Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 50

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 545.561 Cevap: 1.812
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
27 Mart 2007       Mesaj #491
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Dostluk Budur İşte

Sponsorlu Bağlantılar
İstanbul da okuyan iki aradaşdan birinin adı Ahmet diğerinin adı Nihat. Nihat çok fakir, ailesinin desteğiyle zor zahmet okumaya çalışan bir genç, Ahmet ise bunun aksine varlıklı bi ailenin evladı; yat, kat, araba, para ne istersen var adamda. Bunlar aynı okulda okudukları için tanışıyorlar kaynaşıyorlar birbirlerine. Derken kanka oluyorlar can ciğer dost oluyorlar. Yedikleri içtikleri ayrı gitmiyor, aynı evde kalıyorlar. Ahmet hiçbirşeyini esirgemiyor dostu Nihat tan. Yemiyor yediriyor, içmiyor içiriyor, giymiyor giydiriyor o derece seviyor yani Nihat ı . tabi Nihat ta farkında bunların o da biliyor arkadaşının hakkını kolay kolay ödeyemeyeceğini. Ahmet parası olmadığında Nihat ın cebine harçlığını dahi koyuyor. Derken bir gün Ahmet pencere önünde yine aynı saatlerde hoşlandığı kızı seyretmek için duruyor ve kız geçiyor Ahmet de sanki heybetli birini seyredercesine kızı süzüyor gözleriyle. O gün de kızın hemen arkasında biricik dostu Nihat yürüyerek gelmekte. Anlamıyor tabi ilkin ama hemen sonra eve giriyor Nihat. Heycanlı bi şekilde Ahmet e konuyu açıyor: o kızdan çok hoşlandığını kendisinin kızla aralarını yapıp yapamayacağını soruyor. Hayır diyemiyor Ahmet. Söyleyemiyor kendisinin de aynı kızdan hoşlandığını. Tanışmalarına vesile oluyor bi şekilde ikisinin. Derken bunlar işi iyice ilerletiyorlar hoşlanıyorlar birbirlerinden ve evleniyorlar.

Yıllar sonra…

Nihat Kayseri ye vali olarak atanıyor. Ahmet ise bi işin ucundan tutamıyor bir türlü. Şimdi roller değişiyor. Nihat çok zengin oluyor: kat, yat , para …..herşey. Ahmet ise dibe vuruyor tam takırdar. Elde avuçta bişey kalmıyor. Eşi dostu Nihat ın kayseri ye vali olduğunu gidip ondan bari yardım etmesi için ricada bulunmasını istiyorlar. Belki bi iş bulur diye ümit ediyorlar. Ne de olsa eski dost. Bu kadar emeği geçti Ahmet in ona. Kabul etmiyor, yediremiyor gururuna Ahmet. Hayır diyor. Kötü geçen günler birbirini kovalıyor. Ahmet in durumu gittikçe içinden çıkılmaz hal alıyor. Sonunda dayanamıyor, gitmeye karar veriyor Kayseri ye. Varıyor valiliğin önüne, vali beyle görüşmek istediğin söylüyor: VALİ NİHAT BEYLE. Kapıcı valinin kendisini tanımadığını söylüyor. Nasıl olur diyor demediniz mi İstanbul daki en yakın dostun, Ahmet geldi diye demediniz mi diyor. Kapıcı tekrar sormak için gidiyor. Tekrar geldiğinde valinin kendisini tanımadığını eğer ısrar ederse kovun dediğini söylüyor kapıcı. Ahmet yıkılıyor. Ayrılıyor oradan direk Nihat beyin evinin yolunu tutuyor. Hanimıyla görüşmek için ne de olsa onları o tanıştırmıştı. Biliyordu Ahmet i ve dostluklarını. Evin önüne varıyor, zili çalıyor. Kapının arkasına kadar gelen birinin olduğunu ve dürbünden bakan birinin olduğunu fark ediyor ama kapı burada da açılmıyor. Nakavt olan bir boksör gibi yere yığılıyor. Çok kötü hissediyor kendini. kapının önünden de aradığı teselliyi dahi bulamıyor. Evin önünden uzaklaşmadan biri geliyor Ahmet in yanına. Yaşlı bi adam geliyor. Durum soruyor, anlatıyor Ahmet. Çok üzülüyor Ahmet gibi o yaşlı adamda duruma. Ve diyorki: “benimle çalışmak istermisin benim yanımda, sana yatacak yer de veririm hem biraz da para kazanmış olursun” çaresiz kabul ediyor, yaralı dost. Yapacak pek fazla bişey kalmıyor çünkü. Adam sarraf. Ahmet çalışmaya başlıyor gel zaman git zaman orada da çevre ediyor. Herkesin güvenini kazanıyor. Bir gün müşterilerden biri geliyor Ahmet in yanına baya samimi olduğu ihtiyar bi müşteri. Seviyor da Ahmet i. Elindeki kutuyu veriyor kendisine kendisinin 3 içinde dönmemesi durumunda bu kutunun kendisinin olacağını söylüyor. Tamam diyor Ahmet ve odasına koyuyor kutuyu. Aradan 3 ay, 4,5,6 ay geçiyor. Ne gelen var ne giden. Anlatıyor durumu patronuna. O da artık kutunun kendisinin olduğunu gönül rahatlığıyla açabileceğini söylüyor. Bir bakıyor ki kutunun içi mücevher, altın, para dolu. Patronu artık onun bu mesleği yeterince öğrendiğini kendisine de bu sermayeyle bi sarraf dükkanı açabileceklerini söylüyor. Gönlü yatıyor Ahmet in. Zamanla hatrı sayılır esnaflarından oluyor kayseri nin. Yat, kat, araba ve para her şeye sahip oluyor.

Bir gün bi müşteri geliyor, yanında genç güzel bi kızla. Gönlü kayıyor kıza, Ahmet in. Kız da ondan hoşlanıyor. Ve istetiyor kızı. Nişan günü gelip çattığında sıra davetlileri çağırmaya geliyor. Kız valiyi de çağırmaları gerektiğini söylüyor. Kabul etmiyor Ahmet. Olmaz asla olmaz diyor. Kız nasıl olur biz büyük bi aile olduklarını vali çağırmazlarsa olmayacağını söylüyor. Kabul ediyor Ahmet de mecburen. Büyük gün gelip çattığında Ahmet davetliler arasında olan vali NİHAT BEY le karşılaşmamak için elinden geleni yapsa da bir an karşı karşıya geliyorlar. Ama fazla bakamıyorlar birbirlerinin yüzüne. Ahmet hemen sahneye doğru koşuyor ve kapıyor mikrofonu başlıyor anlatmaya. Durum böyle böyle…. Bundan çok zaman önce kardeşim gibi sevdiğim biri vardı yemedim, içmedim ona verdim neyim varsa yoksa. Giymedim giydirdim, hatta harçlık verdim. Çok iyilik yaptım onun için. Yetmedi sevdiğim kızıda ona verdim. onu asıl benim sevdiğimi söyleyemedim kendisine. Canımdan bile çok seviyordum çünkü kendini. Yıllar sonra benim durumum kötüye gitti o dostumun da Kayseri ye vali olduğunu öğrendim, yanına geldim. Evet o dost Nihat beydir. Benim kendisine yaptıklarıma karşın o beni makamından kovdurdu, ardından evine gittim kapıyı bile açmadılar. Tüm kapıları yüzüme kapadılar. Diyor ve mikrofonu bırakıyor, iniyor sahneden. Bütün konuklar şaşırıyor, anlayamıyorlar ne olduğunu. Bu anlatılanların üzerine vali Nihat bey bir cevap vermek zorunda kalıyor. Ve o da çıkıyor alıyor mikrofonu başlıyor anlatmaya. Evet diyor anlatılanların hepsi doğrudur.yalan diyemem. Ama bilmediği bir şey var. Durumunun kötü olduğunu duymuştum yanıma geldi evet kovdurdum. Çünkü ona yardım etsem kabul edecekti fakat 3-5 ay sonra gururuna yediremiyecek ve intihar edecekti. Birim kendisinin ne kadar gururlu olduğunu. Sonra hemen evi aradım eşimi. Biliyordum eve gidecekti direk. ona az sonra Ahmet in geleceğini ve ne olursa olsun kapıyı açmamasını söyledim. Ardından mallemizde bulunan sarraf arkadaşımı aradım ve bizim evden uzaklaşan birini gördüğünde ona iş ve kalacak bir yer vermesini söyledim. Ardandan babamı gönderdim yanına müşteri olarak tanıştılar kaynaştılar, dost oldular. Sonra babamla bir kutu gönderdim. onun içindekiler benim param değildi, babamın da değil. Ahmet in benim için harcadıklarının bir karşılığıydı. ona borçlu kalmak istemedim. O paralarla kendine bi iş kurdu. İyi işletti parayı bu durumlara geldi, zengin oldu. Arkasından Ahmet in dükkanına annemle kız kardeşimi gönderdim. Birbirlerini gördüler sevdiler ve bu gün evlenmeye karar verdiler. İnşallah mutlu olurlar. Diyor ve Nihat da mikrofonu yere bırakıyor. Ahmet in boğazı düğümleniyor, ne diyeceğini bilmiyor. Gözünden ilmik ilmik yaşlar akmaya başlamış. Ve sarılıp iki dost birbirlerine barışmışlar tekrar eski günlerdeki gibi birbirlerine sıkı sıkı sarılmışlar. Mutlu mesut bi şekilde düğünü tamamlayıp, hayatlarına devam etmişler….


DOSTLUĞUN DEĞERİNİ BİLMENİZ DİLEĞİYLE……..
DOSTLAR HİÇBİR ŞEYE BENZEMEZ………

HayLaZ61 - avatarı
HayLaZ61
VIP BuGS_BuNNY
27 Mart 2007       Mesaj #492
HayLaZ61 - avatarı
VIP BuGS_BuNNY
BİR MASAL GİBİ
Dondurucu soğukta bir an önce evime varabilmek için
Sponsorlu Bağlantılar
hızla yürürken, ayağımın ucunda bir cüzdan gördüm..
Hemen aldım. Sahibini gösteren bir kimlik vardır diye
acele acele açtım.. İçinde üç dolar ve sararıp kat yerleri
yıpranmış eski bir zarftan başka birşey yoktu...

Sol üst köşede yalnızca gönderenin adresi, alıcı adresi
yerinde bir posta kutusu numarası vardı. Bir ipucu
bulabilmek belki biraz da merakımı giderebilmek için
zarfı açtım ve içindeki mektubu okumaya başladım.
Mektup, sol yanı çiçek resmiyle süslenmiş bir kağıda,
özenli bir el yazısıyla yazılmıştı ve "Sevgili Michael"
diye başlıyordu.. Ve "Annesi yasakladığı için
onu bir daha göremeyeceğini" anlatarak
devam ediyor.. "Ama sakın unutma, seni daima
seveceğim" diye bitiyor.. İmza.. Hannah!..

Elimde yalnızca, mektubu yazan kişiyle, mektubun
yazıldığı kişinin birinci adları vardı. Eve gider gitmez
hemen telefon idaresini aradım.Görevli kisi, kendisine
bildirdiğim adreste yaşayanların telefon numarasını
vermesinin yasalara aykırı olduğunu söyledi. Fakat
ısrarım karşısında: "Belki, size yardımcı olabilirim" dedi.
"Bu adreste bulunan numaraya telefon ederim ve onlar
Kabul ederlerse, sizi görüştürebilirim lütfen bekleyin.."
dedi. İki üç dakika sonra görevlinin sesi geldi..
"Bağlıyorum efendim." Telefonda, karşıdaki hanıma
"Hannah diye birini tanıyıp, tanımadığını" sordum.

"Bu evi, 30 yıl evvel, Hannah diye kızları olan bir aileden
aldık" dedi. "Peki yeni adreslerini biliyor musunuz?.."
"Hannah annesini bir huzurevine yatıracaktı. Oradan takip
ederseniz, belki adres bulursunuz.." deyip bana huzurevinin
adını verdi.. Hemen aradım.. Yaşlı anne yıllar önce ölmüş..
Ama kızına ait eski bir telefon numarası var. Belki ordan
bilirlermiş.. "Bunların hepsi aptalca aslında" dedim
kendi kendime.. İçinde sadece 3 dolar ve 60 yıl önce
yazılmış bir mektup bulunan cüzdanın sahibini aramak
için bunca zahmete ne gerek var ki.. Aradım numarayı..

Bir kadın "Şimdi Hannah'nın kendisi bir huzurevinde"
dedi ve numarayı verdi. Hemen orayı çevirdim.. Ses;
"Evet, Hannah burda yaşıyor" dedi.. Saat ona geliyordu
ama hemen yola çıktım, Hannah'yı görmek için..
Devasa bir binanın üçüncü katında şirin bir oda.. Gümüş
saçlı, sıcak tebessümlü bir yaşlı kadın.. Gözlerinin içi ışıl
ışıl ama.. Anlattım olanları.. Cüzdanı ve mektubu gösterip..
Derin bir iç çekti mektuba bakarken ve "Genç adam" dedi,
"Bu mektup, Michael ile son kontağımdı.. Onu öyle
seviyorum ki.. Sean Connery gibi yakışıklıydı.. Hani şu
meşhur aktör.. Ama ben 16 yaşındaydım.. Çok küçüğüm
diye annem kesinlikle izin vermedi.." Derin bir nefes daha..
"Michael Goldstein harika bir insandı. Eğer bulabilirseniz
ona söyleyin lütfen.. Onu hep düşündüm.. Hep.." Bir ufak
sessizlik.. Bir derin nefes daha.. "Ve onu hep sevdim.."
İki damla yaş damladı elindeki mektuba, ıslanan gözlerden..
"Ve hiç evlenmedim.. Michael gibi birisini bulamadım ki.."
Hannah'ya teşekkür edip odadan çıktım.

Binadan çıkarken danışmada beni karşılayan kız
"Hannah Hanım yardımcı olabildi mi size" dedi.." Hiç
değilse bunun sahibinin soyadını öğrendim" dedim..
Cüzdanı elimde sallayarak.. O sırada yanımda dikilip duran
hademe bağırdı.. "Hey baksana.. Bu Bay Michael'ın
cüzdanı.. Üzerindeki bu kırmızı şeritten onu nerde
görsem tanırım.. Cüzdanını hep kaybederdi zaten..
Üç kere ben buldum, koridorlarda..

"Michael sekizinci katta yaşıyordu.. Ok gibi fırladım
tekrar asansöre. Michael yatmamıştı. Okuma odasında
kitap okuyordu. Hemşire beni ve elimdeki cüzdanı gösterdi.
Michael elini arka cebine attı, hızla.. Sonra sevinçle "Evet
bu benim cüzdanım" dedi. "Öğleden sonraki yürüyüş
sırasında kaybetmiş olmalıyım. Size teşekkür borçluyum."
"Hiçbirşey borçlu değilsiniz" dedim. "Ama özür dilerim.
İpucu bulmak için açtım ve içindeki mektubu okudum."
"Mektubu mu okudun?" "Sadece okumakla kalmadım.
Hannah'yı da buldum.." "Buldun mu? Nerde? İyi mi?
Hala eskisi gibi güzel mi. Söyle, lütfen söyle.."
"Çok iyi.. Hem de harika" dedim, yavaşça.. "Bana onun
telefon numarasını ver. Yarın onu hemen arayacağım."
Elime sımsıkı sarıldı.. "O benim tek aşkımdı.. Onu
öyle sevdim ki, asla evlenmedim.. Çünkü bu mektup
geldiğinde hayatım, anlamsal olarak bitmişti."
"Bay Goldstein" dedim.. "Gelin benimle.."

Asansörle üçüncü kata indik.. Odanın kapısı açıktı.
Hannah sırtı kapıya dönük televizyon izliyordu..
Hemşire ona yaklaştı, omzuna dokundu.. "Hannah"
dedi.. "Bu bay'ı tanıyor musun?" Gözlüklerini
ayarladı bir an baktı, tek kelime etmeden..
"Michael" dedi, Michael, kapıda, kısık sesle..
"Hannah.. Ben Michael.. Beni tanıdın mı?.."
"Michael" diye yutkundu Hannah. "İnanmıyorum..
Bu sensin. Benim Michael'ım." Michael
Hannah'ya doğru yürüdü yavaşça. Sarıldılar.
Hemşire yanıma geldiğinde onun da gözleri yaşlıydı..
"Gördün mü, bak?" dedim "Yaşamda, yaşanması
gereken herşey, er ya da geç, birgün kesinlikle yaşanacaktır."

***
Üç hafta sonra beni huzurevinden aradılar.
Pazar günü bir nikah vardı.. Gelebilir miydim?

Harika bir nikah töreni idi. Hannah ve Michael
beni nikah şahidi yaptılar üstelik. Hannah açık
bej elbisesi içinde çok güzeldi.. Michael de
lacivert takımı içinde hala çok yakışıklı..
Bir nikah tanığı olarak söylüyorum bu gözlemlerimi…

Aşklarını onsekiz yaşın heyecanı ve duygusuyla yaşayan
76 yaşındaki gelin ile 79 yaşındaki damadın nikahında
keşke siz de bulunsaydınız… Altmış yıl önce bittiği
sanılan bir aşk öyküsünün, altmış yıl sonra, kaldığı
yerden nasıl filizlendiğine siz de tanık olacaktınız.

Pirana Kovalayan Çılgın Hamsi...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Mart 2007       Mesaj #493
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Karanlığın ardındaki...

Karanlığın ardındaki dağınıklığa hüznü bıraktı gün...

Günlerdir ertelemiştim zamanı.

Gözüm artık ojeleri silinmeye yüz tutmuş parmaklarıma takıldı. Kaç gündür ufak orta masasının üzerinde duran bir parça pamuğa asetonu döktüm.

Uzun zamandır ellerimi kendi kendimden saklıyordum. Görmek istemiyordum. Acı veriyordu bana; her bakışımda ellerin aklıma geliyordu ve ellerim ellerinin içinde…

Tek tek ojelerimi silmeye başladım... Her silişimde kendimden de siliyordum sanki…

Beni üzmek istemediğini biliyordum. Bense gönül vermiştim sana; seni, sevmekten başka verebileceğim hiç bir şey yoktu. Ve gelmiştim habersiz acımasız...
Gözlerim parmaklarında dolaşırken, ellerim de sen, olmaz olanı anlatmaya çalışıyordun.
Bense anlamaya; Neden her şeye geç kaldığımı, neden beni sevemediğini, ellerim ellerinde olduğu halde…

Çok engelleri aştım, kendimi aştım, zincirlerimi kopardım. Zordu. Zoru başarmıştım ama imkânsızı çözemedim kendimden…

O gün ki gibi kolunu omzumda hissettim bir an. Sımsıkı sarılışını ve seni ne kadar istediğimi… Teninin sıcaklığı yakmıştı bir an tenimi.
Asetonlu Pamuğu masaya bıraktım, boş gözlerle ve bir tarihi de beraber…

'Biliyor musun? Ben, şimdiye kadar kimseyle dolaşmadım. Ellerimiz birbirine kenetli, yan yana, sımsıcak sokaklarda… Bu kadar yakın olmadım sevdiğim bir nefese, kalbinin atışını duyacak kadar…“

Veda ederken sana, gözlerimizin arasında ayrılık vardı; dudaklarımda titreyen sana olan özlemim… Oysa ne kadar yakındım sana...

Bir iki güzel söze hasret kaldı yüreğim. Çok mu istemiştim;
Bir ömür boyu mu beklemiştim, bin yıl mı, yoksa bir gün müydü? sevmeni bilemedim…

Karşımda ki aynada öteki yüzüm vardı tanımadığım; Olsun dedim, aynaya.
Sen, uzaklarda olsan da vardın ya, yaşıyor nefes alıyordun ya. Bundan daha güzel ne olabilirdi ki daha ne isteyebilirdim. Ben özlemini çekerim dedim, bir başıma; Bu aşkı tek başıma da taşırım…

Yavaşça yerimden kalktım. Yanımdaydın...
Her geceki gibi, ölümüme gidiyordum. Her gece ölüp sabah dirildiğim;
Yatak odasının kapısını açtım. Karanlık, buz gibi yabancı biri!



Fulya Çelikbilek
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Mart 2007       Mesaj #494
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yağmurlar Canımı Alsın


Az önce yardımcı olabilir miyim diye soran adam, yerde yatan genç kızın kollarının arasına girerek ayağa kaldırmaya çalıştı.

Bir kolunun altına girdiği kızı omuzlayarak, birazda ayaklarını yerde sürüyerek caddenin başındaki evine kadar taşıdı.El yordamıyla kapının kilidini açtı.Gecenin ayazına, soğuğuna rağmen içerisi sıcacıktı.

Odanın cam kenarında bulunan divana yatırdı.Saçları yüzünü örttüğünden dudağının kenarında minicik bir tebessüm gördü.

Kaç zamandır bir kadın yüzünü bu kadar yakından görmemişti, duvardaki deniz manzarasına baktı, karakalem resim çalışması olmasına rağmen maviyi hissetti, burnuna balık kokusu geldi,

Bir süre genç kızın başında durdu, uyanması için seslendi, dolaptan aldığı kolonyayı koklattı baktı olmuyor.

Sonra sokağın başındaki eczacı geldi aklına, böyle zamanlarda ondan yardım isterlerdi, mahallede biri bayılsa, yada biri elini kesse ilk koştukları yerdi eczahane.

Evin kapısını dışarıdan kilitleyip, eczacının dükkanına gitti. Şansına bu gece nöbetçi eczacı olduğundan kapalı değildi.

Yüreğinde depremler olurcasına heyecan ve korku ile eczahanenin kapısından girdi.

Eczacı Nimet hanım telaşla gelen adama baktı, yüzü solmuş korku ve panik içinde olduğundan bir şeylerin ters gittiğini hissetti.

- Ahmet bey hayırdır, bu telaşınız ne kuzum hele şöyle oturun.
- Yok iyiyim ben, bir şeyim yok dedi, bir yandan da işaret edilen sandalyeye tutunarak oturdu.
- Bizim evde baygın bir kız var, ayıltmaya uğraştım, baktım olmuyor size geldim, bana yardım edebilirmisiniz. ?

Eczacı şaşırdı, hayırdır dedi.Akrabanız falanmı geldi. Ahmet beyin yüzündeki korku ve panik havası devam ettiğinden dükkanın arka tarafındaki çırağına seslendi.

- Evladım ben Ahmet beyin hastasına bakacağım, gelen olursa beklesinler, 15,20 dakikaya kadar gelirim. Bunları söylerken bir yandan da İlkyardım çantasını hazırlamaya başladı, ağrı kesiciler, iğneler, gazlı bez gibi malzemeleri aldı.
- Kimdi,neyin nesiydi bu gece vakti.Ahmet bey yıllardır tek başına yaşar.annesi öldükten sonra ne arayan vardı,nede soran.

- Kapının açıldığını duydu, gözlerini açmaya çalıştı, sol tarafında çok büyük bir acı hissetti, kıpırdayamadı.Şaşkın,şaşkın etrafına bakındı,

- Eczacı Nimet hanım genç kızın yanına geldiğinde göz göze geldiler.
- Anne şevkati ve içtenliği ile seslendi.Merhaba kuzum, korkuttun bizi..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Mart 2007       Mesaj #495
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
MAVİ, BEYAZ, KIRMIZI ( ÜÇ RENK ) Mavi


Julie´nin yüzü. Teselli verici bir yüz mü yalnız.

Özgürlüğün notalarının bir sokak satıcısının dilinde de
olabileceğini hissediyorum.

Yalnızca müziğe adanmış bir yaşam kimsenin tekelinde değil...

Yalnızca özgürlüğe adanmış bir yaşam,
kendini ancak eylemle ifade edebilir.

İnsan olan biri C. Caudwell,
özgürlük düşüncesinin insanının insanla ilişkisinde
açığa çıkacağını söyleyen, gerçek insan;
uluslararası antifaşist tugaylarda çarpışırken İspanya’da,
onu bulan kurşun ağlamış olmalı.

Sadakatini geleceğe yönelten bir kedi gibi,
gece boyu izliyorum günlerimi;
zekâ oyunları yetmiyor insan olmaya.

Kavrayabilen aşkın gücüyle,
yalnızlığın bitiş çizgisi başlıyor;
mutluluk böyle bir şey olmalı.

Beyaz


Son kolyesini uzattı İstanbul´un taşlarına.
İsmini unutmuş sokaklardan geçerdi artık.
kimin anılarında kalmıştı ki ömrü.
yorgun kuşların kanatlarında
parlar yalnız eski günler.

Bir tabutluk zamanı kalmıştı bildiği bütün anıların
ve sırılsıklam yalnızlığı.
sıcak bir yaz günü gördüm ansızın.

Bir taş yapının mermerinde ince hüzünlü bir resmin kalmış doğanın artık unuttuğu bir çiçek duruşuyla.

Mermeri işlemiş ince parmak uçlarınla
seni tanıdım ey soydaşım buluştuk bak işte.
bir kılıcın kabzasına isyan eden ellerinden öperim,
taş ustam benim insanım.

Kırmızı

Repliklerin sultanıyım ben.
ince yazmalı oyalarla işledim yalan gergefimi. gerçek adına bir
dünya yoksa düşlerimde.
tek heykel bile kalmamışsa kirli tarihimizden başka.
bu alüminyum kap kaçak ve bunlarca.
otomobil lastiği ne adına sıkışır durur aramızda.
söz söylemeyen bir atomdan gayrı neyimiz var.

Durmasın mı şimdi kalbimde "seviyorum " sözü
Gerçeküstü bir şey değil mi hayat
O hep esirgediğimiz Şems adına.

Yelda Karataş
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
28 Mart 2007       Mesaj #496
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Güvenmeli miyim sana bana bu kadar acı çektirdikten sonra yoksa terk mi etmeliyim büsbütün bütün hayallerimi...
gelmek miydi, seni görmek miydi bütün özlemlerin sonu... hani uzaklar büyük aşkları daha da güçlendirirdi, yoksa bizim aşkımız senin gözünde boş muydu...
acımadı mı kalbin bırakıp giderken zavallı yüreğimi, hayallerimi umutsuz ve çaresiz...
kalbin öyle taş ki sevgili ezmişti beni. dayanamıyorum artık ne olur çektirme bana bu eziyeti...
ya konuş yada tamamen bırak git..
"beni anla diyemiyorum sana. bana ne olduğunu bende bilmiyorum ama sen üzülme seni seviyorum" deyip 1 hafta aramayan sen...ne demek ben çözemedim bu sözlerin anlamını yoksa benim anlamadığım anlamlar mı gizli altında (var mı anlayan söyleyin lütfen)...
kalbim sıkıntıdan durmuyor artık sessizce bekliyor dönüşünü...
ama biliyorum ki eskisi gibi olmayacak hiçbir şey (döneceğinden emin de değilim ama)
sevmeyeceğim eskisi gibi...
aşkım demeyeceğim tutkuyla...
sarılmayacağım içten...
öpmeyeceğim dudaklarını...
üşüdüm dediğinde tutmayacağım ellerini...
gözlerine bakarak ilk aşkım demeyeceğim artık...
her gün aramayacağım ve merak etmeyeceğim nerde diye...
sabahları güneşin doğuşunu izlemeyeceğim artık senle...
ve güneşin batışını...

kaybettin sen, belki de kazandın sanıyorsun ama KAYBETTİN...
ve asla kazanamayacaksın...
çünkü sende yürek yok seni sevmiyorum artık diyebilecek yürek...
Ama ben her mesajımda tekrarlıyorum sana sevgimi çekinmeden ve artık senin b aşkı bitirdiğini bile bile...
Ve kalp kırdın sen. kırdın kelebeğin kanadını ve öldürdün uğur böceğini.
canlanmaz artık onlar bittiler ...
İŞTE ARTIK BENİ DE CANLANDIRAMAZSIN...
BENDE BİTTİM ...
SEVGİMDE BİTTİ...
VE SEN ; SENDE BİTTİN......


niyazi bilgin
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Mart 2007       Mesaj #497
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
yitirdim ...


Parçalaya parçalaya yitirdim bir şeyleri, ellerim kalemleri tutamıyor.Eskisi gibi değil yazılarım ve eskisi gibi cesaret edemiyorum hiçbir şeye, kelimeler korkutuyor beni.Eller, kollar korkutuyor.

insan!..

insanın canlılığından korkuyorum.Yazamadığım harfler oluyor, canlı harfler… capcanlı durumlar var.Kapatamadığım kapılar, kokular, okuyamadıklarım ama onlar canlılığa hiç aldırmadan yaşayıp gidiyorlar.
Yitirdikleri canlıların yerine yenilerini alıyorlar!..
Çok paralar ödüyorlar, et satın alınır sanıyorlar. Küçük kediler yiyip, kayıp gidiyorlar hayatın üzerinde. Acımasız olan ben miyim?
Nefret dolu bile değilim şimdi.
Canlılıklarına veriyorum yaptıkları her şeyi, kızamıyorum.
Kızmak bile bir canlılık belirtisi, ama ölemiyorum da. Ölümsüz olmanın can sıkıntısını yaşıyorum içimde, o yüzden bu kadar dinginim, o yüzden acımıyor ellerim.
Her şeye yeterince vaktim var. okumaya, yazmaya ve boğazı hayran hayran seyretmeye…
kimse beni dürtsün istemiyorum.
tek başıma bütün canlılıkların ortasında dikilip, sürekli boğazı seyrediyorum.
Vaktim çok!
vaktim çok! koşuşturmuyorum.
Gidemiyorumİ merdivenler, şiirler…
zaman… zaman hangi zaman?
kelimeler niye eksik?
güneş neden gözümü almıyor artık benim?
kelimelerin yerine kış geldi. üşümüyorum. dimdik durduğum için bu titreme!
geçeceğini sanıyorum!..
Ama hiçbir şey işe yaramıyor bazen. insanın umutlanacağı bir şeylerinin olmaması çok acı.
ne acı?
acı var mı ki?
Kelime oyunları yok artık. ömrüm yok! zaman var! tik. tak. Geçip giden zaman var, sevemediğim insanlar ve canlılıkları var. Uzaklarda beni bekleyen canlılar… yazdıklarımı asla önemsemeyen canlılar…
Gidesim yok.

Gitmek!

Gitmek!

Gitmelerin hepsini teğet geçiyorum küçük yol perileri dönüp duruyor etrafımda, ama gitmek yok!
Artık daha fazla korku yok!
Yaşanacak bütün karabasanlar yaşandı, kâğıtların kokuları geçti.
Küçük koku mutlulukları…
Bağlılıklarım yok artık. Bütün bağları ve küçük keyifleri attım üstümden. görmüyorum. Görmeyen gözlerle, görünmez kâğıtlara yazıyorum. Yıldızlara bakıp asla benim içinde olamayacağım masallar yazıyorum. benim de bir masalım olsun istiyorum ama olmuyor.Bu dinginliğin masalı yok çünkü.

Yitirdim...

Sonunu bilmediğim masallara dönüştüm , aslında sığsın isterdim küçük defter sayfalarına sevdamız, şimdi ise sensiz bir kaçağım , kaşla göz arasında ...

Bu kadar !
Ötesi yok !
Kelimeler bitti ...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
28 Mart 2007       Mesaj #498
arwen - avatarı
Ziyaretçi
İçerden yine onu çağırıyordu babası. Çekinerek oturma odasına doğru ilerlerken içini o aynı korku bürümüştü. Yine dövecekti onu babası, ama o kötü bir şey yapmamıştı. Bütün gün odasında babasından saklanıyordu.

Kafasını oturma odasının kapısından içeri uzatıp, önce bir etrafı gözetledi. Babası koltuğa kurulmuş, elinde o Allah’ın belası tas vardı."Gelsene ulan buraya!" diye haykırdı babası onu kapıda görünce. Biliyordu, babası onu yine dövecek ve onu ağlatmaya çalışacaktı. Bir türlü anlamıyordu babasının gözyaşları ile ne yapacağını. Yanına gelmediğini gören babası biran yeninde fırlayıp, kulağından kapıp onu koltuğun oraya doğru sürüklemeye başladı.

"Eşşek sıpası, ben gel dediğimde geleceksin!"

Çocuğun gözleri dolu dolu olmuştu.

"Hergele, bir boka yaramıyorsun, bu evde ancak yük oluyorsun" diye bağırmaya başladı babası ve ardından suratının ortasına bir şamar indiriverdi. Çocuk artık gözyaşlarını tutamadı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Babası hemen tası kapıp çenesinin altına tutmaya başladı.

"Tasın içine ağla ulan, boşa gitmesin gözyaşların" diye seslendi. Baktı çocuğun ağlaması kesildi, bir iki tekme ve birde kafasına bir yumruk geçirdi.

"Ağlasana len!" Çocuğun gözlerinden gözyaşları hemen boşalmaya başladı. Yanaklarından aşağıya akan gözyaşları tası doldurmaya başlamıştı.

"Tamam tamam, bu kadarı yeter. Hadi şimdi çek git de beni yalnız bırak."

Çocuk odasına koşarak kaçtı ve kendisini yatağın üstüne fırlatıp ağlamaya devam etti.

"Bak hanım! İnşallah senin arkadaş haklıdır. Birisinin gözyaşlarını içersen zengin olacaksın dedi, ama bir aydır hergün bu hergelenin gözyaşlarını içiyorum, elime para filan geçmedi," diye sızlandı adam, elindeki tası bir güzel içtikten sonra.

"Aaahh! Olur mu Bey? Kadın iki vakte kadar demişti, daha bol bol içmen gerek. Zaten bizim çocuğun bir işe yaradığı yok, bari zırlaması işe yarasın."

Bir ay daha hergün dövülerek ve ağlayarak geçirdi günlerini bizim çocuk, ama ne para geliyordu eve ne de huzur. Hergün babası onu dövüyor, söyleniyor sonra da toplamış olduğu gözyaşlarını içiyordu. Artık yavaş yavaş alışmaya ve aldırmamaya bu günlük olaydan. Gün geçtikçe daha az ağlıyordu ve odasına dönünce kendisini yatağa atacağına yarıda kalmış oyunlarına dönüyordu. "Ulan hergele! Gel bakalım buraya" diye yine çağırdı onu babası. Bu sefer içinde ne bir korku ne de bir düşünce vardı. Sallanarak gitti babasının yanına ve boş gözlerle gözlerinin içine bakarak durdu. Babası başladı bir sürü laf söylemeye. Çocuk hiç kıpırdamadan, ağlamadan durdu babasının karşısında. Ağlamadığını gören babası başladı tekme tokat girmeye çocuğa, ama nafile, çocuk ağlamıyordu. Daha da sinirlenen babası başladı onu bir güzel dövmeye, yüzünden kanlar akıyor ama bir damla gözyaşı yoktu. Artık ağlamasından ümidi kesen babası bütün sinirini onu döverek almaya koyuldu. Her zaman oturup onları seyreden annesi bile kalkıp ona vuruyordu.

"Ulan ***! Senin yüzünden zengin olamayacağız. Ağlasana be ağla!" diye haykırıyordu. En sonunda çocuk yediği dayaktan hareketsiz bir şekilde,her yanı kan içinde yere yığılıp kaldı. Kendisine geldiği zaman halasının evinde buldu kendisini. Halası gözleri yaşlı bir şekilde yaşlı bir şekilde ona bakıyor ve yaralarını tedavi etmeye çalışıyordu. Çocuk kıpırdayacak bir halde değildi ama hiç umursamıyordu.

Babası onun eve gelmesini istemiyordu artık. O da halasında kalmaktan çok memnundu. Günleri çok rahat geçiyor ve keyfi yerindeydi. Bir gün, halası eve geldiğinde onu çok telaşlı gördü. Sanki kötü bir şeyler olacakmış gibi gelmişti ona. Az sonra telefon çaldı, ama o konuşulanları duyamıyordu.

Bir baktı ki halası telefonu kapatınca ağlamaya başladı. Birden içini müthiş bir korku sardı, hemen koşup ön kapıyı iyice kilitledi. Bunu gören halası gözlerinde yaşlarla yanına koştu,

"Ne oldu yavrum? Neden kapıyı kilitledin?" diye korkuyla sordu.

"Ağlama Halacığım, yoksa babam gelir senin de gözyaşlarını çalar."


anonim
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
28 Mart 2007       Mesaj #499
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Asıl Fakirlik

Günlerden bir gün bir baba ve zengin ailesi oğlunu köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı, insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler.

Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu,

"insanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?"

"Evet!"

"Ne öğrendin peki?"

Oğlu cevap verdi, "Şunu gördüm: bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar."

Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı.

Oğlu ekledi, "Teşekkürler, baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!"


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Mart 2007       Mesaj #500
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
load62351bi4


Peri kızı ve mutsuz adam

Bir zamanlar çok mutsuz bir adam varmış
Dünyadaki bütün güzellikleri tatmış ama bir türlü mutlu olamamış
Bir zaman sonra hayat onun için iyice çekilmez hale gelmiş Her şeyi kendine dert eder yalan gülücükler atarmış etrafına
Yine mutsuz olduğu bir gün Bir peri kızı belirmiş karşısında Mutsuz adam peri kızının yanında hep mutluymuş artık

Dertlerini sevinçlerini onunla paylaşıyor mutluluğuna mutluluk katıyormuş
Mutsuz adam artık çok mutlu olduğu için hayata bakış açısı değişmiş
Bir gün işten eve gelirken yolda çok güzel bir kızla tanışmış ona aşık olmuş.
Artık bütün zamanını onunla geçiriyormuş.
Peri kızını da odasındaki dolaba kilitlemiş
Mutsuz olduğu zamanlarda peri kızını çıkartır onunla konuşur ve mutlu olurmuş
Günler günleri haftalar haftaları kovalamış.
artık aşık olduğu için peri kızını iyice unutmuş mutsuz adam

Aşk onun gözlerini kamaştırmış hiçbir şeyi görmez olmuş Sevdiği kızla hiçbir şey paylaşmadıkları halde onu görmek için çileler çekiyormuş
En sonunda aşık olduğu kızdan ayrılmış yine mutsuz günlerine dönmüş
Hemen aklına peri kızı gelmiş ve yine onun yanına gitmek için evinin yolunu tutmuş
Eve ulaştığında dolabın kapısını açmış ama peri kızının ölüsüyle karşılaşmış Peri kızı ölmeden önce ona son bir not yazmış

“Seninle ilk karşılaştığımız günü hatırlıyor musun çok mutsuzdun Başımı omzuna koyar seni dinlerdim sabahlara kadar mutlu olman için her şeyi yapardım
Sevinçlerin benim sevinçlerim,mutsuzlukların ise benim mutsuzluklarım olurdu

Seninle konuştukça senin yanında oldukça bende mutluydum
Bu mutluluğumuz günler geçtikçe azaldı, sen artık bana ihtiyaç duyduğunda yanıma geliyor

Ben ise her zaman seni bekliyordum Artık gelişlerin azalmış benim mutlulukla beslenen ruhum yavaşça acı çekmeye başlamıştı
Ama bunu sana hiç yansıtmadım. Artık o karanlık dolap benim dünyam olmuştu.
sen yanımda olunca aydınlanıyor, sen gidince yine karanlığa bürünüyordu.
Artık mutsuzluğa dayanacak gücüm kalmadı,
son demlerimi yaşıyorum bunları yazarken belki yazım bitmeden sen gelir ve beni yeniden yaşama bağlarsın ve ben yine seni mutlu ederim...


Unutma seni mutlu edenler sen mutlu olduğun müddetçe yaşarlar...”

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat