ŞAH a. (fars. şSh ya da şeh).
1. Eskiden İran ya da Afgan hükümdarına verilen ad. (Bk. ansikl. böl.)
2. Bir şeyin şahı, en iyisi, en büyüğü vb.: Sen yalancıların şahısın.
3. Şah iken şahbaz olmak, bir kimsenin kimi nedenler yüzünden çirkinliğinin artması ya da içinde bulunduğu kötü koşulların daha da kötüleşmesi durumunda alay yollu söylenir. || (Ben) şahımı bu kadar severim, “bir kimse ya da bir şey için daha fazla özveride bulunamam" anlamında söylenir.
—Esk. Şah-ı encüm, yıldızların padişahı; Güneş. || Şah-ı geda-nihad, kibirli olmayan hükümdar. || Şah-ı Kerbela, Kerbela şahı; Hz. Hüseyin. || Şah-ı kevneyn, iki dünyanın şahı; Hz. Muhammet. || Şah-ı Merdan, Şah-ı velayet, Şah-ı zülfikâr, Hz. Ali. || Şah-ı Risalet, Hz. Muhammet. || Şah-ı şir-çeng, aslan pençeli padişah. || Şah-banu ya da şeh-banu, kraliçelerin kraliçesi.
—Ed. Divan şiirinde güzellik ülkesinin hükümdarı sayıldığı, âşığın gönlüne hükmettiği için sevgiliye verilen ad; "Ben gedâ sen şaha yâr olmak yok amma neyleyim / Arzu sergeştei fikr-i muhal eyler beni" (Benim gibi bir dilencinin senin gibi bir sultana yâr olması düşünülemez ama arzumun çokluğu böyle olmayacak düşüncelerle başımı döndürüyor) [Fuzuli], (Karşt. GEDA.)
—Oy. Satrançta, ele geçirilmesi oyunun galibini belirleyen temel taş. || Şah çekmek. taşını, rakibin şahını alacak konuma getirmek.
—Tasav. Şiiliğe bağlı, halife Ali ve on iki imama saygı duyan tarikatlarda Ali ve bütün tarikat ulularına verilen unvan. (Şiiler, halife Ali’den sonra en büyük şah olarak İsmail Safevi'yi [öl. 1524] tanırlar ye bu nedenle kendisini genellikle Şah İsmail diye anarlar. Bazı tarikatlarda Tanrı'ya da "şah" denildiği olur. Bir anlayışa göre, Tanrı bütün evrenin eşsiz ve ortaksız yöneticisi olduğu için O, Şahı mutlak'hr.)
♦ ünl. Taşlardan birinin, rakibin şahını alacak konuma getirilmesi durumunda söylenmesi gereken uyarı sözü,
♦ sıf. Ed. Şah beyit, gazel ve kasidede en güzel beyte verilen ad
—ANSİKL. Şah, farsça hükümdar, padişah, bazen damat; geniş cadde (şahrah), eski farsça höşay (hüküm sürmek) mastarından türetilmiş hşayasiya (hükümdar) sözcüğünden gelir. Ahemeni hükümdarları (İ.O. 558 - İ.O. 323) kendilerine hşayasiya unvanını verirler, ayrıca hşayasiya vezrka (büyük kral) ve hşayasiya hşayasiyanâm (krallar kralı) unvanlarını da kullanırlardı. Orta farsçada hşayasiya şah biçimine, hşayasiya hşayasiyanâm da şaban şah biçimine dönüştü. Şahan şah, sasani hükümdarlarının (224-654) unvanlarında sık sık geçer. Sasani veliahtlarına da babalarının sağlığında herhangi bir eyaletin şahı olarak bu unvan verilirdi. Nitekim, daha hükümdar olmadan önce Beh- ram III ve Behram IV Saganşah ve Kirmanşah unvanlarını taşıdılar. Farsçanın etkisi altında kalan ülkelerde de şah, her zaman hükümdar anlamında kullanıldığı gibi, sözcüğün hükümdar adlarıyla birlikte söylendiği de görüldü (Mısır Eyyubileri’nde Turan Şah, Moğollar'daki Arap Şah gibi).
ŞAH a
1. Atın ön ayaklarını yerden keserek arka ayakları üzerinde durması.
2. Şaha kalkmak, sözkonusu bir atsa, azgınlaşıp arka ayakları üstüne kalkmak; bir kimse ya da bir topluluksa, bir haksızlık karşısında ya da özgürlük uğruna baş kaldırmak, coşmak, kükremek.
ŞAH a. (fars. şSh). Esk.
1. Dal, filiz.
2. Geyik vb. hayvanların boynuzu: Şah-ı ahu, (ceylan boynuzu).
3. Şah-ı gül, gül dalı; gül fidanı: "Rakib ile salınırsın ben ah ettikçe / Çü şah-ı gül ki yel estikçe salınır bile hâr" (Nasfi, XVI. yy.).
ŞAH a. Müz.
1. Türk müziğinde bir bileşik makam. (Günümüze örneği ulaşmamıştır.)
2. Şah akordu, diyapazonun verdiği (la) sesinin (sid) olarak kabul edildiği ahenk.
Kaynak: Büyük Larousse