Arama

Yaban - Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Güncelleme: 17 Mayıs 2011 Gösterim: 8.776 Cevap: 2
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
17 Mayıs 2011       Mesaj #1
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Yaban (roman)
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

Yaban , Türk edebiyatında aydın-halk arasındaki uçurumu açık ve kaygıdan uzak şekilde ele alan nadir romanlardan biridir.

Yaban, Yakup Kadri’nin zincir romanları içinde bir yerde düşünülebilir ama farklılığı bu zincir içinde ilk defa Anadolu’dan bir bakışın romana hakim olmasıdır. Evet, Ahmet Celal bir İstanbul çocuğudur ama Anadolu’nun bambaşka bir gerçeğini anlatır: alabildiğince fakirlik ve bunun verdiği daha büyük bir ruhsuzluk.

Roman Kurtuluş Savaşı döneminde, Eskişehir’in sınırları içinde Porsuk Çayı’na yakın bir köyünde yaşayan ahaliyle buraya sonradan gelmiş İstanbullu bir “yaban”ı anlatır. Yakup Kadri, romandaki görüşlerini gerek Kurtuluş Savaşı zamanında Anadolu’yu gezerken gerekse Porsuk Çayı kenarındaki bir köyde geçirdiği, kendi deyimiyle, 4-4.5 aylık bir “kabusun” gözlemlerinden ortaya çıkarır. Türk aydını ile Anadolu halkı arasındaki sonsuz ayrılığı mümkün olan her yerde anlatarak okuyucunun daha iyi anlamasını ve Ahmet Celal’in çaresizliğini anlatmak ister. Ayrıca arka planda da güçlü biçimde Kurtuluş Savaşı devrelerini Sakarya Savaşı sonrasına kadar vermeye çalışır.

Ahmet Celal, bir paşa çocuğu ve bir subay, Birinci Dünya Savaşı’nda kolunu kaybetmiş bir gazidir. İstanbul işgal edildikten sonra kendi askeri Mehmet Ali’nin teklifini kabul ederek İstanbul’daki varlığını satmış ve Mehmet Ali’nin köyüne yerleşmiştir. Romanın bundan sonrası tamamen İstanbul’da yetişmiş bir Türk aydınının Anadolu halkını keşfettikçe içine düştüğü boşluk ve belki bir anlamda da gerçeği buluşunun sorgulanması ve tahlilidir.

Ahmet Celal, savaştan sonra işgal altındaki bir şehirde yaşamaktansa uğruna savaştığı topraklarda yaşamayı tercih eder. Bugüne kadar görmediği ama hayal ettiği ve onun için savaştığı halkının yanına gidecektir. Fakat karşılaştığı manzara karşısında isyan, çaresizlik, yalnızlık, hayal kırıklığı hisseder. Çünkü bu halkın ulusal bir bilinçle alakası yoktur. Zaten bilinç kavramı bile bu insanlar için yabancıdır. Karşısına çıkan bu toprak ve halk karşısında şöyle bir feryat ve isyanda bulunur: “Beni kim anlar? Kimler derdime deva bulur? Beni bu illetten, beni bu gurbetten kim kurtarabilir? Hangi kardeş? Hangi hemşire? Hangi can yoldaşı? Hey, ana toprak, ne kadar merhametsiz, ne kadar katısın? Benim ıstırabıma ne kadar yabancısın? Ben senin üvey evladın mıyım? Yoksa sen benim üvey anam mısın? Eğer, ben senin üvey evladın isem bu kolu kimin yoluna feda ettim? Niçin şu anda, bu genç yaşımda derenin kenarında insan viranesiyim?”

Her şeye rağmen Ahmet Celal, bu bilinçsizlik içinde Mehmet Ali’nin yine de kendisini anladığını düşünür ta ki Mehmet Ali, şu lafları edinceye kadar: “Beyim, Allah vere de, bizi tekrar askere almasalar” Bu, Ahmet Celal’in köydeki en hüzünlü günüdür çünkü yalnızlığının ve bu köydeki anlaşılmazlığının tescillenmesidir.

Zaten Ahmet Celal’i en çok üzen ve çaresiz bırakan şey, köy halkının ve belki Anadolu’nun Kurtuluş Savaşı’na gösterdiği bu engin umursamazlığı, inançsızlığı ve bunun sonunda O’nun Anadolu halkına karşı hayal kırıklığıdır . Ahmet Celal, yaşadığı köydeki insanların Kurtuluş Savaşı’na karşı kayıtsızlığı, inançsızlığı ve hatta karşıtlığı karşısında ne yapacağını bilemeden ama kabına da sığamadan yaşayıp gider. Örneğin, 1. İnönü Savaşı sonrasında yaptığı gözlemde şöyler der: “Acaba memleketin neresi donandı? Neresi şenlik etti? Bu büyük olay, gazetelerde alelade bir havadis olarak mı geçti? Hiçbir yerde, Mustafa Kemal’in İsmet Paşa’ya, İsmet Paşa’nın Mustafa Kemal’e çektiği telgraflar, alevden birer satır halinde, gökyüzüne çekildi mi?”

Aslında Ahmet Celal sadece halktan şikayet etmez. Belki önyargıdan belki de gerçek olarak Anadolu’nun kendini de sevmez ve her fırsatta kötüler. Anadolu coğrafyasını anlattığı zaman olumlu bir dil kullanmaz. Anadolu’yu bir örnekle anlatışını aktarmak gerekirse:


“ Ve tepeler... Ve tepeler birer urdur. Ve bütün ufkun çerçevelediği alem, ancak, bu ıstırap m manzarası ile canlı görünür. Boş ve lüzumsuz feza içinde, hiçbir kuşun geçtiğini görmedim. Allah insanları intihaba davet için, o büyük Tufan cezasını tertip zahmetine katlanmamalı idi. Nuh’un ümmetini, böyle bir toprak üzerinde bu çıplak tepelere çevrilmiş yere bırakmalı idi.”

Halktan ve geleneklerinden o kadar kopuktur ki zıtlığı anlatmak için verdiği örnek çarpıcıdır: “Ah, ne ağır, ne sıkıntılı ve ne kadar kaba bir düğündü bu düğün! Mutlak, Avrupa’da bir cenaze alayı bundan daha ferahlatıcıdır.”

Yazar, romanın çeşitli yerlerinde Türk aydını ile Türk halkının ayrı düşmüşlüğünü anlatmaya çalışır. Bunları bir tespit ve itiraf olarak da aktarır: “Gün geçtikçe daha iyi anlıyorum: Türk “entelektüel”’i, Türk aydını, Türk ülkesi denilen bu engin ve ıssız dünya içinde bir garip yalnız kişidir... Her memleketin köylüsüyle okumuş yazmış zümresi arasında, aynı derin uçurum var mıdır? Bilmiyorum! Fakat okumuş bir İstanbul çocuğu ile bir Anadolu köylüsü arasındaki fark bir Londralı İngilizle bir Pencaplı Hintli arasındaki farktan daha büyüktür.”

Bir gün köye bir şeyh gelir. Aslında Yakup Kadri, Anadolu’nun geri kalmışlığındaki faktörleri incelerken din adına hüküm süren insanları da sorgular ve yargılar. Hatta günün birinde köye gelen, köy halkının inanılmaz bir hürmet gösterdiği, şeyh hakkında düşünürken onu düşman askerlerine benzetir: “Benim için, bu bunak Türk Şeyhinin, İstanbul’daki İngiliz subayından farkı nedir? Her ikisinin ruhu ile benim ruhum arasındaki uçurum aynı derecede derin ve karanlıktır. Bu da onun gibi, beni kamçı ile dövecek ya da, beni zindanda çürütmekten zevk duyacak.” Bazı yerlerde kendi ayrı düşüşünü perçinlemek ve halkı anlatmak için de acımasız yargılamalarda bulunur: “Bunlar henüz sosyal bir yaratık haline bile girmemiştir. Ta yontulmamış taş devrindeki insanlar gibi yaşıyorlar.” Hatta bir yerinde bu insanlara karşı hissettiklerini şu şekilde izah eder: “Bu insanlar, her gün hiçe saydığım, hor gördüğüm, hatta bazen de tiksindiğim kimseler değiş midir?”

Ahmet Celal, Anadolu halkını tamamen reddetmez aslında. Karşılaştığı subaylarla konuşurken Onların davranışlarını anlaşılabilirliğini göstermeye çalışır. Onlara uyum sağlamak, onlara anlatma çabası içindedir. Bazı yerlerinde de empati kurmaya çalışır: “Bu yaratık, çocukluk nedir bilmedi. Başka diyarlardaki çocukların gülüp oynamaktan başka bir şey yapmadıkları mutlu çağda, bu, yirmi yaşında bir delikanlının güç dayanacağı bütün ağır işleri görüyordu. Yük taşıyordu. Çapa çapalıyordu. Diğer taraftan sıtma, küçük böğrünü zehirli tırnaklarıyla oyuyordu. Acaba doğduğu günden beri, ilk defa olsun, hiçbir şeye güldü mü?”

Bütün bunlara rağmen, en sonunda hükmü kendisine keser ve kendisini bu idam cümleleriyle sorgular: “Bunun nedeni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne bıraktıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun." "Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı, aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin? Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi? Tabii ayaklarına batacak. İşte, her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserindir.”

Bütün bu alt ve üst yapının arasına Yakup Kadri, bütün zincir romanlarında yaptığı gibi bir aşk ekler ama bu aşk ne Necdet’in aşkı ne de Hakkı Celis’in aşklarına benzer. Diğer romanlarda aşk, kahramanları şekillendirir. Yaban’da ise kahraman aşkı yaratır.

NOT: roman 1. dünya savaşı yıllarından başlayarak sakarya zaferine kadar olan zamanı kapsar. İç anadolu bölgesinde parsuk çayı civarında bulunan bir köyde yaşanır.

Ayrıca Bkz.=)Yakup Kadri Karaosmanoğlu (Yakup Kadri Karaosmanoğlu Hakkında)




BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
17 Mayıs 2011       Mesaj #2
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
ROMANDA KISILER VE ÖZELLIKLERI

Sponsorlu Bağlantılar
Ahmet Celal: Birinci Dünya Savasinda bir kolunu kaybeder ve Mehmet Ali'nin istegi üzerine onun köyüne yerlesir. Bütün köye tek basina karsi koyan güçlü bir karakter olarak karsimiza çikar. Ahmet Celal köylüleri kendine alistirmak istese bile, köyde umdugu yakinligi bulamaz. Iyi bir kisilige sahip olan Ahmet Celal Istanbul'da okumus ve sehir terbiyesi almis birisidir. Köylüler tarafindan dislaninca üzülür ve bunalim geçirir. Ahmet Celal'in akli fikri Kurtulus Savasindadir.(2) Kurtulus Savasi karsisindaki duyarligi anilarina, dünya görüsüne bagli olarak verilirken, bireysel durumlari, yalnizligi, içine kapanisi dengeli ruhsal çözümlerle yansitilir.(2)

Salih Aga: Köyün en zengin adamlarindan biridir ve köyün agasidir. Kilik kiyafeti ile bir dilenciden farki yoktur. Kara çatlak topuklu ayaklari ile dikkati çeken Salih Aga çok kurnaz birisidir.Köyü adeta sömürür ve Zeynep Kadin'in tarlasina el koymak ister. Bütün köy halkini emri ve nüfuzu altina almistir ki köyde herkes ne yapacagina Salih Aga'ya sorar. Çikarlari yüzünden düsmana yardimci olan Salih Aga köy halkini kaderleriyle basbasa birakir. Mehmet Ali: Dört yildan beri hep Ahmet Celal'in yaninda kalmasina ragmen, köyde köylüden farki yoktur. Askerde uyumlu ve subayina bagli olan Mehmet Ali köye geldikten sonra karakter olarak degismistir. Bu gözlem Ahmet Celal'i su dogruyu saptamaya götürecektir. "Talim terbiye iyi örnek, bunlarin hepsi geçici seylerdir. Ve çevre degistirmedikçe, insan yetismesine imkan yoktur." Mehmet Ali'nin sert tavirlari, onun gittigi yere uyum göstermesi baslica karakteridir.

Bekir Çavus: Daha önce askerlik yapmis oldugu için Ahmet Celal'e öbür köylülerden bir karis daha yakindir. Konusmalariyla iyimser ve cahil olmasi göze çarpar. Düsünçe yapisiyla köylülerden farkli olmadigi izlenimi veriyor.

Emine: Tipik bir Türk kizi. Ahmet Celal'a biraz sevgi göstermesine ragmen Mehmet Ali'nin kardesi Ismail ile evlenmistir. Bunun sebebi ise onun da köylüler gibi düsünmesidir ve Ahmet Celal'i yaban olarak adlandirmasidir. Köyün en güzel kizlarindan olan Emine zarifligi ve utangaçligi ile Ahmet Celal'in ilgisini çekmistir. Cahilligi ve bilgisizligiyle ne yapacagini bilemeyen Emine, halasina bagli birisidir.
(2) Yakup Kadri Karaosmanoglu, Yaban, s, 276

ROMANDA YER VE ZAMAN

"Yaban"da zaman olarak 1.Dünya Savasi'nin bitiminden (1918) Sakarya Zaferinin kazanilisina kadar (1922) olan süre alinir. Romanlarda genel olarak üç türlü zaman kullanimi vardir.

Ileriye siçramali zaman kullanimi 2. Geriye siçramali zaman kullanimi 3. Kozmik zaman kullanimi. "Yaban"da ileriye siçramali zaman kullanilmistir. Bu süre 1918'den 1922'ye kadar oldugu için ileriye dönük denmistir.

Roman, ani biçiminde yazilmistir. Yazar eserini Kurtulus Savasi siralarinda, Haymana ovasinin ortasinda Porsuk çayi kiyisindaki bir Anadolu köyünde yerlesen Ahmet Celal'in ani defteri olarak sunar. Nedeni bilinmemekle birlikte, köyün adi verilmemektedir. Giris bölümünde bunu söyle anlatir:

(3) Garp Cephesi Kumandanliginin gönderdigi "Tedkik-i Mezalim Heyeti" o viranelerde, taslar altinda kömürlemis insan kemiklerini arastirirken bu kitabi teskil eden yazilari,ortasindan yirtilmis ve kenarlari yanmis bir defter halinde buldu.(3)
(3) Yakup Kadri Karaosmanoglu, Yaban, s, 29

ROMANDA DIL VE ÖZELLIKLERI

Yazarin dili zamanina göre bir aydin dilidir. Sonradan sadelestirerek Anadolu insaninin anliyabilecegi düzeye getirmistir. Bugün bile kitabin içinde kullanilmayan eski yabanci kökenli sözcükler vardir. Ama bu ilk yazildigindaki kadar degildir. Siradan bir kisi de bunu kolayca anliyabilir.

Sık sık tasvirlerde uzun cümleler kullanmistir. "Onun, çok kere, küçük boz esegin tasiyamadigi en agir yükleri alnindan bir damla ter akmadan dimdik tasidigini görmüs ve tarlada, saatlerce belini dogrultmaksizin calistigina da sahit olmusumdur. " -"Zeynep kadin, bir gün, bir komsu kavgasinda, paylasilmayan bir kocaman dibek tasini, husunetle teperek bir hamlede yere devirmisti. " Yazar gene örneklerde de görüldügü gibi sik sik virgül isaretleri kullanmistir.

Yakup Kadri, kisilerini verirken kaba bir tasvire girmez. Ayrintilar titizlikle seçilmis, anlatilan kisiyi yansitacak en tipik çizgiler kullanilmistir. Kisilerinin dis görünümüyle ilgili ayrintilarindan çok, kisiliklerinin disa vurumu olan davranislar anlatilmistir. Seyh Yusuf, Süleyman, Cennet gibi yan kisiler zaman zaman tanitilirken, serüvenleri islenir. Yapitin genel bütünlügüne bir canlilik kazandirirlar ve olay örgüsünü zedelemezler. (4) Çok basarili tasvirlerin yer yer yazarin baska bir romani olan "Erenlerin Bagi"ni hatirlatan atesli, çoskun bölümlerin ve keskin ruh tahlillerinin bulundugu eser, dünya edebiyat aleminin de dikkatini çekti. Alman basininda Yaban için su yazilmisti: "Bu tasvir, sarsici ve ihtirasli bir realistliktir. Ve kül renkli atmosfer o kadar içe giren bir güçle sekillendirilmistir ki, insan adeta azap duymaya basladigi zaman bile okumaga devam etmekten kendisini alamiyor. Bu çok enterasan romanin üslubu ve yapisi biçak kadar keskin bir zekanin hakim oldugu sarkli bir hikaye sanatiyla Avrupai kültür degerlerinin çok orjinal bir karisimini veriyorlar." (4)

Yakup Kadri ,Edebiyat-i Cedide dilinin etkisiyle yabanci sözcüklere ve yabanci dil kurallarina epey yer vermekle birlikte, 1.Dünya Savasi içinde kendine özgü bir üslup gelistirmistir. Yukarda da belirttigimiz gibi yazar kendi sagliginda, kendisi Yaban'i 11 inci baskisindan itibaren sadelestirmistir.

Tasvir sanatini ustaca kullanmistir. "Askerlerin hepsi, toza topraga bulanmis derileri günesten pasli bakira dönmüs, sakallari diken diken uzamis, üst bas perisan bir haldeydi. Tam bir bozgun askeri!" Benzetme sanatini da iyi bir sekilde kullanmistir. Yukarda ki örnek tümcede bunu rahatlikla görebiliriz.

(4) Yakup Kadri Karaosmanoglu, Yaban, s, 292

YABAN'IN TÜRK EDEBIYATI IÇINDEKI YERI

(5) "Yaban" gerek Yakup Kadrinin romanlari içinde, gerekse Türk edebiyati tarihi açisindan ayri bir önem tasir. Yayimlandigi yildan bu yana da en çok tartisilan ve yazarini yücelten romanlarin basinda gelir. Bu, hem Türkiye tarihinin belli bir dönemine taniklik etmesinden, hem de bir tez romani olmasindadir. Nitekim ne zaman halk-aydin kopuklugundan söz edilse akla hemen "Yaban" gelecektir. (5) Önceleri, basindan beri kurtulus savasini destekleyen, sayginligini koruyan, romanciligini kanitlamis bir yazarin ürünü oldugu için övgüyle karsilanmistir. Getirdigi elestirideki dogruluk vurgulanir. Ama çok geçmeden Türk köylüsünü yanlis tanittigi, gerçekleri çarpittigi öne sürülecektir. Bu yargi aradan on yil geçtikten sonra geçersizlesir. Yaban 1942 de açilan CHP Roman Mükafatinda yayimlandiktan on yil sonra Sinekli Bakkal'in ardindan ikinci gelir.

Yaban Yakup Kadrinin yazdigi romanlar arasindan köye yönelik tek eseridir. Konusu açisindan düsünüldügünde diger romanlardan farklidir. Ama Yaban sanatçinin romanlarinin olusturdugu bir zincirdir. Bir Sürgün, Kiralik Konak, Nur Baba, Hüküm Gecesi, Sodom ve Gomore, Yaban ve Ankara Türkiyenin son yetmis yillik döneminde yazilmis genis bir yapitlar toplulugudur.

Örneklerde gördügümüz gibi Yazar realist oldugunu kanitlayabilmistir. Roman'in yazildigi yillara bakarsak bu bir basaridir. Türk Edebiyati'nda yazilan ilk gerçekçi, köy sorunlarina cesaretle egilebilen romanlardan biri de Yaban'dir. Bu roman mevsimlik degildir ve tazeligini, gerçekçiligini koruyan bir eserdir.

Yakup Kadri'nin köye ve köylüye yaklasimi daha farklidir. Ona göre bu insanlarin sanki savasla hiç alakalari yok gibidir. "Askere çagrilma" olayi olunca savasla ilgilenirler. Milli Mücadeleye karsi köylülerin tavriyla Ahmet Celal'in tavri birbirinin tam karsitidir. Bozgundan sonra geri çekilen düsman askerlerinin yaptiklari zülum bile tepkiye yol açmaz. Köy halki bu durumu hosgörüyle kabullenir. Bir kolunu onlar için veren Ahmet Celal ise deliye dönecektir.

Çoskun bölümlerin ve ilginç anlatimlarin bulundugu eser, dünya edebiyat aleminin de dikkatini çekti. Önce Max Schults tarafindan Almancaya, sonra Alessandra Scalar tarafindan "Terra Madrique" adiyla Italyanca'ya çevrildi. ( 6 ) Vedat Nedim Tör gerçegi dile getirdigi için Y.Kadri'yi alkislar. Bu romanda köy ve köylü çevresinde örülen "edebiyat maskesinin" alasagi edildigini belirterek Türk sanatçisina toplumsal bir görev yükler. ( 6 )
(5) Yakup Kadri Karaosmanoglu, Yaban, s, 13 ( 6 ) Vedat Nedim Tör, Kadro s,16,Nisan 1933

(7) "Bu romanda, yillar yili yüzüstü birakilmis olan köylü ile aydin arasindaki uçurum gösterilmek istenmistir."

ROMAN'IN ELESTIRISI VE DEGERLENDIRMESİ

Romanda belirtildigine göre, sehirden gelmis her aydin, köylü için bir "Yaban"dir. Eserin birçok yerlerinde yukardaki örneklerde görüldügü üzere köylü-aydin iliskisi üzerine, roman sinirini asip makale sinirina giren ve yazarin kisiligini açikça ortaya koyan sahifeler vardir. Yazarin deyimiyle "hikayeyi bölük pörçük eden bu feryadimsi hutbeler" ve bu çesit olaylarla Yaban'in hemen her tarafi tiklim tiklim doludur. Bu tutum, realist bir eserde, roman teknigi bakimindan bagislanamayacak önemli bir kusurdur.(7) Ahmet Celal köylülerle kaynasip kendini yenilemek istemektedir. "Onlar gibi olmak, onlar gibi oturup kalkmak, onlarin diliyle konusmak. Haydi bunlarin hepsini yapayim. Fakat onlar gibi nasil düsünebilirim? gibi sorularla bunun bir yerde imkansiz oldugunu vurgular. Kisi ile toplum arasindaki uyum tek dis görünüsle olmaz. Kisi düsünce ve hissetme yönüyle ayni olmalidir. Romanin tezine bu açidan bakilinca degisik bir vurgulama ortaya çikiyor. Aydin ile köylü arasindaki uzakligin romanin tezi oldugunu ileri süren elestirmenler, bu kopuklugu, Osmanli döneminde oldugu gibi, yalnizca kültür ikilesmesinden dogan bir kopukluk gibi görüyorlar. Karaosmanoglu bunu da dile getiriyor kuskusuz, ama Yaban'da vurgulanan karsitlik, vatani kurtarmak için savasan ilerici aydinlarla Kurtulus savasi'na inanmayan gerici köylüler arasindadir. Ahmet Celal ile köylüleri ayri dünyalarin insani yapan, okumus kentli ile cahil köylü arasindaki farkli tutumlardir.

Ne diyor Ahmet Celal? "Türk entelektüeli yedi devlete harp açmistir. Türkiye'nin karanlik semalarinda Mustafa Kemal adi bir safak yildizi gibi parliyor. Bunun etrafinda bazi peykler beliriyor, fakat inanilacak sey degil. Ben savasi istemeyenlerin arasinda yasiyorum. " s(103-104) "Vatan delisi, millet divanesi" Ahmet Celal'in köylüler arasinda böylesine yapayalniz kalmasinin nedeni onlarla paylasamadigi bu idealdir. Durmadan bu tema'yi isler Karaosmanoglu. Daha önce askerlik yapmis oldugu için Ahmet Celal'a bir karis daha yakin olan Bekir Çavus ile de aralarinda söyle bir konusma geçer örnegin:

-Biliyorum beyim sen de onlardansin emme.
-Onlar kim?
-Aha, Kemal Pasa'dan yana olanlar...
-Insan Türk olur da, nasil Kemal Pasa'dan yana olmaz?
-Biz Türk degiliz ki, beyim.
-Ya nesiniz?
-Biz islamiz. Elhamdülillah... O senin dediklerin haymana'da yasarlar. (s 200-201)
Gerçi savasta dövüsenler, ölenler yine bu köylülerdir, ama onlar aydin subaylarin yönettigi bilinçsiz bir sürüdür. Ahmet Celal'a göre, yedi devlete savas açmis milliyetçi aydinlar var, ama gerçek millet yok. Onun için zafer kazanilirsa bile köylülerin degil de, topraklarin kurtulacagini söylüyor.

(7) Cevdet Kudret, Türk edebiyatinda hikaye ve roman,s,166
Mustafa Kemal ve Yandaslari Kurtulus Savasi sirasinda kurtaricilik görevini üstlenmislerdir.Karsilarinda, onlara ve ulusa degil, Istanbul'da halifeye inanan kitle vardir. Köy halki gazete okumadigi ve dis dünyadan haber alamadigi için Mustafa Kemal'i tanimiyor.

Ahmet Celal köyden geçen Kemalist subaylardan söz ederken "Bunlar bir ordunun alelade subaylari olmaktan ziyade yeni bir mezhebin öncüleri gibidir" der.Ahmet Celal'in kendisi de bir Kemalist degil mi? Ona inanmayanlar gibi onu düsman belleyip linç edecek hale gelmemis midir? Ama Isa kendisini çarmiha gerenleri bagislar çünkü onlar ne yaptiklarini bilemiyorlar." Ahmet Celal'da, düsman köyü yakip yikarken, o "mahser gününde" köylüleri bagisladigini söyler çünkü "bunlarin hiçbiri ne yaptigini bilmiyor." Romanin hemen hemen yarisindan itibaren savasla ilgili haberler, konusmalar ve olaylar ön plana çikarken buna kosut olarak Ahmet Celal ile köylüler arasindaki iliskinin niteliginde bir degisiklik göze çarpar. Türk köylüsü aydini yadirgiyor ve ona yaban! diyor. Çünkü bu iki insan arasinda asirlarin açtigi ve henüz kapanmayan korkunç bir uçurum vardir. Bu ayrilik onlarin dillerini, itikatlarini ve görenek tarzlarini da birbirinden ayirmistir. Türk aydinina gelince: O da Türk köylüsünü tanimiyor. Çünkü bu kalabalik asirlardan beri tabiatin ortasinda köylüyü unutmustur.

( 8 )Disinden, tirnagindan artirarak besledigi, hükümetin sihhati için doktorundan, ahlak ve imani için mualliminden, bakimsiz topraklari için ziraatçisindan ve hayvanlari için baytarindan, yollarindan, elektiriginden ve suyundan istifade edememis ise kabahat kimin? Köylünün, duygusu basit, düsüncesi geri, dili islenmemis ise onu bu halde birakmis olarak suç sehirlinin degil midir? ( 8)

Bütün yukaridaki saydigimiz seylerden yoksun olan köylünün sehirliden farkli olacagi kesin. Aydinlar bu köylü kitlesi için ne yapti? Yillarca köylüden faydalanarak ve onu dag basinda yalniz biraktiktan sonra simdi ne bekleyebilir. 1920 döneminde Türkiye 1.Dünya Savasindan çiktiktan sonra Kurtulus Mücadelesi'ni baslattigi zaman halk yorgun ve bitkin idi. Millet savas istemiyordu, tarafsiz kalmak onlar için hayat mücadelesi idi. Geri kalmisligin ve Ahmet Celal'i dislamalari o dönemde normal bir davranis olarak karsilanir. Çünkü onlar ne yaptiklarini bilmiyorlardi ve köylüler kendi aralarinda yapi itibariyla fazla gelisemediler. Köylerde okul olmadigi için insanlar okuyamiyor ve yazamiyordu.
Eser, Milli Mücadeledeki köyü, kötü ve eksiksiz taraflari ile karsimiza getirirken, Türk köylüsü biraz abartilmistir. O dönemdeki köylülerin sosyal ve psikolojik yapilari ihmal edilmistir. Çatlak ve sabirli dudaklari, günesten yanmis uzun çehresi ve rengini atmis saçlari ile köylü yabanci istilaya karsi kin ve nefret içerisinde idi. Memleketteki sosyal ilerleyisin bir sonucu olarak, köylüler yavas yavas memlekete özlem duymaya baslamislardi.

( 8 )Yakup Kadri Karaosmanoglu, Yaban, s,274
Yakup kadri'nin (Yaban), 1923'de yazilsaydi belki yakilabilirdi. Fakat on yil sonra, Karaosmanoglu'nun coskun bir içtenlikle destekledigi devrimlerin yapildigi yillardir. Gele neklerine ve Islam Ideolojisine bagli Anadolu halki ve köylüsü bu devrimleri benimsemis degildir. Barbarlarin Yiktigi Köyler Ahalisine adli ve 1922 tarihli köy hakkindaki yazida söz konusu köylü, Karaosmanoglu'nun gidip gördügü ve acisina saygi duydugu köylüdür. Yaban'daki köylü ise 1932 yilindaki Kadro'cu Karaosmanoglu'nun düsündügü ve herseyin önce tutuculugu ve gericiligin kaynagi olarak gördügü Anadolu köylüsüdür.

SONUÇ

Bu tezin amaci köylü ile aydin arasindaki uçurumu Kurtulus Savasi gerçegi içinde dile getirmektir. Kurtulus savasini o sicakligi ile anlatan romanda kisiler rollerinde uygundur. Zaman kullanimi Türk romanlarinda en çok gördügümüz ileriye dönük bir zaman kullanimidir. Olay örgüsü klasik roman türü içinde belli dügümlerle birbirine iyi bir sekilde baglanmis bir romandir.

Bu eserde sehirliye karsi düsmanlik hisleriyle dolu köylülerin hayati vardir. Bu güzel denilebilecek hiç bir hareketi, hiçbir sanati yoktur. Yaban'in bize tarif ve tasvir ettigi köylü, Orta Anadolu'nun bagri yanik topraklarinda kavrulup kalmis bir tek köyün halkidir. Fakat Yaban'i okuyan yabancilar ve hatta bir çok sehir insanlari diger köylülerimizin de böyle olmadigini bu eserin neresinden anliyabileceklerdir?

"...Görüslerimi özetlersem, örneklerle gördük ki:
a. Bu romanda, yillar yili yüzüstü birakilmis olan köylü ile aydin arasindaki uçurum gösterilmek istenmistir. Romanda belirtildigine göre, sehirden gelmis her aydin, köylü için bir "Yaban" dir.

b. Yazar, romanda köy insaninin kendi iliskilerini ve toplumsal olaylar karsisindaki tavrini islerken, genellikle inandirici olabilmistir. Bunda, ortaya koydugu günlük olaylarin sunulusu kadar olayla ilgili kisilerin çizimindeki basarinin da payi vardir.

c. Yazar, Sakarya savasindan sonra, düsmanin yakip yiktigi bölgelerde Heyet ile birlikte yaptigi bir inceleme gezisinde, gördüklerini hikaye ve makale biçiminde anlatmisti. Bunlar arasinda, Düsmanin yaktigi "Köyler Ahalisine" adli yazida köylü ile aydin arasindaki uzakliga deginen ve aydinin köylüyü yüzüstü birakmasindan yakinan sanatçi ayni konuyu Yaban romaninda islemistir.

d. Roman, ani biçiminde yazilmistir. Olaylar bir Anadolu köyünde yerlesen Ahmet Celal'in ani defteri olarak sunulur.

e. Yaban'da sive taklidi yapilmadigi zaman daha dogal görünen konusmalar kullanilir. Bunlarda kisilerin iç dünyalarinin belirtilme amacindan çok, durum ve günlük olaylarin yansitilmasi gözetilir.

f. Ahmet Celal'in katilamadigi Kurtulus Savasi karsisindaki duyarligi, anilarina, dünya görüsüne bagli olarak verilirken, bireysel durumlari, içine kapanisi dengeli ruhsal çözümlerle yansitilir.
g. Eserin bir çok yerlerinde köylü-aydin iliskisi üzerine, roman sinirini asip makale sinirina giren sayfalar vardir. Bunu önsözde kendisi de açiklayan sanatçi, "Yaban, bir objektik romani degildir. Bu, ne bütün manasiyla bir roman, ne bütün manasiyla bir sanat ve edebiyat isidir. Yaban, çölde bir feryattir." der.

h. Yaban Cumhuriyet Halk Partisi'nin koydugu roman armaganinda ikinciligi kazanmistir. Yaban'da dikkati çeken bir nokta da hayvan benzetmeleridir. Diger romanlarda karsilasmadigimiz kadar hayvanlara bu denli çok basvurulmustur. Bu köyün Insanlari "her biri kendi yuvasinda kunduza dönmüs" (Yaban,s,237). Yazarin burda amaci dogayla insanlari bütünlestirmekten çok, köylülerin ilkelligini, içgüdüleriyle yasayan hayvanlar gibi dogaya yakinliklarini vurgulamaktir. Hayvana en sik benzetilen iki kisi var romanda: Emine ile evlenen Ismail ve kurnaz Salih Aga.

Romanda ilginç bir sekilde kullanilan doga ögelerinden biri de bitkiler. Bir karsitligi simgeleyen iki tür bitki var Yaban'da: kurulukla, çoraklikla, çürümüslükle çagrisim yapan bitkiler. Diger tarafta hayat, güzellik ve canlilikla çagrisim yapan bitkiler vardir. "Yetim boyunlarini" büken, "hazin hazin köklerine bakan", "iki karis yükselmeden sararmis zavalli ekinler" (s 91,s 84) Dogadaki bu çorakligini yayginlastirmak için bu kez bitkilestirir köylüleri "Bu isirganlar, bu kuru ülkede "yabani ot gibi" bitmis kuru bitkiler olurlar. Yaban'in dokusunda kullanilan teknik, örneklerle verildigi gibi açikliga kavusmustur. Karaosmanoglu bütün romani boyunca kuru, hastalikli, pis ve çorak bir doga imgesi yaratmistir. Öbür taraftan çesitli yollardan köylüleri bu dogayla bütünlestirerek fizik planindaki nitelikleri moral plana da yansitmayi da basarir. Y.Kadri'ye göre köylü-aydin uçurumunun sorumlusu Türk aydinidir. Ama olaya derin açidan bakacak olursak Osmanli egitimi ve yönetimi büyük rol oynar. Köylü her zaman dag'da unutulmustur ve köylüyü egitecek, gelistirecek adim atilmamistir. Vergi toplanacagi zaman, köyleri sömüren bir yönetim vardi ve Osmanli döneminde bu böyle devam etti. Ta ki Kurtulus Savasi döneminde kültür ikilesmesi farki daha da büyütmüstür. Köylü bütün olaylar karsisinda duyarsizdir çünkü onlar düsünce itibariyla kendi aralarinda fazla gelisemediler. Insan çevre içinde yapi ve akil yönünden ilerleyebilir. Ahmet Celal ise çevre'nin genis oldugu Istanbul'da yetismistir. Köydeki çevre ise her zaman ayni ve degismeyen çevre oldugu için o yörenin halki Ahmet Celal'i "Yaban" olarak adlandiriyor. Köylüler suçsuzdurlar ve ne yaptiklarini bilemezler.

Köylü, duygusunu, düsüncesini, elini anliyamadigi ve hayat sartiyla uyusamadigi için sehirliye yabanci diyor. Fakat sehirli için de duygusunu, düsüncesini, dinini anliyamadigi ve hayat sartlariyla uyusamadigi köylü yabandir. Kusur kimde? Köylünün duygusu, basit, düsüncesi geri dili islenmemis ise onu o halde birakmis olarak suç sehirli'nin degil midir? Köylüyü çaresiz, zavalli birakirken hiç bir merhamet ve sorumluluk duymamisdir. Günün birinde kolu ve kanadi kirilip da, köye isinamamis ise suç kimindir. Roman tek yönlü ele alinmistir. Aydin kendi bakis açisini ölçü olarak almis ve köylünün kendisine bakisini anlatmistir. Burada üzerinde durulmasi veya baska bir deyisle elestirilmesi gereken iki yön vardir. Öncelikle yazarin yaklasimi veya anlattigi olaylar objektif kriter olarak alinip genele maledilemez. Bütün köylüler yazarin anlattigi köylüler gibidir diyemeyiz. Romandaki yazarin köylüleridir. Onlar yazarin duygu ve düsüncesinin ürünüdür.

Aydin ve köylü arasindaki uçurum sorunsali kitapta çok farkli ele alinmistir. Köylü suçlanmis , kötülenmistir aydin tarafindan. Köylü aydinin gözünde kötüdür, degersizdir. Ama bunun en büyük sorumlusu de aydinin kendisidir.


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
17 Mayıs 2011       Mesaj #3
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
YABAN

Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun romanı (1932). I. Dünya Savaşı'nda bir kolunu yitiren Ahmet Celal, İstanbul'un tiksindirici havasından, benliğindeki acılardan kurtulmak için eski neferi Mehmet Ali'nin Porsuk Çayı dolaylarındaki köyüne sığınır. Ama köylülerin yaşama biçimine uyamaz, köylülerce yaban olarak görülür. Köylülerin Millî Mücadele'ye karşı tavırlarıysa, onu iyice umutsuzluğa düşürür. Ahmet Celal'in anı defteri biçiminde yazılmış romanda, halk-aydın kopukluğu teması işlenir. Türk edebiyatı tarihinin köşe taşlarından olan Yaban, 1942 CHP Roman Yarışması'nda ikincilik kazanmıştır.


MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.

Benzer Konular

8 Ocak 2013 / Mystic@L Edebiyat tr
8 Haziran 2012 / buz perisi Edebiyat