Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 21

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 547.355 Cevap: 1.812
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Şubat 2007       Mesaj #201
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
tülay ile uğurun aşkı ta okulda
başlamıştı.uğur tülayı severken tülay
Sponsorlu Bağlantılar
başka birine aşıktı fakat ve lakin uğur tülay için ölmeye bile hazırdı
tülay'ın sevgilisi tülay ile alay ediyordu ama bunu tülay bilmiyordu.
uğur'un içine kapanmıştı.tülay için yapmayacağı şey yoktu.lakin tülay bunu bilmiyordu.aslında biliyordu da
uğuru sevmiyordu.uğur çok güzel top
oynuyordu günü ve arkadaşı emre de çok güzel top oynuyordu emre büyüyünce futbolcu olacaktı.o gün turnuvalar başlayacaktı.uğur'un sınıfı tülay'ın
sınıfı ile karşılaşacaktı.uğur çok artislik hareketler yaparak tülay'ın gönlünü kazanmayı az da olsa başarmıştı.tülay'ın sevgilisi kızla alay ettiğini söylemiyordu.ama emre
nin ablası bunu biliyordu ve o gün bunu ülay'a açıkladı.tülay sevgilisinden ayrılmıştı.ve uğurla çıkmaya başlamıştı.uğur tülaya şiir yazdı




çiçeklerden bir çiçek
güzellikte bir inci
bütün dünya bir olsa
benim yarim birinci

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Şubat 2007       Mesaj #202
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ÖLMEYEN SEVGİ

Sponsorlu Bağlantılar
Genç adam ellerinde bir buket çiçek, sahile koşarak geldi... Gözleri şöyle bir sahilde gezindi, aradığını göremeyince ilk gördüğü banka oturup sevdiğini beklemeye başladı. Ellerinde her zamanki çiçeklerden vardı. Sevgilisinin en sevdiği çiçekler bunlardı. Kırmızı , kıpkırmızı, kan kırmızısı güller... Sanki dalından yeni koparılmış gibi tazeydiler, buram buram kokuyorlardı, sevgi kokuyor, aşk kokuyor en önemlisi de özlem ve hasret kokuyordu güller... Hepsinin üzerinde damlalar vardı. Sanki ağlıyor gibiydiler. Genç adam güllere baktı, sanki onlarla konuşuyormuş gibi, "Neden ağlıyorsunuz, bakın ben ne kadar mutluyum" dedi. Az sonra sevdiğini göreceği için kalbi yine deli gibi atmaya başlamıştı. Ne zaman onu düşünse, onunla buluşacağını hayal etse kalbi aynı böyle yerinden çıkacakmış gibi oluyordu. Senelerdir birbirlerini sevmelerine rağmen ikiside sevgisinden hiç bir şey kaybetmemişti.. Onları hiç bir şey ayıramazdı... Ne hasret, ne ayrılık, ne de ölüm... Genç adam telaşla saatine baktı. Sevdiği yine geç kalmıştı, 1 dakika geçe kalmıştı. Üstelik o, sevdiğini bekletmemek için dakikalarca önce koşarak geliyor, onu beklemeyi bile seviyordu. Ama sevdiği her zaman bunu yapıyordu. Devamlı kendisini bekletiyordu. Herkesin bir kusuru olurmuş diye düşündü... Ve gözlerini önündeki uçsuz bucaksız denizlere dikti.. Denizin sonu yok gibiydi, tıpkı sevdiği kıza karşı olan aşkı gibi denizinde sonu yoktu. Sonsuzluğa uzanıyordu. Aslında bugün onlar için çok özel bir gündü. Kendi aralarında sözleneceklerdi. Delikanlı önce bunu sevdiğine açmış, sonrada gidip iki yüzük almıştı. Bu kadar önemli bir günde bari onu bekletmemeliydi.. Ama alışmıştı artık beklemeye, zararı yok biraz daha beklerim diye düşündü. Güllerin yaprakları nedense hala yaşlı idi. Bir türlü anlamıyordu onları. Her şey bu kadar güzelken neden ağlıyorlardı ki? İşte az sonra sevdiği gelecek, ona sarılacak, kucaklaşacaklardı... Sonra söz yüzüklerini takıp, evliliğe ilk adımlarını atacaklardı. Genç adam öyle heyecanlıydı ki sevdiğine kavuşmak için can atıyordu... Martılara baktı, birbirleriyle oynaşıp, uçuşan martılara... Ne kadar güzel dansediyorlardı havada. Tekrar saatine baktı genç adam. Endişelenmeye başlamıştı. Sevgilisi yine geç kalmıştı, hem de çok... Bu kadar geç kalmaması gerekiyordu. İşte her gün burada buluşmak için sözleşmiyorlar mıydı? Her gün sahilde, martılara bakarak, denizin onlara anlattığı masalları dinleyerek birbirlerine sarılıp hasret gidereceklerine söz vermiyorlar mıydı? O zaman neden gelmemişti yine??... Aklına kötü düşünceler gelmeye başladı. Hayır.. hayır.. olamazdı. Sevdiğine bir şey olamazdı. Onsuz hayat yaşanmazdı ki... O ölse bile devamlı benimle yaşar diye düşündü genç adam. Bunun düşüncesi bile hoş değildi. Gözlerini yere indirdi. Gözyaşlarını kimsenin görmesini istemiyordu. Zaten nedense etrafındaki insanlar ona sankı kaçık gibi bakıyorlardı. Rahatsız olmaya başladı bakışlardan. Artık bıkmıştı... Yine sevgilisi geldi aklına.. Neden gelmedi acaba diye düşünmeye başladı. Gözlerini kapattı. 7 sene oldu dedi. 7 senedir her gün bu sahildeydi, sevdiğini bekliyordu. Daha fazla dayanamadı. Kalbi parçalanacak gibi oluyordu. Gözlerinden 1 damla daha yaş güllerin üzerine damladı... Yine gelmeyecek galiba, en iyisi ben onun evine gideyim diye mırıldandı... Hiç olmazsa gülleri her zamanki gibi yanına koyar, ona vermiş olurdu... Genç adam ayağa kalktı. Sevdiğiyle buluşmak üzere, yeşil tepenin ardındaki kabristana doğru yürümeye başladı.

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
19 Şubat 2007       Mesaj #203
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bu gece uyku tutmadı, kaleme kağıda sarıldım.
Saat 02.45 ve ay hilâl. Radyo da Güllü'nün sesi, nasıl da kendine bağladın beni,elindeyim işte oyuncak gibi.

Bir yudum daha alıyorum şişeden,kalkıp pencereden şöyle bir bakıyorum siyah bulutlar hızla yer değiştiriyor.Caddenin tüm sokak lambaları yanıyor.

Birşeyler yazayım diyorum ve bunlar dökülüyor. Artık geçmiyor zaman
dillerim de hep bir aman, çok sevdim seni neyleyeyim benden uzakta şimdi sen çoktan vazgeçtin bu aşk'tan.

Aklıma geliyor o bakışların kendimi, bir martının kanadında
buluyorum. Lakin çok sürmüyor düşüyorum tepe üstü marmaranın mavilerine. Kulaç atacak mecalim yok, öleyim diyorum, olmuyor ölemiyorum. Ne içilen mey tesellim oluyor ne dökülen gözyaşlarım, acılarım. İçim acıyor sevdiğim içim acıyor.

O deniz gözlerini tekrar görmek, o aşk dolu sesini tekrar duymak istiyorum.Nasıl da aşk'la bakardın bana, hani gözlerimi hep kaçırırdım ben, öyle büyüktü ki sevgin, beni boğacak diye korkuyordum. Ah şimdi olsan da yine öyle baksan ve esir alsan tüm benliğimi. Şimdi çok geç biliyorum.Sen tümden söküp attın kalbinden beni, ama ben hala seni seviyorum. Bu tende bu yürek attıkça da seveceğim.Evet, belki bir daha hiç göremeyeceğim seni ve çok çekeceğim, bu aşikâr, ama bir an olsun hayalin yanımdan ayrılmayacak. Sen şu hayatımda, bana ben olduğumu hissettiren tek kişisin.

Kolay olmayacak biliyorum sensizliğe alışmak, şimdi ne desem,ne yapsam boş farkındayım, ama olsun, yılmayacağım sevgimden,sevdiğimden.

Bir gün, bir an olsun seni görme hayali bile yeter de artar beni yaşama bağlamaya, teslim olmayacağımı belirtmem bundandır. Sonra ölsemde ne
gam ki, yaşıyor muyum, orası da meçhul.

Yokluğunun ölümü bende çoktan başladı ve bu süreç ağır ve bir o kadar da acılı geçiyor. Ben bu aralıkta kendimle binlerce kez hesaplaşacağım ve bunu da gayet objektif yapacağım, zaten insan kendini kandıramaz.

Sen yansımamdın, ya şimdi?

Hiçbir şey yansımıyor benliğimden, aynalar bile beni göstermez oldu, herşey saydamlaştı,silikleşti ömrümde

Senden önceleri hiç yaşamamış bir düş perisine binlerce satır yazdım, aşk'a hasreti yazdım. Ya şimdi? .

Yokluğunu yazıyorum ilmek ilmek ve yalnızlığımı,her cümle kor alev oluyor,
kör bir bıçak oluyor ardı sıra iniyor bu yorgun yüreğime, yanıyorum,
bitiyorum.

Ey! bir gülüşüne,bir bakışına canımı verdiğim görmüyor musun? ,
duymuyor musun? .

Beni böyle derbeder, kördüğüm yumağı halinde mi bırakacaksın? Sensizliğe, sevgisizliğe, hüsrana mı terkedeceksin?

Yoksa tüm bu kördüğümü eskiden olduğu gibi o deniz gözlerinde ki aşk dolu bir bakışla çözecek, beni kimsesizlikten kurtaracak mısın? Ellerim yüreğimde
al senindir ne yaparsan yap, ama şunu da bilki;

Ben seni, özlemlerimi, sevgimi,hayallerimi, deniz gözlerini,sevdamı
yazmaktan hiç vazgeçmeyeceğim.

SENİ SEVİYORUM DENİZ GÖZLÜM


eylül gökdemir
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Şubat 2007       Mesaj #204
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kahretsin! Yoksun....


Canavar binaların giysilerine

sarı lekeler asarak saklanmış Güneş..
Camlarda asılı kalmış, günün umutsuz parıltıları...
Kuşlar eski biz sanki! !
Umursamadan ötüşmekte, sevişmekte hatta dövüşte...
Kendimi buluyorum, yalnızlığımı buluyorum
diğerlerince unutulmuş bir kuşun başını
kanatlarının arasında yok etmiş halinde.
Çünkü sen yoksun...
.
Mekanım sokaklar, caddeler..
Zamanın ilerisine, yaşamın gerisine,
kırgın, beklentisiz, umutsuz beni taşımakta;
kaldırımların ezberindeki adımlarım.
Aklımın dumanlı berisinde, yok oldu, olacak
bir zamanlar bitmez sandığım anlarım...
Çünkü sen yoksun..

*

Gecenin deli aydınlığı...
Kocaman kentin bir yarısı uykunun esrikliğinde...
Diğer kalanı pahalı lokantalarda, kafelerde, barlarda..
Kilosuna, metresine göre satılık sevdalar
gönül pazarlarında sergide..
Parayı çok verene; günlük, anlık aşkları yaşamak için
koşmakta sahte bedenler..
Kapı önlerine acımasızca saçılmış
öteye, beriye gerçek sevdalar...
Şaşırmadan izliyorum alışık film karelerini.
Caddeleri parselleyip, otopark yapanlar,
el açıp, aldığı parayı öpenler; nara atıp ağlayanlar,
duvar dibinde yarım şarabını yudumlayanlar..
Hırsız bakışlarım, dualı yakarışımla
arıyorum kahve buğusu gözlerini....
Maalesef.....Yoksun....

*

Bir park kanepesindeyim kuş nefesi sevdamla..
Sabahın yorgun ışıkları yıkamakta küskün yüzümü...
Gözlerim soluklu kırmızı, saçlarım alnıma düşmüş,
umutlarım gibi karmankarışık.
İşe, güce gidenler; el ele sevgililer, sohbet edenler...
Son umutla, özlemle bakınıyorum tanımadık yüzlere,
tanıdık bir çift bakış bulur muyum diye...
Yok.. Kahretsin yok....
.
''Niçin yoksun?
Gerçeğinden vazgeçtim,
hayalin, düşlerin bile neden yok? ? ? '''
diye sormayacağım.
Çünkü, biliyorum yanıtı...
Onun için sus sen, sus sevgili, sen söyleme...
.


Nesrin Göçmen
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
19 Şubat 2007       Mesaj #205
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Artemis ve Büyük Aşkı Orion

Artemis günün birinde uzun boylu iri yapılı fakat çok yakışıklı bir avcı olan Orion'u görerek ona aşık oldu. Öyle ki bir zamanlar kendi kendine aldığı evlenmeme kararını bile unutup bu yakışıklı avcı ile evlenmek istedi. Fakat Apollon kız kardeşinin bu dev cüsseli mahlukla evlenmesini uygun bulmuyordu. Kız kardeşini vazgeçirmek için çok uğraştı ancak Artemis onu dinlemedi. Kardeşinin Orion'a duyduğu sevginin ne kadar büyük olduğunu görünce de bunu kıskanmaya başladı. Ne söylerse söylesin kardeşi Artemis'i vazgeçiremeyeceğini anlayınca hileye başvurarak Orion'u ortadan kaldırmaya karar verdi.


Bir gün Orion denize girmiş yüzüyordu. Kıyıdan o kadar uzaklaşmıştı ki, başı kara küçük bir nokta gibi görünüyordu. Apollon kız kardeşini yanına çağırdı, uzaktan görünen kara noktayı ona göstererek "Oraya kadar okunu gönderebilir misin" dedi. Artemis heyecanla yayını hazırlarken o kara noktanın sevdiği erkeğin kafası olabileceğinin nerden bilecekti ki. Yayını çekti ve ok fırladı. Çok iyi nişancı olan Artemis'in oku tam hedefi vurmuştu ve Artemis bilmeden sevdiği erkeği başından vurmuştu. Bu ölüm onu çok üzdü günlerce bulutların ardına gizlendi gök yüzünde dolaşmaz geceleri yeryüzünü aydınlatmaz oldu. Sonunda bir gün babasının yanına giderek ondan Orion'u bir takım yıldız olarak gök yüzüne çıkarmasını istedi. Zeus ta kızının bu arzusunu yerine getirdi.

masal şehri


-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
19 Şubat 2007       Mesaj #206
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Severken Güvensizlik

Sevdiğin kadar yaşarsın bu hayatta. Hayata sadece sevdiğin zamanlarda dokunursun. Toplu iğne bile batınca farklı acıtır sen severken. Severken insan yaşamaktan başka bir tad alır. Sevmediğin zamanlarda sadece nefes alırsın. Sanki emanet bedenini seveceğin zamanlara taşımak ister gibi zaman öldürürsün. Günler geçsin istersin, ama günler neden geçer bilmezsin. Sevmek hayatı anlamlı kılar.
Sevmek zordur diken gibi, herkes sevilmez. Sevgi bir kapıyı çalmak için yanında iki kardeşini, saygıyı ve güveni görmek ister. Üçünün arkasında ise sevişmek vardır. Sevişmek hepsini birden iteler arkadan kapıya doğru. 4'ü birden bir araya gelince işte orda aşk olur. Aşk kapıyı çalmaz, kapıya yüklenir açmak için. Aşk o kadar nadir uğrarki, aşk kapıyı çalınca, dondurmaya bakan yaramaz çocuklar gibi yelkenlerini suya indirirsin. Genelde aşkı görünce yüklenmeyi beklemez kapı kendiliğinden açılır. Olaki kapı açılmazsa bir süre bu 4 birader bekleşir kapı eşiğinde. Hatta sahiplenir başkasını da sokmamaya çalışır.
Saygı ve güvensiz sevgi olamaz, onlarsız sadece ihtiyaçlarını giderirsin. Saygı olmadan sevilebilir ama ona aşk denmez. Öyle bir kardeşi vardırki sevginin o olmadan sevgi kapının yanından bile geçmez. O ortadan bir an bile kaybolsa ordan uzaklaşmak ister, kaçacak delik arar. Sevginin bu vazgeçilmez kardeşi güvendir. Sevmek için güvenmen gerekir. Güven suyudur, mineralidir sevginin. Sevginin büyümesi, dallarının uzaması, çiçeklerinin güzelleşmesi için güven olmazsa olmaz koşuldur. Aslında insan kendi rahatı için güvenir. Her zaman onla ve yanında olamazsın. Yaşama devam edebilmen için güvenmen gerekir.
Bazen sevgi, bazen güven önden gider. Sevginin önde gittiği zamanlarda, güvenebilmek için bahaneler uydurursun. Ufacık emarelerden bir dolu sonuç çıkarırsın. Güveni en olmadık yerlerde ve en olmadık zamanlarda hissedersin karşındakine.
Güvensizlik prangalar gibi ayaklarına asılır, engeller seni. İstesen de sevemezsin güven olmadan. İlişki 4 ayaklı masadır. Bu ayaklar sevgi, saygı, güven ve sevişmektir. Güven bacağı olmadan bu 4 ayaklı masa, yavaş yavaş ve acıyla çürür. Oysa diğer 3 ayakdan biri olmadan da masa ayakta durur. Hatta bir çok ilişkide, özellikle eski olanlarında genelde bu 3 ayaktan biri eksiktir.
Güven sadece 1 kez kaybedilir. 2. şansı hiçbir zaman vermez insana. Sonrasında güven duymayan hep acabalar içinde kalır. Her an nerede olduğunu ne yaptığını bilmek istersin güvenini yitirirsen. Sürekli yanında olmasını, ya da bir şey aklına gelince hemen sesini duymak istersin. Sanki yanında olunca ve sana bakarken sana ait olacak. En kötüsü ise ona ulaşmaya çalışırken ona ulaşamamaktır. İşte o zaman tüm zemberekler atar ve her türlü kötü ihtimal insanın aklına gelir. Onun yanına koşarak, uçarak gitmemek için kendini zor tutarsın. Gitsen ve herşeyin normal olduğunu görünce dahi güvenin artmaz. Bir sonraki kriz anını beklersin, artık zincir kopmuş güven kaybedilmiştir. Bir açığını yakalayana kadar rahat etmezsin. Bu kadar hayalini kurup hayatı zehir ettikten sonra eninde sonunda o açık yakalanır. Açık küçük olsa dahi haklı çıkabilmek için küçücük olay dramatize edilip büyütülür. "Ben demiştim" der güvenmeyen. Kişi kendi hazırladığı çukura düştüğünü ve o kadar zamanı başta kendine olmak üzere etrafındaki birçok kişiye nasıl zehir ettiğini çok sonraları anlayacaktır. En kötüsü severken ve ayrılamazken güveni kaybetmektir.
Hangisi daha kötü, güvenip sonradan nasıl çirkin bir oyun içinde olduğunun farkına varmak mı, yoksa güvenmeyip hayatı kendine zehir etmek mi. Sanırım ikincisi daha kötü. İlkinin acısı sadece bir kere ve sonunda.
Bu benim kaderim olsa gerek. Sevdiklerime bana yalan söyleyecekleri konusunda hep güvenmişimdir. Sağolsunlar beni hiç yalancı çıkarmadılar. Sanırım ben hazırlandığımı yaşıyorum.

Cenk Kaan ORNEK

-------------------------------------------------------------------------
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Şubat 2007       Mesaj #207
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gönderilmiş Mektup


Eğer birgün bana kin, öfke duyarsan,

üzülmemi, kahrolmamı istersen,
fazlaca düşünüp, yorulma.

'Bitir öyleyse'

de, ve çek git yaşamımdan...
Bil ki, içime işleyen,
yarası iyileşmeyecek olan,
en ağır cezayı vermiş olursun bana.

Aşkın ve aşığın gözü kördür derler ya, doğruymuş.
Ne zaman kendimi kaptırsam,
dolu dizgin kulaç atsam sevda denizlerinde,
senden uyarı alıp, kendime geliyorum..
Ancak, bir süre sonra yine koyuveriyorum ipin ucunu.
Keçeyi salıyorum suya, çıkan yerini taşlıyorum.
.
Benim gönlüm pamuk ipliğiyle bağlı,
ya da çok ince cam gibi şimdi...
Küçücük bir dokunuştan korkmaktayım..
Düşlerim, gerçeklerim,
düşüncelerim, sevgim, öfkem,
hiçbir şeyim normal değil ötekilerce.
Sevdanoyak biri,
ya da 'Nanik Depresyon' hali...
Depreştikçe, nanik yapıyorum yaşama..
.
İsrediğim bir ermiş, evliya sevdası..
Yunus gibi, Mevlana gibi...
Aşıksın ama aşık olduğuna yaklaşamazsın.
Dokunamazsın, bedenine bakamazsın.
Bu ruhâni, manevi bir sevda..
Ruhlara, gönüllere herşey serbest,
bedenler yasak...
Sonsuzluğa erdiğinde yaşarsın asıl sevdanı.
Ruhlar gereksiz şeylerden arınır,
uzayın derinliklerine doğru kanat açar...
Birbirinin çekim alanına kapılarak,
birbirini bir sis, bir ışık gibi görerek,
ya da yalnızca hissederek,
ve yine uzaktan severek,
yol alır evrenin derinliklerine.
Tabulardan, cinsellikten,
dedikoduculardan korkular silinir.
Günâhı bilmeyen ruhlar
bulutların arasında
iki kelebek gibi uçar özgürce....

Bizim yıldızların, gezegenlerin çevresinden
dolaşmamıza da gerek yok sevgili...
Süzülür, deler; içlerinden geçeriz her birinin..
Gökgürültüsünü duymayıp,
ellerimizle yakalarız şimşekleri...
Yağmurlara sarılıp,
gökkuşağıyla kurularız birbirimizi...
Güneşle boyanan yüreklerimiz,
ayışığında yakomazlarla parlar...
Ara bir yolumuz o dünya denilenen
harap, döküntü hana rastlarsa,
sesleniriz sevenlere:

'Ey fâniler! ! !
Bu yaşam ve siz geçisisiniz.
Gereksiz şeylerle uğraşmayınız.
Bedenlerinizin kölesi olmayınız..
Seviniz, uzaktan da olsa seviniz...
Biz canlıyken ruhumuzla sevdik,
ve hiç ayrılığı yaşamadık...'
.
Affedersin sevgili,
seni üzmeye hakkım yok.
Günlük alışkanlık işte, bağımlılık.
Yazmadan duramadım,
başlayınca da, abukladım..
Bağışla lütfen, ve sus..
Bir şey söyleme, sen söyleme....
.
ironmaiden - avatarı
ironmaiden
Ziyaretçi
19 Şubat 2007       Mesaj #208
ironmaiden - avatarı
Ziyaretçi
Bir zamanlar, bütün duyguların
üzerinde yaşadığı bir ada varmış:
Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve
tüm diğerleri, Aşk dahil.

Bir gün, adanın batmakta olduğu,
duygulara haber verilmiş.
Bunun üzerine hepsi,
adayı terketmek için
sandallarını hazırlamışlar.
Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş.
Çünkü, mümkün olan en son ana
kadar beklemek istemiş.
Ada neredeyse battığı zaman,
Aşk, yardım istemeye karar vermiş.
Zenginlik,
çok büyük bir teknenin içinde geçmekteymiş.
Aşk,
"Zenginlik, beni de yanına alır mısın?"
diye sormuş.
Zenginlik,
"Hayır, alamam. Teknemde çok fazla altın
ve gümüş var, senin için yer yok." demiş.
Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki
Kibir'den yardım istemiş.
"Kibir, lütfen bana yardım et!"
"Sana yardım edemem Aşk.
Sırılsıklamsın
ve yelkenlimi mahvedebilirsin."
diye cevap vermiş Kibir.
Üzüntü yakınlardaymış
ve Aşk, yardım istemiş:
"Üzüntü, seninle geleyim..."
"Off, Aşk, o kadar üzgünüm ki,
yalnız kalmaya ihtiyacım var."
Mutluluk da Aşk'ın yanından geçmiş
ama o kadar mutluymuş ki,
Aşk'ın çağrısını duymamış.
Aşk, birden bir ses duymuş:
"Gel Aşk! Seni yanıma alacağım..."
Bu Aşk'tan daha yaşlıca birisiymiş.
Aşk o kadar şanslı ve
mutlu hissetmiş ki kendini
onu yanına alanın kim olduğunu
öğrenmeyi akıl edememiş.

Yeni bir kara parçasına vardıklarında,
Aşk'a yardım eden, yoluna devam etmiş.
Ona ne kadar borçlu olduğunu
farkeden Aşk, Bilgi'ye sormuş:
"Bana yardım eden kimdi?"
"O, Zaman'dı" diye cevap vermiş Bilgi.
"Zaman mı?
Neden bana yardım etti ki?"
diye sormuş Aşk.
Bilgi gülümsemiş:
"Çünkü sadece Zaman Aşk'ın ne kadar
büyük olduğunu anlayabilir..."
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Şubat 2007       Mesaj #209
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
BUKE


Uyuyamayıp da kendimi gün ışır ışımaz sokağa attığım bir gün , yorulup bir yere çökmüştüm .. Şu sadece durak tabelası olan ara duraklardan biriymiş çöktüğüm yer . Bir kadın yanaştı yanıma , " Ulus otobüsü geçti mi ?” dedi .. Bilmediğimi söyledim .. " Siz ne bekliyorsunuz ? " dedi .. Bir şey beklemediğimi söyledim .. Güldü , " Yazık size .. " dedi , " Bakın , ben hiç değilse otobüs bekliyorum .. "

Ben de gülümsedim ve sustum . Bu hikaye böyle başladı .

Haklıydı , önce beklemeyi öğrendim . Sonra beklemenin yetmediğini . Yolu ve zamanı kısaltmak için , neyi bekliyorsam ona doğru yürümeyi öğrendim ..

Kararsız geçen bir günün ardından , ertesi sabah erkenden kalkıp , aynı durağa yürüdüm , aynı yere oturdum . Kendi istemişti bunu , çok geçmeden o kadın gözüktü , yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle .. “ Ya bugün ?! ” dedi , daha ben konuşmaya fırsat bulamadan .. “ Bu gün farklı ..” dedim , heyecandan kimin olduğuna karar veremediğim bir sesle .. “ Bu gün beklediğim bir şey var ..”
“ Güzel ” dedi kadın “ Nedir o ? .. ” .. Biraz heyecandan , biraz da evli olup olmadığını anlayabilmek amacıyla ellerine baktığımdan – parmaklarında kırmızı taşlı iri bir yüzük ve üzerinde pırlantaya benzer taşlar olan alyans benzeri bir başka yüzük daha vardı - , başım hafifçe eğik , “ Sizi ..” diyebildim ..
“ Sizinle konuşmak istiyorum biraz , izin verirseniz .. ” . Sonra başımı kaldırıp gözlerine baktım usulca , sakindi , yüzünde belli bir ifade yoktu , yorgun bir yüzü , hüzünlü gözleri vardı . belli belirsiz makyajı , yaşamında özel biri yok diye düşünmeme neden olurken , sessizliğini bozup konuştu .. “ Ne konuşacaksınız ? ..”

Öyle ya , ne konuşacaktım ? Oysa epeyce hazırlanmıştım , her şeyi unuttum birden bire .. “ Şey ” diyebildim , “ Önceki gün söyledikleriniz etkiledi beni .. Düşündürdü .. Haklıydınız , benim de beklediğim bir şeyler olmalıydı .. Ben , yalnız yaşayan biriyim , belki bu yüzden bir çeşit travma içindeyim , depresyon da diyebiliriz belki .. Bazen gereğinden fazla umutsuzluğa kapılıyorum .. İşte o zaman sizin dediğiniz gibi , gerçekten beklediğim hiç bir şey olmadığını anlıyorum .. Siz beni uyandırdınız , beklediğim bir şeyler olmalı , evet .. Zayıf bir olasılık olsa bile , beklediğim bir şeyler olmalı ..
Ama ben daha garantili bir yerden başlamayı düşünüyorum , her sabah buraya gelip sizi bekleyeceğim .. Sanıyorum bir yerlerde çalışıyorsunuz , bu da hafta sonları hariç , her sabah buraya geleceksiniz demektir .. Benle ilgilenip ilgilenmemeniz o kadar önemli değil benim için ama beklediğim şey, siz olacaksınız , hiç konuşmasanız da olur , aldırmam .. Hatta sıkılırsanız daha uzak ama sizi , gelip gelmediğinizi görebileceğim bir yerde de bekleyebilirim .. Yanlış anlamayın , sizden beklediğim bir şey yok , sadece sizi beklemeyi seçtim hepsi bu .. ”

“ Bence bir mahzuru yok , bekleniyor olmak da güzeldir .. Ben de bu duyguyu uzun süredir yaşamıyorum ne yazık ki her ne kadar - bir an durakladı - neyse .. Benim için de güzel olacak galiba . ” dedi kadın hafifçe gülümserken . Alıcı gözüyle süzdü beni , ilk defa görüyormuşçasına .. “ Sıradan birine benzemiyorsunuz , öyle düşüneceğinizi sanmıyorum ama gene de söylemek zorundayım , aklınızda yanlış şeyler varsa , yani benle ilgili , yani beni tavlamak gibi .. ”
Sözünü kesip “ Hayır , hayır ..!! ” dedim .. “ Öyle bir şey yok .. söyleyeceklerim bu kadardı .. Sadece bilmenizi istedim .. Rahatsız ettiysem özür dilerim .. Anlaşıldı , sizi uzakça bir yerde bekleyeceğim bundan sonra .. Hatta sizin beni göremeyeceğiniz kadar uzak bir yerde .. Sizin yerinize koyabileceğim başka bir şey bulana kadar , sabahları sizi beklemeye devam edeceğim .. Hepsi bu .. ”
Ulus otobüsü , caddenin başında gözüktüğünde, ikimiz de susuyorduk. Otobüs durup kapıları açıldığında sadece “ Hoşça kalın ” dedi önce , sonra otobüsün kapısına doğru yürürken “ Fazla uzakta beklemenize gerek yok .. ” dedi gülümseyerek .. Ve gitti ..

Salakça bir şeydi yaptığım , evet , ama ben her sabah , o durağa gidip , o kadını beklemeyi iş edindim kendime . Daha çok durağın karşısındaki kaldırıma oturup bekliyordum .. Böylece ne çok uzak ne de çok yakın oluyorduk birbirimize . Zaten hiç konuştuğumuz filan da yoktu . Hatta ilk günlerde fazla göz göze gelmemeye bile çalışıyorduk .. Çok seyrek de olsa ara sıra karşılıklı gülümsüyorduk sadece .

Sonraki günlerin birinde , aklıma daha çok b e k l e m e k istediğim geldi , öyle ya bu kadın işe gittiğine göre , işten dönüyordu da . Kadını karşılamaya karar verdiğim o gün , oldukça erken bir saatte gidip yerime oturdum . Yaklaşık iki saat sonra otobüsten indi ve beni fark etmeden yürüyüp gitti . Ertesi gün de aynı şey oldu , O’ nu akşamları da beklediğimi fark etmiyordu . Sabahlara alışkındı ama akşamları da burada olacağım aklına gelmiyordu demek ki , kendimi bir şekilde gösterse miydim , yoksa böyle sürüp gitmeli miydi ? Görse de değişen bir şey olmayacaktı nasıl olsa , bu nedenle ben her zamanki yerimde oturmaya devam edip durdum .

Kaç gün sonraydı bilmiyorum ama bir gün beni gördü . İnanamamış gibi tekrar tekrar dönüp baktı , gülümsedi ve gitti .. O gün daha mutluymuşum gibi geldi bana . O zaman , daha çok beklemeliydim ama nasıl ? Bekleyişlerimi nasıl çoğaltabilirdim ? Ansızın aklıma geldi , salaklığıma kızdım , bu kadın cumartesileri işe gitmiyor muydu ? Ben neden cumartesileri sabah ve akşam beklemiyordum bu kadını ? Eğer gidiyorsa , kaç günlük az beklemiştim , bunu en kısa zamanda anlamalı ve bir şeyi beklemeden geçen – anlamsız – cumartesilerime son vermeliydim , bir an önce ..

İlk Cumartesi , her zamanki saatte , her zamanki yerimde hazırdım ve her zamanki saatinde geldi kadın ve otobüs . Otobüs hareket ettiğinde , bana doğru bakarak hafifçe gülümsediğini görebildim . O gün daha bir mutlu oldum kendimce .. “ Tüh be !.. ” dedim , kendi kendime , “ Kaç cumartesi bir şey beklemeden geçip gitmiş .. ”

Dönüş saatinde gene yerimdeydim , ama gelmedi . Oldukça uzun bir süre daha bekledim fazladan , ama gelmedi . En az yedi , sekiz otobüs gelip geçti ama o kadın gelmedi . Olabilirdi tabii , hafta sonuydu , bir arkadaşıyla bir yerlere gitmiş olabilirdi . Böyle düşünmek hem rahatlattı hem de huzursuz etti beni , kalkıp eve döndüm .

Ancak bir kaç cumartesi deneyiminden sonra , cumartesileri çalışmadığına inanabildim . Demek ki , hafta sonları belirsiz saatlerde bir yerlere gidip geliyor , ya da evinden dışarı çıkmıyordu . Cumartesileri , bekleme programımdan kaldırmaktan başka yapabilecek bir şeyim yoktu , ben de öyle yaptım .

Evde geçen zamanlarımda da kadını düşünüyordum bolca , şiirlerime rahatça girer çıkar olmuştu giderek , son bir kaç şiir bu kadına yazılmıştı . Düşünmek , sevmek değil miydi , hafif dozlu . Ne yapıyordum ben ? Platonik bir aşk mıydı bu ? Yoksa sadece aptalca bir duygu mu ? Kesif yalnızlığımdan doğan salakça bir özlem mi ? Ne olursa olsun , ne kadar salakça olursa olsun , bu oyunu seviyordum . Ne yapacak başka bir işim ne de düşünebileceğim başka biri vardı hayatımda . Ne de beni düşünen biri . İçinde boşluklardan başka bir şey olmayan hayatıma karışan , rengini tanımlayamadığım her hangi bir şeydi bu kadın . Her şey de olabilirdi , hiç bir şey de .

Bir gün , hayatıma renk katan bu kadına bir ad vermeye karar verdim . Evet , bir adı olmalıydı . Olmalıydı da ne olmalıydı ? Günlerce düşündüm , bildiğim bütün isimleri geçirdim kafamdan , hiç birini yakıştıramadım . Aklıma gelen isimlerin çoğunun sahiplerini tanıyordum ve bu nedenle o isimleri kullanmak istemiyordum ya da içime sinmiyordu aklıma gelen isimler . Geriye bir tek şey kalıyordu : bu kadına bir isim uydurmak ..

Günlerce düşündüm , acelem yoktu . Duvarımda asılı deniz haritasında Yunan adalarının isimlerini gözden geçirdim önce , “ Sofrana ” ve “ Tira ” vardı isim olabilecek , onları bir yere not ettim Sonra eski bir gazete takıldı bir gün gözüme , karıştırırken
“ İstanbul koşu bülteni ” ne bakmaya başladım , bir sürü koşu ve at isimleri vardı : Eylül , Giryan , Nesmiyana , Gizcem , Nesrinim, Türküm , Berfegül , Sülün , Zümrüt , vesaire . Türküm ve Berfegül , değişik ve güzel isimlerdi . Sonra bir dost toplantısında söylenen iki isim daha geldi aklıma ; ata binen , yiğit güzel kız anlamına gelen : Evun ( tatarca kökenliydi galiba ) ve öksüz , yetim kız anlamına gelen : Meyvan .. Bir de , olgunlaşan , olgunlaşmış şarabın kokusuna verilen bir isim söylenmişti .. Hay Allah , neydi o ?! Fethiye yöresinde , şarapçılığıyla ün salmış Kadyanda taraflarında kullanılan ( Bir ören yeriymiş aynı zaman da , Kadyanda ) bir isim . Evet , evet hatırladım : Buke ..

Bu isimler içinden bir çoğunu eledim , geriye kalanlar ; Eylül , Türküm , Berfegül – Berfe ‘nin anlamı neydi acaba ? Gül kısmını atmalıydım . Berfe , aradığım isim olabilirdi . - , Evun ve Buke oldu . Eylül , sevdiğim bir isimdi aslında ve Eylül isimli biriyle tanışmamıştım bu güne kadar , olabilirdi .. Türküm de değişik ve güzeldi . Berfe ‘ yi de ilk defa duyuyordum , kulağa hoş geliyordu . Evun ?!! ı ıh , üstünü karaladım fazla düşünmeden .. Buke de değişik ve duyulmamış bir isimdi , u ‘ yu biraz uzatarak söyleyince fena olmuyordu ..

Anlamını bilemediğim için Berfe ‘ yi de eledim , ama bu isim hoşuma gitmişti , en kısa sürede anlamını araştıracaktım . Geriye ; Eylül , Türküm ve Buke kalmıştı . Üç küçük kağıda bu üç ismi yazıp , avucumda iyice salladım ve gözümü kapayıp birini çektim kadınımın – kadınımın mı ? – adını belirleyecek olan kağıdı açtım : Buke .. Adı belliydi artık , bekleyişlerimin adı belliydi , adını bildiğim birini bekleyecektim artık .. Bir başka sevindirici nokta da , at isimlerinden birinin çıkmamış olmasıydı .

Sanıyorum ikinci ayın sonlarıydı , sonbahar yerini daha soğuk günlere bırakmaya başlamıştı . Yağmurlar da . Bana ilk pardösü alındığında yanılmıyorsam ilkokul ikinci sınıftaydım ve ben , ilk pardösümü ilk gün bir yerlerde unutup kaybetmiştim . O gün bu gündür , hayatta iki şeyim olmadı : pardösüm ve pijamam . Soğuğa olan bağışıklığımın temeli , pardösümü kaybettiğim o günlerde başlamış olmalı . Yağmur çıldırmış gibi yağarken ben bunları aklımdan geçiriyordum ki otobüs geldi .


Genellikle olduğu gibi , bu durakta inen yalnızca Buke oldu . Şemsiyesini açmaya çalışırken , göz ucuyla bana , sırılsıklam halime bakıyordu , hafiften başını sallıyarak . İçinden kesinlikle “ Sen delinin birisin ” diyordu , emindim . Caddenin öbür tarafına geçmek için hızlı adımlarla yürümeye başladı , orta refüjden ilk adımını atmıştı ki birden tökezlendi , düşmemeye çalışarak bir kaç adım daha atabildi ama toparlanamadı , düştü . Daha O sendelerken , ben yerimden fırlamıştım ama yetişmem söz konusu bile değildi , olan olmuştu , koşarak yanına gitmeye çalışıyordum , başıma gelecekleri bilmeden . Islak zeminde kayıp ben de Buke’nin yanına uzanmış buldum kendimi .

*****

“ İçeri gelin . ” dedi , Buke . “ bakın , siz iyiyseniz , girmeyeyim ben . Ben de eve gidip üstüme kuru bir şeyler giysem iyi olacak galiba . ” dedim . “ Girin, lütfen . ” dedi , sıcak bir sesle . Girdim , eliyle işaret ettiği koltuğa oturmadım , “ Üstüm , başım çamur içinde .. ” dedim , ellerimle üstümü göstererek . “ Şu sandalyeye otursam daha akıllıca olacak .. ” Masanın yanındaki sandalyelerin birini çekip oturdum .

“ Elinizi yüzünüzü yıkamak isterseniz banyo bu tarafta .” dedi bir kapıyı işaret ederek . Reddedecek halim yoktu , teşekkür ederek kalktım , Aynadaki halime güldüm bir süre , elimi yüzümü yıkadım . İçerden sesi geliyordu , biriyle konuşur gibi . Sol elim ve dirseğim berelenmiş ve kanıyordu , havluyu kana bulamamak için , tuvalet kağıdından kopardığım parçaları kanayan kısımlara bastırdım , yalan yanlış kurulanıp çıktım .

İçeri döndüğümde , masanın üstünde , bir ilk yardım çantası duruyordu . “ Çay suyu koydum , birazdan hazır olur .” dedi Buke içeri girerken , “ Şimdi tedavi zamanı .. ” diye sürdürdü konuşmasını , bir sandalye çekip karşıma oturdu . İki dizide çizikler içindeydi ve inceden kanıyordu , yaralarına baktığımı görünce “ Bunlar önemli değil , bileğim kötü burkuldu , şişecek gibi .. ” dedi , yüzünü ekşiterek , sonra güldü , “ Çok komiğiz , di ’ mi ? ”

İlk yardım çantasından çıkardığı malzemelerle dizlerine pansuman yaptı , şişmeye başlayan bileğine soğuk kompres uyguladı . Eğilip kalktıkça gömleğine kayıyordu gözlerim , göğüslerine . Kendime kızıp , bakmamaya çalıştım .. Doğrulup bana baktı ,
“ Sıra sizde .. ” dedi “ Uzatın elinizi .. ”

Bir şey yapmaya gerek olmadığını , kanamanın durduğunu söyledim dinlemedi . Elimdeki ve dirseğimdeki çizikleri temizlerken , dokunuyorduk birbirimize ister istemez ve bu dokunuşlar hoşuma gidiyordu . Kanamalar kesilmesin de dokunuşları sürsün istiyordum , dirseğimi bantlayıp tedavi faslını bitirirken “ Benim adım Saliha .. Ya sizin ki ? ! ” dedi .

“ Buke . ” deyivermişim , “ Saliha değil , Buke sizin adınız .. ” . Şaşkın şaşkın yüzüme bakıp “ Ne demek bu ? . ” diye sordu .“ İsterseniz çaylarımızı içerken anlatayım , biraz uzunca .. ” dedim gülerek , “ Bu arada benim adım Onur , Suphi Onur , Onur ’ u kullanıyorum genellikle .. ” . Hiç bir şey demeden kalkıp içeri yürüdü , bana uzunca gelen bir süre sonra , üstüne rahat ev kıyafetleri giymiş olarak ve üzerinde iki fincan çay olan küçük bir servis tepsisiyle döndü , çayları masanın üzerine bıraktı . Tekrar gitti , geldiğinde ev işi olduğu belli olan bir kek tabağıyla geri geldi .

“ Çayınızı soğutmayın , sıcak sıcak için , iyi gelir , kötü ıslanmışsınız , şunlardan da alın .. ve anlatın bakalım neden Buke ? ” .

Aslında o zamana kadar çok az konuşmuştuk ama içimizi ısıtan bir şeyler vardı sanki , rahatlamıştık , ilk anların tedirginliği kalmamıştı pek . Adının hikayesini anlattım , gözlerini gözlerinden ayırmadan sakin ve ilgiyle dinledi .. “ İlginç . ” dedi . “ Ama sevdim .. Buke !! .. Çok değişik , kullanamasam bile bu adı unutmayacağım .. Şimdi gelin benimle .. ”

Kalktı , önümden yürüyüp bir odanın kapısını açtı yavaşça , yatak odasıydı ; düzgün , tertemiz , zevkle döşendiği ilk bakışta belli olan . Yatağın yanında bir bilgisayar masası , onun önünde üzerinde araba koltuğu gibi emniyet kayışları olan değişik , özel olduğu belli olan bir tür koltuk ve onun hemen arkasında katlanabilir cinsten bir özürlü arabası duruyordu ve yatakta kımıldamadan yatan bir adam . Yakışıklıydı . Yatalak hastalarda görünen alışılmış perişanlıktan uzak , tıraşlı ve tertemizdi .

Buke , eliyle yatan adamı işaret ederek “ Eşim , Serdar . ” dedi . “ Bu da Onur bey .. Aşığım .. ” Sonra gülmeye başladı , adam da gülüyordu , yani Serdar .. O bedene yakışmayan yumuşak ve sıcak bir sesle “ Merhaba .. ” dedi . Ben kulaklarıma kadar kızarmıştım , şaşkın bir kekeme oluverdim birden , elim , ayağım , dilim , kısacası tüm organlarım bir anda birbirine girdi . Özellikle odaya girerken kapı aralığından gördüğüm kadarıyla , daha içerisini ve içerde olanları tam göremeden , buranın bir yatak odası olduğunu sezen , durumu yanlış değerlendiren ve kendince hareketlenen organım . Utancından, haftalarca , aylarca , yıllarca derin dondurucuda bırakılmış gibi küçülmüş , utanmış , saklanacak yer arıyordu kendine , suçu beynime yüklemeye çalışarak . Haklıydı da .

“ Buke hanım , yapmayın .. Özür dilerim , saçmaladım iyice , Saliha hanım , yapmayın bunu bana .. Öyle bir şey yok , Serdar bey , inanın yok öyle bir şey . Bakın aslında .. ” . Ben iyice salaklaşıp , iki lafı bir araya getirmeye çalışırken , onlar güleç yüzleriyle beni seyrediyorlardı ve epeyce eğlendikleri belliydi , alaycı bir tavırları da yoktu üstelik .

Serdar “ Rahat olun , lütfen. ” dedi . “ Bütün hikayeyi biliyorum . Siz, bizim hayatımıza renk kattınız . Size kızgın değilim , en ufak bir saygısızlık yapmadığınızı da biliyorum . Saliha , bana her şeyi anlatıyordu günü gününe, siz yeni bir hikayeydiniz yaşamımızda , bizim hikayelerimiz oldukça yıpranmış şeyler . Biz yıllardır bu gördüğünüz durumdayız , daha doğrusu ben . Tek bir odada geçen ömürlerde fazla değişiklik olmuyor genellikle . Sıkıcı ve monoton bir hayat işte , onun için biz size dört elle sarıldık aylardır , haberiniz olmuyordu tabii ama her akşam konuştuğumuz konuların içinde siz de vardınız . Bir oyun haline gelmiştiniz bizim için , elinizden düşmeyen sigaranızdan tutun da sizi her gün o durağa taşıyan nedenleri , sizin kim , nasıl biri , neler yaşamış biri olduğunuz üzerine kurulmuş bir tahmin oyunu . Saliha’nın , size söylediği bir cümleyle başlayan bir oyun . Kısaca böyle . Sonra devam ederiz isterseniz , sizi tanıdığıma sevindiğimi söyleyebilirim rahatlıkla ..” Buke’ ye dönüp “ Onur bey içinde bir tabak koyar mısın sofraya , aşkım ? . ” dedi . “ bana öyle geliyor ki daha konuşacak bir sürü şeyimiz var .. ”

Bir şeyleri beklemekle başlayan bu olay , nerelerden nerelere gelivermişti ansızın . Neler umarken , neler olmuştu .. Bir şey daha öğretmişti , Buke :

Biraz biliyor olsam da beklenmeyen şeyler de vardı hayatın içinde ve bu beklenmeyen şeylerin beklenebileceği bir durak da yoktu ..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Şubat 2007       Mesaj #210
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aşağıda okuyacağınız yazı yaz başında yazılmıştı. Gece sabahı karşılarken yazmıştım sıkıntıdan. Sadece rahatlamak adına aslında. Sonra sizlerle de paylaşmak gerektiğini düşündüm. Sonra Something20Mathematical202020By20Evrenizvazgeçtim, sonra tekrar tekrar tekrar… Derken olmadı, bir türlü koyamadım bunu buraya. Bazen çok boş yaşadığımı düşünüyorum hayatı, bazen yaptıklarımda hiçbir anlam bulamıyorum, bazen de buraya birşeyler yazmamı hiç mi hiç anlamıyorum. ama bu sefer belki de son kez bu yazıyı koymam gerektiğini düşünüyorum. Yeri geldi belki de, belki de sevdiğim birilerini kaybettiğimi düşündüm, belki de boş yere birilerin kalbini kırdım.

Bazen geçmişe dönüp gözden geçiriyorum hayatımı. Yaptıklarımı sorguluyorum. “Geçmişten sadece ders çıkarılır” prensibimden ödün vermeden devam ediyorum. Hatalarımdan dersler çıkarmaya çalışıyorum hepimiz gibi. Geçmişten gelen mektuplarımı okuyorum. O zaman sorduğum soruların bugün cevaplarını arıyorum. Çoğunun cevabını bulamadım hala. Cevabını bulamadıklarımı erteliyorum başka bir zamana, bir cevap bulabilmek umuduyla. Umut işte. Bizi hayata bağlayan da bu değil mi zaten?

09.06.2006

Kazadan sonra öğrenen herkes geçmiş olsun dileklerini iletti. Burada yazdım ama hayatımda olan kimseye anlatmamayı yeğledim önce. Hatta ailem bile başkalarından öğrendi. Arabanın arıza yaptığını, bu yüzden biraz gecikeceğimizi söyledim. Yalan söylemeyi hiç mi hiç sevmem. Neden mi yalan söyledim? Telaşlansınlar istemedim. Karşılarında sapasağlam dursam bile telaşlanırlardı çünkü. Çünkü çok sevdiğim eniştemi 4 yıl önce bir trafik kazasında kaybettiğimizden beri hassastılar bu konuda. Söyleyemedim.

Bir diğer neden de, algılayamadım yaşadıklarımı. Bu ilk değil, ikinci trafik kazam ve üçüncü ölümden dönüşüm. İlk kazada hata bendeydi. Motosikletin üzerinde hız kavramını o kadar yitirmiştim ki aklımda, bilmediğim bir yolda çakıla kaptırdım. Uzunca bir yolu motosiklet ve yer arasında sürünerek katetmiştim o zaman. Sol kolumda hala taşırım izlerini. Eniştem vardı arkamda en çok da ona üzülmüştüm. Onun hayatını nasıl tehlikeye attığıma inanamamıştım. O gün yola çıkarken ablam dikkat edin dediğinde “en fazla bir yerimizi kırarız” diye cevap vermiştik eniştemle gülerek. Korkmazdık çünkü. Sonra kaza olduğunda yaralı bir şekilde eve kadar götürmüştüm motosikleti ve eniştemi ellerimi hissetmeden.

İkinci ölümle randevum ilk ciddi randevuydu aslında. Onda kimsenin suçu yoktu. Belki yine ben suçluydum, bilmiyorum, ama benim için dönüm noktası olmuştu. Çünkü ben artık ben olmadım o günden sonra, bambaşka biri olup çıkıvermiştim. Lise sondaydım, sınava iki aydan az kalmıştı. Birden sol tarafıma inen bir ağrıyla kıvrandım, sonra nefessiz kalmanın nasıl birşey olduğunu tattım uzunca bir süre. Acile götürdüler, bir süre sonra bulanık bilincimi tekrar kazandığımda "iyiyim artık, gidelim" dediğimi hatırlıyorum. Sonra doktor "uzan" dedi. Meğer orası ameliyat masammış. Doktor sol göğsümü açarken makasın kemiklerime dokunduğunu, derimin bir kumaş gibi kesildiğini hissettim. Bilincim açıktı zaten. Kestiğini görebiliyordum. Sonra hastanede yattım. Bir süre sonra babam geldi. Onun yüzündeki ağlamaklı ifadeyi gördüğümde “iyiyim baba” diyebilmiştim. İnanmayan gözlerle baktı bana. Sonradan öğrendim ki doktor yaşama ihtimalimin az olduğunu söylemiş. Yorgun düşmüşüm, uzunca bir süre uyuyakalmışım. Arkadaşlarım okuldan sonra gelip nasılsın dediklerinde Real Madrid – Galatasaray maçını kaçıracağıma üzülüyorum demiştim. Ölümle dalgamı geçmiştim yine. Tıpkı şimdiki gibi. Detayları yazmak istemiyorum ama en çok da hastaneden çıkmama saatler kala doktorun beni anestezi yapmadan dikmesi yormuştu beni. Doğumgünümde ayrıldım hastaneden. Yeniden aynı günde doğmuştum. Sonra hayatı sorguladım uzunca bir süre -birkaç sene sürdü- hayatımı, anlamını, kaybolup gittim kendi dünyamda. Sonra anlamını hiç kavrayamadığım soruların, anlamını hiç kavrayamadığım cevaplarını aradım bir ilkokul sırasında. "ÖSS…" dediler, "…girmelisin.". Sonra üniversite göründü ufukta. Neyse işte…

Bunları yazmayacaktım aslında. Aslında ben buraya şu an ne düşündüğümü yazacaktım. Hayır, gecenin bu vaktinde sabah gireceğim iş mülakatını da yazmayacaktım. Ben bu saatte hissettiklerimi yazacaktım sadece.

İnsanın hayatında bir kez aşık olduğunu ya da olabildiğini yazacaktım mesela -belki de yanılıyorum, bilmiyorum-. Şu an bilmedikleri kadar çok değer verdiğim insanların varlığından bahsedecektim size.

Hayatta sevgileri ve dostlukları nasıl da kolay harcadığımızdan bahsedecektim. Ben de harcadım, harcandım çünkü, hepimiz gibi, şimdi anlıyorum. Her iki tarafta da oldum, biliyorum. Hepimiz olduk, biliyoruz. Ama yine de bile bile tekrarlıyoruz hataları. Nerden çıktı şimdi bütün bunlar. Yazacaktım aslında içimden geçenleri de toparlayamadım. Olmadı işte, olmadı….

Yatıp uyusam mı ki? Unutmadan, bir de şu sigaraya başladığım güne lanet ediyorum!

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat