Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 63

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 545.020 Cevap: 1.812
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
10 Nisan 2007       Mesaj #621
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Öykü

Gözlerini açmak için büyük mücadele etmesine rağmen henüz gözlerini açamıyordu. Nerede olduğunu ve kendini görmek istiyordu. Vücudu yeni şekillenmiş, artık bir bebeğe benzemeye başlamıştı. O dünyaya gelmeye hazırlanan, annesinin karnında mutlu mesut büyüyen bir cenindi. Kızdı ve isminin ne olacağını çok merak ediyordu. Arada bir ellerini hareket ettiriyor, bacaklarıyla neler yapabileceğini hesap etmeye çalışıyordu. En çok içinde bulunduğu yeri merak ediyordu. Kimi zaman sesler duyuyor, kulak kabartıp bu anlamadığı seslerin ne olduğunu dinliyordu. Acaba nasıl bir yerdeydi, ah gözlerini bir açabilseydi görebilecekti.
Sponsorlu Bağlantılar

Yavaş yavaş sıkılmaya başlıyordu bulunduğu yerden. Henüz ismi koyulmamış minik kız bebeği bir an önce dışarı çıkmak istiyordu. O seslerin sahibini, annesini görmek istiyordu. Bazı zamanlar bulunduğu yerin üzerinde gezen birşey farkediyordu. Herhalde annesinin eli olmalıydı. Onu farkettiği anda heyecanlanıyor, henüz yeni çalışmaya başlayan kalbi küt küt atıyordu. Farklı birşeyler hissediyordu, sanki bir tutku, sanki değişik duyguların karışımı vardı annesinde.. Ah annesini bir görebilseydi..

Yavaş yavaş ilerlemeye başladı. Anlaşılan artık zamanı gelmişti. Sonunda son zamanlarda oldukça fazla sıkıcı olan bu mekandan kurtuluyordu. Sonunda annesine kavuşabilecek, gözlerini açabilecek ve onu görebilecekti. Feryatlar eşliğinde bulunduğu yerden biraz daha ilerledi. Sert iki el onu bacaklarından tutup hızlıca çekti. Annesi öylesine bağırıyordu ki, kulakları acıdı. Ne olduğunu bile anlayamadan soğuk bir alana çıkmıştı. Sıkıcı yerde onu saran sıcak su bile yoktu. Sert eller hızla poposuna vurup, onu salladılar. Halen gözlerini açamamıştı, sadece bağıran annesini ve sert elli bir kadını hissedebiliyordu. Daha fazla dayanamayıp ağzını açarak oda " Anne ağlama.. Lütfen ağlama.. " diye bağırmaya başladı.

Üşümüş ve dinlenmiş bir halde kendine geldi. Kollarını ve ayaklarını oynatamıyordu. Anlayamadığı birşeye onu sımsıkı sarmışlardı. Aniden iki el bulunduğu yerden isimsiz miniği aldı ve kucağına yerleştirdi. Yüreği yine küt küt atmaya başlamıştı. Bir zamanlar sadece hissedebildiği o sevgi dolu, tutkulu eller onu alıp yumuşacık bir yere yerleştirmişti. Kendini alan kişinin annesi olduğunu çok iyi biliyordu. Annesini mutlaka görmeliydi.. Yavaşça gözkapaklarını kaldırmaya çalıştı. Koyu lacivert gözleri ufacık açılmıştı. Sislerin çekilmesinden sonra hayal meyal annesini gördü. Yaşlı gözlerle kendisine bakıyordu. "Acaba annem neden ağlıyor ?" diye düşündü. Herhalde kendisinin geldiğine çok sevinmiş olmalıydı. Soğuk nedeniyle annesinin göğüslerine başını yasladı. Annesinin kalbide tıpkı onunki gibi hızlı hızlı atıyordu. " Canım annem, biricik annem " diyerek tekrar bağırmaya başladı. Annesi yavaş ve şefkat dolu hareketlerle minik bebeğinin ağzına göğsünü verdi. Sonra uyumasını bekledi..

Sırtına giren buzdan bıçaklarla uyandı isimsiz minik bebek. Üşüyor ve titriyordu. Fakat hala annesinin kollarındaydı. Başını annesinin göğsüne iyice yasladı. Annesi bu soğukta nereye yürüyordu acaba ? Bir beşikte sallanırcasına, annesinin kucağında ilerlemeye devam etti. Çok uykusu vardı, eğer soğuk canını yakmasaydı bu şefkat dolu sıcak kollarda hemen uyuyabilirdi. Asla burdan ayrılmayacağım diye düşündü. O büyüyüp, abla oluncaya kadar hep annesinin kucağında kalacaktı. Böylesine sevgi dolu sıcacık yerden kim ayrılırdı ki.. Öylesine seviyordu ki annesini, konuşmayı öğrendiğinde ilk onun adını söyleyecekti. Şimdiye kadar görmediğine göre, galiba zaten babası yoktu, yada onu merak etmemişti. Hiç önemli değil diye düşündü, bu sıcak kucağa sahip, gözüyaşlı annesi onun için yeterdi..

Annesi durdu. İsimsiz bebek gözlerini açıp etrafa baktı. Ama heryer karanlık olduğundan hiç bir yeri göremedi. Neden durdu acaba annem diye düşünürken, yüzüne garip duygularla dansetmiş, ılık ve tuzlu bir damla düştü. Annesi, gözlerinden minik bebeğin yanağına damlalar damlatıyordu. Neler olduğunu anlayamıyordu, annesi neden ağlıyordu? Gözlerini kapattı. Göğsüne bir kağıt parçası sıkıştırıldı. Yanaklarında annesinin dudaklarını hissetti. Soğuktan çatlamış olmasına rağmen, tutku ve sevgi kokan dudaklar, isimsiz minik kızın yanaklarından yumuşakca öptü. Bu öpücüğü asla unutmayacaktı. Yaşadığı günlerde hissettiği en güzel duyguydu. İtinayla ve yavaşça yere bırakıldığını farkettti. " Hayır , hayır anne bırakma beni kucağından " diye haykırmaya başladı. Sıcacık ve sevgi dolu kucaktan, soğuk ve sert mermet bir zemine koyulmuştu. Hala haykırıyordu. Annesinin kucağından inmek istemiyordu, üstelik çok üşüyordu. Annesi arkasını döndü, bir kaç adım attı. " Anne, ne olur gitme, anneciğim lütfen beni bırakma! " diye son sesiyle tekrar haykırmaya başladı. Annesi durakladı. Geri döndü. İsimsiz bebek yavaşça sustu. Gelip tekrar kollarına almasını bekliyordu. Fakat annesi gelmedi, tekrar arkasına dönüp, feryatlar arasında hızlıca uzaklaşarak, gecenin, soğuğun ve merhametsizliğin karanlığında kayboldu..

Ne kadar ağlayıp haykırdığını bilmiyordu. Tek hissettiği soğuktu. İliklerine kadar üşüyor ve bir taraftanda belki gelir diye annesini çağırıyordu. Hareket etmeye çalıştı, belki kalkıp annesinin arkasından koşmalıydı. Fakat kollarını ve ayaklarını sıkıca bağlayan beyaz bezden dolayı hareket edemiyordu. Hareket etse bile koşmayı bilmiyordu ki.. Ama annesi için hemen öğrenebilirdi belki ? Soğuğun etkisiyle ayaklarını hissetmemeye başladı. Çırpınmaya çalışan kollarıda yavaş yavaş kayboluyordu. " Anneee.. " diye tekrar haykırdı. " Anneciğim neden beni bırakıp gittin, anneciğim yok oluyorum.. anneciğim lütfen gel beni al.. " haykırmaları boşunaydı. Gecenin ilerleyen saatlerinde haykırmalarına sadece sokak köpekleri yanıt veriyordu. Artık kollarınıda kaybetmişti. Ayaklarım, kollarım ve göğsüm neden kayboldu acaba diye düşündü. Annesizlikten olsa gerekti. Annesi onu bıraktığı için yavaş yavaş kayboluyordu. Yok olacağını, soğuk çenesine ilerleyince farketti. Artık hiç birşeyin anlamı kalmamıştı. Doğru düzgün düşünemiyordu bile. Neden buraya bırakılmış, neden terkedilmişti ? Henüz ismi bile koyulmadan, ne günah işlemişti ki ölüm cezasına çarptırılmıştı ?..

İsimsiz minik kız bebeğinin bırakıldığı cami avlusunda, sabah ezanları çınlamaya başladı. Bir bebeğin annesine " Geri dön anne " haykırmalarının, ınga sesine dönüştüğü yürek parçalayıcı serenat, Allahu Ekber seslerine karıştı. Martılar, sokak köpekleri, hiçbiri bu sahneye dayanamamış, son sesleriyle ağlıyorlardı. Minik bebek gözlerini kapattı. İki damla çıktı gözlerinden. Biri gözpınarının hemen yanında, diğeri ise yanağında donmuştu. Gözlerini son kez kapattı. Bir daha görmek istemiyordu. Ezanla beraber, miniğin seside kesildi. Bir mum alevi gibi yavaşça sönmüştü. O artık ruhları sıkan ve dünyanın sonunu hazırlayan siyah renkteki merhametsizliklere lanet eden, vicdansızlığa tutsak edilmiş bir melekti..

tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
10 Nisan 2007       Mesaj #622
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
MOR MENEKŞELER
Kendini bildi bileli mor menekşeyi çok severdi. Çocukluğunun geçtiği
Sponsorlu Bağlantılar
iki katlı evin bahçesinde bahar geldiğinde mor mor açar, mis gibi kokarlardı. Annesi mor menekşeleri hep duvar kenarına dikerdi. Gölgeyi sever menekşeler derdi. Oysa; öğretmeni bitkilerin güneş ışınları ile fotosentez yapığını anlatmıştı onlara. Bitkiler güneş ışığına muhtaçtı.
Mor menekşeler ne tuhaf bitkilerdi...
- "Her bitki güneşi severken, onlar neden gölgeyi tercih ediyorlar?"
diye düşündü, durdu Hande...
Küçük, ufacık aklı ile aslında menekşelerin diğer çiçeklerden
farklı olduğunu keşfetmişti, işte belki de menekşeler bu yüzden bu kadar
güzeldi. Küçücük kafası o gün herkesden farklı olursan, bu hayatta değerli olursun yargısına varmıştı. Daha o yıllarda farklı olmak için uğraş vermeye başladı.
İlk, kimsenin yanına oturmak ği, "Hacer'in yanına oturmak istiyorum öğretmenim." diyerek başladı farklılıklarla süren hayatı.
Hacer bile şaşırmış, şaşkın şaşkın bakıyordu onun yüzüne. Hacer, çok
dağınık, biraz anlama zorlukları olan problemli bir ailenin kızı idi.
Hande ise; mühendis Kamil Beyin biricik kızı... Öğretmen, pek oturtmak istemedi önce Hacer'in yanına Hande'yi...
Hande, ısrar ediyordu Hacer'in yanına oturmak istiyordu. Daha sonra
bir tatsızlık çıkmasın diye öğretmem Hande'nin annesini çağırdı. Annesi
eve geldiklerinde Hande'ye sordu:
- "Neden yavrum Hacer'in yanına oturmak istiyorsun?"
Hande cevap verdi: "Geçen baharda menekşeler ekiyorduk hani anne, o
gün sen bana menekşeler güneşi sevmez demiştin. Oysa, her bitki güneşi
sever. Menekşeler farklı...
Belki de bu yüzden bu kadar güzeller... Hacer'in yanına kimse oturmak istemiyor. Ben farklı olmak istiyorum.Belki, Hacer de güzeldir,onu fark etmek istiyorum." dedi.
Hande'nin annesinin ağzı açık kalmıştı. İlkokul 4 .sınıf öğrencisi kızının olgunluğuna hayran kalarak :
- "Peki kızım, kimin yanında istersen oturabilirsin." dedi.
Pazartesi, Hande Hacer'in yanında oturmaya başladı. Hem Hande tedirgindi, hem Hacer... Birbirleri ile hiç konuşmuyorlardı. Diğer kızlar da soğumuştu Hande'den. Nasıl Hacer gibi dağınık, bir şeyi iki kere anlatma ile anlayan fakir bir kızın yanına oturmayı istemişti?
Doktor Cemal bey'in kızı Esin idi en çok alınan...Anne babaları her hafta sonu görüşüyorlar, Hande ve Esin birlikte oynuyorlardı her Pazar... Nasıl olur da kendi yerine Hacer'i seçerdi? Çok gururu
kırılmıştı Esin'in... Hande ile konuşmuyordu.
Bir gün, Hande ve ailesi, Esinler'le dağ köylerinden birinde gerçekleştirilecek bir panayıra katılmak için sözleştiler..
Hande, gene Esin'in somurtacağını bildiği için gitmek istemiyordu.
İçin için de Hacer'e kızmaya başlamıştı, arkadaşları ile arasının bozulmasına sebeb olmuştu. Neden sanki bu kadar dağınıktı, neden her şeyi iki kerede anlıyordu, yoksa aptal mıydı?
Sonra menekşeleri hatırladı. Hemen düşüncelerinden utandı. Hacer, farklı diye yargılamamaları gerekiyordu. Hacer'in kimsenin bilmediği güzelliklerini keşfedecekti. Buna tüm gücü ile inandı.
Tam umduğu gibi olmuştu. Esin, somurtarak karşısında oturuyordu.
Hande ile konuşmuyordu. Hande, canını sıkkınlığından biraz dolaşmak
için annesinden izin aldı. Köy yolunda yürümeye başladı. Hava iyice soğumuş
ve ayaz iyice artmıştı. Kar atıştırmaya başlamıştı. Hande kar'ı çok seviyordu. Yürüdü, yürüdü... Köye gelmişti...
Bir evin önünde durdu. Evin penceresindeki saksıya gözü ilişti.
Gözlerine inanamıyordu, bunlar mor menekşelerdi...
Ama kıştı ve menekşeler soğuğu hiç sevmezlerdi, eve doğru bir adım
attı, kapıda beliren gölgeyi çok sonra fark etti. Bu Hacer idi.
Hande'ye gülümsüyordu... "Hoşgeldin Hande" dedi Hacer, biraz ürkek "Buyurmaz
mısın?"
Şaşkınlıkla kapıya doğru ilerledi Hande ve içeri girdi. Oda, sıcacıktı. Odun sobası her yeri ısıtmıştı. "menekşeler" diyebildi
sadece Hande, "bu soğukta???"
Hacer gülümsedi: "Onlar annem için, annem onları çok sever." Sonra yatakta yatan kadını fark etti Hande.
- "Annen hasta mı?" dedi. Hacer: "Evet, 2 sene önce felç oldu, ona ben bakıyorum. Bizim kimsemiz yok. Birtek ineğimiz var, onunla geçiniyoruz ama tüm işler bana baktığı için derslere çalışacak pek
vaktim olmuyor." dedi Hacer utanarak...
Bir de dedi: "Bizim köyden şehre araç yok, bu yolu her gün yürüyorum o yüzden de çok yorgun okula geliyorum dersleri anlamakta güçlük çekiyorum." Hande'nin gözleri dolmuştu...
Dışarıdan gelen ses ile kendine geldi. Annesi onu arıyordu. Çok merak etmiş olmalıydı... Dışarıya koştu ve annesine sarıldı,ağlıyordu... Bir müddet sonra "Anne, bu Hacer!" diye tanıştırdı sıra arkadaşını...
Hacerler'e gidip Hacer'in yaptığı sıcak çorbadan içtiler birlikte.
Hande, annesine anlattı Hacer'in hayatını, ağlıyarak. "Bir şeyler yapalım anne"dedi...
O hafta, annesi ve Hande, Hacerler'e gidip annesi ve Hacer'i kendi evlerine taşıdılar... Hacer, artık Handeler'den okula gidip geliyordu.
Ne dağınıktı, ne de aptal... Sınıfın en iyi öğrencisi olmuştu...
Seneler geçti... Hacer ve Hande bir arkadaş değil, bir kızkardeşlerdi artık...
Mor menekşeler Handey'e Hacer'i armağan etmişti... Hacer'e ise; hem Hande'yi, hem hayatı...
Seneler sonra ikisi de evlendi... Hacer şimdi bir doktor...
Hande'den vicdanın ne kadar önemli olduğunu öğrendi. Hastalarına vicdanı ile birlikte şifa dağıtıyor...Hande ise; bir öğretmen...Çocuklara farklı olan şeyleri sevmeyi de öğretiyor... Bir kızı var.
Adı: HACER MENEKŞE...
Hayatta en çok sevdiği iki şeye birini daha ekledi Hande. Hacer Menekşe, teyzesi Hacer'i çok seviyor ve annesine teyzesi için hegün teşekkür ediyor...
SEVGİNİZE KESİNLİKLE ÖNYARGI SOKMAYIN. DAİMA KARŞINIZDAKİNİ DİNLEYİN... GÖRECEKSİNİZ Kİ ÖNYARGISIZ BİR ŞEKİLDE YAKLAŞIRSANIZ,YORUMLARINIZ DAİMA İSABETLİ OLACAKTIR...
HERŞEY, SEVİNCEYE KADAR FARKLIDIR.... SEVDİKTEN SONRA İSE; SEVGİNİN DİLİ HEP AYNIDIR...

.....................................
Alıntıdır
blumen0107xx7

NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
10 Nisan 2007       Mesaj #623
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Öykü

SARI Gül


Çamurlu, kirli bir akşam. Salon kalabalık. Sigara dumanlarının göz yakıcı acı kokulu havası sarmış ortalığı. Buğulu camların gerisinden dışarıyı ve içeriyi seçmek güç. Kapının devinimi, garsonunkinden daha telaşlı. İletişimin önemini vurgulayan ses kayımı içinde sözcükler insafsızca harcanmakta. Kız öğrencilerin çığırtkan, kesik konuşmaları arasına karışan iddialı erkek sesleri yükseliyor. Çekingen gözlerimin aksine, çevik adımlarla kaynaşan insan kalabalığının arasından sıyrılarak kendime bir masa buluyorum. Bekleyişin rahatlatıcı havasına bir çay söyleyerek hazırlanıyorum. SARI GÜL'ün her günkü olağan görüntüsü, alışılageldik gürültüsü yineleniyor. Birbirine çarpan ses uğultuları arasında dalıp dalıp gidiyorum. Belli belirsiz düşünceler, umarsızlığımda birbirini kovalıyor. Ergen devinimlerin yaşandığı bu yerde oturmayı, seni beklemeyi argın yüreğim kaldırmıyor, ama geleceksin birazdan, biliyorum, katlanabilirim.

Suçlu vaktin sevgilisiyim bu akşam. Geleneksel bir kutsayışa sunulan kutlu bir güne soyunmalıyım bugün. Doğum günün! Her günkü sevgi vaktinin alışıldık bekleyişine bu defa hiç benzemeyen bir huzursuzlukla geldim. Korkuyorum bu akşam. Bekleme alışkanlığının tutsaklığına karşı koymanın utancı var içimde. Başka türlü olabilme özlemi kadar her türlü yenilenme imkanını ortadan kaldıran yıkıcı bir itki var yüreğimde. Kutlu bir günde seni armağansız karşılayabilecek kadar cesur ve hazır görünmeme şaşıyorum. Yoksulluk, düne kadar sevgimizin bir sermayesiydi belki. Ama bugün, kendimi sevgimizin bir ayıbı olarak görüyorum. Kuşkusuz, her zamankinin aksine bugün gecikmeyeceksin. Benim ise gecikmek ya da beklememek için -ne yazık ki- hiçbir nedenim yok.

Sevginin suçluluk vaktinde bekleyişin uzun sessizliğini, şimdi olsa olsa SARI GÜL'ün yaylı kapısından açılıp kapandıkça çıkan ezberlenmiş umut sesleri bozabilir. Bilmem bu kaçıncı akşamdır, hep böyle beklerim seni. Her bekleyişin denenen o esrik hazırlığı, gün boyu özlenen gül yüzüne ulaşmanın parıltısı ile dolu. Sessizlikte sensizken nasıl da derinleşir düşünceler nasıl da büyür bekleyişler; yüreğimden geçeni durmaksızın buruşturan yanıtsız sorular nasılda ısırır beynimi... bilmezsin.

Gözlerim, bozuk yaylı kapının camında arada bir şekillenen görüntülere kaymakta, iki de bir açılıp kapanan kapının periyodik gıcırtıları ve beklenen siluetin yerini alan yabancı gölgeler. Yüreğimde çöreklenen utanç. Camda şekillenen gölgelerin tam sana benzemek üzere iken birden yerini başka gövdelerin çizgilerine bırakması. Korkuyorum! Biraz daha gecik lütfen. Gergin bekleyişin içinde kendimi, bilinmezi sürdüren bir iz'in avcısı gibi görüyorum. Bilinmezi bilinire dönüştürecek giz bu izlerde, bu izlerin şifresini çözmede. Anıların izinde yürümek belki biraz avutabilir beni. Yaşadıklarımızı yeniden toplayabilirim orada. Kaybolan zamanın "seni seviyorum"larını, şimdiki zamanın "seni seviyorum"larına ekleyip yepyeni bir "seni seviyorum"u yaratabilirim belki.

Yalnızca duygusal hesapların yapıldığı bu masalarda herkes, kendisine yorum yapılmasından korkar. Ancak yapanların da, karşısındakini incitmeden yorumlamaya çabaladıkları her halinden belli. Turuncu-kırmızı ışıkların ölü aydınlığında bir çay daha söylüyorum. Geciktin canım. Teşekkür ederim. Ama, her an gelebilir, armağansız ürkek yüzüme çekinmeden bakabilirsin sevinçli, değil mi?

Of!.. Hadi öyleyse, gel. Gel de bitir bu utancı, ez bir an önce içimdeki mahçup "yoksul sevgili" duygusunu!

Sesler azaldı. Bir grup kalabalığın titrek gölgesi masamın önünden geçerek kapıya doğru uzaklaşıyor, uzaklaşan gölgelerin yerini çok geçmeden yenileri alıyor. Üçüncü çayımı içiyorum. Arasıra bacak değiştirerek oturuyorum. Özledim şimdi seni. Utancıma karşın gözlerini gözlerimin içine alabilirim şu an. Fakat, nedir, gözlerin bir tuhaf bakıyor bana. Dargın mı desem, sitemce mi, suçlayıcı, ah, ne olur kızarmış mor koyuluklar içerisinde bakma bana öyle. Ses yok, anlatı yok, yalnızca kırılan bir ayna gibi yüzün duruyor karşımda. Anlam veremiyorum. Gözlerindeki camlar mı saklıyor bendeki duygularını? Yüreğinde açtığım onmaz hüzün, yerini uçarı sevinçlere ne zaman bırakacak? Yoksadığım sevinçler şimdi elgin bir duyarlıkta yeniden gizil bir güç diliyor şimdi benden. Utanç duygusu anlam değiştirmek zorunda barışık istemlerle...

Konuşmanın artık çok geciktiği tedirgin susuşlarımız arasında gözlerime bakmanı, dilimin değil gözlerimin anlatısına katılmanı şimdi ne kadar isterdim. Yoksunluğa sızlandığım şu sırada titrek parmaklarıma dolanan avuçlarının ılıklığını ve dört sevi yılı boyunca kulağıma fısıldayarak türkülediğin "seni seviyorum" melodisini duymayı ne kadar isterdim...

Güzelliğin ne olduğunu hiçbir zaman bilemedim ben. Bilememekten dolayı da hiçbir zaman rahatsızlık duymadım. Beni rahatlatan bir güzellik buluyorum sende. Bu bana yetiyor.

Mutsuz bir zamanın, mutsuz bir kentin aykırı duyuşlarıyla yüklüyüm. Seni tanıdım bu çamurlu kentte. Seni sevdim bu eskikentte.

Ne, üstünde taşıdığı bütün pisliği, gözler önüne seren Porsuk'un nazlı akışı, ne Yalıman sevdalılarına romantik döşekler seren Adaların kamelyeleri, ne de Yediler'in, Bademlik'in insanı dinlendiren yeşil doğası SENSİZKEN beni bu kente bağlayamazdı.

Bekleyişin ölümcül rahatlığına yeni yeni ulaşıyorum. Bugün, günü bölüşmenin sevincini yaşamadık daha. Gün yükselmeden kavuşmalıyız. Yaşam, neredeyse sevgi vaktine biriktirilen bekleyişlerin arasında elimizden kaçacak. Korkmuyorum. Gelebilirsin artık. Tümcelerimin yatağına alabilirim seni. Birazdan sevgime eklenen suçu sevgin eleyecek. Biliyorum.

Harflerden ve sözcüklerden bir ÇİÇEK yaratıp göğsüne takmak istiyorum bu akşam. Sonra da yumuşak, yorgun saçlarını virgül virgül okşamak...
tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
10 Nisan 2007       Mesaj #624
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
Küçük bir erkek çocuk,

annesine sordu: "Niçin ağlıyorsun?"

"Çünkü ben kadınım." Diye cevapladı annesi.
"Anlamadım!" dedi çocuk. Annesi, çocuğu kucaklayıp
"Hiç bir zaman anlayamayacaksın!" dedi.
Babasına "Baba, annem niçin ağlıyor?" diye sordu.
Babanın cevabı: "Bütün kadınlar
sebepsiz ağlayabilen yapıdadır" oldu.

Küçük çocuk büyüdü, yetişkin adam oldu, halâ
kadınların niçin ağladıklarını keşfedemedi.
Nihayet öldükten sonra cennete gittiğinde Allah'a sordu.
"Allahım!" dedi: "Kadınlar
niçin bu kadar kolay ağlayabiliyorlar?"
Allah:"Ben kadınları özel yarattım! Tüm yaşamın
ağırlığını taşıyabilecek kuvvette olmasına rağmen
başkalarına teselli verecek kadar yumuşak omuzlar,
doğumun acısına olduğu kadar doğurdukları evlatlarının
nankörlüğüne dayanabilecek iç kuvvetini verdim.

Başkalarının kuvvetinin kalmadığında;
devam edecek azmi,
ailesinin hastalığında; yorgunluğa
pabuç bıraktırmayacak kudreti verdim.
Her türlü şart altında,
hatta kendilerini çok kötü incitseler de,
çocuklarını sevmek duygusallığını verdim.
Bu duygusallık her yaştaki çocuklarının
yaralarını sarmalarına, sorunlarını dinleyip
paylaşmalarına yardım ediyor.

Kocalarını tüm kusurlarıyla sevmek kuvvetini verdim.
Onlara iyi bir kocanın eşini asla incitmeyeceğini fakat
bazen destek ve kuvvetini deneyecek davranışlarda
bulunacağını anlayacak duyarlı bir zeka verdim.

Tek zayıflık olarak kadınlara bir gözyaşı verdim...

Tamamen kendilerinin sahip oldukları,
ihtiyaçları olduğunda kullanmak üzere.
İnsanlık için bir gözyaşı..." diye cevapladı...

Kadını güzel yapan şey ne saçı, ne vücudu,
ne de kendini ne şekilde taşıdığıdır.
Kadını esas güzel yapan sevgisini paylaşabilmesi,
fedakarlığı, sorumluluğu, anlayışı, sadece bilgiye
değil aynı zamanda kalbe de yönelik aklıdır.






alıntı __________________

206392oe6w7x7p8oq48bhk8jn1
tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
10 Nisan 2007       Mesaj #625
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
ÖLÜMSÜZ KIRMIZI GÜLLER...
Kan rengi, kıpkırmızı güllere bayılırdı. Zaten onlarla
adaştı da. Rose... Gül... Kocasının sevgili Rose'u... Her yıl
Sevgililer Günü'nü kapının önünde bulduğu enfes fiyonklarla
süslü kucak dolusu kırmızı güllerle kutlardı. Hiç aksamadan.
Hatta, eşini kaybettiği yıl dahi
kapısı çalınmış, gülleri kucağına
bırakılmıştı..Tıpkı geçmişte olduğu gibi, küçük bir kartla birlikte..
Her yıl güllere iliştirdiği karta aynı cümleleri yazardı:
"Seni, geçen sene bugünkünden, daha çok seviyorum..."
Birden, bunların son gülleri olduğunu düşündü.. Önceden
ısmarlanmış olmalıydı.. Öleceğini nasıl bilebilirdi?..
Zaten her seyi önceden planlamayı ve yapmayı severdi,
yumurta kapıya gelmeden...

Gülleri özenle içeri taşıdı..saplarını kesti, vazoya yerleştirdi..
Vazoyu da konsolun üzerine, eşinin kendisine gülümseyen
fotoğrafının yanına koydu. Orada kocasının koltuğunda
oturup saatlerce güller ve fotoğrafı seyretti sessizce.. Bitmek
bilmeyen bir yıl geçti.. Yapayalnız ve hüzün dolu bir yıl..
Sonra bir sabah kapı çalındı.. Tıpkı eski günlerde olduğu gibi..
Kırmızı gülleri, üzerinde küçük kartıyla birlikte eşikteydi..
Sevgililer Günü'nü kutluyordu. Gülleri içeri aldı. Şaşkınlık
içinde doğru telefona gitti. Çiçekçi dükkanını aradı...
Onu bu kadar üzmeye kimin hakkı vardı ?

"Biliyorum" dedi, çiçekçi.. " Eşinizi geçen yıl kaybettiniz..
Telefon edeceğinizi de biliyordum.. Bugün size yolladığım gülleri
çok önceden ısmarlamış, parasını da ödemisti.. Hep öyle
yapardı zaten, hiç şansa bırakmazdı. Dosyamda talimat var.
Bu çiçekleri size her yıl yollayacağım. Bir de özel kart vardı,
kendi el yazısıyla. Bilmeniz gerek diye düşünüyorum..
Ölümünden sonra çiçeklere iliştirmemi istediği kart..."
Rose hıçkırıklar arasında teşekkür ederek telefonu kapattı.
Parmakları titreyerek zarfı açtı..

" Merhaba gülüm" diye başlıyordu, kart.. " Bir yıldır ayrıyız.
Umarım senin için çok zor olmamıştır. Yalnızlığınıı ve acılarını
hissedebiliyorum. Giden sen, kalan ben olsaydım neler çekerdim
kimbilir? Sevgi paylaşıldığında yaşamın tadına doyum olmuyor.
Seni kelimelerle anlatılmayacak kadar çok sevdim. Harika
bir eştin dostum, sevgilim benim... Sadece bir yıldır ayrıyız.
Kendini bırakma. Ağlarken bile mutlu olmanı istiyorum.
Onun için bundan sonraki yıllarda güller hep kapımızda olacak.
Onları kucağına aldığında paylaştığımız mutluluğu ve
kutsandığımızı düşün. Seni hep sevdim.. Her zaman da
seveceğim. Ama yaşamalısın. Devam etmelisin... Lütfen..
Mutluluğu yeniden yakalamaya çalış. Kolay değil,
biliyorum ama bir yolunu bulacağına eminim....

Güller, senin kapıyı açmadığın güne dek gelmeye devam
edecek. O gün çiçekçi beş ayrı zamanda gelip kapıyı çalacak,
eve dönüp dönmediğini kontrol edecek. Beşinciden sonra
emin olarak gülleri ona verdiğim yeni adrese getirip
seninle yeniden ve ebediyyen kavuştuğumuz yere bırakacak
..
SENİ SEVİYORUM GÜLÜM..."

(Alıntı)
s305rf15jj0ml9
DEsssT16 - avatarı
DEsssT16
Ziyaretçi
10 Nisan 2007       Mesaj #626
DEsssT16 - avatarı
Ziyaretçi
Ünlü avukat Petrocelli'nin kaybettiği tek davayı bliyormusunuz?
Okuyun, sizde hayret edin...

Ünlü bir iş adamı karısını öldürmekle suçlanıyordu. İş adamı yakalanmıştı ama karısının cesedi ortada yoktu. Duruşma Amerikan filimlerindeki gibiydi. Ünlü iş adamı sanık sandalyesinde oturuyordu. Kucak dolusu parayla tutuğu avukatı juriyi ikna etmeye uğraşıyordu:

"Sayın juri, müvekkilimin suçsuz olduğuna yürekten inanıyorum. Buna az sonra sizler de inanacaksınız. Neden mi? Bakın, şimdi 1'den 10'a kadar sayacağım ve müvekkilimin öldürdüğü iddia edilen karısı bu kapıdan içeri girecek. 1,2,3,4,5,6,7,8,9,10..."
Bütün jüri kapıya döndü. kimse girmedi içeri... Avukat bir savunma dehasıydı, öldürücü hamlesini yaptı:

"Bakın, siz de kadının öldüğüne inanmıyorsunuz. Çünkü hepiniz içeri girecek diye kapıya baktınız. İşte karar! Buna güvenmenizi talep ediyorum."
Jüri ünlü iş adamını suçlu bulduğunu bildirdi ve dava bu şekilde sonuçlandı. Mahkeme çıkışında avukat bayan jüri başkanına yaklaştı: "10'a kadar saydığımda siz de diğer üyeler gibi kapıya bakmıştınız. Neden böyle bir karara imza attınız?"
"Doğru!" dedi jüri başkanı, "Ben de kapıya baktım ama müvekkiliniz kapıya bakmıyodu!"


Benim görüsüm: Karisini öldürmüs bir adam dönüp kapiya bakmaz, cünkü öldügünü ve gelemeyecegini bilir..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Nisan 2007       Mesaj #627
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
18 Yaşında

Daha henüz 18 yaşındaydı, ama hayatının sonundaydı. Tedavisi mümkün olmayan ölümcül bir kansere yakalanmış, dert içinde eve kapanmıştı. Sokaga çıkmıyordu. Annesi... Bir de kendisi... O kadardı bütün hayatı...Bir gün fena halde bunaldı, dayanamadı, attı kendini sokağa. Bir yığın vitrinin önünden geçti. Tam bir CD satan dükkanı da geride bırakmıştı ki, bir an durdu. Geri döndü, kapıdan içeri, gözüne hayal meyal takılan genç kıza bir daha baktı. Kendi yaşlarında harika bir genç kızdı tezgahtar.. Hani ilk bakışta ask derler ya, öyle takılıp kalmıştı işte...İçeri girdi. Kız gülümseyerek koştu ona... "Size nasıl yardım edebilirim" diye...Nasıl bir gülümsemeydi o... Hemen oracıkta sarılıp öpmek istedi kızı... Kekeledi, geveledi, sonra "Evet" diyebildi.. Rastgele bir CD' yi işaret ederek... "Evet.. Su CD'yi bana sarar mısınız?" Kız CD'yi aldı, içeri gitti. Az sonra paket edilmiş geri geldi. Aldı paketi, çıktı dükkandan, evine döndü, açmadan dolabına attı. Ertesi sabah gene gitti aynı dükkana. Gene bir CD gösterdi kıza, sardırdı, aldı eve getirdi, attı paketi dolaba, gene açmadan..Günler hep alınıp sardırılan CD'lerle geçti. Kıza açılmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Annesine açıldı sonunda... Annesi "Git konuş oğlum, ne var bunda" dedi. Ertesi sabah bütün cesaretini topladı. Erkenden dükkana gitti. Bir CD seçti. Kız gülerek aldi CD'yi. Arkaya gitti, paketlemeye.Kız içerdeyken bir kağıda "Sizinle bir gece çıkabilir miyiz" diye yazdı, altına telefon numarasını ekledi, notu kasanın yanına koydu gizlice.. Sonra paketini alıp kaçtı gene dükkandan... Iki gün sonra evin telefonu çaldı. Anne açtı telefonu. CD dükkanındaki tezgahtar kızdı arayan... Delikanlıyı istedi. Notunu yeni bulmuştu da. Anne ağlıyordu. "Duymadınız mı" dedi. "Dün kaybettik oğlumu." Cenazeden birkaç gün sonra, anne oğlunun odasına girebildi sonunda..Ortalığa çeki düzen vermeliydi. Dolabı açtı. Oraya atılmış bir yığın açilmamış paket gördü. Paketleri aldı, oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı.Içinde bir CD vardı, bir de minik not.. "Merhaba. Sizi öyle tatlı buldum ki.. Daha yakından tanımak istiyorum. Bir aksam birlikte çıkalım mı. Sevgiler. Jacelyn!." Anne bir paketi daha açtı. Onda da bir CD ve bir not vardı. "Siz gerçekten çok tatlı birisiniz, hadi beni bu gece davet edin, artık. Sevgiler. Jacelyn!" Unutmayın. Düşündüğünüz seyi mutlak söyleyin. Birini seviyorsanız, söyleyin ona. Içinizdekini söylemekten korkmayın. Birisi hakkında ne hissediyorsanız söyleyin ona. Ve hemen söyleyin. Hemen! Çünkü, doğru zamanı bekler ve "İşte şimdi tam zamani" derseniz, bir bakarsınız çok geç olmuş. Gününüze sahip olun ki, pişmanlıklar yaşamayasınız. Yaşamı yaşanmaya değer yapan şey sevgidir...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
11 Nisan 2007       Mesaj #628
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bir gün, bir bilge, kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı cins kuşa rastlar, yol kenarında.




Hayli merak eder bu iki farklı yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle,
ait oldukları yerlerde yasamak istemediklerini, nasıl olup da bir
yabancıyı kendi kardeşlerine yeğlediklerini.
Biri karga, biri leylek...
O kadar farklıdır ki kuşlar, ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine,
türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine.
Öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır, leylek dediğinse leyleklerle.
Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal olduğunu
keşfedinceye kadar.
O zaman anlar ki, birlikte kaçar, birlikte uçar, beraber yaşamaları
beklenenlerin yanında tutunamayanlar.
O zaman anlar ki, sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini
birbirlerine yakin kılan.
Topal kuşlar birbirlerinin 'arızalarını bilir ve sömürmek ya da örtmek
yerine kabullenirler öylesine.
En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar
üzerine kurulanlardır.
Aynı şekilde zengin, aynı sekilde mesut olanların ortak paydaları sabun
köpüğü gibidir, uçar.

Ortak acı, ortak hüzün, ortak pürüzdür esas yakınlaştıran, yaklaştıran... "
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
11 Nisan 2007       Mesaj #629
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Beyoğlu'ndan Dolmabahçe'ye Taşınan Bir Aralık Akşamı



Sus pus olmuş puslu bir İstanbul muydu yüzünyoksa çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne.
Dolmabahçe'de, çay tadında...
Divit ucuyla yazılmış bir aşkın sureti vardı avuçlarında, tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu.
Ben rehnedilmiş yelkovan gibi...Hani akrep'i seven ama yüreği takvim yokuşlarında...
Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı, sesinin sesimde yankılanmasının...Sanki perdedekine üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün içime...Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim seyir defterimde...Ve ben amerikanca bir filmi kürtçe seyrediyorum.
Kadın, Beyoğlu'nda bir kış akşamında, üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundan muzdarip yürüyordu...Adam da...Yürümek hiçbir şeyi çözmüyordu, bazı aralık akşamlarında...Parmağında yaralı bir öyküyü taşıyordu adam...Kadının yüzünde bir hüzün...Hüzünlü aralık akşamında bir yüzük...Yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti...Soğuğun ve karanlığın vehameti!
Hayatı, bir başkasının pantolonu gibi küçültülmüş, daraltılmış..İlk sahibinin o pantolonla yaşadığı şeyler, yani pantolonu pantolon yapan anılar, bazı ilkbahar bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen yazlar...Yaşananlara bir beden büyük geliyor artık hayat!
Bir aşkı paylaşmak için çok geç, bir paylaşıma aşık olmak içinse erken...Beni sevda yerimden vurdu yine zaman...Şimdi sana söylenecek tek cümle:
BENDE SANA YETECEK KADAR BEN KALMADI...



Yılmaz Erdoğan
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
11 Nisan 2007       Mesaj #630
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Arkadaşlar sizlere Kendi yazdığım bir hikayeyi sunmak istiyorum .Bunu daha yeni yazdım umarım beğenirsiniz...

Akşamın üstüydü . Heyecanlıydı , hava soğuyordu hafiften. Elleri ile kollarını sıvazlıyordu. Gözleri hep aynı noktaya takılıydı . Sigara üstüne sigara yakıyor , her çay bardağı elinde kalıyor , soğuyordu içemeden. Ayağa kaltı şöyle bir etrafa bakındı umutsuzca bakıyordu etrafına. Denize yöneldi birden , ayakta volta atıyordu sürekli . Bir dalgalara doğru bir kıyıya doğru. Birden oturdu yine gözlerini aynı noktaya yönelti . Daldı gitti yine . Sanki birini bekliyordu ama telaşlıydı gelmeyecekmiş gibi hissediyordu sanki . Cebinden bir kağıt kalem çıkardı sonra genç . Bir şeyler yazdı üzerine .
Aradan bir saat kadar geçti halen genç oradaydı. Güneş batmak üzere , hava iyiyce bozuttu. Yağmur hafiften atıştırmaya başladı. Yavaş yvaş hızlandı yağmur . güneş tamamen battı . Gecenin karalında tek bir ışık vardı o da sigaranın ateşiydi. Ağlıyordu artık . Gelmeyecekti hissediyordu ama bir umut ! Bir umut vardı işte , ya gelirse … Yanından geçen çiftlere bakıyor bir ah çekiyordu . Elini cebine attı telefonunu çıkardı . Arayacaktı belli numarayı çeviriyordu . Evet evet arayacaktı . Ama durdu birden cebine koydu tekrar telefonu . Düşünmeye başladı . Tekrar çıkardı telefonu bu seferde mesaj yazıyordu . Belliydi ama yazıyor yazıyor bitmiyordu . Yazdıklarını olmadı diyip siliyor tekrar yazıyordu . Bir türlü bilemedi ne yazacağını . 1 saat kadar geçti aradan ama halen ne aradı ne de mesaj çekti ! Kimse kalmamıştı çevresinde ! Son umudu da bitti ! Gelmeyecekti ! Eve koyuldu göz yaşları arasında …
Gururluydu genç asla aramadı o gecenin sabahında çevip gitti oralardan . Biliyordu ki orada olsaydı onsuz asla yaşayamayacaktı . Ne yaptıysa onu tanıdığından beri , hep onun için yaptı .. İlk defa inanmıştı birisine bir güven duymuştu ama onda da yanlış yapmıştı …Ya aşktan anlamıyordu ya da sevemeyecek kadar beceriksizdi … Aslında biliyordu bunun cevabını , tek hatası çok sevmekti sadece … Gururuyla taşındı sabahından orada ..
Yeni bir hayata başladı ama hep geçmişe takıntılı yaşayarak başladı bu hayata … Keşkeler içinde geçirdi tüm hayatını . Hep o vardı işte hep o ! Unuttuğunu sanıyordu hep ama sadece sahoş olduğunda unuttuğundu farketti . Kendini tamamen içkiye verdi .. O yoktu ama onsuz yaşıyordu aşkı belki de bu daha güzeldi .. Bir gün meyhanede eski arkadaşı ile karşılaştı hal hatır derken laf lafı açtı ve o zamanlara , güzel ama sonu acı biten o günlere döndü … Gözlerini kıstı , titrek bir sesle onu sordu masumca . Keşke sormasaydı pişmandı ama çıkmıştı bir kez .. Arkadaşı durakladı hemen cevap vermedi lafı değiştirmeye çalıştı ama genç merak ediyordu onu tekrar sordu arkadaşına … Arkadaşı yere bakarak cevapdı …
- Dostum değiştirmeye çok uğraştım ama merak ediyorsun söyleyeyim o zaman .. O vefat etti! O akşam senin yanına gelecekmiş ancak bindiği taksi trafik kazası geçirki son cümlesi de haber verin ona haber verin olmuş ama kimse nerede buluşacağınızı bilmediği için haber veremedi sana …
Genç kahrolmuştu … Bir hiç uğruna bitmişti hayatı , aşkı … Tüm bu nefret bir yalanmış sadece gururuymuş .
Sabaha bir bilet alıp bekledi yere gitti oturdu yine aynı bankın üstüne , cebinden sigara paketini çıkardı içinde bir tane kalmıştı zaten aldı sigarayı ve yaktı , eline yine bir kağıt kalem çıkardı yazdı baya bir yazdı bu sefer … Kağıt kalemi bıraktı masanın üstüne sonra ve denize yürüdü durmadan denize … Sonrası ne oldu bilmiyorum tek bildiğim … Aşkta asla gurur yapmamak , gururlu değilde onurlu olmak önemli … Bunları biliyorum biliyorum çünkü o genç bendim …

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat