Arama

Uzay Hakkında Araştırmalar, Makaleler - Sayfa 4

Güncelleme: 5 Ekim 2018 Gösterim: 152.201 Cevap: 146
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
14 Temmuz 2010       Mesaj #31
Avatarı yok
Yasaklı
Pluton'a Ne Oldu?
Bilinen gezegenler beş tanedir: Merkür, Venüs, Mars, Jupiter ve Satürn. Ancak Ay ve Güneş de yıldızlardan farklı hızda hareket ettiği için onlara da gezegen demişler…
Sponsorlu Bağlantılar
Uluslararası Astronomi Birliği (IAU) 24 Ağustos 2006 tarihinde Prag’da düzenlediği toplantıda gezegen tanımını yeniledi ve oy birliği ile Pluton'u gezegen olmaktan çıkardı. Şimdi artık yeni tanıma göre Güneş Sisteminde sekiz gezegen var.

1930’dan buyana dokuzuncu gezegen olarak bilinen Pluton bu sıfatını hatta bir bakıma adını da kaybetti. Çünkü artık Pluton'a bir numara verdiler: 134340. Bundan sonra Pluton bu numara ile anılacak. Lakap olarak ta son birkaç yıl içinde Pluton un ötesinde bulunan üç küçük gezegen ile beraber cüce gezegenler olarak bilinecek. Bu güne kadar Güneş Sisteminin en küçük gezegeni olarak bilinen Pluton un yörüngesi oldukça basık olduğu için belli dönemlerde Neptün yörüngesinin içinden geçiyor ve Güneşe uzaklık bakımından bu dönemlerde 9. değil 8. gezegen durumuna geliyordu. Hatta yörünge dinamiği dikkate alınarak Pluton un bir zamanlar Neptün’ün uydusu olduğu, fakat sonradan ne olduğu bilinmeyen bir çekimsel etkiyle Neptünden kurtulup gezegen durumuna gelmiş olduğu tartışılıyordu. Geçtiğimiz yıllarda teleskoplar ve yeni gözlem teknikleri geliştikçe Pluton un ötesinde yeni cisimler keşfedilmişti. Hatta bunlardan 2003UB313 kod adıyla bilinen ve geçici olarak Zeyna adı verilen cisim Pluton dan daha büyük ve onun da bir uydusu var. Yeni kararlar bağlamında Zeyna adı da değiştirildi ve onun yerine bu yeni cüce gezegene Eris, uydusuna da Disnomya adı verildi. Yine geçtiğimiz yıllarda keşfedilen ve Güneş Sistemi’nin bilinen enuzak cismi olan Sedna var. Şimdi bu da cüce gezegen sayılıyor. Bu son keşiflerle yörüngesi bilinen cüce gezegen sayısı 136563’e ulaşmış. Aslında yörüngesi tam bilinmeyenlerle beraber sayı çok daha fazla ve önümüzdeki yıllarda yenileri de keşfedilecek. Yeni kabul edilen tanıma göre; Güneşin etrafında dönen, yuvarlak şekil alacak kadar kütleçekimine sahip, yörüngesinde kendi bağımsız ekosistemini sürdürebilen göktaşları gezegendir.

İşte Pluton bu yeni tanımın ikinci kısmına uymadığı için 24 Ağustos 2006 tarihinde gezegen sınıfından çıkarılmıştır. Şimdi artık gezegen sayısı 9 değil 8 olacak. Pluton için ne acıdır ki 76 yıldır gezegen olarak bilinirken bir anda gezegen olmaktan çıkarılıyor. Şimdi tüm dünyada ders kitapları değişecek. Olur böyle şeyler demeyin. Pluton u savunanlar çok; Kaliforniya eyaletinde protesto yürüyüşü yapılmış ve imza kampanyası başlatılmış. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Gözlemevi’nde de ‘Pluton bir gezegendir, gezegenimi isterim’ yazılı tişörtler yapılmıştır; Yani protesto Türkiye’de de başlamıştır. Sonuç ne olacak bilmiyoruz ama geçmişte de gezegenlerle ilgili bilgiler çok değişmiş ve toplumların kültürlerini etkilemiş. Biz bu yazıda çok uzak geçmişe, 5000 yıl öncesine giderek gezegenlerle ilgili bilgilerin o zamandan bu zamana nasıl adım adım geliştiğini-değiştiğini anlatacağız.

Beş bin yıl kadar önce Mezopotamya'da, yaşamının önemli bir kısmını geceleri yıldızların altında açık havada çalışarak ya da geceleri uzun kervan yolculukları yaparak geçiren insanları düşünün. Yıldızları tek tek tanımışlar, günlük, mevsimlik hareketlerini, nereden doğup nereye battıklarını öğrenmişler: Zamanlarını onlarla ölçer olmuşlar, yönlerini onlarla bulmuşlar. Uzak Doğu, Babil, Anadolu, Eski Yunanistan ve Eski Mısır arasındaki uzun kervan yolculukları bu sayede gerçekleşmiş. Yıldızların oluşturduğu şekilleri birşeylere benzetmişler:

Arabacı, Aslan, Ejderha, Suyılanı, Başak vs. Gökyüzünde bu şekilde 88 şekil oluşturmuşlar ve bunlara takımyıldız demişler. Gökyüzünün sistemli incelenmesinde bu takımyıldız ayrımı hem de Babillilerin belirlediği biçimiyle hala kullanılmaktadır. Babilliler bazı parlak gökcisimlerinin yıldızlar arasında yıldızlardan farklı ama düzenli olarak hareket ettiğini farketmişler ve bunlara yıldızlar arasında gezen anlamında "gezegen" demişler.

O zaman bilinen gezegenler beş tanedir: Merkür, Venüs, Mars, Jupiter ve Satürn. Ancak Ay ve Güneş de yıldızlardan farklı hızda hareket ettiği için onlara da gezegen demişler. Gezegenlerin açısal hızları, aynı yere gelmeleri için geçen süreler (yer etrafındaki yörünge dönemleri), birbirinden ve özellikle Güneşten olan açısal uzaklıkları (uzanım açıları) ölçülmüş. Açısal hızı büyük olan cisim yere daha yakın olmalı şeklindeki temel fiziksel kuraldan giderek gezegenleri uzaklık sırasına koymuşlar: Ay, Güneş, Merkür, Venüs, Mars, Jupiter, Satürn. Gezegenlerin hangi mevsimde göründükleri, ne zaman doğup battıkları belirlenmiş. Ay ve Güneşin hareketlerine göre takvimler yapmışlar; günlük işlerini bu takvimlere göre, yani Ay ve Güneş'in hareketlerine göre ayarlamışlar. Yedi gezegene atfedilen ardarda birer gün ile yedi günden oluşan hafta kavramı oluşturulmuş ve zaman ölçümünde bu güne kadar kullanılagelmiş yedi gezegenin nasıl olupta farklı hızlarla düzgün döndüğü, farklı boyutlarda iç içe görünmeyen kürelerin üzerinde oldukları ve kürelerin bir mekanizma ile farklı hızlarla döndürüldüğü şeklinde açıklanmıştır.

O zaman "evrenin düzeni" olarak algılanan bu düşünce birçok toplumda birçok biliminsanı tarafından modellenmeye çalışılmıştır. Hatta Eski Yunan'da Aristo Okulu tarafından farklı hızlarla dönmesi gereken bu görünmeyen kürelerin dönme frekanslarına bağlı olarak sesler çıkarması gereğini ileri sürmüş ve insanlar ıssız yerlerde inzivaya çekilip bu sesleri duymaya çalışmışlar. Duydum diyenler Tanrı'nın iyi kulları olarak adlandırılmış, günahkar kul olmayı kabul etmeyen çok kimse bu sesleri duyduğunu söylemiş. Olmayan yedi kürenin yine olmayan yedi sesinin o zaman taklit edilmesiyle yedi nota ve müzik doğmuş. Gezegenleri taşıdığına inanılan ve görünmeyen iç içe yedi kürenin gökyüzünü yedi katman ayırması düşüncesiyle de yedi katlı gök kavramı doğmuştur. Bu kavramlar toplum yaşamını ve kültürünü öyle etkilemiştir ki, örneğin yedi katlı gök kavramı kutsal kitaplar da bile yerini almıştır. Evrenin düzeni kavramı ile sonraki dönemlerde Eski Yunan'da Eflatun'un (MÖ.427-347), Rönesans sonrası Avrupasında da Kepler'in (1571-1630) ilgilendiğini görüyoruz. O zamanlara kadar evrenin hemen Satürn'ün ötesinde bittiği düşünülüyor ve içerdiği yedi gezegenin de bir düzen içinde hareket ettiği biliniyor, ancak bu düzen formülleştirilemiyordu. Örneğin Eflatun gezegenlerin yere olan uzaklıklarının bir geometrik dizi ile ifade edilebileceğini düşünmüş ancak uzaklıklar doğru bilinmediği için doğru geometrik diziyi bulamamıştı. Kepler ise bulduğu üç yasa ile yetinmemiş (hatta bu üç yasaya inanmamış), gezegenlerin yörüngelerini içerdiğine inandığı görünmeyen kürelerin boyutlarını aralarına çokgenler yerleştirerek belirlemeye çalışmıştı, ancak bu düzen formülleştirilememişti.

Bu alanda ilk somut adımlar 18. yy.'da atıldı. Bu gelişmenin öyküsü 1764 yılında Amsterdam'da meşhur filozof Charles Bonnet (1720-1793)'in yazdığı "Contemplation de la Nature" başlıklı kitabı ile başlar. Kitap çok tutulduğu için dört dile çevrilmiştir. Bizi ilgilendiren, kitabın Almanca çevrisidir. Bu çeviriyi Johann Daniel Titius (1729-1796) yapmıştır. Çeviride ilginç olan şey orijinalinden farklı olarak eklemeler içermesidir. Titius basit çevriyi yeterli bulmayıp kitabın bazı yerlerine eklemeler yapmıştır. Bu eklemeleri de çevirmenin notu şeklinde ayrı olarak değil, fakat metin içerisine hiç belirtmeden koymuştur. Alışılmışın dışında olan bu eklemeler sonradan, Titius'un alçak gönüllüğüne yorumlanmıştır. Almanca çeviride birinci kısmın dördüncü bölümüne yapılan ekleme oldukça önemlidir. Bu ekte şöyle denmektedir: Satürn gezegeninin Güneş'ten uzaklığı 100 birim alınırsa Merkür'ün Güneşten uzaklığı 4 birim, Venüs'ünki 4+3=7 birim, Dünya'nınki 4+6=10 birim, Mars'ınki 4+12=16 birim olmakta fakat bu sıraya göre Mars'tan sonra 4+24=28 birim konumunda bilinen hiç bir gezegen bulunmamaktadır. Bu yörünge boş olabilir mi? Kesinlikle hayır. Bu yörünge henüz keşfedilmemiş bir cisme ait olmalıdır. Bu cisim Mars'ın ya da Jupiter'in uydusu olabilir. Bu cisimden sonra Jupiter'in Güneş'e uzaklığı aynı kuralla 4+48=52 birim, Satürn'ünki 4+96=100 birimdir. Ne kadar ilginç bir bağıntı! Bağıntı gerçekten ilginçti. O zaman bilinen gezegenlerin Güneş'e uzaklıklarını tahmin etmek bir yana Mars ile Jupiter arasında bilinmeyen bir cismin varlığını da haber veriyordu.

Kaynak: Popüler Bilim

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:44
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
20 Temmuz 2010       Mesaj #32
Avatarı yok
Yasaklı
Güneşin Ömrü Ne Kadardır?
Güneş sistemimiz, bizim Güneş adını verdiğimiz tek bir yıldız ve onun etrafında dönen gezegenler, bu gezegenlerin etrafında dönen 60'dan fazla uydu (Ay),yine Güneş'in etrafında dönen gezegen olarak kabul edilemeyecek kadar küçük 5000 civarında astroid, sayısız göktaşı, toz ve parçalardan oluşur. Güneş bu sistemdeki enerjinin de tek güç kaynağıdır.
Sponsorlu Bağlantılar

Güneş'e baktığımızda katı bir maddeymiş gibi görürüz ama aslında yanan bir gaz kütlesinden başka bir şey değildir. Bilim insanlarına göre Güneş'ten söz ederken yüzey kelimesini kullanmak hatalıdır çünkü Güneş tamamen gazdan oluşmuştur. Güneş'in fotoğraflarında görülen keskin köşeler ise gazın yoğunluğunun birdenbire arttığı yerlerdir.

Güneş evreni dolduran milyarlarca yıldızdan biridir. Üstelik tamamıyla sıradan bir yıldızdır. Gezegenimizin de içinde bulunduğu Samanyolu galaksisinde tam 200 milyar güneş bulunuyor. Bizim güneşimiz de bunlardan farklı bir oluşum değil.

Güneş bize çok yakın (150 milyon kilometre) olduğu için çok büyük ve parlak görünür. Güneşten sonra bilinen en yakın yıldızın, bu mesafenin 250 bin katı daha uzakta olduğu düşünülürse, Güneş'e burnumuzun dibinde diyebiliriz.

Dünyamızdan bakınca Güneş sabitmiş gibi görünür ama o da kendi ekseni etrafında döner. Dönüş yönü dünyanınkine göre terstir. Katı bir cisim olmadığından ekvatoru üzerindeki bir nokta 24,5 günde tam dönüş yaparken daha kuzeydeki bir noktası 31 günde yapar. Yani kutuplarına gittikçe dönüş hızı
yavaşlar.

Güneş'in ısı ve ışık olarak yaydığı enerji, merkezinin hemen çevresinde sürüp giden nükleer tepkime (hidrojen bombasında olduğu gibi) yani hidrojen atomlarının helyum atomlarına dönüşürken çıkardığı büyük enerjidir. Güneş tarafından saniyede yakılan hidrojen miktarı 564 milyon tondur.

Bunun yüzde 0,7'si ise doğrudan enerjiye çevrilmekte, ısı ve ışın yayınımına gitmektedir.Yeryüzünde yaşam Güneş ışınlarına bağlı olduğuna göre, Güneş'in insanlar için gerekli olan enerjiyi daha ne kadar zaman sürdürebileceğini bilmek hakkımızdır.Güneş'in şu andaki enerji durumunda önümüzdeki 5 milyar yılda önemli bir değişiklik olmayacak, aynı şekilde ısı ve ışık vermeye devam edecektir.Daha sonra genleşmeye başlayacak, sıcaklığı bugünküne göre yüzde 20 artacak dev bir kızıl yıldıza dönüşecektir. O zaman yeryüzündeki sıcaklık dayanılmaz bir yüksekliğe ulaşacak, okyanuslar kaynayıp buharlaşacak ve gezegenimiz bizim bildiğimiz türden bir hayatın var olduğu bir yer olmaktan çıkacaktır.

Kaynak:Uzaybilimnet

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:44
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
28 Temmuz 2010       Mesaj #33
Avatarı yok
Yasaklı
Yeni Bulunan Gezegenler Ateşten Kavruluyor
Güneş sistemimiz dışında tespit edilmiş olan gezegenlerden üçü şimdiye kadar keşfedilenler arasında en sıcak olanlarıdır.Gezegenler, güneşlerine çok yakın yörüngelerde devinen gaz devlerini tespit etmek için geliştirilmiş olan Geniş Açılı Gezegen Araştırması Projesi (WASP) dahilinde tespit edilmişlerdir. Gezegenler, yıldızlar tarafından sıcaktan kavruldukları için sıcak-Jüpiter’ler adını almışlardır.

Transit tekniği yani dünyadan gözlemlenen yıldızın önünden geçen gezegeninin neden olduğu yıldızın ışığındaki bir miktar azalma ile gezegenin tespit edilmesi olayı sayesinde keşfedilen gazdevlerinin üçüde farklı bir güneş benzeri yıldız çevresinde dolanmaktadırlar.

WASP-4 ve WASP-5 güney takımyıldızlarından Anka Kuşu (Phoenix) yönünde, dünyadan 500 IY uzaklıkta bulunmaktadır. Bunlar Güney Afrika’da bulunan kameralar sayesinde gözlemlenmiştir. WASP-3 ise kuzey yarımküredeki Kanarya Adaları’nda konuşlanmış olan bir kamera sayesinde tespit edilmiştir.

Yeni bulunan sıcak-Jüpiter’ler, dünyanın güneşe olan uzaklığından 50-40 kat daha yakın yörüngelerde yıldızlarının çevresinde dolanmaktadırlar. Bu kadar sıkı olan yörüngeleri yüzünden gezegenler, dünyanın aya yaptığı gibi kütleçekimsel olarak kilitli biçimde yıldızlarına sadece bir tarafı dönük olarak durmakta ve yıldızlarına dönük olmayan tarafı ise sürekli karanlıkta kalmaktadır.

İngiltere’deki Keele Üniversitesi’nden ekip üyesi Pierre Maxted ‘e göre :

Güneşlerine bakan taraflarındaki sıcaklığın 1726 *C dereceye çıkması sebebi ile bu yeni gezegenler şimdiye dek bulunanlar arasındaki en sıcak olanlardır. Çok kısa dönemlere sahip oldukları için de atmosferleri çok sıcak olmalıdır.”

Bazı sıcak-Jüpiter’lerin tersine yeni gezegenlerin, yıldızlarından gelen ışığı dışarıya yayabilme kabiliyetlerinin olmadığı gözlemlenmiş. Enerji emilimi yüzünden gezegenler daha az kütleye sahip olmalarına karşın boyutları, Jüpiter’den 25 ila 50 kat daha büyük olmalıdır.

Maxted şöyle eklemektedir :

“Gezegenlerin gece olan kısmından bayağı bir radyasyon yayılımı olması gerekirken, bazı gezegenlerde bu olayın gerçekleşmediği gözlemleniyor. Bu da neden böyle olduğunu anlamak istediğimiz ve daha fazla örneğe ihtiyaç duyduğumuz şeylerden birisidir. Bu şeyler yıldızlarından nasıl oluyorda bu kadar enerji soğurabiliyorlardır.“

Kaynak:Gökbilim(Space)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:44
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
1 Ağustos 2010       Mesaj #34
Avatarı yok
Yasaklı
GIP(Gama Işını Patlaması)
Parlamanın Hemen Ardından GIP(Gama Işını Patlaması) Bir Amatör Tarafından Keşfedildi. Finlandiyalı amatör Gökbilimci Arto Oksanen, NASA’nın Swift Uzay Aracı ile tespit edilmiş olan bir GIP’nın optik karşılığını keşfeden ilk kişi oldu.

Finlandiya’daki Hankasalmi Gözlemevi’nde bulunan teleskobu kullanan amatör gökbilimci, GRB 071010B olarak adlandırılan bir GIP keşfetti.

10 Ekim 2007′de Amerikan Değişken Yıldız Gözlemcileri Derneği (AAVSO), Finli amatör gökbilimci Arto Oksanen’in bir gama ışını patlamasının ardıl ışınını keşfettiğini gururla ilan etti. Uzun süredir bir AAVSO değişken yıldız gözlemcisi, aynı zamanda da Finlandiya Muurame’de AAVSO konsül üyesi olan Oksanen keşfini Finlandiya’da bulunan bir grup amatör gökbilimci tarafından işletilen Hankasalmi Gözlemevi’ndeki 40cm’lik bir teleskop ile gerçekleştirmiştir. Swift tarafından keşfedilmiş olan GIP’nın yaklaşık konumunu kullanan Oksanen, uydunun GIP’nın tespitinden yanlızca bir kaç dakika sonra gökyüzünde o bölgeyi görüntülemeye başlamış. İlk görüntülerde gökyüzü tam olarak GIP’nın bulunduğu yerde yeni bir gökcismi göstermiş ilerleyen zamanlarda alınan görüntüler de ise gökcismi gittikçe sönükleşerek bir GIP’nın benzer ardıl ışınım sinyalini göstermiştir.

Gama ışını patlamalarının dünyaya milyonlarca ışık yılı uzaklarda bulunan yıldızların ölümlerinin birer habercisi olduklarına inanılmaktadır. GRB 071010B’de süpernovalara has bazı özelliklere sahiptir -süperkütleli bir yıldızın çökerek ardında bir karadelik bırakması gibi-. Çok ağır yıldızlar ömürlerinin sonlarına yaklaşınca çökerek bir nötron yıldızı yada karadelik haline gelebilmektedir. Gama ışını patlamalarının ise, büyük kütleli yıldızın içinde karadelik meydana gelirken ortaya çıkan, ışık hızında hareket eden ve yüksek enerjili parçacıklardan oluşan ışıma jetlerinin oluşumu sırasında ortaya çıktıklarına inanılmaktadır. Çöken yıldızın dış katmanları ile etkileşen bu jetler, gamma ışınımından radyo dalgalarına değişen tüm dalga boylarında ışınım gerçekleştirir. Gamma ışını patlamasının insan gözünün görebileceği dalga boylarındaki ışığı tespit edildiğinde, bu olaya GIP’nın ardıl ışınımı denmektedir. Bu ardıl ışınımların tespit edilmesi sayesinde gökbilimciler GIP’nı oluşturan patlamayı inceleyerek, patlamanın gerçekleştiği mesafeyi ölçebilmektedirler.

Gemini ve Keck teleskoplarını da içeren, dünyadaki büyük teleskoplar GRB 071010B’nin özelliklerini detayları ile gözlemleyebilmek için Oksanen’in gözlemlerinden yararlanmışlardır. Hem Gemini hem de Keck Gözlemevleri ardıl ışınımdan sonra patlamanın kırmızıya kaymasını ölçerek GIP’nın bizden 7 milyar ışıkyılı ötede (Dünya henüz oluşmadan evvel var olan uzak bir gökadada) gerçekleştiğini tespit etmişlerdir. Oksanen’in elini çabuk tutması sayesinde çok daha geniş bir astronomik topluluk bu GIP’nı izleyerek bu ilgi çekici fenomen hakkında daha fazla şey öğrenmişlerdir.

Gama Işını Patlaması gözlemlemek için elinizi çabuk tutmanız gerekmektedir zira yanlızca saatler ve dakikalar tutan süreler içerisinde sönükleşmektedirler. Şu an dünya çapında dağılmış bir sürü robotik teleskop otomatik olarak gama ışını patlamalarını araştırarak saniyeler içerisinde tespit etmeye çalışmaktadırlar. Bazen diğer profesyonel gözlemevleri ve robotik teleskoplar gün ışığında yada kötü hava koşullarında dinlenirken, amatör gözlemciler bu tür keşifleri yapabilmektedirler. Arto, AAVSO email tartışma grubundaki mesajında not ettiği üzere: “Bu günlerde ardıl ışınımın ardından bir GIP’nı keşfedebilmeniz için oldukça şanslı(yada diğerlerinin şanssız olması) olmanız gerekmektedir. Bu GIP’nın gökdeki konumu alarm geldiğinde hemen kuzey kutbuna bakabildiğim için benim açımdan oldukça büyük bir avantajdı. Ve bu seferki parlak bir ardıl ışımaydı ayrıca hava da(2 hafta süren bulutlu gecelerin ardından) oldukça güzeldi. Epey güç bir iş olarak, GIP’ları hakkında ilgi duymaya başladığım 1997 den beri bunu gerçekleştirmeye çalışıyordum ve işte en sonunda! “

AAVSO direktörlerinden Dr. Arne Henden bu durumu “Amatör bir gökbilimci tarafından bu GIP’nın ardıl ışınımının keşfi, profesyonel gökbilim topluluğu için amatörlerin sağladıkları yüksek kalitede gözlemler ve bu ilgi çekici gökcisimlerine Keck ve Gemini gibi temel teleskopların yönlendirilmesi için gerekli olan gerçek zamanlı verilerin elde edilmesi için ne kadar değerli olduklarını göstermiştir.”

Oksanen, Güney Afrika Pretoria’daki L.A.G. “Berto” Monrad’ın temmuz 2003′de GRB 030725′i keşfetmesinden bu yana bir GIP ardıl ışınımını keşfeden ilk kişi olmuştur. AAVSO topluluğu bu heyecan verici keşfi dolayısıyla Arto Oksanen’e en derin tebriklerini sunmaktadır…

Kaynak : Astronomy
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:45
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
6 Ağustos 2010       Mesaj #35
Avatarı yok
Yasaklı
Kütleçekim Dalgasının Peşinde
Einstein, uzay-zamanda yayılan dalgacıklar öngörmüştü, ama onları fark edemiyorduk. Dev dedektörler sayesinde, artık onları yakalayıp evrenin gizemlerini aydınlatabileceğiz.

Bir yıldız çok büyük bir patlamayla havaya uçuyor... Doğrusu, süpernova denilen bu yıldızlar patladığında, milyarlarca yıldızdan oluşan bir galaksi kadar parlıyor ve kısa süre sonra sönüyor. Bu arada, uzaya ağır elementler de içeren döküntüler saçıyor. Nitekim, dünyamız da ağır elementlerden oluşmuştur. Süpernovalar evreni başka şekillerde de etkiliyor, uzay-zamanın yapısını yırtarcasına dalgalandırıyor ve dalgalar, evrende milyonlarca ışık yılı uzağa yayılıyor. Bu görüngü, kütleçekim dalgaları olarak adlandırıyor. Dünyanın dört bir yanındaki gökbilimciler, kütleçekim dalgalarını yakalamak için yarışıyorlar. Kütleçekim dalgalarının varlığı öngörüldüğü gibi gözlemlenebilirse, büyük patlamaya kadar geri götürülebilen varsayımlarda bulunabileceğiz.

Einstein, 1916'da Genel Görelilik Kuramı'nı yayımladığında, kütleçekim dalgalarının var olduğunu öne sürmüştü. Görelilik, uzay ve zamanın birbirine dikilmiş iki ayrılmaz parça olduğunu belirtiyordu. Artık üçboyutlu uzayı, saatin tik taklarından ayıramayacaktık; boyutlarla zaman, büyük uzay-zaman yapısını meydana getiriyordu. Garip bir fikir olmasına rağmen, şimdiye dek defalarca kanıtlandı ve evrenin nasıl işlediğini tanımladı. Genel Görelilik Kuramı'nın öngördüğü bir başka şey ise, henüz kanıtlanamadı. Aniden hızlanan bir cisim (eğer yeteri kadar kütleliyse), uzaktan gözlenebilecek kadar kuvvetli kütleçekim dalgaları yaymalıydı. Yalnızca süpernovalar, çarpışan kara delikler ya da nötron yıldızları, astronomik uzaklıklardan gözlemlenebilecek şiddetli kütleçekim dalgaları yayabiliyor.

Bütün kuramlar kanıta gereksinir ve bazen kanıtlamak zordur. Kütleçekim dalgaları henüz saptanamadı, çünkü engin uzaya yayıldıkça zayıflıyorlar. Eğer bir süpernovanın yanında durabilseydiniz, kütleçekim dalgaları sizi ve komşu nesneleri paramparça ederdi. Nitekim, bulutsulardaki süpernovaların gazı nasıl dağıttığını kütleçekim dalgalarını da hesaba katarak açıklamalıyız, ama bunu yapamayacak kadar uzaktayız. Güçlü kütleçekim dalgaları, Dünya'ya ulaşana kadar çok zayıflıyor. Onları tespit etmek, 100.000 ışık yılı çapındaki gökadamızı 3 santimetrelik hata payıyla ölçmek kadar hassas bir girişim. Einstein'ın bile kütleçekim dalgalarının varlığından şüphe etmesine şaşırmamalı.

Kaynak:Focus
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:45
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
7 Ağustos 2010       Mesaj #36
Avatarı yok
Yasaklı
Evrendeki Cisimlerin Uzaklıkları Nasıl Ölçülüyor?
Yaşadığımız dünyada her şeyi metre, kilometre gibi ölçü birimleriyle ölçüyoruz. Karınca 5 milimetre, golf topu 5 santimetre, zürafa 5,5 metre, Çin Seddi 6,400 kilometre ve Dünya’nın ekvator bölgesinin çevresi 40.000 kilometredir. Ancak, Yüce Rabbimiz’in kusursuz yaratılış delilleriyle donattığı uzayın büyüklüğünü anlayabilmek için çok daha büyük uzaklık ölçü birimlerine ihtiyacımız vardır. "Işık yılı", bu birimlerden biridir.

Işık yılı, evrendeki birbirinden çok uzak cisimlerin arasındaki mesafeyi bulmak için kullanılan bir uzaklık birimidir ve ışığın bir yılda gittiği yolu ifade eder.Işık bir saniyede 300.000 kilometre yol alabilir. Bir yılda ise yaklaşık olarak 9,461,000,000,000 kilometre yolculuk yapabilir.

Bize en yakın yıldız 4.22 ışık yılı uzağımızdadır.Dünyamızın içinde olduğu Samanyolu galaksisi yaklaşık 100.000 ışık yılı büyüklüktedir.İçinde 200 milyar yıldız bulunan Samanyolu galaksisinin uzay içindeki hızı, saatte 950.000 km’dir.Evrende Samanyolu gibi 100 milyar civarında galaksi bulunduğu tahmin ediliyor.

Galaksimize en yakın olan galaksi Andromeda’dır. Bu galaksi, 21 kentilyon kilometre uzağımızda bulunuyor. Kentilyon; 10’un yanına 17 tane sıfır eklenmesi ile oluşan bir sayıdır. Bu uzaklığı, bildiğimiz ölçümlerle anlatmak mümkün olmamaktadır. Işık yılı olarak ifade edersek, Andromeda galaksisi bizden 2.3 milyon ışık yılı uzakta bulunur.

Evrende uzaklığı görüntülenebilen en uzak yapı olan kuasar ise, dünyadan 13.7 milyar ışık yılı uzakta bulunur. Bu uzaklıktan daha uzaktaki hiçbir şey henüz görülememiştir.

"Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş'e, Ay'a ve yıldızlara Kendi buyruğuyla baş eğdirendir..." (Araf Suresi, 54)

Kaynak:İlmi Araştırma 49. Sayı(Temmuz 2008/25.Sayfa)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:45
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
8 Ağustos 2010       Mesaj #37
Avatarı yok
Yasaklı
Dünya Ne Kadar Hızlı?
Bir pazar günü kendi kendinize söz verdiniz. Hiçbir yere gitmeyeceksiniz. Koltuğunuza oturup televizyon seyredeceksiniz. Siz öyle sanın. Koltuğunuzda otururken bile inanılmaz bir hızla dönüp duruyor, uzayın boşluğunda yol alıyorsunuz.

Koltuğunuzda otururken, dünya ile beraber dönüyor, Güneş'in etrafında dolanıyor, Güneş sistemi ile birlikte galaksi içinde yol alıyor, galaksideki diğer milyarlarca yıldızla birlikte uzayın uçsuz bucaksız karanlıklarına doğru gidiyorsunuz.

Dünyanın ekvatorundaki bir noktanın dönüş hızı saniyede 467 metredir yani bu noktada koltuğunda oturan biri zaten bu hızla hareket etmektedir. Dünyamız Güneş'in etrafında daireye yakın eliptik bir yörüngede dönerken hızı saniyede 30 kilometredir.

Güneş sistemimiz Samanyolu galaksisinde merkezden 25 bin ışık yılı uzaklığında, ortalarda bir yerdedir. Sistemimiz bu merkez etrafında, galaksideki diğer yıldızlarla birlikte saniyede 220 kilometre hızla döner. Her bir turunu 240 milyon yılda tamamlar.

Genişleyen evren teorisine göre galaksilerin hareketleri 'hız' terimi ile ifade edilemez ama yine de Samanyolu galaksisinin Aslan burcundaki takım yıldızlara doğru saniyede 600 kilometre hızla hareket ettiği varsayılıyor.

Bütün bu hızlar sabit bir noktaya göredir. Nihai hızı bulmak için bütün bu hızları üst üste koyup toplamak doğru olmaz. Hareketler bazen aynı bazen ters yöndedirler. Bütün bunlar göz önüne alınıp, vektörel olarak toplanınca, galaksimiz dışındaki sabit bir noktaya göre hareket hızımız saniyede 390 kilometre çıkar.

Peki nasıl oluyor da bu kadar büyük bir hızı hissetmiyoruz? Bunun nedeni vücudumuzda anatomik olarak hız ölçen bir organımızın olmamasıdır. Bir arabada saatte 90 kilometre sabit bir hızla giderken gözlerinizi kaparsanız, hareket ettiğinizi anlayamazsınız. Sert bir virajı hissedersiniz ama çok uzun ve yumuşak bir virajı algılayamazsınız.

İnsanların duyu organları hız ve yöne değil, bunlardaki değişimlere hassastırlar. Dünya ile birlikte yaptığımız yolculukta hareketlerin hepsi sabit hızdadırlar. Yörüngeler düz olmasalar da mesafeler o kadar büyüktürler ki düz kabul edilebilirler.

Ses hızı saniyede 331 metre, ışık hızı 300 bin kilometre iken siz pazar günü oturduğunuz koltuğunuzda saniyede yaklaşık 400 kilometre hızla gidiyorsunuz. Bu hızla bir yere çarpmadan gidebilmek büyük şans doğrusu.

Kaynak:Bilimnet
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:50
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
9 Ağustos 2010       Mesaj #38
Avatarı yok
Yasaklı
Güneş'in Kıyameti
Yaratılan her şeyin bir sonu vardır. Dolayısıyla her şey gibi, Dünya'mızın ısı ve ışık kaynağı olan Güneş de bu kaçınılmaz sona hızla koşmaktadır.
* Kur'ân'da "Güneş'in dürülmesi" ifadesi bu kaçınılmaz sonu mu işaretlemektedir?
* İslâm âlimleri ve modern bilim bu hâdiseyi nasıl yorumluyor?
* Güneş'in dürülmesi nasıl olacaktır, bu hâdise dünyanın sonu mudur?

Sayısını bilemediğimiz yıldızlardan sadece biri olan Güneş, hayatın devamı adına önemli bir konuma yerleştirilmiş ve muazzam enerji üretim sistemiyle donatılmıştır. Güneş, Ay ve diğer gökcisimleri, ulvî gâyeler için Dünya misafirhanesine hizmetkâr kılınmıştır. Acaba bu gökcisimlerinin varlıkları sonsuza kadar devam edecek midir?

Dünya misafirhanesinin korunmasında görev alan gökcisimlerinin, bir gün bombaların şiddetini dahi gölgede bırakacak şekilde varlıklarına son verileceğini, hem semavî kitaplar, hem de ilmî araştırmalar ifade etmektedir. Bombalar içinde en şiddetli olanlar, atom ve hidrojen bombalarıdır. Hidrojen bombasının çalışma prensibi, Güneş'teki enerjinin yaratılışına benzerdir. Güneş'te bunun gibi her saniye binlerce patlama meydana gelmektedir. Tonlarca hidrojen atomunun daha büyük çekirdekli helyum atomlarına dönüştürülmesi sırasında devasa boyutlarda enerji yaratılmakta, Hayy isminin tecellisiyle bunun çok küçük ve ölçülü bir miktarı dünyadaki hayat için gerekli ve yeterli enerjiyi sağlamak üzere gezegenimize gönderilmektedir. Güneş bir bomba olup patlasa, bu, kâinatın sonu olan kıyametin dehşeti yanında çok küçük kalacaktır. Bu dehşetli hâdise Kur’ân-ı Kerim'de; Tekvîr, İnfitâr ve Kâria sûrelerinin ilk âyetlerinde şu şekilde haber verilmektedir:

'Güneş dürülüp toplandığında.1 Gök yarıldığı zaman.2 Çarpacak olan felaket.’3
İlk âyette geçen "küvvirat" kelimesinin mastar şekli, yuvarlak bir cismi dürüp toplamak, devirmek, yıkıp atmak, yuvarlamak, herhangi bir şeyi yuvarlak bir cisme sarmak, dolamak mânâlarına gelmektedir. Razi'nin tefsirinde Hz. Ömer'den gelen bir rivayete göre, "küvvirat"ın "ışığını giderip karartmak" mânâlarına geldiği de belirtilmektedir.4-5

Güneş'in dürülmesi; bazılarına göre İsrafil'in (as) Sur'a ilk üflemesinden önce, bazılarına göre ise, birinci ile ikinci üfleme arasında gerçekleşecektir. Bu kıyamet gününün en korkunç hâdiselerinden biridir. Abd bin Humeyd ve İbn-i Münzir Ebu Aliye'den rivayet edildiğine göre, bu hâdise insanlar dünyada iken meydana gelecektir. İbn-i Ebi'd-Dünya, İbn-i Cerir'den, ve İbn-i Ebi Hatim de Übeyy b. Kâb'dan rivayet ettiğine göre, bu hâdisenin, insanları günlük işleriyle meşgulken yakalayacağı bildirilmiştir.5

Elmalılı Hamdi Yazır, Güneş'in dürülmesini üç değişik şekilde tefsir etmiştir: a) Güneş'in bir kabukla çevrelenerek ışığının sönmesi; b) Güneş tutulması anındaki duruma benzer bir durumun gerçekleşmesi; c) Güneş'in kütlesinin ortadan kaldırılıp görünmez olması. Diğer tefsirciler de meseleye genellikle bu zâviyeden bakmışlardır. İbn-i Abbas'tan gelen bir rivayette, Güneş'in dürülmesi onun Arş'a katılmasıdır. Mücahid'den gelen rivayetlere göre ise, ışığının sönmesi, çöküp yok olmasıdır. Kurtubi'ye göre de, dolanarak dürülmesi, sonra ışığının giderilip atılmasıdır. Güneş'te meydana gelecek böyle hâdiseler neticesinde, dünyamızdaki hayatın anında sona ereceği gayet açıktır.5

Bunun yanında dürülme meselesinin mecazî ihtimalleri de düşünülebilir. Meselâ, Nizamuddin en-Nişaburî, "Garaibu'l-Kur'ân ve Regaibu'l-Furkan" adlı tefsirinde, Güneş'in dürülmesini küçük kıyametin bir parçası olarak, ruhun bedenden ayrılması şeklinde yorumlayanlara da yer vermiştir. Bu yorumcuların gâyesi büyük kıyameti inkâr etmek olmadığı gibi, "Düşünün de ibret alın ey akıl sahipleri"6 çağrısına göre, ilgili âyetlerin küçük kıyamet olan ölüm hakkında da ibret alınacak mânâlarının olabileceğini göstermektir. Bu yönüyle bir milletin ölümü olan orta kıyamet hakkında da bu olayı düşünmek ibret vericidir. Yine de âyette geçen Güneş kelimesini, hakiki mânâda anlamamızı engelleyecek aklî veya naklî herhangi bir ipucu olmadığı için, bilinen mânâsıyla düşünmemize engel yoktur.5

İnfitar Sûresi'nin birinci âyeti, gökcisimlerinin nizam ve intizamı bozularak kâinatın harap olmaya başladığı zamanı haber vermektedir. Üçüncü âyette geçen "el-karia" çarpacak olan felâket mânâsında olup "el-hakka" gibi kıyametin isimlerinden biridir. Bu felâket insanların akıllarını alacak, ödlerini patlatacaktır. Âlemdeki büyük küçük her şey şiddetle çarpışacak, insanlar korku ve dehşete düşecek, gök yarılıp parçalanacak, Güneş dürülecektir.7

Bediüzzaman Hazretlerinin konuyla ilgili tespitleri ise orijinal ve tatminkârdır:
"Evet nasıl ki insan küçük bir âlemdir, yıkılmaktan kurtulamaz. Âlem dahi büyük bir insandır, o dahi ölümün pençesinden kurtulamaz. O da ölecek, sonra dirilecek veya yatıp, sonra haşir sabahıyla gözünü açacaktır. Hem nasıl ki kâinatın bir küçük nüshası olan bir canlı ağaç, tahrip ve dağılmaktan başını kurtaramaz. Öyle de: Yaratılış ağacından dallanmış olan silsile-i kâinat tâmir ve yenilenme için, tahripten, dağılmaktan kendini kurtaramaz. "Eğer dünyanın ecel-i fıtrîsinden evvel ezelî iradenin izni ile hâricî bir maraz veya muharrib bir hâdise başına gelmezse ve onun Sâni'-i Hakîm'i dahi fıtrî ecelden evvel onu bozmazsa, herhalde hattâ fennî bir hesab ile bir gün gelecek ki: 'Güneş dürülüp toplandığında, yıldızlar döküldüğünde, dağlar yürütüldüğünde' (Tekvîr, 1-3) mânâları ve sırları, Kadîr-i Ezelî'nin izni ile tezahür edip, o dünya olan büyük insan sekerata (ölüm dakikaları) başlayıp acib bir hırıltı ile ve müdhiş bir ses ile fezâyı çınlatıp dolduracak, bağırıp ölecek; sonra emr-i İlahî ile dirilecektir.” (Yirmi Dokuzuncu Söz, İkinci Maksad, Dördüncü Esas)

Kâinatın sonunu nasıl bir hâdisenin beklediğine dair yukarıdaki âyet ve hadîsler, modern bilimin tespitleriyle daha iyi anlaşılabilir.

İlk yıldızlar tahminen 10 milyar yıl önce yaratılmışlardır ve yakıtları sebepler plânında proton füzyonuyla sağlanmaktadır. Proton füzyonu sonucunda oluşan radyasyon sıcaklığına bağlı basınç, yıldızın kütle-çekim kuvvetinin dengelenerek çökmesinin önlenmesinde rol oynamaktadır. Bu yüzden, eğer yıldızda yeterince proton tüketilirse ve proton füzyonu azalırsa, bu denge bozulur. Kütle-çekimi radyasyon sıcaklığına bağlı basıncı yenerek yıldızın içe doğru çökmesine sebep olur. Bu sırada açığa müthiş bir ısı çıkarak yıldızda yeni çekirdek reaksiyonlarını başlatır ve sırayla alfa (elektronsuz helyum çekirdeği) füzyonundan itibaren kararlı hale gelene kadar yıldızın kütle büyüklüğüne göre değişik füzyonlarla değişik elementler yaratılır.

Daha evvel başka bir durumla karşılaşmazsa, Güneş de bu safhalardan (proton füzyonu...) geçerek ilmî verilere göre birkaç milyar yıl sonra beyaz cüceye dönüşecektir. Beyaz cücelerin büyüklükleri yaklaşık olarak Dünya’nınki kadardır. Kütlesi ise, Güneş'in kütlesinin yarısı ile 1,4 katı arasındadır. Yüzey sıcaklıkları yaklaşık 10 bin dereceyi bulan beyaz cüceler, zamanla enerjilerini kaybederek kararıp söner.

Alfa füzyonu sırasında her ne kadar yıldızın çekirdeği çökse de, dış tabakalar yaklaşık 100 kat genişleyerek bir "kızıl dev" hâlini alır.Nükleer füzyon reaksiyonları gücünü kaybettikten sonra, radyasyon sıcaklığına bağlı basınç tekrar düşerek kütle-çekimiyle dengelenir ve yıldızın hacmi o kadar küçülür ki yoğunluğu suyunkinin bir milyon katına ulaşır. Bu duruma gelen yıldıza "beyaz cüce" denir. Beyaz cücelerin büyüklükleri yaklaşık olarak dünyanınki kadardır. Kütlesi ise, Güneş'in kütlesinin yarısı ile 1,4 katı arasındadır. Yüzey sıcaklıkları yaklaşık 10 bin dereceyi bulan beyaz cüceler, zamanla enerjilerini kaybederek kararıp söner.8

Daha evvel başka bir durumla karşılaşmazsa, Güneş de bu safhalardan geçerek ilmî verilere göre birkaç milyar yıl sonra beyaz cüceye dönüşecektir.8 Böyle bir durumda Kur'ân'ın ışığında iki ihtimal söz konusu olur: Birinci ihtimale göre, eğer Güneş'in kaderi gerçekten de bu hâdiseyle vuku’ bulacaksa, bu önümüzde büyük kıyametin gerçekleşmesi için birkaç milyar yıl daha olduğunu ve Tekvîr Sûresi'nin 1. âyetinde gecen 'Güneş'in dürülmesi' hâdisesinin de yukarıda açıkladığımız şekilde gerçekleşeceğini gösterir. İkinci ihtimale göre ise, eğer Güneş'in kaderi bu değilse, âyette bahsedilen dürülme başka şekilde de yorumlanacağı gibi, kıyametin o kadar uzun süre gecikmeyeceği sonucu da çıkarılabilir.

Yukarıdaki senaryo şu şekilde devam etmektedir. Eğer çöken yıldızın kütlesi Güneş'inkinin 5 katından daha fazla ise, beyaz cüceninkinden farklı bir durum gerçekleşir. Tam çökme durumuyla karşılaşan bu yıldızlar kara deliğe dönüşürler. Kütle-çekimi o kadar güçlenir ki, ışık dahi kurtulamaz.

Kıyamet ile ilgili bir diğer teoriye göre, dev karadelikler bütün kâinatı yutacaktır. Maddeyi yutuşu sırasında karadelik çevresinde oluşan akresyon (yığışım, toplanma) diski de bize maddenin "dürülme" tabirini hatırlatmaktadır. Daha kapsamlı bir bakış açısı ve bütünlüğün oluşması açısından, konumuza ışık tutabilecek Tekvîr Sûresi'nin diğer bazı âyetleri de şöyledir:

'Yıldızlar yerlerinden düşüp dağıldığı zaman, dağlar yürütüldüğü zaman... İşte o zaman... Her insan hazırladığını, ortaya ne koyduğunu anlayacaktır... Dolaşıp dolaşıp yuvalarına, yörüngelerine giren gezegenlere... kasem ederim ki: Kur'ân, değerli bir elçinin, Cebrail'in getirip okuduğu sözdür!’9

'Gün gelecek gök, beyaz bulutlar şeklinde yarılıp dağılacak, melekler bölük bölük indirilecek.'10
'Gök yarılıp kızıl sahtiyan gibi kıpkırmızı bir güle dönüştüğünde, öyle müthiş işler olacak ki.'11
'O gün gök yarılır, parçalanır, iyice kuvvetten düşer.'12
'O gün dehşetinden gök bile çatlar. Allah'ın va'di mutlaka gerçekleşir.'13
'Gökler kapı kapı açılır, her tarafı kapı haline gelen gökten melâike orduları birden indirme yapar.'14
'Dağlar atılmış rengarenk yünlere dönerler, artık kimin tartıları ağır basarsa, memnun kalacağı bir hayata girer.'15

*Hem modern bilim, hem de Kur'ân-ı Kerîm bir gün kâinatın sona ereceğinde ittifak halindedir. Modern bilim bu dehşetli kıyamet hâdisesinin sonrası hakkında fikir yürütemezken, Kur'ân, tafsilatlı beyanda bulunmaktadır.

Kaynak: Sızıntılar
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:51
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
11 Ağustos 2010       Mesaj #39
Avatarı yok
Yasaklı
Uzaydaki Mesafeler Allah'ın İlmiyle Ölçülendirilmiştir
Gök cisimlerinin uzaydaki dağılımı ve aralarındaki devasa boşluklar Dünya'da canlı hayatının var olabilmesi için zorunludur. Gök cisimleri arasındaki mesafeler Dünya'daki yaşamı destekleyecek biçimde pek çok evrensel güçle uyumlu bir hesap içinde düzenlenmiştir.

Dünya gezegeni, bildiğimiz gibi Güneş Sistemi'nin bir parçasıdır. Bu sistem, evrenin içindeki diğer yıldızlara göre orta küçüklükte bir yıldız olan Güneş'in etrafında dönmekte olan gezegenlerden ve onların elli dört uydusundan oluşur. Dünya, sistemde Güneş'e en yakın üçüncü gezegendir.

Önce bu sistemin büyüklüğünü kavramaya çalışalım. Güneş'in çapı, Dünya'nın çapının 103 katı kadardır. Bunu bir benzetmeyle açıklayalım; eğer çapı 12.200 km. olan Dünya'yı bir misket büyüklüğüne getirirsek, Güneş de bildiğimiz futbol toplarının iki katı kadar büyüklükte yuvarlak bir küre haline gelir. Ama asıl ilginç olan, aradaki mesafedir. Gerçeklere uygun bir model kurmamız için, misket büyüklüğündeki Dünya ile top büyüklüğündeki Güneş'in arasını yaklaşık 280 metre yapmamız gerekir. Güneş Sistemi'nin en dışında bulunan gezegenleri ise kilometrelerce öteye taşımamız gerekecektir.

Ancak bu kadar dev bir boyuta sahip olan Güneş Sistemi, içinde bulunduğu Samanyolu galaksisine oranla oldukça mütevazıdır. Çünkü Samanyolu galaksisinin içinde, Güneş gibi ve çoğu ondan daha büyük olmak üzere yaklaşık 250 milyar yıldız vardır. Bu yıldızların içinde Güneş'e en yakın olanı Alpha Centauri'dir. Eğer Alpha Centauri'yi az önce yaptığımız ölçeğe, yani Dünya'nın misket büyüklüğünde olduğu ve Güneş ile Dünya'nın arasının 280 metre tuttuğu ölçeğe yerleştirirsek, onu Güneş'in 78 bin kilometre uzağına koymamız gerekir!

Modeli biraz daha küçültelim. Dünya'yı gözle zor görülen bir toz zerresi kadar yapalım. O zaman Güneş ceviz büyüklüğünde olacak ve Dünya'ya üç metre mesafede yer alacaktır. Bu ölçek içinde Alpha Centauri'yi ise Güneş'ten 640 kilometre uzağa koymamız gerekir. Samanyolu galaksisi, işte aralarında bu denli inanılmaz mesafeler bulunan 250 milyar yıldızı barındırır. Spiral şeklindeki bu galaksinin kollarının birinde, bizim Güneşimiz yer almaktadır.

Ancak ilginç olan, Samanyolu galaksisinin de uzayın geneli düşünüldüğünde çok "küçük" bir yer oluşudur. Çünkü uzayda başka galaksiler de vardır, hem de tahminlere göre, yaklaşık 300 milyar kadar! Bu galaksilerin arasındaki boşluklar ise, Güneş ile Alpha Centauri arasındaki boşluğun milyonlarca katı kadardır.

Gök Cisimlerinin Birbirlerine Olan Uzaklıklarındaki Mucize
Gök cisimlerinin uzaydaki dağılımı ve aralarındaki bu devasa boşluklar Dünya'da canlı hayatının var olabilmesi için zorunludur. Bu mesafeler gezegenlerin yörüngelerini hatta varlıklarını doğrudan etkiler. Mesafeler biraz daha az olsaydı, yıldızlar arası kütle çekim güçleri gezegenlerin yörüngelerini kararsız hale getirecekti. Bu kararsızlık ise gezegenlerde çok uç sıcaklık değişimlerine yol açacaktı. Eğer uzaklıklar biraz daha fazla olsaydı, süpernovalarla uzaya fırlatılan ağır elementlerin dağılımı çok seyrek olacak ve Dünya gibi dağlık gezegenler oluşamayacaktı. Yıldızlar arasındaki şu an var olan boşluklar bizimki gibi bir gezegen sisteminin var olabilmesi için en ideal mesafeye sahiptir.

Ünlü biyokimya profesörü Michael Denton da, "Nature's Destiny" (Doğanın Kaderi) adlı kitabında şöyle yazar:
Süpernovalar ve aslında bütün yıldızlar arasındaki mesafeler çok kritik bir konudur. Galaksimizde yıldızların birbirlerine ortalama uzaklıkları 30 milyon mildir. Eğer bu mesafe biraz daha az olsaydı, gezegenlerin yörüngeleri istikrarsız hale gelirdi. Eğer biraz daha fazla olsaydı, bir süpernova tarafından dağıtılan madde o kadar dağınık hale gelecekti ki, bizimkine benzer gezegen sistemleri büyük olasılıkla asla oluşamayacaktı. Eğer evren yaşam için uygun bir mekan olacaksa, süpernova patlamaları çok belirli bir oranda gerçekleşmeli ve bu patlamalar ile diğer tüm yıldızlar arasındaki uzaklık, çok belirli bir uzaklık olmalıdır. Bu uzaklık, şu an zaten var olan uzaklıktır.1

Prof. George Greenstein da bu akıl almaz büyüklükle ilgili, The Symbiotic Universe (Simbiyotik Evren) adlı kitabında şöyle yazar:
Eğer yıldızlar birbirlerine biraz daha yakın olsalar, astrofizik çok da farklı olmazdı. Yıldızlarda, nebulalarda ve diğer gök cisimlerinde süregiden temel fiziksel işlemlerde hiçbir değişim gerçekleşmezdi. Uzak bir noktadan bakıldığında, galaksimizin görünüşü de şimdikiyle aynı olurdu. Tek fark, gece çimler üzerine uzanıp da izlediğim gökyüzünde çok daha fazla sayıda yıldız bulunması olurdu. Ama pardon, evet; bir fark daha olurdu: Bu manzarayı seyredecek olan "ben" olmazdım... Uzaydaki bu devasa boşluk, bizim varlığımızın bir ön şartıdır.2

Greenstein bunun nedenini de açıklar; uzaydaki büyük boşluklar, bazı fiziksel değişkenlerin tam insan yaşamına uygun biçimde şekillenmesini sağlamaktadır. Ayrıca Dünya'nın, uzay boşluğunda gezinen dev gök cisimleriyle çarpışmasını engelleyen etken de, evrendeki gök cisimlerinin arasının bu denli büyük boşluklarla dolu oluşudur.

Kısacası evrendeki gök cisimlerinin dağılımı, insanın yaşamı için tam olması gereken ölçülerdedir. Dev boşluklar, rastgele ortaya çıkmamışlardır; amaçlı bir yaratılışın sonucudurlar.

Sonsuz hikmet sahibi olan Allah, Kuran'da, göklerin ve yerin bir amaçla yaratıldığını pek çok ayetle bildirmiştir:
Biz, gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakileri hakkın dışında (herhangi bir amaçla) yaratmadık. Hiç şüphesiz o saat de yaklaşarak-gelmektedir; öyleyse (onlara karşı) güzel davranışlarla davran. (Hicr Suresi, 85)

Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları bir 'oyun ve oyalanma konusu' olsun diye yaratmadık. Biz onları yalnızca hak ile yarattık. Ancak onların çoğu bilmezler. (Duhan Suresi, 38-39)

Kaynak: Bilgilerdünyası
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:52
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
13 Ağustos 2010       Mesaj #40
Avatarı yok
Yasaklı
Süpernova ve Yoklukta Varlığa Geçiş
Yıldızlar da insan gibi doğar, yaşar ve ölürler. İnsanların vasatî altmış-yetmiş senelik Ömrüne mukabil onlar milyonlarca sene, oldukça şaşaalı ve enteresan bir hayat sürerler.Süpernova, kainatın en şaşaalı ve muhteşem hadiselerinden biridir ve yıldızın enerjisinin tükenip hayatının sonuna geldiğini gösterir.

Yıldızlar hayatlarını termonükleer reaksiyonlarla idame ettirirler. Her nükleer yakım devresi bîr sonraki reaksiyonlar zincirine yakıt olabilecek daha ağır elementler hasıl eder. Yıldız, ömrünün büyük bir kısmını (takribi 10 yıl) çekirdeğinde hidrojeni helyuma çevirerek geçirir. Hidrojen, kâinatta en çok bulunan ve en hafif elementtir. Yıldız, çekirdeğinde hidrojen tükendiğinde, birikmiş olan helyumun füsyon reaksiyonunu başlatacak sıcaklığı meydana getirinceye kadar çöker. Helyumun füsyon reaksiyonuyla artan basınç, çekirdeği kısmen genişletir.

Yıldız, çekirdeğinde helyumunu da tükettiğinde, helyum füsyonu ürünü olan karbonun füsyon reaksiyonuna girebilmesi için lüzumlu sıcaklığa erişinceye kadar çöker. Yıldız, böylece birbirinden reaksiyona girmemiş bir yakıt tabakasıyla ayrılmış üç enerji kaynağı ihtiva eder; İçinde karbon füsyon reaksiyonunun geçtiği çekirdek, helyum ve hidrojen tabakaları.

Karbonun füsyon reaksiyonundan sonra yıldızın merkezinde O, Ne, Na, Mg gibi elementler meydana gelir
Nova veya yıldız çok büyükse süpernova adı verilen bir patlamayla kendisini etrafa dağıtan yıldızın fezaya saçtığı maddeler yeni yıldızların tohumları hükmündedir. Novalar (patlamalar) adeta bir tohum gibi bir yıldızın hem başlangıç hem de sonucunu ifade eder. Novanın patlaması sırasında meydana gelen parlaklığına nazaran 100.000 kat fazladır. Bu parlaklık süpernovada ise 10 milyon kat daha fazladır. Nova ve süpernova hadiseleriyle bir yıldızın ölümü bir yokoluş değil bilakis yeni ve daha parlak yıldızların varoluşunun başlangıcıdır.

Çekirdeğin tekrar büzülerek sıcaklığın artmasıyla reaksiyona giren bu elementler sıcaklığın daha da artmasını sağlarlar. Elementlerin atom ağırlığı arttıkça yıldızın nükleer füsyon esnasında neşrettiği enerji de azalır. Böylece birbiri ardısıra vukua gelen her reaksiyon zinciri yıldızı, gittikçe daha kısa zaman aralıklarında dengeler. Yıldızın kütlesi çok büyük değilse silikon füsyon reaksiyonuna, büyük ise silikonun füsyon reaksiyonu ile demire kadar olan bütün ağır elementler yıldızın bünyesinde meydana gelir. Biz burada ağır kütleli (yaklaşık 10 güneş kütlesi) yıldızları gözönüne alacağız. Çünkü hafif kütleli yıldızlarda süpernova hadisesi görülmez.

Ağır kütleli yıldızlarda nükleer reaksiyonlar demir çekirdek meydana gelinceye kadar sürer. Demir kolayca nükleer reaksiyona girmeyen bir elementtir. Bu durumda yıldız, sathında kaybettiği enerjiyi sağlayabilmek için tekrar büzülerek iç sıcaklık ve yoğunluğunu arttırır. Bunun sebebi demir ve demirden sonraki nükleer reaksiyonların enerji üretimine imkan vermemesidir. Çünkü, protonlarla nötronların en çok kuvvetle birbirlerine bağlı bulundukları çekirdekler demir çekirdekleridir. Kısmen de olsa, iki demir çekirdeğinin birleşmesi enerji hasıl etmez, tersine enerji tüketir. Bu hengâmede, demirin daima yüksek enerjili fotonlara maruz kalması ve çökmeden oluşan gravitasyon enerjisi sonucu demir atomları, daha evvelki reaksiyonlara ters olarak daha, hafif elementlere parçalanır. Sonunda, elektron ve protonlardan meydana gelen madde içinde çökmenin hâsıl ettiği dış basıncın ısı enerjisine dönüşmesi elektronların her birinin protonlar tarafından yutulmasına imkân verecek kadar büyük bir ısı meydana getirir. Elektronlar çekirdekte bulunan protonlarla birleşerek nötronları üretirler (e + p → n + v n = nötron). Böylece yıldız çekirdeğinin büyük bir kısmı çok kısa bir sürede nötronlardan İbaret olan bir maddeye dönüşür.

Meydana gelen nötron çekirdeğinde sıcaklık çok yüksek olduğundan bol miktarda nötrino ve antinötrino hâsıl edilir. Bunların meydana getirdiği yüksek basınç yıldızın dış kabuğunun bir anda saniyede 10 000 km. hızla fezaya yayılmasına sebeb olur. Güneş kütlesinin bir kaç katı olan maddenin fezaya fırlatılmasına sebep olan böyle bir patlamaya neyin sebeb olduğu hakkında kesin bir bilgiye sahip olunmamakla beraber, umumiyetle yukarıda izah edilen mekanizma üzerinde durulmaktadır.

İnfilak neticesinde güneşimizin senelik enerji üretiminin 10 milyar katı bir enerji salınır. İnfilakla meydana gelen şok dalgaları hususiyetlerini kaybetmeden 10 000 ışık yılı çapındaki bir bölgeyi tesir altına alabilirler. Böyle bir patlama güneş sistemimizin merkezinde vuku bulsa, arzımız ve diğer gezegenler milyonlarca derece sıcaklık altında ve hayal edemeyeceğimiz kadar şiddetli şok dalgalarıyla ufalanıp, iyonlaşmış gaz halinde 15000 km.lik bir hızla uzaya fırlatılacaktır.

Bir süpernovanın maksimum parlaklığa erişmesi yaklaşık iki hafta sürer ve içinde bulunduğu galaksiden daha parlak olur. Bir galaksinin içinde takriben 1011 yıldız olduğunu hatırlayalım. Patlama hadisesini yine güneş sistemimizin merkezinde varsayarsak, bu zaman zarfında genişleyen enkaz bulutu Pluton Gezegenine varmış olurdu.

Süpernova hadisesinin bizimkine benzer bir galakside otuz senede bir meydana geldiği tahmin edilmektedir. Patladıklarında güneşten 10 milyar kere daha parlak olan süpernovalar uzak galaksilerde de müşahede edilebilir. 50 sene içinde astronomlar, bizim dışımızdaki galaksilerde 500 kadar süpernova müşahede etmişlerdir.

Süpernova denilen patlamayla hayatına son verilen yıldız için bu bir yok oluş değildir. Süpernova hadisesi neticesinde fezaya fırlatılan maddeler, yıldızların yaratıldıkları nebülozlardaki gaz ve toz bulutlarını meydana getirmektedirler. Etrafımızda müşahede ettiğimiz bütün varlıkları, hatta bizleri meydana getiren daha ağır elementlerin üretildiği yerler olan süpernovalar kâinatta her ölümün bir yok oluş değil, bilakis yeni doğuşlara başlangıç olduğu gerçeğine güzel bir misaldirler.

Kaynak: Sızıntılar
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 4 Ekim 2017 02:52

Benzer Konular

5 Ağustos 2018 / nötrino Uzay Bilimleri
25 Kasım 2016 / Hi-LaL Çevre Bilimleri
21 Şubat 2015 / _PaPiLLoN_ Biyoloji
10 Nisan 2018 / Muhabbetci Müslümanlık/İslamiyet