Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 72

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 546.983 Cevap: 1.812
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
18 Nisan 2007       Mesaj #711
arwen - avatarı
Ziyaretçi
son bir gün

Sponsorlu Bağlantılar

Bir tek gün istiyorum senden. Tek bir güne adeta bir yaşamı sığdırmak istiyorum. Koskoca bir gün… Sonra istediğin yere gidebilirsin. İstediğin kadar uzaklaşabilirsin benden. Ama son bir günde, sonu hiç düşünmeden geleceği düşünmeden ne varsa yaşanacak olan yaşayalım. Kısa süren bir aşkın son zerreleri kalsın yüreğimde, ne olur. Önce ıhlamur tazeliğinde sanki ayrılmayacakmışız gibi başlayalım güne. Ben sana kahvaltı hazırlayayım sen de bu arada uyur numarası yaparken acaba ne hazırlıyor diye düşün içinden. İçim mutlulukla dolarak gidip bahçeden çiçek toplayayım ve düzgünce yerleştireyim tepsiye. Elimde tepsiyle odamıza gelip seni uyandırayım sonra. Kahvaltıya geçmeden önce hep yaptığın gibi tepsiyi al elimden komidi’nin üzerine koy ve yatağa çek beni, sarıl doyasıya… Sonra kendimizi sokağa atalım, önceleri hiç götürmediğin yerlere götür beni. Değişik bir duygu yaşayayım yanında yeni âşık oluyormuşum gibi. Yeşille mavi karışsın birbirine gittiğimiz yerlerde. Tutkuyla sarılayım sana ve hayata. Sabahtan akşama kadar gezelim, durmadan yorulmadan. Zaten yanında asla yorulmam ki. Yemek yemeğe ihtiyacım yok senle besleneyim yeter. Akşama doğru, gün ışığını ve ısısını kaybetmeye başlarken yavaş adımlarla yürüyelim evimize,el ele… Ayrılığı bir an bile düşünmeden, coşkuyla durdurmaya çalışalım zamanı… Eve döndüğümüzde hafif bir fon müziği açalım sevgilim. Sen o ilk günkü gibi yanıma gel ve ‘dans etmek istiyorum eşlik eder misin?’ diye sor bende mahcup hafif kızarmış yanaklarımla utanarak yüzüne bakıp ‘tabiî ki’ diye cevap vereyim. Bizim olan o parçamızda kollarında olayım yeniden. O romantizmi yaşayalım. Sonra odamıza götür beni, yatağa yatır ve uyumadan önce hep yaptığın gibi alnımdan öp ve ‘iyi geceler yavrum’ de. Ve sonrasında bırak acılarımla beni. Son bir, kapının kapanış sesini duyayım sen giderken. Yatağımda öylece kalayım, seni düşünerek ağlayayım ayrılığımıza…. Ama bu son günü çok görme bana. Son kez yaşayayım içimde doyasıya seni ve sevgini….

Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
18 Nisan 2007       Mesaj #712
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Ateşe Düşen Bir Gülün Çığlığı

Sponsorlu Bağlantılar




prose





Kızını dünyaya getirdikten sonra çok sevmişti, hemde uğrunda ölecek kadar çok... Ama hep eziklikle, utançla, korkuyla, cinnetle sevmişti… Hep "Ya" diye kaygılar taşıyarak içinden ve o “Ya” ları düşündükçe kanı çekilirdi damarlarından Kezban’ın.

Ölmeyi çokça geçirmişti içinden, oysa bir uçurum kenarından kendini boşluğa bırakacak kadar çok seviyordu hayatı, kocasını ve kızını. Ama kahrolası yerde üçüne de yaşam haram kılınmıştı.

Kulaklarında bir ses “Ölmelisin, ölmelisin!” diyordu. . “Hadi be kızım sende,” “çocuğun, eşin dururken hayata küsmek, ölmek mi olur?”
Nasıl ölsün? Yaşamak güzel, yaşamak kutsal. Kafasında sorular dolaşıyor: “Kadının yazgısı mı bu? Yoksa geri kalmış ülkelerin sorunu mu?” diye.

İlk önce çözümlerin içinde olduğunu, hayatın iğrençliklerine dayanması, bütün gücüyle karşı koyması, bunu kabul etmesi, bu yola inanması, dayanması ve kendini geliştirmesi, aşması gerekiyordu.

Sadece bunun için dua ediyordu. Ölümü son çare olarak görmek değil, bu gücü yaşamak istiyordu. Korkularının ördüğü setleri devirmek, yıkmak, bu köhne töreleri devirmek, belki de kendisi ve başkaları için bir devrim olacaktı. Yapayalnız olsa bile, bunun tek çıkış yolu , bunun tek umut ışığı yine içindeki kendinde olduğuna inandırıyordu kendisini. Bu yüzdendir ki dayanılması güç bir hayata dayanıyordu kezban.

Hayâller kuruyor kezban. Bir küçük ev, sevdiği bir eş, etrafında dolaşan çocuklar, herkesin herkese insanca baktığı, kadınların aşağılanmadığı bir çevre’’... Uyuya kalıyor Kezban. Dudaklarında sayıklamalar...

Kocasının o insan yüzüne bakarken her gün utançtan biraz daha kahroluyordu. Oysa kocası anlayışlı, insancıl bir adamdı, sokakta karşılaştığı herkes yüzünü çeviriyordu, yüzüne söylemeseler bile, arkasından ona ********, *** babası demelerine bile aldırmıyordu. Namusunu temizlemesi için yapılan tüm baskılara karşı çıkıp direniyordu. “eşimin ve o günahsız yavrunun suçu nedirki öldüreyim, asıl suçluları neden görmüyor sunuz?” deyip tüm çevresini ret ediyordu. Hem bu gerici mantık inandığı değerlerle ve dünya görüşüyle de çatışıyordu...

Bütün çevre “namusunu temizlemezsen senin buralarda yaşama şansın ve hakkın yok, kimsenin yüzüne bakamazsın “ diye açık açık tehtit ediyorlardı. Ama o köhnemiş törelere karşı çıkıyordu ve geri zihniyetli tehtitlere aldırmıyordu...

Kocası çoğu zaman çektiği acıları bildiği için Kezban’a, “Hiç kimse seninde, kızının da kılına bile dokunamaz, dokunana dünyayı dar ederim’ biraz daha sabır’’ diyordu. ”Karkolda gözaltı sürem bitince, inşaatlarda çalışıp biraz para biriktirdikten sonra çekip gideceğiz İstanbul’a. Orada kimsenin bizi tanımadığı, rahatsız etmiyeceği bir yere yerleşiriz...” deyip teselli ediyordu Kezban’ı...

Kocası öğretmendi 1980 li yıllarda katıldığı bir yürüyüşün tertipleyicisi olarak ihbar üzerine yakalanp içeri atılmıştı. Bunu fırsat bilen karşı görüşteki düşmanları gece evine girip Kezban’ın ırzına geçip kaçmışlardı. Kezban eşinin ve ailesinin onurunu ve namusunu düşünerek bu olayı sır gibi saklamıştı. Nihayet altı aylık hamile olduğu anlaşılınca saklaması olanaksızlaşmıştı. Sonunda çareyi ailesine açılmakta bulmuştu. Ailesi doğan çocuğunu boğması için yaptığı bütün baskıları canı pahasına ret etmiş, karşı koymuştu.

Kocası hapisten çıktığında ise Kezban’ın ırzına geçenler köyü terkedip, izini kaybettirmişlerdi. Köhnemiş törelere göre sanki suçlu oymuş gibi bütün akrabaları, Kezbanı ve kızını öldürmesini istiyorlardı kocasından.. Zaten törelere göre doğal olanı da buydu. Yoksa kimsenin yüzüne bakamazlardı...

Acılarla geçen her gün biraz daha acı veriyordu. Çöken karanlıklar umudunu, geçen her gün hayallerini, hayatını çekip götürüyordu Kezban’ın... Karanlıklardan hep korkardı Kezban, kocası ne kadar karşı çıkarsa çıksın, kızıyla birlikte öldüreceklerinin korkusunu hep yaşıyordu. En çok da kızının öldürüleceğine yanıyordu yüreği....

“Ah zavallı yavrum” diyordu. “Bilir mi sorsam, sormadığım soruların cevabını? Konuşsam anlar mı dilimden? Konuşmadan, yüzüme bakıp susar mı öylece. Bilir mi neden bu kadar korktuğumu?. İçimdeki korkunç acıyı, gözlerimdeki uçurumu, katran karası geceleri. Anlar mı gözlerimdeki hüznü, kendime bile kapattığım duygularımı…”

Kezban için umut ve sevgi uzaklarda bir nokta bile değildi artık. Dünyalar değildi istediği, can bulacak kadar bir destekti.... Özlem, sevgi, şevkat, anlayış gösterecek ve içinde barınabileceği, herkesin yüzüne utançla bakmadığı bir yerdi...

Durmadan bir nehir akıyordu düşlerinde Kezban’ın, düşlerinin içinde yüreğine akıyordu sanki acı olup. Alıp götürüyordu ömrünü seller gibi her defasında... Issızdı, şaşkındı, çaresizdi, yapayalnız ve tek başınaydı Kezban düşlerinde… Kim koymuştu bu töreleri, kadınların lanet yazgısı mıydı bütün bunlar?... Bütün bunlara bir cevap arıyordu ama bulamıyordu...

Ne zaman dalıp gitse boğazı düğümlenir, tuzlanırdı kirpikleri. Bir yıldızın izdüşümü sarılırdı geceye, çağlayanların sesleri duyulurdu uzaktan ve bir çobanın kavalı vururdu kulaklarına. İçi acırdı her defasında ne zaman o kahrolası lanet geceyi anımsasa . Ne zaman anımsasa çaresizliğin nefesi üşütürdü içini, hüzne yazılmış bir şiirin dizeleri gibi acı solurdu hep.

Yorgun düştüğü zamanlar olmuştu elbet, hep direnmişti ayakta kalması için ama şimdi öyle miydi? Bir yanda kızı, diğer yanda kocası. Bütün bu olanlara karşı gücü tükeniyordu artık. Kaybolan zamanlar yitik umutlar hiç gelir miydi geri?
“İlk baharın kısa ömürlü çiçeği olsaydı, bir sonraki bahara yine gelirim der avuturdu yüreğini. İnsan gitti mi bir daha gelmez. “ diyordu kendi kendine...

Güneşli bir bahar günüydü, onlarda başka aileler gibi kırlara, nehir kıyısına çıkmışlardı, kuzular meliyor, çocuklar ordan oraya koşup oyun oynuyordu. Her yere yağmurun ve toprağın taze kokusu sinmişti. Ne zamandı sıcaklığını, şefkatini özlemişti güneşin. Gökyüzü öylesine mavi, öylesine duru, öylesine sınırsızdıki, Yine de yüreğindeki acıyı haifletmiyordu bütün bu güzellikler....

Çevre hep rengarenk çiçeklerle, çimlerle, yabani bitkilerle süslüydü. Kuşlar cıvıl cıvıldı. Çiçekler açıyor, baharın serin ve temiz havası mis gibi kokuyordu… Rüzgarda tiril tirildi yaprakları güllerin, çiçek açtıkları küçük tepede el ediyorlardı sanki onlara … Kezban bir gül koparıp kızının saçlarına taktı. Bir kızına baktı, bir güle, bir de çağlayarak akıp giden suya….
Saçlarına taktığı beyaz gül o kadar yakışmıştı ki yüzünün masumluğuna kızının.
Kızı, dünyanın bütün kötülüklerinden uzak, her şeyden habersiz saf saf gülümsüyordu. “Ah bir bilse, bir bilse hangi acıların annesinin bağrını deştiğini. Acılarla geçen her günün neler koparıp götürdüğünü ömründen...” diye söyleniyordu kendi kendine Kezban...

Kızına, “ah gözleri harelim sen bu acıları bilmezsin, henüz çok küçüksün, diyordu. “Bilmezsin nasıl olur, bir davanın hem mağduru, hem suçlusu, hem sorumlusu olduğumuzu. Ah gözleri harelim bizim için yaşamak, bu kötülüklerle, yanlışlarla dolu dünyada zaten ölüm demektir, ölümse rüzgâr olmak demektir bizim için. Sen henüz bilmezsin ölümü, bilmezsin ölümü bir rüzgâr gibi işlemenin ne demek olduğunu…. Ah gözleri harelim, boynu büküğüm, onca ağır yük verilmiş ki sırtımıza. Sen taşıyamamışsın da, ben taşırım, sanmıştım. ”


Tüm acıların ve üzüntülerin üstesinden gelebileceğini sanmıştı bir zamanlar fakat bu gücünü kaybettini anlıyordu yavaş yavaş.

Kezban hayatı boyunca haykırmak istediği fakat haykıramadığı herşeyi haykırmak, dışarı atmak istiyordu. Yıllarca içine atıp sakladıkları dayanılmaz korkunç bir yara oluşturmuştu onda. Yüksek bir yere çıkıp avazı çıktığı kadar haykırmak, içindeki yaraları deşip çıkarmak , boşaltmak istiyordu. Hayata, tanrıya, törelere, kötülüklere, suskulara her şeye isyan etmek istiyordu.

"Herkes bu kadın aklını yitirmiş desin, ardımdan küfür etsin" diyordu, kimin ne düşündüğü pek umurunda değildi.

Kızına baktı gözleri dolu dolu. “Bu kahrolası iğrenç zamanda, kimbilir başına neler neler gelecekti, ne acılar çekecekti bu saf haliyle...”

Sonra güneş ışıklarını serpmeye başlarken yeryüzüne, uzaklara akıp giden nehire baktı... Orada canlılığı, başkaldırmışlığı, isyanı, hasreti gördü... Kavuşmak istedi bir an önce, sarılmak istedi nehire... Koynuna girmek istedi bir sevgili gibi... Sevişmek istedi nehirle... İnsanın ulaşamayacağı bir yer düşlüyordu, kavuşmak istiyordu bir an önce düşlediği o yere... Sonra bir hikaye takılıp kaldı usuna. Kızına anlattı titreyen dudaklarla...


“Ateş bir gün suyu görmüş..yüce dağların ardında..sevdalanmış onun deli dalgalarına, hırçın,hırçın kayalara vuruşuna...Yüreğindeki duruluğu demiş ki suya; gel "Sevdalım ol" hayatıma anlam veren, mucizem ol... Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa,"Al " demiş.."Yüreğim" sana armağan.. Sarılmışlar ateşle su birbirlerine sıkıca.. Kopmamacasına.. zamanla Su; buhar olmaya, ateş kül olmaya başlamış ... Ya kendisi yok olacakmış, ya Aşkı..!

Baştan alınlarına yazılmış olan kaderide, yüreğindeki kederide alıp gitmiş, uzak diyarlara su... Ateş kızmış, yakmış ormanları.. Aramış suyu diyarlar boyu... Geceler boyu...

Gün gelmiş suya varmış yolu... Bakmış, o duru gözlerine suyun... Biraz kırgın... biraz hırçın... Ve o an anlamış aşkın bazen gitmek olduğunu.. Ama gitmenin, yitirmek olmadığını.. Ateş durmuş, susmuş öylece.. Sönmüş aşkıyla....

İşte o zamandan beridirki; ateş sudan, su ateşden kaçar olmuş... Ateşin yüreğini sadece Su...Suyun yüreğini sadece ateş alır olmuş..”


Hikaye bittiğinde kızını alıp yanına yavaşça yürüdü nehire doğru. Kocası kitap okumaya dalmıştı. Hiç kimse farketmedi, hiç kimse görmedi onları… Usul usul yürüyüp dağlardan süzülüp gelen o akıntının kıyısında durdular. İçini kemiren acıdan ve içine düştüğü bu boşluktan kurtulması için tek çıkar yol bu nehre atlamaktı belki de. Ama hangi cesaretle. Bir an için düşündü, yüzme bilmiyordu. Kaç genç kız, kaç yeni gelin atlayıp boğulmuştu bu nehirde yıllar yılı… Kaç gözyaşı efsanesi dinlemişti nehirde boğulanlarla ilgili… Buralarda, başlamadan biten bir masaldı sanki hayat...
Bu dünyada her şeyin ölümlü olduğunu biliyordu da Kezban,ölümün ne olduğunu bilmiyordu.


..../ Yüzme bilmiyordu Kezban, kimse öğretmemişti, akarsulardan hep korkardı… Ne zaman nehrin kıyısına gelse hep boğulacağını sanır ürperir, geri çekilirdi..…

Durup yüreğini dinledi Kezban. Sanki akan nehirdi yüreği. Bazen gürül gürül, bazen sessiz ve derinden aktığını hissetti yüreğinin. Akan nehiri yüreğinde, yüreğini o gümbür gümbür akan nehirde buldu....

Yüzüne baktı son kez kızının, öylesine saf, öylesine masumdu ki yüzü, dünyanın tüm kötülüklerinden habersizdi... Sicim gibi yaşlar süzüldü gözlerinden biribiri ardına. Ne çok acıyı, sevinci, hüznü, korkuyu biraraya biriktirmişti, birarada tutmuştu yıllar yılı.

Sarıldı kızına sıkıca ve son kez hoşçakalın dedi yıldızlara, aya, güneşe. Bütün düşleri sahipsizdi artık... Darmadağın yüreğini topladı... Arkasına bile bakmadan acılarını sırtlayıp kapadı gözlerini... Ve kızının da elini tutarak kendini bıraktı akıntıya… BR>
Gün gelir herkes ölür, hayat biter, yaşam sona erer. Yaşadıklarını da alır yanına kimi insan giderken. Elveda derken dünyaya.
Tüm çabalarına rağmen yenilmişti işte hayata ve insanlara.



Nehrin azgın dalgaları biribirine sarılı ana kızı birlikte sürükleyerek alıp götürüyordu... Akıntı zorluydu. Sadece akıntıya kapılan beyaz gülün çığlığı duyuluyordu kıyıda. Kezban’ın, kızının saçlarına taktığı beyaz gül’ün çığlığı... Dalga dalga yayılıyordu gülün çığlığı, ateşle su arasında... “Susturun şu çığlığı” diye inliyordu bozkırda rüzgar...

Belki de o güzelim anneyle can yoldaşı kızını, akıntının kıyılarına atması çok sürmeyecekti. O düşledikleri eşsiz adaya götürüp bırakacaktı onları...

Kocası bir şey yapamamanın çaresizliğiyle kahroldu, kıyıda arkalarından sadece bakakalmıştı... Kezban kocasının umutsuz çağrılarını duymadı bile...
” Kezban! Kezban! “ Ama iş işten geçmişti artık.
Karısı ile kızının yardımına koşmayı istiyordu ama elleri, kolları bağlıydı kocasının. Nehire atlaması onunda ölümü, yok olması demekti. Hem atlasa bile onlara yetişebilmesi olanaksızdı, suyun kıyısına geldiğinde epey uzaklaşmışlardı onlar...

Ana kız kıyıdaki umutsuz çağrıları duymadılar belki de. Dalgaların sallantısına kaptırmışlardı kendilerini. Kollarını kızının boynuna dolamış, saçları gözlerine yapışmıştı Kezban’ın... Akıntıya kapılmış gidiyorlardı...

‘’Kezban! Kezban! Geri dön!’’ ‘’Geri dön Kezban n’olur !’’ Kulak verseydi, belki de kocasının ve kıyıdakilerin sesini son kez duyabilirdi. Ama uzaklardaydı artık. Dalgaların şırıltısı arasında suların boğuk ezgisini dinliyordu...
Kırgın yüreklerin derinlerinden gelen türküler gibiydi bu ezgi...

Bahardı çiçekler açıyordu kırlarda, topraktan otlar fışkırıyordu delicesine... Dalgalar azgınlaşıyordu git gide... Daha hızlı akmak, insanın olmadığı bir adaya ulaştırmak istiyordu onları... Aktı, ıssız ormanlar, boy boy ağaçlar arasından, yıllardır biriktirdiği acıları, hasreti peşinde sürükleyerek, aktı başkaldırırcasına...

Kezban’nın gözyaşları ufacık damlalardı, aktıkça sel oldu, nehir oldu, deniz oldu, okyanus oldu. Kapladı yeryüzünü, yaşamı sorguladı dalgalarla oynarken... Yaşam gizlenmiş acılar mıdır diye sordu yüreğindeki çığlığa? Sordu kahrolası töre koyucularına? Cevap alamadı...

Kıyıdakiler artık yalnızca bir leke seçebiliyorlardı... O da yanak yanağa vermiş suda sürüklenen anne ile kızının başıydı bu. Sonra dalgaların çalkantısı arasında bu leke de seçilmez oldu. Biribirine sarılı vaziyetde giden ana kız, tatlı bir uyuşukluk içerisindeydiler. Tıpkı uykulu gibi. Su, yanaklarında şırıldıyordu...
Gözlerini yummuştu ana kız. Tüy gibi hafiftiler. Bir daha hiç ayrılmayacaklardı. Anne kız birlikte düşlerdeki gibi almış başlarını gidiyorlardı.
El ele birbirine sarılarak atlamışlardı nehrin çılgın sularına, birbirini hiçbir zaman bırakmayacaklardı artık. Beraber gideceklerdi gidecekleri yere. Her şey, cennet ve cehennem arasında birbirine tutunmak gibiydi..

Birlikte yüzdüler, yüzdüler. Nehrin ezgili suları kulaklarına tatlı bir ninni fısıldıyordu.
O güzel su, büyük nehrin akıntısı boyunca genç kızların, gelinlerin, annelerle çocukların hep iç içe, can cana olduğu büyülü bir adaya sürüklüyordu onları...


Çiçeğe duran dallarında umut tazeliyordu yine elma ağaçları, her bahar olduğu gibi…





bekleyis


Nuri Can
DEsssT16 - avatarı
DEsssT16
Ziyaretçi
18 Nisan 2007       Mesaj #713
DEsssT16 - avatarı
Ziyaretçi
Göçmen kus bütün bahar ve yaz boyunca
Küçük köyün üstünde uçmuş serçeyle beraber
Küçük sinekleri, kurtları yemişler,
Kış yağmurlarıyla şaha kalkmış, derelerden su içmişler.
Masmavi gökyüzünde dans etmişler,
Çiçek açan ağaçlara konup, papatya tarlalarında gezmişler…
Birbirlerine söz vermiş kuşlar;
Ayrılmayacağız diye.
Ama kış gelmiş,
Göçmen kuş adına yakışanı yapmaya kararlıymış,
Serçe ise her zamanki gibi sadık
Ama sevgi de yabana atılmaz bir gerçek.
Ayrılık acı, ihanet kötüymüş serçe için
Yasamaksa önemli imiş göçmen için.
O, baharların tatlı eğlencesiymiş sadece
Gel demiş serçeye benle beraber…
Başka bir bahara uçalım.
Serçe ise burada bekleyelim demiş yeni baharı
Ama kış acımasızdır demiş göçmen,
Yasayamayız burada, aç kalır üşürüz
Serçe hayır demiş korunuruz kötülüklerinden kışın beraber
Göçmen inanmamış serçeye hayır demiş gidelim.
Serçe için gitmek nasıl bir ihanetse yaşadığı yere
Kalmakta aynı şekilde ihanetmiş sevgiliye
Ve karar vermiş sevgiyi seçmiş
Uçacakmış yeni bir bahara…
Göçmen ve serçe çıkmışlar yola,
Ama serçe zayıfmış,
onun kanatları uzun uçuşlar için değil.
Dayanamayacakmış bu yola
Oysa göçmenin kanatları güçlüymüş
Çünkü o hep kaçarmış kışlardan
Hep gidermiş zorluklarından kışın yeni baharlara
Bir fırtına yaklaşıyormuş.
Göçmen hızlı gidiyormuş fırtınadan, yakalanmayacakmış
Ama serçe iyice zayıf kalmış, yavaşlamaya başlamış
Göçmene duralım demiş artik.
Biraz dinlenelim
Göçmen itiraz etmiş, fırtına demiş, ölürüz.
Serçe çok fırtına görmüş, kurtuluruz demiş.
Ama göçmen yürü demiş serçeye
birazdan okyanuslara varacağız
Serçe sevgisine uymuş ve
peşinden son bir gayretle gitmiş göçmenin
Birazdan varmışlar okyanusa
Kurtuluşuymuş bu büyük deniz
Göçmen için çok iyi bilirmiş buraları
Ama serçe ilk kez görüyormuş ve sanki
Gökyüzünden daha büyükmüş bu yeni mavi
Serçe artık dayanamıyormuş,
Son bir sevgi sesiyle seslenmiş göçmene
Artik gidemiyorum…. Göçmen serçeye bakmış,
Bakmış ve devam etmiş……..
Okyanus çok büyükmüş, serçe ise çok küçük
Serçenin sevgisi de çok büyükmüş ama göçmen çok küçük…
Mavi sularında okyanusun bir minik SADAKAT …
Yeni bir baharın koynunda koca bir IHANET..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Nisan 2007       Mesaj #714
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Siyah Mektup


Ve işte az sonra, kim bilir kaçıncı defa şehirler arası otoban havasını soluyacağım yine. Genzimi yakarken egzost dumanı otoban figüranlarının, parçalanmış bir hayalin enkazından uzaklara gideceğim saniye saniye.

“Ağlamak yok” demeden, zavallı zihnimi, abur cubur düşünce silsilelerine boğmadan, özgür bırakacağım ruhumu bu gece. Gözyaşlarımda boğulacak bir “tek kişilik aşk hikayesi”; aslında iki kişilik başlayan, yalancı bir aşk hikayesi.

Üzülebildiğim kadar tırnaklarımı geçireceğim etime. Hücrelerim kuruyana kadar ağlayacağım. Zifiri karanlık bir otoban sahnesinin, üzgün bir figüranı sanacak beni diğer aptallar. Oysa ben bir cinayet işlemeye gidiyor olacağım.

Göğsüm parçalanana dek acıtacağım canımı, izin vereceğim saklı duygularımın en sivri köşelerinin batmasına, kalbimin her santimetrekaresine. Son defa ağlayacağım çünkü bu gece. Son defa acıtacağım canımı. Etimi artık rahat bırakacağım. Tırnaklarımı son defa saplayacağım yüzüme, kanlar içinde kaldıktan sonra, son defa çıkaracağım etimden kanlı tırnaklarımı.

Bir cinayet işlemeye gidiyorum bu gece, failinin kendini bildiği. Faili meçhul bir cinayet olmayacak artık yokluğum; ne bir cinayet olacak artık yokluğum, ne de faili, meçhul bir cinayet.

Bir cinayet işlemeye gidiyorum bu gece. Kan, özgürlüğümün sonuna doğru akacak. Kendimi öldüreceğim. Ellerimle öldüreceğim hepinizin bildiği ben’ i. Kanlar içinde toprağa gömeceğim cesedimi. Ne kalırsa cinayetten geriye, onunla döneceğim buraya. Duygusuz bir makine kalacak muhtemelen bir cinayetten geriye.

Belki toz kaldıracak gerçekten ölümüm. Şarap şişesine gömülecek bir Dionysos efsanesi. Yalancı bir tanrıça, yalancı gözyaşları dökecek en iyi ihtimalle, ağıtsız. Ben gidince, kendini öldürmeye başlayacağını haykıran bir düş sadece. Votka şişesinde eriyen bir ruhun katili bir tanrıça… Kelebek olmaya yüreksiz bir tırtıl… Küçük Prens’ in çiçeğini yiyen koyun, ruhunu çarmıha geren bir ilüzyon. Sevilmeyi kaldıramayan; aşkı, omuzlarında taşıyamayan zavallı bir 21. yüzyıl ruhu. Bir hata, bir yanılgı, diğerleriyle aynı, kimseden farksız… İşte iflah olmaz bir romantiğin katili, cinayetimin azmettiricisi.

Bir cinayet işleyeceğim çok yakında. Yaralı bir zavallıyı, kendi ellerimle öldürüp, kanlar içinde toprağa vereceğim. Ne kalırsa cinayetten geriye, onunla döneceğim buraya. Duygusuz bir makine kalacak muhtemelen, bir cinayetten geriye.

Karanlık, duygusuz, ahlaksız bir khatarsis’ miş son arzusu makdülümün. Tamam, öyle olsun. Kim itiraz eder ki son arzusuna, sekiz on gün sonra öldürülecek olan bir ruhun.

Acılar içinde çırpınarak can verecek olan bir ruhun ölümünün ardından, bir ateş yanacak İzmir körfezinde, dumanı Bostancı iskelesinden tüten. 3 damla yalancı gözyaşıyla unutulacak her şey. Bir aşk, bir ceset…

Bu bir intihar değil, cinayet mektubudur. Cinayetten ise düşlerim sorumludur…

Haziran 2006

Tolga Görkem
vain - avatarı
vain
Ziyaretçi
18 Nisan 2007       Mesaj #715
vain - avatarı
Ziyaretçi
Onemli olan vermektir..

Yillar once hastanede calisirken, agir hasta bir kiz getirdiler. Tek yasam sansi bes yasindaki kardesinden acil kan nakli idi. Kucuk oglan ayni hastaliktan mucizevi sekilde kurtulmus ve kaninda o hastaligin mikroplarini yok eden bagisiklik olusmustu. Doktor durumu bes yasindaki oglana anlatti ve ablasina kan verip vermeyecegini sordu. Kucuk cocuk bir an duraksadi. Sonra derin bir nefes aldi ve "Eger kurtulacaksa, veririm kanimi" dedi. Kan nakli ilerken, ablasinin gozlerinin icine bakiyor ve gulumsuyordu. Kizin yanaklarina yeniden renk gelmeye baslamisti, ama kucuk cocugun yuzu de giderek soluyordu.. Gulumsemesi de yok oldu. Titreyen bir sesle doktora sordu: "Hemen mi olecegim?.." Kucuk doktoru yanlis anlamis, ablasina vucundaki butun kani verip, olecegini sanmisti

Yolumuzdaki engeller..

Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun uzerine kocaman bir kaya koydurmus, kendisi de pencereye oturmustu. Bakalim neler olacakti?.

Ulkenin en zengin tuccarlari, en guclu kervancilari, saray gorevlileri birer birer geldiler, sabahtan oglene kadar. Hepsi kayanin etrafindan dolasip saraya girdiler. Pek cogu krali yuksek sesle elestirdi. Halkindan bu kadar vergi aliyor, ama yollari temiz tutamiyordu. Sonunda bir koylu cikageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sirtindaki kufeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarildi ve ikina sikina itmeye basladi. Sonunda kan ter icinde kaldi ama, kayayi da yolun kenarina cekti. Tam kufesini yeniden sirtina almak uzereydi ki, kayanin eski yerinde bir kesenin durdugunu gordu. Acti.. Kese altin doluydu. Bir de kralin notu vardi icinde.. "Bu altinlar kayayi yoldan ceken kisiye aittir" diyordu kral. Koylu, bugun dahi pek cogumuzun farkinda olmadigi bir ders almisti. "Her engel, yasam kosullarinizi daha iyilestirecek bir firsattir.."

Size hizmet edenleri hep hatirlayin..

Bir pastanin uc otuz paraya satildigi gunlerde 10 yasinda bir cocuk pastaneye girdi. Garson kiz hemen kostu.. Cocuk sordu: "Cukulatali pasta kac para?.." "50 cent!.." Cocuk cebinden cikardigi bozuklari saydi. Bir daha sordu: "Peki dondurma ne kadar.." "35 cent" dedi garson kiz sabirsizlikla.. Dukkanda yiginla musteri vardi ve kiz hepsine tek basina kosusturuyordu. Bu cocukla daha ne kadar vakit gecirebilirdi ki.. Cocuk parasini bir daha saydi ve "Bir dondurma alabilir miyim lutfen" dedi. Kiz dondurmayi getirdi. Fisi tabagin kenarina koydu ve oteki masaya kostu. Cocuk dondurmasini bitirdi. Fisi kasaya odedi. Garson kiz masayi temizlemek uzere geldiginde, gozleri doldu birden. Masayi sanki akan yaslar temizleyecekti. Bos dondurma tabaginin yaninda cocugun biraktigi 15 cent duruyordu..
Son düzenleyen vain; 18 Nisan 2007 16:27 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
VerSchL@GeN - avatarı
VerSchL@GeN
Ziyaretçi
18 Nisan 2007       Mesaj #716
VerSchL@GeN - avatarı
Ziyaretçi
Kor Ateş Kızılı




Zelal gün boyunca ısınan asfaltın yüzüne vurduğu sıcaktan bunalmış, nihayet serinleyebileceği bir yer bulmuştu.
Bir nesnenin kullanım değerinin ona duyulan ihtiyaç zamanı
İle doğru orantılı olarak değişebileceğini yeni öğrenmişti teorik
olarak. Pratikte ise şimdi daha iyi kavrıyordu bunu. Önünden yüzlerce kez geçtiği bu küçük market şu an onun için çok değerli idi. Kapıdan
içeri adımını atar atmaz yüzüne vuran serin hava onu kendine getirmişti. Ama adım adım onu kendinden alıp yerine başka birini
getirecek diğer nesnelere doğru yaklaştığını bilmiyordu henüz.
Marketin giriş turnikelerinden yürüdü. Emanet dolapların yanından
geçerken; büyük ekran bir televizyondan, büyük bir katliamın, haberini

duydu. büyük insanların planladığı büyük orta doğu projesi geriye küçük yanmış cesetler bırakmıştı. neredeyse tamamı sivil halk olan ve çoğu bebek olan,katliamın masum madurları bu ekrandan yeterince büyük görünüyorlardı.dolaplardan herhangi birini açtı ,sonra birini daha .hızlıca açtığı tüm dolapların içinde farklı şekil ve renklerde insan vicdanları vardı.emanet dolaplarının hepsi doluydu.bunların üstüne,boşluğa kendi aklını emanet bıraktı.ekrandan haber akmaya devam ediyordu ki bu televizyon market den büyük alışverişler yapan talihli bir müşteriye promosyon olarak verileceğinden ,ekrandan her daim neşeli,renkli,şakamatik programların geçmesi iyi olurdu.Yoksa büyük talihli, büyük alışverişleri, büyük katliamlar izleyeceği büyük ekran bir televizyon için mi yapacaktı?Bu durumu fark eden sorumlu birinin kanal değiştirebileceğini düşünüyordu.kimse ilgili görünmüyordu.

Market sahibi,turnikelerin yanı başında, gündelik bir haberi izler gibi izliyordu.Ve böyle görüntüler karşısında duyulabilecek normal duyguların dışında, bir tedirginliği yok gibiydi.Savaşların, uzun vadeli en büyük etkisi bu olmalıydı.Kanıksatmak.Adam elliyi aşkın bir yaşta görünüyordu.Yaşamının acaba kaç yılında, tam barış içinde yaşayan bir dünyaya tanıklık etmiş olabilirdi.Zelal, genel tarih bilgisini şöyle bir yokladığında, arka arkaya gelen iki gün dahi bulunamayacağını ürpererek düşündü.Tüm bu düşüncelerle yavaşça ilerleyip kozmetik reyonuna geçti.Sebebini kendisinin de anlayamadığı bir şekilde saç boyalarının önünde durdu.Sadece kutuların üstündeki ifadesiz yüzleri izleme isteği duyuyordu.Gözleri hızlı hızlı aynı ifadeleri taşıyan, farklı saç şekli ve rengi ile bezenmiş yüzlere bakarken, birden saç renginde bir değişiklik yapabileceğini düşündü ve aynı anda bunun sebebini de.Hayatını değiştiremeyen kadınlar, saçlarını değiştirerek bu değiştirme duygularını doyuruyorlardı.Yani psikolojik olarak gerçek isteğin yerini tutacak sanal, geçici isteklerle bir çeşit kendi beynini kandırma durumu.Nede olsa insanoğlu bu duruma daha bebekliğinde gerçek meme, yalancısı ile değiştirildiğinde alışıyordu.KOR ATEŞ KIZILI. Evet işte rengini bulmuştu. Kutudaki mankenin ifadesiz yüzünün yerinde, kendi yüzünü hayal etmeye çalıştı.Fakat bir türlü yalnız kendi yüzünü yerleştiremiyordu şu kutucuğa.Yüzünün içine yüzlerce yüz ,alev alev yanan Lübnan sokaklarının ,korlaşan ama hala en ufak rüzgarla alevlenen ırak sokaklarının alev saçlı kadınları,erkekleri,yaşlıları,gençleri ve illaki bebekleri kendi yüzünden önce yerleşiyorlardı. Savaşın bir başka ve en başarılı etkilerinden biri de bu olmalıydı.Dünyanın, herhangi bir coğrafyasının özelikle beşeri kısmını yok etmeye çalışanlar, aynı zamanda diğer bir coğrafyadakilerin de özellikle beşeri kısmının algı biçimlerini yok ediyorlardı.Artık neye baksa savaştı,kor ateş kızılı.

Dünyada, sınırların ortadan kalktığı doğruydu. Acının ve yok olmanın hiçbir çizilmiş sınırı yoktu.İlk gençliğinden itibaren, izlediği bütün Hollywood yapımı filmler kare kare gözünün önüne geldikçe kusma isteği duydu.Sonunun böyle kurgulandığını,yaklaşık yirmi yıldır süren, uzun metrajlı bir filmin figüran kadrosunun en gözde figüranlarından biri olduğunu düşündü. Nasıl heyecanlar duymuştu ,nasıl hazlar almıştı dünyayı kötülerden kurtaran amerikan ajanlarını izlerken.Oysa kendisi gibi onlar da, organizasyonu dünya çapında olan dev figüran ajansının figüranlarıymış meğer. Asıl oyuncular,asıl yönetmenler,asıl senaristler,o iğrenç yapışkan kozalarında büyüyüp tüm dünya halklarına ‘’özgürlükler’’ planlıyorlardı. Kafasını kor ateş kızılından diğer kutulara çevirdi. 4/66 Panama-Honduras kızılı, 4/60 Küba kızılı, 4/46 Kızılderili ulu mani tu kızılı, 4/56Meksika-Şili –Nikaragua kızılı, 4/36 Afrika çikolata kızılı, 4/76Vietnam lal kızılı, 4/86 Kuveyt körfez kızılı, 4/96 Bosna Müslüman kızılı, 4/2002 Afgan kızılı, 4/2004 Irak özgürlük kızılı, 4/2005 g8 kızılı,4/2006 Lübnan kor ateş kızılı. Kızıl kutucuklar tükenmiş ama aklındaki savaşların zaman ve mekanları tükenmek bilmiyordu.

Elinde tuttuğu market sepetinin içinde ,reyoncu kızın ‘çok iddialı bir renk bu.’dediği boya kutucuğu tek başına otururken,Zelal gözleri kutuda ki bir çift kara göze takılmış ,bu acımasız akışı değiştirebileceği bir mucize düşledi.

İnsanların metafizik eğilimlerinin bir sebebi de bu adaletsiz ,eşitliksiz düzene

Müdahale edebileceklerine inanmak istemeleriydi,bataklıktaki en güzel ,en yetenekli kuşun diğerlerinin kaderine etki edebileceğine çaresizce kapılmalarıydı.Oysa en tepeden bakıldığında bu yalnızca bataklığı gülistanlık gibi algılamaya ve algılatmaya yarıyordu.düzen aynı düzen bataklık aynı bataklıktı.bu gerçeği buz gibi biliyordu ama yine de bir mucizenin başaktrisliğine soyundu.savaş ülkesinin savaş çocukları ile birlikte yeşilin ve mavinin tüm tonlarının hakim olduğu bir iç dünyada ,dostları ile birlikte kurdukları büyük insanlık okulunda önce kırmızı ve tüm tonlarını unutacaklardı,sonra bu güzelim renge, yeni ve yaşama dair imgeler yükleyeceklerdi. Doğanın kendini yenilemesi nasıl mümkünse bu insan içinde mümkün olmalıydı.kutucuktaki kara gözlere tekrar bakmak için eğildiğinde , ifadesiz mankenin soğuk mavi gözlerinde bu kareleri çeken moda fotoğrafçısının kendi mucizesini gördü.küçük firmalara, ucuz işler yaparken birden dünyaca ünlü bir firmanın moda fotoğrafçısı olmak onun gerçekliğinin mucizesiydi.’’kara gözler nerdesiniz?....’’boşlukta asılı bıraktığı aklı, emanet dolaplarının üstünden göz kırptı birden… koştu… giriş turnikelerinden çıkış yaptı...kendi gerçekliğinin mucizesi…’’kara gözler nerdesiniz?’’bir an duraksadı ve sonra ‘’iddialı’’ adımlarla kasaya geldi.kasiyer kız kor ateş kızılını kasadan geçirirken orta sınıf, orta yakışıklı bir damat hayal ediyordu ve o anda elinde ki ürünün mal kodunun çizgilerinde fiyat etiketinden daha çok şey yüklü olduğunun farkında değildi.o çizgilerde Zelal’in aldığı ücretsiz kesin karar da

bulunuyordu. Zelal kara gözlerin kayboluşunda ki manayı kendince anlamış, aldığı karara marketin paket servisinde yaldız ambalajlı,rafyalı bir paket yaptırmıştı.savaş çocuklarının yanına ulaşacak ve gönüllü insan olacaktı.

Artık elinden ne gelirse … kolay değildi biliyordu…kara gözlerin davetini reddedemezdi,reddetmeyecekti…
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
18 Nisan 2007       Mesaj #717
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Rüya Tadında




Ege' de bir efsane vardır; " Hilal' in gözüktüğü ilk gece, yıldızların altında denize dileğinizi iletirseniz, deniz size mutlaka geri döner ve dileğinizi yerine getirir... "



Gülay, iskelenin ucuna doğru yürümeye başladı. Güneş, batmaya hazırlanıyordu ve deniz oldukça dalgalıydı. Dalgalar zaman zaman iskeleyi aşıp, ayak bileklerini ıslatıyordu. Yavaş ve donuk gözlerle, iskelenin ucuna kadar yürüdü ve durdu. Yavaş hareketlerle oturarak ayaklarını denize bıraktı. Bacakları ıslanıyor, arada bir gelen dalgalarla da baldırlarına kadar ıslanıyordu. Gözlerini kısarak ufuğa baktı. Turuncu ve kırmızının karışımından oluşan karışım, hafif hafif karanlık maviye karışıyor ve bulutların arasından karşıdaki adalar gözüküyordu. Gökyüzünde bulutlar simetrik bir şekilde duruyorlar ve çok hafif bir şekilde ilerliyorlardı.

Gülay bir İstanbul çocuğuydu. Genç yaşta âşık olmuş, okuduğu üniversiteyi sevdiği adamla evlenmek için bırakmıştı. Çok kısa bir zamanda hazırlıklarını tamamlamışlar ve sade bir düğünle evlenmişlerdi. Evliliklerinde, kimsenin çözemediği bir mutluluk sırrı vardı. Onlar hiç tartışmaz, kavga etmez ve daima iyi geçinirlerdi. Herkes bunu kötüye yorsa bile, onlar böylesine mutlu ve huzurlu iki sene geçirmişler, iki bin sene daha geçirmeye yetecek kadar da yanlarında sevgi biriktirmişlerdi. Mutluluk sırları eşinin trafik kazasında hayatını kaybetmesiyle son buldu. Gülay, adeta yıkılmış ve erimişti. Kazadan aylar sonra bile halen eşinin eve döneceğini düşünür, her akşam onu karşılamak için en güzel kıyafetlerini giyerdi. Gece olduğu halde halen eşi eve gelmeyince, sinir krizleri geçirir, ağlayarak sabahı bulurdu. Ailesi bir süre sonra Gülay' ı yanına almıştı. Daha sonraları iyice içine kapanan genç kadın, zamanla insanlarla konuşmayı bile bırakmış ve sadece dalgın dalgın düşünür olmuştu. Böyle zor geçen 1 senenin ardından Gülay psikolojik tedavi görmeye başlamış ve ilaçlarla yaşamaya alışmıştı. İlaçlar onu bol bol uyutuyordu. Uyandığı zamanlarda karnını doyuruyor, eşine mektuplar yazıyor ve akşamları erken saatlerde tekrar uykuya dalıyordu. Bir süre sonra uyku ilaçlarının müptelası olan genç kadın, doktor tavsiyesiyle, ailesi ile birlikte Çanakkale' ye taşındı. Evleri Çanakkale yolu üzerinde bir köyün biraz uzağındaydı. Evlerinin hemen arkasında yükselen yüksek dağlar ağaçlarla kaplıydı. Evlerinin hemen önünde ufak bir bahçeleri ve deniz balkonları vardı. Bahçenin önünde taşlıkla kaplı bir sahil ve hemen ilerisinde deniz vardı. Gülay denize girmeyi çok sevmesine rağmen, buraya taşındıklarından beri hiç denize girmemişti. Gündüzleri bahçedeki çiçekler ve ağaçlar ile uğraşıyor, ailesinin sohbetlerini dinliyor ve akşamları deniz balkonlarında eşine mektuplar yazıyordu.

Ayaklarına gelen suyun soğukluğu ile irkildi. Hava iyice kararmaya yüz tutmuş ve az önceki o güzel renk karışımı, yerini sise bırakmıştı. Deniz biraz daha durgunlaşmış ve dalgalar yerini ufak çırpıntılara bırakmıştı. Burada her insan mutluluğu tadabilirdi çünkü doğanın güzelliklerini her saat görebilirdiniz. Sabahları adeta bir havuz gibi sakin olan denizde yürüyerek bile balıkları seyredebilir, akşamları çıkan rüzgârlar ile ruhunuzun en derinliklerinde yolculuklara çıkabilirdiniz. Fakat bunlar genç kadını mutlu etmeye yetmiyordu. O, eşinin ölümüyle birlikte sanki bir yarısını da kaybetmişti. Gördüğü her güzelliği ve tadına baktığı her mutluluğu onunla paylaşmadığı sürece, ne anlamı vardı bu güzelliklerin? İçi her zamanki gibi, kara bulutlarla kaplanmıştı. Ufukta görebildiği son noktayı seçmeye çalışıyor ve amansız bir şekilde içinin yandığını hissediyordu. Bu acımasız olay neden onun başına gelmişti? Devamlı mutluluğunun neden ve kimin tarafından kıskanılıp, yok edildiğini düşünüyor fakat bir türlü düşüncelerini bir yere bağlayamıyordu. Eşini her düşünüşünde, ona bir daha dokunamayacağını, bir daha öpemeyeceğini ve bir daha asla onun kokusunu koklayamayacağını fark ediyor ve bu düşünce yüreğini sıkıyordu. Kurtulmak için çırpınsa bile kurtulamıyor, çevresinde ki her şeyin bir çaresizlik çemberiyle sarıldığını hissediyordu. Her gece uyurken, rüyasında eşi ile buluşacağını düşünüyor ve bu düşünce onun karanlıklarında, sıcak ve parlak bir ışık oluşturuyordu. Bu ümitle uykuya dalıyor, fakat bir türlü eşini rüyasında göremiyordu.

Rüyasında onu görebilmek için bir çok yol denemiş fakat hiç birinde başarılı olamamıştı. Bu onu gitgide daha da ruhunun derinliklerine götürüyor, saatlerce boş boş düşünmekten başka bir şey yapmıyordu. Ailesi bu duruma çok fazla üzülüyor, biricik kızlarının tekrar eski haline gelmesi için ellerinden geleni yapıyorlardı. Lakin hiç biri genç kadının yüzünü güldürmüyordu, o sanki intihar etmeyi gururuna yediremediğinden dolayı sadece yaşamını sürdüren biri haline gelmişti. Bu durumdan nasıl ve ne zaman çıkacağını hiç kimse bilmiyor fakat bunun böyle sürüp gidemeyeceğini tahmin ediyorlardı. Buraya geldiklerinden beri ilaçlarını da kullanmıyordu. Ailesi, onu ilaç kullandığı zamanlardan daha iyi görüyordu. Çünkü kızları ilaç kullanırken devamlı uyuyor, söylenen hiç birşeyi anlamıyor ve daima hasta gibi oluyordu. Oysa şimdi, sabah erken kalkıyor, bahçeyle uğraşıyor, deniz kenarında oturuyor ve alışagelmiş mektuplarını yazıyordu. Onlar için bu bile, oldukça iyi bir gelişmeydi.

Gülay iskeleden kalktı ve eve doğru yürümeye başladı. Sahilde ki taşlardan dolayı düzgün yürüyemiyor ve yalpalıyordu. Çocukluğundan beri buraya gelip gittiklerinden, denize dair olan tüm hikâyeleri bilirdi. Yarın ay hilal şeklini alacaktı ve genç kadın bir dilek dileyecekti. Eve ulaştığında akşam yemeği hazırlanmıştı. Sessiz bir şekilde yemeğini yedi ve odasına çekildi. Yarın için içi umutla dolmuştu. Kim bilir belki gerçekten deniz ona geri döner ve isteğini yerine getirirdi. Bu düşüncelerin verdiği garip bir huzurla uykuya daldı.

Sabah uyandığında henüz güneş yeni doğuyordu. Uzun zamandır yaptığı gevşek hareketlerin tersine, büyük bir çeviklikle yatağından sıçradı. Üzerini değiştirip yatağını ve odasını topladı. Kahvaltısını yaptıktan sonra her zamanki gibi bahçedeki çiçeklerle ilgilenmeye başladı. Çiçeklerin hepsi bugün daha bir canlıydılar. Gülümsemeyi unutan yüzü ile onlara gülümsedi ve her biriyle tek tek ilgilenmeye başladı. Diplerini temizliyor, sularını veriyor ve hepsine birer öpücük konduruyordu. Gülay' ı balkondan izleyen annesi ve babası birbirlerine sarıldılar. Onu böyle görmek onları çok mutlu etmişti. Akşama doğru genç kadın deniz balkonuna gitti ve büyük bir titizlikle kâğıdı önüne yerleştirip, kalemini çantasından çıkardı. Yazacağı her kelimeyi özenle seçmeliydi. Düşüncelerini netleştirdi ve yazısına başladı ;

" Sevgili Deniz, Bilirsin, çocukluğumdan beri devamlı seninleyim. Tatil için geldiğimiz zamanlarda saatlerce seninle dans eder, İstanbul' a döndüğümüzde devamlı seni izlerdim. Sen kimi zaman durgun, kimi zaman neşeli olurdun. Hep bunu çözmeye çalıştım ve artık çözdüğümü sanıyorum. Sanırım sen aya âşıksın deniz. Ne zaman ay çıksa, onun ışıklarını alıp, binlerce yakutmuş gibi yansıtıyorsun. Rüzgâr ile konuşuyor, kıyı ile oyunlar oynuyorsun. Akşamları kimseye içini göstermiyor, adeta içine bakmaya çalışan olursa, sendeki aşkı göreceklermiş gibi kendini saklıyorsun. Fakat sabahları ayın yerini güneşe bırakmasıyla birlikte durgunlaşıyor, kendini unutuyorsun. Akşama kadar böyle zaman geçirip, akşam kendini aya hazırlıyorsun. Kimi zamanlar rüzgâr şiddetleniyor ve bulutlar ayı kapatıyor. Böyle zamanlarda, sevdiğini göremediğin için oldukça sinirleniyor ve içinde ne bulursan darmadağın ediyorsun. Ben senin öfkeni kıyılara vurduğun tekmelerden bile anlıyorum denizim. İnan bana, belki de seni benden iyi anlayacak kimse yoktur...

Söyle bana denizim, bir gün ayın hiç bir zaman doğmayacağını anlasan ne yapardın? Bir daha hiç yakamozlar oluşturamayacağını, onunla olan sevginizin içinde olmasına rağmen onu asla göremeyeceğini bilsen ne düşünür, ne hissederdin? Eminim ki öfkeyle buraları yıkardın ve bir daha hiç yüzün gülmezdi. İşte sevdiğini kaybetmek böyle birşey denizim. Sen ayını asla kaybetmeyeceksin ama ben güneşimi kaybettim. Onu her düşündüğümde içim ağlıyor, yaşam duruyor. Hiç bir şey yapmak istemiyorum. Bedenimi yırtmak ve gökyüzüne yükselmek, her neredeyse onu bulmak istiyorum. Lakin hiç bir şekilde onu tekrar göremiyor ve ona tekrar sarılamıyorum. Anlattıklarımı her gün az çok gözlerimden anladığını farz ediyorum. Bu yüzden sana yazmaya ve senden yardım istemeye karar verdim denizim. Hilal' in göründüğü ve senin en sevinçli olduğun bugün senden bir dileğim olacak. Beni sevdiğime kavuştur denizim. Bir defalığına bile olsa onu görmek istiyorum. Beni aydınlatan, neşemi yerine getiren ve zamanla hayatımın anlamı olmuş o gülümseyişini görmek istiyorum. Artık buralarda daha fazla onsuz kalmak istemiyorum. Ne olur denizim, beni onunla buluştur. Onu görmeme ve bir defacık dahi olsa sarılmama aracı ol. Beni anlayacağını umut ediyor ve bana dileğim ile ilgili geri dönmeni bekliyorum... "

Gülay, mektubunu dikkatle katladı ve göğsüne yerleştirdi. Akşam yemeğini yedikten sonra iskeleye çıkarak bir süre karanlıkta hiç bir ışığın meydana getiremeyeceği o güzel yakamozu izledi. Ardından yaşlı gözlerle dileğini denize bıraktı ve gözlerini kapattı. Sanki deniz dileğini hemen yerine getirecek gibi hissediyordu. Sanki gözlerini açsa, sevdiğini karşısında görecek ve bu doğaüstü olaya deniz neden olacaktı. Yavaşça gözlerini açtı ama sevdiğini göremedi. Gözlerinden bir kaç damla yaş, denize damladı. Genç kadın büyük bir hüzünle yürüyerek evine gitti ve kimsenin yüzüne dahi bakmadan odasına kapandı. Ağladı, ağladı, ağladı... Hayat, yaşanılabilecek bir olgu olmaktan çıkmış ve adeta bir çileye dönüşmüştü. Buna daha fazla sabredemiyordu. Fakat aksi yönde de yapabilecek hiç bir şeyi yoktu. Kalbi daralıyor ve nefes alması zorlaşıyordu. Derin derin nefes alarak kendine gelmeye çalıştı fakat her nefes alışında göğsü sızlıyor adeta nefes alırken bedeni yırtınıyordu. Hırıltılar çıkarmaya başladı. Hızlı hızlı öksürdü ve bir süre sonra kendine geldi. Oldukça halsiz kalmıştı, yatağına uzandı gözlerini kapattı.

Gece uykusunda bir rüzgâr hissetti. Galiba balkon kapısını açık unutmuştu. Ama kalkıp kapatabilecek hali de yoktu. Rüzgâr ayaklarından beline doğru ilerledi ve göğsünden başına kadar inanılmaz bir yumuşaklıkla esip gitti. Gülay, rüzgâr ile birlikte muhteşem bir huzur duygusuna sarınmıştı. Gözlerini açtı. Gördüklerine inanamayıp, gözlerini tekrar kapatıp açtı. Denizin ortasındaydı. Sahilden bir hayli uzakta olmasına rağmen evlerini zar zor görebiliyordu. Denizde yürüyebiliyor ve koşabiliyordu. Büyük bir sevinçle oradan oraya koşup durdu, kendince rüyasının tadını çıkartıyordu. " Gülay... " Duyduğu sesle irkildi. Ses tam arkasından geliyordu ve yıllardır hasret kaldığı bir sesti. Hızla arkasını döndü. Kocası yüzünde o bilindik gülümsemesiyle kendisine bakıyordu. Hiç bir şey diyemeden, hasretle kocasına sarıldı. İşte dileği gerçek olmuştu, onca zamandır başaramadığı şeyi deniz başarmıştı. Kocasının kollarından ayrılmadan tüm gücüyle onu sıktı. Kokusunu öylesine özlemişti ki, yıllarca böyle durabilirdi. " Ah seni öyle özledim, öyle bekledim ki.. " Eşi yanıt vermeden onun yüzüne baktı. Gözlerinde hafif bir keder vardı. Genç kadın, gayet iyi tanıdığı kocasının yüzündeki gülümsemesinin ardına saklanmış, gözlerindeki kederi hemen fark etmiş ve onunda yıllardır kendisini özlediğini düşünmüştü. Onu görmenin verdiği sevinçle hiç bir şey düşünemiyordu. Kocasına tekrar sarıldı, onu tekrar kokladı. Hiç uyanmak istemiyor, kalan tüm yaşamı boyunca bu rüyanın devam etmesini istiyordu. Yılların verdiği özlem ve hasretle saatlerce konuştular. Birbirlerini ne kadar özlediklerini, birisinin olmadığı yaşamda diğerinin eksikliğinin nasıl hissedildiğini anlatıp durdular. Her ikisi de heyecanlı ve sevinçliydi. Bir o kadarda hüzünlüydüler. Genç kadın güneş ufuktan yavaş yavaş doğarken, gözlerini bakmaya doyamadığı kocasından alarak denize çevirdi ve ağlamaya başladı. Kocası " Ağlama... " dedi. Ağlamaması imkânsızdı, birazdan uyanacak ve bu güzel gece sona erecekti. Bir ay boyunca yine kocasına hasret kalacaktı. Ona hızlı hızlı yine mektup yazacağını, hiç durmayacağını, her ay hilali sabırsızlıkla bekleyeceğini söyledi. Kocası elleriyle karısının ağzını kapattı. Gözlerinde garip bir bakış vardı. Gülay' ı öptü. " Gitme desem de, gideceksin, fakat döneceğinde unutma, burada seni bekliyor olacağım... " dedi. Güneş doğmuştu, Gülay artık uyanması gerektiğini ve uyanmazsa ailesinin endişeleneceğinden, onu zorla uyandıracaklarından, bu güzel rüyanın sarsıntılarla bitmesini istemediğinden bahsetti. Ona son defa sarılarak, denizin üzerinden yürümeye başladı. Evine doğru yaklaştıkça yüreği sızlıyordu. Ara ara arkasına bakıyor ve kocasının orada beklediğini görmek içine tarifi imkânsız bir huzur veriyordu. Gözyaşları içerisinde sahile çıktı ve evlerinin önündeki kalabalığı fark etti. Biraz daha yaklaşınca, kulakları annesinin feryatlarıyla çınladı...

" Gülay, Gülaaay, Gülaaaay.... "





Sami Güzel
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
19 Nisan 2007       Mesaj #718
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Rüyalarımdaki Sevgilim

Çocuk kaldırımın üzerinde avazı çıktığı kadar bağırıyor ve ağlıyordu.
Arzu tam apartmana girecekti merak etti çocuğun yanına geldi.
-Neden ağlıyorsun kızım?
Çocuk dört yaşındaydı.Konuşması hıçkırıklarıyla birbirine karışıyordu.
-Bu çocuklar beni oynatmıyor. Bana kızdılar.
Arzu şaşırmıştı. Çocuğun işaret ettiği yere baktı.onun yaşlarında iki çocuk
top oynuyordu.
-Hadi arkadaşlarının yanına gidelim dedi Arzu.
Çocuk bir yandan hıçkırıyor bir yandan da Arzu'nun elinden tutuyordu. Çocuklar Arzu'yu ve ağlıyan çocuğu görünce, yüzlerinde korku ifadesi belirdi.
- Biz birşey yapmadık teyze.
-Tamam birşey yapmadınız Arkadaşınızı da alın yanınıza birlikte oynayın.
-Tamam teyze. Hadi gel Ayşe birlikte oynuyalım.
Ayşe'nin ağlamaklı yüzü, artık gülüyordu. Arzu baktı herşey yolundaydı.
İşte yine evindeydi.
-Off yemek yap, bulaşık, ütü diyordu kendi kendine.
Eşinden ayrılalı bir sene olmuştu. Evliliği mutsuz geçmişti.Evlendiğine de
bin kere pişman olmuştu.
-Oh çok şükür yanlızım diyordu.
Ama bazen yanlızlıktan da sıkılıyordu. Evlilikten de korkmuştu doğrusu..
Gece olmuş, yatma zamanı gelmişti.Hergün aynı şey sabah iş, akşam
yatak.Sıkıldım diye bağırdı. Uyumalıyım diye düşündü. Sabah uyandığında
gözünün önüne gece gördüğü rüya geldi. Uzun boylu yakışıklı bir erkekti.
Arzu'ya kızıyordu.
-Yeter artık biraz da kendini düşün. Bu zamana kadar hep başkaları için yaşadın. Artık kendin için yaşa diyordu.
Arzu hıçkırıklara boğulmuştu.Ağlıyordu. Gözünde ki yaşları durduramıyordu.
Rüyada ki arkadaşı haklıydı. Hayatı boyunca herkese iyilik etmiş, Herzaman
da incinmiş ve karşılığında da kötülük görmüştü.
Giyinmeliydi.Canı kahvaltı etmekte istemiyordu. Arzu giyinip çıktı. Bütün gün
işten başını kaldıramamıştı.İşte akşam olmuştu. Çokta yorgun hissediyordu kendini. Ama rüyasında yine arkadaşıyla konuşacağını düşünüyor, içine bir huzur geliyordu. Evin yolunu tutmuştu. Yine kendi kendine düşünerek yürüyordu. Sevdiği bir erkeği, çocukları ve mutlu olsaydı.
-Ahh diye bir iç çekti. Sesi bayağı hızlı çıkmıştı. Sağına ve soluna baktı. Neyse kimse yoktu. Allah Allah bana neler oluyor.kendimi anlıyamıyorum artık diye düşündü. Evdeydi işte..Gece olmuştu.
-Yatmalıyım. İyiki varsın Ercan. Arkadaşının ismini Ercan koymuştu.
Rüyasındaydı işte..
-Elini ver dedi Ercan.
Arzu elini tuttu. Kendini Ercan'ın yanında mutlu ve huzurlu hissediyordu.
Uçuyorlardı. Evler altlarında kalmıştı.Bir dağın üzerine süzülerek indiler. Dağın
üzerinde, yeşilliklerin arasında yatıyorlardı. Birden Ercan ona doğru yan
döndü. ve Arzu'nun dudaklarına uzandı.
-Hayır.. yapamam dedi.
Arzu uyanmıştı. Kendini çok mutlu hissediyordu. keşke öpseydi beni diye
düşündü. Rüyasında ki Ercan'a aşık olmuştu.
-İmkansız olamaz diyordu.
Ama onu düşündüğünde bedenine bir huzur yayılıyordu.
-Ahh gerçek olsa keşke.
Günleri hep monoton geçiyordu. Yaşayacağı özel bir günü yoktu. Her gece
Ercan'la birlikte olabilmek için, zevkle yatağına giriyor ve uyuyordu.
İşte yine karşısındaydı.
-Ercan ben seni çok seviyorum. gerçek olsaydın beraber olsaydık.
Günlerimiz hep birlikte geçseydi diyordu Arzu..
-İmkansız Zaten benim de gitmem gerek. İznim bu kadar dedi.Ercan.
-Ne izni beni bırakamazsın. ben sensiz yapamam.
-Birgün gelecek çok mutlu olacaksın canım.bana inan. Sen herşeyin en güzeline layıksın. Gitmem gerek dedi ve kayboldu.
Arzu uyanmıştı. Ağlıyordu.Gözlerinin yaşı durmuyordu. Sevdiği birini kaybetmiş gibi içi acıyordu. Artık günleri mutsuz geçiyordu. Her gece Ercan'ı
görmek için yatıryordu.Ama nerde Ercan yoktu artık. Kendini iyice işlerine vermişti.Ardan altı ay geçmişti.
Monoton hayat onu sıkmıştı.
-Yeter artık bu gece yemeği dışarda lüks bir restaurantta yiyeceğim dedi.
-Şık olmalıyım.
Dolabı açtı. Hiç giymediği elbiselerine baktı.Güzel bir kıyafet bulmuştu
kendine..Hemen giyindi. makyajını yaptı. Çok güzel olmuştu. Bir taksi çağırdı.
Lüks bir restauranttaydı. Yanlız tek başına.. Hoşuna gitmiyordu. Garson
geldi. Menüye baktı. Kendine birşeyler söyledi.Birde şarap istedi. Bu gece
canı içmek istiyordu. O an karşısındaki masada oturan beyle göz göze geldi.
-Allah Allah yabancı gelmiyor. Nereden tanıyorum diye düşündü. Anımsayamadı. Şarabın yanına bir sigara yakmak için, çantasından paketi çıkardı. Paketten bir sigara aldı. O an kafasını kaldırdı. Adam karşısındaydı.
Elinde ki çakmağı Arzu'ya uzatıyordu. Arzu'nun sigarasını yaktı.
-Adım Ercan.
Birden Arzu'nun kafasında şimşekler çaktı.
-Ercan. Aaaa diye bir ses çıkardı.
-Tanışıyormuyuz? .
-Yok hayır.
-Oturabilirmiyim? Yanlız yenen yemeği sevmiyorum.
Arzu gözlerine inanamıyordu. Birşey de diyemiyordu. Ercan karşısındaydı.
onun da eşinden ayrıldığını öğrendi.
Arzu mutluydu.Ercan'la evlenmişti. Üstelik hamileydi.
-Ohh çok şükür.. Sevdiğim bir eşim ve doğacak bir çocuğum var.
Nasıl olmuştuda rüyasındaki Ercan karşısındaydı. Bir anlam veremiyordu.
Ve onunla evlenmişti. Çok mutluydu. Bu onda herzaman bir gizem olarak kalacaktı.
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
19 Nisan 2007       Mesaj #719
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Kız Kulesin'de Bir İlanı Aşk



Serkan 16 yaşında, kahverengi saçlı, kahverengi gözlü ve biraz zayıf bir çocuktur. Annesi babası ayrıdır. Babası ilgisizdir, annesi ise Ankara'da yaşamaktadır, Serkan'ın eğitim durumunu bozmamak için onu yanına almamıştır. Setkan dedesi ve anneannesiyle birlikte İstanbul'da kalmaktadır. Serkan'ın dersleri iyidir ancak çok duygusal, sessiz ve içine kapanık bir çocuktur. Kimsenin, kendisini sevmediğini düşünmektedir. Yalnızca edebiyat öğretmeni Nergis hanım dışında...
Nergis Öğretmen sınıfa girer:

_ Günaydın çocuklar
_ ( Tüm öğrenciler ) Sağol
_ Çocuklar bugün ne işleyecektik? ( 5-6 parmak, havaya kalkar ) Sen söyle bakalım Serkan
_ Ailemizi, sevdiğimiz ve sevmediğimiz insanlarla ilgili düşüncelerimizi kapsayan bir kompozisyon yazacaktık
_ Aferin. Yazdınmı peki?
_ Yazdım öğretmenim
_ Öyleyse senden başlayalım. Hadi oku

( Serkan, kompozisyonunu okur, arkasından birkaç öğrenci daha kendi yazdıklarını okurlar ve ders biter. )
Serkan, herkes çıktıktan sonra öğretmeniyle konuşur.

_ Öğretmenim
_ Ne oldu Sjrkan? Önemli bir şeymi var?
_ Bize bir ödev vermiştiniz. Hani, İstanbulla ilgili
_ Evet. İstanbul'un güzelliklerini, gördüklerinizi yazın demiştim
_ Ben yapmadım
_ Neden?
_ Çünkü ben İstanbul'u hiç gezmedimki!.. Annem burda değil, babam beni görmeye bile gelmiyor, dedemlerdee yaşlı
_ Bneden ne yapmamı"istiyorsun?
Şey... Sizinle birlikte...
_ Nasıl yani?
_ Öğretmenim, edebiyatı çok sevdiğimi biliyorsunuz. Ödevimi yapamazsam kendimi kötü hissederim
_ Peki tamam, birşeyler yaparız senin için. Arkadaşlarınada söyle, isteyen gelsin
_ Tamam söylerim, sağolun öğretmenim. Çok teşekkür ederim.
( Serkan, hiç bir arkadaşına söylememiş, öğretmenine de, arkadaşlarının işleri olduğunu ve gelemeyeceklerini söylemiştir ).

Nergis Öğretmen bir yandan anlatırken, Serkan sürekli dalgındır. O sırada Kız Kulesi'nin önüne gelmişlerdir ve Nergis Öğretmen, hayranlıkla konuşur;

_ Bak, İstanbul'un en güzel, en gizemli mekanlarından biri
_ Kız Kulesi değil mi?
_ Evet. Nerden bildin? Gelmiş miydin daha önce?
_ Yok, hayır öğretmenim. Kartpostallarda gördüm bir de romanlarda, aşk hikayelerinde falan
_ ( Gülümser ) Aşk hikayeleri he!.. Doğru, en güzel aşklar burada yaşanırmış; bir çok genç, sevdiklerine burada söylermiş aşkını
_ Öğretmenim
_ Efendim Serkancım söyle
_ Siz beni seviyormusunuz?
_ Ne diyorsun sen? Ne demek bu oğlum?
_ Şey.. Ailem beni sevmiyorda..
_ Olurmu hiç öyle şey?
_ Evet gerçekten öyle
_ Neden sevmesinler senin gibi tatlı, akıllı, uslu, efendi bir delikanlıyı?
_ Bilmiyorum ama sevmiyorlar işte. Peki siz öğretmenim?
_Tabiki seviyorum. Ben, öğrencilerimin hepsini seviyorum.
_ Öğretmenim ben siz çok seviyorum biliyor musunuz?
_ Biliyorum ve sana çok teşekkür ediyorum. Keşke bütün öğrenciler, öğretmenlerine senin gibi sevgi ve saygı dolu olsa...
_ Öğretmenim, öyle değil
_ Ne öyle değil Serkan?
_ Özür dilerim ama bunu söylemek zorundayım. Sizi, öğrenciniz gibi değil; Kız Kulesi'ne aşkını itiraf etmek için gelen gençler gibi seviyorum.
der ve ağlamaya başlar.
_ Bak Serkan, seni çok iyi anlıyorum hatta açıkçası bu sevginden onur bile duydum ama sen bu aralar bir çıkmazdasın ve öğretmenin olrak, sınıfın en iyi örencisiyle ilgilenmem seni bu yanlışa sürüklemiş. Evet, ben seni seviyorum, sende beni seiyorsun ama bu, senin sandığın şekilde değil. Şu an sana ne söylesem, ne anlatsam boş ama bir gün bu durumu kendiliğindeen anlayacaksın zaten. Şimdi sil gözyaşlarını ve iyice seyret bakalım Kız Kulesi'ni, bu senin dönem ödevin olacak. ( Güler ).

Serkan eve döndüğünde, onu büyük bir sürpriz beklemektedir: Annesi gelmiştir ve artık İstanbul'da birlikte yaşayacaklardır. Serkan çok mutlu olmuştur. Pazartesi günü erkenden elinde bir demet kırçiçeği ile okuluna gidip Nregis Öğretmeni bulur:

_ Öğretmenim sizden özür dilerim
_ Ne için canım?
_ ( Utanarak ) Şey.. Hani.. Cuma günü.. Kız Kulesi, ben, aşk falan...
_ Ben neden bahsettiğini hatırlamıyorum, o yüzden takma kafana ( Göz kırpar )
_ Öğretmenim çok mutluyum, annem geldi
_ Çok sevindim, gözün aydın
_ Sanırım şimdi sizi daha iyi anlıyorum ama yine de hep, en sevdiğim öğretmenim olarak kalacaksınız.

( Çiçeği verir ve gider ).




Elçin Alptekin
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
19 Nisan 2007       Mesaj #720
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Fotoğrafçı ve Sevgilisi


İki yıldır evliydiler.
Çocuk edebiyata ve şiirlere ilgi duyuyor ve yazıyordu.

Yazılarını internet sitelerine gönderiyor, şiirlerini dergilere postalıyordu.

Fakat kimse dönüp bakmıyor,okuyan ve beğenen çıkmıyordu.

İyi bir fotoğrafçıydı.Ama edebiyat ve şiir merakı yüzünden fotoğrafçılığı bir kenara bırakmıştı.

Kendi düğünlerinindeki fotoğrafların büyük bir çogunlugunu da o çekmişti.

Karısını çok seviyordu. Karısı da onu seviyordu.

Kızın biraz sabırsız bir karakteri vardı, zaman zaman kızıp bağırır,küserdi.

Erkek daha sabırlıydı,her zaman karısını hoşgörür, affedici olmaya çalışırdı.

Erkeğin başı edebiyat ve şiirle hoş olduğu için, evin geçimini karısı sağlıyordu şimdilik. Çok satan bir yazar oluncaya kadar...

Kızın naz günüydü bugün.Yine kocasından sevmediği birşeyi yapmasını istiyordu.

Kız: " arkadaşımın düğün fotoğraflarını neden sen çekmiyorsun? Üstelik karşılığını fazlasıyla ödeyeceğini söyledi "

Erkek: " bugün vaktim yok "

Kız: " Öffff yine mi? " şu roman yazma işini biraz kenara bıraksan, pekala vaktin olacak."

Erkek: " Birgün herkes benim yazdıklarımın kıymetini anlayacak. "

Kız: " Ben anlamam. Arkadaşımın düğün fotoğraflarını çekeceksin. "

Erkek: " Hayır! "

Kız: " Ne olur sadece bir kez? "

Erkek: " Hayır dedim! "

Diayalog burda koptu.

Kız son uyarısını yaptı: " Ya 3 gün içinde bunu kabul edersin ya da..."

İlk günün sonunda,kocasına mutfağı, banyoyu, bilgisayarı, buzdolabını, televizyonu ve müzik setini yasakladı.Yasaklardan yatagı hariç tuttu, sadece herşeye rağmen sevdiğini göstermek için.

Erkek aldırış etmedi. Derken 2.gün başka yasaklar ve bunu 3.deki başka yasaklar takip etti...

Ve 3.gece...Yine aynı yatağı paylaşıyorlardı. Ancak sırtları birbirine dönüktü.

Erkek: " Konuşmamız lazım "

Kız: "fotoğraf çekimi dışında konuşacak bişeyimiz yok!"

Erkek: "Çok önemli bir konu"

Kız: " Sessiz kaldı."

Erkek: "Ayrılalım mı? Ne dersin?"

Kız kulaklarına inanamadı.

Erkek: "Bi kızla tanıştım."

Kız kızgınlığını ve şaşkınlığını saklayamadı.Gözleri çoktan nemlenmiş,ve yüzünde göstermemeye çalıştığı iki damla gözyaşı aşağıya süzüldü.

Erkek pijamasının içinden bir fotoğraf çıkardı.Tam kalbinin üzerinde saklıyordu.

Erkek: "Hoş bi kız!"

Kızın gözyaşları çoğaldı.

Erkek: "Anlaşabileceğim biri! Beni çok seviyor ve beni istemediğim şeyleri yapmak için zorlamıycağından eminim. Ayrıca iyi bi yazar olmam içinde bana destek
vericek"

Kızın kıskançlığı iyice arttı çünkü bir zamanlar bütün bu sözleri kendisi de vermişti...

Erkek: " Fotoğrafını çektim. Sende bakmak ister misin? "

Kız: "...."

Erkek fotoğrafı bakması için kıza uzattı ama kız karşı konulmaz bi öfkeyle erkeğin elini itti.

Ve kız ağlamaya başladı.

Erkek fotoğrafı tekrar koynuna koydu.

Erkek ışığı söndürdü ve uyumaya başladı. Kız ışığı yaktı ve oturdu.

Erkek uyuyordu ama kızın uykusu kaçmıştı.

Bir zamanlar kendisi de diğer kız gibi davranmıştı ona...

Ne çabuk unutulmuştu iyilikleri, desteği, sevgisi...

Tekrar ağladı. Onu uyandırmak istiyordu. Aşklarının hatırasını yeniden kalbine kazmak istiyordu.

Erkeğin pijamasının açık yakasından fotoğrafın arka yüzü görünüyordu.

Merak duygusu kıskançlığını ve öfkesini yendi. Kaybedeceği birşeysi yoktu nasılsa.

Elini uzatıp yavaşça aldı fotoğrafı.

Baktı.

Ağlamak istedi doyasıya...

Doyasıya gülmekte istedi.

Güzel çekilmiş bir fotoğraftı. Kızda güzeldi.

Kendi fotoğrafıydı.

Bir ara kendisinden habersiz çekmiş olmalıydı.

Eğildi kocasını yanağından öptü.

Erkek tebessüm etti.

Uyuyormuş gibi yapıyordu...


Anlayanlar için yazılmış bir yazı eğerki anladıysanız sevdiğiniz kişilere gönderin ve sakın ama sakın sevdiklerinizi üzmeyin...
anlamadıysanız boş verin.

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat