Arama

Saraylar - Topkapı Sarayı

Güncelleme: 18 Ekim 2016 Gösterim: 17.519 Cevap: 11
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
16 Nisan 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye

Topkapı Sarayı

Ad:  Saraylar - Topkapı Sarayı1.jpg
Gösterim: 2484
Boyut:  75.5 KB

Osmanlı hükümdarlarının İstanbul’da, Ayasofya ile Sarayburnu arasındaki arazide yer alan sarayı.
Sponsorlu Bağlantılar

Hem 24 padişahın karıları, çocukları, yardımcıları ve hizmetçileriyle birlikte yaşadıkları bir konut, hem de devletin resmî yönetim yeri görevi yapmıştır. Bugün Topkapı Sarayı Müzesi adı altında müze olarak işlev görmektedir.

II. Mehmed (Fatih) İstanbul’u aldıktan sonra bugünkü Beyazıt semtinde İstanbul Üniversitesi’nin merkez binasının bulunduğu yerde bir saray yaptırmıştı. Bir süre sonra hem Haliç’e, hem Boğaz’a, hem de Marmara Denizine egemen bir konumda olan bir tepenin üstünde bugünkü sarayın ilk yapılan yaptmldı ve adına Saray-ı Cedid-i Âmire (Yeni Saray) dendi. Sarayın bahçesi için Marmara kıyısı boyunca uzanan Bizans suru üzerindeki Ahırkapı’dan başlayıp yamaç yukarı çıkan, Ayasofya ile Âya irini arasından geçip yamaçtan aşağı inen ve sağa doğru bir kıvrım yaptıktan sonra Haliç kıyısında yeniden Bizans suruna kavuşan bir duvar çekildi. Sur-ı Sultani adı verilen yaklaşık 2,5 km uzunluğundaki bu duvar ile, Bizans surunun Marmara ve Haliç kıyısı boyunca uzanan 2,5 km uzunluğundaki bölümü arasında kalan 600.000 m2’ye yakın arazi saraya ayrılmış oluyordu. Sarayın Sur-ı Sultani üzerinde (Marmara yönünden Haliç’e doğru) Otluk Kapısı, Bâb-ı Hümayun, Soğukçeşme Kapısı (bugünkü Gülhane Parkı girişi) ve Demir Kapı, Bizans suru üzerinde de (Haliç’ten Marmara’ya doğru) Topkapı, Değirmen Kapısı ve Balıkhane Kapısı olmak üzere yedi büyük girişi bulunuyordu. Ayrıca daha küçük ve az önemli koltuk kapıları da vardı.

Yeni Saray’ın yapımına ne zaman başlandığı konusunda bilgi yoktur. Çeşitli kaynaklar 1461’den 1468’e değin değişen tarihler verr mektedir. Bâb-ı Hümayun’un yazıtında 1478 tarihi bulunduğuna göre, bu kapının yer aldığı Sur-ı Sultani’nin aynı yıl bitirildiği kabul edilir. Bundan sonra hemen her padişah döneminde yaptırılan eklerle saray durmadan gelişmiş, son biçimini, terk edildiği 19. yüzyıl ortasında almıştır. Sarayburnu’ndaki Topkapı’nın yanında bulunan ve 1862’de yanarak ortadan kalkan ahşap Topkapı Sahilsarayı’nm adı zamanla sarayın tümünü tanımlar olmuştur.

Topkapı Sarayı, yukarıda tanımlanan çevre duvarları içinde kalan ve dış hazire denen büyük bahçeyle, bunun ortasında hafif bir eğimle 50 m’ye kadar yükselen bir tepenin üstüne kurulmuş olan ve yaklaşık 220 m x 370 m büyüklüğünde bir alana yayılan iç saraydan oluşur. Sarayın ana kapısı Âyasofya’nın arkasında, III. Ahmed Çeşmesi’ne bakan Bâb-ı Hümayun’dur (bak. bâb-ı hümayun). Önemli olaylarda ve törenlerde kullanılan bu kapı II. Mehmed zamanında yapılmıştır. Bir köşk olarak düzenlenmiş üst katı bugün mevcut değildir. İç saray Bâb-ı Hümayun’dan başlayıp kuzeydoğuya doğru uzanan bir eksen üzerinde arka arkaya sıralanmış, birbirlerine kapılarla geçit veren avlulardan ve bunları çevreleyen, çoğu tek katlı yapılardan oluşur. Bunlar sırasıyla Birinci Avlu (Alay Meydanı), Bâbü’s-Selam (Orta Kapı), İkinci Avlu (Divan Meydanı, Birinci Yer), Bâbü’s-Saade (Akağalar Kapısı, Arz Kapısı, Taht Kapısı), Üçüncü Avlu (Enderun Meydanı, İkinci Yer), Dördüncü Avlu’dur (Lala ya da Lale Bahçesi, Sofa, Üçüncü Yer).

Dış hazirenin bir parçası olan Birinci Avlu’nun sol yanında yer alan Aya İrini sarayın silahhanesi olarak kullanılmıştır, onun arkasında da eski darphane vardır. Aya İrini’nin karşısında, avlunun sağında odun depoları yer alırdı. Dış hazirede ayrıca çeşitli zamanlarda mimarbaşı ocağı, bostancılar ocağı, hamlacılar ocağı, şevkiye ocağı, mezbelehane ocağı, Evkaf Nezareti, Gülhane Hastanesi, has fırın, baruthane, aslanhane, değirmen ocağı, tıbbiye mektebi, Milli Eğitim Basımevi, matbaacılık okulu, ambarlar, tıbbiyeye devam eden subaylar için yurtlar yapıldı. Bunların bazısı yok olmuştur, bazısı bugün de kullanılmaktadır. İstanbul Arkeoloji Müzeleri ile Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi olarak yapılmış olan bugünkü Eski Şark Eserleri Müzesi de dış hazirenin batı yanındaki yamaçtadır. Daha batıda kalan bölüm 20. yüzyılın başında bahçe olarak düzenlenip kamuya açılmıştır (bugünkü Gülhane Parkı). Gene dış hazirenin çeşitli yerlerinde değişik zamanlarda saraya ait dış köşkler yapılmıştır. Bunların en eskisi olan Çinili Köşk, Sur-ı Sultani üzerinde yer alan Alay Köşkü ye Sepetçiler Kasrı günümüze ulaşmış, İshak Paşa Köşkü, Yalı Köşkü (II. Bayezid Köşkü), İncili Köşk (Sinan Paşa Köşkü), Mermer Köşk, Bostancıbaşı Köşkü, Topkapı Sahil- sarayı, Gülhane Köşkü, Şevkiye Köşkü (Yeni Köşk) ve Haşan Paşa Köşkü yok olmuştur.

Bâbü’s-Selam’dan geçilerek ulaşılan İkinci Avlu 110 m X 170 m ölçülerinde, dört yanı revaklarla çevrili bir alandır. Sağdaki revakın arkasında, avlu boyunca uzanan Matbah-ı Âmire yer alır. Burası ortadaki bir yolun bir yanında mutfak görevlilerine, ahçı ve tablakârlara ait koğuşlarla, öbür yanındaki ikişer ikişer yan yana sıralanmış 20 tane mutfak mekânından oluşur. 16. yüzyıldaki bir yangından sonra Mimar Sinan tarafından 1574’te yeniden yapılan bu bölümler, üzerlerini örten kubbeleri ve her kubbenin ortasından yükselen bacalarıyla sarayın Marmara’dan görülen siluetinde özel bir yer alır. İkinci Avlu’nun sol yanındaki revakın arkasında daha küçük bir avlu olan Has Ahır Meydanı bulunur. Zülüflü Baltacılar Koğuşu ile sarayın değerli eyer ve koşum takımlarının saklandığı Raht Hâzinesi bu avluya bakar. İkinci Avlu’daki en önemli yer, sol ileride bir çıkıntı yapan Kubbealtı’dır- Divan-ı Hümayun’un toplantı yeri olan Kubbealtı yan yana üç bölümden oluşur. Her biri bir kubbeyle örtülü bu mekânların önünü çok geniş bir saçak “L” biçiminde sarar. Kubbelerin arkasında Adalet Kasrı adlı kule yükselir.
Ad:  Saraylar - Topkapı Sarayı2.jpg
Gösterim: 2185
Boyut:  62.0 KB

Tepesi piramit biçimli sivri bir külahla biten ve dışarıdan hem Haliç, hem de Marmara yönünden görülen bu kule sarayın simgesi gibidir. Bugünkü biçimini 19. yüzyılın başlarında alan Adalet Kasrı’nm altındaki Araba Kapısı Harem’e geçit verir. Kubbealtı’ nın bitişiğinde, İkinci Avlu’nun sol ileri köşesini kaplayan Hazine-i Âmire (Dış Hazine) vardır. Burası iki sıra halinde dizilmiş sekiz kubbeyle örtülü, II. Mehmed döneminde yapılmış bir yapıdır ve sarayın en eski bölümlerinden biridir. Bâbü’s-Selam’ın tam karşısında, İkinci Avlu’nun kuzeybatı kenarınca uzanan revakların ortasında Bâbü’s-Saade’nin narin sütunlara oturan geniş saçağı ileriye doğru taşar (bak. bâbü’s-saade). Bu revakların arkasında Üçüncü Avlu’ya bakan Enderun-ı Hümayun ve Akağalar Koğuşu sıralanır. En sol köşede de Harem’e açılan Kuşhane Kapısı vardır. Yaklaşık 90 m x 90 m boyutlarındaki Üçüncü Avlu’da, Bâbü’s-Saade’nin hemen karşısında padişahın yabancı elçileri ve üst düzeyden kişileri kabul ettiği Arz Odası bulunur. Mermer şebekelerle çevrili bir teras üstündeki Arz Odası’nın çatısı da mermer sütunların taşıdığı geniş bir saçak halinde dört yana doğru taşar. Kapısının iki yanındaki duvar 16. yüzyıl çinileriyle kaplanmıştır; sağ tarafında da duvara gömülü mermer bir çeşme vardır.

1856’da yandıktan sonra onarılarak bugünkü görünümünü alan Arz Odası’nın arkasında, avlunun aşağı yukarı ortasında 18. yüzyıl yapısı olan III. Ahmed Kütüphanesi bulunur. Sağda ise Seferli Koğuşu, onun bitişiğinde Fatih Köşkü de denen ve gene sarayın ilk yapılarından olan Hazine-i Hassa (İç Hazine) yer alır. Bu yapılardan birincisinin önünde dar bir revak, İkincisinin önünde de geniş bir saçak uzanır. Hazine-i Hassa bir “L” harfinin uzun kolu boyunca dizilmiş yan yana üç oda ile, “L”nin kısa kolundaki dördüncü bir odadan ve tam köşeye gelen bir hayattan oluşur. Ortasında mermer bir selsebilin yer aldığı, üzeri örtülü bu hayat, bir kenarındaki iki kemer gözüyle Marmara’ya, öbür kenarındaki iki kemer gözüyle de Boğaz girişine bakar ve sarayın en güzel manzaralı yerlerinden biridir. Üçüncü Avlu’nun batı yanında, bugün kütüphane olarak kullanılan Ağalar Camisi, onun gerisinde de avlunun sol ileri köşesini kaplayan Hırka-i Saadet Dairesi yer alır.

Girişinin iki yanı çok değerli 16. yüzyıl çinileriyle kaplı olan bu bölüm, kare planlı bir mekânın dört odaya bölünüp her birinin bir kubbeyle örtülmesinden oluşur. II. Selim’in Mısır Seferi’nden getirdiği emanat-ı mukaddesenin saklanması için yapılmıştır. Hırka-i Saadet Dairesi’nin yan kapısından Dördüncü Avlu’nun kuzeybatı ucundaki Sultan İbrahim (Sofa-i Hümayun) Taşlığı’na çıkılır. Üçüncü Avlu’nun kuzeybatı kenarı boyunca ve Fatih Köşkü ile Hırka-i Saadet Dairesi arasında Kilerli Koğuşu ve Hazine-i Hassa Hademeleri Koğuşu sıralanır. Birinci yapının iki yanındaki rampalı dehlizlerden, daha alçaktaki Dördüncü Avlu’ya geçilir. Burada sağda Sofa Camisi, Esvap Odası ve sarayın en geç tarihli yapısı olan, 19. yüzyılın ortasında barok ve ampir karışımı bir üslupta yapılmış Mecidiye Köşkü vardır. Ortada bu avluyu iki kademeye ayıran setin üstünde sağda Hekimbaşı Odası (Başlala Kulesi), solda da Sofa (Kara Mustafa Paşa) Köşkü yer alır. İki salondan oluşan ve bunların arasında avlunun iki kademesini birbirine bağlayan bir merdivenin yer aldığı köşk Osmanlı sivil mimarlığının III. Ahmed dönemindeki en güzel örneklerinden biridir. Daha solda başka bir merdiven Sultan İbrahim Taşlığı’na çıkar. Taşlığın Haliç’e bakan kuzey köşesinde,

1640’ta IV. Murad’ın Bağdat’ı almasının anısına yaptırdığı, sarayın en görkemli yapılarından Bağdat Köşkü bulunur. Planı, dört kenarı dışarıya doğru çıkıntı yapan bir sekizgen biçimindedir. Sekizgenin ortasını bir kubbe örter; kubbenin eteği zarif sütunların taşıdığı geniş bir saçak halinde dışa taşar. Kubbenin içi altın yaldızlı nakışlarla, pencere ve kapı içleri renkli taş mozaiklerle, duvarlar dönemin çinileriyle kaplıdır. Aynı taşlığın güney köşesinde de Revan Köşkü yer alır. IV. Murad bu köşkü Revan (Erivan) Seferi’nden zaferle dönünce 1629’da yaptırmıştır. Bir çıkıntı eksiğiyle Bağdat Köşkü’yle aynı plânda olan Revan Köşkü’nün önünde, fıskiyeli büyük bir mermer havuz vardır. Karşısında ise taşlığın Haliç’e bakan kuzey kenarında Sünnet Odası bulunur. Osmanlı şehzadelerinin sünnet edildiği bu küçük odanın dış cephesi 15., 16. ve 17. yüzyıl çinileriyle kaplıdır. Sünnet Odası’yla Bağdat Köşkü arasında, taşlığın kenarında İbrahim’in yaptırdığı İftariye Köşkü (Mehtaplık) 7 m kadar aşağıdaki İncirlik bahçesinin üstüne bir balkon gibi taşar. Aslında burası çevresi açık bir kameriyedir, yalnız üzeri dört köşesindeki ince tunç sütunların taşıdığı gene tunçtan bir saçakla örtülüdür. Incirlik’in kuzeyinde, Haliç yönündeki daha alçak set Fil Bahçesi adıyla anılır. Taşlığın güneybatı kenarı Hırka-i Saadet Dairesi’ne dayanır. Hırka-i Saadet Dairesi’yle Sünnet Odası arasındaki bir koridor, burasını Harem’e bağlar.

Harem, ikinci Avlu’yla Üçüncü Avlu’nun kuzeybatısında, Kubbealtı’nın arkasından Hırka-i Saadet Dairesi’nin arkasına kadar uzanır. Küçük avlular ve taşlıkların (Valide Taşlığı, Cariyeler Taşlığı, Karaağalar Taşlığı, III. Osman Taşlığı vb) çevresini saran, bir ya da iki katlı, karmaşık mekânlardan oluşur. En önemli bölümleri Mabeyn Dairesi, I. Abdülhamid’in, II. Selim'in ve III. Murad’ın odaları, I. Ahmed’in okuma odası, Yemiş Odası, III. Osman Köşkü, Veliaht Dairesi, Valide Sultan Dairesi, Başkadın Dairesi, Şehzadeler Mektebi, Karaağalar Dairesi, Kızlarağası Dairesi, Cariyeler Dairesi, Cariyeler Hastanesi, Şimşirlik vb’dir.

Topkapı Sarayı, II. Mahrhud’un daha çok Boğaz kıyısındaki saraylarda kalmayı yeğlemesinden, onu izleyen Abdülmecid’in de Dolmabahçe Sarayı'nı yaptırıp oraya taşınmasından sonra 19. yüzyılın ortalarında eski işlevini yitirdi. Eskisi gibi iyi bakılamadığı için harap olmaya başladı, bazı yapıları yıkıldı. 1870-72 arasında bugünkü demiryolunun dış bahçesinden geçirilmesi, buradaki
Topkapı Sarayı Müzesi 128 birçok yapının zarar görmesine neden oldu. Cumhuriyetken sonra, 1924’te çıkarılan bir yasayla saray müzeye çevrildi, onarıldıktan sonra Harem dışında birçok bölümü ziyarete açıldı. Harem de uzun süren geniş kapsamlı bir onarımdan geçirilerek daha sonra ziyarete açık bölümler arasına katıldı.


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 17 Ekim 2016 21:29
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
1 Kasım 2009       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Topkapı sarayı
İstanbul'da Sarayburnu sırtlarında saray kompleksi.
Sponsorlu Bağlantılar

İstanbul'un 1453’te fethinden sonra ilk osmanlı sarayı Beyazıt’ta, bugünkü İstanbul Üniversitesi'nin bulunduğu yerde yaptırılmıştı (Saray-ı atik, Eski saray). Kısa bir süre sonra kaynaklarda Saray-ı cedid-i amire olarak geçen ve hem Marmara'ya, hem de Boğaziçi’ne hâkim bir konumda yer alan Yeni saray, bugünkü adıyla Topkapı sarayı inşa edildi (1475-1478, Hammer tarihi’ ne göre 1468). Yaklaşık 400 yıl Osmanlı imparatorluğu’nun yönetim merkezi olan Topkapı sarayı, 1853’ten sonra bu işlevini Dolmabahçe sarayı’na bırakmış, burada yalnızca eski padişahların aileleri oturmuştur. Birun, Enderun ve Harem olmak üzere üç ana bölümden ve art arda dört avluyu çevreleyen köşkler, kasırlar, camiler, divanlar, devlet daireleri, kütüphaneler, koğuşlar, mutfaklar, çeşmeler ve bahçelerden oluşan, çeşitii dönemlerde gerçekleştirilen eklemelerle günümüzdeki durumuna ulaşan bu saray dış yapılarıyla birlikte yaklaşık 700 000 m2'lik bir alanı kaplar.

Bu alanda daha önce Byzantion kentinin akropolisi, roma-bizans kentinin kalıntıları, deniz yönünde saray ve kiliseler vardı. Geç Bizans döneminde zeytinlik haline getirilen bu kesimin deniz yönündeki bizans surlarına, Fatih Sultan Mehmet döneminde 1 400 m uzunluğunda, 28 kule ile berkitilmiş Sur-ı sultani eklendi. Bu surların dördü kara tarafında (Otlukkapı ya da Ahırkapı, Demirkapı, Soğukçeşme kapısı, Babıhümayun), üçü deniz yönünde (Topkapı ya da Toplukapı,Değirmen kapısı, Balıkhane kapısı) olmak üzere yedi büyük kapısı vardı; bunların aralarında da ayrıca küçük kapılar bulunuyordu. Sur-ı sultani üzerindeki Alay köşkü Gülhane parkının köşesindeki burçlardan biri üzerine yapılmıştı. Bu köşk 1810'da empire (ampir) üslupta yenilenmiştir.
Ad:  Saraylar - Topkapı Sarayı3.jpg
Gösterim: 1518
Boyut:  72.9 KB

Ayasofya yanındaki Babıhümayun adlı anıtsal taçkapıdan (1478) Topkapı sarayı'nın birinci avlusuna (Alay meydanı, Birinci mahal, birinci yer) girilir, iç içe iki kapı ile küresel bingili bir kubbeden oluşan bu taçkapının üstünde Fatih Sultan Mehmet döneminde bir köşk vardı. Birinci avluda önceleri sarayın dış hizmetlerini gören oduncular ve odun depoları, hasırcılar ve koğuşları yer alıyordu. Girişin sağında büyük bir hastane, fodla fırınları, denize doğru limonluklar, cebehane depoları ve cebehane meydanı, Otlukkapı’dan başlayarak Sirkeci'ye doğru kıyıda çeşitli dönemlerde yaptırılmış köşkler ve kasırlar yer alıyordu. Bu yapılar arasında tarihsel bir sıra ile Çinili köşk, ishakpaşa köşkü, Bayezit II köşkü ya da Yalı köşkü, İncili köşk ya da Sinanpaşa köşkü, Mermer köşk, Sepetçiler köşkü, Bostancıbaşı köşkü, Gülhane kasrı, Şevkiye köşkü ya da Yeni köşk, Hasanpaşa köşkü ve son olarak Abdülmecit döneminde eklenen Mecidiye köşkü belirtilebilir.

Babıhümayun’un solunda Ayairini kilisesi, darphane vardır. Darphane'nin yanındaki yokuşun başında Koz bekçileri kapısı bulunur. Daha ilerde Gülhane parkı ve İstanbul arkeoloji müzeleri yer alır. Bu kesimdeki Çinili köşk (Sırça köşk. Sırça saray) Fatih dönemi üslubunu yansıtan en eski ve önemli anıtlardandır (1473). XV. yy. çinilerinin en güzel örnekleriyle süslü olan bu yapı ortası kubbeli, haç biçimi dört eyvanlı geleneksel planıyla da ilgi çeker.

Babıhümayun'dan dar bir yolla Topkapı sarayı'nın ana girişi sayılan Babüsselam'a varılır (Ortakapı), Yanlarında sekizgen kulelerin bulunduğu bu kapının 1524' te Kanuni Sultan Süleyman döneminde İsa Mehmet tarafından yapıldığını gösteren yazıtı vardır. Kapının iki yanında Mahmut II ve Mustafa lll’ün tuğralannın bulunduğu onarım yazıtları yer alır. Bu kapının dışında idam edilenlerin başlarının ibret için teşhir edildiği bir taş (seng-i ibret) ve bunun yanında da Cellat çeşmesi bulunmaktadır. Babüsselam’dan Birun a (Divan meydanı, dış avlu, ikinci mahal, ikinci yer) geçilir. Birun’un sağ yanında Dolap ocağı, revakların ardından yirmi kubbeyle örtülü saray mutfakları yer alır (kaynaklara göre bu mutfaklarda on beş bin kişiye yemek hazırlanabiliyordu). Selam II döneminde büyük bir yangın geçiren mutfaklar 1574’te Mimar Sinan tarafından yenilenmişti.

Bunların sağında Aşçılar camisi, Aşçılar koğuşu, solundaysa Helvahane bulunur. Birun’un solunda, yokuşlu bir yoldan sarayın Raht hazinesi’ne inilir. Beşirağa camisi bu çukur alandadır. Ayrıca Zülüflü baltacılar koğuşu, Hasattırlar kapısı, revakların sağında Harem dairesi’nin Arabalar kapısı bu kesimdedir (Harem'in ayrıca Kuşhane kapısı ve Gülhane parkı yönünde Şal kapısı denilen iki girişi daha vardır). Arabalar kapısı'nın yuvarlak kemeri üzerinde Murat III döneminden 1588 tarihli yazıt yer alır.
Meydanın solunda, Arabalar kapısı'nın yanındaki Kubbealtı (Divanı hümayun) önü geniş revaklı, üç kubbeli bir yapıdır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaptırıldığı sanılan bu binanın iç ve dış bezemeleri Ahmet III dönemindendir. Haftanın belirli günlerinde vüzera burada toplanır ve devlet işlerini görüşürdü, padişah da sadrazamın oturduğu yerin üstündeki kafesli bölümden toplantıları izlerdi. Ayrıca halkın istekleri, başvuruları da burada dinlenirdi. Kubbealtı'nın ardında 315 m yüksekliğinde, kare planlı, iki katlı, sivri külahlı bir gözetleme kulesi vardır. Bu kulenin taş konsollara kadar olan alt bölümü XVI. yy.'da, sütunlarla süslü üst bölümü ise 1819/1820'de Mahmut II döneminde yaptırılmıştır. Kubbealtı'nın bitişiğindeki iç hazine (bugün müzenin silah bölümü) Tarih-ı Ataya göre XV. yy.'dandır (sekiz kubbeli iç hazine'nin altındaki demir kapaklı bölümlerde paralar saklanıyordu).

Kubbealtı'nın ardında Kızlarağası dairesi, Şehzadeler mektebi, Musahiban ve Hazinedar daireleri, Haremağaları dairesi, Karaağalar camisi, şadırvan, Dolaplı kubbe (Harem taşlığı), Harem muhafızları Baltacılar koğuşu, en arkada da Cariyeler hastanesi yer alır. Haremağaları ve Kızlarağası dairelerini geçtikten sonra varılan büyük tunç kapı Harem'in asıl girişidir. Yaklaşık 150 m uzunluğunda, 75 ila 85 m genişliğinde olan bu bölüm, dört yanı duvarlarla çevrili, kendi içinde çok sayıda avlulu, belli bir plana bağlı kalınmaksızın yapılmış çok girift bir mekândır. K.-B., yani Haliç tarafında yüksek sur gibi duvarlar, K.'de “Fil bahçesi" ve "incir!ik'’e dayanan duvarlar, K.-D.'da Enderun duvarları ve silahhane ile divan yeri, G.’de Baltacılar koğuşu yönündeki meşkhane bu bölgenin sınırlarını oluşturuyordu.

Divan ve Enderun meydanlarını birbirinden ayıran duvarın yönü boyunca Harem ikiye ayrılıyordu. Burada farklı işlevlere ayrılan yerler zamanla yer değiştirmiş, Harem'in büyümesiyle mabeyn de büyümüş ve G.'e kaymıştır. Harem dairesi'nin yapım tarihi kesinlik kazanmamıştır, ancak Fatih Sultan Mehmet döneminde kimi basit bölümlerin tasarlandığı düşünülmektedir (Valide taşlığı çevresindeki yapıların Haremin en eski bölümü olduğu sanılmaktadır). Murat III döneminde Mimar Sinan Harem'e büyük eklemeler yapmış, yer kazanmak amacıyla yeni binalar var olan set ve terasların önüne eklenen ayaklar üzerine oturtulmuştur. Bu tarihlerde Murat III köşkü'nün içine ve önüne büyük havuzlar eklenmiştir. Mehmet IV döneminde Harem kâgir olarak yeniden inşa edilmiştir (1666). Ahmet III, Mahmut I, Osman III, Abdülhamit I ve Selim III dönemlerindeki eklemeler genellikle konsol ve furuşlara oturtulan mekânlardır (Osman III taşlığı asma bahçe biçimindedir). İç mekânlar harem halkının artmasıyla gittikçe bölünmüş, asma ve ara katlarla yer kazanılmış, böylece yapının özgün biçimi tümüyle yok olmuştur.

Babüsselam'ın karşısındaki üçüncü kapı çok çeşitli adlarla anılır: Babüssaade, Akağalar kapısı, Enderun kapısı vb Önünde bir sundurma ve sağlı sollu revaklar bulunan bu kapının yanlarında XVIII. yy.'dan duvar resimleri vardır. Ayrıca kapı Ab dülhamit I döneminde bir talik yazıt ve Mahmut ll'nin kendi eseri olan bir besmele ile süslüdür. Üçüncü avluya (Enderun avlusu, üçüncü mahal, üçüncü yer) geçiş bu kapıyla sağlanır. Babüssaade'nin tam karşısındaki Arzodası Fatih Sultan Mehmet dönemindendir. Geniş saçaklı, çevresi revaklı yapı, günümüzdeki biçimini 1856 yangınından sonra geçirdiği onarırrilarla almıştır. OsmanlI padişahları Arzodası'ndaki kubbeli, gösterişli tahta oturur (1595'te Mehmet III yaptırdı), yabancı elçileri kabul ederlerdi.
Arzodası’nın hemen arkasında, XVIII. yy. osmanlı mimarlığının güzel örneklerinden biri olan Ahmet III kütüphanesi ya da Enderun kütüphanesi yer alır.

Babüssaade ya da Akağalar kapısı’nın sağında Seferli koğuşu vardır. Dikdörtgen planlı, tonozlu ve düz çatılı iki büyük mekândan oluşan bu koğuşun önünde, yeşil somaki sütunlu bir revak bulunur. Yapı günümüzdeki biçimini Ahmet III döneminde almıştır (1719). Seferli koğuşu'ndan birkaç basamakla Hazinei hümayun'un revakına inilir. Devşirme sekiz kalın sütunun taşıdığı, yuvarlak kemerli, düz bir çatıyla örtülü olan revakın ardında dört büyük oda ve büyük bir hayat yer alır. Birinci oda Selim II döneminde Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. Tayyarzade Ata Bey'in Tarih-ıAta adlı yapıtına göre öteki üç oda ve hayat Fatih Sultan Mehmet döneminde Enderun hâzinesi ya da Hazinei hümayun olarak inşa edilmiştir. Fatih köşkü olarak da anılan bu odalar anıtsal taçkapılarıyla dikkati çekerler. Sağ tarafta ayrıca Enderun mektebi ve meşkhane yer alır. Hazinei hümayun’un yanında kiler (günümüzde onarılarak müdüriyet haline getirildi) ve Hasodalar koğuşu bulunmaktadır. Bu bölümler onarımlar ve kimi değişikliklerle özgün biçimini yitirmiştir. Enderun avlusunun sol köşesinde, Hazinei hümayun'un (Fatih köşkü) karşısındaki Hasoda'nın (Hırkai saadet dairesi) yapım tarihi tartışmalıdır: kimi sanat tarihçiler burasının Yavuz Sultan Selimin Mısır seferi'nden getirdiği Kutsal emanetler için yaptırıldığını öne sürerken, kimileri de yapının bir bölümünün Fatih Sultan Mehmet döneminde var olduğu görüşündedir. Kare planlı, iki katlı yapı, birer kubbeyle örtülü dört mekândan oluşur. Alt kat ise tonoz örtülüdür. Hasoda' nın Haliç'e bakan cepheleri on bir kubbeli revakla çevrilidir.

Ahmet III kütüphanesinin solunda Ağalar camisi, bunun ardında da Harem yapılarının devamı yer alır (Altın yol, Valide taşlığı, Validesultan odası, Valide hamamı, Abdülhamit Un yatak odası, Selim III' ün odası, Osman III köşkü, Havuzlu asma bahçe, Hünkâr hamamı, Hünkâr sofası, Ahmet I kütüphanesi, Ahmet lll'ün yatak odası, Veliaht dairesi, Çeşmeli sofa, Ocaklı sofa, Başkadın ve Kadınlar dairesi, Taht kasrı vd.). Valide ve ikballer taşlıkları arasındaki Murat III köşkü (1578), Sultan Murat'ın yatak odası olarak da bilinir. Mimar Sinan'ın yapıtı olan ve sarayın en ilginç bölümlerinden birini meydana getiren bu köşkün alt katı yazlık, üst katı kışlıktır.

Enderun avlusunun ardında, Sarayburnu yönünde, Dördüncü avlu (Dördüncü mahal, dördüncü yer) bulunur. Bahçeli köşklerin yer aldığı bu bölüme eskiden Kiter koğuşunun altındaki merdivenli geçitten ulaşılıyordu. Avlunun sağında Esvap odası, daha aşağıda Sofa camisi (1808, onarım 1858), barok ve empire (ampir) üslupta Mecidiye köşkü (daha önce yerinde Çadır köşkü vardı), ortada Hekimbaşı kulesi (Lale kulesi), barok üsluptaki Karamustafapaşa köşkü (Sofa köşkü) vardır. Murat IV’ün Bağdat ve Revan seferlerinden sonra yaptırdığı Bağdat (1639) ve Revan (1636) köşkleri de bu avludadır. Her iki yapı da mimarileri ve zengin süslemeleriyle XVII. yy. osmanlı sanatının seçkin örneklerindendir. Bağdat köşkü' nün terasının yanındaki dört ince metal sütuna oturan kubbeyle örtülü İftariye kameriyesi 1640'ta Sultan İbrahim tarafından yaptırılmıştır. Biraz daha solda, 1641 tarihli Sünnet odası yer alır. Şehzadelerin sünnet edildiği bu küçük yapı duvarlarını kaplayan tek parça XVI. yy. çini levhaları, küçük çeşmeleri ve pencerelerini dolanan uzun kasidesiyle ilgi çeker.
Topkapı sarayı'na bağlı yapılar Atatürk’ ün buyruğu ile onarılarak müzeye dönüştürülmüş ve halka açılmıştır.

Kaynak: Büyük Larousse

Son düzenleyen Safi; 17 Ekim 2016 21:30
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
12 Aralık 2009       Mesaj #3
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
Topkapı Sarayı
(Osmanlı Türkçesi: طوپقپو سرايى), İstanbul Sarayburnu'nda, Osmanlı İmparatorluğu'nun 600 yıllık tarihinin 400 yılı boyunca, devletin idare merkezi olarak kullanılan ve Osmanlı Padişahları'nın yaşadığı saraydır. Günümüzde büyük turist kitlelerini kendine çeken saray 1985 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi'ne giren İstanbul Tarihî Yarımada içerisindeki tarihi eserlerin en başında gelmektedir.

Konumu
Topkapı Sarayı, Sarayburnu'nda, Haliç ve Marmara Denizi ile birlikte çeşitli yerlerden Boğazı gören bir tepede inşa edilmiştir. Antik Yunan ve Bizans dönemlerinde, akropol tepesi olarak geçen bölge İstanbul`un ilk kuruluş yeri olarak kabul edilmektedir. Saray'ın ikinci avlusunda yerin altında, Osmanlı döneminde de kullanılmış bir Bizans sarnıcı bulunmaktadır.

İnşasına Başlanması
Osmanlı döneminde ilk adı Saray-ı Cedîd-i Âmire (Yeni saray) olan Topkapı Sarayında ilk inşaat 1465 yılında Konstantinopolis fatihi Sultan II. Mehmed'in emriyle başladı. Fatih Sultan Mehmet, sarayın tek binadan değil, birçok köşk ve dairelerden meydana gelmesini istiyordu. Saray inşaatına bu istek üzerine başlandı. Sarayın yapımı 1478 yılında bitmiş olsa da, bölgede büyük bir saray yapımından önce birkaç köşk yapılmıştır. (Çinili köşk ve Fatih köşkleri) Daha Sonra ise asıl saray bölümü yapılmıştır. Ancak her yeni padişahla birlikte sarayda yeni yapılar inşa edilmiştir.
Ad:  Saraylar - Topkapı Sarayı4.jpg
Gösterim: 1383
Boyut:  57.8 KB

Yerleşim Düzeni
Sarayın basit ilk planı Fatih Sultan Mehmet tarafından yapılmıştır. En geniş dönemlerinde 700.000 m² araziye sahip olan saray, Ayasofya’dan Gülhane’ye, Gülhane’den Sirkeci’ye kadar geniş bir alana yayılan 5 kilometreyi bulan sur-i sultani denilen yüksek ve geniş duvarlarla çevriliydi. 1574 yılında çıkan bi yangın sonucu büyük hasar gören mutfaklarla birlikte Harem, hamamlar ve Arz Odası II. Selim'in emri ile Mimar Sinan tarafından onarılmıştır. Saray 16. yüzyılın sonlarına doğuru bugünkü görünümünü almıştır. 1665 yılında çıkan büyük bir yangın sonucu Harem büyük ölçüde yanmıştır. Günümüze gelen Harem, bu yangından sonraki yenilenmelerle ve zaman içindeki genişletmelerle biçimlenmiştir.
Saray, 19. yüzyılın ikinci yarısında II. Abdülhamit zamanında Sirkeci Garı'nın yapımı nedeniyle sahildeki bir çok köşkün yıkılmasına kadar uzun bir kıyı şeridi ile daha büyük bir alanı kaplamaktaydı. Sarayın bugün kapladığı alan ise 80.000 m²'dir. Sahil köşklerinden günümüze kalan tek yapı Sepetçiler Kasrıdır.

İşlevi
Bu dönemden itibaren hem devletin idare merkezi hemde padişahların evi oldu. Saray karmaşık dört ana avlu ve pek çok küçük yapıdan oluşmakatadır. Topkapı Sarayı, saltanat ikametgahı olarak varlığını sürdürdüğü dönemlerde saray ahalisi 4.000 kişiye kadar varmaktaydı. 19. yüzyılda “Topkapı Sarayı” adıyla yeni bir köşk yapılmasının ardından bütün yeni saraya “Topkapı Sarayı” denilmeye başlandı.
Topkapı Sarayı, padişahların boğaz kıyılarındaki saraylarda daha fazla vakit geçirmeyi tercih etmeleri sebebiyle 19. yüzyılda eski önemini kaybetmeye başlamıştır. Amcası III. Selim'in sarayda bir isyan sonucu öldürülmesi nedeniyle yaşadığı olaylardan dolayı sarayın kötü anıları anımsattığı gerekçesiyle II. Mahmut Topkapı Sarayı'nda fazla vakit geçirmemiştir ve Beşiktaş Sarayına taşınmıştır. 1856'da Dolmabahçe Sarayının inşaasının bitmesiyle Sultan Abdülmecit buraya taşınmıştır. Bu tarihten itibaren Dolmabahçe Sarayı, daimi oturulan bir saray olmuştur. Suikastten sürekli kuşkulanan padişah II. Abdülhamit Dolmabahçe Sarayı'nda oturmaktan vazgeçerek, daha güvenli olduğunu düşündüğü Yıldız Sarayı'na taşınmıştır ve 1876-1909 tarihleri arasında, 33 yıllık saltanatı boyunca burda yaşamıştır. Topkapı Sarayı ise 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren artık sadece tahttan indirilen padişahların Valide Sultanlarının ikametine ayrılmıştır.

Müzeye dönüştürülmesi
Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından korunan Topkapı Sarayı Müzesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlıdır.

Rumeli Hisarı
İstanbul'un Sarıyer ilçesinde Boğaziçi'nde bulunduğu semte adını veren hisar. Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'un fethinden önce boğazın kuzeyinden gelebilecek saldırıları engellemek için Anadolu yakasındaki Anadolu Hisarı'nın tam karşısına inşa ettirilmiştir. Burası boğazın en dar noktasıdır. Mekanda uzun yıllardır Rumeli Hisarı Konserleri düzenlenmektedir.

İstanbul Sarıyer'de bulunan Rumeli Hisarı, 30 dönümlük bir alanı kapsamaktadır. Anadolu Hisarı'nın karşısında İstanbul Boğazı'nın 600 metrelik en dar ve akıntılı kısmında inşa edilmiş bir hisardır. 90 gün gibi kısa bir sürede tamamlanan hisarın üç büyük kulesi, dünyanın en büyük kale burçlarına sahiptir.
Rumelihisarı'nın adı Fatih vakfiyelerinde Kulle-i Cedide; Neşri tarihinde Yenice Hisar; Kemalpaşazade, Aşıkpaşazade ve Nişancı tarihlerinde Boğazkesen Hisarı olarak geçmektedir. Deniz güvenliğini sağlamak için en dar noktadadır.

Yapım hikayesi
Fatih, İstanbul'u almayı aklına koymuştur. Öncelikle Yıldırım Bayezîd'in yaptırdığı Anadolu Hisarının karşına Rumeli Hisarını yaptıracaktır. Bizans İmparatoru Konstantinden bir av köşkü yapmak için toprak ister. İmparator dalga geçercesine bu av köşkünün bir dana derisi kadar yer kaplamasını ve bu kadar toprak verceğini söyler. Bunun üzerine II. Mehmet, hemen bir dana kestirip derisini yüzdürür ve deriden iplik yaptırır. Rumeli Hisarının yapılacağı alanı bu iple çevirir. İmparator inşaata bakmaya geldiginde şaşırır. Çünkü inşaat arzisi değil bir dana derisi, yüzlerce dana derisini içine alacak kadar büyüktür. Durumu Fatih'e bildirdiğinde Fatih dana derisinden yaptırdığı ipi gösterir ve şöyle der: "Ben bu ipi dana derisinden eğirttim. Bir fazlası varsa yıkalım." İmparator da yanındakiler de çaresiz susar ve hisarın yapımına izin verirler.

Yapımı
Hisarın inşaatına 15 Nisan 1452'de başlanmıştır. İş bölümü yapılarak her bölümün inşaası bir paşanın denetimine verilmiş, deniz tarafına düşen bölümün inşaasını da Fatih Sultan Mehmet bizzat kendisi üstlenmiştir. Denizden bakıldığında sağ taraftaki kulenin yapımına Saruca Paşa, sol taraftakinin yapımına Zağanos Paşa, kıyıdaki kulenin yapımına da Halil Paşa nezaret etmiştir. Buralardaki kuleler de bu paşaların adlarını taşımaktadırlar. Hisarın inşası 31 Ağustos 1452'de tamamlanmıştır.

Hisarın yapımda kullanılan keresteler İznik ve Karadeniz Ereğlisi'nden, taşlar ve kireç Anadolu'nun değişik yerlerinden ve spoliler (devşirme parça taş) çevredeki harap Bizans yapılarından temin edilmiştir. Mimar E. H. Ayverdi'ye göre hisarın yapımında yaklaşık olarak 300 usta, 700-800 işçi, 200 arabacı, kayıkçı, nakliyeci ve diğer tayfa çalışmıştır. 60,000 metrekare alanı kapsayan eserin kargir hacmi yaklaşık 57,700 metreküptür.

Rumelihisarı'nın Saruca Paşa, Halil Paşa ve Zağanos Paşa adlarında üç büyük ve Küçük Zağanos Paşa ile 13 adet irili ufaklı burcu bulunmaktadır. Zemin katları ile birlikte Saruca Paşa ve Halil Paşa kuleleri 9 katlı, Zağanos Paşa Kulesi ise 8 katlıdır. Saruca Paşa Kulesi'nin çapı 23,30 metre, duvar kalınlığı 7 metre, yüksekliği ise 28 metredir. Zağanos Paşa Kulesi'nin çapı 26,70 metre, duvar kalınlığı 5,70 metre, yüksekliği ise 21 metredir. Halil Paşa Kulesi'nin çapı 23,30 metre, duvar kalınlığı 6,5 metre ve yüksekliği de 22 metredir.

Rumeli Hisarı, 1509 Büyük İstanbul Depreminde büyük zarar görmüş ancak hemen onarılmıştır. 1746 yılında çıkan yangında ahşap kısmı harap olmuştur. Hisar tekrar III. Selim (1789-1807) döneminde onarılmıştır. Hisarın kulelerini örten ahşap külahlar yıkılınca, kale içi küçük ahşap evlerle dolmuştur. 1953 yılında cumhurbaşkanı Celâl Bayar'ın talimatı ile üç Türk bayan mimar Cahide Tamer, Selma Emler ve Mualla Eyüboğlu Anhegger hisarın onarımı için gerekli çalışmaları başlatmış, kale içindeki ahşap evler kamulaştırılarak yıkılmış ve restorasyon gerçekleştirilmiştir.

Bugünkü Durumu
Rumeli Hisarı bugün müze ve açık hava tiyatrosu olarak kullanılmaktadır. Hisarda açık teşhir yapılmakta, sergi salonu bulunmamaktadır. Toplar, gülleler ve Haliç'i kapattığı söylenen zincirin bir parçasından oluşan eserler, bahçede sergilenmektedir.
Rumeli Hisarı ayrıca İstanbul'un Sarıyer ilçesine bağlı bir semttir. Her yılın yaz döneminde konserlerin başladığı mekan olarak da bilinir. Ayrıca çok sayıda balık restoranı mevcuttur.

Anadolu Hisarı
İstanbul'un Anadoluhisarı semtinde, Göksu Deresi'nin İstanbul Boğazı'na döküldüğü yerdedir. 1395'te [[Yıldırım Beyazid bpdf ndfksdokbir alan üzerine, Boğazın en dar noktası olan 660 metre mesafedeki bölgesine inşa edilmiştir. Cenevizliler, Bizans'la birlik olup Karadeniz'de (Kefe,Sinop ve Amasra'da) koloniler kurmuşlardı. Bu sebeple, Boğaz geçişi Cenevizliler için hayati önem taşımaktaydı. Aynı durum Osmanlılar için de söz konusuydu. Karşı sahilde, İstanbul'un Avrupa yakasında bulunan Rumeli Hisarı ise, 1451-1452 yılları arasında II. Mehmed tarafından, bu yabancı ülkelerin gemilerinin geçişlerini denetim altında tutabilmek amacıyla inşa ettirilmiştir. Fatih Sultan Mehmed, Rumeli Hisarı'nı yaptırırken bu kaleye dış surlar ekletmiştir.
Anadolu Hisarı, iç ve dış kale ile bu kalelerin surlarından oluşur. İç kale, dikdörtgen biçimindeki dört katlı bir kuledir. İlk yapıldığında, bir giriş kapısı bulunmadığı için, kuleye iç kale surlarına uzanan bir asma köprüden giriliyordu. Üst katlarına da içerideki ahşap merdivenlerle çıkılıyordu.

İç kale surları, dış kalenin kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerini birleştirir. Bu surlar üç metre kalınlığındadır. İç surlarla birleşen dış kale surlarının üzerinde birçok kemer ve surları korumak için yapılmış üç kule bulunur. Asıl kalenin surları doğu-batı yönünde 65 metre; kuzey-güney yönünde 80 metre boyunca uzanır. Surların kalınlığı 2.5 metredir. Dış surlarda topların yerleştirildiği menfezler bulunur. Anadolu Hisarı'nın asıl kalesinde ve iç surlarında, araları harçla doldurulmuş blok taşlar kullanılmıştır.
Anadolu Hisarı, İstanbul'un fethinden sonra askeri önemini yitirmiş, çevresi zamanla bir yerleşim bölgesi durumuna gelmiştir. Bugün bazı bölümleri yıkık olan Anadolu Hisarı’nın ortasından yol geçmektedir.
Son düzenleyen Safi; 17 Ekim 2016 21:31
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
14 Ekim 2010       Mesaj #4
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Ad:  Saraylar - Topkapı Sarayı5.jpg
Gösterim: 1192
Boyut:  46.8 KB
Topkapi Sarayi harikalar saklayan bir harikadir.Topkapi'da saray degil saraylar var.Her sarayda essiz bir hazine, bir sanat harikasi var. Orada yalniz okunan degil, görülen/ hissedilen, ziyaretçinin de yasadigi bir tarih var. Bugün müze olan Topkapi Saraylari bir bütün olarak ele alindigi zaman, yeryüzünde ondan daha muhtesem,daha zengin daha ince ve güzel eser az görülür. Avrupa'nin en ünlü saraylari Top-kapi Sarayi yaninda sönük kalir.

Fakat Topkapi Saraylari'nin niçin bütün Avrupa Saraylarindan daha güzel ve üstün oldugunu anlayabilmek Için Türk yapi zevkini, Türk'ün tabiata, tabiat güzelligine askini, açikliga genislige,sonsuzluga egilimini bilmek gerek.Ayrica onun hem yapi, hem muhteva olarak özelligini, neleri muhafaza ettigini görmek gerek.

Türk için heybetli olan ayni zamanda sade, zarif ve tabiata uygun olmalidir. Canli gibi durmalidir. Aksi halde o heybet kusurludur. Onun içindir ki Sultanahmet, Selimiye, Süleymaniye camileri hem dag kadar heybetli, hem sülün kadar zarif ve hafiftir, içlerindeki çiniler tabiatin yesilini,suyun ve gögün mavisini, çiçeklerin rengini yansitir.

Eski Türkler "Dünya bizim çadirimiz, gökyüzü de bu çadirin kubbesidir" derlerdi. Yüzyillar, binyillar sonra vatan topraklama sinir çizlip üzerinde ulu yapilar, mabedler kurulmaya baslandigi zaman, engin tabiati ve onun güzelligi ni disarida birakip, heybetle saglam ama tas kurulugunda bir yapiya kapanmaya razi olmadilar. Yapilarnin içine tabiati da soktular.

OTURULACAK YER BURASIDIR
Tabiat güzelliginden,genis ufuktan ayrilmamak duygusu Osmanlilarda da hakimdi. Fatih Sultan Mehmet 1453'de istanbul'u fethettigi zaman bir süre,Beyazit'ta bugünkü istanbul Üniversitesi'nin bulundugu yerdeki sarayda kaldi. Fakat Istanbul'u gezip dolastikça, bugün Sarayburnu adini tasiyan ve zeytin agaçlariyla kapli yarimadayi görüyor, "oturulacak yer Iste burasidir" diyordu. Burnun önünde kivrim,kivrim Bogaz,saginda mavi Marmara,solunda altin bir boynuz gibi Haliç vardi,Kapanmayacak mavi ve yesil bir ufuk çevreliyordu bu yarimadayi.

Fatih, yeni sarayini Iste buraya yaptirdi. Ayri ayri kösklerden, dairelerden,su setleri nin havuz ve fiskiyelerin, rengarenk çiçekli bahçelerin olusturdugu bir saray.

DÜNYA BURADAN IDARE EDILiRDi
Zamanla Fatih'ten sonraki hükümdarlar bu saraya ilaveler yaptilar.Yüzlerce dönümlük Sarayburnu yalniz padisahlarin Ikametgahi degil, devletin yönetim merkezi haline de geldi. Devlet Islerinin görüldügü kubbe altinda, tavana asili duran küre biçimindeki avize, dünyayi sembolize ediyor ve oradan dünyaya hükmediliyordu.

Imparatorluk büyüdükçe Topkapi Saraylari da çogaldi, sarayda bulunanlarin sayisi artti.Fatih devrinde saray mevcudu 750 kisi iken, Kanunî devrinde saraylilar sayisi 5000'i geçti.
Bugün müze halinde bulunan Topkapi saray ve kösklerinde yüzlerce yillik sanli, ihtisamli geçmisin belgeleri muhafaza edilmektedir.

MsXLabs.org & Osmanlı Tarihi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 17 Ekim 2016 21:34
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
28 Mayıs 2012       Mesaj #5
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye

Topkapı Sarayı’nın asıl adını (adlarını) biliyor musunuz?


Ayasofya’nın arkasındaki kemerli cümle kapısından girilen Osmanlı Sarayı’nın adını bilmeyen yoktur: Topkapı Sarayı. Sonundaki “saray” sözcüğü bile gereksiz görülerek salt “Topkapı” demekle de yetinilir. Ama unutmamalı ki, sarayın çok uzağında Kara Surları’nın bir kapısı ile bu kapının içindeki ve dışındaki yaşam alanlarını kapsayan semt de Topkapı adını taşır.
Eski Osmanlı sarayının resmi ve doğru birkaç adı vardır. “Topkapı” çok sonraları hepsinin yerini almış ve diğerlerini unutturmuştur. Sarayı yaptıran Fatih Sultan Mehmed daha önce bir saray da Beyazıt’ta yaptırdığından ona Eski Saray, buna da Yeni Saray denmiş. Ama resmi yazılarda “yeni yönetim kurağı” anlamında Saray-ı Cedide-i Amire” veya daha yaygın olarak “Saray-ı hümayün”; Beyazıt’takine de Eski Saray anlamında Saray-ı Atik denmesi kurallaşmış.

ll. Mahmud’un (1808-1839) ve oğlu Abdülmecid’in (1839-1861), Beşiktaş kıyılarında yaptırdıkları modern saraylara taşınmalarından sonra, padişahların ve ailelerinin, bu tarihi ata ocağına, denizden saltanat kayıklarıyla gelip Sarayburnu’ndaki Topkapısı’dan giriş çıkış yapmaları Met olmuş. İki yanında yüksek kuleleri, rıhtımında da toplar bulunan kapının üstündeki ahşap yazlığa da Topkapısı Sahilsarayı denildiğinden zamanla yukarıdaki Saray-ı Hümayün’a da “Topkapı Sarayı” denir olmuş. Sarayburnu’ndaki sahilsarayı yanmış; kulelerle berkitilmiş Topkapısı yıkılıp yok olmuş, ama her ikisinin adı, yukarıdaki sarayla özdeşleşmiş.

Cahillikler Kitabı
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 17 Ekim 2016 20:18
_AERYU_ - avatarı
_AERYU_
Ziyaretçi
12 Ağustos 2012       Mesaj #6
_AERYU_ - avatarı
Ziyaretçi
Topkapı Sarayı
Topkapı Sarayı, Osmanlı Devleti’nin yönetim merkezi ve Osmanlı sultanlarının ikametgâh yeridir. Devletin idari işlerin görüldüğü, yönetim kararlarının alındığı ve yüzlerce insanın sosyal ihtiyaçlarının karşılandığı Topkapı Sarayı’nda ayrıca ülkenin en büyük eğitim fakültesi olan Enderun bulunmaktadır. 6 asır dünyayı yöneten bir devletin yaklaşık 4,5 asrında gözlerin çevrili olduğu bu mekânı Fatih Sultan Mehmed İstanbul’un fethinden sonra inşa ettirdi. Kanuni Sultan Süleyman devrinden itibaren sarayda yaşayan insanların sayısının artmasından sonra yeni binalar yaptırılmaya başlandı. Mütevazı fakat güzel yapısıyla, hoş bahçeleri ve özgü konumuyla saray, dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan İstanbul’un en güzel bir köşesine inşa edilmiştir.

Sarayın Tarihi
Fatih Sultan Mehmed tarafından 1478’de yaptırılan Topkapı Sarayı, Sultan Abdülmecid’in Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırmasına kadar yaklaşık 380 sene Devletin idare merkezi ve Osmanlı sultanlarının resmi ikametgahı olmuştur. Kuruluş yıllarında yaklaşık 700.000 m.²'lik bir alanda yer alan Saray’ın bugünkü alanı 80.000 m.²'dir.

Topkapı Sarayı, Saray halkının Dolmabahçe, Yıldız ve diğer saraylarda yaşamaya başlaması ile birlikte boşaltılmıştır. Padişahlar tarafından terk edildikten sonra da içinde birçok görevlinin yaşadığı Topkapı Sarayı önemini hiç kaybetmemiştir. Saray zaman zaman onarılmıştır. Ramazan ayında padişah ve ailesi tarafından ziyaret edilen Mukaddes Emanetler Dairesi’nin her yıl bakımının yapılmasına ayrı bir özen gösterilmiştir.

Topkapı Sarayı’nın ilk defa, adeta bir müzeymiş gibi ziyarete açılması Sultan Abdülmecid (1839-1861) dönemine rastlar. O dönemin İngiliz elçisine Topkapı Sarayı Hazinesi’ndeki eşyalar gösterilir. Bundan sonra Topkapı Sarayı Hazinesi’ndeki eski eserleri yabancılara göstermek gelenek haline gelir ve Sultan Abdülaziz (1861-1876) zamanında, ampir üslupta camekanlı vitrinler yaptırılır, Hazine’deki eski eserler bu vitrinler içinde yabancılara gösterilmeğe başlanır. Sultan II. Abdülhamid (1876-1909) tahttan indirildiği sıralarda Topkapı Sarayı Hazine-i Hümâyûn’un Pazar ve Salı günleri olmak üzere halkın ziyaretine açılması düşünülmüşse de bu gerçekleşememiştir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle 3 Nisan 1924 tarihinde halkın ziyaretine açılmak üzere İstanbul Âsâr-ı Atika Müzeleri Müdürlüğü’ne bağlanan Topkapı Sarayı önce Hazine Kethüdalığı, sonra Hazine Müdüriyeti adıyla hizmet vermeye başlamış ve nihayet Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü adıyla hizmet vermeye devam etmektedir.

1924 yılında bazı ufak onarımlar yapılarak, ziyaretçilerin gezebilmeleri için gereken idari önlemler de alındıktan sonra, Topkapı Sarayı, 9 Ekim 1924 tarihinde Müze olarak ziyarete açılmıştır. O tarihte ziyarete açılan bölümler Kubbealtı, Arz Odası, Mecidiye Köşkü, Hekimbaşı Odası, Mustafa Paşa Köşkü ve Bağdad Köşkü’dür.

Saray-ı Hümayun ve İç Saray

Surlarla çevrili Saray-ı Hümayun'un yapıları şunlardır:

  • Otluk Kapısı
  • Balıkhane Kapısı
  • Saadet Kapısı
  • Haseki Hamamı
  • Alay Köşkü
  • Zeynep Sultan Camii
  • Soğukçeşme Kapısı
  • Ayasofya
  • III. Ahmet Çeşmesi
  • Ahırkapı Feneri
  • İncili Köşk
  • Odun Kapısı
  • Has Ahır
  • Hasbahçe
  • Şevkiye Köşkü
  • Vükela Kapısı
  • Eski Kayıkhaneler
  • Sepetçiler Kasrı
  • Yalı Köşkü
  • Demirkapı
  • Yalıköşkü Kapısı
  • Yeni Darphane
  • Darphane Köşkü
  • Babı Hümayun
  • Gülhane Kasrı
  • Gotlar Sütunu
  • Babüsselam
  • Arz Odası
  • Çinili Köşk
  • Revan Köşkü
  • Bağdat Köşkü
  • III. Osman Köşkü
  • Sofa Köşkü
  • Lala Bahçesi
  • Birinci Avlu
  • İkinci Avlu
  • Üçüncü Avlu
  • Topkapı sarayı
İç saraydaki yapılar ise şöyledir:
  • Babüsselam
  • Mutfak kanadı
  • Babüssaade
  • Arz odası
  • Fatih Köşkü
  • Hekimbaşı odası
  • Ağalar Camii
  • İç hazine
  • Raht Hazinesi
  • Has Ahır
  • Kubbealtı
  • III. Ahmet Kütüphanesi
  • Sünnet odası
  • III. Murat Köşkü
Mukaddes Emanetler Dairesi
Ad:  ts1.jpg
Gösterim: 989
Boyut:  11.4 KB
Padişahların saraydaki özel ikametgahı olan bu yapı, Fatih Sultan Mehmed döneminde Has Oda olarak yapılmıştır. Padişahlar bu mekanda şehzadeleri, Enderunlu ağaları, vezirleri kabul eder, eğlenir ve 17. yüzyıl ortalarına kadar burada gecelerdi. Tahta yeni çıkan padişah cülus töreninden önce Has Oda'da tahta oturur ve ilk tebrikleri kabul ederdi. Girişte yer alan şadırvanlı sofa, girişin sağındaki Arzhane ve Has Oda, girişin solunda yer alan Destimal Odası ile dört bölümden meydana gelen yapı, 19. yüzyıldan itibaren Mukaddes Emanetlerin korunması için kullanılmıştır. Günümüzde de Mukaddes Emanetler teşhir salonu olarak kullanılmaktadır.

2007 tarihinde restorasyonu tamamlanan ve teşhir salonları yenilenerek 27 Aralık 2007 tarihinde ziyarete açılan Mukaddes Emanetler bölümünün Şadırvanlı giriş sofasında, Tövbe Kapısı Kâbe olukları, Kâbe anahtarları gibi Kâbe'ye ait emanetler, girişin sağındaki Arzhane'de Hz Muhammed'in şahsına ait olan kılıç ve yay, Dendan-ı Saadet, Sakal-ı şerif, Hilye-i Saadet ve İslamiyet'in Dört halifesine ait kılıçlar, Has Oda'da sandukası içinde Hırka-i Saadet ve Sancak-ı Şerif sergilenmektedir. Buradaki gümüş taht IV. Murad döneminde 1639'da yaptırılmıştır. Girişin solundaki Destimal Odası'nda ise Hz. Musa'nın asası, Hz. Yahya'nın rölikleri gibi diğer peygamberlere ait emanetler görülebilir.

Harem
Kelime anlamı olarak tabu, yasaklanmış anlamına gelen harem sözcüğü İslam toplumunda giderek aile kavramı için kullanılmıştır. Harem, Osmanlı sarayında hanedanın yaşadığı özel ve yasaklanmış yerdir. Harem, sultanların ailesi ile birlikte yaşadığı ve saray mimarisinin 16. yüzyıldan 19. yüzyıl başlarına kadar çeşitli dönemlerin üslubunda örnekler içeren, mimarlık tarihi açısından son derece önemli bir komplekstir.
Harem'de yaklaşık 300 oda, 9 hamam, 2 Camii, 1 hastahane ve koğuşlar ile 1 çamaşırlık vardır. Sistematik değil fakat hiyerarşik bir mimari gelişim gösteren Harem, 1665 yılında büyük ölçüde yanmıştır. Günümüze gelen Harem, bu yangından sonraki yenilenmelerle ve zaman içindeki genişletmelerle biçimlenmiştir. Harem'in genel şeması, ard arda kapılarla ayrılan girişleri çevreleyen koğuşlarla, odalarla, köşk ve servis binalarıyla oluşur.

Ad:  ts2.jpg
Gösterim: 951
Boyut:  11.4 KB
Hünkar Sofası

III. Murad Has Odası'yla hamamlar arasında yer alan Hünkar Sofası ölçüleriyle Harem'in en büyük mekanıdır. İlk biçimiyle inşaatı III. Murad Has Odası'ndan sonra, 1580-90 yılları arasında yapıldığı yazılı kaynaklardan ve panoramik resimlerden anlaşılır.
Harem'in müzikli eğlenceleri, toplantıları, bayramlaşma ve diğer törenlerinin yapıldığı bu büyük sofada, harem halkının padişahların tahta çıkışı ve bunu izleyen günlerde Eyüp'teki türbelerde yapılan kılıç kuşanma törenlerinden sonra, bağlılık ve tebriklerini sundukları bilinir. Padişahın kız veya erkek çocuklarının dünyaya gelişi ve hanım sultan denilen padişah kızlarının nişanlanmaları, evlenmeleri dolayısıyla yapılan eğlenceler de bu salonda gerçekleşmiştir.
Yapı bugünkü durumuyla yüzyıllar boyunca geçirdiği onarım veya değişiklikleri sergiler. Sofa 1665 yangınından sonra da önemli bir onarım görmüştür. Günümüze III. Osman dönemindeki (1754-1757) yenilenmeyle elde edilen, rokoko ağırlıklı bir süsleme zevkini yansıtacak şekilde ulaşmıştır. Salonun giriş kapısındaki kitabede de III. Osman'ın adı vardır. Duvarlar altın yaldız ve boyalı ahşap kaplamalar ve mavi beyaz Avrupa çinileriyle (Delf) kaplanmış, duvarlara çeşmeler yapılmıştır.
Harem'deki çeşitli eğlencelere sahne olan bu mekanın, değişik dönemlerden gelen farklı üsluptaki süslemeleri, yüzyıllar boyunca değişen beğenilerin bir araya geldiği etkileyici bir ortam oluşturmuştur.

III. Murad Has Odası
Ad:  ts3.jpg
Gösterim: 873
Boyut:  15.4 KB

Harem'de tabii zeminin bittiği noktadan sonra yapılan bu büyük köşk, payeli bir strüktür üzerine yerleştirilmiştir. Harem'in olduğu kadar Osmanlı mimarisinin de en önemli yapılarından birisi olan III. Murad Has Odası, Sultanın isteği üzerine 1578 yılında devrin baş mimarı olan Mimar Sinan tarafından tasarlanmış ve inşa edilmiştir.
Mimar Sinan yapının anlamına ve formuna uygun bir işlev ve dekor dengesini alt katta payeler arasına yerleştirdiği klasik görünüşlü havuzda da sürdürmüştür. Bu fıskiyeli havuz taşlık boyunca uzanan büyük havuzla bağlantılıdır.

Sultan Hamamı / Çifte Hamam
Valide Sultan ve padişah için çifte hamam olarak inşa edilen bu hamamların III. Murad Has Odası'nın yapımından sonra, 1580'lerde inşa edildiği anlaşılır. Bu hamamlar benzerleri Osmanlı mimarisinde de görülen, çifte hamam tarzında inşa edilmiştir.
Roma hamamlarında da görülen hypokaust sistemi Hünkar ve Valide Hamamları'nın mermer tabanı altında olduğu gibi Hünkar Sofası altında da devam ederek bu yapıların ortak ısıtma düzenini oluşturur.

I. Ahmed Odası
Sultan I. Ahmed'de (1603-1617) Harem'de kendi adıyla anılacak bir oda, yani Has Oda inşa ettirmek istemiş, ancak topografik koşullar, yoğun yapılaşma ve inşaat alanının sınırlı olması nedeniyle Oda, Sultan III. Murad Has Odası'nın önüne yapılmıştır. Payeler üstünde yükseltilerek inşa edilen bu küçük ve kubbeli odanın kitabelerinden 1608 yılında yapıldığı anlaşılır. Odanın sedefli dolap kapakları, nişleri, şiirlerle dolu mermer ve çini kaplamaları Sultan I. Ahmed'in okumaya ve kitaba meraklı kişiliğini yansıtır.

Ad:  ts4.jpg
Gösterim: 950
Boyut:  11.7 KB
Yemiş Odası / III. Ahmed Odası

Sultan III. Ahmed'in (1703-1730) Saray Haremi'ndeki bu küçük odası, Hünkar Sofası ile I. Ahmed Odası arasındaki alanda yer alır. Her iki mekandan da odaya giriş vardır.
Tam bir eğlence dönemi olan bu yıllar, çiçek özellikle lale merakı yüzünden, Osmanlı tarihinde Lale Devri olarak adlandırılmıştır. III. Ahmed dönemi, Osmanlı süsleme sanatlarındaki yeni bir üslubun en parlak devriydi. Bu yeni natüralist sayılabilecek tarzdaki üslub, kalemişi, alçı veya mermer kabartma olarak dönemin tüm mimari eserlerine yansıtılmıştır. Sultan'ın saray hareminde yaptırdığı bu odasının duvarları da baştan aşağı yan yana sıralanan çiçek dolu vazolar veya meyve dolu tabaklarla donatılmıştır.
Duvarlarındaki çiçek ve meyva dolu tabaklarından ötürü odaya Yemiş Odası, bazen de Yemek Odası adı verilmiştir. Devrin yeni süsleme zevkini yansıtan bu odada, ünlü ve yetenekli bir hattat olan Sultan III. Ahmed, seçkin hat çalışmalarını yapmış olabilir.

Çifte Kasırlar (Şehzadeler Dairesi, IV. Mehmed Kasrı)
III. Murad Has Odası'nın girişinin Mabeyn Taşlığı tarafında çıkma yapacak şekilde inşa edilen bu kasırlar iç içe iki odadan oluşur. Dıştan çini kaplı ve sürekliliği olan bir saçakla çevrelenmiş olması eş zamanlı bir inşaat izlenimi verir. Ancak, bu kasırların iç dekorasyonu farklı dönemlerde inşa edilmiş olduğunu gösterir. Yetişkin şehzadelerin Harem'in kadınlar kısmından ayrı ve mabeyn tarafında yaşamaları gerekiyordu. 17. yy. başından itibaren sancaklara gönderilmeyen şehzadeler maiyetlerindeki Kara Ağalar, kalfa kadınlar ve cariyelerle Harem içinde yaşamaya mecbur ediliyordu.
Cinlerin Meşveret Yeri adı verilen revak üzerinde ve Mabeyn Taşlığı'na çıkma yapacak şekilde inşa edilen ilk oda, muhtemelen 16.yy. sonu veya 17.yy. başlarında III. Mehmed (1596-1603) tarafından bir Has Oda olarak yaptırılmış olmalıdır.
Kubbeli kasrın sol tarafında yer alan kapıdan geçilerek girilen diğer oda büyük olasılıkla IV. Mehmed (1648-1687) tarafından yaptırılmıştır. Her iki odaya da zaman içinde ara katlar; renkli ahşap şirvanlar yapılarak ilginç bir iç mimari kompozisyon oluşturulmuştur. Yapılan restorasyon çalışmaları sırasında Şehzâdegân Dairesi de denilen bu odaların özgün şeklini ortaya çıkartmak için ahşap kısımlar kaldırılmıştır.

Valide Sultan Dairesi
Ad:  ts5.jpg
Gösterim: 1005
Boyut:  10.8 KB

III. Murad'ın (1574-1599) 1580'ler de Harem'de yaptırdığı yenilenme ve genişleme faaliyetlerinin en önemli yapılarından birisi bu dairedir. Türklerin aile yapısında anneye verilen önem ve değer, Saray hareminde padişahın baş kadını yerine Valide Sultan'ın ön plana geçmesine yol açmış ve Valide Sultanlar, haremin gerçek lideri olmuşlardır.

Gözdeler Taşlığı / Mabeyn Taşlığı
Mabeyn Taşlığı'nın diğer avlulardan farklı olarak önü açıktır. Üç tarafında çeşitli yapılar çevirir. Valide Sultan Taşlığı yönünde, Cinlerin Meşveret Yeri denilen revak bulunur. Bu revağın üst katı Şehzadegân Dairesi'dir. Aynı istikamette, taşlığın üzerinde Çifte Kasırlar yer alır. Avlu zamanla asma bahçe biçiminde genişletilmiştir.
Başlangıçtan itibaren bu taşlığın etrafı çok fazla doldurulmamış ve şehzadelerin kontrollü yaşamına ayrılmıştır. Burası I. Abdülhamid'in (1774-1789) altınyol ve I. Selim Kulesi üzerine Gözdeler Dairesi'ni yaptırmasıyla kadınlara da açılmıştır. Padişahlar, özel dairelerini, hamam ve Valide Sultan Taşlığı'nın Haliç cephesi çevresinde yaptırmışlardır. Sultanların bazen selamlık bazen harem yaşantılarını sürdürdükleri bu bölgedeki yapıların Mabeyn Taşlığı'na bağlantıları Cinlerin Meşveret Yeri adı verilen revakla sağlanmıştır. Burada ayrıca Çifte Kasırlar adı verilen şehzadelerin yaşamasına ayrılan mekanlar bulunmaktadır.

Ad:  ts6.jpg
Gösterim: 771
Boyut:  10.9 KB
Kara Ağalar Taşlığı

Topkapı Sarayı'nda Kara Ağalar Ocağı, Enderûn Avlusu'ndaki koğuşlar gibi bir eğitim yeri niteliği taşıyordu. Bu ağaların başlıca görevleri Harem'in kapılarında nöbet tutmak, giriş-çıkışları kontrol etmek ve dışarıdan içeriye kimseyi sokmamaktı.
Kara Ağalar bölümüne, Divan Meydanı'ndan açılan Arabalar Kapısı'ndan girilmektedir. Kapı üzerinde 1587 tarihli ve III. Sultan Murad'ın (1574-1595) adını taşıyan bir kitabe vardır. Bu kapıdan Dolaplı Kubbe ve Şadırvanlı Sofa denilen nöbet yeri ile Kara Ağalar Taşlığı'na ulaşılır.
Sistemin tüm yapılarının yer aldığı bu dar ve uzun avlu, taşlarla kaplı olduğu için taşlık adını alır. Taşlığın ortasında boydan boya uzanan podimo taşlı bu yol, padişahın büyük binişten sonraki girişten başlayarak, Valide Sultan Taşlığı'nda Saltanat Kapısı denilen Ocaklı Sofa'nın kapısı önündeki Binek taşına kadar devam eder. Padişah bu güzergahı at üzerinde geçerdi.
Kara Ağalar Avlusunda, onların yaşamları için gerekli olan tüm yapılar yer alır. Girişten itibaren sol tarafta, ibadet için mescitleri, koğuşları, Dar'üs-saade Ağası'nın şehzadelerin eğitim yerini ve hamamını içeren dairesi bulunur. Karşı tarafta ise Harem'in üst düzey görevlilerinden muhasiplerin, hazinedar kara ağanın ve cücelerin yaşadığı mekanlar vardır.

Zülüflü Baltacılar Koğuşu
Ad:  ts7.jpg
Gösterim: 1031
Boyut:  10.3 KB

Topkapı Sarayı'nda Zülüflü Baltacılar teşkilatıyla ilgili ilk yapılaşmanın Kanuni Sultan Süleyman döneminde olduğu sanılmaktadır. Bu sınıf hem haremin dış hizmetlerinde hem de Divan-ı Hümâyûn ve Enderûn'un değişik görevlerinde bulunduğu için yer seçiminde bu hizmetler gözetilerek II. Avluya bağlantılı harem kapısına ve Divan-ı Hümâyûn'a yakın bir yerde yapılandırılmıştır. Baltacılar ocağı Sultan II. Murad döneminde (1421-1451) ordunun bir öncü birliği olarak kurulmuştu. Zülüflü Baltacılara bu ad başlarına giydikleri oldukça sivri, deve tüyü renginde ve iki yanında saç örgüsü biçiminde zülüfleri sarkan başlık nedeniyle verilmiştir.

Zülüflü Baltacılar saray tarihinde değişik dönemlerde farklı görevler yüklenmişlerdir. Harem yangınlarını söndürme, hamam ve ocaklarının odun ihtiyacını karşılama gibi haremin gözetilmesine ilişkin görevlerinin yanı sıra Divan-ı Hümâyûn temizliği, culüs ve bayram törenlerinde padişah tahtının taşınması ve kurulması gibi Enderûnla ilgili bazı görevleri de vardı. Ayrıca, seferde Sancak-ı Şerif altında Kur'an okumak, saray mevlitlerinde hazırlanan gülsuyu ve şerbetleri gerekli yerlere dağıtmak gibi dış görevleri de vardı. Saraydaki bütün koğuş yapılarından olduğu gibi, burada da taş kaplı avluyu çeşitli binalar çevreler. Bu binaların önemli bir kısmını Zülüflü Baltacıların dinlenme yeri olan çubuk odası, camekan ve yatma yerleri olan büyük koğuş oluşturur. Koğuşun mimarisi Türk evi boyutlarında, ahşap ve çok renkli olarak tasarlanmıştır. Enderûndaki III. Avlu ve Haremde yer alan koğuşlarda da 16.yy.da bu tek özgün örnekteki gibi bir mimari üslubun kullanıldığı varsayılabilir. Ziyarete kapalıdır.

II. Avlu / Divan Meydanı
Fatih Sultan Mehmed'in (1451-1481) tasarladığı devlet ve saray düzeninin yönetim etkinlikleriyle ilgili yapılarının yer aldığı bir avludur. Devletin asal görevlerini simgelemesi amaçlanarak yapılandırılmış avluya bu nedenle Divan meydanı veya Adalet meydanı denilmekte idi. Ancak kendilerinin atla girebildiği bu avluda, Padişahlar yılda iki kez yapılan dini bayram kutlamalarında görülürlerdi. Padişahların Cülûs ve cenaze törenleri de bu avluda yapılırdı.
II. Avlunun törensel özellikleri bir bakıma dolaşım aksları ile belirginleştirilmiştir. Bâb-üs Selâm ile Bâb-üs Saade arasındaki padişah yolu en geniş ve önemli olanıdır. İkinci önemli yol Bâbü's-selam ile Divan arasındaki vezir yoludur.
Avlu, Fatih Sultan Mehmed döneminde biçimlendirilmiş ve 1478'de Sûr-ı Sultâni'nin ve Has Ahırların yapılışıyla tamamlanmıştır. Ancak Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde avlu İmparatorluğun görkemini yansıtacak yapısal değişikliklere uğramıştır. Yeni bir Divan-ı Hümâyûn yapılmış, eski Divanhane'ye yeni fonksiyon verilmiş, Dış Hazine büyütülmüş yada yeniden yapılmış ve avlu sütunlu revaklarla çevrelenmiştir.
Bu Avluda yapılan törenlerin en görkemlilerinden biri de yılda dört kez yapılan ulufe törenleri ve bu olayla aynı güne denk getirilen elçi kabulü törenleridir.

Ad:  ts8.jpg
Gösterim: 785
Boyut:  9.0 KB
Kubbealtı / Divanhâne / Divan-ı Hümâyûn

Kanuni Sultan Süleyman'ın(1520-1566) saltanatının başlarında Mimarbaşı Alaüddin (Acem Alisi) tarafından yapılmıştır. Avlunun sol köşesinde Adalet kasrının önünde yer alan bina yan yana üç mekandan oluşur. Avlu tarafındaki kubbeli ilk mekan Divan-ı Hümâyundur. Bu odaya geniş bir açıklıkla bağlı olan diğer mekan ise Divan-ı Hümâyûn Kalemidir. Bu mekana küçük bir kapı ile açılan en sondaki kubbeli oda ise Defterhanedir. 1665 Harem yangınında bu bina da hasar görmüş ve IV. Mehmed tarafından yenilenmiştir. Yapının cephesinde III. Selim (1789-1807) ve II. Mahmud (1808-1839) dönemlerinde 1792, 1819 yıllarında yapılan onarımları belirten manzum kitabeler yer almaktadır.
Kubbealtı, Divan-ı Hümâyûn'un ana toplantı yeridir. Adalet kasrına bitişik olan duvarında, yerden 3 m kadar yükseklikte bulunan demir parmaklıklı Kafes-i Müşebbek denilen altın yaldızlı parmaklıkları olan pencere ardından padişahlar Divan-ı Hümâyûn çalışmalarını izlerlerdi.

Adalet Kulesi
Padişahların divan toplantılarını dinledikleri Adalet Kasrı Fatih Sultan Mehmed döneminde bağımsız kule şeklinde bir bina olarak yapılmıştı. Benzerleri Edirne ve Manisa saraylarında da var olan yapının, Osmanlı Devleti'nin adaleti her şeyin üzerinde tuttuğunu ifade eden sembolik bir anlamı vardır. Çeşitli tamirler gören Adalet Kulesi Sultan II. Mahmud döneminde (1819-20) yıllarında tadil edilerek yükseltilmiştir. Daha sonra, 19 yy.da Sultan Abdülaziz döneminde bugünkü yüksek ve sivri külahlı görünümünü kazanmıştır.

III. Avlu / Enderûn avlusu
Sarayın 100 x 90 m. boyutlarındaki bu avlusunun etrafındaki binaların inşaatı, Fatih devrinden itibaren padişahın yaşamı için gerekli yapılar ile Enderûn teşkilatının gerektirdiği koğuşlar, Camii, hamam gibi yapılardan oluşmuştur.

Arz Odası
Ad:  ts9.jpg
Gösterim: 725
Boyut:  10.9 KB

Bâb-üs Saade'nin tam karşısında yer alan ve saçak sistemiyle bu kapıyla bütünleştirilen bu yapı, padişahların devlet yönetimiyle olan ilişkilerinin somutlaştırıldığı en önemli mekandır. Arz odası veya Arz Divanhanesi denilen yapıda padişahlar, yabancı devlet elçilerini kabul etmişler, sefere çıkan komutanlarla ve Divan toplantılarının “Arz Günleri” denilen Pazar ve Salı günlerinde devlet erkanı ile toplantılar yapmışlardır. 2003 yılında restorasyona giren binadaki çalışmalar bitmiştir.

IV. Avlu / Sofa-i Hümâyun
Has Oda'nın Divanyeri denilen çift sıra sütunlu geniş revağı, “Sofa-i Hümâyûn” veya “Mermer Sofa” olarak adlandırılan terasa açılır. Teras 17. yy. ilk yarısında Sultan IV. Murad ve Sultan İbrahim döneminde (1623-40; 1640-48) Haliç tarafına doğru genişletilerek ve yeni köşkler yapılarak günümüzdeki görünümünü kazanmıştır. Mermer terasta revakların önünde fiskiyeli büyük bir havuz yer alır. Terasta, Revan köşkünden başka, Haliç tarafındaki manzaraya bakan Sünnet Odası adı verilen bir köşk ile IV. Murad'ın yaptırdığı Bağdat Köşkü ve Sultan İbrahim döneminde yapılan İftariye Köşkü veya “Mehtaplık” denilen kameriye bulunur. L şeklindeki geniş revağın bir ucu padişahın haremdeki Has Oda ve köşklerin bulunduğu Mabeyn taşlığına geçit verir. Revan köşkünün bulunduğu diğer tarafında ise Sofa-i Hümâyûn çiçek bahçesine merdivenlerle inilir.

Sünnet Odası
Sofa-i Humayun'un Haliç'e bakan kısmında yer alır. Köşkün yapılış tarihi kesin olarak bilinmese de büyük bir olasılıkla 16.yy'ın ilk yarısında Kanuni Sultan Süleyman devrinde yapıldığı düşünülmektedir. Daha sonra çeşitli değişiklikler geçirmiş ve günümüzdeki biçimini Sultan I. İbrahim döneminde almıştır. Köşke, Sünnet Odası adı daha sonra verilmiştir. III. Ahmed'in (1703-1730) şehzadelerinin sünneti sırasında bu oda kullanılmış ve bu nedenle de köşkün adı Sünnet Odası olarak kalmıştır.

Ad:  ts10.jpg
Gösterim: 854
Boyut:  9.1 KB
Revan Köşkü

IV. Murad'ın Revan'ı fethetmesinin anısı için 1636 da yapılan köşk, Sofa-i Hümâyûn'da II. Mehmed döneminden beri var olan havuzun küçültülmesi, biçim değiştirmesi ile kazanılan alanda, teras üstüne yapılmıştır. Köşk, sekizgen bir plan şemasına sahiptir ve üç eyvanlıdır.
Revan Köşkü'nün bazı Osmanlı kaynaklarında “Sarık Odası” diye geçmesi, padişahı törenlerde simgeleyen sarıkların Tülbent Gulamı tarafından burada korunmasıyla ilgilidir. Ayrıca, Has Odanın her yıl Ramazan ayında yapılan temizliği sırasında Hırka-i Saadet ve diğer kutsal eşyalar Revan Köşkü'ne taşınırdı.
Sultan I. Mahmud bu köşkte, 1733 yılında Has Odalılar için son derece değerli ve tarih kitapları ağırlıklı bir vakıf kitaplık oluşturmuştur. III. Osman ve III. Mustafa tarafından geliştirilen bu vakıf kitaplık, Saray, Müzeye dönüştürüldüğünde Saray Kütüphanesi koleksiyonuna dahil olmuştur.

Bağdad Köşkü
Ad:  ts11.jpg
Gösterim: 1759
Boyut:  12.4 KB

Yalnızca Sofa-i Hümâyûn'daki değil, sarayın günümüze ulaşan en güzel köşklerinden birisi olan yapı IV. Murad'ın Bağdad fethini anıtsallaştırmak için 1639 yılında yaptırılmıştır.
Bağdad zaferinin anısına yaptırılan köşk, terasın ucunda, daha önce burada var olan bir kule köşkün yerine yapılmıştır. Köşkün yapımı için terası Haliç yönüne genişletmek gerekmiştir. Türk mimarisinin en başarılı, en iyi korunmuş örneklerinden olan köşk, Revan Köşkü ile birlikte 18. yy ortalarından itibaren Has Oda'nın kitaplıkları olarak kullanılmıştır. Bağdad Köşkü'ndeki kitaplarda Saray, Müze haline getirildiğinde Saray Kütüphanesi koleksiyonuna dahil olmuştur.

İftariye Köşkü / İftariye Kameriyesi
IV. Murad döneminde Haliç yönüne genişletilen Sofa-i Hümâyûn mermer terasının Sünnet Odası ile Bağdad Köşkü arasında kalan kısmına, 1640'da Sultan I. İbrahim tarafından yaptırılmıştır. Kameriye şeklinde olan bu köşkün özelliği tombaktan oluşudur. Dört sütunun taşıdığı bir tekne kubbe ile örtülüdür. Kameriye, çıkıntı yapan konumuyla mermerlikten ayrılmış, alttaki bahçelere ve kente, Haliç ve Galata'ya yönelik bir konuma getirilmiştir.
Bu kameriyede Ramazan aylarında sultanın iftarı beklediği, orucu burada açtığı sanılır. Bu nedenle İftariye adını almış olmalıdır. Yaz aylarına rastlayan bayram törenlerinde sultanın Enderûnluların bayram tebriklerini burada kabul ettiği ve aşağı bahçede yapılan spor gösterilerini seyrettiği kaynaklardan anlaşılır.

Ad:  ts12.jpg
Gösterim: 792
Boyut:  13.7 KB
Sofa Köşkü / Mustafa Paşa Köşkü

Sofa Köşkü, Merdivenbaşı Kasrı, Mustafa Paşa Köşkü gibi isimleri olan köşkü, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 166(?)-1683 yılları arasında Sadrazamlığı sırasında yaptırmıştır. Bu da köşkün Mustafa Paşa Köşkü adını da almasına yol açmıştır. III. Ahmed döneminde onarılan köşkün 1704 tarihli kitabesinde “Sofa Köşkü” olarak anılmaktadır. Köşk, üçlü bir plan kurgusu göstermektedir. I. Mahmud döneminde (1752) yapılan büyük bir o narımla cephe düzeni değiştirilmiştir.
Köşk, Sultan Has Odası, özel dairesi olarak kullanılmıştır. Örneğin, I. Mahmud 1730 yılında tahta çıkış töreninden sonra bu köşke gelerek Has Odalılara ihsanlarda bulunmuş; III. Osman burada musiki dinleyip, tomak oyunu seyretmiştir. III. Selim'in 1795 ve 1798 yılları baharında bu köşk ve önündeki bahçelerde III. Ahmed döneminin simgesi olan Lale/Çırağan eğlenceleri yaptırdığı kaynaklardan anlaşılır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 17 Ekim 2016 20:45
ugurcicek - avatarı
ugurcicek
Ziyaretçi
26 Eylül 2012       Mesaj #7
ugurcicek - avatarı
Ziyaretçi
TOPKAPI SARAYI
ULAŞIM
Havalimanından Metroyla Sultanahmet’e kadar gelinebilir. Taksim’den T 4 numaralı Taksim-Sultanahmet otobüsüyle Sultanahmet’e veya 61 B numaralı Taksim-Beyazıt otobüsüyle, Beyazıt’a gelinip oradan tramvayla veya yürüyerek ulaşılabilir. Anadolu yakasından vapurla Sirkeciye geçilip, Tramvay ile ulaşmak mümkündür.
Sultanahmet’te tramvaydan inip yürüyerek Topkapı Sarayı Müzesi girişi olan Bâb-ı Hümâyun’a giderken yol üzerinde sağda Sultanahmet Camii görülmektedir. Ayasofya Müzesi’nin önünden geçtikten sonra kıvrılarak devam eden yolda karşıda tüm ihtişamıyla Bâb-ı Hümâyûn ve Sarayın surları ziyaretçileri karşılamaktadır .

BÖLÜMLER
Topkapı Sarayı, Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Haliç arasında tarihsel İstanbul yarımadasının ucundaki Sarayburnu’nda Bizans akropolü üzerinde inşa edilmiştir. Saray, kara tarafından Fatih’in yaptırdığı Sûr-ı Sultâni, deniz yönünden ise Bizans surları ile şehirden ayrılmıştır. Çeşitli kara ve deniz kapılarıyla saray içindeki değişik işlevlere açılan kapıların dışında, sarayın anıtsal girişi Ayasofya arkasındaki Bâb-ı Hümâyûn (Saltanat Kapısı)dur.
Topkapı Sarayı yönetim, eğitim ve padişahın yaşam yeri olması nedeniyle oluşturulan örgütlenmeye uygun olarak iki ana bölüme ayrılır ki bunlar, birinci ve ikinci avludaki hizmet yapılarından oluşan Bîrun ile iç örgütlenme ile ilgili kısımları içeren Enderûn’dur.
Sarayın Bölümleri aşağıda listelenmiştir.
  • Bâb-ı Hümâyûn/Saltanat Kapısı
  • Sarayı şehirden ayıran ve Fatih Sultan Mehmed tarafından saray inşaatıyla birlikte yaptırılan Sur-u Sultanî içindeki saray alanına Bâb-ı Hümâyûn’dan girilir.
    Bâb-ı Hümâyûn’un bir diğer adı da Saltanat Kapısı’dır. Kapının üzerinde Ali bin Yahya Sofî tarafından yazılmış celi sülüs hat ile dört satırlık 1478 tarihini veren bir kitabe vardır. Kitabenin altında ve kapının iç tarafında yer alan Sultan II. Mahmut ve Sultan Abdülaziz’e ait tuğralardan, kapının birkaç defa onarım gördüğü anlaşılmaktadır.
    Bâb-ı Hümâyûn’un iki yanında, kapıcılara ayrılmış küçük odalar bulunmaktadır. Kapının üzerinde 1866 yılında yandığı için günümüze ulaşmayan, Fatih Sultan Mehmed’in kendisi için yaptırdığı köşk biçiminde küçük bir daire bulunmaktaydı. Üst katın asıl önemi Beytül mâl (Kapı arası hazinesi) olarak kullanılmış olmasıdır. Padişahın ölen kullarının yada varissiz ölen kişilerin servetinin sultan hazinesine alınması sistemi olan Muhallefat Sistemi ile bağlantılı olan bu mekan, Sultan Hazinesine alınmayan emtianın yedi sene emanete alındığı yer olarak kullanılmıştır.

I. AVLU/ALAY MEYDANI

  • Alay Meydanı’nın sahip olduğu hizmet yapıları
  • I. Avluda Bugün Bulunmayan Yapılar
  • Alay Köşkü
  • Bâb-üs Selâm/ Orta Kapı

I. AVLU / ALAY MEYDANI


Bâb-ı Hümâyûn ile girilen, asimetrik planlı bu avluya saray-kent-devlet üçlü yönetim sisteminin ikinci derece de önemi olan yapıları yerleştirilmiştir. Burası halkın belirli günlerde girebildiği ve devletle olan ilişkilerini yürüttüğü bir merkez niteliğindedir. Devlet erkanının atla girebildiği tek alandır.
Bâb-ı Hümâyûn’u Bâb-üs Selâm’a bağlayan 300 metre uzunluğundaki ağaçlı yol sultanların Cülus, Sefer, Cuma Selamlıklarına ihtişamla geçtiklerine şahit olan bu avlu Elçi alayları, Beşik alayları ile Valide Sultanların saraya taşınmasındaki Valide alaylarına da sahne olmuştur.

Alay Meydanı’nın sahip olduğu hizmet yapıları

Solda sarayın ihtiyacını karşılayan odun ambarı ve hasırcılar ocakları bulunmaktaydı. Hamamları, koğuşları, işlikleri, ahırları ile bir bütün teşkil eden bu kısımlar günümüze ulaşamamıştır. Bugün bu yapıların yerinde Kültür Bakanlığı elemanlarının Lojman olarak kullandığı Eczane binası bulunmaktadır.
Bu yapılardan sonra gelen Fatih döneminden itibaren Cebehane olarak kullanılan Aya İrini Kilisesi günümüze ulaşmış nadir yapılardandır. Cebehane’nin yanından başlayarak sarayın bahçelerine ve Çinili Köşk’e geçit veren yol boyunca uzanan bu yapılar günümüze tamamıyla değişmiş olarak gelmiştir.
Darphanenin 17 786 metrekarelik kısmı günümüze ulaşmıştır, Darphane Genel Müdürlüğü Damga Matbaası Daire Başkanlığı, Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü ile Restorasyon ve Konservasyon Merkez Laboratuarı Müdürlüğü bu yapıların bir kısmını kullanmaktadır. Koz bekçileri kapısından sonra gelerek Arkeoloji Müzesi’nin karşısında kalan yapıları Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan kiralayan Tarih Vakfı kullanmaktadır.

I. Avluda Bugün Bulunmayan Yapılar
Darphane binalarının sonunda Kız bekçileri veya Koz bekçileri adı verilen bir kuruluşun yerinin bulunduğu bilinir. Görevleri depoların ve haremin dıştan korunması olan Koz bekçiler Ocağı’nın bulunduğu kısımdaki yolun üzerinde yer alan kapı da Koz Bekçiler Kapısı adıyla anılmaktadır.

Bâb-ı Hümâyûn’dan girişinden itibaren sağ tarafta ise sırasıyla Enderûn Hastahanesi, Sarayın Marmara tarafındaki yapılarına ve bahçelerine inen yol ile Dizme yada Dizme Kapısı denilen kapı, Hasfırın, Dolap Ocağı bulunmaktaydı.
Kapı girişine yaklaştıkça Sultan II. Abdülhamid (1876-1909) tarafından meydanın bu kenarındaki duvara taşınan 16. yüzyıla ait Cellat Çeşmesi görülür.

Yolun sol tarafında, avlunun Bâb-üs Selâm’a yakın kısmında küçük sekizgen köşk biçiminde bir yapı bulunuyordu. Külah biçiminde sivri çatısı olan yapı Kağıt Emini Kulesi veya Deâvi Kasrı olarak tanınır. Buraya her gün Kubbealtı vezirlerinden biri gelerek halkın verdiği dilekçeleri toplar, dava sahiplerini dinler ve konuyu Divan’a sunardı.
Bugün aşağı yukarı bu mekanın bulunduğu yerde Saraya giren-çıkan ziyaretçilere yiyecek-içecek servisi yapılan DÖSİM’e ait çay bahçesi bulunmaktadır.

Alay Köşkü
1820 yılında Sultan II. Mahmud (1808-1839) tarafından yaptırılmıştır. Alay Köşkü, Padişah ve erkanının resmi geçitleri izleyebilmesi için yaptırılmıştır. Cadde üzerinde yer alan pencere kemerlerinde Hattat Mustafa İzzet Efendi’nin siyah taş üzerinde altın yaldızlı madeni harflerle yazılmış manzum bir eseri de bulunmaktadır. Karşısında Sadrazam’ın devlet işlerini yürüttüğü Bâb-ı Âli Kapısı bulunmaktadır. Ancak tek katlı Bâb-ı Âli Kapısı’nın karşısında iki katlı Alay Köşkü hiyerarşiyi mimaride de yaşatmaktadır.

I- Bâb-üs Selâm/ Orta Kapı
I.Avluyu II.Avluya bağlayan ve en yaygın ismi Orta Kapı olan yapıya, 18. yy’da Bâb-üs Selâm denmiştir. I. Avluya bakan cephedeki taç kapısının üstünde celi hatla “Kelime-i Tevhid”, altında II. Mahmud’un tuğrası, iki yanında da III. Mustafa’nın tuğraları vardır. Bu tuğraların altında 1758 tarihli tamir kitabeleri yer almaktadır. Kapının iki yanında sekizgen, konik çatılı birer kule yer almaktadır. Kapı açıklığını örten iki kanatlı büyük dövme kapının üzerinde 1524 tarihi ve muhtemelen kapıyı yapan usta olan “İsa b.Mehmed”in imzası vardır.

Bu geçit yerinden yine bir demir kapı ile II. Avluya girilir. Kapı binasının içinin solunda bir, sağında ise iki oda bulunmaktadır ve bu kısım iki katlıdır. Burada kapı görevlilerinin yatakhanesi ve diğer birimlerinin olduğu bilinir.
Yüksek rütbeli devlet adamlarının tutuklandıkları ve boğdurularak idam edildikleri “kapı aralığı” denilen yer de buradadır. Genelde Bevvâbân-ı Dergâh-ı Âli, Baş Kapıcıbaşı, Kapıcılar Kethüdası ve onlara bağlı kapıcılardan oluşan çalışanlarının sayısı her dönemde değişikliğe uğramıştır.

Kapının II. Avluya bakan kısmında bulunan revağın sağ ve sol yanları birer seki ile yükseltilmiştir. Divan toplantıları sırasında Osmanlı ordusunun iki güçlü sınıfının üst düzey temsilcileri kendi divanlarını burada kurardı. Girişe göre sağ tarafta, yüksek rütbeli yeniçerilerle, Yeniçeriağası; sol tarafta ise Sipahi ağaları otururdu. Bu revaklar ayrıca, Divan toplantısından erken çıkan Anadolu ve Rumeli Kazaskerlerinin bazı davaları hallettikleri açık mekanlar olarak da kullanılmıştır.
Bu gün, kapı aralığının solunda Müzenin Danışma ve Kapı Amirliği görevi yürütülürken sağ tarafta Turizm Polis Karakolu bulunmaktadır. Kapının II. Avluya bakan kısımlarında ise bilet kontrol turnikeleri ve X-Ray cihazları bulunmaktadır.

II. AVLU/DİVAN MEYDANI

  1. Kubbealtı / Divan-ı Hümâyûn
  2. Dış Hazine/Silahlar Seksiyonu
  3. Adalet Kulesi
  4. II. Avluya Bağlı Yapılar
  • Mutfaklar
  • Saray Arşivi
  • Has Ahır
  • Zülüflü Baltacılar Koğuşu
  • Bâb-üs Saade

II. AVLU / DİVAN MEYDANI


Fatih Sultan Mehmed’in (1451-1481) tasarladığı devlet ve saray düzeninin yönetim etkinlikleriyle ilgili yapılarının yer aldığı bir avludur. Devletin asal görevlerini simgelemesi amaçlanarak yapılandırılmış avluya bu nedenle Divan meydanı veya Adalet meydanı denilmekte idi. Ancak kendilerinin atla girebildiği bu avluda, Padişahlar yılda iki kez yapılan dini bayram kutlamalarında görülürlerdi. Padişahların Cülûs ve cenaze törenleri de bu avluda yapılırdı.

II. Avlunun törensel özellikleri bir bakıma dolaşım aksları ile belirginleştirilmiştir. Bâb-üs Selâm ile Bâb-üs Saade arasındaki padişah yolu en geniş ve önemli olanıdır. İkinci önemli yol Bâbü’s-selam ile Divan arasındaki vezir yoludur.
Avlu, Fatih Sultan Mehmed döneminde biçimlendirilmiş ve 1478’de Sûr-ı Sultâni’nin ve Has Ahırların yapılışıyla tamamlanmıştır. Ancak Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde avlu İmparatorluğun görkemini yansıtacak yapısal değişikliklere uğramıştır. Yeni bir Divan-ı Hümâyûn yapılmış, eski Divanhane’ye yeni fonksiyon verilmiş, Dış Hazine büyütülmüş yada yeniden yapılmış ve avlu sütunlu revaklarla çevrelenmiştir.
Bu Avluda yapılan törenlerin en görkemlilerinden biri de yılda dört kez yapılan ulufe törenleri ve bu olayla aynı güne denk getirilen elçi kabulü törenleridir.

Kubbealtı / Divan-ı Hümâyûn
Kanuni Sultan Süleyman’ın(1520-1566) saltanatının başlarında Mimarbaşı Alaüddin (Acem Alisi) tarafından yapılmıştır. Avlunun sol köşesinde Adalet kasrının önünde yer alan bina yan yana üç mekandan oluşur. Avlu tarafındaki kubbeli ilk mekan Divan-ı Hümâyundur. Bu odaya geniş bir açıklıkla bağlı olan diğer mekan ise Divan-ı Hümâyûn Kalemidir. Bu mekana küçük bir kapı ile açılan en sondaki kubbeli oda ise Defterhanedir. 1665 Harem yangınında bu bina da hasar görmüş ve IV. Mehmed tarafından yenilenmiştir. Yapının cephesinde III. Selim (1789-1807) ve II. Mahmud (1808-1839) dönemlerinde 1792, 1819 yıllarında yapılan onarımları belirten manzum kitabeler yer almaktadır.
Kubbealtı, Divan-ı Hümâyûn’un ana toplantı yeridir. Adalet kasrına bitişik olan duvarında, yerden 3 m kadar yükseklikte bulunan demir parmaklıklı Kafes-i Müşebbek denilen altın yaldızlı parmaklıkları olan pencere ardından padişahlar Divan-ı Hümâyûn çalışmalarını izlerlerdi.

Divan-ı Hümâyûn’un çalışması
Osmanlı Devleti’nin idare edildiği yer olan Divan-ı Hümâyûn haftanın dört günü (Cumartesi, Pazar-Pazartesi, Salı) günleri toplanırdı. Dîvan’ın asil üyeleri olan Sadrazam ve 6 veya 9 kişiden oluşan Kubbealtı vezirleri; Anadolu ve Rumeli kazaskerleri, Kubbe altındaki duvarın önünde yer alan divanda oturarak Devlet işlerini görüşürler ve dava dinleyerek sonuçlandırırlardı. Dîvan’da askeri sınıfa ait dava, veraset ve sair şer’i ve hukuki muameleleri gören kazaskerler vezirlerden sonra en yüksek rütbeli memurdu. Divan toplantılarının akabinde Padişah’ın huzuruna çıkılır ve o gün görüşülen konular özetlenirdi. Bugünkü Bakanlar Kurulu’nun vazifesini yapan Dîvan-ı Hümâyûn Kalemleri devletin bütün idari işlerine bakardı. 18. yy.ın sonlarına doğru hükümet işlerinin Sadrazam Sarayına (Bâb-ı Âli) nakledilmesiyle divan, kapıkulu askerlerine mevacip dağıtmak ve elçileri kabul etmek gibi sembolik bir konuma gelmiştir.

Dış Hazine/Silahlar Seksiyonu

Kubbealtı’nın yanında yer alan sekiz kubbeli hazine binası Kanuni döneminde yapılmıştır. Fatih döneminde II. Avludaki hazinenin yeri kesin olarak bilinmemektedir. Burada devlet gelirlerini oluşturan vergiler saklanırdı. Maliye Defterhanesi, Osmanlı padişahlarının elçilere ve saraylılara hediye ettikleri hilat denilen kaftanlarla bazı değerli eşyada burada saklanırdı.
16. ve 17. yy.da dış cephede geniş bir saçağının olduğu bilinen yapının bu bölümünde hazine görevlileri ve koruyucuları ulufe günlerinde paraları torbalara koyarak hazırlık yaparlardı. Yapının içinde ve girişin tam karşısında yer alan iki katlı iç hazine bölümü çok iyi korunmaktaydı. Defterdarın sorumluluğundaki Hazine, gerektiğinde açılır ve sadrazamda bulunan padişah mührü ile mühürlenirdi.
Bina günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi’ne ait içinde değişik dönemlere ait silahların sergilendiği Silahlar Seksiyonu olarak kullanılmaktadır.

Adalet Kulesi

Padişahların divan toplantılarını dinledikleri Adalet Kasrı Fatih Sultan Mehmed döneminde bağımsız kule şeklinde bir bina olarak yapılmıştı. Benzerleri Edirne ve Manisa saraylarında da var olan yapının, Osmanlı Devleti’nin adaleti her şeyin üzerinde tuttuğunu ifade eden sembolik bir anlamı vardır. Çeşitli tamirler gören Adalet Kulesi Sultan II. Mahmud döneminde (1819-20) yıllarında tadil edilerek yükseltilmiştir. Daha sonra, 19 yy.da Sultan Abdülaziz döneminde bugünkü yüksek ve sivri külahlı görünümünü kazanmıştır.

II. Avluya Bağlı Yapılar
Adalet Meydanı denilen avlunun Marmara denizine bakan kuzey doğu revakları arkasında, bu avluya üç kapıyla bağlantılı ve 170 m. uzunlukta bir sokak etrafında sıralanan yapılardan oluşan ve bazı törenlerde binlerce kişiye servis yapabilen Saray Mutfakları bölümü yer alır.
Mutfakların tam karşısında, kuzey-batı revakları arkasında ise II. Avluya nazaran daha alçak bir kotta yerleşmiş hanedan atlarının, çok zengin ve ihtişamlı koşum takımlarının bulunduğu Has ahır vardır. Kubbealtı yakınındaki küçük bir kapıdan girilen Zülüflü Baltacılar Koğuşu da Has ahır kotunda ve onun yanında yer alır.

Mutfaklar

Mutfaklara II. Avludaki revaklarda yer alan üç kapıyla girilir. Bu kapılardan ilki, Kiler-i Âmire kapısıdır. Orta da Has mutfak kapısı yer alır, Bab-üs-Saade’ye yakın son kapı ise Helvahane kapısıdır. Mutfaklar I. Avludaki diğer servis birimleri gibi bağımsız içe dönük, bir mahalledir. Burada avlu yerine dar-uzun iki taraftan saçaklı bir servis yolu vardır.
On gözlü olan bu mutfaklar, Birûn ve Enderûn için yemek pişiriyordu. Her gün yüzlerce kişiye yemek yapan Mutfak personeli, Ulufe dağıtım günlerinde ve şenliklerde zengin ziyafet yemekleri hazırlamaktaydı.
Mutfaklar güneyden başlayarak hiyerarşik bir sıralamayla sarayda yaşayanlara ve çalışanlara ayrılmıştı. En başta yer alan padişah mutfağında yalnızca onun şahsı için tek kişilik ve çok çeşitli yemek hazırlanırdı. Serçini de denilen baş aşçı 12 diğer usta aşçı ile birlikte padişahın yemeğini hazırlardı. Serçini aynı zamanda bu mutfaklardaki padişah için ve elçi kabullerinde kullanılan porselen yemek takımlarından da sorumluydu.

Saray mutfakları için imparatorluğun değişik yerlerinden özelliği olan kaliteli malzeme, canlı hayvan, meyve, sebze ve baharat temin edilirdi. Hayli kalabalık bir kadroya sahip Mutfakların sorumlusu olan Matbah-ı Âmire Emini vezir rütbesine yakın derecede yüksek bir devlet memuruydu. Tatlıların yapıldığı helvahanenin başında da helvacıbaşı kalabalık bir ekiple görev yapardı. Enderûndaki kilercibaşının yönetimi altında çalışan bütün bu teşkilatın azilleri ve tayinleri de onun tarafından yapılırdı.

Bu mekanların bugünkü kullanımları ise şöyledir. Kiler-i Âmire kapısından girilince sağda bulunan Vekilharç Dairesi yeniden tamir edilerek Müze atölyeleri haline getirilmiştir.Fotoğraf atölyesi ve kumaş konservasyon atölyesi de bu binadadır . Karşısındaki Kiler ve Yağhane binası ise tamirlerden sonra Müze Saray Arşivi olarak kullanılmaktadır.
Yağhane binasının yanındaki iki katlı ahşap Aşçılar Mescidi bugün de muhafaza edilmektedir, ancak ziyarete kapalıdır. Yanında uzanan aşçılar, helvacılar ve tablakârların koğuşları olan mekanlar müze teşhir salonu olarak kullanılmaktadır. Aşçılar koğuşunun bulunduğu yerde yapılan binada Gümüşler, Avrupa porselenleri ve Billûrlar teşhir edilmekteydi. 1999 depreminden sonra bu bölümlerden Gümüş seksiyonu dışındakiler ziyarete kapanmıştır. Karşıda ayrı bölümler halinde müze teşhir salonları haline getirilmiş mutfaklarda, Çin ve Japon porselenleri teşhir edilmektedir.

Saray Arşivi
Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerine ait en eski yazılı belgeler ile 19. yüzyıla kadar devlet ve sarayın işleyişiyle ilgili evrakların bulunduğu Saray Arşivi, gerek belgelerinin muhtevası gerekse koleksiyonunun zenginliği ile Topkapı Sarayı Müzesi’nin en önemli koleksiyonları arasındadır.
Saray Arşivi’nden yararlanabilmek için Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden izin almak gerekmektedir. İzinli olan Yerli ve yabancı bütün araştırmacılara açık olan Arşiv, Hafta içi her gün 9.00-12.00; 13.00-16.30 saatleri arasında hizmet vermektedir.

Has Ahır
II. avlunun Haliç yönünde Maliye hazinesi (Silahlar Seksiyonu), Kubbealtı ve revakların arkasında kalan alan, Has Ahırların bulunduğu bölgedir. Buraya Babü’s-Selam’ın sol tarafındaki meyilli bir yolla ulaşılır. Bu yolun II. Avludan sonraki kısmında Has Ahırların kapısı, cenazelerin çıkarılmasında kullanıldığı için Meyyit Kapısı adıyla anılır. Fatih Sultan Mehmed’in Has Ahırları, II. ve III. Avlu denilen Divan meydanı ve Enderûndaki binalardan sonra, Sûr-ı Sultâni’nin tamamlanması sırasında yaptırdığı bilinmektedir. Avlunun bir tarafını tamamıyla kaplayan Has Ahırda sadece sultan ve Enderûnun yüksek rütbeli kişilerinin bineceği seçme atlar bulunurdu. Uzun yapının kuzey ucunda, tek kubbeli bir mekan ve buna bağlı olan odalar Raht-ı Hümâyûn Hazinesi’dir. Hazinede padişah ve yüksek rütbeli kişilerin atlarında kullanılan değerli taşlarla süslenmiş koşum takımları, eğerler vs. muhafaza edilirdi. Bu bölümde ayrıca, Ahır Emini ile diğer üst düzey yöneticilerin odalarının bulunduğu anlaşılır. Sarayın birun halkının önemli bir grubunu oluşturan Istabl-ı Âmire (Has Ahır) örgütünün 3000 kişinin üzerinde olduğu, sarayın bahçelerinde ve İstanbul’un çeşitli yerlerinde bu kısma bağlı örgütlenme, tavla, atölye ve çeşitli binaların olduğu bilinir.
Avlunun güney ucunda 16. yy.da yapılmış bir Camii ve hamam yer alır. Camii ve hamam daha sonra I. Mahmud döneminde(1730-1754) Harem ağası olan Beşir Ağa tarafından 18. yy.da yeniden yaptırıldığı için bina Beşir Ağa Camii olarak bilinir. Günümüze ulaşan yapı ziyarete kapalıdır.

Zülüflü Baltacılar Koğuşu

Topkapı Sarayı’nda Zülüflü Baltacılar teşkilatıyla ilgili ilk yapılaşmanın Kanuni Sultan Süleyman döneminde olduğu sanılmaktadır. Bu sınıf hem haremin dış hizmetlerinde hem de Divan-ı Hümâyûn ve Enderûn’un değişik görevlerinde bulunduğu için yer seçiminde bu hizmetler gözetilerek II. Avluya bağlantılı harem kapısına ve Divan-ı Hümâyûn’a yakın bir yerde yapılandırılmıştır. Baltacılar ocağı Sultan II. Murad döneminde (1421-1451) ordunun bir öncü birliği olarak kurulmuştu. Zülüflü Baltacılara bu ad başlarına giydikleri oldukça sivri, deve tüyü renginde ve iki yanında saç örgüsü biçiminde zülüfleri sarkan başlık nedeniyle verilmiştir.

Zülüflü Baltacılar saray tarihinde değişik dönemlerde farklı görevler yüklenmişlerdir. Harem yangınlarını söndürme, hamam ve ocaklarının odun ihtiyacını karşılama gibi haremin gözetilmesine ilişkin görevlerinin yanı sıra Divan-ı Hümâyûn temizliği, culüs ve bayram törenlerinde padişah tahtının taşınması ve kurulması gibi Enderûnla ilgili bazı görevleri de vardı. Ayrıca, seferde Sancak-ı Şerif altında Kur’an okumak, saray mevlitlerinde hazırlanan gülsuyu ve şerbetleri gerekli yerlere dağıtmak gibi dış görevleri de vardı. Saraydaki bütün koğuş yapılarından olduğu gibi, burada da taş kaplı avluyu çeşitli binalar çevreler. Bu binaların önemli bir kısmını Zülüflü Baltacıların dinlenme yeri olan çubuk odası, camekan ve yatma yerleri olan büyük koğuş oluşturur. Koğuşun mimarisi Türk evi boyutlarında, ahşap ve çok renkli olarak tasarlanmıştır. Enderûndaki III. Avlu ve Haremde yer alan koğuşlarda da 16.yy.da bu tek özgün örnekteki gibi bir mimari üslubun kullanıldığı varsayılabilir.

II-Bâb-üs Saade
Simgesel özelliği nedeniyle sarayın en önemli kapısı Bâb-üs Saade’dir. Divan meydanı ile Enderûn okulunun ve padişah dairelerinin yer aldığı III. Avluya geçişi sağlayan bu kapı, Birun ile Enderûn’un düğüm noktası olması ve culüs, bayram gibi törenlerde padişahın bu kapının önünde oturması nedeniyle sarayda birinci derece önemli bir yeridir.
Değişik dönemlerde bu kapı çeşitli adlar almıştır. Bunların en yaygın olarak kullanılanları Arz Kapısı, Akağalar Kapısı ve Bâb-üs Saade’dir. Enderûn ve Birun kavramlarını ve varlığını belirleyecek şekilde yeşil ve beyaz sütunlu bir revak ortasında, dışa doğru çıkıntı yapan bir kubbe ile kapı belirgin hale getirilmiştir. Önünde saray törenlerinin yapılacağı bu kapı ve revak bölümünün Fatih Sultan Mehmed döneminde (1451-1481) tasarlandığı ve oluştuğu, söz konusu törenlerin yüzyıllar boyunca aynı yerde sürdüğü bilinir. Günümüze ulaşan kapı kubbesi ve saçaklarıyla avluya doğru önemli bir çıkma yapar. Karşılıklı üçer sütunun üzerine oturtulmuştur. Bu mimari görüntü 18. yy.ın ikinci yarısında Sultan III. Mustafa döneminde yapılmış olmalıdır. Kapının üzerindeki 1774 tarihli talik hatla yazılmış manzum tamir kitabesi bunu kanıtlar. II. Mahmud’un hattıyla Besmele ve tuğrası vardır. Büyük bir olasılıkla kapı çevresinin dekorasyonu 19.yy.da II. Mahmud zamanında (1808-1839) yenilenmiştir.
Bu revak ve kapının önünde padişahların cülus törenleri ve bayram törenleri yapılırdı. Savaşa gidecek olan sadrazama Sancak-ı Hümâyûn burada törenle teslim edilirdi. Divan’ın toplantı günlerinde saraya törenle giren sadrazam tarafından önüne gelinerek selamlanması da bu kubbeli kapının Sultanın varlığını ve kudretini ifade eden sembolik bir anlam taşıdığını gösteren en belirgin davranış örneğidir.

III. AVLU / ENDERÛN AVLUSU

  • Enderûn
  • Enderûn Teşkilatı
  • Arz Odası
  • Seferli Koğuşu
  • Fatih Köşkü
  • Kilerli Koğuşu
  • Hazine Koğuşu
  • Hasoda Koğuşu/ Kutsal Emanetler
  • Dairesi Silahtar Hazinesi
  • Ağalar Camii
  • Saray Kütüphanesi

III. AVLU / ENDERÛN AVLUSU


Sarayın 100x90m. Boyutlarındaki bu avlusunun etrafındaki binaların inşaatı, Fatih devrinden itibaren padişahın yaşamı için gerekli yapılar ile Enderûn teşkilatının gerektirdiği koğuşlar, Camii, hamam gibi yapılardan oluşmuştur.
Marmara cephesinde hamam ve önceleri doğan kuşlarının eğitildiği mekan iken sonraları Seferli Koğuşu olan yapı ile Büyük Oda ve Seferli Koğuşları önünde Enderûn hayatında önemli bir yeri olan meşkhane ve Büyük oda mescidi bulunmaktaydı. Bunları, hazine olarak kullanılan Fatih Köşkü izlerdi. Büyük oda mescidi ve meşkhane günümüze ulaşamamış yapılardır.
Avlunun karşı sırasında Kiler Koğuşu ve Hazine Koğuşu bulunur. Avlunun diğer köşesinde yer alan Has Oda ve Has Oda Koğuşu Haliç tarafındaki yapıları oluşturur. Bu yönde ayrıca, Ağalar Camiide bulunmaktadır. Enderûn avlusunun ortasında ise “Havuz Köşkü” bulunuyordu. 18. yy.da yıkılarak yerine Enderûn Kütüphanesi yapılmıştır. III. Ahmed Kütüphanesi olarak bilinir.
Enderûn Hastahane ve Eczahanesi olarak kullanılan mekanlar bugün Müze Müdür Lojmanı olarak kullanılmaktadır.
Enderûn Mektebi’nin 15. yüzyıldan beri ilk aşamalarını oluşturan kadrolarına ayrılmış koğuşları Enderûn avlusu girişinde ve Bâb-üs Saade’nin iki yanında sıralanmıştır. Soldakine Küçük oda sağdakine Büyük oda adı verilen bu koğuşların yer aldığı binalar Enderûn’un divan avlusuyla olan duvarları boyunca uzanmaktadır.

Enderûn

Enderûn’u padişah ve onun hizmetindeki akhadımlar ve içoğlanların yaşadığı, bir kısmının da bu amaçla eğitim gördüğü okul olarak tanımlayabiliriz. Osmanlı sarayında Enderûn teşkilatı Topkapı Sarayı’nın kuruluşundan önce de var olan bir örgütlenme idi. Fatih Sultan Mehmed döneminde (1451-1481)şekillenen koğuşlar ve padişaha ait yapıları içeren avlu ile padişaha ait köşklerin bulunduğu sofa-i Hümâyûn adı verilen mermer teras ve çiçek bahçesinden oluşmaktadır.

Enderûn Teşkilatı

Enderûn teşkilatı iki ana bölüme ayrılır: İlki, eğitim gören veya padişaha hizmet veren devşirme içoğlanları, diğeri ise akhadım ağalardan oluşan yöneticilerdir. Devşirme sistemiyle alınan çeşitli milletlere mensup Hıristiyan gençlerin Müslüman olmaları ve eğitimleri ile oluşturulan bu sistemde Orduda, Sarayda ve Hükümette ihtiyaç duyulan devlet adamları yetiştirilmiştir.

Arz Odası
Bâb-üs Saade’nin tam karşısında yer alan ve saçak sistemiyle bu kapıyla bütünleştirilen bu yapı, padişahların devlet yönetimiyle olan ilişkilerinin somutlaştırıldığı en önemli mekandır. Arz odası veya Arz Divanhanesi denilen yapıda padişahlar, yabancı devlet elçilerini kabul etmişler, sefere çıkan komutanlarla ve Divan toplantılarının “Arz Günleri” denilen Pazar ve Salı günlerinde devlet erkanı ile toplantılar yapmışlardır. 2003 yılında restorasyona giren binadaki çalışmalar bitmiştir. Ziyarete açıktır.

Seferli Koğuşu
Sultan IV. Murad tarafından 1635 yılında kurulmuştur. Padişahların çamaşırlarını törenle yıkayan bu sınıf, padişahla birlikte seferlere katıldığı için bu ismi almıştır. Bina 18. yüzyıl başında Sultan III. Ahmet tarafından yenilenmiştir. Giriş revakında Bizans döneminden kalan yeşil sütunlara sahip yapının tonozlu koğuş bölümü 14 sütuna sahiptir. 20. yüzyıl başında arka tarafındaki hamam ve tuvaletleri de kaldırılan yapıda bugün Topkapı Sarayı Müzesi Padişah Elbiseleri Koleksiyonu’nundan Fatih’ten II.Abdülhamid’e kadar bazı padişahların değerli kumaşlardan yapılmış kaftan ve kıyafetlerinden örnekler sergilenmektedir. Bu bölümde 11 Nisan 2006 tarihinde açılacak olan ‘Saray’da Lâle Sergisi’ kapsamında Saray koleksiyonuna ait lâle motifli eserler ile, 16. yüzyıldan 18 yüzyıla kadar lâle motifli padişah kaftanları ve kumaşları üç ay boyunca sergilenecektir.

Fatih Köşkü
1462-63 yıllarında Fatih Sultan Mehmed’in Topkapı Sarayı planını oluşturacak şekilde yaptırdığı ilk yapılardan biridir. Saraydaki diğer padişahlara ait yapılar gibi burası da dörtlü mekan düzenine sahiptir. Marmara Denizi’ne bakan üç odanın Boğaziçi yönündeki diğer bir odaya açık bir mermer terasla bağlanmasından oluşmuştur. Köşkün masif duvarlı ve tonozlu 2 büyük mahzeni ile Bizans döneminden kalan yonca planlı bir vaftiz haneyi örtecek şekilde ayrı bir depo mekanından oluşan altyapısı iç sarayın da ana duvarlarını oluşturur.

Yavuz Sultan Selim döneminde revak ve teras bölümleri de duvarlarla kapatılan hazine revakına I. Mahmud (18. yüzyıl) döneminde bir de Elçi Hazinesi mekanı yapılmıştır.
19. yüzyılda önemli devlet ziyaretçilerine sergilenmek amacıyla Ampir üsluplu vitrinler yapılan köşk, böylece Türk müzeciliğinin de en erken uygulamalarından birini oluşturmuştur. Günümüzde de Hazine Seksiyonu olarak kullanılan bina 2000 yılında Gilan Mücevherat’ın sponsorluğu ile restore ettirilerek, modern müzecilik anlayışına uygun, depreme dayanıklı vitrinlerle yenilenmiştir.

Kilerli Koğuşu Mutfak görevlilerinin de amiri Kilercibaşı sorumluluğunda olan Kilerli Koğuşu, padişahın yemeklerinin pişirilmesi ile ilgilenir, padişah sofrasını kurar ve yemek takımlarına bakardı. 1856 Enderûn yangınından sonra 19. yüzyılda Hazine Kethüdalığı binası olarak yeniden inşa edilmiştir. 1960’lı yıllarda iç düzeni değiştirilen bina bugün Topkapı Sarayı Müzesi Müdüriyeti olarak kullanılmaktadır.

Hazine Koğuşu
Ehl-i Hiref teşkilatının da amiri olan Hazinedarbaşı yönetimindeki saray hazinesinden sorumlu koğuş, Fatih döneminden son döneme kadar önemini ve varlığını korumuştur. 19. yüzyılda Enderûn teşkilatı dağıtıldığı halde Hasoda Koğuşu ile birlikte kadrosu korunan Hazine Koğuşu idi. 1856 Enderûn yangınından sonra hemen 1858 yılında Hazine Kethüdalığı Dairesi olarak inşa edilmiştir. 19 Nisan 2006 tarihinde açılacak ‘Sarayda Hamam ve Berber’ Sergisine ev sahipliği yapacaktır.

Hasoda Koğuşu/ Kutsal Emanetler Dairesi
Fatih Sultan Mehmed döneminde padişahların Enderûn avlusundaki özel dairesi olarak yapılan Hasoda, iki katlı ve dörtlü mekan düzeni veren bir yapıdır.
Girişteki ilk mekan, kubbe altındaki mermer şadırvandan ötürü Şadırvanlı Sofa olarak adlandırılmıştır. Dörtlü mekanın diğer iki bölümü ise birbirine ve sofaya kapılarla bağlanan kubbeli iki oda olarak tasarlanmıştır.
Girişin sağındaki ilk oda, padişahın Enderûndaki arz ağaları ile görüştüğü, onların padişaha arzlarını sundukları yer olan Arzhane’dir. Bu mekanda bugün Hz. Muhammed’e ve Kabe’ye ait kutsal eşyalar sergilenmekte ve Kur’an-ı Kerim okunmaktadır.
Köşedeki ikinci oda ise saltanat tahtının bulunduğu ve yapının en önemli mekanı olan Hasoda’dır. Klasik dönemde Padişahların uyuduğu bu oda, 19 yy.dan itibaren Hz. Muhammed’e ait Hırka-ı Saadet ve Sancak-ı Şerif gibi kutsal eşyanın da bulunması nedeniyle Mukaddes Emanetler Dairesi adıyla anılmaya başlanmıştır. Ziyarete kapalı bu odanın duvarlarını süsleyen İznik çinileri, Osmanlı çinilerinin en değerli örneklerindendir.
Şadırvanlı Sofa’nın solunda günümüzde Destimal Odası denilen Hasodalıların koğuşu vardır. Bu odada bugün Hz. Muhammed’den önce gönderilmiş bazı Peygamberlere ait mukaddes eşyalar sergilenmektedir.
Fatih döneminden beri var olan Hasoda Koğuşu sultanın şahsi hizmetini gören içoğlanlarından oluşmaktaydı. 19.yüzyılda Hasoda koğuşu’nun önündeki revaklar kapatılarak Emanet-i Mukaddese görevlilerine yeni koğuş yapılmıştır. Günümüzde Padişah Portreleri Sergi Salonu olarak kullanılmaktadır.

Silahtar Hazinesi
Arzhane’den geçilerek girilen bu mekanda, Emanet Hazinesi olarak adlandırılan son derece değerli Kur’anların ve diğer kitapların bulunduğu kütüphane burada muhafaza edilmiştir. Dışarıdan bir kule görünümünde olan bu iki kubbeli mekanda günümüzde Saray koleksiyonuna ait saatler bulunmaktadır. Ziyarete kapalıdır.

Ağalar Camii
Enderûn avlusunun Haliç tarafında, Has Oda’dan sonra yer alır. Padişahlar, Akağalar ve İçoğlanların ibadeti için kullanılan bu Camii, Fatih Sultan Mehmed döneminde (1451-1481) yapılmış olmalıdır. Mekke’ye bakması için avluya hafifçe diagonal olarak yerleştirilmiştir. Bugün Saray Kütüphanesi olarak kullanılan mekanda; Sultanların hazinelerinde sakladıkları el yazmaları ile sarayın çeşitli köşk ve koğuşlarından toplanan son derece kıymetli el yazma ve minyatürlü kitaplar bulunmaktadır. Topkapı Sarayı Müzesi’nin en değerli koleksiyonlarındandır.

Saray Kütüphanesi

Kütüphaneden yararlanabilmek için Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne çalışılacak konunun yazıldığı bir dilekçe ile başvurmak gerekmektedir. Yerli ve yabancı araştırmacılara açık olan Kütüphane, Hafta içi hergün 9.00-12.00; 13.00-16.30 saatleri arasında hizmet vermektedir.
Son düzenleyen Safi; 17 Ekim 2016 23:32
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
14 Aralık 2012       Mesaj #8
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye

IV. AVLU / SOFA-İ HÜMÂYUN

  • Sünnet Odası
  • Revan Köşkü
  • Bağdad Köşkü
  • İftariye Köşkü / İftariye Kameriyesi
  • Sofa Köşkü
  • Hekimbaşı Kulesi/ Baş Lala Kulesi
  • Sofa-i Hümâyun Alt Bahçeleri
  • Sofa Camii
  • Mecidiye Köşkü
  • Esvab Odası

IV. AVLU / SOFA-İ HÜMÂYUN


Has Oda’nın Divanyeri denilen çift sıra sütunlu geniş revağı, “Sofa-i Hümâyûn” veya “Mermer Sofa” olarak adlandırılan terasa açılır. Teras 17. yy. ilk yarısında Sultan IV. Murad ve Sultan İbrahim döneminde (1623-40;1640-48) Haliç tarafına doğru genişletilerek ve yeni köşkler yapılarak günümüzdeki görünümünü kazanmıştır. Mermer terasta revakların önünde fiskiyeli büyük bir havuz yer alır. Terasta, Revan köşkünden başka, Haliç tarafındaki manzaraya bakan Sünnet Odası adı verilen bir köşk ile IV. Murad’ın yaptırdığı Bağdat Köşkü ve Sultan İbrahim döneminde yapılan İftariye Köşkü veya “Mehtaplık” denilen kameriye bulunur. L şeklindeki geniş revağın bir ucu padişahın haremdeki Has Oda ve köşklerin bulunduğu Mabeyn taşlığına geçit verir. Revan köşkünün bulunduğu diğer tarafında ise Sofa-i Hümâyûn çiçek bahçesine merdivenlerle inilir.

Sünnet Odası
Sofa-i Humayun’un Haliç’e bakan kısmında yer alır. Köşkün yapılış tarihi kesin olarak bilinmese de büyük bir olasılıkla 16.yy’ın ilk yarısında Kanuni Sultan Süleyman devrinde yapıldığı düşünülmektedir. Daha sonra çeşitli değişiklikler geçirmiş ve günümüzdeki biçimini Sultan I. İbrahim döneminde almıştır. Köşke, Sünnet Odası adı daha sonra verilmiştir. III. Ahmed’in(1703-1730) şehzadelerinin sünneti sırasında bu oda kullanılmış ve bu nedenle de köşkün adı Sünnet Odası olarak kalmıştır. Ziyarete açıktır.

Revan Köşkü
IV. Murad’ın Revan’ı fethetmesinin anısı için 1636 da yapılan köşk, Sofa-i Hümâyûn’da II. Mehmed döneminden beri var olan havuzun küçültülmesi, biçim değiştirmesi ile kazanılan alanda, teras üstüne yapılmıştır. Köşk, sekizgen bir plan şemasına sahiptir ve üç eyvanlıdır.
Revan Köşkü’nün bazı Osmanlı kaynaklarında “Sarık Odası” diye geçmesi, padişahı törenlerde simgeleyen sarıkların Tülbent Gulamı tarafından burada korunmasıyla ilgilidir. Ayrıca, Has Odanın her yıl Ramazan ayında yapılan temizliği sırasında Hırka-i Saadet ve diğer kutsal eşyalar Revan Köşkü’ne taşınırdı.
Sultan I. Mahmud bu köşkte, 1733 yılında Has Odalılar için son derece değerli ve tarih kitapları ağırlıklı bir vakıf kitaplık oluşturmuştur. III. Osman ve III. Mustafa tarafından geliştirilen bu vakıf kitaplık, Saray, Müzeye dönüştürüldüğünde Saray Kütüphanesi koleksiyonuna dahil olmuştur. Köşk ziyarete açıktır.

Bağdad Köşkü
Yalnızca Sofa-i Hümâyûn’daki değil, sarayın günümüze ulaşan en güzel köşklerinden birisi olan yapı IV. Murad’ın Bağdad fethini anıtsallaştırmak için 1639 yılında yaptırılmıştır.
Bağdad zaferinin anısına yaptırılan köşk, terasın ucunda, daha önce burada var olan bir kule köşkün yerine yapılmıştır. Köşkün yapımı için terası Haliç yönüne genişletmek gerekmiştir. Türk mimarisinin en başarılı, en iyi korunmuş örneklerinden olan köşk, Revan Köşkü ile birlikte 18. yy ortalarından itibaren Has Oda’nın kitaplıkları olarak kullanılmıştır. Bağdad Köşkü’ndeki kitaplarda Saray, Müze haline getirildiğinde Saray Kütüphanesi koleksiyonuna dahil olmuştur. Köşk ziyarete açıktır.

İftariye Köşkü / İftariye Kameriyesi
IV. Murad döneminde Haliç yönüne genişletilen Sofa-i Hümâyûn mermer terasının Sünnet Odası ile Bağdad Köşkü arasında kalan kısmına, 1640’da Sultan I. İbrahim tarafından yaptırılmıştır. Kameriye şeklinde olan bu köşkün özelliği tombaktan oluşudur. Dört sütunun taşıdığı bir tekne kubbe ile örtülüdür. Kameriye, çıkıntı yapan konumuyla mermerlikten ayrılmış, alttaki bahçelere ve kente, Haliç ve Galata’ya yönelik bir konuma getirilmiştir.
Bu kameriyede Ramazan aylarında sultanın iftarı beklediği, orucu burada açtığı sanılır. Bu nedenle İftariye adını almış olmalıdır. Yaz aylarına rastlayan bayram törenlerinde sultanın Enderûnluların bayram tebriklerini burada kabul ettiği ve aşağı bahçede yapılan spor gösterilerini seyrettiği kaynaklardan anlaşılır.

Sofa Köşkü
Sofa Köşkü, Merdivenbaşı Kasrı, Mustafa Paşa Köşkü gibi isimleri olan köşkü, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 166-1683 yılları arasında Sadrazamlığı sırasında yaptırmıştır. Bu da köşkün Mustafa Paşa Köşkü adını da almasına yol açmıştır. III. Ahmed döneminde onarılan köşkün 1704 tarihli kitabesinde “Sofa Köşkü” olarak anılmaktadır. Köşk, üçlü bir plan kurgusu göstermektedir. I. Mahmud döneminde (1752) yapılan büyük bir onarımla cephe düzeni değiştirilmiştir.
Köşk, Sultan Has Odası, özel dairesi olarak kullanılmıştır. Örneğin, I. Mahmud 1730 yılında tahta çıkış töreninden sonra bu köşke gelerek Has Odalılara ihsanlarda bulunmuş; III. Osman burada musiki dinleyip, tomak oyunu seyretmiştir. III. Selim’in 1795 ve 1798 yılları baharında bu köşk ve önündeki bahçelerde III. Ahmed döneminin simgesi olan Lale/Çırağan eğlenceleri yaptırdığı kaynaklardan anlaşılır.

Hekimbaşı Kulesi/ Baş Lala Kulesi
Fatih Sultan Mehmed döneminde sarayı bu yönde sınırlayan sur duvarı üzerinde bir burç halinde yapıldığı anlaşılan bu köşe kulesinin alt yapısı Bizans’a aittir.
Hekimbaşıların padişahlar için ilaç, macun hazırladıkları yer olarak kullanılmıştır. Sarayın Birun teşkilatında yer alan Hekimbaşılar, Hasodalılardan Baş Lala’ya bağlı oldukları için kuleye Baş Lala Kulesi de denmiş olmalıdır. Yüzyıllar boyunca çeşitli amaçlarla kullanılan bina, ziyarete kapalıdır.

Sofa-i Hümâyun Alt Bahçeleri
Padişah Dairesi’nin önündeki Hisarpeçe denilen duvarla çevrili mermer teras ve çiçek bahçesinin üç taraftan daha aşağı kademe bir bahçe çevirir. Bu bahçenin Sofa Köşkü ve mermer teras altında kalan kısmı bazı padişahların yada içoğlanlarının cirit, ok atma, güreş gibi sporların yapıldığı bu alanda, Hekimbaşı kulesinin önünde yer alan IV. Murad dönemine ait taş taht padişahların burada oturarak bu etkinlikleri seyrettikleri yerdir.
Bu bahçenin Marmara denizine, manzaraya açık bölümünde ise 15.yy.dan itibaren çeşitli köşk ve yapılar yer almıştır. Bahçenin bu kısmında, içoğlanlarının koğuşlarının bulunduğu III. Avluya ve sarayın büyük bahçelerine geçişi sağlayan kapıları vardı. Günümüzde burada 19. yy. da yapılmış olan Sofa Camii ile Sultan Abdülmecid tarafından yaklaşık 1859 yılında yaptırılan Mecidiye Köşkü ve ona bağlı küçük bir yapı olan Esvap Odası bulunur. Eskiden burada Fatih Sultan Mehmed’in yaptırdığı bir köşk, alt bahçelere geçişi sağlayan kapı üzerinde de Çadır Köşkü denilen bir yapının olduğu bilinir. 18. yy.da yapılmış olduğu sanılan Silahtarağa Köşkü ile Enderûn bölümünün üçüncü avlusu ve Sofa-i Hümâyûn’un temizliğinden sorumlu görevlilere ait Sofa koğuşu bulunuyordu. 19 yy.da harap olan bu yapılar kaldırıldığı için günümüze ulaşamamıştır.

Sofa Camii
Sofa Camii’nin Sofa Ocağı denilen koğuş halkının kullanımı için II. Mahmud tarafından yaptırıldığı ve daha öncede burada 16. yy. da aynı amaçla yapılmış bir mescidin varlığı bilinir.

Mecidiye Köşkü
Topkapı Sarayında yapılan en son padişah köşküdür. Sultan Abdülmecid döneminde Osmanlı hanedanının ikamet yeri, yeni yapılan Dolmabahçe Sarayı’dır. Hala eski geleneklere uyularak tahta çıkış törenlerinin yapıldığı Topkapı Sarayı’nda ataları gibi kendi adını taşıyan bir köşkün bulunmasını istemesi dolayısı ile yapılmış olmalıdır.
Dönemin Batı mimarisi üslubuna uygun olarak kargir yapılan köşk ve oda. Osmanlıların ve sarayın geleneksel mimarlık anlayışı ve tekstürüne yabancı karma bir eklektizm sergilemektedir ve oldukça büyük ölçüdedir. Ziyarete kapalı olan köşkün bodrum katında Konyalı Restorant sarayı gezen ziyaretçilere Türk mutfağına ait çeşitli yemek, tatlı ve şerbetlerle hizmet vermektedir.

Esvab Odası
1859’da yapılan odanın; ismi nedeni ile, sultanın huzuruna çıkmak için gelenlerin kıyafet değiştirdikleri; belki de bizzat sultanın Hırka-ı Saadet ziyareti için elbise değiştirdiği bir yer olduğu ileri sürülür.
Padişaha ait yapılar ve içoğlanlarına ait koğuş ve okulun bulunduğu avlu, padişah dairesi, Sofa-i Hümâyûn’da yer alan köşkler ve buna bağlı alt bahçeler Enderûn’un bir bölümünü oluşturur. Diğer bölümü ise Padişah ailesine mensup kadınların ve şehzadelerin yaşadığı büyük bir kompleks oluşturan Harem’dir.

HAREM

  • Harem Ağaları
  • Kara Ağalar
  • Cariyeler
  • I-KARA AĞALAR TAŞLIĞI
    • Cümle Kapısı/Saltanat Kapısı
  • II- KADIN EFENDİLER TAŞLIĞI/CARİYER TAŞLIĞI
    • Kırkmerdiven
    • Hamam
    • Kadınefendi Daireleri
    • Cariye Koğuşlar
    • Hastahane
  • III-VALİDE TAŞLIĞI
    • Valide Sultan Dairesi
    • Valide Sultan Dairesi Sofası
  • IV.MABEYN TAŞLIĞI PADİŞAH VE ŞEHZADE DAİRELERİ
    • Hünkar Sofası
    • III. Murad Has Odası
    • Çifte Hamam
    • I. Ahmed Odası
    • III. Ahmed Odası
    • Çifte Kasırlar
    • Altın Yol

HAREM


Kelime anlamı olarak tabu, yasaklanmış anl¤¤¤¤¤ gelen harem sözcüğü İslam toplumunda giderek aile kavramı için kullanılmıştır. Harem, Osmanlı sarayında hanedanın yaşadığı özel ve yasaklanmış yerdir. Harem, sultanların ailesi ile birlikte yaşadığı ve saray mimarisinin 16. yüzyıldan 19. yüzyıl başlarına kadar çeşitli dönemlerin üslubunda örnekler içeren, mimarlık tarihi açısından son derece önemli bir komplekstir.

Harem’de yaklaşık 300 oda, 9 hamam, 2 Camii, 1 hastahane ve koğuşlar ile 1 çamaşırlık vardır. Sistematik değil fakat hiyerarşik bir mimari gelişim gösteren Harem, 1665 yılında büyük ölçüde yanmıştır. Günümüze gelen Harem, bu yangından sonraki yenilenmelerle ve zaman içindeki genişletmelerle biçimlenmiştir. Harem’in genel şeması, ard arda kapılarla ayrılan girişleri çevreleyen koğuşlarla, odalarla, köşk ve servis binalarıyla oluşur.

Eski Saray başta olmak üzere bir çok hanedan sarayından beslenen Topkapı Sarayı Haremi, Osmanlı yönetim anlayışına uygun olarak devşirme kapıkulu kadrosunun bir kanadını oluşturmaktaydı. Harem’e alınan cariyeler, Türk-İslam kültürünü en iyi şekilde öğrenirdi. Böylece Osmanlı hanedanına ve zadegânına eş olarak yetiştirilen cariyelerin bir bölümü yönetici kalfalar olarak Harem’de kalır, en seçkinleri sultana sunularak hanedanı oluştururlardı.

Cariyelerin bir kısmı ise Enderûn’daki ağalarla evlendirilmek şartıyla Harem’den çıkartılırlardı. Her yıl gençleşen ve saray kültürünü imparatorluk sahasına yayan Harem’in hiyerarşisi kurallara bağlıydı. Osmanlı sarayında bir kadının değeri, çocuk sahibi olabilmesiyle ilgiliydi. Sultana sunulan bir cariye, genellikle Hünkar Sofası’nda gösterilir, beğenilirse hamamda hazırlanma törenlerini de içeren bir süreçten sonra sultanın has odasına getirilirdi.

Sultanla ilişkiye giren veya yakınlaşan cariyeye Gözde denirdi. Gözdeler çocuk doğurduğunda özel bir daire tahsis edilerek, İkbal veya Kadınefendi olarak tayin edilirdi. Her bir kadroda sayıları sekizi geçmeyen bu kadınlardan veliaht annesi Haseki adıyla sultanın ilk kadını olarak Valide Sultan’dan sonra gelse de gerçek bir otoriteye sahipti. 16. yüzyıl sonlarına kadar Anadolu’ya sancak beyi olarak yollanan şehzadeler, anneleri olan kadınefendiler dahil, ailelerini de götürürlerdi. Bu tarihten sonra saltanat, en yaşlı hanedan erkeğinin sultanlığını öngören ekberiyet usulüne dönüşünce, şehzadeler Saray Haremi’nde yaşatılmışlardır. Kardeşlere de saltanat yolunu açan yeni sistemle, sultan validesi ile birlikte harem kadrosunu oluşturur ve önceki kadroyu Eski Saray’a yollardı.

Cariyeler hanedana rakip yaratmamak amacıyla şehzadelerle evlenemez ancak, tayin edilirlerdi. Padişah kızları ise vezir ve paşalarla nikahlanarak İstanbul’daki hanım sultan saraylarında yaşar, isterlerse damatları boşama hakkına sahip olurlardı.

Sarayda selamlık ve yönetim işlevlerinin gerçekleştiği avlulardan özenle gizlenen Topkapı Sarayı Harem Dairesi, Arabalar Kapısı girişinden Has Oda’ya kadar sıralanan taşlıklarla, harem halkını 4 ana gruba ayırmıştır.

Girişteki ilk kısım Kara Hadım Ağalar’a ayrılmıştır. Bundan sonra Harem’in Cümle Kapısı gelir ve buradan kadınefendi ve cariyelerin, valide sultanların, padişah ve şehzadelerin yaşadıkları yapı gruplarını çevresinde toplayan taşlıklara geçilir.

Harem Ağaları
Asurlulara dayanan eski bir gelenek olan İmparator saraylarında kadınlara ait kısımların hadımlar tarafından korunması, Çin’den Roma İmparatorluğu saraylarına kadar, Mezopotamya’dan yayılmıştır. Bu geleneğe Osmanlı Padişahlarının Haremi’nde de uyulmuştur.

Osmanlı Sarayı’nda Ak hadımlar ve Kara hadımlar olarak iki zümre yaşamaktadır. Önceleri Bab’üs-Saade Ağası olan Ak hadımlara, Dar’üs-Saade Ağalığı da verilmekteydi. Sultan III. Murad (1574-1595)1582’de bu görevi Kara hadımlara vermiştir. 16. y.y. sonlarına doğru tamamen Kara hadımlara geçen bu görevi, Kara Ağalar, saltanatın sonuna kadar yetki ve nüfuslarını arttırarak icra etmişlerdir.

Kara Ağalar

İmparatorluğun Orta Afrika kesiminden genellikle Habeş eyaleti kökenli zenci çocuklardan seçilenler, Eski Saray ve Topkapı Sarayı haremine alınarak sıkı bir disiplinle yetiştirilirlerdi. Genellikle çiçek isimleri verilen hadım edilmiş zenci çocuklar Türkçe öğrendikten sonra Harem kurallarını uygulayacak biçimde eğitilirlerdi. “En Aşağı” adıyla göreve başlarlar sonra Acemi ağalığa geçerler, giderek Kalfa, Ortanca, Hasırlı gibi sınıflara yükselirlerdi. Eğitimin belli bir aşamasından sonra Sultanlar, Kadın efendiler, ve Valide Sultan’ın hizmetine verilerek Harem içindeki görevlerinde ilerlemeleri sağlanırdı.

Cariyeler
Harem’de Kara Ağalar ve hangi statüde olursa olsun tüm kadınlar da saray görevlileri gibi kapı kuluydu. Cariyelerin eğitim sistemi İçoğlanlarınınki gibi idi. Harem’e yeni alınan Cariyeler için Enderûn’da olduğu gibi 2 oda (koğuş) olduğu 16. yy. kaynaklarınca belirtilir.

Genellikle 5-16 yaşları arasında Saray alınan cariyelerin çoğu Çerkez olmakla birlikte, Arap ve zenci cariyelerin varlığı bilinmektedir. Ayrıca çeşitli hizmetler için alınan cariyelerden bazılarının yaşları daha büyük olabilmektedir. Harem’e alınan cariyeler önce sağlık kontrolünden geçirilmekteydiler. Yeni cariyelere güzellik, huy ve görünüşleri göz önünde bulundurularak Hoşnaz, Safdil, Neşedil gibi yeni adlar verilirdi.

Saraya alınan kızlara öncelikle Türkçe ve Sarayın görgü kurallarını öğretilirdi. Harem’deki bu kızların ilk dönemine acemilik denirdi. Daha sonra cariye olurlar ve giderek şâkirt denilen usta çıraklığına, ustalığa ve gedikli sınıflarına yükselirlerdi.

Cariyelerin pek çoğu hizmet görmek amacıyla alındığından kısa bir eğitimden sonra çamaşır, hamam külhanları, kiler, sofra gibi genel hizmetlere verilirlerdi. Güzel ve zeki olanları ise koğuşlarda kalfa kadınların eğitiminde okuma-yazma, dikiş, nakış, müzik aleti çalmak, şarkı söylemek, raks etmek gibi kabiliyetlerine göre öğretimlerden geçirilirlerdi. Padişahlar kendileri için seçilen ve eğitilen cariyelerin hepsiyle ilişki kurmamış bu kızların uygun birileriyle evlendirilerek saraydan çıkmaları sağlanmıştır.

Saray kadınlarının en yüksek derecelisine Kadın denilirdi, Padişahın ilişki kurduğu cariyelerden Has Odalık, Gözde veya İkbal adını alanlar çocuk doğurduklarında Haseki Sultanlığa ve Kadınefendiliğe yükselirlerdi.

I-KARA AĞALAR TAŞLIĞI


Topkapı Sarayı’nda Kara Ağalar Ocağı, Enderûn Avlusu’ndaki koğuşlar gibi bir eğitim yeri niteliği taşıyordu. Bu ağaların başlıca görevleri Harem’in kapılarında nöbet tutmak, giriş-çıkışları kontrol etmek ve dışarıdan içeriye kimseyi sokmamaktı.

Kara Ağalar bölümüne, Divan Meydanı’ndan açılan Arabalar Kapısı’ndan girilmektedir. Kapı üzerinde 1587 tarihli ve III. Sultan Murad’ın (1574-1595) adını taşıyan bir kitabe vardır. Bu kapıdan Dolaplı Kubbe ve Şadırvanlı Sofa denilen nöbet yeri ile Kara Ağalar Taşlığı’na ulaşılır.

Sistemin tüm yapılarının yer aldığı bu dar ve uzun avlu, taşlarla kaplı olduğu için taşlık adını alır. Taşlığın ortasında boydan boya uzanan podimo taşlı bu yol, padişahın büyük binişten sonraki girişten başla¤¤¤¤¤, Valide Sultan Taşlığı’nda Saltanat Kapısı denilen Ocaklı Sofa’nın kapısı önündeki Binek taşına kadar devam eder. Padişah bu güzergahı at üzerinde geçerdi.

Kara Ağalar Avlusunda, onların yaşamları için gerekli olan tüm yapılar yer alır. Girişten itibaren sol tarafta, ibadet için mescitleri, koğuşları, Dar’üs-saade Ağası’nın şehzadelerin eğitim yerini ve hamamını içeren dairesi bulunur. Karşı tarafta ise Harem’in üst düzey görevlilerinden muhasiplerin, hazinedar kara ağanın ve cücelerin yaşadığı mekanlar vardır.

Cümle Kapısı / Saltanat Kapısı
Harem’in kadınlar ve padişahın yaşadığı kısma “Kendi evleriniz dışındaki evlere izin istemeden ve orada yaşayanlara selam vermeden girmeyiniz” anlamındaki Kur’an’dan ayetler bulunan taç kapıdan girilir. Harem’i, Harem Ağaları Bölümü’nden ayıran bu kapı, Harem’in üç ana bölümünün bağlandığı nöbet yerine açılır. Kubbeli ve kemerli açık bir sahanlık olarak Harem’e girişi sağlayan hole mermerden müşebbek taçlı sembolik boş bir kemerle girilir.

Saltanat Kapısı da denilen bu kapıdan, Harem girişinin nöbet yeri olan mekana geçilir. Nöbet yerinin solundaki kapı Cariyeler ve Kadın efendiler Taşlığı’na; ortadaki kapı, diğer hanedan kadınları ve üst düzey yönetici kadınların yaşadığı Valide Taşlığı’na; sağdaki kapı altınyol ile Padişah ve Şehzadeler Dairesi’ne bağlanır. Bu konumuyla hol, Harem’de hanedan ve kadınların yaşadığı mekanların başlangıcını oluşturur.

II- KADIN EFENDİLER TAŞLIĞI/CARİYER TAŞLIĞI


Kadın efendi veya cariye taşlığı olarak bilinen bu alan Harem’in en küçük avlusudur. Bu taşlığa, Harem’in Cümle kapısından geçilen nöbet yerinin sol tarafındaki bir koridorla ulaşılır. Bu koridor bir yandan Kara Ağalar Bölümü’nü ayıran bir duvar, diğer yandan Valide Taşlığı’nı ayıran Ustalar Dairesi’yle oluşturulmuştur. Koridorun bir kenarında mermer tezgahlar bulunur. Bunlar saray mutfağında harem halkı için pişen yemeklerin Kara Ağalar tarafından tepsilerle konduğu yerdir.

Diğer taşlıklarda olduğu gibi, taşlığa bakan çift katlı oda sıralaması burada da görülür. Taşlığın kara ağalarla bitişen yönünde hamam, hamam külhanı ve kiler bulunur. Dar yan cephede ise mutfak, çamaşırlık, tuvaletler vardır. Haliç cephesinde şirvanlı bir cariye koğuşu bulunur. Bu koğuşun yanındaki kırkmerdiven denilen taş basamaklarla harem bahçeleri, cariye koğuşları ve hastahane bölümlerine inilir. Taşlığın Haliç cephesindeki diğer kanadında, ikişer katlı kadınefendilere ait üç özel daire sıralanır.

Kırkmerdiven
Koğuşla Kadınefendiler Dairesi arasındaki bir kapıdan merdivenle ara katlara inilir. Kırkmerdiven denilin bu iniş sistemin üzerinde ara katlar oluşturulmuştur. Kırkmerdiven ile Hastahane veya Cariyeler Avlusu denilen taşlığa ulaşılır.

Hamam
Taşlıkta yer alan hamam, Kanuni’nin (1520-1566) baş hasekisi Hürrem Sultan’ın Harem’e yerleşmesiyle burada yaşayan kadınlara hizmet vermek amacıyla yapılmış olmalıdır. Hamam, Enderûn’daki hamam gibi kadın efendiler, ustalar ve çeşitli kademedeki cariyelerin kullanımına belirli günlerde ayrılmış olmalıdır. Kubbeli büyük bir soyunma odasından yıkanma bölümlerine geçilir.

Kadınefendi Daireleri
Padişahın çocuk doğurmuş eşleri olan kadınlara ait dairelerin, Sultan III. Murad (1574-1595) döneminde, 1585 yılları civarında, Valide Sultan Dairesi ile birlikte yapılmış oldukları kabul edilir. Kadınefendilerin bu dairelerde yaşadıkları, sultandan çok Valide sultana yakın oldukları sanılmaktadır. Boyutları ve süslemeleri kısmen farklılık gösteren bu üç özel dairenin plan şemaları birbirine benzer. Kırkmerdiven kapısının yanında yer alan ilk daire, diğerlerinden daha büyük ve kubbeli oluşuyla dikkati çeker. Dairelerin üst katlarında şirvan denilen yarım asma katlar bulunur.

Cariye Koğuşları
Kadınefendi ve Valide Sultan Daireleri’ni taşıyan payeli alt yapının oluşturduğu bölümde Cariye Koğuşları bulunur. Cariyeler burada en alt katta başladıkları Harem yaşantısına, kabiliyetleri ve talihleri oranında üst katlarda ve üst düzeyde devam edebilir veya hizmet yılları olan 8 yılı doldurduktan sonra çırağ edilirlerdi. Bu koğuşlar çift kat ahşap şirvanları, aydınlık mekanları, tuvaletleri, apdest alma yerleri ile Harem’de cariyelerin en kalabalık olduğu 17. yy.daki yaşama cevap verecek şekilde yapılandırılmış mekanlardır.

Hastahane
Hastahane veya Cariyeler Avlusu denilen taşlık çevresinde iki katlı şirvanlı kargir cariye koğuşu, hamam, çamaşırhane, hasta koğuşu, hasta mutfağı ve ölülerin yıkandığı gasilhane ile ölen cariyelerin cenazelerinin çıkarıldığı Meyyit Kapısı bulunur.

VALİDE TAŞLIĞI


Yüzyıllar boyunca Hanedan ve Harem halkının yaşadığı yapılar topluluğunun çekirdeğini Valide Sultan Taşlığı oluşturmuştur. Bu taşlığın bir kanadını oluşturan altınyol ve ona bitişik bazı yapıların Harem’in, 15 ve 16. yy. ilk yarısından kalan binaları olduğu kabul edilir. Bu yer 16. yy. sonunda Valide Sultan Dairesi ve hamamların inşaatıyla bir iç avlu hüviyeti kazanmıştır.

Türk evinin orta sofasında “Hayat” taşlığı karakterindeki Valide Taşlığı Avlusu, türünün Osmanlı mimarisindeki en önemli örneğidir. Bu anlamda Osmanlı hanedanı ve Haremi’nin merkez mekanı olan taşlık üst düzey harem kadınları kadrosunu çevresinde topluyordu.

Valide Sultan Dairesi
III. Murad’ın (1574-1599) 1580’ler de Harem’de yaptırdığı yenilenme ve genişleme faaliyetlerinin en önemli yapılarından birisi bu dairedir. Türklerin aile yapısında anneye verilen önem ve değer, Saray hareminde padişahın baş kadını yerine Valide Sultan’ın ön plana geçmesine yol açmış ve Valide Sultanlar, haremin gerçek lideri olmuşlardır.

Valide Sultan Dairesi Sofası

Günümüze gelen dairenin, ilk şekliyle III. Murad’ın annesi Nurbanu Sultan için yaptırıldığı bilinmektedir. Valide Sultan Dairesi de hamamı, tuvaleti ve yaşam odalarıyla bir bütün oluşturur. Eski giriş holünün solunda alt ve üst katlarla bağlantıyı sağlayan bir merdiven, sağında ise bir bekleme yeri vardır. Bu merdivenler altta Cariye Koğuşları’nın bulunduğu bölümlere ulaşılır. Üst kattaki Valide Sultan Dairesi ve hamam külhanının üzerinde bulunan 5 oda da ise Valide Sultan’ın eşyaları ile üst düzey kahya kadınların yaşadığı söylenebilir. Valide Sultan Holü’nün tam karşısındaki kapıdan Valide Sultan Sofası’na girilir. Harem’in kadınlar kısmına ait en büyük mekan olan bu bölüm kubbelidir.

Bu görkemli mekanın sol tarafında ki kapıdan Valide Sultan’ın özel yaş¤¤¤¤¤ ilişkin mak¤¤¤¤¤, oturma ve yatma yerine geçilir. Tek kat seviyesindeki bu odanın bir baldakeni andıran özgün ahşap taksimatı, Valide Sultan’ın haremdeki saltanatını ve gücünü sembolize eder. Bu bölümden, parmaklıklı bir pencere düzeniyle görsel olarak ilişki kurulan Valide Sultan’ın ibadet mekanına kemerli bir geçiş yeri ile ulaşılır. Valide Sultan Dairesi sofasının diğer bir kapısından ise çinili ve ocaklı bir mekana geçilir. Bu oda ve önündeki sahanlık aynı zamanda Valide Sultan Dairesi’ndeki cariyeler ve kadınefendiler kısmına geçişi de sağlar.

Valide Sultan Dairesi’nin antresinden bir koridorla Valide Hamamı’na geçilir. Bu hamam Hünkar Hamamları ile birlikte bir çifte hamam olarak planlanmıştır. Valide Sultan’ın kubbeli ana mekanının sağ tarafındaki bir kapıdan da hamamlar boyunca uzanan bir koridorla Hünkar Sofası’na geçilir.

Valide Sultan’ın saraydaki nüfuzunun sebebi Padişahların onlara verdiği değerden kaynaklanmaktadır. Öyle ki Sultan her sabah saygılarını sunmak ve günlük kararlarını bildirmek için Valide Sultan Dairesi’ne giderdi. Daha sonra Kızlar Ağası, vakıflar ve validenin işleri hakkında bilgi vermek için gelmekteydi. Yemekten sonra dansçı ve şarkıcı cariyelerle eğlenen, okuyucu kalfa tarafından okuduğu Kur’an-ı Kerim veya tarih kitabını dinleyen Valide Sultan’ı gözdelerin de burada ziyaret ettikleri kaydedilmektedir.

IV.MABEYN TAŞLIĞI PADİŞAH VE ŞEHZADE DAİRELERİ


Fatih döneminde (1451-1481) yapılmış olan altınyol’un Haseki Dairesi (Sultana Sarayı) ile I. Selim Kulesi arasında bulunan kısmının önünde yer alır. Bu bölüm Harem’in, Selamlığa, yani Has Oda ve bazı köşklerin bulunduğu Sofa-i Hümâyun adı verilen dördüncü yerine en yakın kısmıdır ve direkt bağlantılıdır.

Mabeyn Taşlığı’nın diğer avlulardan farklı olarak önü açıktır. Üç tarafında çeşitli yapılar çevirir. Valide Sultan Taşlığı yönünde, Cinlerin Meşveret Yeri denilen revak bulunur. Bu revağın üst katı Şehzadegân Dairesi’dir. Aynı istikamette, taşlığın üzerinde Çifte Kasırlar yer alır. Avlu zamanla asma bahçe biçiminde genişletilmiştir.

Başlangıçtan itibaren bu taşlığın etrafı çok fazla doldurulmamış ve şehzadelerin kontrollü yaş¤¤¤¤¤ ayrılmıştır. Burası I. Abdülhamid’in (1774-1789) altınyol ve I. Selim Kulesi üzerine Gözdeler Dairesi’ni yaptırmasıyla kadınlara da açılmıştır. Padişahlar, özel dairelerini, hamam ve Valide Sultan Taşlığı’nın Haliç cephesi çevresinde yaptırmışlardır. Sultanların bazen selamlık bazen harem yaşantılarını sürdürdükleri bu bölgedeki yapıların Mabeyn Taşlığı’na bağlantıları Cinlerin Meşveret Yeri adı verilen revakla sağlanmıştır. Burada ayrıca Çifte Kasırlar adı verilen şehzadelerin yaşamasına ayrılan mekanlar bulunmaktadır.

16. ve 17. yüzyıllardaki yapılaşma III. Murad Has Odası, Çifte Hamam, Hünkar Sofası, I. Ahmed Odası, Ocaklı Sofa, Çeşmeli Sofa ve III. Ahmed Odası’ndan oluşur. Bu yapılar mimari özellikleri ve süsleme üsluplarıyla klasik Osmanlı zevkini yansıtırlar.

I. Mahmud (1730-1754) döneminden itibaren yapılan binalar kendi aralarında üslup açısından bir bütünlük gösterirler. Hamamın kullanılabilmesi için Hünkar Sofası ve hamam koridorunun ön kısmında yapılmışlardır. Valide Sultan Dairesi’nin hamam koridoruna bakan kapısı ve Ocaklı Sofa’nın kapısı kapanınca bütün bu köşk ve odalar kadınların giremediği bir selamlık alanı haline dönüşebilecek şekilde düzenlenmiştir.

Hünkar Sofası
III. Murad Has Odası’yla hamamlar arasında yer alan Hünkar Sofası ölçüleriyle Harem’in en büyük mekanıdır. İlk biçimiyle inşaatı III. Murad Has Odası’ndan sonra, 1580-90 yılları arasında yapıldığı yazılı kaynaklardan ve panoramik resimlerden anlaşılır.

Harem’in müzikli eğlenceleri, toplantıları, bayramlaşma ve diğer törenlerinin yapıldığı bu büyük sofada, harem halkının padişahların tahta çıkışı ve bunu izleyen günlerde Eyüp’teki türbelerde yapılan kılıç kuşanma törenlerinden sonra, bağlılık ve tebriklerini sundukları bilinir. Padişahın kız veya erkek çocuklarının dünyaya gelişi ve hanım sultan denilen padişah kızlarının nişanlanmaları, evlenmeleri dolayısıyla yapılan eğlenceler de bu salonda gerçekleşmiştir.

Yapı bugünkü durumuyla yüzyıllar boyunca geçirdiği onarım veya değişiklikleri sergiler. Sofa 1665 yangınından sonra da önemli bir onarım görmüştür. Günümüze III. Osman dönemindeki (1754-1757) yenilenmeyle elde edilen, rokoko ağırlıklı bir süsleme zevkini yansıtacak şekilde ulaşmıştır. Salonun giriş kapısındaki kitabede de III. Osman’ın adı vardır. Duvarlar altın yaldız ve boyalı ahşap kaplamalar ve mavi beyaz Avrupa çinileriyle (Delf) kaplanmış, duvarlara çeşmeler yapılmıştır.

III. Murad Has Odası
Harem’de tabii zeminin bittiği noktadan sonra yapılan bu büyük köşk, payeli bir strüktür üzerine yerleştirilmiştir. Harem’in olduğu kadar Osmanlı mimarisinin de en önemli yapılarından birisi olan III. Murad Has Odası, Sultanın isteği üzerine 1578 yılında devrin baş mimarı olan Mimar Sinan tarafından tasarlanmış ve inşa edilmiştir.

Mimar Sinan yapının anl¤¤¤¤¤ ve formuna uygun bir işlev ve dekor dengesini alt katta payeler arasına yerleştirdiği klasik görünüşlü havuzda da sürdürmüştür. Bu fıskiyeli havuz taşlık boyunca uzanan büyük havuzla bağlantılıdır. Çifte Hamam

Valide Sultan ve padişah için çifte hamam olarak inşa edilen bu hamamların III. Murad Has Odası’nın yapımından sonra, 1580’lerde inşa edildiği anlaşılır. Bu hamamlar benzerleri Osmanlı mimarisinde de görülen, çifte hamam tarzında inşa edilmiştir.

İslam dininin apdest alma ve yıkanma konusundaki zorunlulukları hamamların önemini arttırır. Valide Sultan Dairesi ve Hünkar Sofası arasındaki konumlarıyla Hünkar Hamamları geleneksel saray hamamlarındaki yıkanma ve eğlence işlevlerine paralellik gösterir. Sultanla beraber olacak gözdenin Hazinedar Usta’nın denetiminde Valide Hamamları’nda törenle yıkanması, kına yakılması, kokular sürülüp süslenmesi ve giydirilmesi, doğumdan sonra çocukların kırk hamamının aynı hamamlarda yapılması ve tüm bu yoğun tören ort¤¤¤¤¤ hamamın yanındaki Hünkar Sofası’nın da katılması, hamamların Harem yaşamındaki önemini kanıtlar.

Roma hamamlarında da görülen hypokaust sistemi Hünkar ve Valide Hamamları’nın mermer tabanı altında olduğu gibi Hünkar Sofası altında da devam ederek bu yapıların ortak ısıtma düzenini oluşturur.

I. Ahmed Odası
Sultan I. Ahmed’de (1603-1617) Harem’de kendi adıyla anılacak bir oda, yani Has Oda inşa ettirmek istemiş, ancak topografik koşullar, yoğun yapılaşma ve inşaat alanının sınırlı olması nedeniyle Oda, Sultan III. Murad Has Odası’nın önüne yapılmıştır. Payeler üstünde yükseltilerek inşa edilen bu küçük ve kubbeli odanın kitabelerinden 1608 yılında yapıldığı anlaşılır. Odanın sedefli dolap kapakları, nişleri, şiirlerle dolu mermer ve çini kaplamaları Sultan I. Ahmed’in okumaya ve kitaba meraklı kişiliğini yansıtır.

III. Ahmed Odası

Sultan III. Ahmed’in (1703-1730) Saray Haremi’ndeki bu küçük odası, Hünkar Sofası ile I. Ahmed Odası arasındaki alanda yer alır. Her iki mekandan da odaya giriş vardır.

Tam bir eğlence dönemi olan bu yıllar, çiçek özellikle lale merakı yüzünden, Osmanlı tarihinde Lale Devri olarak adlandırılmıştır. III. Ahmed dönemi, Osmanlı süsleme sanatlarındaki yeni bir üslubun en parlak devriydi. Bu yeni natüralist sayılabilecek tarzdaki üslub, kalemişi, alçı veya mermer kabartma olarak dönemin tüm mimari eserlerine yansıtılmıştır. Sultan’ın saray hareminde yaptırdığı bu odasının duvarları da baştan aşağı yan yana sıralanan çiçek dolu vazolar veya meyve dolu tabaklarla donatılmıştır.

Duvarlarındaki çiçek ve meyva dolu tabaklarından ötürü odaya Yemiş Odası, bazen de Yemek Odası adı verilmiştir. Devrin yeni süsleme zevkini yansıtan bu odada, ünlü ve yetenekli bir hattat olan Sultan III. Ahmed, seçkin hat çalışmalarını yapmış olabilir.

Çifte Kasırlar
III. Murad Has Odası’nın girişinin Mabeyn Taşlığı tarafında çıkma yapacak şekilde inşa edilen bu kasırlar iç içe iki odadan oluşur. Dıştan çini kaplı ve sürekliliği olan bir saçakla çevrelenmiş olması eş zamanlı bir inşaat izlenimi verir. Ancak, bu kasırların iç dekorasyonu farklı dönemlerde inşa edilmiş olduğunu gösterir. Yetişkin şehzadelerin Harem’in kadınlar kısmından ayrı ve mabeyn tarafında yaşamaları gerekiyordu. 17. yy. başından itibaren sancaklara gönderilmeyen şehzadeler maiyetlerindeki Kara Ağalar, kalfa kadınlar ve cariyelerle Harem içinde yaşamaya mecbur ediliyordu.

Cinlerin Meşveret Yeri adı verilen revak üzerinde ve Mabeyn Taşlığı’na çıkma yapacak şekilde inşa edilen ilk oda, muhtemelen 16.yy. sonu veya 17.yy. başlarında III. Mehmed (1596-1603) tarafından bir Has Oda olarak yaptırılmış olmalıdır.

Altın Yol
Harem’in en uzun, eski ve önemli geçidi olan Altınyol, Harem’i Enderûn Avlusu’ndan ayıran duvar boyunca uzanan tonozlu bir yoldur. 19. yy.’da bu ismi almadan önce Uzun Yol, Rah-ı Padişahî, Sokak-ı Hazret-i Padişahî, olarak adlandırılan bu koridorun, genellikle Sultanların Harem’deki dairelere kestirme olarak ulaşmak amacıyla kullandıkları anlaşılır.

Günümüzde duvarları sıvalı, sade ve taş döşeli olan bu yolun, Altınyol adını almasının nedeni, özel günlerde Sultanın bu yoldan geçerken koridora dizili harem halkına altın para serpmesinden kaynaklanır. Altınyol, Fatih (1451-1481) dönemi Hareminin ilk yapısı olması ve sonraki yapılaşmanın bu koridor çevresinde gelişmesi açısından işlevsel ve tarihi bir öneme sahiptir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 17 Ekim 2016 23:33
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
17 Ekim 2016       Mesaj #9
Safi - avatarı
SMD MiSiM
TOPKAPI SARAYI
İstanbul'da Sarayburnu'nda bulunan Osmanlı padişahlarının 15. yüzyıldan 19. yüzyıl ortalarına kadar oturdukları, aynı zamanda devlet işlerinin yürütüldüğü saray.

II. Mehmet'in (Fatih) İstanbul'u almasından sonra ilk saray, bugünkü İstanbul Üniversitesi merkez binasının bulunduğu yerde yapıldı. Ancak kentin tam ortasında bulunan bu sarayın yeri güvenlik açısından uygun görülmeyerek, tamamlanmasından hemen sonra daha güvenli bir yer aranmaya başlandı. Üç tarafı şiddetli akıntılı bir denizle çevrili, kara tarafından da kalın duvarlarla kolayca korunabilecek olan Sarayburnu uygun bulundu ve yeni sarayın inşaına 1465 yılında başlandı.

Bugün Topkapı Sarayı olarak bilinen bu saray Osmanlı kaynaklarında Yeni Saray adıyla geçer. İlk yapıları II. Mehmet devrinde, 1478'de tamamlandı. Sarayı çevreleyen 1480 m. uzunluğundaki sur da bu dönemde yapıldı. Ancak inşaat sonraki yıllarda da sürdü. Hemen her padişahın yeni binalar eklemesiyle saray 19. yüzyıl ortalarına kadar büyümeye devam etti. Bu bakımdan Topkapı Sarayı'nda Osmanlı yapı ve süsleme sanatının 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar gelişmesini izlemek mümkündür. Saray, Birun (Dış Saray), Enderun (İç Saray) ve Harem olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır.

Birun kısmında, daha çok saray hizmetli ve görevlilerinin kaldıkları binalar bulunurdu (hastane, hamam, koğuşlar, odun ambarı, ahırlar, fırın, mutfak, vb). Burada kalanlara da "birun halkı" denilirdi. Enderun kısmında padişahlar, sadrazamları, vezirleri, defterdarları, elçileri vb. kabul ederlerdi. Bayramlaşmalar da burada olurdu. Divanıhümayun toplantılarının yapıldığı Kubbealtı, Arz Odası, Hazine Dairesi, Kutsal Emanetler Dairesi bu bölümdeydi.

Burada "enderun ağaları" denilen enderun görevlileri hizmet ederlerdi. Harem dairesi padişahın, saray kadınlarının ve şehzadelerin oturdukları yerdi. Burada "harem ağaları" hizmet ederlerdi. Topkapı Sarayı alanında ayrıca zaman zaman çeşitli köşkler de yapıldı. Bunlardan günümüze kalanlar; Sepetçiler Köşkü, Çinili Köşk, Sofa Köşkü, Bağdat Köşkü, Revan Köşkü ve Mecidiye Kasrı'dır. Topkapı Sarayı 699.000 m2'lik bir alanı kaplar.

Saray alanı içinde bir cami ve Bizanslılardan kalma bir de kilise (Aya İrini) bulunur. Abdülmecit'e kadar Osmanlı padişahları Topkapı Sarayı'nda oturdular. Abdülmecit, Dolmabahçe Sarayı'nı yaptırarak buraya taşındı. Topkapı Sarayı, Atatürk'ün isteği üzerine, 3 Nisan 1924'te Bakanlar Kurulu tarafından alınan bir kararla müze hâline getirilerek halka açıldı.

MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
18 Ekim 2016       Mesaj #10
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Ad:  Kubbealtı.jpg
Gösterim: 928
Boyut:  32.5 KB

Topkapı Sarayı Müzesi


İstanbul’da Topkapı Sarayı’nda, başta Osmanlı hanedanına ait sayısız değerli eşya olmak üzere çok çeşitli sanat yapıtlarını barındıran müze. Yalnız Türkiye’nin değil, dünyanın en önemli ve zengin birkaç müzesinden biridir. Osmanlı sultanlarının 19. yüzyılın ortasından sonra oturmadıkları Topkapı Sarayı 3 Nisan 1924 tarihli bir kararname ile müze haline getirilerek ziyarete açılmıştır. Müze Bâbü’s-Selam’la girilen İkinci Avlu’da başlar. Has Ahır Bölümü’nde 18. ve 19. yüzyıl saltanat arabaları sergilenir. Gene bu avludaki Kubbealtı Türk çinileri, Hazine-i Âmire (Dış Hazine) ise silah bölümü olarak düzenlenmiştir. Matbah-ı Âmire’deki porselen bölümü müzenin en zengin köşelerinden biridir. Burada, aynı zamanda bu konuda dünyanın sayılı koleksiyonlarından birini oluşturan Çin porselenleri yer alır. Ayrıca Japon, çeşitli Avrupa ve Osmanlı porselenleri de buradadır ve hepsi de zamanında sarayda kullanılmış parçalardır.

Üçüncü Avlu’da Bâbü’s-Saade’den çıkınca soldaki Akağalar Koğuşu bugün işlemelerin sergilendiği bir bölüme dönüştürülmüştür. Seferli Koğuşu’nda Osmanlı sultanlarının giysileri, Kilerli Koğuşu’nda ise portreleri sergilenmektedir. Üçüncü Avlu’nun en önemli iki yeri Hazine ve Hırka-i Saadet daireleridir. Hazine’de çeşitli değerli taşlarla bezeli altın ve gümüşten gündelik kullanım eşyası, padişah sorguçları, taht askıları, kılıç, yay torbası, sadak, zırh gibi hepsi de zengin biçimde bezeli savaş aletleri, nargileler, kandiller, yazı takımları, işlenmemiş değerli taşlar, ünlü Kaşıkçı elması, çeşitli tahtlar vb bulunmaktadır. Hırka-i Saadet Dairesi’nde ise Hz. Muhammed’in hırkası gibi 1. Selim’in (Yavuz) Mısır’dan getirdiği kutsal emanetler başta olmak üzere Müslümanlarca değer verilen pek çok dinsel eşya sergilenmektedir. Büyük bir saltanat otağının, çeşitli saatlerin ve hat örneklerinin sergilendiği bölümler de gene Üçüncü Avlu’da yer alır.

İçlerinde belirli eşyanın sergilendiği bu bölümlerden başka sarayın birçok yeri de yalnızca bir müze-mekân olarak ziyarete açıktır. Bunların başında Harem gelmektedir. Ondan başka Ârz Odası, III. Ahmed Kütüphanesi, Sünnet Odası, Bağdat, Revan ve Sofa köşkleri de bütün görkemleriyle ziyaretçilere Osmanlı saray yaşamının çeşitli yönlerini canlı bir biçimde yaşatan müze bölümleridir.

Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi,


Topkapı Sarayı’nın 1924’te müze haline getirilmesinden sonra, çeşitli bölümlerdeki kitapların Üçüncü Avlu’daki Ağalar Cami- si’nde toplanmasıyla oluşturulan kütüphane. Kitapların daha önce bulundukları yerlerin adlarına göre düzenlenmesiyle Emanet Hazînesi, Hazine, Revan Köşkü, Bağdat Köşkü, Hırka-i Saadet, Mehmed Reşad ve Tiryal Hanım, Medine, Koğuşlar, İsfendiyaroğulları, Halil Ethem Arda, III. Ahmed, Gayri İslami Yazmalar bölümleri oluşturulmuştur. Saray müze haline getirildikten sonra satın alma ve bağış yoluyla gelen kitaplar da Yeni Yazmalar Bölümü’nde toplanmıştır. Gene Üçüncü Avlu’da bulunan III. Ahmed Kütüphanesindeki kitaplar da 1966’da yeni kütüphaneye taşınmıştır.

Kütüphanede kitaplar dışında ünlü OsmanlI hattatlarından hat örnekleri, hat sanatıyla ilgili kalem, kubur, kalemdan, yazı çekmecesi, kalemtıraş, makta, makas vb araçlar, Kuran mahfazaları, rahle, mühür ve haritalar da korunmaktadır. Kütüphanede 13.450 kadar yazma bulunmaktadır. Bunlar Türkçe, Farsça Arapça, Yunanca, Latince, Ermenice, Sırpçaf İbranice ve Süryanice yazılmıştır; bir bölümü minyatürlüdür. Bunlardan İslam yabaları daha iyi durumdadır; ötekilerin büyük bölümü oldukça haraptır. Kütüphanede basma yapıtlardan fotokopi, yazma yapıtlardan da mikrofilm, fotoğraf ve diyapozitif çekme hizmeti verilmektedir.

kaynak: Ana Britannica
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

6 Ekim 2011 / Misafir Cevaplanmış
8 Ocak 2017 / ThinkerBeLL Turizm
18 Şubat 2012 / Misafir Cevaplanmış