Arama

Türk Destanları - Göç Destanı

Güncelleme: 11 Nisan 2017 Gösterim: 10.888 Cevap: 5
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Nisan 2009       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Göç Destanı


Uygurların, ulusal birliklerini koruyan tılsımın bozulması üzerine yurtlarını bırakarak güneybatıya doğru göç etmelerini anlatan destan. Dokuz Oğuz-On Uygurların, Kırgızlara yenildikten sonraki göçlerinden (İS 840) izler taşır.
Sponsorlu Bağlantılar
63372d1491560464 destan nedir destann
Destanın kahramanı Bögü Tigin’in, İS 760-780 arasında Uygur hakanı olarak hüküm sürdüğü sanılır. Uygurlara şaman dini yerine Maniciliği kabul ettiren Bögü Tigin, bu nedenle bir destan kahramanı gibi yüceltilmiş olabilir. Uygur kültür ve geleneğinden köklü izler taşıyan destanın konusu kısaca şöyledir: Uygur ilinde Hulin (Ho- Lin) adlı bir dağ vardır. Bu dağdan Togla ve Selenga ırmakları doğar. Bir gün iki ırmak arasındaki bir ulu ağaç üzerine mavi bir ışık iner. Ağacın gövdesine giren kutsal ışık aylarca orada kalır. Her gün biraz daha kabaran ve 30 adım çevresini aydınlatan ağacın içinden müzik sesleri gelir. Sonunda ağaç yarılır ve içinden beş kutsal çocuk çıkar. Çocukları Tanrı’nın gönderdiğine inanan Uygurlar onlara Ur Tigin, Sungur Tigin, Türeg (Kökel) Tigin, Kutur Tigin ve Bögü Tigin adlarını koyarak özenle büyütürler. Sonunda içlerinden birini kağan seçmeye karar verirler.

Akıllı, tedbirli ve güzel bir genç olan Bögü Tigin oybirliğiyle hükümdar seçilir. Onun döneminde Uygur ilinde her şey düzene girer. Uygur halkı Çinlilerle yıllardır sürdürdükleri savaşları kazanmaya başlar, esenlik içinde yaşar. Bögü Han’ın soyundan birçok kağan gelir. Sonunda bunlardan biri savaşlara son vermek amacıyla oğlu Gali Tigin’i Çin prensesi Kiyu-Liyen’le evlendirmek ister. Düğün hazırlıkları sürerken Çin elçileriyle birlikte gelen kâhinler Uygur ülkesindeki Hatun Dağında Kutlu Kaya adlı tılsımlı bir kaya olduğunu keşfederler. Prensese karşılık bu kayanın kendilerine armağan edilmesini isterler. Çinliler, Uygurların hiç düşünmeden verdikleri kayayı parça parça ülkelerine taşırlar. Bu olay Uygur ilinde büyük bir yasa yol açar, yedi gün sonra da hakan ölür. Büyük yıkımlar birbirini izler, dirlik düzenlik kalkar; ırmaklar kurur, toprak çatlar, ekinler yeşermez.

Uzun yıllar sonra Bögü Han’ın torunlarından biri hakan seçilir. Onun döneminde beşikteki bebekten, dağdaki kuşa kadar her canlı “Göç! Göç! Göç!” diye bağırmaya başlar. Sesler ülkenin her yanını kaplayan bir uğultuya dönüşür. Uygur halkı bunu Tanrı’dan gelen bir işaret sayarak göç etmeye başlar. Halkın durmak istediği her yerde “Göç!” sesleri daha da şiddetlenir. Sonunda yeşil bir yurda gelindiğinde sesler kesilir. Uygurlar burada beş mahalle halinde Beşbalık ilini kurarlar. Çok geçmeden yeni bir düzen kurulur, Beşbalık’ta Uygur halkı eski görkemli günlerine döner.

Göç Destanı, Uygurların öteki destanı Türeyiş Efsanesi’yle birlikte Uygur tarihi konusunda oldukça geniş bilgi verir. Destanda yer yer Maniciliğin etkileri görülür. Destanın Türkçe manzum parçaları bugüne ulaşmamıştır; öykü Çin ve İran kaynaklarından değişik iki rivayet biçiminde günümüze gelmiştir. Bazı aynntılarda iki rivayet arasında farklar vardır. Destanda, Türklerin çadır uygarlığından kent uygarlığına geçişine ilişkin izler de vardır.

Kaynak: Ana Britannica

Son düzenleyen perlina; 11 Nisan 2017 12:48
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
4 Eylül 2011       Mesaj #2
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Göç Destanı


İ.Ö. 8. yüzyılda ortaya çıktığı öne sürülen bir Türk destanı.
Sponsorlu Bağlantılar

Uygur ülkesinde Hulin Dağı'ndan çıkan Tugla ve Selenge ırmakları arasında kalan bir bölgede geçer. Kutsal bir ağacın üstüne gökten mavi bir ışık düşer. Işığın olduğu yerden beş çocuk dünyaya gelir. Sungur Tigin, Or Tigin, Kutur Tigin, Kökel Tigin, Bögü Tigin adlarındaki çocuklar, Uygur inanışına göre Tanrı'nın hakan olmaları için gönderdiği üstün kişilerdir. İçlerinden en zeki ve güzel olan Bögü Tigin hakan seçilir. Bögü, devleti dirayetle yönetir. Çinlileri yener. Yerine geçen kardeşi, barıştan yana olduğu için oğluna Çin prensesini almak ister. Çinliler, Uygurları zayıflatmak için Kutludağ Kayası'nı almak gerektiğini bildiklerinden, Prenses Kiyu Liyen'e karşılık bunu isterler. Hakan bu isteği kabul eder. Kaya, ateş ve sirkeyle parçalanarak Çin'e götürülür. Uygurların da dirliği düzenliği bozulur. Hakan yedi gün içinde ölür. O yıl büyük bir kuraklık baş gösterir. Bütün canlılar "Göç!" diye bağırmaktadır. Bunun üzerine, Beşbalık denen yere göç edilir.

MsXlabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi

Son düzenleyen perlina; 8 Nisan 2017 14:41
perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
8 Nisan 2017       Mesaj #3
perlina - avatarı
Ziyaretçi

Göç Destanı


Bu destan da bir Uygur destanıdır ve daha önce de belirtildiği üzere, Türeyiş destanının tabii bir devamı gibidir. Bugün, Orhun nehri kenarında bir şehir kalıntısı ile bir saray yıkıntısı vardır ki çok eskiden bu şehre Ordu Balık denildiği tahmin edilmektedir. Büyük Uygur Destanı’ nın, işte bu şehrin saray yıkıntısının önünde bugün dahi görülebilecek şekilde duran abidelerde yazılı olduğunu Hüseyin Namık Orkun’ un belirttiğine göre bu abideler, Moğol Hanı Öğüdey zamanında Çin’ den getirilen mütehassıslarla okutturulup tercüme ettirilmiştir.

Ad:  göç.jpg
Gösterim: 986
Boyut:  34.3 KB
Göç Destanının Çin ve İran kaynaklarındaki kayıtlarına göre iki ayrı rivayet halinde olduğu bilinmekte ise de aslında birbirinin tamamlayıcısı gibidir. İran kaynaklarında ki rivayet, daha ziyade tarihî bilgilere yakındır. Aynı zamanda İran rivayeti, Türklerin Maniheizm’ i kabulünü anlatan bir menkıbe hüviyetinde görünmektedir. Aşağıda hülasa edilecek olan rivayeti Cüveyni’nin Tarih-i Cihanküşa adlı eserinde kayıtlıdır ve bu rivayete göre, destanda zikredilen iki ağacın, Maniheizm’ in kurucusu Mani’nin “iki esas” adlı eserindeki iki ağacı temsil ve taklit ettiğini prof. Fuat Köprülü iddia etmektedir.

Destan:


Uygur ülkesinde, Tuğla ve Selenge ırmaklarının birleştiği yerde Kumlançu denilen bir tepe vardır. Adına Hulin Dağı derlerdi.
Hulin Dağında da, birbirine çok yakın iki ağaç büyümüştü. Biri kayın ağacıydı. Bir gece, kayın ağacının arasında yaşayan halk bu ışığı gördü ve ürpererek takip etti. Kutsal bir ışıktı, kayın ağacının üstünde kaldığı müddetçe kayın ağacının gövdesi büyüdükçe büyüfü, kabardı. Oradan çok güzel türküler gelmeğe başladı. Gece oldu mu, ağacın otuz adım ötesinden bütün çevre ışıklar içinde kalıyordu.

Bir gün ağacın gövdesi ansızın yarıldı. İçinden beş küçük çadır, beş küçük odacık halinde meydana çıktı. Her odacığın içinde bir çocuk vardı. Çocukların ağızlarının üstünde asılı birer emzik vardı ve onlar bu mukaddes çocuklara halk ve halkın ileri gelenleri çok büyük saygı gösterdiler.

Çocukların en küçüğünün adı Sungur Tekin’ di, ondan sonrakinin adı Kutur Tigin, üçüncüsününki Türek Tekin, dördüncüsünün Us Tekin ve beşincisinin adı Bögü Tekin’di. Beş çocuğun beşinin de Tanrı tarafından gönderildiğine inanan halk, içlerinden birini hakan yapmak istediler. Bögü Han en büyükleri idi hem de ötekilerden daha güzel, daha zeki ve daha yiğit görünüyordu. Bögü Tekin’ in hepsinden, her hususta üstün olduğunu anlayan halk onu hakan olarak seçtiler. Büyük bir törenle Bögü hanı hakan olarak seçtiler. Büyük bir törenle Bögü hanı tahta oturttular.

Böylece yıllar yılı kovalamış ve bir gün gelmiş Uygurlara bir başkası hakan olmuş.
Bu hakanın da galı Tekin adında bir oğlu varmış.Hakan oğlu Galı Tekin’ e, Çin prenseslerinden birini, Kiu-Lien’ i almağı uygun görmüş.Evlendikten sonra Prenses Kiu-Lien, sarayını Hatun Dağında kurdu. Hatun dağının çevre yanı da dağlıktı ve bu dağlardan birinin adı da Tanrı Dağıydı, Tanrı Dağının güneyinde de Kutlu Dağ derler bir başka dağ vardı, kocaman bir kaya parçası.

Bir gün elçileri, falcılarıyla birlikte Kiu-Lien’ in sarayına geldiler. Kendi aralarında konuşup dediler ki:
-Hatun Dağının varı yoğu, bütün bahtiyarlığı Kutlu dağ denilen bu kaya parçasına bağlıdır. Türkleri zayıflatıp yıkmak istiyorsak bu kayayı onların elinden almalıyız.
Bu konuşmadan sonra varılan karar üzerine Çinliler, Kui-Lien’ e karşılık olarak o kayanın kendilerine verilmesini istediler. Yeni Hakan, isteğin nereye varacağını düşünmeden ve umursamadan Çinlilerin arzusunu kabul etti, yurdunun bir parçası olan bu kayayı onlara verdi. Hâlbuki Kutlu Dağ bir kutsal kayaydı; bütün Uygur Ülkesinin saadeti bu kayaya bağlıydı. Bu tılsımlı taş Türk Yurdunun bölünmez bütünlüğünü temsil ediyordu düşmana verilirse bu bütünlük parçalanarak ve Türkeli’nin bütün saadeti de yok olacaktı.

Hakan kayayı vermesine verdi ama kaya öyle kolay kolay sökülüp götürülecek cinsten değildi. Bunu anlayan Çinliler, kayanın çevresine odun ve kömür yığıp ateşlediler. Kaya iyice kızınca da üzerine sirke döküp parça parça ettiler. Her bir parçayı da ülkelerine taşıdılar.
Olan o zaman oldu işte. Türkeli’nin bütün kurdu kuşu, bütün hayvanları dile geldi, kendi dillerince kayanın düşmana verilişine ağladılar. Yedi gün sonra da bu düşüncesiz Hakan öldü. Ama Onun ölümüyle ülke felaketten kurtulamadı. bir Çin prensesi uğruna çekinmeden feda edilen yurdun bir kayası, Türkeli’nin felaketine sebep oldu. Halk rahat ve huzur yüzü görmedi. Irmaklar birbiri ardınca kurudu. Göllerin suyu buhar olup uçtu. Topraklar yarıldı, mahsuller yeşermez oldu.

Günlerden sonra Türk Tahtına Böğü Han’ın torunlarından biri hakan olarak oturdu. O zaman canlı cansız, ehli yaban, çoluk çocuk bütün yurtta soluk alan almayan ne varsa hepsi birden:
-Göç!.. Göç!.. diye çığrışmaya başladı. Derinden, inilti, hüzün dolu, çaresiz bir çığrışmaydı bu. Yürekler dayanmazdı.

Uygurlar bunu bir ilahi emir diye bildiler. Toparlandılar, yollara düzüldüler; yurtlarını yuvalarını bırakıp bilinmedik ülkelere doğru göç etmeğe başladılar. Nihayet bir yere gelip durdular, orada sesler de kesildi. Uygurlar, seslerin kesilip duyulmaz olduğu bu yerde kondular, beş mahalle kurup yerleştiler ve bunun için bu yerin adını da Beş-Balık koydular. Burada yaşayıp çoğaldılar.

Son düzenleyen perlina; 11 Nisan 2017 12:52
perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
8 Nisan 2017       Mesaj #4
perlina - avatarı
Ziyaretçi

Göç Destanı



perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
8 Nisan 2017       Mesaj #5
perlina - avatarı
Ziyaretçi

Göç Destanı


Bir Uygur destanı olan Göç Destanının, Türeyiş destanının devamı niteliğinde olduğu sanılmaktadır.
Göç Destanının Çin ve İran kaynaklarındaki kayıtlarına göre iki ayrı şekli olduğu bilinmekte ise de, aslında bu iki ayrı söylenti biribirinin tamamlayıcısı gibidir.

Destanda, hakanın Çinlilerle yapılan savaşlara bir son vermek için oğlu Gali Tigin'e bir Çin prensesi alması ve buna karşılık Kutul Dağını vermesi; yurtta birliği sağlayan tılsımlar bozulunca Uygurların nasıl ızdırap çektikleri; sonunda kendilerine yiyecek vermeyen bu yurdu bırakarak güneybatıya doğru göçleri anlatılıyor.

anadolu.edu.tr
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
9 Nisan 2017       Mesaj #6
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Göç destanı
Uygurlar'ın ülkelerinden başka topraklara göç etmesini konu edinen destan.

Bir Çin kaynağında anlatılan çeşitlemeye göre Uygurlar’ın Karakurum dağı eteklerindeki eski yurtlarında Selenge ve Tolaırmakları arasındaki kutsal ağaca inen ışıktan beş çocuk doğdu. Bunların en küçüğü Bögü Kağan büyüyünce Uygurlar’ın başına geçti. Onun soyundan 30 kağan Uygurlar'ı yönettikten sonra Yü Lun Tigin başa geçti. Oğluna bir Çin prensesi alan bu kağan, Çinliler'in kayalık Kutlu dağı parçalayarak ülkelerine götürmelerine izin verdi. Bu olayın felaket getirdiği Uygurlar Turfan’a (Koço) göçmek zorunda kaldılar.

Destanın iranlı tarihçi Cüveyni tarafından anlatılan çeşitlemesine göre göçten önce her yandan "göç... göç..." sesleri duyulmaya başladı. Yurtlarını bırakarak yola koyulan Uygurlar gittikleri her yerde aynı sesleri duydular. Bişbalığ kentinin bulunduğu yere gelince seslerin kesildiğini gördüler ve buraya yerleştiler. Destanda yer alan kutsal ışık, kutsal dağ gibi motifler eski türk inançlarını yansıtır. Kayalık bir dağın bile yabancılara verilmesinin felaket getireceği düşüncesi ise yurt sevgisinin belirtisidir.

Kaynak: Büyük Larousse
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

3 Nisan 2017 / Mystic@L Edebiyat
19 Ocak 2013 / Misafir Edebiyat
3 Ocak 2010 / Misafir Edebiyat
22 Kasım 2006 / kompetankedi Edebiyat
10 Ekim 2015 / nötrino Edebiyat