Arama

Servet-i Fünûn Edebiyatı (Edebiyat-ı Cedide)

Güncelleme: 26 Mart 2017 Gösterim: 55.383 Cevap: 9
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Eylül 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Edebiyat-ı Cedide

Ad:  Servet-i Fünûn edebiyatı.jpg
Gösterim: 14190
Boyut:  63.9 KB

Türk edebiyatında 19. yüzyılın sonundaki yenilik akımı (1896- 1901).
Sponsorlu Bağlantılar

Tanzimat sonrası Türk edebiyatında divan edebiyatına karşı çıkarak Batı’dan esinlenen yeni bir edebiyat oluşturma çabalarını kapsayan bir kavramdır. Temsilcileri Servet-i Fünun dergisinde bir araya geldikleri için “Servetifünun Edebiyatı” adıyla da anılır. Dergi, II. Abdülhamid sansürü tarafından kapatılınca, Edebiyat-ı Cedideciler de dağıldı. Ama etkileri bir süre daha sürdü.

Edebiyat-ı Cedideciler giriştikleri biçim ve dil araştırmalarıyla şiirin alanını genişlettiler. Anlamın beyitte tamamlanması kuralı daha Tanzimat edebiyatı döneminde terk edilmişti; ama şairler bu konuda divan edebiyatının etkisinden tam olarak kurtulmuş değillerdi. Edebiyat-ı Cedideciler kuralı bütünüyle yıktılar; şiiri bağımsız parçaların bağlantısız toplamı olmaktan çıkarıp, ona bir gövde bütünlüğü kazandırdılar. Kafiyenin göz için değil, kulak için olduğunu verdikleri örneklerle kanıtlayarak, bu konuda süregelen tartışmaya kesin çözüm getirdiler. Fransız edebiyatından soneyi aldılar; divan edebiyatındaki müstezatı geliştirerek kullanışlı bir serbest müstezat biçimi yarattılar. Mazmunu aşarak imgeyi şiire mal ettiler. Benzetmeler ve sıfatlarla süslenmiş, gerçeği salt söyleyişle kavramak isteyen bir söz sanatına yöneldiler. Bu alanda daha çok Fransız simgecileriyle Parnasçılardan yola çıkıyorlardı. Cenab Şahabeddin’e göre bir şiir okurda “tatlı hülya” uyandırırsa, başarılıydı.

II. Abdülhamid döneminin ağır siyasal koşullan içinde ortaya çıkan Edebiyat-ı Cedide şairleri toplum sorunlarıyla ilgilenmediler, “sanat sanat içindir” ilkesine sarıldılar. Söyleyiş kaygısı ve hayattan kaçış eğilimi onları betimlemeye, doğa görünümlerini anlatmaya, bir çeşit resim-şiire götürdü. Ama bir yandan da dizeler bütününde bir dış müzik yaratmak için sözcüklerin ses değeriyle de sürekli oynadılar. Yalnızlık, sessizlik, köşeye çekilme özlemi ve aşk temalarını, biraz da hastalıklı biçimde işlediler. Tevfik Fikret’in, Türk şiirine ayrı bir ivme kazandıran siyasal ve topluma dönük ürünleri dışındaki şiirlerinde de aynı özellikler görülür.

Edebiyat-ı Cedide’nin şiir alanındaki başlıca temsilcileri Tevfik Fikret, Cenab Şahabeddin, Hüseyin Siret (1872-1959), Hüseyin Suat (1867-1942), H. Nâzım (Ahmet Reşit Rey), Ali Ekrem (Bolayır) (1867-1937), Süleyman Nesip (1866-1917), Süleyman Nazif, Faik Ali (Ozansoy) ve Celâl Sahir (Erozan); düzyazı alanındaki temsilcileri ise Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmed Hikmet Müftüoğlu, Saffeti Ziya (1875-1929) ve Ahmed Şuayb’dır.

kaynak: Ana Britannica

Son düzenleyen Safi; 26 Mart 2017 21:34
ener - avatarı
ener
Ziyaretçi
11 Ekim 2006       Mesaj #2
ener - avatarı
Ziyaretçi

Edebiyat-ı Cedide


Başlıca temsilcileri arasında Tevfik Fikret, Halit Ziya Uşaklıgil, Cenap Şahabettin, Mehmet Rauf ve Hüseyin Cahit Yalçın'ın bulunduğu, Serveti Fünun Edebiyatı adıyla da bilinen edebiyat akımı. Yayın organı Serveti Fünun dergisidir. 1896-1901 yılları arasında etkin olmuştur. Edebiyatı Cedide (Yeni Edebiyat) kavramını ilk kez Tanzimat sonrası Batı'ya açılan Türk edebiyatını nitelemek amacıyla eski edebiyat (edebiyatı atika) kavramının karşıtı olarak Namık Kemal kullanmıştır. Serveti Fünuncuların bir topluluk oluşturmaları ve kendi yapıtları, sanat anlayışları için bu sözü benimsemeleri, kendilerine ad edinmeleri, ayrıca eski-yeni tartışmasının bu dönemde kümelenmelere yol açması, sonradan edebiyat tarihçileri tarafından da Serveti Fünun Edebiyatı'nın bu adla anılmasına yol açmıştır.
Sponsorlu Bağlantılar

Serveti Fünunculara gelinceye dek yenilikçiler bir topluluk oluşturabilmiş değillerdir. Ama divan edebiyatına karşı çıkarak yeni bir edebiyat oluşturmaya çalışmaları göz önüne alınırsa, Edebiyatı Cedide kavramının genelde Tanzimat sonrası Türk edebiyatı için kullanılması da yanlış sayılmaz. Edebiyatı Cedideciler sanat anlayışı bakımından Fransız edebiyatını örnek almış, gerçekçilik (realizm), doğalcılık (natüralizm), parnasizm ve simgecilik (sembolizm) akımlarının etkisinde kalmışlardır.

Bir ölçüde II. Abdülhamit'in baskı rejimi nedeniyle toplumsal konulardan uzak durulmuş, "sanat için sanat" düşüncesi benimsenmiştir.Kullanılan dil tamlamalarla yüklü, süslü bir dildir. Bireysel duygular, aşk, ölüm, yalnızlık gibi temalar, yaşanılan ortamdan uzaklaşmak, kaçmak isteği edebiyatın başlıca konularını oluşturmuştur. Öykü ve romanda ise Fransız gerçekçileriyle doğalcıları örnek alındığı için gerçekçi ürünler verilmiştir. Şiirde olduğu gibi süslü bir dil benimsenmekle birlikte, anlatım ve roman tekniğinin geliştiği görülür.

Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi & MsXLabs

Son düzenleyen Safi; 26 Mart 2017 20:52
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
18 Şubat 2007       Mesaj #3
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  Servet-i Fünûn edebiyatı2.jpg
Gösterim: 3937
Boyut:  68.3 KB

Edebiyat-ı Cedide


Servet-i Fünun edebiyatı 1896-1901 yılları arasında filizlenen ve biten bir edebiyattır.Yaşça da birbirine yakın kişiler,ortak bir duyarlılıkla ve üslupta birleşirler.Recaizade Mahmut Ekrem’in çabasıyla bu gençler Servet-i Fünun dergisi çevresinde toplanmıştır.Dergi ,Hüseyin Cahit’in P.Lacombe adlı fransız yazarından çevirdiği edebiyat ve hukuk yazısında 1789 Fransız devriminin sözü geçmesi nedeniyle kapatılıncaya kadar bu edebiyatın sözcülüğünü yapmayı sürdürür.Derginin kapatılması servet-i Fünun edebiyatında bitişidir.

1896’da Servet-i Fünun dergisini çıkaran şair ve yazarların meydana getirdiği canlı bir akımdır. İmparatorluğun baskıları sonucu dağılan bu şair ve yazarlar ayrı ayrı bağlı bulundukları fikirleri yaymaya devam etmişlerdir.
Edebiyat-ı Cedide şairleri, yalnız aydınlara seslenmişler, (sanat için sanat) ilkesini benimsemişlerdir. Fransız romantiklerini, parnasyonleri ve sembolist şairleri örnek almışlardır.

Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Halit Ziya Uşaklıgil, Süleyman Nazif, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın tarafından yürütülen bu akım, Serveti-i Fünun dergisini sürdüren, kendilerine Fecr-i Ati’ciler denilen Ahmet Haşim, Refik Halid, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Mithat ve Ahmet rasim gibi yazar ve şairler tarafından aynı ilkelerle izlendi.
Her iki grup da eserlerinde Arapça ve Farsça sözcükleri bol bol kullanmışlar ve bu bakımdan genç kuşaklar tarafından şiddetle eleştirilmişlerdir.

Servet-i Fünun Edebiyatını Hazırlayan Siyasal ve Sosyal Sebepler
Avrupai Türk edebiyatının ikinci ve toplu hareketi 1895 yılında, Servet-i Fünûn mecmuasında toplanan genç edebiyatçılar tarafından yapıldı. Abdülhamit’in saltanat dönemi edebiyatı üç bölümde incelenmektedir:
  1. Dönem: Tanzimat edebiyatı ile, Servet-i Fünûn edebiyatı arası.
  2. Dönemi: Servet-i Fünûn edebiyatı oluşturur. Bu da ancak beş altı yıl devam edebildi.
  3. Dönem:Bu dönem Servet-i Fünûn’dan sonra II. Meşrutiyet’in ilanına kadar süren dönem.
Servet-i Fünûn batı etkisindeki Türk edebiyatının II.önemli safhasıdır.Bu edebiyat, Sultan Abdülhamit zamanında doğmuş, gelişmiş ve yine bu devirde son bulmuş bir edebiyattır. Türk edebiyatı aşağıda bahsedeceğimiz ideolojiler etrafındaki mücadeleleriyle mühim bir rol oynar. Bazen de bizzat hazırladığı bu vakaların kuvvetli tesiri altında kalır. Gelişen ideolojileri şu başlıklar halinde ele alabiliriz:
  • Osmanlıcılık
  • İslamcılık
  • Medeniyetçilik
  • Türkçülük
Her biri cemiyetin ayrı bir realitesini karşılayan bu ideolojilerin etrafındaki mücadele, belki de Modern Türk Edebiyatının asıl tarihini yapar. Medeniyetçilik ideolojisiyle hareket eden şair ve yazarlardan, Hamit ve Recaizade şu fikirleri ileri sürüyorlardı:
  • İslam medeniyeti devrini tamamlamıştır.
  • Batıda düşüncesiyle, sosyolojisiyle ve tekniği ile yeni bir medeniyet çıkmıştır.
  • Osmanlı devletini bu medeniyet er-geç yıkacaktır.
Bu açıklamalarla Avrupa’nın tablosunu çiziyorlardı. Bu tablo karşısında bizde durum nasıldı? Bu dönem özellikle imparatorluk üzerinde kötü emeller besleyen, Avrupalı devletlerin bu emellerini gerçekleştirmek için, içte ve dışta çeşitli oyunlar sergilemeye çalıştıkları bir devredir.İmparatorluk ise, kendisine ‘hasta adam’ gözüyle bakılan devleti bir müddet daha ayakta tutabilmek için birtakım sıkı tedbirler almak zorunda kalır. Bu dönemin sert görünüş hürriyet anlayışını adeta bir fikri sabit hale getiren bu devir gençlerinde ruhi bir bunalım yaratmıştır. Özellikle devletin içten ve dıştan maruz kaldığı bu tehlikeleri önleyebilmek için alınan tedbirler, Tanzimatçıların sahip oldukları hürriyet havasına imkan vermiyordu.Bu imkansızlık gençleri ruhi bunalımlara sevk ediyordu.1877 Osmanlı-Rus harbinin kötü sonuçlanması üzerine,1876’da açılan Meclis-i Mebusan tekrar kapatılır.Devlet Rumeli’de istiklalini kazanmaya çalışan azınlıklar karşısında bile zayıf duruma düşer.Dünyayı kaplayan hürriyet, milliyet ve istiklal cereyanlarının, özellikle batılı büyük devletlerin gayretleriyle hızla gelişmesi, devlet yönetimini de bunaltır.Bu yüzden alınan tedbirlerin dozu biraz daha artar.Kendi tebası olan yabancı toplulukların dıştan desteli isyan teşebbüslerini önleme imkanı daralır.Büyük devletlerin her zengin coğrafyaya sahip olma istekleri gittikçe bir ihtiras halini alır.Kendi aydınları tarafından bile desteklenme talihini kaybeden imparatorluk yönetiminin alınan bu sıkı tedbirlerin sebebini açıklayamaması, yönetimi gençlerin gözünde tek suçlu durumuna düşürüyordu.

İdealist fikirlerle ortaya çıkan Jön Türklerin dış tehlikeler karşısında tam bir milli bütünlük içerisinde bulunulmak yerine, işi Ermenilerle iş birliği yapacak kadar ileri götürmeleri, yönetimin aldığı tedbirleri daha da arttırmasına yol açar.Bu arada saray yönetimi içinde, hoşnutsuzluğu gittikçe nefrete dönüşen bu gençleri dış tehlikeler karşısında uyanık olmaya çağıracak tecrübeli ve bilgili kişiler bulunmamaktaydı. Devletin maruz kaldığı bu tehlikeler karşısında bir kısım münevverler hadiselere kayıtsız kalırken, bir kısmı ise kendisini koyu bir Avrupa perestliğin kucağına atıyordu. Babıali’nin nüfusunu Abdülhamit, tamamıyla ortadan kaldırıp, Yıldız’ı hakim vaziyete getirmiş,iktidar mevkilerine kendine uygun adamları geçirmek suretiyle, mutlak bir disiplin mekanizması kurmuştu.Bu hakimiyetini kontrol altında tutabilmek için bir hafiye teşkilatı kurmuştu.Bu öyle yaygınlaştı ki herkes padişaha yaranmak için birer hafiye kesilmişti. Çizdiğimiz bu siyasi tablonun karşısına medeniyetçiler şu görüşlerini ileri sürdüler:
  • Batıdaki düşünceleri, yaşayışları, tekniği aynen almalıyız.
  • Bir Avrupalı gibi olursak, onlara benzediğimiz için Avrupalılar bize saldırmazlar.
Medeniyetçiler, daha önce açıkladıkları gibi ‘İslam medeniyeti devrini tamamlamıştır’ derlerken, Avrupalıların (Hıristiyan) medeniyet ve tekniğinin hızla geliştiğini ileri sürmekteydiler.Halbuki şunu unutuyorlardı, hayran oldukları bu medeniyet, bir zamanlar Osmanlı devletinin himmetine muhtaç ve Osmanlı-İslam medeniyeti hayranı idi.Onlar Orta çağ engizisyonunu yaşarken, bizde ilim ve fen canlı bir şekilde devam ediyordu.

Batı; düşüncede, sosyolojide ve teknikte bir gelişme göstermiştir.Ama Servet-i Fünûn gençliğine göre biz bunların hepsini aynen almalıyız. Ama şunu akıl edemediler ki; her milletin düşünce, yaşayış ve sosyal yapısı farklıdır. Bu bunalımlı ve buhranlarla dolu zor dönem 1908’de son bulur. Devlet yönetimi İttihat ve Terakki cemiyetinin eline geçer. Fakat felaketler zinciri yine de son bulmaz. Devlet İttihat ve Terakkinin tecrübesiz hareketi sonucu Balkan harbinin getirdiği başarısızlıklarla sürüklenir. Bu edebiyat o dönemin siyasi durumu, anlatırken d belirtildiği gibi, hürriyetsizlik anlayışının o dönem gençlerince bir bunalım olarak görüldüğü devrede kuruldu.Bu dönem, batının sadece edebiyat kaynağı olarak görüldüğü gibi, hürriyet kaynağı olarak ta görüldüğü devredir. Bu dönemde batıya olan hayranlık had safhaya ulaşmıştır. Bu siyasi dönemde yetişip edebiyat yapmaya çalıştırlar.Böyle bir durum bütün millette doğurduğu hastalık, melankoli, hayattan bezginlik ve kaygısızlık şüphesiz onlarında ruhunda aynı tesiri uyandıracaktı. Bu cereyanın edebiyatçıları, şark kültüründen evvel ve şark edebiyatından önce batı edebiyatını tanımışlardır. Hatta aralarında bunu bir iftihar vesilesi sayanlar da vardır. Sosyal meselelerin serbestçe konuşulamayışı,bu hususta kendini göstermek isteyen iradelerin susturuluşu, herkeste bir neme lazımcılık hissi doğurmuştu.Herkes kendi derdine ve kendi keyfine düşmüş,sosyal sorumluluk duygusu tamamen yok olmuştu.Meseleleri söz söylemek olan edebiyatçılar başka mevzular aramaya başlamışlardı.

Şu fikirleri ileri sürdüler:
  • Avrupa imparatorluk ve derebeylik dönemini aşmıştır.(1789 Fransız ihtilali ile)
  • Avrupa da (bilhassa Fransa’da) burjuvazi adı verdiğimiz şehirlilerle işçiler gibi iki tabaka vardır. Bu iki tabakanın çekişmesiyle iki edebiyatta buna bağlıdır. Bizde de benzeri yapılar gerçekleşmediği takdirde, edebiyatımızın gelişmesi mümkün değildir.
Servet-i Fünün Sanat Anlayışının BaşlangıcıTevfik Fikret ve Ahmet İhsan Recaizade Mahmut Ekrem’in talebeleri olmak dolayısıyla onunla yakından temasta idiler. Halid, İzmir’de üstadı eserlerinden tanıyor, hatta görüşüp konuşuyorlardı. H.Cahit ise daha birleşmeden önce Fikret’i tanıyordu. Kısaca bu edebiyat cereyanı içindekiler birbirlerini daha önceden tanımış ve kaynaşmışlardı. Servet-i Fünûncuların düzenli tahsil görmeleri, okudukları Avrupai mekteplerde, Avrupalı edipleri yakından öğrenmeleri ve hemen hemen hepsinin orta tabaka ailelerden gelmeleri, onlarda ortak bir sanat zevkinin doğmasına yol açmıştır. Fakat aynı sanat zevkine sahip olmalarına rağmen bu zevki aksettirişleri farklıdır. Bu edebiyatta Tanzimat’ta olduğu gibi bir siyasi ve aktif bir fonksiyon yoktur. Aşırı alafrangalılık bu edebiyatın en çok kınanan özelliklerindendir. Memleket meseleleri ve Anadolu insanının yaşayışı,bazı küçük denemeler dışında bu edebiyatta mevcut değildir.Yaşadıkları siyasi devir onları hakikatten kaçmalarına,günlük meselelerle ilgilenmemelerine sebep olmuş.

Hüzne düşkünlük ferdiyetçilik gibi duygularını beslemiştir. Solgun çiçeklerden, düşmüş sarı yapraklardan bahseden ve kadın denince bunun bile veremlisinin makbul sayıldığı bu dönemin özelliği,onların özel hayatlarına girmiştir.Verem, intihar, kimsesizlik ve inziva, aşkı ölümle neticelenmek, sarı-siyah gibi daha çok hastalığı ve ölümü temsil renkler, karanlık mevzular onların ortak sanat çizgileridir. Servet-i Fünûn Edebiyatı 1895 yılında başladı. Bu yılın sonlarında Recaizade’nin teşvik ve aracılığıyla, Servet-i Fünûn mecmuasının baş muharrirliği, onun en kıymetli talebesi Tevfik Fikret’e verildi. Bu sanat çizgisine dahil olup başka dergilerde (Mektep, Maarif, Hazine-i Fünûn, Mirsat ve Malumat) yazan birçok şair ve yazar Servet-i Fünûnda toplandı. Hep birden Servet-i Fünûn edebiyatı denilen bir edebi çığırı açtılar.

Servet-i Fünun Edebiyat Anlayışı
  • Çağdaş Fransız edebiyatına benzer eserler vermek ve bu eserlerde sanat için sanat anlayışına bağlı kalmaktır.
  • Servet-i Fünûncuların örnek aldıkları Fransız yazarları, realistlerle natüralistlerdir. Aynı edebiyatın şiirde yaptığı yeniliklerde kısmen Parnasse, kısmen Symbolisme akımlarının izleri vardır.
  • Bu edebiyatın bir diğer özelliği, Avrupa tipi eserler vermek yolunda Tanzimat edebiyatından daha becerikli, daha çalışkan oluşudur.
  • Servet-i Fünûncular, kendilerinden önceki Avrupaî Türk edebiyatını hem iptidaî, hem yetersiz buluyorlardı. Onlara göre, Tanzimat edebiyatı: J.-J. Rousseau'dan beş on sayfa, La Fontaine' den birkaç efsane, Vefik Paşa'nın Moliere adaptasyonları, sayısı onu geçmediği halde sanat bakımından hiç de başarılı sayılamayacak birkaç hikâye'den ibaretti. Servet-i Fünûncular, Türkiye'ye tam anlamıyla Avrupai bir edebiyat getirdiklerine inanıyorlardı.
  • Servet-i Fünûncular, herhangi bir halk sınıfına hitap etmekten uzak kalmışlardır. Servet-i Fünûncular, yurt çoğunluğunun bedii-içtimai ihtiyaçlarını düşünmemiş: Yurdun, İstanbul dışı hayatiyle çok az ilgilenmiş, mevzularını Avrupalılaşmış aydınların hayatından almış ve yine onlar için yazılmış bir salon edebiyatı meydana getirmişlerdir.
  • Eserlerini mübalağalı derecede aristokrat bir dille yazmaları, baskısı yüzünden hiç bir sosyal hareketin başına geçmek imkânı bulamayışları; nihayet, karakter bakımından toplumcu olmaktan çok, sanatkâr bir ruh taşımaları, onları daha çok yüksek sanat eseri oluşturma anlayışına bağlı bırakmıştır.
Servet-i Fünun Edebiyatında Dil Anlayışı
  • Servet-i Fünûn yazarları, Namık Kemal'den çok, Abdülhak Hamid'in eserlerindeki yeni ve göz alıcı Osmanlı Türkçesini beğenmişlerdir.
  • Servet-i Fünûn lisanı fazla külfetli ve aristokrat bir dildir.Yazılarında süslü cümleler kullanarak, zarif, ahenkli, fakat işitilmemiş kelimeler sıralamak hevesindedirler.
  • Onlar, bilhassa Farsça kelimelerin söylenişinde âdeta bir alafrangalık buluyor, Farisî terkiplerle birleşik sıfatları, Fransızca söyleyişleri andırdıkları ve herkesçe bilinmeyen sözler oldukları için, zevk ve hevesle kullanıyorlardı.
  • Fransızcada rastladıkları Neige d'or (Altın kar) terkibini Farsça, berf-i zerrîn ifadesiyle, Frisson iamineux (Işıklı titreyiş) terkibini, lerze-i rûşen şekliyle Fârisîleştirmekte özel ahenk buluyorlardı.
  • Dilde milliyetçilik hareketlerinin kuvvetli bir çığır halini almadığı o devirde, halk Türkçe’sinin inceliklerini bilmeyen Servet-i Fünûncular için, Servet-i Fünûn dilinden başka bir lisan kullanmak kolay değildi. * Servet-i Fünûn lisanı, sade Türkçe bakımından zararlı olmuş, fakat edebiyat sanatının gelişmesine ve daha zengin bir ifade vasıtası bulmasına hizmet etmiştir.
  • Fikret'in, Cenab'ın, Süleyman Nazif'in şiir ve nesirlerinde örneklerini gördüğünüz ve Halid Ziya'nın yazılarında süslü cümleleriyle karşılaştığınız Servet-i Fünıın dili, sanatkârlarının zevkle, hatta sevgiyle kullandıkları bir lisandı.
  • Bu dil, aşırı bir şekilde Farisî terkipleri ve birtakım Edebiyat-ı Cedîde vasf-ı terkibîleri ile, yani Fars kaidesiyle yapılan birleşik sıfatlarla süsleniyor, kolaylığını, ahengini ve akıcılığını bu güzel, fakat yabancı unsurlardan alıyordu.
  • Zaman zaman: Sâât-ı semenfâm = Yasemin renkli saatler gibi, devrin klasik lisan kurallarına ve klasik söyleyiş mantığına aykırı olarak yapılan bu yabancı terkiplerin Servet-i Fünûn diline -bütün itirazlara rağmen- bir vecize zarifliği ve bir vecize zenginliği verdiği meydandadır.
  • Servet-i Fünûn Edebiyatı'nın en önemli başarısı, edebiyat türlerinde yaptığı yeniliklerde ve bu türlere daha Avrupaî bir görüşle bakmasındadır. Bu sebeple, Edebiyat-ı Cedide'yi, belli başlı edebiyat türlerine göre gözden geçirmek yoluyla tanıtmak daha yerinde olur.
Servet-i Fünun Şiiri
  • Edebiyat-ı Cedide şiiri, gerek dil, gerek şekil, gerek şiir anlayışı bakımından Tanzimat şiirinden epey farklıdır. Servet-I Fünûn şiirinde her şeyden önce, bir musiki zevki ve kuvvetli bir musiki lisanı vardır. Bu lisan, dış musikisi, vezin ve şekil kusurluğu bakımından en ziyade Fikret'in nazmında gelişmiş; iç musikîsi, yani doyurucu şiir olabilmek özelliğini de en çok Cenab'ın şiirlerinde göstermiştir.
  • Edebiyat-ı Cedîde şairleri, açık ve kapalı hecelerden kurulu Türkçe’ye Divan edebiyatı yüzyıllarının kazandırdığı üçüncü heceyi, yani, uzun heceyi mısralarında Türkçe’nin tabiî bir sesi gibi kullanmışlardır.
  • Servet-i Fünûn şairleri, aruzun Türk dili musikisine en uygun kalıplarına zevkle ve ihtimamla seçerek kullanmış, Türkçe’yi bu vezinlere yerleştirmekte ustalık göstermişlerdir.
  • Edebiyat-ı Cedide şairlerinin nazım şekilleri bakımından yaptıkları değişiklik, Avrupa şiirinin klasik bir nazım şekli olan sonnet'yi kullanmaları ve yine aruz vezniyle bir serbest nazım hareketi yapmalarıdır.
  • Onların, Divan şiirindeki müstezat şeklini genişleterek yaptıkları bir serbest nazım cereyanı, bilhassa Fikret ve Cenab gibi şairler tarafından başarıyle yürütülmüştür.
  • Kafiye anlayışları da şekilden çok ses benzerliğine dayanır. Servet-i Fünûncular bu anlayışı, Recaîzade Ekrem'in, kafiye göz için değil, kulak içindir cümlesiyle ifade ediyorlardı.
  • Divan şiirinde bir mısra, ya da bir beyitte tamamlanan manzum cümle anlayışı da, kesin olarak Servet-i Fünûncular tarafından değiştirilmiştir. Bir sözün bir beyitte başlayıp, diğer bir -veya birkaç- beyit boyunca devam ederek, bir başka beytin ortalarında bitmesi tarzındaki serbest söyleyişi, kesin olarak -ve âdeta kendi şiirlerinin karakteristik vasfı halinde- tatbik eden şairler, Servet-i Fünûn şairleridir.
  • Edebiyat-ı Cedîdecilerin şiirde yaptıkları diğer bir yenilik de, onun mevzuunu genişletmiş olmalarıdır: Şiirimizde önce Hamid'in eserlerinde başlayan bu çeşitlilik, Servet-i Fünûncuların elinde hızla yayılmış ve Türk dilini hayatın iyi, kötü, çirkin, güzel, her hali, her duygusu, her düşüncesi, her sesi, her hadisesi için. şiir söylemek yolunda bir gelişmeye ulaştırmıştır. Ancak bu çeşitlilik, şiirleşen heyecanların yüceliğine engel olmamış, Servet-i Fünûncular, âdî duyguları, âdi sözlerle söyleyip, şiiri bayağılığa düşürmemişlerdir.
Servet-i Fünun Hikaye ve Romanı
  • Bu edebî tür, daha Tanzimat yıllarında bile, yeni şiirin gördüğü ölçüde itiraz görmemiş, bünyesindeki Avrupaî yenilikleri Türk hayat ve edebiyatına daha kolay kabul ettirmiştir. Bunun başlıca sebebi, gazeteciliğin kuruluşundan beri edebiyatta nesrin daha geniş bir rağbet görmesi, nazmın ise hemen yalnız şiirde kullanılan bir ifade vasıtası haline gelmesidir.
  • Roman, Türk edebiyatında âdeta yepyeni bir edebî tür diye karşılanmış, onun, eski ve manzum Şark hikâyelerinin yerini aldığı, muhafazakârlarca fark edilmemiştir. Bu sebeple, önce tercüme eserlerle başlayan Avrupaî Türk romanı, kısa zamanda telif eserlerin yazılmasını teşvik eden, geniş bir rağbet görmüştür.
  • Servet-i Fünûn romancıları arasında ilk öğrenimlerinden beri, Avrupa dillerini ve edebiyatlarını öğrenmiş bulunanlar vardı. Bunlar, roman zevkini ya doğrudan doğruya Batı edebiyatından, yahut yine Batı tesiri altında gelişen Tanzimat romanından almış bulunuyorlardı. Yeni romancılar, eski Türk edebiyatına zevk, şekil ve edebî anlayış bakımından bağlı bulunmadıkları için, Türkiye'de Avrupaî roman ve hikâyenin gelişmesi yolunda tam bir cesaretle ve geriye bakmadan çalışabilmişlerdir.
  • Tanzimat'ın hikâye ve romanı, Fransız romantiklerinden biraz da realistlerden örnek almıştı. Servet-i Fünûn romancılarına örnek olanlar da, genel olarak realist ve natüralist Fransız edebiyatıyle, yine Fransa'da bir psikolojik roman çığırı açan yazarlardır.
  • Batı'ya dönüşün kuvvetli oluşu ve eski Doğu'dan hatıra taşımayışı yüzünden, Servet-i Fünûn romanının yalnız roman mimarîsi değil, hayatı ve kahramanları da biraz Avrupaîdir. Bununla beraber, Edebiyat-ı Cedîde romancılarının roman dünyamıza içinde bulundukları sosyal hayattan bazı kuvvetli tipler ve sahneler getirdikleri inkâr olunamaz. Halid Ziya'nın Mai ve Siyah romanındaki Ahmet Cemil tipi, Aşk-ı Memnu'daki Firdevs Hanım, Nihâl ve Bihter, o devir İstanbul'unda yaşamışlardı.
  • Servet-i Fünûn'un küçük hikâyesi, daha çok, Sami Paşazade Sezaî'nin ulaştığı merhaleden harekete geçmiş durumdadır. Servet-i Fünûn yazarlarının kitaplar dolusu küçük hikâyeler yazmaları çok önemlidir, Bu yazarların yaşadıkları çağlar, Türkiye'de küçük hikâye edebiyatının altın devri sayılır. Küçük hikâyenin, yazarlar ve okuyanlar arasında gördüğü rağbet, Servet-i Fünûn'dan sonra da yeni birtakım küçük hikâyecilerin yetişmesini sağlamıştır.
SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATININ ÖZELLİKLERİ
  • Tanzimat dönemimdeki kanun ,hak ,adalet,gibi kavramlar bu dönemde terk edildi.
  • Aşk ,üzüntü,tabiat güzellikleri ,karamsarlık,şahsi hayaller, ve melankoli konularını işler.
  • Fransız edebiyatını örnek aldılar,edebiyat Avrupai bir nitelik kazandı.
  • Dil ağır ve süslüdür.
  • Şiirde aruz veznini kullanmışlardır.
  • Nazmı nesre yaklaştırmıştır.
  • Beyit bütünlüğü yerine konu bütünlüğü sağlanmıştır.
  • Şiirin konusunu genişletmişlerdir.
  • Kafiye kulak içindir,görüşünü savunmuşlardır.
  • Hikaye ve romanda başarılı örnekler verilirken tiyatroda gerileme olmuştur.
  • Bu dönem sanatçıları toplumdan kopuktur. Oluşturulan edebiyata salon edebiyatı denir.
  • Şiirde biçim yeniliğine gidilmiş ve batı şiirinden alınmış sone, terza-rima gibi yeni biçimler kullanılmıştır.
  • Bu dönem eserlerinde olaylar İstanbul dışına taşmaz, içinde gerçekleşir.
DÜZYAZI
  • Düzyazı en başarılı türler roman ve öyküdür.
  • Roman tekniği gelişir.Okuru eğitme tutumundan vazgeçilir.Yazar ortada değildir ,kişiler kendi dilleri ve dünya görüşleriyle yaşarlar.
  • Roman ve öykü konuları hayalden değil,gözlem olanakları içine giren yaşamdan alır.
  • Roman ve öyküde ruh çözümlemelerine önem verilir;böylece edebiyatımız insana doğru bir gelişme kazandırır.
  • Yazar gözlemini ve yarattığı yaşamları İstanbul’a sınırlı tutar.
  • Kahramanlar okumuş ,seçkin , sanatsever,alafranga ve rahat kişilerdir.
  • Edebiyat tarihi ve felsefe alanında hiçbir çalışma yoktur.
BATI EDEBİYATINDAN ALINAN NAZIM ŞEKİLLERİ
SONE
  • Genel olarak kısa şiir ,türkü demektir.
  • İki dörtlük ve iki üçlükten oluşan ,özel bir uyak düzeni olan nazım şeklidir.
  • Tevfik Fikret ve Canap Şahabettin bu türün örnekleridir.
  • Kafiye örgüsü :abab,abba,ccd,eed
TERZA-RİMA
  • Üçlü kıtalardan oluşan ve en sonu tek dizeye bağlanan bir nazım şeklidir.
  • İtalyan edebiyatında mahsustur.
  • Kafiye örgüsü:aba,bcb,cdc,d
SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATI SANATÇILARI

TEVFİK FİKRET (1867-1915)


  • Şiirlerinde ferdi konuları işlemiştir.
  • Servet-i Fünun dergisi dışında yazdıkları şiirlerinde toplumsal konuları işlemiştir.
  • Ferdiyetçilikten toplumculuğa kayan bir sanat anlayışı vardır.
  • Toplum için sanat anlayışıyla yazdığı şiirlerinde , hürriyet ve medeniyet temalarını işlemiştir.
  • Aruzu Türkçe’ye başarıyla uygulamıştır.
  • Serbest müstezatı geliştirmiş ,sone ve terza rimayı yakınlaşmıtır.
  • Şiirde dil ve ahenge büyük önem verir.
  • Şekil yönüyle parnasizmin tesirindedir.
  • Süslü ,sanatlı,ağır bir dili vardır.
Eserleri:
Doksanbeşe Doğru ,Tarih-i Kadim , Haluk’un Defteri ,Şermin,Rübabın Cevabı dır.
*NOT:Şermin isimli şiir kitabındaki şiirlerini hece vezniyle yazmıştır.Bu şiirlerin hepsi çocuk şiirleridir.

CENAP ŞAHABETTİN (1870-1934)


  • Asıl mesleği doktorluktur.
  • Fransız sembolistlerin etkisindedir.
  • Şiirde ahenk oluşturmaya çalışır,kelimeleri müzikal değerlerine göre seçer.
  • Dili süslü ve ağırdır.Bolca sıfat tamlaması kullanır.
  • Serbest müstezatı kullanmıştır.Bir şiirde birden fazla vezin kullanır.
  • Sanat sanat içindir.görüşünü benimser.
  • Aşk ve tabiat temalarını işler.
  • Şiirlerinde iç dünyayla dış dünyayı birleştirip bir kompozisyon halinde sunar.
  • Düz yazıları çok ünlüdür.
Eserleri:
Şiirlerini kitap halinde bastıramamıştır.Ancak askeri tıbbıyedeyken yazdığı şiirlerini Tamat adlı şiir kitabında toplamıştır.
Gezi türü :Hac yolunda ,Avrupa Mektupları ve Suriye Mektupları
Diğer Nesir Eserleri:Nesr-i Harp ,Evrak-ı Eyyam,Nesr-i Sulh’tur.
Yalan ve körebe de tiyatrolarıdır.
Tiryaki sözler adlı eserinde vecizeleri vardır.

HALİT ZİYA UŞAKLIGİL (1867-1945)


  • Avrupai anlamda ilk roman yazarıdır.
  • Eserlerinde realizmin tesiri vardır.
  • Süslü ,sanatlı ,ağır bir dili vardır;fakat dili başarıyla kullanır.
  • Alışılmıştan farklı bir cümle düzeni vardır.
  • Kahramanlarını aydın kişilerden oluşur.Bunları yaşadıkları çevreye uygun olarak anlatır.
  • Romanlarında olaylar yalnız İstanbul da geçerken ,hikayelerinde Anadolu ve köylerde geçer.
Eserleri:
Romanları:Nemide ,Bir Ölünün Defteri , Ferdi ve Şürekasu ,Mai ve Siyah, Kırık Hayatlar
Hikayeleri :İzmir Hikayeleri ,Aşka Dair ,Onu Beklerken ,Kadın Pençesi
Hatıra:Kır Yıl ,Saray ve Ötesi

MEHMET RAUF (1875-1931)


  • Roman ,hikaye ve tiyatro türünde eserler vermiştir.
  • Romantik duyguları ,hayalleri ve aşkları işlemiştir.
  • Eserlerinde sosyal hayata pek yer vermemiştir.
  • Psikolojik tahlillere büyük önem verir.Ruh tahlillerinde de başarılıdır.
  • İlk psikolojik roman yazarıdır.Eylül isimli eserinde yasak aşkı konu alır.Romanın şahıs kadrosu dardır.
Eserleri:
Eylül,Genç Kız Kalbi ,Son Yıldız ,Define, Kan Damlası

HÜSEYİH CAHİT YALÇIN(1874-1957)


  • Hikaye ve romanlarında gözleme yer veren tasvir ve tahlillerde derinleşmeyen gerçekçi bir yazardır.
  • Dili sade ,anlatımı özenti ve süsten uzaktır.
  • Eski edebiyata karşı batı edebiyatını savunur.
  • Hikaye ,roman ,eleştiri yazarı ve gazeteci olarak bilinir.
Eserleri:
Hikayeleri: Hayat-ı Muhayyel ,Niçin Aldatırmış?,Hayat-ı Hakikiye Sahneleri
Romanları:Nadide,Hayal içinde
Anıları :Edebi Hatıralar ,Malta Adasında, Meşrutiyet Hatıraları
Servet-i fünun döneminde yazdığı eleştirilerini de kavgalarım adlı eserinde toplamıştır.

TOPLULUK DIŞINDAKİ SANATÇILAR

HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR(1864-1944)


  • Naturalizm’in temsilcisidir.
  • Ahmet Mithat geleneğini sürdürür.
  • Dili sadedir.
  • Kahramanlarını çevrelerinin diliyle konuşturur.
  • Eserlerinde taklitlere yer verir.
  • İstanbul’un iç mahallelerindeki hayat tarzını hikaye ve romanlarında karikatürize eder.Bu yönüyle sokağı edebiyata getiren sanatçı kabul edilir.
  • Gözleme ve çevre tasvirine büyük önem verir.
  • Romanlarında sosyal tenkide yer verir.
  • Romanları teknik yönde kusurludur.
  • Romanlarında gereksiz bilgiler verir.
  • Romanın akışını keserek araya girer.
Eserleri:
Şık ,Şıp Sevdi ,Mürebbiye,Metres , Tesadüf Ben Deli Miyim?,Nimetşinas,Kuyruklu Yıldız Altında İzdivaç

MEHMET AKİF ERSOY(1873-1936)


  • Kaynağı İslam dini olan ,imani şiirleri ve manzum hikayeleri ile tanınır.
  • Türk şiirine gerçek realizmi getirmiştir.
  • Aruzu Türkçe’ye büyük bir ustalıkla uygular.
  • Nazım nesre yaklaşmıştır.
  • Dini lirizm şiirinin özelliğidir.
  • Gözlem önemlidir.Eserlerinde canlı tablolar çizer,şiirinin konularını günlük olaylardan alır.
Eserleri:
Tüm şiirlerini Safahat adlı kitapta toplamıştır
Safahat ,Süleymaniye Kürsüsünden ,Hatıralar , Asım ,Gölgelerdir.

AHMET RASİM(1864-1932)


  • Şiir ,öykü,okul kitapları ,tarih ve bilim konularında eserler yazmıştır.
  • Renkli ,canlı bir anlatımı vardır.
  • Eserlerinde İstanbul’u özellikle de Beyoğlu’nu anlatmıştır.
  • Kısa ve canlı bir cümle yapısı vardır.
  • Yazılarını dönemimdeki bütün yayın organlarına göndermiştir.
Eserleri:
Geceleri,Ömr-i Edebi ,Şehir Mektupları , Eşkal-i Zaman ,Gülüp ağladıklarım,Falaka, Ramazan sohbetleri
Son düzenleyen Safi; 26 Mart 2017 21:51
Aynacan - avatarı
Aynacan
VIP Gecenin Aydınlığı!
28 Kasım 2007       Mesaj #4
Aynacan - avatarı
VIP Gecenin Aydınlığı!
Edebiyat-ı Cedide ( Servet-i Fünun Edebiyatı )
Edebiyat-ı Cedide, II.Abdülhamit (hük. 1878-1909) devrinde, Servet-i Fünun dergisi çevresinde toplanan sanatçıların Batı edebiyatı yolunda meydana getirdikleri bir edebiyat hareketidir.

Bu edebiyat, 1896'dan 1901'e kadar sürmüştür. Recai-zâde Mahmut Ekrem, 1895 sonunda, Malûmat adlı bir dergide yazan Muallim Naci izleyicileriyle kafiyenin göz için mi, kulak için mi olduğu tartışmasına girişmiş ve bu gazeteye karşı cevaplarının bir kısmım Ser­vet-i Fünun dergisinde yayınlamıştır. Servet-i Fünun, Recai-zâde'nin Mekteb-i Mülkiye'den öğrencisi olan Ahmet İhsan Tokgöz tarafından 1891 yılından beri çıkarılmakta idi. Recai-zâde, bunu bir edebiyat dergisi hâline getirmek için Ahmet İhsan‘la anlaşmış ve kendisinin Mekteb-i Sultanî (Galatasaray Lisesi) den öğrencisi olan Tevfik Fikret'i derginin “kısm-ı.edebî ser-muharrirliği” ne getirmiştir. O sırada Mektep ve başka dergilerde yazan ve Recai-zâde tarafını tutan başka gençlerin de 1896'da bu dergi çevresinde toplanmasıyla “Edebiyat-ı Cedide” topluluğu meydana gelmiştir.

Edebiyat-ı Cedide'nin başlıca özellikleri şu noktalar üzerinde toplanabilir:


  • Edebiyat-i Cedide sanatçıları Batı uygarlığına, özellikle Fransa'ya hayranlık göstermişler, Türkiye'nin Avrupalaşma yoluyla yükseleceğine inanmışlar, orada sanat, bilim, ne buldularsa Türkiye'ye aktarmaya çalışmışlar; laik bir zihniyeti benimsemişler ve daima dindışı şiirler yazmışlardır.
  • Devlet ve siyaset konularına dokunmak, vatan, hürriyet, istikIâl, inkılap v.b. gibi, sözcük ve kavramları kullanmak yasak olduğu için, açıkça toplumsal yazılar yazmak olanağı bulunamamış, ancak aşk, merhamet v.b. gibi suya, sabuna dokunmayan temalar üzerinde dolaşılmıştır. (Edebiyat-ı Cedide sanatçıları bu yüzden, daha sonraki devirlerde, memleketi yansıtmamak ve ulusal olmamakla suçlandırılmışlardır).
  • Çağdaş Fransız edebiyatı örnek tutulmuş, hikâye ve romanda Realizm ve Naturalizm, şiirde Parnasizm ve Sembolizm akımlarının etkisi altında kalmıştır; Parnasyenlerin etkisiyle, “sanat sanat içindir” görüşü benimsenmiştir. (Fikret, “toplum için sanat” anlayışıyla de eserler vermiştir).
  • Tanzimat sanatçılarının tersine olarak, halka seslenmek düşünülmemiş, havasa mahsus bir edebiyat meydana getirilmiştir ; kendilerinin de söylediği gibi ; “Servet-i Fünun edebiyatı umuma avâma mahsus değildir”.
  • Bu düşünüşün bir sonucu olarak, dil konusunda da Tanzimat sanatçılarından daha geri bir anlayışla, konuşma dilinden büsbütün uzaklaşılmış yazı dilinde o zamana kadar kullanılanlardan başka, Arap ve Farsça sözcükleri karıştırarak Türkçe'de kullanılmayan birtakım yeni sözcükler (nahcir [av], şegaf [çılgınca sevgi], tirâje [alâimisema, gökkuşağı] v,b.) bulunup çıkarılmış; Batı ede­biyatından alınan yeni kavramlar Fars dilinin kurallarıyla kurulmuş birtakım yeni isim ve sıfat tamlamaları (sâât-ı semen-fâm [yasemin renkli saatler], lerziş-i bârid [soğuk titreme], v.b...) ve yeni bileşik sıfatlar (tehi-baht [boş talihli], şikeste-reng [kırık renkli], v.b...) ile karşılanmış: aynen Fransızca'da görü­len birtakım yeni deyim ve söyleyişler de (el sıkmak, dest-i izdivacını talep etmek v.b.) Türkçe'ye aktarılmış, nesirde Fransızca'nın sözdizimi Türk diline uydurulmaya çalışılmıştır.
  • Benzetmelerle yüklü olan süslü bir dille yazmak, yerli yersiz ah!, oh! gibi ünlemlere fazla yer vermek., ve bağlacını sık sık kullanmak, bir düşünceyi kuvvet­lendirmek veya ondan dönmek maksadıyla söz arasına evet evt!, hayır hayır! gibi sözcükler sıkıştırmak, ikide bir güzelim!, meleğim! gibi hitaplarda bulunmak Edebiyat-ı Cedide üslubunun başlıca zayıf, yapmacıklı yanıdır.
  • Hikâye ve roman türünde teknik kuvvetlenmiş (mesela, süs için yazılan gereksiz tasvirler ve konu dışı bilgi vermeleri vak'anın yürüyüşü durdurulmamış, serde yazarın kişiliği gizlenmiştir) ; Fransız realist ve natüralist yazarlarının eserleri örnek tutulmuş; bunun sonucu olarak, hep hayatta görülen ya da görülmesi olanağı bulunan olay ve kişiler anlatılmıştır; vak'alar çok defa İstanbul'da geçirilmiştir. (Abdülhamit devrinde memlekette gezi özgürlüğü olmadığı için, yazarlar memleketin İstanbul dışındaki yerlerini tanımıyorlardı).
Türk Edebiyatı'nın bu devrine Servet-i Fünun Devri denilmesi bu edebi hareketin Servet-i Fünun Dergisinde gerçekleşmesi ile ilgilidir.Divan edebiyatına karşı kurulmasına karşı çalışılan Avrupai Türk edebiyatını ifade için kullanılmasına Tanzimat devrinde başlanmış olan Edebiyat-ı Cedide teriminin de bu harekete ad olması ise hareketin bu terimi tamamiyle benimseyip kendi hakkında da pek sık kullanmasındadır.

Edebiyat-ı Cedide'yi meydana getirenler:Şair olarak,Tevfik Fikret,Cenap Şahabettin,Hüseyin Suat,Ali Ekrem,Ahmet Reşit,Süleyman Nazif,Celal Sahir. Hikayeci ve romancı olarak:Halit Ziya,Mehmet Rauf,Hüseyin Cahit,Ahmet Hikmet.

17 Mart 1891'de İstanbul'da Ahmet İhsan tarafından çıkarılmasına başlanılan Servet-i Fünun, isminden de anlaşılacağı gibi başlangıçta daha çok fenni yazılara yer veren bir dergiydi. Tevfik Fikret'in yazı işleri müdürlüğüne gelmesinden sonra tam bir edebiyat ve sanat dergisi olmaya başladı. Bu dönemde her türlü yayın büyük bir kontrol,basın sıkı bir sansür altında idi.
Dergi kısa zamanda gerek şekilce ve gerekse duyuş ve hayaller bakımından tamamıyla Avrupai şiirler,hikayeler,romanlarla dolmaya başladı.Türk şiirine Fransız şiirinden birçok yeni hayaller getirildi.Bunları ifade için yeni tamlamalar kullanıldı.Sözlüklerden yeni yeni Farsça ve Arapça kelimeler çıkarıldı.Böylece konuşma dilinden iyice uzaklaşıldı.1898 Yılının sonlarında Servet-i Fünuncular eski edebiyatı tutanlara karşı mücadeleyi kazanmıştır.

Yazarların kendi aralarında bazı anlaşmazlıklar ortaya çıktı.Zaten sanat anlayışında esaslar bakımından birleşmekle beraber bunların uygulanmasında öteden beri aralarında bazı görüş ayrılıkları vardı.1901 Yılının başlarında idari bir mesele yüzünden Ahmet İhsan ile Tevfik Fikret'in arasıda anlaşmazlıklar çıktı.Tevfik Fikret'in dergiden ayrılması üzerine Servet-i Fünun ciddi bir bulanımın içine düştü.Dergi II. Abdülhamit tarafından kapatıldı ve sorumluları mahkemeye verildi.Mahkeme tarafından şuçsuz bulundan Servet-i Fünun 5 Aralık 1901'de tekrar yayınlanmaya başladı.Ama kısa bir süre sonra tekrar dağıldı.Servet-i Fünuncular II.Meşrutiyet'e kadar pek az şey yayınladılar. Bu tarihten sonra tekrar ortaya çıktılarsa da şartlar değişmiş ve yeni bir nesil yetişmişti. Servet-i Fünuncular çalışmalarına ayrı ayrı dergilerde ve dağınık bir şekilde sürdürdüler ise de hiçbir zaman tekrar bir araya gelemediler.

Edebiyat-ı Cedide'nin başlıca sanatçıları şunlardır:

Şairler:


Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Hüseyin Siret Özsever, Hüseyin Suat Yalçın, A. Nadir (Ali Ekrem Bolayir), Süleyman Nesip (Süleyman Paşa-zâ­de Sami), İbrahim Cehdi (Süleyman Nazif), H..Nâzım (Ahmet Reşit Rey), Faik Ali Ozansoy, Celâl Sahir Erozan, v.b.

Nesirciler:

Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Müftüoğlu Ahmet Hikmet, Safve­t Ziya. v.b.
Son düzenleyen Safi; 26 Mart 2017 20:45
Not: Bilgilendirme amaçlıdır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Haziran 2008       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Servetifünun Nesri


Servetifünun Edebiyatı, 1895 ile 1901 arasında, Servetifünun dergisi. Çevresinde toplanan yeni bir neslin, ortak inançlar, fikirler ve benzeşir bir üslüp halinde meydana getirdikleri edebiyat çığırına verilen addır.

Bu edebiyatı kuran kişiler, iki önemli etki altında yetişirler :
  1. Tanzimat’ın son kuşağı olan Recaizade Ekrem ile Abdülhak Hamit etkisi. Bu etki, onları bir yandan orta dönem edebiyatından uzaklaştırıyor ve Batı edebiyatına daha fazla yaklaştırıyordu. Öte yandan, halk ile gittikce arayı açan ferdi, ağdalı ve aristokrat bir şair ve nesir anlayışına sürüklüyordu.
  2. Batı edebiyatının etkisi... Servetifünun’cular, daha küçük yaştan, düzenli okullarda, Fransızcayı bütün inceliğiyle öğrenmiş bulundukları için, bu edebiyatı, yakından ve çok iyi tanıdılar. Sonunda, Türk halkını ve Türk sanat geleneğini bırakarak, oraya bağlandılar. Bu bağlanış, onların fikirleri, sanat anlayışları kadar üslüplarına da tesir etti. İnce sanat ve güzellik peşine düştüler. Kendilerine çağdaş olan Parnasçılık, Realizm ve Sembolizm akımlarına da kapılarak yepyeni bir şiir ve nesir dili kurdular.
Servetifünuncu’ lar bir çok sosyal ve edebi etkilerle Tanzimatçılar’ ın yürütmek istedikleri halka doğru ilkesini ve dilde sadeleşme akımını terk etmişlerdir. Tıpkı Divan Edebiyatcıları gibi bunlarda halkı seckinler ve halk diye iki zümreye bölmüş ve sanattan ancak seckinlerin anlayacağını düşünmüşlerdir. Halk dedikleri kalabalığa pek iyi bir gözle bakmazlar. Sözgelişi, Cenap Şahabettin’ e göre : “Seçkinler beğendikce alkışlar. Halk alkışladıkça beğenir. Halk her devirde ve diyarda ateşle ziyanı birbirine karıştırmıştır; kendisini her yakanı güneş sanır.”

Bu görüşle halkın anlamasına hiç de lüzum olmayan, süslü ve sanatlı yazılar yazmışlardır. “ Madem ki aydınlar ve seçkinler için yazıyoruz, o halde sade ve açık söyleyişler gereksizdir. Nasıl olsa yazdıklarımız anlatacaktır.” Gibi garip bir düşünüş Servetifünun üslubunun temel taşı olmuştur. Recaizade Ekrem’ in Talim i Edebiyatındaki uslüp görüşü, benimsenmiş, Apdulhak Hamit’ in “müzeyyen” üslubu çok beğenilmiştir. Mithat Efende’ nin “adi” üslubu ise açık ve sade olduğundan küçümsenmiştir.
Servetifünun’ cular, Fransa edebiyatında çok özendikleri yeni akımların (Parnasçılık, Sembolizm, Realizm) “ Sanat için sanat” anlayışı güden inceliği ulaşmak istediler. Türk nesrini hem sözlük hem de kavramlar bakımından zengin etmeye çalıştılar. Bunu sağlamak için o zamana kadar işlenmiş saydıkları türkçeyi yetersiz buldular. Osmanlıca’ nın üç lisana dayanan bol kelime hazinesinden faydalandılar.

Fransızca’da gördükleri yeni kavram, hayal buluş ve mecazları şiir ve nesirlerine aktarmak isterken, asla öz türkçeden veya halk dilinden karşılık aramadılar. Fars ve Arap kelimelerin, o güne kadar hiç duyulmamış olanlarını kullandılar. Farsça vasf-ı terkibiler zincirleme isim ve sıfat takımları ile sözlü yeni bir nesir (ve nazım) üslubu kurdular.

Fransız sentaksının etkisi ile, türkçe söz diziminde önemli gelişmeler yaptılar. Hatta Fransız cümle yapısını bütünüyle türkçeye uygulayan bir anlatım yolu tuttular. Bu öyle bir değişiklikti ki, dilimiz, sadeleştiği ve özleştiği halde, bugün bile, etkisinden sıyrılmış değiliz. Yani Servetifünuncuların getirdiği bu söz dizimi şekli sürüp gitmektedir. onlArın müsbet yeniliği ancak bu noktada aranmalıdır. Türkçeye, her kavramı anlatmaya elverişli bir dizim bolluğu sağlamışlardır.

Osmanlıca’ ya çok önem veren Servetifünun’ cuların, türkçede karşılığı bulunan yabancı kelimelerin atılmasına izin vermemişlerdir.
Konuşan dil ile edebi eser yazmayı da yüksek sanata aykırı buluyorlardı. Halit Ziya, “konuşma dili” denince İstanbul’ da söylenen dilin akla geleceğini belirtiyordu.

Bütün bunlar, o zaman kendilerine hücum eden, halk türkçelerine bir sataşma idi, fakat zaman, Servetifünun’ cuları haksız, ötekileri haklı çıkardı. O zaman o kadar ki Halit Ziya Uşaklığil bu sözlerinden kırk yıl sonra Mai ve Siyah ve Aşk-ı Memnu gibi büyük romanlarını sadeleştirmek zorunu duydu. Hatta Kırk Yıl adlı hatıralar kitabında Servetifünun’ daki süs ve özenti hastalığına acı acı takılmatan bile geri durmadı.

Ortak kavramlara bağlı olsalar bile bunlardan mesela Hüseyin Cahit, oldukça sade yazmıştır. Süleyman Nazif, daha çok , Namık Kemal üslubu’nu izlemiştir. Ahmet Hikmet Müftüoğlu ise son yazılarında özleştirme taraflısıdır.

Fakat Servetifünun dediğimiz edebi akımın, nesirdeki baş ustası Halit Ziya Uşaklıgil’ dir. Cenap Şahabettin, ona yakın bir anlayışa sahiptir. Mehmet Rauf ise Halit Ziya’yı adım adım izlemiştir. Bu yüzden Halit Ziya nesrinin özelliklerini genişleterek bütün arkadaşlarına yaymak mümkündür
Son düzenleyen Safi; 26 Mart 2017 20:46
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Haziran 2008       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Servet-i Fünun Dönemi


Servetifünun dönemi Türk edebiyatı, Servetifünun dönemi Türk edebiyatı ya da Edebiyatı Cedide (1876-1909): Tanzimat dönemi edebiyatı, divan edebiyatına tepki olarak doğmuş, ama dîvan geleneğinden de bütünüyle kopamamıştı. Batı edebiyatından gelişigüzel ve sıradan seçimler yapıldığı için, edebiyat etkinlikleri istenilen düzeye vardırılamamıştı. Servetifünuncuların bir topluluk haline gelmelerinde Recaizade Mahmut Ekrem'in büyük payı oldu. R. M. Ekrem, Servet-i Fünun dergisinin sahibi Ahmet İhsan'ı, derginin bir edebiyat ve kültür dergisi haline gelmesi gerektiğine inandırdı ve gene onun önerisiyle yazıişleri müdürlüğüne Tevfik Fikret getirildi. Yenilik yanlısı gem, yazarların da katılmasıyla, servetifünuncular bir topluluk olarak örgütlendiler.

Servetifünun şiirinde Fransız edebiyatının parnasseçılık ve simgecilik akımlarının etkileri görülür. Parnasseçıların "sanat sanat içindir" ilkesini benimseyen serveti-fünuncular, seçkinlere özgü ("havassa mahsus") bir edebiyat oluşturdular. Her şeyin şiiri konu alabileceğini ileri sürdüler; Fransız şiirinden biçim (sone, terza rima gibi nazım biçimleri) ve içerik (yeni kavramlar, Fransız şiirine özgü duyuş biçimleri) bakımından etkilendiler; siyasal baskının etkisiyle de, özellikle ilk yıllarda, toplumdan kopuk bir sanat anlayışı getirdiler; yeni kavram ve hayalleri arılatırken, Türkçe'de bulunmayan Arapça, Farsça sözcükleri kullanmakla yapay bir dil oluşturdular. Ayrıca, "serbesl müstezaf'la ve kendi buluşları olan nazım biçimleriyle yazdılar; "sevgi, doğa, aile yaşamı" gibi konular üstünde çeşitlemeler yaptılar. Servetifünun sairlerinin başlıcaları Tevfik Fikret ve Onap Şahabettin'dir.

Servetifünun döneminde Türk romanı gerçek kimliğini buldu. Özellikle Fransız romancılarını yakından izleyen Servetifünun romancıları, teknik bakımdan oldukta başarılı, gerçekçilik akımına bağlı vapıtlar ortaya koydular; o günün toplumsal sorunlarını derinlemesine irdelemeseler bile, doğru bir biçimde yansıtmalarıyla, tipleri ruhsal yapıları ve toplumsal çevreleriyle vermeleriyle başarılı oldular. Dönemin romanlarında görülen bir başka özellik de, romancıların "sanatkârane üslub"un peşinde koşmalarıdır.

Servet-i Fünun Döneminin Genel Özellikleri

  1. ‘Sanat için sanat’ ilkesine beğlıdırlar.
  2. Cümlenin dize ya da beyitte tamamlanması kuralını yıkmışlar ve cümleyi özgürlüğüne kavuşturmuşlardır. Beyitin cümle üzerindeki egemenliğine son verirler. Cümle istediği yerde bitebilir.
  3. Servet-i Fünuncular aruz ölçüsünü kullanırlar. Ancak aruzun dizeler üzerindeki egemenliğini de yıkarak, bir şiirde birden çok kalıba yer vermişlerdir.
  4. Onlar ‘her şey şiirin konusu olabilir’ görüşünü benimsemişler; fakat dönemin siayasal baskıları nedeniyle aşk, doğa, aile hayatı ve gündelik yaşamın basit konularına eğilmişlerdir.
  5. Şiirde ilk defa bu dönemde konu bütünlüğü sağlanmıştır.
  6. ‘Sanatkârâne üslup’ ve yeni bir ‘vokabüler’ (sözvarlığı) yaratma kaygısıyla oldukça ağır bir dil kullanmışlardır.
  7. ‘Kafiye kulak içindir’ görüşünü benimserler.
  8. Şiirde üç değişik biçim kullanmışlardır.
  • Batı’dan aldıkları ’sone’ ve ‘terza-rima’
  • Divan edebiyatından alıp, türlü değişikliklerle kullandıkları müstezat (serbest müstezat)
  • Bütünüyle kendi yarattıkları biçimler
9) Şiirde olduğu gibi romanda da (devrin siyasal baskıları nedeniyle) sosyal konulardan uzak dururlar.
10) Romanda, romantizmin kimi izleri bulunmakla birlikte genel olarak realizme bağlıdırlar.
11) Romanda da dil ağır, üslup sanatkârânedir.
12) Roman tekniği sağlamdır.
13) Yazarlar daha çok yaşadıkları ortamı anlatma yoluna gittikleri için konular, İstanbul’un çeşitli kesimlerinden alınmalıdır.
14) Betimlemeler gözleme dayalıdır ve nesneldir.
15) Bu dönem sanatçıları, devrin siyasal baskıları nedeniyle gazetecilik, tiyatro gibi alanlara pek fazla eğilmemişlerdir.
16) Her bakımdan Avrupalılaşmak gerektiğine inanmışlar ve Batının ilim, sanat ve edebiyatından yararlanmaya çalışmışlardır.
17) Dîvan edebiyatı büyük ölçüde zaafa uğratılmış, en ufak bir hamle yapamayacak hale getirilmiştir.
18) “Sanat, sanat içindir” anlayışı hakimdir. Bu yüzden sanatçılar halk yerine aydın zümreye seslenmişlerdir.
19) Ortaya koyulan edebî ürünlerin ağırlık noktasını aşk, tabiat, merhamet, sanatkârın kendi günlük yaşayışı ve yakın çevresi gibi ferdî konular ve psikolojik tahliller teşkil eder.
20) Şiir, hikaye, roman, edebi tenkit, makale ve mensur şiire çok önem verilerek bu türlerde Batılı örneklere ulaşılmış; tiyatro, mizah ve edebiyat tarihi gibi türler sönük kalmıştır.
21) Bu dönem şairleri, Dîvan edebiyatı nazım şekillerinin pek çoğuna yer vermediler. Verdiklerinde ise çok büyük değişiklik yaptılar. Ayrıca Fransız şiirinden aldıkları sone-terza-rimo gibi Batı edebiyatını klasik nazım şekillerini kullandılar.
22) Hece vezni önemsenmemiş, bu vezinle sadece çocuk şiirleri yazılmıştır. Aruza önem verilmiştir. Nazım, nesre yaklaştırılmıştır. Göze göre kafiye değil, kulağa göre kafiye anlayışı benimsenmiştir.
23) En kusurlu yönleri, dil ve üsluptur. “Sanat, sanat içindir” anlayışı ile hareket ettikleri için, konuşma dilinden uzaklaşarak, anlaşılamayan bir dil ile süslü, yapmacık bir söyleyişe yöneldiler.

SERVET-İ FÜNÛN İLE TANZİMAT EDEBİYATI ARASINDAKİ FARKLAR


  • Tanzimat Edebiyatı’nda şiirin konusu güzel olan her şeydir, Servet-i Fünûn’da güzel kelimesi kaldırılmış ve şiirin konusu sınırsız bir şekilde genişletilmiştir.
  • Tanzimat‘ta rağbet görmüş olan metafizik ve sosyal konular Servet-i Fünûn’da mühim bir yer tutmaz.
  • Tanzimat Edebiyatı’nda dil ve üslup, Servet-i Fünûn’a göre daha sade ve anlaşılırdır.
  • Tanzimat Edebiyatı’nda tiyatro ön plandayken, Servet-i Fünûn’da şiir, roman ve hikaye ön plandadır.
  • Tanzimatçılar “toplum için sanat” görüşünü benimserken, Servet-i Fünûncular “sanat için sanat” görüşünü benimsemişlerdir.
  • Servet-i Fünûn Edebiyatı Tanzimat‘a göre halktan uzaklaşmıştır. Çünkü, Servet-i Fünûn aydın kesime hitap eder.
  • Tanzimatçılar realizm ve romantizme önem verirken, Servet-i Fünûncular parnasizm ve sembolizme önem vermişlerdir.
Son düzenleyen Safi; 26 Mart 2017 20:49
B.L.A.C.K - avatarı
B.L.A.C.K
Ziyaretçi
27 Kasım 2008       Mesaj #7
B.L.A.C.K - avatarı
Ziyaretçi
SERVET-İ FÜNUN EDEBİYATINI HAZIRLAYAN SİYASAL VE SOSYAL SEBEPLER
Avrupai Türk edebiyatının ikinci ve toplu hareketi 1895 yılında, Servet-i Fünûn mecmuasında toplanan genç edebiyatçılar tarafından yapıldı. II. Abdülhamit’in saltanat dönemi edebiyatı üç bölümde incelenmektedir:

1.Dönem: Tanzimat edebiyatı ile, Servet-i Fünûn edebiyatı arası.
2.Dönemi: Servet-i Fünûn edebiyatı oluşturur. Bu da ancak beş altı yıl devam edebildi.
3. Dönem: Bu dönem Servet-i Fünûn’dan sonra II. Meşrutiyet’in ilanına kadar süren dönem.

Servet-i Fünûn batı etkisindeki Türk edebiyatının II.önemli safhasıdır.Bu edebiyat, Sultan Abdülhamit zamanında doğmuş, gelişmiş ve yine bu devirde son bulmuş bir edebiyattır.

Türk edebiyatı aşağıda bahsedeceğimiz ideolojiler etrafındaki mücadeleleriyle mühim bir rol oynar. Bazen de bizzat hazırladığı bu vakaların kuvvetli tesiri altında kalır.

Gelişen ideolojileri şu başlıklar halinde ele alabiliriz:
1. Osmanlıcılık
2.İslamcılık
3. Medeniyetçilik
4.Türkçülük

Her biri cemiyetin ayrı bir realitesini karşılayan bu ideolojilerin etrafındaki mücadele, belki de Modern Türk Edebiyatının asıl tarihini yapar.

Medeniyetçilik ideolojisiyle hareket eden şair ve yazarlardan, Hamit ve Recaizade şu fikirleri ileri sürüyorlardı:
1-İslam medeniyeti devrini tamamlamıştır.
2-Batıda düşüncesiyle, sosyolojisiyle ve tekniği ile yeni bir medeniyet çıkmıştır.
3-Osmanlı devletini bu medeniyet er-geç yıkacaktır.

Bu açıklamalarla Avrupa’nın tablosunu çiziyorlardı. Bu tablo karşısında bizde durum nasıldı?
Bu dönem özellikle imparatorluk üzerinde kötü emeller besleyen, Avrupalı devletlerin bu emellerini gerçekleştirmek için, içte ve dışta çeşitli oyunlar sergilemeye çalıştıkları bir devredir.İmparatorluk ise, kendisine ‘hasta adam’ gözüyle bakılan devleti bir müddet daha ayakta tutabilmek için birtakım sıkı tedbirler almak zorunda kalır. Bu dönemin sert görünüş hürriyet anlayışını adeta bir fikri sabit hale getiren bu devir gençlerinde ruhi bir bunalım yaratmıştır.

Özellikle devletin içten ve dıştan maruz kaldığı bu tehlikeleri önleyebilmek için alınan tedbirler, Tanzimatçıların sahip oldukları hürriyet havasına imkan vermiyordu.Bu imkansızlık gençleri ruhi bunalımlara sevk ediyordu.1877 Osmanlı-Rus harbinin kötü sonuçlanması üzerine,1876’da açılan Meclis-i Mebusan tekrar kapatılır.Devlet Rumeli’de istiklalini kazanmaya çalışan azınlıklar karşısında bile zayıf duruma düşer.Dünyayı kaplayan hürriyet, milliyet ve istiklal cereyanlarının, özellikle batılı büyük devletlerin gayretleriyle hızla gelişmesi, devlet yönetimini de bunaltır.Bu yüzden alınan tedbirlerin dozu biraz daha artar.Kendi tebası olan yabancı toplulukların dıştan desteli isyan teşebbüslerini önleme imkanı daralır.Büyük devletlerin her zengin coğrafyaya sahip olma istekleri gittikçe bir ihtiras halini alır.Kendi aydınları tarafından bile desteklenme talihini kaybeden imparatorluk yönetiminin alınan bu sıkı tedbirlerin sebebini açıklayamaması, yönetimi gençlerin gözünde tek suçlu durumuna düşürüyordu.

İdealist fikirlerle ortaya çıkan Jön Türklerin dış tehlikeler karşısında tam bir milli bütünlük içerisinde bulunulmak yerine, işi Ermenilerle iş birliği yapacak kadar ileri götürmeleri, yönetimin aldığı tedbirleri daha da arttırmasına yol açar.Bu arada saray yönetimi içinde, hoşnutsuzluğu gittikçe nefrete dönüşen bu gençleri dış tehlikeler karşısında uyanık olmaya çağıracak tecrübeli ve bilgili kişiler bulunmamaktaydı. Devletin maruz kaldığı bu tehlikeler karşısında bir kısım münevverler hadiselere kayıtsız kalırken, bir kısmı ise kendisini koyu bir Avrupa perestliğin kucağına atıyordu. Babıali’nin nüfusunu Abdülhamit, tamamıyla ortadan kaldırıp, Yıldız’ı hakim vaziyete getirmiş,iktidar mevkilerine kendine uygun adamları geçirmek suretiyle, mutlak bir disiplin mekanizması kurmuştu.Bu hakimiyetini kontrol altında tutabilmek için bir hafiye teşkilatı kurmuştu.Bu öyle yaygınlaştı ki herkes padişaha yaranmak için birer hafiye kesilmişti.

Çizdiğimiz bu siyasi tablonun karşısına medeniyetçiler şu görüşlerini ileri sürdüler:
1-Batıdaki düşünceleri, yaşayışları, tekniği aynen almalıyız.
2-Bir Avrupalı gibi olursak, onlara benzediğimiz için Avrupalılar bize saldırmazlar.

Medeniyetçiler, daha önce açıkladıkları gibi ‘İslam medeniyeti devrini tamamlamıştır’ derlerken, Avrupalıların (Hıristiyan) medeniyet ve tekniğinin hızla geliştiğini ileri sürmekteydiler.Halbuki şunu unutuyorlardı, hayran oldukları bu medeniyet, bir zamanlar Osmanlı devletinin himmetine muhtaç ve Osmanlı-İslam medeniyeti hayranı idi.Onlar Orta çağ engizisyonunu yaşarken, bizde ilim ve fen canlı bir şekilde devam ediyordu. Batı; düşüncede, sosyolojide ve teknikte bir gelişme göstermiştir.Ama Servet-i Fünûn gençliğine göre biz bunların hepsini aynen almalıyız. Ama şunu akıl edemediler ki; her milletin düşünce, yaşayış ve sosyal yapısı farklıdır.

Bu bunalımlı ve buhranlarla dolu zor dönem 1908’de son bulur. Devlet yönetimi İttihat ve Terakki cemiyetinin eline geçer. Fakat felaketler zinciri yine de son bulmaz. Devlet İttihat ve Terakkinin tecrübesiz hareketi sonucu Balkan harbinin getirdiği başarısızlıklarla sürüklenir.

Bu edebiyat o dönemin siyasi durumu, anlatırken d belirtildiği gibi, hürriyetsizlik anlayışının o dönem gençlerince bir bunalım olarak görüldüğü devrede kuruldu.Bu dönem, batının sadece edebiyat kaynağı olarak görüldüğü gibi, hürriyet kaynağı olarak ta görüldüğü devredir. Bu dönemde batıya olan hayranlık had safhaya ulaşmıştır. Bu siyasi dönemde yetişip edebiyat yapmaya çalıştırlar.Böyle bir durum bütün millette doğurduğu hastalık, melankoli, hayattan bezginlik ve kaygısızlık şüphesiz onlarında ruhunda aynı tesiri uyandıracaktı.

Bu cereyanın edebiyatçıları, şark kültüründen evvel ve şark edebiyatından önce batı edebiyatını tanımışlardır. Hatta aralarında bunu bir iftihar vesilesi sayanlar da vardır. Sosyal meselelerin serbestçe konuşulamayışı,bu hususta kendini göstermek isteyen iradelerin susturuluşu, herkeste bir neme lazımcılık hissi doğurmuştu.Herkes kendi derdine ve kendi keyfine düşmüş,sosyal sorumluluk duygusu tamamen yok olmuştu.Meseleleri söz söylemek olan edebiyatçılar başka mevzular aramaya başlamışlardı. Şu fikirleri ileri sürdüler:

a-Avrupa imparatorluk ve derebeylik dönemini aşmıştır.(1789 Fransız ihtilali ile)
b-Avrupa da (bilhassa Fransa’da) burjuvazi adı verdiğimiz şehirlilerle işçiler gibi iki tabaka vardır. Bu iki tabakanın çekişmesiyle iki edebiyatta buna bağlıdır. Bizde de benzeri yapılar gerçekleşmediği takdirde, edebiyatımızın gelişmesi mümkün değildir.

Servet-i Fünün Sanat Anlayışının Başlangıcı:
Tevfik Fikret ve Ahmet İhsan Recaizade Mahmut Ekrem’in talebeleri olmak dolayısıyla onunla yakından temasta idiler. Halid, İzmir’de üstadı eserlerinden tanıyor, hatta görüşüp konuşuyorlardı. H.Cahit ise daha birleşmeden önce Fikret’i tanıyordu. Kısaca bu edebiyat cereyanı içindekiler birbirlerini daha önceden tanımış ve kaynaşmışlardı.

Servet-i Fünûncuların düzenli tahsil görmeleri, okudukları Avrupai mekteplerde, Avrupalı edipleri yakından öğrenmeleri ve hemen hemen hepsinin orta tabaka ailelerden gelmeleri, onlarda ortak bir sanat zevkinin doğmasına yol açmıştır. Fakat aynı sanat zevkine sahip olmalarına rağmen bu zevki aksettirişleri farklıdır.

Bu edebiyatta Tanzimat’ta olduğu gibi bir siyasi ve aktif bir fonksiyon yoktur. Aşırı alafrangalılık bu edebiyatın en çok kınanan özelliklerindendir. Memleket meseleleri ve Anadolu insanının yaşayışı,bazı küçük denemeler dışında bu edebiyatta mevcut değildir.Yaşadıkları siyasi devir onları hakikatten kaçmalarına,günlük meselelerle ilgilenmemelerine sebep olmuş. Hüzne düşkünlük ferdiyetçilik gibi duygularını beslemiştir.

Solgun çiçeklerden, düşmüş sarı yapraklardan bahseden ve kadın denince bunun bile veremlisinin makbul sayıldığı bu dönemin özelliği,onların özel hayatlarına girmiştir.Verem, intihar, kimsesizlik ve inziva, aşkı ölümle neticelenmek, sarı-siyah gibi daha çok hastalığı ve ölümü temsil renkler, karanlık mevzular onların ortak sanat çizgileridir.

Servet-i Fünûn Edebiyatı 1895 yılında başladı. Bu yılın sonlarında Recaizade’nin teşvik ve aracılığıyla, Servet-i Fünûn mecmuasının baş muharrirliği, onun en kıymetli talebesi Tevfik Fikret’e verildi. Bu sanat çizgisine dahil olup başka dergilerde (Mektep, Maarif, Hazine-i Fünûn, Mirsat ve Malumat) yazan birçok şair ve yazar Servet-i Fünûnda toplandı. Hep birden Servet-i Fünûn edebiyatı denilen bir edebi çığırı açtılar.

SERVET-İ FÜNUN EDEBİYAT ANLAYIŞI:
1. Çağdaş Fransız edebiyatına benzer eserler vermek ve bu eserlerde sanat için sanat anlayışına bağlı kalmaktır.

2. Servet-i Fünûncuların örnek aldıkları Fransız yazarları, realistlerle natüralistlerdir. Aynı edebiyatın şiirde yaptığı yeniliklerde kısmen Parnasse, kısmen Symbolisme akımlarının izleri vardır.

3. Bu edebiyatın bir diğer özelliği, Avrupa tipi eserler vermek yolunda Tanzimat edebiyatından daha becerikli, daha çalışkan oluşudur.

4. Servet-i Fünûncular, kendilerinden önceki Avrupaî Türk edebiyatını hem iptidaî, hem yetersiz buluyorlardı. Onlara göre, Tanzimat edebiyatı: “J.-J. Rousseau'dan beş on sayfa, La Fontaine' den birkaç efsane, Vefik Paşa'nın Moliere adaptasyonları, sayısı onu geçmediği halde sanat bakımından hiç de başarılı sayılamayacak birkaç hikâye"den ibaretti. Servet-i Fünûncular, Türkiye'ye tam anlamıyla Avrupai bir edebiyat getirdiklerine inanıyorlardı.

5. Servet-i Fünûncular, herhangi bir halk sınıfına hitap etmekten uzak kalmışlardır. Servet-i Fünûncular, yurt çoğunluğunun bedii-içtimai ihtiyaçlarını düşünmemiş: Yurdun, İstanbul dışı hayatiyle çok az ilgilenmiş, mevzularını Avrupalılaşmış aydınların hayatından almış ve yine onlar için yazılmış bir salon edebiyatı meydana getirmişlerdir.

6. Eserlerini mübalağalı derecede aristokrat bir dille yazmaları, baskısı yüzünden hiç bir sosyal hareketin başına geçmek imkânı bulamayışları; nihayet, karakter bakımından toplumcu olmaktan çok, sanatkâr bir ruh taşımaları, onları daha çok yüksek sanat eseri oluşturma anlayışına bağlı bırakmıştır.

SERVET-İ FÜNÛN EDEBİYATINDA DİL ANLAYIŞI:
1. Servet-i Fünûn yazarları, Namık Kemal'den çok, Abdülhak Hamid'in eserlerindeki yeni ve göz alıcı Osmanlı Türkçesini beğenmişlerdir.

2. Servet-i Fünûn lisanı fazla külfetli ve aristokrat bir dildir.Yazılarında süslü cümleler kullanarak, zarif, ahenkli, fakat işitilmemiş kelimeler sıralamak hevesindedirler.

3. Onlar, bilhassa Farsça kelimelerin söylenişinde âdeta bir alafrangalık buluyor, Farisî terkiplerle birleşik sıfatları, Fransızca söyleyişleri andırdıkları ve herkesçe bilinmeyen sözler oldukları için, zevk ve hevesle kullanıyorlardı.

4. Fransızcada rastladıkları Neige d'or (Altın kar) terkibini Farsça, berf-i zerrîn ifadesiyle, Frisson iamineux (Işıklı titreyiş) terkibini, lerze-i rûşen şekliyle Fârisîleştirmekte özel ahenk buluyorlardı.

5. Dilde milliyetçilik hareketlerinin kuvvetli bir çığır halini almadığı o devirde, halk Türkçe’sinin inceliklerini bilmeyen Servet-i Fünûncular için, Servet-i Fünûn dilinden başka bir lisan kullanmak kolay değildi.

6. Servet-i Fünûn lisanı, sade Türkçe bakımından zararlı olmuş, fakat edebiyat sanatının gelişmesine ve daha zengin bir ifade vasıtası bulmasına hizmet etmiştir.

7. Fikret'in, Cenab'ın, Süleyman Nazif'in şiir ve nesirlerinde örneklerini gördüğünüz ve Halid Ziya'nın yazılarında süslü cümleleriyle karşılaştığınız Servet-i Fünıın dili, sanatkârlarının zevkle, hatta sevgiyle kullandıkları bir lisandı.

8. Bu dil, aşırı bir şekilde Farisî terkipleri ve birtakım Edebiyat-ı Cedîde vasf-ı terkibîleri ile, yani Fars kaidesiyle yapılan birleşik sıfatlarla süsleniyor, kolaylığını, ahengini ve akıcılığını bu güzel, fakat yabancı unsurlardan alıyordu.

9. Zaman zaman: Sâât-ı semenfâm = Yasemin renkli saatler gibi, devrin klasik lisan kurallarına ve klasik söyleyiş mantığına aykırı olarak yapılan bu yabancı terkiplerin Servet-i Fünûn diline -bütün itirazlara rağmen- bir vecize zarifliği ve bir vecize zenginliği verdiği meydandadır.

10. Servet-i Fünûn Edebiyatı'nın en önemli başarısı, edebiyat türlerinde yaptığı yeniliklerde ve bu türlere daha Avrupaî bir görüşle bakmasındadır. Bu sebeple, Edebiyat-ı Cedide'yi, belli başlı edebiyat türlerine göre gözden geçirmek yoluyla tanıtmak daha yerinde olur.

SERVET-İ FÜNUN ŞİİRİ
1. Edebiyat-ı Cedide şiiri, gerek dil, gerek şekil, gerek şiir anlayışı bakımından Tanzimat şiirinden epey farklıdır. Servet-I Fünûn şiirinde her şeyden önce, bir musiki zevki ve kuvvetli bir musiki lisanı vardır. Bu lisan, dış musikisi, vezin ve şekil kusurluğu bakımından en ziyade Fikret'in nazmında gelişmiş; iç musikîsi, yani doyurucu şiir olabilmek özelliğini de en çok Cenab'ın şiirlerinde göstermiştir.

2. Edebiyat-ı Cedîde şairleri, açık ve kapalı hecelerden kurulu Türkçe’ye Divan edebiyatı yüzyıllarının kazandırdığı üçüncü heceyi, yani, uzun heceyi mısralarında Türkçe’nin tabiî bir sesi gibi kullanmışlardır.

3. Servet-i Fünûn şairleri, aruzun Türk dili musikisine en uygun kalıplarına zevkle ve ihtimamla seçerek kullanmış, Türkçe’yi bu vezinlere yerleştirmekte ustalık göstermişlerdir.

4. Edebiyat-ı Cedide şairlerinin nazım şekilleri bakımından yaptıkları değişiklik, Avrupa şiirinin klasik bir nazım şekli olan sonnet'yi kullanmaları ve yine aruz vezniyle bir serbest nazım hareketi yapmalarıdır.

5. Onların, Divan şiirindeki müstezat şeklini genişleterek yaptıkları bir serbest nazım cereyanı, bilhassa Fikret ve Cenab gibi şairler tarafından başarıyle yürütülmüştür.

6. Kafiye anlayışları da şekilden çok ses benzerliğine dayanır. Servet-i Fünûncular bu anlayışı, Recaîzade Ekrem'in, kafiye göz için değil, kulak içindir· cümlesiyle ifade ediyorlardı.

7. Divan şiirinde bir mısra, ya da bir beyitte tamamlanan manzum cümle anlayışı da, kesin olarak Servet-i Fünûncular tarafından değiştirilmiştir. Bir sözün bir beyitte başlayıp, diğer bir -veya birkaç- beyit boyunca devam ederek, bir başka beytin ortalarında bitmesi tarzındaki serbest söyleyişi, kesin olarak -ve âdeta kendi şiirlerinin karakteristik vasfı halinde- tatbik eden şairler, Servet-i Fünûn şairleridir.

8. Edebiyat-ı Cedîdecilerin şiirde yaptıkları diğer bir yenilik de, onun mevzuunu genişletmiş olmalarıdır: Şiirimizde önce Hamid'in eserlerinde başlayan bu çeşitlilik, Servet-i Fünûncuların elinde hızla yayılmış ve Türk dilini hayatın iyi, kötü, çirkin, güzel, her hali, her duygusu, her düşüncesi, her sesi, her hadisesi için. şiir söylemek yolunda bir gelişmeye ulaştırmıştır. Ancak bu çeşitlilik, şiirleşen heyecanların yüceliğine engel olmamış, Servet-i Fünûncular, âdî duyguları, âdi sözlerle söyleyip, şiiri bayağılığa düşürmemişlerdir.

SERVET-İ FÜNÛN HİKÂYE VE ROMANI :
1. Bu edebî tür, daha Tanzimat yıllarında bile, yeni şiirin gördüğü ölçüde itiraz görmemiş, bünyesindeki Avrupaî yenilikleri Türk hayat ve edebiyatına daha kolay kabul ettirmiştir. Bunun başlıca sebebi, gazeteciliğin kuruluşundan beri edebiyatta nesrin daha geniş bir rağ­bet görmesi, nazmın ise hemen yalnız şiirde kullanılan bir ifade vasıtası haline gelmesidir.

2. Roman, Türk edebiyatında âdeta yepyeni bir edebî tür diye karşılanmış, onun, eski ve manzum Şark hikâyelerinin yerini aldığı, muhafazakârlarca fark edilmemiştir. Bu sebeple, önce tercüme eserlerle başlayan Avrupaî Türk romanı, kısa zamanda telif eserlerin yazılmasını teşvik eden, geniş bir rağbet görmüştür.

3. Servet-i Fünûn romancıları arasında ilk öğrenimlerinden beri, Avrupa dillerini ve edebiyatlarını öğrenmiş bulunanlar vardı. Bunlar, roman zevkini ya doğrudan doğruya Batı edebiyatından, yahut yine Batı tesiri altında gelişen Tanzimat romanından almış bulunuyorlardı. Yeni romancılar, eski Türk edebiyatına zevk, şekil ve edebî anlayış bakımından bağlı bulunmadıkları için, Türkiye'de Avrupaî roman ve hikâyenin gelişmesi yolunda tam bir cesaretle ve geriye bakmadan çalışabilmişlerdir.

4.Tanzimat'ın hikâye ve romanı, Fransız romantiklerinden biraz da realistlerden örnek almıştı. Servet-i Fünûn romancılarına örnek olanlar da, genel olarak realist ve natüralist Fransız edebiyatıyle, yine Fransa'da bir psikolojik roman çığırı açan yazarlardır.

5. Batı'ya dönüşün kuvvetli oluşu ve eski Doğu'dan hatıra taşımayışı yüzünden, Servet-i Fünûn romanının yalnız roman mimarîsi değil, hayatı ve kahramanları da biraz Avrupaîdir. Bununla beraber, Edebiyat-ı Cedîde romancılarının roman dünyamıza içinde bulundukları sosyal hayattan bazı kuvvetli tipler ve sahneler getirdikleri inkâr olunamaz. Halid Ziya'nın Mai ve Siyah romanındaki Ahmet Cemil tipi, Aşk-ı Memnu'daki Firdevs Hanım, Nihâl ve Bihter, o devir İstanbul'unda yaşamışlardı.

6. Servet-i Fünûn'un küçük hikâyesi, daha çok, Sami Paşazade Sezaî'nin ulaştığı merhaleden harekete geçmiş durumdadır. Servet-i Fünûn yazarlarının kitaplar dolusu küçük hikâyeler yazmaları çok önemlidir, Bu yazarların yaşadıkları çağlar, Türkiye'de küçük hikâye edebiyatının altın devri sayılır. Küçük hikâyenin, yazarlar ve okuyanlar arasında gördüğü rağbet, Servet-i Fünûn'dan sonra da yeni birtakım küçük hikâyecilerin yetişmesini sağlamıştır.
Son düzenleyen Safi; 17 Ekim 2018 00:52
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Temmuz 2009       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Servet-i Fünun Dönemi Gelişmeleri

Servet-i Fünun, daha önce Ahmet İhsan tarafından çıkarılan bir fen dergisidir. Recaizade, 1895 sonlarında derginin başına Tevfik Fikret’i getirir. Tanzimat’la birlikte başlayan edebiyatı Avrupa ruhu ve teknigi içinde yenileştirme hareketi, 1896-1901 yılları arasında, Servet-i Fünun dergisi etrafinda, Recaizade önderliginde toplanan yeni nesille ikinci bir hamle yapmıştır.

Edebiyat-ı Cedide, diğer bilinen ismiyle Servet-i Fünun Edebiyatı, II. Abdülhamit döneminde, Servet-i Fünun dergisi çevresinde toplanan sanatçıların batı etkisinde geliştirdikleri bir edebiyat hareketidir. Bu hareket 1896′dan 1901′e kadar etkili olmuş ve II. Abdülhamit’in baskı döneminden geçmiştir. 16 Ekim 1901 yılında Hüseyin Cahit Yalçın’ın Fransızcadan çevirdiği “Edebiyat ve Hukuk” başlıklı makalenin dergide yayınlanması üzerine dergi kapatılmış, dolayısıyla Servet-i Fünun topluluğunun faaliyetleri de son bulmuştur.

Servet-i Fünun veya Edebiyat-ı Cedide devri, Türk edebiyatında 1860′tan beri devam eden Doğu-Batı mücadelesinin kesin sonucunu (Batı edebiyatının lehine) belirleyen aşamadır. Gerçekten yoğun ve dinamik çalışmalarla geçen bu kısa dönem sonunda Türk edebiyatı, gerek anlayış, gerek içerik, gerekse teknik bakımdan tamamıyla Batılı bir nitelik kazanmıştır. Bu döneme Servet-i Fünun adının verilmesi bu edebi hareketin Servet-i Fünun dergisinde gerçekleşmesindendir.Adından da anlaşılacağı gibi önceleri ‘fen’ konularını ele alan bu derginin yazı işleri müdürlüğüne Tevfik Fikret’in getirilmesiyle dergi, bütünüyle bir edebiyat dergisi haline gelir (7 Şubat 1896).

Divan edebiyatına karşı kurulmasına çalışılan Avrupai Türk edebiyatını ifade için kullanılan ‘Edebiyat-ı Cedide’ (yenilikçi edebiyatçıları) teriminin bu harekete ad olması ise, hareketin bu terimi bütünüyle benimseyip, kendi hakkında da sıkça kullanmasındandır. Bu hareketin 1901 yılında, Hüseyin Cahit Yalçın’ın Fransızcadan çevirdiği ‘Edebiyat ve Hukuk’ adlı makalesinin II:Abdülhamit yönetimince kışkırtıcı bulunarak, derginin kapatılmasıyla son bulduğu kabul edilir.

Bu nesli Ali Ekrem, Cenap Şahabettin, Süleyman Nazif, Mehmet Rauf, Tevfik Fikret, Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet, Faik Ali, Celâl Sahir, Hüseyin Suat oluşturur. Sonradan Halit Ziya da bu gruba katılmıştır. Dönem, 2. Abdülhamit’in istibdat dönemidir. Dönemin bu özelliği sebebiyle edebiyatçılar içe dönük davranmış, kişisel konuları, içliliği, aşkı, karamsarlığı, hayal kırıklığını, tabiat güzelliklerini, melânkoliyi ve üzüntüyü işlemişler; toplumsal sorunlara değinmemişlerdir. Adeta yüksek zümre edebiyatı gibidir. Bunda Recaizade’nin büyük etkisi vardır.

Servet-i Fünuncu ve Edebiyat-ı Cedideciler denilen grup, Fransız edebiyatının özelliklerini büyük ölçüde Türk edebiyatına adapte etmeye çalışmışlardır. Fransız realizmi örnek alınmıştır. Tanzimat döneminde başlayan ve benimsenen, dildeki yabancı unsurları ayıklayarak sade Türkçe’ye geçiş hareketi bu devirde durmuş, Arapca ve Farsça kelimelere yeniden itibar edilmeye başlanmıştır.

Tanzimatçıların birinci dönem sanatçıları, sanat toplum içindir prensibini benimserken, Servet-i Fünuncular ise Tanzimat’ın ikinci dönemindeki gibi sanat sanat içindir prensibi ile hareket etmişlerdir. Topluluğun üslûbu süslü ve sanatlı; ruh ve ifade tarzı ise Avrupai’dir. Şiirde aruz vezni kullanılmakla birlikte, nazım şekillerinde ve konularda büyük yenilikler yapılmıştır. nazmı nesre yaklaştırmışlar, beyit bütünlüğü yerine konu bütünlüğünü esas almışlardır. Bir cümle birkaç dizede/beyitte tamamlanabilir.

Fransız şiirinden alınan sone ve terza-rima gibi şekiller ve serbest müstezat çokça kullanılmıştır. Kafiyede kulak kafiyesi benimsenmiştir. Romanda ve hikâyede batılı anlamda başarılı örnekler verilmiştir. Romanda tahlile ve teferruata yer verilmiş, modern kısa hikayenin ilk örnekleri bu dönemde şekillenmiştir. Roman ve hikâyede olaylar ve kişiler tamamen İstanbul’a, seçkin tabakaya aittir. Romanda realizmden, şiirde parnasizm ve sembolizmden etkilenmişlerdir.

Bu dönemde gazetenin yerini dergiler almıştır: Servet-i Fünun, Malûmat, Mektep, Mütalâa, Hazine-i Fünun, Resimli Gazete…
Şiir, roman, hikâye, tiyatro, tenkit ve hatırat türlerinde başarılı eserler veren Servet-i Fünun temsilcilerinin en tanınmışları, Şiirde Tevfik Fikret, Cenap Şehabettin, Süleyman Nazif; Roman ve hikâyede Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Hikmet Müftüoğlu’dur.

Servet-i Fünun edebiyatına katılmayarak gene batılı anlayışla eserler verenler arasında Ahmet Rasim hatırat türü ile, Hüseyin Rahmi Gürpınar İstanbul’u anlatan romanları ile yeni Türk edebiyatını desteklemişlerdir. Servet-i Fünun dergisinin 1901’de kapatılmasıyla topluluk da dağılır.
Son düzenleyen Safi; 26 Mart 2017 20:50
Mira - avatarı
Mira
VIP VIP Üye
7 Ocak 2012       Mesaj #9
Mira - avatarı
VIP VIP Üye

Servet-i Fünun Döneminin Önemli Temsilcileri


Tevfik Fikret (1867-1915)


Recaizade ve Hamit’in tesiriyle batılı şiire yönelmiştir. Servet-i Fünun’un şiirdeki en önemli temsilcisidir. Ilk şiirlerinde ferdî konulari (aşk, acima, hayal kirikligi…) işler topluluktan ayri yazdigi şiirlerde toplumsal konulara yönelir. Bu anlayişla yazdigi şiirlerinde temalar, hürriyet, medeniyet, insanlik, bilim, fen ve tekniktir. Sis, Halûk’un Vedaı, Tarih-i Kadim, Halûk’un Amentüsü adlı şiirlerinde bu konuları işler. Sanatının bu ikinci döneminde dinlere de cephe alır, kutsal olan her şeye karşı çıkar, hatta İstanbul’a dahi küfreder (Sis).

Fikret, aruzu Türkçeye başarıyla uygulamıştır. Serbest müstezadı geliştirerek serbestçe kullanmıştır. İlk dönemde dili oldukça ağırdır. Şiiri düz yazıya yaklaştırmıştır. Ahenge büyük önem verir. Şiirlerinde şekil bakımından parnasizmin etkisi görülür. “Şermin”, onun çocuklar için ve heceyle yazdığı şiirlerden oluşan bir eseridir.

Şairin, Batılı sanat anlayışını benimsemesindeki en önemli neden lisede edebiyat öğretmeni olan Recaizade Mahmut Ekrem’den etkilenmesidir. Sanat yaşamı iki ayrı dönem içerisinde incelenebilir. Birinci dönem Servet-i Fünun hareketinin içinde bulunduğu dönemdir. Bu dönemde ‘sanat sanat içindir’ anlayışıyla ürünler vermesine karşın, yine de toplumsal konuların sınırını (dönemin siyasal yapısına rağmen) zorlamıştır.

İkinci dönemde ise (1901′den sonra) toplumsal konulara yönelmiş, ‘toplum için sanat’ anlayışıyla ürünler vermiştir. Türk edebiyatının Batılılaşmasında en büyük pay Tevfik Fikret’indir. Şiirleri hem biçim hem de içerik olarak yenidir. Parnasizmden etkilendiğiaçıkça görülür. Müstezadı, serbest müstezat yapan, nazmı düzyazıya yaklaştıran, beyitin, aruzun egemenliğine son veren hep Fikret’tir.

En büyük özlemi, Osmanlı İmparatorluğu’nun çağdaş medeniyet düzeyine yükselmesidir. Bunu da Batı’dakifen ve teknolojinin ülkeye kazandırılmasıyla gerçekleşeceğine inanır. Ona göre en öenmli varlık insandır. Onların özgürlüklerini ve haklarını savunur. Dinlerin, savaşlara kaynaklık etmesi nedeniyle dinleri bu yönüyle eleştirir. Ülkenin geleceğini gençlikte görür, onlara ve çocuklara büyük bir sevgi ve içtenlikle yönelir. Çocuklar için ilk kez şiirler yazan sanatçıdır.
Ayrıca şair, aruz ölçüsünü Türkçeye başarıyla uygulayan üç büyük sanatçıdan biridir (Diğer şairler Yahya Kemal ve Mehmet Akif‘tir)
  • Eserleri: Rübab-ı Şikeste, Halûk’un Defteri, Rübabın Cevabı, Tarih-i Kadim, Doksanbeşe Doğru

Cenap Şahabettin (1870-1934)


Servet-i Fünun’un Tevfik Fikret’ten sonra en önemli şairidir. Asil meslegi doktorluktur. Ihtisas için gittigi Fransa’da tıptan çok şiirle ilgilenerek sembolizmi yakından takip etmiş ve bu akımdan etkilenmiştir. Şiirde kelimeleri müzikal değerlere göre seçerek kullanır.

Tıp öğrenimi için gittiği Fransa’da edebiyatla ilgilenmişve sembolizmden etkilenmiştir.Ancak sembolizmi kavramakta yetersiz kalmış, şiirlerinde bol bol istiare kullanmış ve ses uyumuna dikkat etmiştir. Ağır bir dil ve süslü anlatım en belirgin özellikleridir.Şiirlerinde aruzun birden fazla kalıbına, genellikle de karışık kalıplarına yer vermiştir. Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkan şari Milli Edebiyat‘la başlayan dilde sadeleşme çabalarına karşı çıkar. Aşk ve doğa en çok işlediği konulardır.

Dili oldukça ağırdır. Bilinmeyen Arapca ve Farsça kelime ve tamlamalar kullanır. Duygu ve hayal yüklü tamlamalar kurar. Serbest müstezadı çok kullanmıştır. Aynı şiirde birden fazla aruz kalıbı kullanmıştır. Aşk ve tabiat değişmez konularıdır. Sanatı, sanat, hatta güzellik için yapmıştır. Bolca semboller kullanmış, tabiatla iç dünyanın kompozisyonunu çizmiştir.
  • Düz yazıları da vardır: Hac Yolunda, onun gezi yazısıdır. Suriye Mektupları ve Avrupa Mektupları da gezi türündedir.
  • Diğer nesirleri: Evrak-ı Eyyam, Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh, Tiryaki Sözleri (kendi vecizeleri)
  • Tiyatro eserleri: yalan (dram), Körebe (komedi)

Halit Ziya Uşaklıgil (1867-1945)


Servet-i Fünun’un roman ve hikâyede en ünlü edebiyatçısıdır. Süslü, sanatlı ve ağır bir dili ve üslûbu vardır. Batılı anlamdaki ilk romanları yazmıştır. Realizmden etkilenmiştir. Romanlarında aydın kişileri anlatır. Mai ve Siyah’taki Ahmet Cemil, Servet-i Fünun sanatçısının temsilcisidir. Kahramanları yaşadıkları çevreye uygun anlatır ve ruh tahlillerine önem verir.

Gerek sağlam roman tekniğinin öncülüğü, gerekse realizmin ilk olgun ürünler vermesi bakımından Türk edebiyatına roman ve hikaye alanında büyük katkısı olan sanatçıdır. Anlatımının söz oyunlarıyla yüklü, dilinin oldukça ağır olmasına rağmen yazar, ilginç tipler bulmakta, başarılı ruhsal çözümlemeler yapmakta ve nesnel kişi, çevre betimlemelerinde oldukça ustadır. Konularını İstanbul’un çeşitli kesimlerinden seçer, ancak sosyal sorunları ele almak gibi bir amacı yoktur. Gözleme çok önem verir. Romanlarının konularını genellikle aydı tabakanın hayatından alan Halit Ziya, hikayelerinin önemli bir kısmında halk tabakasının insanlarını, onların yaşayış, adet ve inançlarını anlatmıştır.

Hikâyelerinde Anadolu hayatına ve köy ve kasaba yaşayışına, romanlarında yalnız İstanbul’a yer verir. Anı ve mensur şiir türünde eserleri de vardır.
  • Romanları: Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar, bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekası, Sefile…
  • Hikâyeleri: İzmir Hikâyeleri, hikâye-i Sevda, Kadın Pençesi, Onu Beklerken, Aşka Dair…
  • Hatıraları: Saray ve Ötesi, Kırk Yıl, Bir Acı Hikâye

Mehmet Rauf (1875-1931)


Servet-i Fünun romanının ikinci önemli ismidir. Roman, hikâye ve tiyatro türünde eserleri vardır. Romantik duyguları, hayalleri ve aşkları işlemiştir. Sosyal hayata pek yer vermemiştir. Arzu, ihtiras ve aşk maceraları temel konularıdır. Romanlarında psikolojik tahlillere önem vermiştir. Dili sadedir.

En önemli eseri Eylül’dür. Roman edebiyatımızdaki ilk psikolojik roman olarak bilinir. Konusu yasak aşktır. Şahıs sayısı azdır. Psikolojik tahliller başarılıdır.
  • Romanları: Eylül, Ferda-yı Garam, Genç Kız Kalbi, Define, Son Yıldız, Kan Damlası.
  • Hikâyeleri: Son Emel, Bir Aşkın Tarihi, Üç Hikâye, Hanımlar Arasında, Menekşe. “Siyah İnciler” ise mensur şiirlerinden oluşur.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 26 Mart 2017 20:50
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
26 Mart 2017       Mesaj #10
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Edebiyat-ı cedide (yeni edebiyat)


topluluğunun kurulmasını, tanzimat edebiyatı şair ve yazarı Recaizade Mahmut Ekrem (1867-1915) hazırlamıştır.

Haşan Asaf adlı genç şairin, bir şiirinde "abes" ile "muktebes" sözcüklerinin kafiye olarak kullanılması eski edebiyat yanlılarınca eleştirilmiş; arap yazısında ayrı ayrı birer harf olan ve sesleri benzese de yazılışları benzemeyen "se" ve “sin” harflerinin kafiyeli sayılamayacağı yazılmıştı Genç şair, Recaizade tarafından ileriye sürülen "katiye göz için değil, kulak içindir" görüşüne dayanarak kendini savununca, bu kez eski edebiyat yanlılarıyla Recaizade arasında şiddetli bir tartışma başlamış (ABES MUKTEBES TARTIŞMASI); Recaizade, yanıtlarının bir kısmını Servet-i fünun dergisinde yayımlamıştı. Servet-i fünun, Recaizade'nin Mektebi mûlkiye'den öğrencisi olan Ahmet İhsan (Tokgöz, 1868-1942) tarafından 1891 yılından beri çıkarılan bir magazindi. Recaizade, bunun bir edebi yat dergisi yapılmasını önerdi, kendisinin Mekteb-ı sultani'den (Galatasaray lisesi) öğrencisi olan Tevfik Fikret de derginin edebiyat bölümü başyazarlığına getirildi (şubat 1896, sayı 256).

O sırada "Mektep" ve başka dergilerde yazan ve Recaizade yanlısı olan başka gençlerin de Servet-i fünun çevresinde toplanmasıyla, "Edebiyat-ı cedide" topluluğu oluştu. Abdülhamit sansürünce Servet-i fünun kapatılınca (ekim 1901, sayı 553) topluluk dağıldı; sanatçılar, çalışmalarını, daha sonraki ikinci meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde bağımsız -***** yürüttüler. Bunların altı yıl süren toplu çalışmaları, türk edebiyatında önemli bir aşama meydana getirmiştir. "Edebiyat ı cedide" topluluğunu oluşturan sanatçılar şunlardır:

Şairler: Tevfik Fikret, Cenap Şahadettin, Hüseyin Siret(izsever), Hüseyin Suat (Yalçın), A. Nadir (Ali Ekrem Bolayır), Süleyman Nesip (Süleyman Paşazade Sami). İbrahim Cehdi (Süleyman Nazif), H. Nazım (Ahmet Reşit), Faik Âli (Ozansoy), Celal Sahir (Erozan).

Nesir yazarları Halit Ziya (Uşaklıgil), Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit (Yalçın), Müftüoğlu Ahmet Hikmet, Safveti Ziya, Ahmet Şuayip.
Edebiyat-ı cedide’nin başlıca özellikleri şu noktalarda toplanabilir:
Edebiyat-ı cedide sanatçıları, batı uygarlığına, özellikle Fransa’ya hayranlık göstermişler, Türkiye’nin avrupalılaşma yoluyla yükseleceğine inanmışlar, orada "sanat, fen (bilim)” ne buldularsa Türkiye’ye aktarmaya çalışmışlar; laik düşünce yolunu benimsemişler, hep din dışı yazılar yazmışlardır.

Devlet ve siyaset konularına değinmek, “vatan, hürriyet, istiklal, inkılap, ihtilal vb." gibi sözcük ve kavramları kullanmak yasak olduğu için, Tanzimat dönemi sanat çitarinin tersine, toplumsal sorunları İşleme olanağı bulunamamış; ancak aşk, özlem, acıma vb. gibi bireysel temalar üzerinde durulmuştur. Bunun sonucu olarak da, transız edebiyatından öğrendikleri "sanat sanat içindir" görüşünü benimsemişlerdir, (Edebiyat ı cedide sanatçıları bu yüzden, daha sonraki dönemlerde, memleketi yansıtmamak ve ulusal olmamakla suçlanmışlardır.)

Yine tanzimat sanatçılarının tersine olarak, halka seslenmek düşünülmemiş, "havassa mahsus" (seçkin kişilere özgü) bir edebiyat meydana getirilmiştir; kendilerinin de söylediği gibi, “Servet-i tunun edebiyatı umuma, avâma (halktan kişilere) mahsus değildir" (Hüseyin Cahit).

Bu düşünüşün sonucu olarak, dil konusunda da tanzimat sanatçılarından daha geri bir anlayışla, konuşma dilinden büsbütün uzaklaşılmış, yazı dilinde o zamana kadar kullanılan yabancı sözcüklerden başka, arap ve fars sözlükleri karıştırılarak, türkçede kullanılmayan birtakım sözcükler (nahctr (av], şegaf [çılgınca sevgi], tîrâje [gökkuşağı] vb.) bulunup çıkarılmış; arapça sözcüklerden arap dilinin kuralıyla birtakım yeni sözcükler türetilmiş (müşemmes [güneşli], mükevkeb [yıldızlı] vb ); batı edebiyatından alınan yeni kavramlar fars dilinin kurallarıyla kurulmuş birtakım yeni sıfat ve isim tamlamaları (sâât-i semen-fâm [yasemin renkli saatler), lerze-ı rûşen [parlak titreyiş], havt-i siyâh [kaıa korku], zulmet-i beyzâ [beyaz karanlık], karha-i hayât [yaşam yarası], ınkisâr-ı hayâl [hayal kırıklığı] vb.) ve yeni bileşik sıfatlar (lehî-bahl [boş talihli], şikeste-renk [kırık renkli], zekâ-şiken [zekâ kıran] vb) ile karşılanmış; ayrıca, fransızcada göl» len birtakım deyim ve söyleyişler de (el sıkmak, dest i izdivacını taleb etmek vb.) türkçeye aktarılmıştır.

Düzyazıda, sözdizimi ve anlatım biçimlerinde de o zamana değin görülmemiş, alışılmamış birtakım yenilikler yapılmış, fransızcanın sözdizimi türk diline uydurulmaya çalışılmıştır. Halit Ziya’nın Mai ve siyah adlı romanıyla başlayan bu yeni anlatım ve sözdiziminde, cümle sonlarının aynı fiil kipiyle bitmesinden doğan birör- nekliği önlemek için, turkçenin klasik cümle yapısındaki "özne + nesne + yüklem" sırası zaman zaman değiştirilmiş; kimi zaman fiil (yüklem), cümlenin sonundan alınarak ortaya getirilmiş (Baba, dedim, dişlerin ne kadar beyaz): fiillerden önce gelmesi gereken tamamlayıcı öğeler kimi zaman fiilin sonuna getirilmiş (Bu aşk ölecek, lâkin etrafına musibetler serperek); kimi zaman fiillerin değişik kipleri kullanılmış (İsterseniz sizinle anne kız meseleyi halledelim. Bakınız size ne teklif ediyorum: BeNûl buradan gidecek. . .): ayrıca fiilsiz cümleler (Tenha, karanlık sokaklar.. Soğuk rüzgârlarla karışık bir yağmur..) ve isim cümleleri (Eylül, malum a, hüzün ve matem ayıdır) kurulmuş; kimi zaman cümleler yarım bırakılmış (O zaten bir oyuncaktı; parmağınızın ucuyla dokunsanız...): kimi zaman, cümle içine, iki çizgi arasında ek bir cümle sokulmuş (... O kürklü - kim bilir nasıl ısıtır- lâcivert çuhanın sayesinde mevhum bir hararetle ısınarak beklerdi): kimi zaman araya bir evet sözcüğü katılarak cümle pekiştirilmek istenmiştir!'... Buradan gidecek, evet,buradan gidecek)
Bütün bu yenilikler, geleneğe bağlı kişilerce iyi karşılanmamış, şiveye aykırı ve çetrefil bulunmuş; Ahmet Mithat, "Dekadanlar" başlıklı makalesiyle, Edebiyat ı ce- dide’cilerin özellikle dildeki tutumlarını eleştirmiş, geleneğe bağlı kişiler bu yazıdan sonra saldırıyı daha da yoğunlaştırmış, "yeşil rüya", "mavi hülya" gibi sözleri dillerine dolamış, "lerze-ı rûşen" (parlak titreyiş), "berf-i zerrin" (altın kar) gibi tamlamaların fransızcadan çeviri ve çalıntı olduğunu ileriye sürmüş, "dekadan, tek atan, top atan vb." gibi sözlerle İşi alaya kadar vardırmalardır.

Edebiyat ı cedide sanatçıları çoklukla şiir, mensur şiir, hikâye, roman, fıkra, makale, biyografi, yaşlılık yıllarında da anı türlerinde yazmışlar; Abdülhamit’in ciddi tiyatroyu yasaklaması yüzünden, oyun türünde yapıt vermemişler, ancak ikinci meşturıyet’ten sonra birkaç piyes denemesine girişmişlerdir.

—Şiir: Edebiyat-ı cedide, şiirin konusunu genişletmiş; günlük yaşayışta rastlanan herhangi bir olay (sözgelimi, bir balıkçı teknesinin batması), herhangi bir gözlem (sözgelimi, yerdeki ayak izleri), hatta herhangi bir nesneyi (bir bisiklet, bir firkete) dahi şiir malzemesi olarak kullanmıştır, Tanzimat edebiyatında ancak klasisizm ve romantizm akımlarının etkileri görüldüğü halde, Edebiyat-ı cedide’ciler parnas ve sembolizm akımlarını da tanımış, onlardan da yararlanmışlardır.
Doğa tasvirleri de bireysel açıdan, öznel bir tutumla işlenmiştir.
Divan şiirinin temel kurallarından biri olan, anlamın ve cümlenin bir beyitte tamamlanması, her beytin başlı başına bir bütün sayılması, beyitler arasında anlam birliği aranmaması geleneği kesinlikle bırakılarak, bütün dizeler arasında bir anlam bağı bulunmasına, divan şiirindeki "parça güzelliği” anlayışı yerine, şiirin baştan sona kadar belli bir düşünce çevresinde gelişmesine, yani "konu birliği"ne ve "bütün güzelliği”ne önem verilmiştir.
Yalnız aruz vezni kullanılmış, tanzimat sanatçılarının tersine olarak, hece vezni hiçbir zaman ciddiye alınmamıştır.(Hece vezniyle yalnız çocuk şiirleri yazılmıştır.)
Kafiyenin, göz için değil kulak için olduğu .kesinlikle kabul edilmiş ve uygulanmıştır.
Divan edebiyatı nazım biçimleri büsbütün bırakılıp batı şiirinde görülen sone, terza-rima gibi klasik biçimlerle, yine batı edebiyatında görülen serbest müstezatlarla, ya da büsbütün serbest biçimlerle yazılmıştır.
Konu ile vezinler arasında bir ahenk ilgisi aranmış (Tevfik Fikret, Yağmur), gerektiğinde aynı şiir içinde çeşitli vezinler ve nazım biçimleri kullanılmıştır (Cenap Şahabettin, Elhân-ı şitâ).
Vezin zoruyla sözcüklerin doğal söylenişlerinin bozulmamasına elden geldiğince çaba gösterilmiş; doğal söyleyişi daha da gerçekleştirmek için, Tevfik Fikret ve ona uyanlarca, zaman zaman şiir; düzyazıya yaklaştırılmıştır.

—Hikâye ve roman: Fransız realist ve natüralist yazarların yapıtları örnek tutulmuş; bunun sonucu olarak, hep yaşamda görülen, ya da görülmesi olanağı bulunan olay ve kişiler anlatılmıştır. Teknik iyice gelişmiştir; gereksiz tasvirler yapılarak, ya da konu dışı bilgiler verilerek olayın akışı durdurulmamıştır.
Çevre tasvirleri yapıtı süslemek için değil. kahramanların kişiliklerinin oluşumunu anlatabilmek için yapılmıştır. Yazar, yapıtta kendi kişiliğini gizlemiştir.
Abdülhamit II döneminde ülke içinde gezi özgürlüğü olmadığından, yazarlar taşrayı tanıma olanağı bulamamış, olaylar genellikle İstanbul'da geçirilmiştir. Olay kişileri, çoğu zaman aydınlardır; küçük hikâyelerde halk tabakasından kimseler de ele alınmıştır.

Tanzimat edebiatı romanında görülen cariye, odalık, halayık, düşkün kadın tipleri yerine, erkekle eşit haklara sahip, özgür, kişilikli kadın tipleri işlenmiştir.
Şiirde olduğu gibi, hikâye ve romanda da. aydın kişinin bireysel bunalımları, aşırı duygusallığı, yaşamda aradığını bulamamaktan doğan kırgınlığı, küskünlüğü, karamsarlığı, mutlu dünyalar hayal etmesi üzerinde durulmuştur, kimi roman ve hikâye adları dahi bunu yansıtmaktadır (Mai ve siyah, Kırık hayatlar, Hayal içinde, Hayal-ı muhayyel, Lâne-i münkesir vb.).

—Mensur şiir, eleştiri, biyografi, gezi yazısı: Şairane anlatıma da elverişli olan "mensur şiir" türü, türk edebiyatına ilk kez Edebiyat ı cedide sanatçıları (Halit Ziya, Mehmet Rauf) tarafından getirilmiş; daha sonraki dönemlerde epey yaygınlaşmıştır. Bu dönemde, Edebiyat-ı cedide akımına saldıranlara karşı Cenap Şahabettin, Tevfik Fikret, Flüseyin Cahit (Kavgalarım) vb. "Musâhabe-i edebiyye", "Hayatı matbûât” gibi başlıklar altında birtakım deneme ve eleştiri yazıları yayımlamışlar; inceleme ve biyografi alanında Halit Ziya, Mehmet Rauf ve Ahmet Şuayip.bazı fransız romancı ve eleştirmenleri üzerine (Alphonse Daudet, Paul Bourget, Flaubert, Taine) yazılar kaleme almışlar; gezi yazısı alanında Cenap Şahabettin, Hicaz’a doktorlukla giderken edindiği yol izlenimlerini mektup biçiminde yazmıştır (Hac yolunda).

Kaynak: Büyük Larousse
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

26 Aralık 2010 / Ziyaretçi Cevaplanmış
23 Aralık 2008 / Ziyaretçi Cevaplanmış
4 Nisan 2009 / EGELİİ Cevaplanmış
10 Mart 2010 / Misafir Cevaplanmış
26 Mart 2017 / Misafir Cevaplanmış