Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 182

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 545.032 Cevap: 1.812
nicely - avatarı
nicely
VIP VIP Üye
6 Mayıs 2013       Mesaj #1811
nicely - avatarı
VIP VIP Üye
253260 457351394347444 85453917 n

Sponsorlu Bağlantılar
Harun Reşit savaşta esir aldığı düşman Generale:

- Hayatını bağışlarım ama bir şartım var, der.
'Kadınlar hayatta en çok ne ister?' budur bilmek istediğim.

Bu sorunun yanıtını getir kurtar kelleni der.

General sorar soruşturur bu çetin sorunun yanıtını aramaya başlar ve Kaf dağındaki bir cadının bunu bildiğini öğrenir.

Günlerce gecelerce at koşturur, cadıyı bulur ve sorar:

-Kadınlar hayatta en çok ne ister?

Korkunç cadı yanıt için öyle bir şart ileri sürer ki yenilir yutulur cinsten değil.

-Evlen benimle!

O zaman öğrenirsin ancak istediğini...

Bu ölümcül teklifi kabul eder General ve doğru yanıtı alır almaz koşar Harun Reşit'e ve:

- Kadınlar en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek ister!

Harun Reşit Generalin hayatını bağışlar ancak cadıya da evlenmek için söz vermiştir.

Neyse evlenirler. İlk gece General bir bakar ki , o korkunç cadı dünyalar güzeli bir afete dönüşmüş karanlık odada.

Konuşur cadı:

- Benim kaderim böyle.

Günün sadece yarısı güzel olabilirim, diğer yarısı çirkinim der.
Ne dersin? Geceleri seninleyken mi güzel olayım , yoksa gündüzleri dışarıdayken mi?.....

General düşünür ve:
Sen bilirsin kararı kendin ver der.

İşte o an korkunç cadı sonsuza dek güzel bir kadın olarak kalır....

Peki, bu öyküden çıkarılacak 3 ders nedir?

1.Kadınlar en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek isterler.

2.Özgür iradesiyle hareket eden bir kadın her zaman güzeldir.

3.İster güzel olsun, ister çirkin olsun her kadın aslında bir cadıdır :-)

Hayatınız seçtiğiniz kadındır.
Zevkli bir kadına rastlarsanız zevkiniz,
Bilgili bir kadına rastlarsanız bilginiz,
Zeki bir kadına rastlarsanız zekânız gelişir.

Hayat kat kattır.
Babil’in Asma Bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir ve bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür.

Ve
bugün durduğunuz teras, seyrettiğiniz manzara,
Gördüğünüz hayat yanınızdaki kadının terası, manzarası ve hayatıdır.

Hayatınız seçtiğiniz kadındır.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Birbirimize tutundukça ;Bıçakların ucu kapanacak.. ~Smiley9TenderMsn Inlove
nicely - avatarı
nicely
VIP VIP Üye
19 Temmuz 2013       Mesaj #1812
nicely - avatarı
VIP VIP Üye
Göl Olmak

Sponsorlu Bağlantılar
Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikâyet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.

“Tadı nasıl?” diye soran yaşlı adama öfkeyle:

“Acı” diye cevap verdi.

Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:

“Tadı nasıl?”

“Ferahlatıcı” diye cevap verdi genç çırak.

“Tuzun tadını aldın mı?” diye sordu yaşlı adam,

“Hayır” diye cevapladı çırağı.

Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:

“Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.”

Rabbim kimseye taşıyamayacağı yük yüklememiştir. Biz o yükleri sızlana sızlana taşıdığımızdan hep ağır gelmiştir ve hep daha da sızlanmışızdır. Oysa baktığımızda şu dünyaya neden dert ederiz anlamam. Trafikten, Okuldan, işten, komşudan, sınavdan, patrondan, işçiden, futbol takımımızdan, ekonomiden, siyasetten,... Hep şikayet, hep şikayet, hep şikayet.

Hintli usta, belki de İslam'dan bihaber, güzelce öğüt veriyor çırağına. Ama anlatamıyor nasıl "göl olunacağını". Güzel dinim, o kadar güzel ki, her şifa onda; "Sabır, Sabır, Sabır" diyor. "Her şey Allah'tan gelir." diyor."Sabredelim gönül elden ne gelir?" diyor. Sadece muayene etmiyor, reçetesini de yazıyor, ilacını da veriyor...

Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. Enfal,46

Asra yemin olsun ki,İnsan mutlaka ziyandadır. Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır. Asr 1,2,3.

Allah bizi sabırlı kullarından eylesin...
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Birbirimize tutundukça ;Bıçakların ucu kapanacak.. ~Smiley9TenderMsn Inlove
Avatarı yok
OneNight
Yasaklı
17 Şubat 2016       Mesaj #1813
Avatarı yok
Yasaklı
Kısa Çöpü Çeken Pansiyon,

Merhaba arkadaşlar. Benim adım Cavidan ve üniversite 3. sınıfı bitirmek üzereyim. Size burada anlatmak istediğim olay bundan yaklaşık olarak 4 yıl önce gerçekleşti. Burada yazılan bazı olayların aksine ben ne onları gördüm ne de konuştum. Ee daha ne anlatacaksın o zaman derseniz bu, benim ve lise sonda kaldığım 30 kişilik pansiyonda ki dostlarımın yaşadıkları. Lise sona geldiğimde ailem dershaneye yakın olmam ve etütleri kaçırmamam için beni küçük bir pansiyona kaydettirdi. Önceden klinik olarak kullanılan bina bir kurum tarafından kiralanmış ve dershanenin öğrencilerini barındırmaya başlamış. Okul eylülde açılıp da yurda yerleşince ilk önce arkadaşlarla kaynaşmayı reddettim. Çünkü benim kitaplarımdan başka dostum yoktu. Ancak yurttaki arkadaşlar o kadar samimi ve ikram sahibiydiler ki kısa sürede onlardan birisi olmamak elden bile değildi. Sizin zamanınızı fazla almak istemiyorum ve asıl olaya geliyorum. Hafta sonları çoğu öğrenci evine gittiğinde yurt hiç olmadığı kadar sessiz olurdu. Yine sıradan bir hafta sonu yurtta sadece 8 öğrenci ve de bizim yemeklerimizle, temizliğimizle ilgilenen 30’lu yaşlarında hiç evlenmemiş ve benim en iyi dostum olan Selvi kalmıştı. Saat gece 12 gibi o yemekhaneyi temizler ve evine giderdi ancak bir kaç gün önce binadaki kapıcının oğlu, kızları rahatsız ve taciz ettiği için gitmemiş ve kalan 8 öğrenciye göz kulak olmuştu, ne olur ne olmaz diye. Bir kaç nöbetçimiz vardı ama o hafta sonu açık öğretim sınavı olduğu için sınava gitmişler ve yurtta kimse kalmamıştı. Ben o hafta sonu evime gitmemiş Selvi’yle kalmaya karar vermiştim. Selvi akıllı kadındı. Yurtta arta kalan ekmekleri biriktirir ve pazarda bir kadına verir, ondan ekmek karşılığında köy yoğurdu alırdı. Böylelikle hem ekmekler israf olmaz hemde öğrenciler taze yoğurt yiyebilirdi. Ama bir hafta Selvi’nin ekmekleri verdiği kadın pazara gelmemişti ve yurtta tam iki haftalık bayat ekmek birikmişti. Koca çöp torbalarıyla iki paket… Tam hatırlamıyorum. Ya cuma ya da cumartesi gecesi yemekhaneyi beraber temizlemiştik. Ekmekleri de mutfak olarak kullanılan odanın en köşesine koymuş ve ayak altından onları çekmeye çalışmıştık ama yine de çok fazla vardı. Selvi ışığı söndürdü ve mutfağın kapısını kapattı. Tam kilitlemek üzereyken şarj aletini içeride unuttuğunu fark etti. İçeri girmek için kapıyı tekrar açmaya çalıştığında biraz zorlandı. Kilitledik herhalde deyip anahtarla kontrol ettik ama kapı kilitli değildi. Bu kez ikimiz birlikte açmayı denedik ve sonunda başardık. Ancak gördüklerimiz bizim dehşete düşmemize ve oradan koşarak kaçmamıza neden oldu. O geceyi hala unutamıyorum. Odanın diğer ucuna yığdığımız bayat ekmekler tam kapının önünde ayaklarımızın dibindeydiler. Sadece bir kaç saniye geçmişti. Daha kapıyı kilitlememiştik bile. Ama odanın ta diğer köşesinde bıraktığımız onca ekmek birden kapının önünde birikmişti. Işıkta açıktı. Oysaki Selvi kapattığına yemin bile ediyordu. Bunu gördükten sonra koşarak çıkışın yanındaki müdüriyete sığındık. Burası yemekhaneye en uzak odaydı. Tüm ışıkları açmıştık. Koridorları, odaları, merdivenleri… Selvi ve ben iyice korkmuştuk ve ağlamaya başladık. Güneşin doğmasına saatler kala müdüriyette ki koltuğun birinde o, birinde de ben sızmıştık. Sabah uyandığımızda diğer öğrenciler çoktan kalkmış ve kahvaltıyı kendileri hazırlama başlamışlardı bile. Onlara gece olanları anlatmadık. Torbaları sorduğumuzda bize verdikleri cevap kanımızı dondurmuştu. ”Ne torbası? Mutfakta hiç bayat ekmek yok ki.”

Ardından mutfağa yöneldik korkarak ve içeriye girmeden kapının dışından içeriye bir göz attık. Kapının önünde ekmek falan yoktu. Odanın hiç bir yerinde ekmek yoktu. Bunu görünce ikimiz iyice kafayı yediğimize kanaat getirdik. O zaman gece gördüğümüz şey neydi, ya da ekmekler nasıl oraya gelmişti? Eski oda arkadaşım Hülya’ya ekmekleri siz mi dışarı çıkardınız diye sorduk. Onlar da ekmeklere dokunmadıklarını, uyandıklarında mutfağın kapısının kapalı ama kilitli olmadığını, hiç ekmek görmediklerini söyledi.

Tekrar akşam olduğundaysa Selvi’yle ışığı açık bırakıp aynı yatakta yatmaya karar vermiştik. Evet, küçücük baza da iki kişi yatacak kadar çok korkuyorduk.

Bizim yurtta hemşirelik okuyan Kerime adında bir arkadaşımızda vardı. Dersleri ağır olduğu için sürekli çalışırdı. Yine aynı gece Kerime odasında ders çalışıyordu. Arkadaşları uyuduğu için ışığı kapatmış camın kenarındaki yatağa geçip sokaktan gelen ışıkla ders çalışmaya başlamış. Aslında bir etüt odamız vardı ama yatarım birazdan diye hiç oraya gitmemiş o gece. Onun odası da benim odamın iki solunda kalıyordu. Buradan sonrasını Kerime bize kendisi anlatmıştı. Ders çalışırken sırtını yatağın ayak tarafında yatağa bitişik halde olan dolaba yaslamış. Sonra dolaptan mı duvardan mı tam anlayamadığı bir ses duymuş. Tıpkı birisi yumruk atıyor gibi… Kerime dolaba daha da yaslanıp içinden mi geliyor acaba diye dinlemiş. Ama kulağını yaslar yaslamaz daha şiddetli bir sesle korkudan yatağından fırlamış. Ses dolaptan değil duvardan geliyormuş. Bizim pansiyon 3. kattaydı. Bir insanın vurması imkansızdı. Kapıcının oğlu sürekli taş atardı, bağırıp çağırırdı ama bu ilk kez oluyordu. Kerime duvarı dinlemek için yaklaşmış duvara. Ama iki defa art arda yine aynı sesi duymuş. Duvar binanın dış cephesiydi. Sesin her hangi bir odadan gelmesi de olanaksızdı. Kerime korkup bağırmaya başlamış ve oda arkadaşları uyanmış. Onlar da ne olduğunu anlamayıp bağırmaya ve ağlamaya başlamışlar. Biz seslerini duyup uyandık ve hemen odalarına koştuk. Yurtta ki yaşça en büyük öğrenci bendim. Alt sınıflarım bana abla derdi. Biz odaya girince Kerime ve arkadaşları koşarak bizim yanımıza geldiler. O kadar korkmuş görünüyorlardı ki neler olup bitiğini anlatamadılar bile. Onları konuk odasına götürüp su verdik. İyice sakinleşince Kerime, abla birisi duvarı yumrukluyordu dedi. Bende sakince, belki odadaki kızlardan birisi uyurken bacağını ya da kolunu duvara çarpmıştır dedim. Mantıklı bir açıklama gibi görünüyordu. Ama sesin geldiği duvarın dibinde sadece Kerime’nin yatağı vardı.

Bu olaydan iki ya da üç gün sonra herkes evinden dönmüştü ve tahmin edeceğiniz gibi yaşanan bu hadise de hemen yayılmıştı. Küçük bir pansiyon 30 kişilik… Aradan bir hafta geçmeden herkes yaşananları unutmaya başlamıştı. Kimimiz üniversite sınavına çalışıyor kimimizde normal okul sınavlarını vermeye çalışıyordu. Doğal olarak yurttaki herkes normal yaşantısına dönmek zorunda kalmıştı. Ama kısa süre sonra yurttaki herkes rahatsızlanmaya ve tek tek acile apar topar götürülmeye başlandı. Öğrenciler -bende dahil- bayılmaya, yemek yememeye, yürüyememeye başlamışlardı. Hepsi de… Hatta bu olay o kadar yankı buldu ki çoğu gazeteye çıkmıştık. İlçe gazetesine ve hatta yerel gazetelere de. Hastanenin acili bizim yurdun öğrencisiyle kaynıyordu. Her gece birisi bilincini kaybediyor ve hastaneye kaldırılıyordu. Her gece ambulans seslerini duyuyordum. Her ALLAH’ın gecesi sıradaki kim olacak diye bekliyordum. Bende rahatsızlanmamak için her gün dua ediyordum çünkü arkadaşlarım ölü gibi yaka paça ambulansa bindiriliyor ve gidip hiç gelmiyorlardı. Ama bende tıpkı onlar gibi hastalandım ve tam bir cehennemdi. Serum üzerine serum veriyorlardı. Ağrı kesiciler olmadan uyuyamıyordum. Uyuduğumda da kabuslar peşimi bırakmıyordu.

Yemeklerimizi incelediler. Sonra içtiğimiz suyu. Bu çok basit bir zehirlenme gibi görünmüştü ilk başlarda. Ama gerçek çok sonra ortaya çıkmıştı. Bütün bu zaman boyunca içinde bir ceset olan su deposunu kullandığımızı kimse tahmin edememişti. İçme suyumuzun geldiği depoda bir hayvan günler öncesinden ölmüş ve bizim zehirlenmemize neden olmuştu. Evet evet biliyorum bu her şebekede olabilecek bir hadise. Ama deponun ağzı kapalı ve sadece dışarıdan açılabiliyor. Üstelik içinde bir hayvan cesedi bulduklarında kapağı da kilitliymiş. Yani, ya hayvanı oraya birisi attı ve kilitledi ya da hayvan içine düştükten sonra kapağı kendisi kapatıp dışarıdan kilitledi. Bu iki ihtimalde çürütüldü kısa süre sonra (ikincisi olanaksız zaten). Nasıl mı? Hayvan cesedi bir eşeğe aitti. Bu bölgede hiç kimsenin eşeği olmaz. Şehrin göbeğindeki bir su deposuna eşek girmesi imkansızdır. Ayrıca depo o kadar yüksek ki, bir hayvanın oraya tırmanması bile olanaksız. Önemli bir nokta daha var ki, bu depoyu kullanan onlarca hatta yüzlerce hane olmasına karşın sadece bizim yurt etkilenmişti. Diğer evlerde kimse sıkıntı yaşamamıştı. Üstelik yurdumuzda arıtma su içiyorduk. Direkt çeşmeden değilde arıtılmış.

Bütün bu olanlar dışarıdan birisine, bir dizi talihsiz olayın art arda gerçekleşmesi sonucu oluşmuş gibi görünüyordu ama bizim sinirlerimiz iyi bozulmuş ve psikolojimiz alt üst olmuştu. Kimse su içmiyor, yemek yemiyor ve hatta odalarından bile çıkmıyordu artık. Çoğu öğrenci yurdu bırakıp okul değiştirmişti ama bazılarımız bu kadar şanslı değildi. Uzak şehirlerden gelenler buradan ayrılamamıştı. Bense, evim bir kaç saatlik mesafede olmasına rağmen eve gitmiyordum. Bizimkiler öğrenseydi eğer beni yurttan alırdı. Bunu istemiyordum. Arada sırada Selvi’nin evine kalmaya gidiyordum. Bu iyi geliyordu. Ama son bir olay daha yaşamıştık ki bu bardağı taşıran son damla olmuştu.

Yurdumuza iki giriş vardı. Birisi ana caddeye açılan ve herkesin kullandığı büyük demir kapıydı. Diğeri ise yurda nakliyat yapılacağı zaman kullanılan, arkada bir sokağa açılan, gerekmedikçe kilitli olan bir kapıydı. Hafta sonunu Selvi de geçirmiştim. Sabah onunla yurda geliyor ve o eve giderken geri gidiyordum. Yine bir hafta sonu sabah yurda geldiğimizde kızların ön kapıda biriktiğini ve tedirgin olduklarını gördük. O an içimden geçirdiğim şey ise ‘yine mi?’ olmuştu. Koşarak kızların yanına gittik ve olan biteni öğrenmeye çalıştık. Oda arkadaşım Deniz anlatmaya başladı.

“Arzu’yla Hülya sabah bir sesle uyanmışlar. Çamaşır makinesinden bir tanesi çalışıyormuş. Aldırış etmemişler ve onlarda ellerini yüzlerini yıkamak için lavaboya gitmişler. Kapıyı açınca bir sürü çöp varmış etrafta. Kızlar da birisinin şaka falan yaptığını sanmışlar. Görevliye söylemek için giderken çamaşır makinesinin önünden geçmişler. Boş çalışıyormuş. Ama büyük bir kütürtü çıkarıyormuş. İyice korkmuşlar ve bağırıp çağırmaya başlamışlar. Bizde onların sesine uyandık ve buraya indik.” Denizin anlattıkları bu kadardı. Herkes gergin ve sinirliydi. Ama Hülya’ya sorduğumuzda arka kapının açık olduğunu söyledi. Birisinin gizlice yurda girdiğini düşünmüşler ve bu yüzden çok korkmuşlar. Zaten yaşanan son olaylar bizi pimi çekilmiş bir bombaya çevirmişti.

Tek anahtar Selvi’de ve görevli de vardı. Kapıyı zorlanmadan açan kim olabilirdi diye düşünmekten uyuyamıyorduk. Kapıyı açabilen ve bizi korkutmaya meraklı olan birisi varsa gece de gelebilirdi ve ben artık buna dayanamıyordum. Bir sürü dedikodu dolaşıyordu yurtta. Eski bir klinik olduğu için morglardakilerin ruhları, hayaletler, odasında yemek yiyen ve yere ekmek döken öğrenciler yüzünden bize musallat olmuş cinler, kapıcının çocuğu ve daha bir çok boş, delilsiz, asılsız dedikodu.

Bu olayların ardı arkası kesilmeyeceği anlaşılınca yurt taşındı. İlçemizi bölen çayın diğer tarafına boş bir apartmana yerleştik. Bir süre herhangi bir olay olmadı ama ilçedeki tüm liseler bizim bu yaşadıklarımızı öğrenmiş ve bir efsaneye dönmüştük bile. Bir kaç ay olağanüstü bir şey gerçekleşmedi. Bende kısa süre sonra mezun oldum zaten.

Bütün bu yaşananlar ne bir tesadüftü ne de bir rastlantı. Ne birimiz hayalet görmüş ne de bir cine rastlamıştık ama o yurtta bir şeyler olmuş ve bizi çok derinden etkilemişti. Ha unutmadan şunu da yazayım, evime giderken bu gün bile hala önünden geçiyorum yurdun ve hala bomboş. Bizim bıraktığımız gibi duruyor. Bilemiyorum belki de birileri buranın boşken daha huzurlu olduğunu düşünüyordur.

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat