Arama

Batı Uygarlığı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı

Güncelleme: 4 Mayıs 2009 Gösterim: 35.564 Cevap: 0
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
4 Mayıs 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Batı Uygarlığı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar

Türk (Osmanlı) toplumunda 18. yüzyıldan sonra batı uygarlığı çevresine girme yolunda çalışmalar yapılmıştır. Askerlik ve siyaset alanındaki gelişmeler bir süre sonra edebiyat yaşamında da etkisini göstermeye başladı. Özellikle batıyı gören ve yakından tanıma olanağını bulan edebiyatçılar yeni bir edebi­yatın ilk habercileri oldular. Batı uygarlığı etkisinde gelişen Türk edebiyatının başlangıcı olarak Tercüman-ı Ahval (1860) gazetesinin çıkışı kabul edilmektedir. Çünkü bu gazete resmi ya da yarı resmi bir yayın organı değil, özel girişimle çıkartılan ilk Türk gazetesiydi. Böylece başladığı kabul edilen bu yeni dönem şu alt dönemlerde incelenmektedir:
Tanzimat Edebiyatı (1860-96)
Batı edebi­yatından yapılan çevirilerin belirleyici olduğu bu dönemde yeni bir edebiyat geleneği de oluşmaya başladı. Birinci kuşak edebiyatçıları sayılan Namık Kemal, Şinasi, Ahmed Mid-hat, Ziya Paşa edebiyatı toplumun hizmetin­de gördüler, bir eğitim aracı olarak kullandı­lar. İkinci kuşak olarak kabul edilen Recaiza-de Mahmud Ekrem, Samipaşazade Sezai, Nabizade Nâzım, Abdülhak Hamid ise "sanat sanat içindir" ilkesini güttüler. Tanzimat şiiri­nin biçimi çok değişmediyse de, içeriği hayli değişmişti. Özgürlük, uygarlık, yasa, adalet gibi toplumsal kavramlar ilk kez bu dönemde gündeme geldi. Tanzimat romancıları da ko­nularını batılı örnekleri gibi toplumsal konu­lardan, sorunlardan almışlardır. Bazı roman­cılar Romantizm'in, bazıları da Gerçekçilik Akımı'nın ilkelerini benimsemiştir. Tiyatro türü de roman, hikâye gibi bu dönemde batıdan alınmıştır. Ahmed Vefik Paşa'nın Moliere'den yaptığı çeviri ve uyarlamalar Tanzimat tiyatrosunun oluşumunda önemli bir rol oynamıştır.

Servet-i Fünun Edebiyatı (1896-1901)
Servet-i Fünuncular'ın bir topluluk haline gelme­lerinde Recaizade Mahmud Ekrem'in büyük rolü olmuştur. Servet-i Fünuncular da Tanzi­mat yazarları gibi Türk toplumunun batılılaş­ma yoluyla kalkınabileceğine inandıkları için, batının bilim ve sanatında gördükleri yenilik­leri getirip bu yolda denemeler yapmaya çalışmışlardır. Servet-i Fünun edebiyatı ya da öbür adıyla Edebiyat-ı Cedide de Tanzimatçı­lar gibi pek çok yönlerden eleştirilmiştir. Servet-i Fünun şiirinde Parnasse (Parnas) ve Sembolizm akımlarının etkileri görülür. "Sa­nat sanat içindir" ilkesini benimseyen Servet-i Fünuncular seçkinlere özgü bir edebiyat oluş­turmuşlardır. Şiirde batı şiirine özgü duyuş ve anlayışları dile getirirken o güne kadar dilde bulunmayan Arapça ve Farsça sözcükleri kullanmaktan kaçınmamışlardır. Türk romanı Servet-i Fünun döneminde gerçek kimliğine kavuşmuştur. Bu dönem romanları teknik yönden oldukça kusursuzdur, toplumsal ko­nular işlenirken bireyin psikolojik derinlikle­rine de inilmiştir. Çünkü romanda Gerçekçi­lik (Realizm) Akımı'nın etkileri apaçık gö­rünmektedir. Servet-i Fünun şiirini Tevfik Fikret, Cenab Şahabeddin, romanını da Halid Ziya (Uşaklıgil), Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit (Yalçın), Ahmed Hikmet (Müftüoğlu), Safveti Ziya temsil etmektedirler.

Fecr-i Âti Edebiyatı (1908-11)
1901 ile 1908 arasında II. Abdülhamid'in sansürü yeni bir edebiyatın filizlenmesine olanak vermemişti. II. Meşrutiyet'le birlikte edebiyat dünyasında bir canlılık belirdi. Bir bildiri ile kendilerini kamuoyuna tanıtan Fecr-i Aticiler edebiyatın önemini ve ciddiyetini halka anlatmayı, sanat ve edebiyatın duyguların eğitimine yardımcı olduğu görüşünü ilke edinmişlerdir. Onlara göre "sanat kişisel ve saygındır". Çok kısa ömürlü olan Fecr-i Âti döneminin başlıca tem­silcileri olarak Ahmed Haşim, Emin Bülent (Serdaroğlu), Hamdullah Suphi (Tannöver), Şahabeddin Süleyman, İzzet Melih (Devrim), Ali Canip (Yöntem), Faik Ali (Ozansoy), Fazıl Ahmet (Aykaç), Mehmet Behçet (Ya­zar), Köprülüzade Mehmed Fuad (Fuad Köp­rülü), Müfid Ratib, Yakup Kadri (Karaos-manoğlu) özellikle anılabilir.

Milli Edebiyat (1911-23)
Milli edebiyat ile milliyetçilik akımı arasında sıkı bir bağ vardır. Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının Selanik'te Genç Kalemler dergisinde başlattığı "Yeni Lisan" anlayışı, yeni bir edebiyatın doğması­na neden oldu. Böylece milliyetçilik eğilimi edebiyata da yansımış oldu. Genç Kalemler dergisinin dilin Arapça ve Farsça'nın yoğun etkisinden kurtulması yolundaki çabaları her şeyden önce yazı dili ile konuşma dili arasın­daki ikiliği ortadan kaldırmaya yönelikti ve ulusal bir edebiyat yaratılması için bu işlem zorunluydu. Ziya Gökalp'in çalışmalarıyla Türkçülük Akımı'nın da temelini oluşturan bu görüşler toplumda büyük ilgi ve yankı uyan­dırdı. "Hecenin Beş Şairi" ya da "Beş Hececi­ler" kişisel gözlem ve izlenimlere dayanarak yurt sorunlarını, güzelliklerini, sevgisini, kahra­manlık duygularını dile getirdiler, çeşitli halk edebiyatı motiflerinden yararlandılar. Şiir di­linin ulusallaşmasına büyük katkıları oldu. Aruzdan hiç ödün vermeyen Mehmet Akif Ersoy, şiiriyle toplumun hizmetinde olduğunu göstermiştir. Yahya Kemal ile Yakup Kadri, Eski Yunan edebiyatını örnek aldıkları, "Nev-Yunanilik" diye adlandırılan bir akımı denediler, ama bu uzun soluklu olmadı.
Milli edebiyat romancıları ilk kez İstanbul dışındaki mekânlara, konulara açıldılar; milli­yetçilik siyasal bir ideoloji olarak romana girdi. Kurtuluş Savaşı'nın bazı görüntüleri romanlaştırıldı (Halide Edip, Yakup Kadri, Refik Halit, Ömer Seyfettin, Reşat Nuri). Özellikle İttihat ve Terakki Fırkası tiyatro etkinliklerini yakından desteklemiştir. Sahne­ye çıkan ilk Türk kadını olan Afife Jale bu dönemin sonlarında yetişmiştir. İstanbul Be­lediye Başkanı Cemil (Topuzlu) Paşa'nın öncülüğünde Darülbedayi-i Osmani kurul­muş, yerli ve yabancı yazarların oyunları sahneye konmuş, tiyatro oyuncusu yetiştiril­mesine önem verilmiş, sahnelerde yerli yazar­ların yapıtlarına öncelik tanınmıştır.
Edebiyat eleştirisi ve tarihi türünde de Köp­rülüzade Mehmed Fuad'ın öncü çalışmaları özellikle anılmalıdır.

Cumhuriyet ve Sonrası (1923'ten bugüne)
Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanmasın­dan sonra Türkiye'de yeni bir devlet kurul­muş, laik, çağdaş, batılı nitelikte yeni bir top­lum yaratılması çabalarına yönelinmişti. Bu dönemde edebiyata da büyük görevler düşü­yordu. Milli edebiyat döneminde ortaya çıkan milliyetçi eğilimler giderek "mektepten mem­lekete" anlayışına yönelmiş, Beş Hececiler'i 1928'lerde "Yedi Meşaleciler" izlemiştir: Ke­nan Hulusi (Koray), Ziya Osman (Saba), Ya­şar Nabi (Nayır), Cevdet Kudret, Muammer Lütfi (Bahsi), Sabri Esat (Siyavuşgil), Vasfi Mahir (Kocatürk).
Cumhuriyet şiirine büyük soluk kazandıran şairlerin başında Nâzım Hikmet gelmektedir. Toplumcu-gerçekçi şiirin öncüsü olan Nâzım, biçim ve içerik yönünden getirdiği yeniliklerle kendisinden sonra gelen birçok şairin esin kaynağı olmuştur. 1940'larda Orhan Veli Ka­nık, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat'ın başlattığı Garip Akımı özellikle gelenekçi şii­re bir başkaldırı niteliği taşıyordu. Çağdaş ba­tılı ozanlara, özellikle de Gerçeküstücüler'e eğilim gösteren Garipçiler ölçüsüz, uyaksız, söz ve anlam sanatlarından olabildiğince arın­dırılmış, yeni bir şiir anlayışı geliştirmişlerdir. Bu akım büyük tepkiyle karşılaşmış, ama Türk şiirinin yeni boyutlar kazanmasına yar­dımcı olmuştur. Özellikle 1950-60 yılları ara­sındaki Demokrat Parti iktidarının baskıcı yö­netiminin etkisiyle "kapalı şiir"e yönelen ve İkinci Yeni (Garipçiler'e Birinci Yeni de de­niyordu) adıyla adlandırılan şiir akımında öz­gür çağrışım yöntemi kullanılmış, soyutlama­ya aşırı ölçüde başvurulmuş, dilin yapısını zorlayan ve bozan denemelere girişilmiştir. Ama birçok şair de bu akımlardan hiçbirine katılmamış; bazıları bireyin günlük yaşamın­daki inişli çıkışlı dramını (Behçet Necatigil); bazıları Anadolu insanının her tür koşula ye­nik düşen, çileli yaşamını şiire yansıtmasını bilmiş (Cahit Külebi); bazıları bütün insanlık sorunlarını ele almış (Fazıl Hüsnü Dağlarca); bazıları eski şiirin ses ve söyleyiş zenginliğin­den esinlenerek çağdaş sorunları irdeleyen (zaman, yaşama sevinci) şiire yönelmiş; bazı­ları güncelin şiirinin peşine düşmüş; bazıları da şiiri salt bir ses, seslerle kurulan yepyeni bir uyum, düzen olarak algılamıştır. Ahmet Arif, Sabahattin Kudret Aksal, Mehmet Ba­şaran, Ataol Behramoğlu, Cemal Süreya, Metin Eloğlu, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Hasan Hüseyin (Korkmazgil), Sezai Karakoç, Necip Fazıl Kısakürek, Hilmi Yavuz, Can Yücel bu dönem şiirinin önde gelen şairleridir.
Cumhuriyet dönemi romanı da, şiiri gibi öncelikle Anadolu insanına, onun yüzyıllarca önemsenmemiş yaşamına, gerçeklerine yö­nelmiştir. Özellikle Anadolu'yu görme, ya­kından inceleme olanağını bulan, çeşitli ne­denlerle Anadolu'da yaşayan roman ve öykü­cüler gerçekçi gözlemlerini yeniden kurgula­yarak kaleme almışlardır. Türkiye'nin geçir­diği siyasal, toplumsal ve kültürel değişimi bir ırmak roman çerçevesine oturtan ürünler de bu dönemde ortaya çıkmıştır. Özellikle köy enstitülü yazarların oluşturdukları "köy ro­manı" geleneğinin bazı abartmalı yaklaşımla­rına karşın, köyün kentli insana tanıtılmasında büyük payı vardır. Yazarların İstanbul dı­şından da yetişmeleri Türk edebiyatının çeşit­lenmesinde en önemli etkenlerden biridir. Anadolu'nun hemen her bölgesi, geleneği, in­san tipleri, dünya görüşleri, kaygıları, düşün­celeri, özlemleri bu yapıtlar aracılığıyla tanı­tılmıştır. Türkiye'nin geçirdiği bazı askeri ve siyasal değişmeler roman ve öyküye de yansı­makta gecikmedi. Son dönemlerde yabancı­laşma, aydınların edilginliği, bunalımı, kent­leşme olgusunun yarattığı bunalımlar, yurtdı­şına giden insanlarımızın yaşantıları, cinsellik gibi pek çok konu ya klasik öykü ve roman tekniğine ya da batıda görülen yeni roman tekniklerine (sözgelimi bilinç akışı yöntemi) uygun olarak işlenmektedir. Cumhuriyet dö­nemi öykü ve romanında Hüseyin Rahmi Gürpınar, Memduh Şevket Esendal, Abdül-hak Şinasi Hisar, Halide Edip Adıvar, Hali-karnas Balıkçısı, Refik Halit Karay, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık, Kemal Tahir, Or­han Kemal, Yaşar Kemal, Tank Buğra, Aziz Nesin, Necati Cumalı, Oktay Akbal, Attilâ İlhan, Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Tahsin Yücel, Tarık Dursun K., Oğuz Atay, Adalet Ağaoğlu, Çetin Altan, Selim İleri, Pınar Kür, Sevgi Soysal, Ayla Kutlu, Orhan Pamuk ve Mehmet Eroğlu anılabilir.
Cumhuriyet yönetimi tiyatro etkinliklerine de büyük önem vermiştir. Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatrolarının yanı sıra özel tiyatro­lar da cumhuriyet sonrası tiyatrosunun oluştu­rulmasında etkin rol oynamışlardır (Kent Oyuncuları, Gülriz Sururi-Engin Cezzar, An­kara Sanat Tiyatrosu, Ulvi Uraz Topluluğu, Devekuşu Kabare, Dormen Tiyatrosu, Dost­lar Tiyatrosu). Bu dönem tiyatrolarında top­lumsal ulusal konular, savaşın ahlak anlayı­şında yarattığı yozlaşma, köylü-ağa çekişme­si, işçi-işveren çatışması, yabancılaşma gibi pek çok konuya yer verilmiştir. Nâzım Hik­met, Ahmet Kutsi Tecer, Necip Fazıl Kısakü-rek, Melih Cevdet Anday, Haldun Taner, Or­han Asena, Turgut Özakman, Necati Cumalı, Recep Bilginer, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Behçet Necatigil, Tarık Buğra, Hidayet Sa­yın, Güngör Dilmen, Sermet Çağan, Adalet Ağaoğlu, Başar Sabuncu, Turan Oflazoğlu, Güner Sümer ve Vasıf Öngören çağdaş Türk oyun yazarları arasında önde gelenlerdir.
Cumhuriyet döneminde, özellikle edebiyat eleştirisi ve tarihi alanında da bilimsel yapıtlar ortaya konmaya başlandı. Bu alanda Fuad Köprülü, Agâh Sırrı Levend, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mustafa Nihat Özön, Mehmet Kaplan, Kenan Akyüz, Cevdet Kudret, Me­tin And, Özdemir Nutku, Pertev Naili Boratav ve Berna Moran'ın adlan özellikle anılabi­lir. Bu dönemde deneme türünde de önemli ürünler ortaya konmuştur. Nurullah Ataç, Sabahattin Eyuboğlu, Nermi Uygur, Vedat Günyol, Memet Fuat, Salah Birsel ve Enis Batur bu türün temsilcilerindendir.

Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!

Benzer Konular

11 Ocak 2010 / virtuecat Edebiyat
8 Ocak 2013 / Misafir Cevaplanmış
15 Aralık 2010 / ThinkerBeLL Edebiyat
21 Kasım 2009 / Ziyaretçi Soru-Cevap
21 Kasım 2007 / Misafir Edebiyat