TcR T-hücresi yüzey molekülü
Yardımcı T-hücresi üzerinde bulunan ve “epitop + MHC-II molekülü” kompleksini tanıyan reseptördür.

Antijen
APC (“epitop + MHC-II molekülü”) TcR (T-hücresi yüzey molekülü) T - Hücresi sitokinler B - Hücresi aktivasyonu - Antikor üretimi


Hücresel İmmun Yanıt
Ad:  ims10.JPG
Gösterim: 2071
Boyut:  65.9 KB
Ad:  ims11.JPG
Gösterim: 2276
Boyut:  47.1 KB


Monosit ve Makrofajlar


Fagositoz :
  • makrofaj, monosit, nötrofil
  • Savunmada ilk adım
Ad:  ims25.JPG
Gösterim: 1393
Boyut:  28.2 KB

FAGOSİTOZ


Ad:  ims12.JPG
Gösterim: 1238
Boyut:  28.4 KB

1. Mikroorganizma makrofaj hücre zarının içe doğru katlanmasıyla oluşan psödopod yapıya tutunur.
2. Hücre membranının tümüyle içe doğru katlanması sonu psödopod yapı fagozoma dönüşür ve mikroorganizma fagozom içerisine hapsedilir.
3. Bünyesinde mikroorganizmayı barındıran fagozom ile tüm hücre enzimlerinin depolandığı bir yapı olan lizozom zarları arasında füzyon şekillenir; bu şekilde lizozomda bulunan tüm enzimler fagozoma dahil olur.
4. Fagozoma dahil olan lizozomal enzimlerin etkisiyle içeride bulunan mikroorganizma parçalanır.
5. Mikroorganizmanın parçalanması sonu oluşan artık maddeler makrofajdan hücre dışı ortama atılır
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
10 Mayıs 2016       Mesaj #8
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Mast hücreleri ve Bazofiller


  • Yangısal ve alerjik reaksiyonlar
  • histamin, prostaglandin, proteoglikan
  • Mast hücreleri genellikle bağ dokuda, bazofiller kanda lokalize olur
  • Komplement sistemde görev alırlar
Alerjik reaksiyon oluşumu ( degranülasyon )
Ad:  ims13.JPG
Gösterim: 1415
Boyut:  23.6 KB

Eozinofiller: fagositer hücreler tarafından fagosite edilemeyecek derecede büyük parazitlerin parçalanması aktif eozinofiller tarafından salgılanan toksik proteinler aracılığıyla gerçekleştirilir.
  • özellikle alerjik reaksiyonlar ve paraziter enfeksiyonlar
  • IgE ve IgG antikorları tanıyan reseptörler
Ad:  ims14.JPG
Gösterim: 1294
Boyut:  28.5 KB

Nötrofiller
Ad:  ims15.JPG
Gösterim: 1337
Boyut:  29.7 KB
  • Fagositer hücrelerdir
  • Savunma da birinci aşama
  • Opsoninleri tanıyan reseptörleri vardır.
Opsonin: Mikroorganizma veya enfekte hücre ile nötrofil arasındaki etkileşimde aracı molekül olarak işlev görürler antijen ve nötrofili tanıyan reseptörler sahiptirler.

Lenfositler
Ad:  ims16.JPG
Gösterim: 1343
Boyut:  44.7 KB

T lenfositleri
Ad:  ims17.JPG
Gösterim: 1495
Boyut:  48.6 KB

B lenfositleri:
Ad:  ims18.JPG
Gösterim: 1347
Boyut:  53.8 KB


Merkezi Lenfoid Organlar


Ad:  ims19.JPG
Gösterim: 1350
Boyut:  28.2 KB

TİMUS:


Timusda üç farklı hücre tipi bulunur:
  • Timositler: Olgunlaşmamış T lenfositleri olup kan dolaşımından timusa gelerek burada bir olgunlaşma ve farklılaşma süreci geçirip olgun T lenfositlerine dönüşürler.
  • Epitelyal Hücreler: Timositlerin olgunlaşmaları sürecinde önemli işlevleri olan ve yüzeylerinde MHC I; MHC II molekülleri taşıyan hücrelerdir.
  • Makrofajlar: Timositlerin olgun T lenfositlerine dönüşümleri sürecinde organizmaya zararlı olabilecek timositleri fagosite ederek olgun T lenfositlerine dönüşümüne engel olurlar.
Ad:  ims20.JPG
Gösterim: 1345
Boyut:  67.0 KB


BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ OLUŞTURAN ORGANLAR


  • Birincil yada Merkezi Lenfoid Organlar: T ve B lenfositlerinin olgunlaşma süreçlerini tamamladıkları organlardır
  • İkincil yada Çevresel Lenfoid Organlar: Birincil lenfoid organlarda olgunlaşmalarını tamamlamış T ve B lenfositlerinin antijen ile karşılaştıkları organlardır

İkincil organlar:


  • Vücuda giren yabancı antijeni kendi yapılarında muhafaza ederler.
  • Yabancı antijen ile B veya T lenfositini bir araya getirmek yoluyla söz konusu antijene özgü antikor sentezi (humoral bağışıklık) ve T lenfositleri ile karakterize hücresel bağışıklığın gelişimine aracı olurlar
İkincil yada Çevresel Lenfoid Organlar
Birincil lenfoid organlarda olgunlaşmalarını tamamlamış T ve B lenfositlerinin antijenle karşılaştıkları organlardır

DALAK:


Ad:  ims21.JPG
Gösterim: 1449
Boyut:  45.3 KB
Dalak kan dolaşımında bulunan antijenleri yakalayan ve bünyesine dahil eden, dolayısıyla, kan kökenli antijenlere yönelik humoral ve hücresel bağışık yanıtların
geliştiği bir ikincil lenfoid organdır.

Lenf Nodülleri


Lenf nodülleri ağırlıklı olarak lenfosit, makrofaj ve dendritik hücrelerden oluşan, tüm vücuda dağılmış halde bulunan fasulye şeklinde yapılardır. Lenf damarlarının birleşme bölgelerinde bulunan lenf nodüllerinin temel işlevi lenf sıvısında bulunan antijenleri yakalayıp bünyesine dahil ederek olgun ancak henüz aktive olmamış T ve B lenfositlerine sunmaktır
Ad:  ims22.JPG
Gösterim: 1657
Boyut:  40.2 KB

Mukozaya Bağlı Lenfoid Doku (Mucosal Associated Lymphoid Tissue / MALT)


MALT sistemi vücudu doku kökenli antijenlere karşı koruyan, dolayısıyla mukozal bağışıklığın gelişiminde önemli rol oynayan bir sistemdir
MALT sistemi üç ana bölümden oluşur:
  • Sindirim kanalı boyunca uzanan “Bağırsaklara bağlı lenfoid doku” (GALT / Gut associated lymphoid tissue)
  • Solunum kanalı boyunca uzanan “Bronşlara bağlı lenfoid doku” (BALT / Bronchus associated lymphoid tissue)
  • Genitaüriner kanal boyunca uzanan lenfoid doku
Ad:  ims23.JPG
Gösterim: 1627
Boyut:  47.4 KB
Ad:  ims24.JPG
Gösterim: 1489
Boyut:  37.8 KB
SİLENTİUM EST AURUM
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
15 Ocak 2017       Mesaj #9
Avatarı yok
Yasaklı

Kanserli Hücreleri Hedefleyen Bağışıklık Sistemi!


Bilim adamları, bağışıklık sistemini destekleyerek kanser hücreleriyle savaşmasını sağlayan, immünoterapinin fareler üzerindeki deneylerde başarılı sonuç verdiğini bildirdi. Deney raporuna göre, immünoterapi yöntemiyle, tümörlü hücrelerin baskı altına aldığı, T hücreleri olarak bilinen bağışlıklık sistemi muhafızları tekrar aktif hale getirildi ve kanserli hücrelerle savaşması sağlandı.

Chicago Üniversitesi'nden araştırmacı Wenbin Lin'in liderliğindeki bilim adamları tarafından fareler üzerinde denenen yöntemde, 20 ila 40 nanometre kalındığında ince nanopartiküller kullanıldığı ve kandaki makrofaj hücrelerine yakalanmadan, hedeflenen hücrelere nüfuz edildiği belirtildi.Lin, dolaşım sistemine nüfuz eden nanopartiküllerin, kızılötesi ışınlara maruz bırakıldığını, böylece muhteva ettiği klor bazlı moleküller sayesinde çevresindeki oksijen moleküllerini etkilediğini ve kanserli hücreleri parçalama yeteneğine sahip "tekil oksijen" adı verilen yüksek enerjili bir form oluşturduğunu söyledi.

Bilim adamlarının, daha önce kolon kanserli farelere hem nanopartiküller hem de kemoterapötiklerden faydalanılan bir immünoterapinin uygulandığını, bu yöntemden de başarılı sonuç elde edildiğini, bu çalışmada ise meme kanserli farelerde tek başına bağışıklık sisteminin devreye sokulduğunu açıkladı.

Kemoterapi desteği almadan kullanılan yönetimin de başarılı sonuç verdiğini ifade eden Lin, çalışmada bağışıklık sisteminin kanserli hücreleri hedef almasının yanı sıra vücutta tüm metastazların tamamen temizlendiğinin tespit edildiğini söyledi. İlgili yöntemin ise yakın gelecekte insanlar üzerinde denenmeye başlanması umuluyor.

Kaynak: Science / AA (6 Ocak 2017)
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
3 Şubat 2017       Mesaj #10
Avatarı yok
Yasaklı

Yüksek Ateş ile Bağışıklık Sistemi Arasındaki Bağlantı!


Vücut sıcaklığının yükselmesi olarak tanımlanan ateşlenme genellikle vücudun savunma sisteminin bir tepkisidir.37 santigrat derece normal olarak kabul edilmesine rağmen, vücut sıcaklığı 36,1 – 37,2 santigrat derece arasında değişebilir. Beyindeki hipotalamus bölgesi vücudun termostatı olarak nitelendirilir ve vücut sıcaklığının düzenlenmesinden sorumludur.

Pirojen olarak isimlendirilen biyokimyasal maddeler hipotalamustaki belirli reseptörlere bağlandığında vücut sıcaklığının yükselmesine sebep olur. Bu maddeler vücut dokuları ya da hastalığa sebep olan etkenler, örneğin virüsler ve bakteriler tarafından üretilebilir. Hastalığın ortaya çıktığı bölgeden kan yoluyla hipotalamusa taşınan pirojenler, hipotalamus tarafından tespit edildiğinde vücut sıcaklığı yükselmeye başlar.

Ateşlenme vücudun hastalık yapıcı etkenlere karşı savunmasına yardımcı olur. Normal vücut sıcaklığında virüslerin ve bakterilerin etkinlikleri genellikle daha yüksektir. Vücut sıcaklığının yükselmesi, sıcaklık değişimlerine karşı duyarlı olan bu mikroorganizmaların çoğalmasını güçleştirir.

Aynı zamanda araştırmalar vücut sıcaklığındaki artışın bağışıklık sistemindeki bazı hücre türlerinin etkinliklerinin artmasına neden olduğunu gösteriyor. Yapılan araştırma ile bilim insanları vücut sıcaklığındaki hafif seviyedeki artışların, virüslerin etki ettiği hücreleri ve kanser hücrelerini yok edebilen hücreler olan T-hücrelerinin oluşumlarını artırdığını belirledi.

Fareler üzerinde yapılan araştırmada ayrıca vücut sıcaklığındaki 2 santigrat derecelik artışın bu hücrelerin etkinliğinin artmasına yardımcı olduğu anlaşıldı. Ateşlenme vücudun hastalık yapıcı etkenlerle savaşmasına yardımcı olsa da vücut sıcaklığındaki artışın yüksek olmasının tehlikeli sonuçları olabilir, bu nedenle kontrol altında tutulmalıdır.

Kaynak: Journal of Leukocyte Biology (8 Ocak 2017)