Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 106

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 495.432 Cevap: 1.997
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
29 Haziran 2006       Mesaj #1051
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Sandalyesi devrildi, boğazı acımıştı..

Sponsorlu Bağlantılar
Keşke tekrar çocuk olabilseydi. Keşke tekrar komşusunun kızı ile lunaparka ilk kim gidecek yarışması yapabilse, lunaparka girer girmez salıncağa doğru son sürat koşabilseydi. Hızlı hızlı nefes alıp vermelerin ardından, yan yana salıncaklara binip sallansalardı. Boşlukta sallanma duygusu şu andaki gibi değildi. Çok güzel ve çok anlamlıydı. Kendini geriye doğru çeker, ayaklarını uzatarak gökyüzüne doğru çıkardı. Ayaklarını salladıkça hızlanır, hızlandıkça içinde birşeyler kayıp giderdi. Sanki biraz daha hızlansa salıncakla beraber gökyüzüne kadar çıkacak, kuşlara eşlik edip onlarla beraber uçabilecekti. Belleri ağrıyıncaya dek salıncakta sallanır, ardındanda arkadaşı ile beraber yakınlarındaki göle girmek için yine yarış yaparlardı. Ah salıncak ne güzeldi.. Ayaklarını salladı..

Hızlı delikanlılığını hayal etti. Karanlıktan korkmaz, korktuğu herşeyin aksine üstüne üstüne giderdi. Onu kimse yıldıramaz, kimse gözünü korkutamazdı. Bileklerinin çelikten yapıldığını hayal eder, kavgaya girmekten çekinmezdi. Gözükaraydı, bu yüzden çok dayak yemiş ama hiç birinden de pişman olmamıştı. Mahalleli zaman zaman onu görünce yolunu değiştirir bile olmuştu. Sonraları girdiği işlerden teker teker kovulmuş, artık serseri sınıfına girdiğini farkedince iş işten çoktan geçmişti. O bu dünyanın saçma sapan kurallarını kabul etmiyordu. Sabah kalkmak, işe gitmek, eve dönüp ailesiyle zaman geçirmek ona saçma geliyordu. Hayata bir defa geliyordu, çoluk çocukla vaktini harcamamalıydı. Akşamları arkadaşları ile gezer, gece olunca tek başına sokaklara çıkardı. Herkesin uyuduğu saatlere kadar dolaşır, ardından lunaparka giderdi. Kuşkulu gözlerle etrafına bakar, kimsenin görmediğinden emin olunca hemen salıncağa biner ve sallanmaya başlardı. Bazen bir yıldızı gökyüzünden tutup, cebine atacakmışcasına hızlanır ve saatlerce sallanırdı. Ayaklarını tekrar salladı...

O günü anımsadı. Yer yer bulutluydu anıları. Nasıl olmuştu, herşey nasıl çabuk gelişmişti anlayamamıştı. Babası, son kavgasında komşularının burnunu kırdığını duyunca onu evden kovmuştu. " Sen işe yaramazsın, sen benim evladım olamazsın! " demiş ve yol göstermişti. Onun evladı nasıl olabilirdi ki zaten? Bir defa kucağına alıp sevmiş miydi ki, şimdi sen benim oğlum olamazsın diyordu? Hatta çocukken çoğu zaman, ailesinin onu yetimhaneden yada bir cami avlusundan evlat edindiğini düşünürdü. Yoksa insan kendi çocuğuna bu kadar soğuk davranamazdı. Kıyamazdı..

Bu düşünceler içinde yürürken, bir anda biriyle çarpışmıştı. Çarptığı bir yanında eşi olan bir kadındı ve yere düşmüştü. Kadının burnu kanıyordu. Şok olmuştu. Eğilip yardım etmek istedi ama edemedi. Öylece bakakaldı. Durmadan ardı ardına " Birşeyiniz varmı " diyordu. Kadının kocası paniklemiş, karısını kaldırmaya çalışıyordu. Sayıklamaları adamın bağırmasıyla son buldu. " Önüne bakmıyor musun yürürken? Ne biçim yürüyorsun lan sen! " İsteyerek yapmamıştı ki, neden bağırıyordu bu adam ona. Sinirlenmişti. " Bilerek çarpmadım, karını kaldır al voltanı! " diye bağırdı. Sözlerinin hemen ardındanda burnuna bir yumruk yedi. Burnunun acısıyla gözleri karardı. Cebindeki sustalısını çıkardı. Seri hareketlerle adamın sırtına sokup çıkarmaya başladı. Gözleri yerlere dökülen kanları bile görmüyordu. Heryer siyah beyazdı sanki. Fakat bu adam ona sebebsiz yere vurmuştu, sinirlendirmişti. Arkasından gelen feryatlar kulağını acıttı. Döndüğünde, burnu kanayan kadın tırnaklarıyla yüzünü gözünü çiziyor, bir taraftanda " Caniii! " diye bağırıyordu. Her yeri titriyordu, kadını itelemeye çalışıyor, fakat kadın geri gelip tüm gücüyle tekrar ona saldırıyordu. Yüzü kan içinde kalmış, yer yer sızlıyordu. Bıçağını geriye doğru çekip, hızla kadının karnına sapladı. Sokak çığlıklarla inledi. Bıçağını çıkarıp tekrar sapladığında, kadın üzerine yığılmıştı.

Kadınla birlikte yere yığıldı. Herşey otuz saniye içerisinde olup bitmişti. İki insanın canına kıymış, onları hayattan men etmişti. Başından aşağı kaynar sular boşaldı. Nasıl yaptığını, nasıl olduğunu bile anlayamamıştı. Elleri hala titriyordu ve bıçağıda elinden bırakamamıştı. Başı zonkluyordu, iki insan öldürmüştü. Bu kavga etmeye yada başka birşeye benzemiyordu. Yüreği alev alev yanarken gözleri kadına çarptı. Gözbebekleri büyüdü. " Hayır hayır " diyerek gözlerini sımsıkı kapattı. Gözlerini açmak istemiyor ve kadının karnında ki şişliği görmek istemiyordu. Gözkapaklarını korkarak açtı, evet kadın hamileydi..

Kulakları çınlamaya başladı. Herşey bulanıklaştı. Zaman yavaşladı, yavaşladı ve durdu. İki kişiyi öldürmenin verdiği buz gibi soğuğun etkisini henüz üzerinden atamamışken daha büyük bir facia yaptığını anlamıştı. Etraftan gelen uğultuların arasında bir bebeğin ağlamasını duyuyordu. Sanki kadının karnından çığlıklar geliyordu. " Amca neden!.. " Boğazı kurumuştu, hızla etraflarınında toplanan kalabalığa, aptal aptal bakıyordu. O bir bebeği de öldürmüştü. Henüz doğmamış bir yavrunun, salıncakta sallanma hakkını elinden almıştı. Hiç doğmayacak, hiç büyüyemeyecek, hiç parka kadar yarış yapamayacak ve asla salıncakta sallanamayacaktı. Şuursuzca kanlı ellerini yüzüne götürdü. Yüzünü kapattı, kimse görmemeliydi bu büyük utancını. " Hayııır " diye bir feryat kopardı. Ama sesi çıkmıyordu. Tekrar bağırdı, hayır hiç kimse duymuyordu. Ellerini yüzünden çekti ve belirsiz hareketlerle gökyüzüne baktı. Gökyüzü bile kana bulanmıştı. Bir kaç kuş uçuyordu. Kanatlarının her hareketini takip edebiliyordu. Öylesine yavaş uçuyorlardı ki, sanki hayatı yavaş çekimden yaşamaya başlamıştı. Doğmamış bir yavru ve mutluluklarının gelmesini dörtgözle bekleyen bir ailenin ortasındaydı. Dişlerinin takırtıları arasından " İstemeden oldu " demek istedi. Fakat boğazından sadece hırıltılar çıkıyordu. Başı dönüyor, halen kulağında " Ben salıncakta sallanacaktım amca, neden!? " çığlıkları çınlıyordu. Yüreği kanadı, kanadı, kanlar gözlerinden akmaya başladı. Hıçkırıklar eşliğinde, kendini kana bulanmış asfalta bıraktı. Artık hiç birşey hissetmiyordu. Zaten ondan sonrasınıda hatırlamıyordu..

Düşüncelerden sıyrıldı. Kalbi teklemeye başlamış, her saniye vücuduna sancılar saplanıyordu. Nefessiz kalmak o kadar kötüydü ki, gözlerini bile açamıyordu. Yavaş yavaş hareketsiz kalıyordu. Ah tekrar keşke çocuk olabilseydi ve bir ömür boyu salıncakta sallanabilseydi. Acıdan boğazını artık hissetmiyordu. Son bir kez ayaklarını salladı ve hareketsiz kaldı. Birazdan darağacından indirilecekti ve bir daha asla salıncakta sallanamayacaktı, çünkü artık o bir cesetti...

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
29 Haziran 2006       Mesaj #1052
arwen - avatarı
Ziyaretçi
En önemli an, En önemli kişi, En önemli iş...

Sponsorlu Bağlantılar

Bir zamanlar bir kralın aklına şöyle bir düşünce geldi:''Eğer bir işe ne zaman başlayacağımı , kimi dinleyeceğimi ve yapmam gereken en önemli şeyin ne oluğunu bilseydim , giriştiğim her işi başarırdım.'' Krallığın dört bir yanına , kim kendisine her iş için en uygun anı,bu iş için en gerekli kişinin kim olduğunu ve yapılması gereken en önemli şeyin ne olduğunu öğretirse ona büyük bir ödül vereceğini duyurdu. Bilgeler kralın huzurunda toplandı , fakat sorulara verdiği yanıtlar birbirinden tümüyle farklı oldu.Kral hala doğru yanıtları aradığı için, yakınlar da ki bir bilgeye danışmaya kara verdi.Bilge kişi ,hiç ayrılmadığı bir ağaç kovuğunda yaşıyor ,yanına halk dışında kimseyi kabul etmiyordu .Bu nedenle kral halk tan biri gibi giyindi ve yola düştü.Bilge kişinin yaşadığı kovuğa yaklaştıklarında kral atından indi ve korumalarını orada bırakıp , yola tek başına koyuldu.Bilgenin olduğu yere vardığında onu, yaşadığı kovuğun önüne çiçek tarhları kazarken gördü.''Ey bilge kişi size birkaç önemli konuda danışmaya geldim'' dedi.''Doğru şeyi doğru zamanda yapmayı nasıl öğrenebilirim? En fazla gereksinim duyduğum , dolayısıyla ötekilerden daha fazla ilgi göstermem gereken kişiler kimdir?En önemli ve her şey den önce gelen en önemli sorum ise şu:Kendimi vermem gereken işler nelerdir?'' Bilge, büyük bir dikkatle kralı dinledi, fakat bir yanıt vermedi Döndü yapmakta olduğu işini sürdürdü. ''Yoruldunuz'' dedi kral.''Küreği bana verin de siz biraz dinlenin .''Bilge kişi ''Sağ olun'' dedi ve küreği krala verdi , yere oturup dinlenmeye başladı . Kral iki tarh kazdıktan sonra soruları yineledi.Bilge kişi ona yanıt vermek yerine ayağa kalktı , elini küreğe uzattı ve '' Siz biraz dinlenin , bir parçada ben çalışayım''dedi.Fakat kral küreği ona vermedi, tarh kazmayı sürdürdü .Saatler birbirini kovalıyor , güneş yavaş yavaş ağaçların ardından batmaya başlıyordu .Sonunda kazmayı toprağa saplayıp, bilge döndü:'' Ey bilge kişi , senin yanına sorularıma bir yanıt bulmak için geldim ''dedi.''Eğer yanıt vermeyeceksen , söyle de evime döneyim.'' Bilge kişi gözlerini uzaklara dikti .''Bak bir adam koşarak buraya geliyor'' dedi .''Bakalım kimmiş ne istiyormuş...'' Kral arkasını döndüğünde .bir adamın koşarak kendilerine doğru geldiğini gördü.Adamın karnına bastırdığı ellerinin altında kan sızıyordu.Kralın yanına ulaşınca , kendinden geçercesine inledi , sonrada bayılıp yere düştü. Kral ve bilge kişi hemen adamın üstündeki elbiseler çıkardılar.Karnında büyük bir yara vardı .Kral yarayı elinden geldiğince yıkadı , mendiliyle ve bilge kişinin havlusuyla sardı ,kanı durdurdu. Adam bir süre sonra kendisine içecek bir şey istedi . Kral dereden taze su getirdi ,verdi . Bu arada akşam olmuş hava soğumuştu.Kral , bilge kişinin yardımıyla yaralı adamı kovuğa taşıyarak yatırdı.Yatağa uzanan adam gözlerini kapatıp derin bir uykuya daldı.Kral koşuşturmadan ve yapmış olduğu işlerden öylesine yorulmuştu ki eşiğin dibine çöktü ve orada uyuya kaldı ; kısa yaz gecesi boyunca deliksiz bir uyku çekti .Sabah uyanınca ,yatakta uyanmış canlı gözlerle dikkatle kendine bakan yabancının kim olduğunu anımsamaya çalıştı. Kralın uyandığını gören adam, zayıf bir sesle ''Beni affedin ''dedi krala. Kral ''Sizi tanımıyorum , üstelik affedilecek bir şey yapmadınız ki''dedi ama adam konuşmasını kesmedi:''Siz beni tanımıyorsunuz, ama ben sizi tanıyorum ''dedi .''Ben kardeşimi astırdığınız ve mallarını elinden aldığınız için sizden öç almaya yemin etmiş bir düşmanınızım.Tek başına bilge kişiyi görmeye gittiğinizi öğrendim ve dönerken yolda sizi öldürmeye karar verdim .Ama akşam olduğu halde dönmediniz .Ben de pusuya yattığım yerden çıkıp, sizi aramaya koyulduğumda . korumalarınıza yakalandım .Onlar beni tanıdılar ve öldürmek istediler .Ellerinden kurtuldum ama ,yaralıydım;yaram dam kan akıyordu .Siz dün akşam yaramı sarmasaydınız kan kaybından ölürdüm. Ben sizi öldürmek istedim , fakat siz benim yaşamımı kurtardınız .Eğer yaşarsam , şimdiden sonra en sadık köleniz olarak size hizmet edeceğim ve oğullarına da aynı şeyi yapmalarını emredeceğim. Kral düşmanıyla bu denli kolay barıştığı ve onun dostluğunu kazandığı için çok mutlu oldu .Onu yalnızca affetmekle kalmadı , uşaklarını ve kendi doktorunu gönderip onun tedavisini de yaptıracağını söyledi .Ayrıca el konulan tüm mallarının geri verileceğini de bildirdi.Yaralı adamla vedalaşan kral, kapının önüne çıktı ve orada yine çiçek tarhı kazan bilgeden, sorularına yanıt vermesini bir kez daha istedi. ''Siz , beklediğiniz yanıtı çoktan aldınız ''dedi bilge ve şöyle sürdürdü sözlerini ''Dün eğer benim güçsüzlüğüme acımayıp şu tarhları kazmasaydınız , buradan ayrılacaktınız ve geri dönerken şu adamın saldırısına uğrayacaktınız. Yani dün sizin sizin için en önemli an , tarhları kazdığın andı .Sizin için en önemli kişi bendim ve sizin için en önemli iş bana iyilik yapmaktı .Daha sonra yaralı adam koşarak geldi yanımıza .Sizin için en önemli an, onunla ilgilendiğiniz andı .Çünkü eğer onun yaralarını sarmasaydınız o adam sizinle barışmadan ölecekti .Dolayısıyla o zaman sizin için en önemli kişi oydu .Ve yine o zaman en önemli işiniz de , onun için yaptıklarınızdı .''Bilge bunları söyledikten sonra krala bir öğüt verdi: '' Sizin için en önemli anın , içinde bulunduğunuz an olduğunu hiç bir zaman unutmayın. Çünkü yalnızca o an elimizde bir şey gelebilir. Sizin için en önemli kişi ise , o an birlikte olduğunuz kişidir.Çünkü hiç kimseyle , bir başka kişiyle bir daha görüşüp görüşemeyeceğini bilemez . Ve sizin için en önemli iş ise iyilik yapmaktır .Çünkü kişinin bu dünyaya gelmesinin tek nedeni budur.''
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
29 Haziran 2006       Mesaj #1053
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
DELİLER GİBİ SEVDİĞİM ERKEK KUZENİMLE ÇIKTI...


Aslında benim hikayem çok garip,ben birini sevdim bu kişiyle 9 ay çıktık.Annem onuna çıkmama hep karşı çıkıyodu bense annemi aldırmıyodum.Onunla çıktığımda en kıskandığım kişi kuzenimdi ne biliyim kuzenim yazlığımıza geldiğinde onunla birazda olsa ilgileniyordu.Bende hep sinir olurdum.Aylar geçti eyüp bana inat gitti kuzenimle çıktı o kadar çok ağladım ki ama hala beni deliler gibi sevdiğini biliyodum çünkü kendide herşeyi beni kıskandırmak için yaptığını söylemişti ama ben ondan soğumuştum artık onu sevmiyodum.Daha sonra ben okuldan birine aşık oldum adı furkandı.Furkanla biz kurstan tanışıoduk biz beraber iki ders boyunca konuşup tanışmıştık.En sonunda ben ona ondan hoşlandığımı söyledim ama meğerse o benden hoşlanmıyomuş.ve rezil olmuştum.Ama diğeri yani kuzenimle çıkan bana sürekli çıkma teklifi edicek bunu çok iyi biliyorum. AMA BENİM İÇİN HİÇBİR ERKEK DÜRÜST VE SENİ GERÇEKTEN SEVİYORUM DİYEMEZ.......ama belkide bazı erkekler vardır ki yürekten sever
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
30 Haziran 2006       Mesaj #1054
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Eylül


Hüznün mutluluğunun yaşandığı, yaprağın topraga kavuştuğu, yağmurun denizle seviştiği, Hasretin bittiği Ay!...
Yine bir Eylül ve ben yine oturmuş sahilde rüzgarın sessiz türküsünü dinliyorum!... Rüzgarın sessiz çığlığı kulaklarını çınlatıyormudur şimdi seninde?... Duymuyorsan da üzülme; Üşüyen ellerimi denize doğru açtım ve sana rüzgar biriktiriyorum yine !...
Daha nice Eylüller geçecek sensiz, Daha nice rüzgarlar esecek yüreğime, nice yağmurlar yağacak belkide!... Her yağmurda hatırlayacağım seni. Yağmurundum ya senin yeşertiyordum ya yüreğini, Hayallerine yağıyordum, Serinletiyordum tenini!... Seviyordun ya beni! Hepsi Bitti...
Hüznün mutluluğuyla yaşıyorum şimdi... Ya Sen kendi yüreğinle başbaşamısın? Yalnızlığı da seviyor musun beni sevdiğin gibi?...
Biz Eylül'ü yaşayamadık seninle Belkide hiç yaşayamayacağız artık!...
HASRETİN BİTTİĞİ AYDA BİRBİRİMİZE HASRET KALDIK!..
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
30 Haziran 2006       Mesaj #1055
kambis - avatarı
Ziyaretçi
Kadın gece yarısı uyandığında kocasının yatakta olmadığını
görür. Kalkıp mutfağa gittiğinde kocasını yaşlı gözlerle kahve içerken bulur
"Ne oldu, neyin var" diye sorar. Adam:
"40 yıl önceki çıktığımız günleri hatırlıyor musun?"
Kadın çok duygulanır. Demek ki kocası 40 yıl önceki yıllarını
hatırlayıp, uyuyamamıştır.
"Evet" der duygulu bir sesle. Adam:
"Daha liseyi yeni bitirmiştik ve sen 18'ine girmek üzere idin."
"Evet" der kadın o günleri hatırlayarak.
"Bir gün annen evde yoktu ben size gelmiştim. Hatırlıyor musun?"
"Evet " ! der kadın gülümseyerek.
Adam:
"Annen eve erken gelmişti ve bizi yakalamıştı, hatırlıyor musun?"
Kadın "Evet" der büyük bir sevgi ile. Kocasının her detayı
hatırlamasından memnun ve mutlu.
Adam:
"Annen odasına gitmiş bir silah ile gelip silahı başıma dayamış ve
Ya kızımla evlenirsin yada seni 40 yıl hapse gönderirim,daha 18'ine bile
basmadı" demişti. Hatırlıyor musun?"
"Evet" der kadın gülümseyerek.
Adam gözlerindeki yaşları siler ve büyük bir iç çeker:
"Bugün hapisten çıkıyor olacaktım"
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Haziran 2006       Mesaj #1056
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
YENİDEN HAYATA DÖNÜŞ....(Bu hikaye kazakistan'da yılın hikayesi seçilmiştir)...

YENİDEN HAYATA DÖNÜŞ


Bu yazıda, gerçekten cereyan etmiş bir hadise ile karşı karşıyayız. Basit ve münasebetsiz gibi görünen bir hadisenin , köklü değişmeye sebep bir ikaz mahiyeti taşıdığını ibretle mütalaâ ediyoruz. Aslında zararlı bir araziye giderken çobanların attığı taşla koyunlar bile tehlikeyi farkedip geriye dönerken , başımıza atılan musibet taşlarının manasız olacağını düşünmemiz çok manasız olur. Fakat mühim olan , zaman zaman bir durum muhakemesi yaparak , nasıl bir yoldayız , ufukta bir tehlike var mı? Yanlışlıklar içinde yürüyorsak nasıl bir dönüş yapmamız gerekiyor , bütün bunların muhakemesini yapmamız gerekiyor. Yoksa nasıl olsa muhasebeye çekileceğimiz gün gelecek! Mühim olan, o gün gelmeden önce gerekeni yapmak...
Kendime geldiğim zaman başımda dayanılmaz bir ağrı, vücudumda kurşun yüklenmiş gibi bir ağırlık vardı. Daracık bir yerde boylu boyunca yatıyordum. Doğrulmak istediğimde başımı sert bir tahta parçasına vurarak geri uzandım. Gözlerim açıktı ama hiçbir şey göremiyordum. İçime bir korku düştü aniden . Gittikçe büyüyen bir korku. Alnımda biriken ter tanecikleri şakaklarımı adeta yakarak kayıyordu.
Bulunduğum yerle hayatımın bir alakasını kurabilmek için düşünmeye başladığımda birden ölüm geldi aklıma. Bu düşünce aklıma düşer düşmez, bir parazit gibi üreyip bütün vücuduma yayıldı. Düşüncelerim meçhul alemlere doğru kayıp giderken varlığımı unutuyordum. Sanki yüzündeki ter taneleriyle birlikte yüz etlerim eriyip aşağı doğru akıyor , kafatasımda binlerce karınca geziyordu.
Anlaşılan mezar tahtalarıydı, başımı çarptığım sert cisim. İçinde olduğum yer yılanlar ve çıyanların komşuluk ettiği , dünyanın desteğinde ;topraktan duvarlarla çevrili daracık bir odaydı. Bütün bu düşündüklerim gerçekse ve ben toprağın altında hâlâ düşünebiliyor, soluk alıp verebiliyorsam dünyada anlatılan ahiret hayatı gerçekti ve başlamıştı. Az sonra, belki de şimdi sual melekleri gelecek , geride bıraktığım kötülüklerle bezenmiş kendime ve hiç kimseye hayrı dokunmamış olan hayatımdan sual edeceklerdi. Başımda gittikçe yükselen hararet beni bekleyen ;zamanı bile donduracak ürkütücü ve korkunç azaptan nağmeler fısıldıyordu...
Gözlerimi kapattığımda şu an hatırlamak bile istemediğim hayatım canlanmaya başladı , göz kapaklarımın arkasında . Dimağımda artık bana hiç fayda vermeyecek bir pişmanlık hissi katmerleşiyordu. Nasıl katmerleşmezdi ki otuz üç senelik hayat grafiğime hep kötülükler bezemiştim. Etrafımdakiler gülmeyi çoktan unutmuşlardı.
Korkudan tir tir titriyordum . Beni bekleyen acıklı azabın dehşetini adeta hissedebiliyordum. Vücudum süngerleşmişti. Hayat hikayemin aralarından cehennemin tüyler ürpertici hararetini bütün vücudumda duyuyordum sanki. Gittikçe hızlanan kalp atışları ve hücrelerimde dahi acısını duyabildiğim pişmanlık hissi, cehennemin dehşetini unutturacak kadar ızdırap veriyordu. Evet şu an her ne kadar dünyanın bağrında gömülü isem de başka bir dolmuşta , kötülüklerle dolu heybem sırtımda başka bir dünyaya , kendi öz dünyama ; cehennemin alevleri arasına gidiyordum.
Zamanın çimdikleri yaşadığım hayatı düşünmeye zorluyordu. Çok eskilere uzanmıştım. On iki yaşındaydım. Babam arkadaşlarıyla toplanmış çılgınlar gibi içiyordu. Kapı aralığından onları seyrediyordum. Onların gülüşmelerinin , neşelenmelerinin kaynağının , bardaklara doldurup büyük bir iştaha ile içtikleri şeyler olduğunu zannediyordum. Televizyon ve sinemalardaki bu tür sahneler çocuksu teorimi doğruluyordu. Artık babamın şişesine ortak olmaya başladım. Babam bunun farkına varınca kızmadı. Beni yanına oturtup “ erkek adam içmeli “ diyerek bardağımı kendi eliyle doldurur oldu. Bundan sonraki hayatımda , şişelerin içine gizlenmiş , oradan damarlarıma karışan şeytanın kontrolünde çirkeflikler üretmeye başladım.
İlk önceleri akraba ve komşularıma karşı melanetlere başladım. Daha sonra herkese karşı kötülüklerimi yaygınlaştırdım. Gözümde insanların hiç mi hiç değeri yoktu. Babamın, annemin, akrabalarımın , insanlığın hatta suç ortaklarımın bile kıymeti yoktu bence... İnsanlara bir tavuk kadar bile değer vermiyordum. Zevklerime engel olan herkesi, istisnasız gözümü kırpmadan öldürebilirdim. Çünkü ben artık kadehler tarafından idare edilen bir robottum.
Bana içki parası vermedi diye kaç kez dövdüm anne ve babamı, onların sefil bir hayat sürerek ölüp gitmelerine sebep de bendim. Bu işkence kuyusunu babam kendi kazmıştı , elime kadehi tutuşturduğu zaman . Annemse hayatıma hiçbir fonksiyonu olmayan günlük ev işlerini gören bir makinaydı. Ama yinede onlara iyi davranmam gerektiğini şimdi anlıyorum. Keşke geri dönüş olsa da mezarları başında dahi olsa beni affetmeleri için onlara yalvarsaydım.
Evlendiğim günleri hatırlıyorum. Karım benim için hayat arkadaşından ziyade , iğrenç işkencelerimi , sadist düşüncelerimi gerçekleştirdiğim tecrübe vasıtasıydı. Bir gün ; hatta bir an bile mutluluk vermemiştim ona . ümit ederim ki bundan sonra unuttuğu gülmeye yeniden başlar. Çocuklarım geldi gözlerimin önüne , boynu bükük, yüz renkleri solmuş , sevgiden , merhametten , baba kucağından mahrum yavrularım. Kim bilir hayatta ne acılar bekliyordu onları. Mümkün olsada karımdan ve çocuklarımdan beni bağışlamalarını isteyip; kulaklarına gelecek adına bir şeyler fısıldamaya , tecrübe edilmiş bedbaht hayatımdan ibretler sunmaya çalışabilseydim.
Titremem geçmişti fakat kalp atışlarım anormal şekilde devam ediyordu. Öldüresiye bir sessizliğin içinde kalbimin sesi yankılanıyordu. Gaybi bir el , vücudumu milim milim vücudumu jiletliyordu sanki. İç organlarımdan dışa,dış organlarımdan içe doğru bir sancı yayılıyordu. Beynim keçeleşmiş olmasına rağmen sadece yaptığım kötülükleri düşünebiliyordum.
Hangi insan benimle bir münasebette bulunsa yaşadığına bin pişman oluyordu. Geceleri saatlerce naralar atıyor , kapılara dayanıyor , kavgalar ediyordum. Zavallı çocukların ellerinden zorla paralarını alıyor , vermemek için direnirlerse öldüresiye dövüyordum... Ne olurdu geçici olarak bu topraklar üzerimden kalksa da ; kapı kapı dolaşıp , başımı eşiklere koyup , yaptığım bütün küstahlıklardan dolayı özür dileyebilseydim.
Geçmişti artık. Geri dönmesine kimsenin gücü yetmeyecek olan bineğimle , ebediyen içinde kalacağım , otuz üç sene gibi kısa bir sürede kazanıp hak ettiğim sonsuz bir ızdırabı çekeceğim makamıma doğru ilerliyordum. Az sonra melekler gelip içinde hiç iyilik bulunmayan hayatımdan sual edeceklerdi. Zaman değiştikçe vücuduma tatbik edilen işkencenin de şekli değişiyordu. Bütün vücudum kızgın demirlerle dağlanıyor , kızgın şişler bir yandan bir yana geçiriliyordu sanki. Artık dökecek ter kalmamıştı , boğazım kuruyor , dudaklarım birbirine yapışıyordu.
İşin en azaplı tarafı ise bir defacık olsun huzurunda eğilmediğim , gönderdiklerine karşı lakayt kaldığım Rabbim’den ve Elçisinden (sav) sual edecekler , sadakatımı soracaklardı. Bense bütün hayatım boyunca içki şişelerine tapınmıştım. Oydu benim her gün her saat sayıkladığım durduğum. Hayallerim bile hep onun üzerine kurulmuştu. Musluklardan içki akmalı, yemeklere içki katılmalı, çamaşırlarım içki ile yıkanmalı diye düşünürdüm. Şimdi “Rabbin kim? “ diye sorsalar dilim dönmezdi “ ALLAH (cc) “ demeye. Çünkü ben şişeleri putlaştırmıştım. Düşünemiyordum ölümün bir gün bana da geleceğini. Bari insanlara bir kere iyilik yapmama fırsat verseler de , benim gibi bir köşede oturup hayatın bitmeyeceğinin sananlara , hayat sarhoşlarına , maddenin karşısında secde edenlere başı ve bakışları dönenlere ölüm ve ötesinin varlığını anlatıverseydim.
Artık benim için zaman var mıydı yok muydu bilemiyorum, ama bir çekirge gibi , bir işkencenin kucağından diğer bir işkencenin kucağına atlıyordum. Hayalimde canlanan her kötülüğün arkasından ayrı bir işkence uygulanıyordu.
Bu düşünceler içinde ne kadar yattığımı bilmiyorum. Gözümü tekrara açtığımda bulunduğum dar yere hafif hafif ışık sızarken, uzaklardan hayatın gürültüsü geliyordu. Dikkatlice baktığımda burasının Alaaddin tepesindeki park olduğunu anladım. Anlaşılan gece uzandığım bankın üzerinden düşmüş ve altına kaymıştım. Kalktım. her yanım içki kokuyordu. Akşamdan yarım kalmış şişemi çöpe atmak için uzanırken ona bir daha dönmenin korkusu dolaşıyordu damarlarımda...
O günden sonra hayatımın bir gayesi olmaya başladı. ALLAH’a esir olmuş , O’ndan korkmuş ; bütün esaretlerden ve korkulardan temizlenmiştim. Bu esir oluş ve korku , kötülük yapmama mani oluyordu. İçimde , ordulara , kanunlara, ve bütün beşeri güçlere bedel bir karakol oluşmuştu. Artık “ güzel düşünüyor, güzel görüyor ve hattan zevk alıyordum.”

(Yılın hikayesi………Kazakistan 1999)
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
30 Haziran 2006       Mesaj #1057
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Eylül Çıkmazı

Günlerin rengi değişince başladı ağaçların yorgunluğu... Penceremde ki çiçekle üzülüyoruz güze yenilmiş yeşile. Eylül yeni hüzünler getiriyor diyorum ve çok uzun susuyoruz... Bir dostumun mektubunda yazdığı telaşlar bana geçiyor. Salgın buhranlar çoğaltıyoruz. Pencereden bakamıyorum, sevinmeye, düşünmeye ve sevmeye korkuyorum. Yollar ayaklarıma dolaşıyor, evimin yolunu bulamıyorum. Aynalarda yaşanmışlıklar görüntüleniyor. Ve bir kıza baktığı aynanın içinden dokunuyorum. Yabancısı olmadığı fakat, kimden nerden geldiğini hatırlayamadığı sıcaklık yapacağı işleri unutturuyor. Beklediği sahile vuracakmış gibi oturup denizi seyrediyor...
Eşini kazada kaybetmiş bir adama hayat, alıp götürdüklerinden sonra da geliyor. Her gece‚ ''Kadınımı ben öldürdüm'' diye bağırıyor arkadan bağlı gömleği içinde... Hayat adama alıp götürdüklerinden sonra da geliyor. Bu vakit kendini duyuramadığı yerde ağlıyor çocuklar. Ertelenmiş oyunlarla gelen babaların yüzünde güzün donuk hali. Kendini anlatamadığı yerde susuyor çocuklar. Ertelenmiş şefkatlerle gelen annelerin gözlerinde güz şaşkınlığı...
Eylül tadılmamış hüzünler getiriyor diyorum... Eziyoruz umutları ve olduğundan daha çok büyütüyoruz zorlukları. Gönlümüzü kapatıyoruz paylaşımlara. Yaralarımızı, yalanlarımızı ve günahlarımızı saklama derdine düşüyoruz. Kalbine üç aşkın sığdığını sanan biri aşksızlara yalan-yanlış cümlelerle mutluluk hikayeleri anlatıyor. Komşu kızı piyanosuyla çaldıkça o bitmez şarkıyı; bir anı düşürülmesi zor bir taş gibi duruyor içimde. Siz kıyıyor musuz anılara? Sizin de kaleminizde geçiyor mu zaman?...
Susarken, ağlarken, beklerken ya da kaçarken güzelleşmeyecek bu şehir. Birikmiş can sıkıntılarına ve yorgunluklara eylül çıkmazı deyip; cinayet ruhlarımızı katıyoruz şehre. Yaz büyüsü ile söylediklerimiz şimdi yanlış anlaşılıyor. Ve bu mevsim ayrılıklarla ve yenilgilerle yıpranmış şiirlerimizi hiçbir eskiciye satamayacağız!...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
30 Haziran 2006       Mesaj #1058
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Fakat Yaşıyoruz


Deniz kenarında doğup büyüyen bir çocuk olarak nasıl olur da insanların ılık bir yaz gününün sakin denizinde boğulduklarına şaşırırdım. Denizin üzerinde yardım gelinceye dek hareket etmeden yatmak varken nasıl bir panik onları denizin dibine batmaya zorluyor bunu bir türlü anlayamazdım. Kısacası boğulma bana komik ve yersiz bir ölüm biçimi gibi geliyordu.Birgün boğulmanın hiç de düşündüğüm gibi olmadığını anladım. Tüm insanlar boğulabilir. Benim gibi iyi yüzücü olarak tanınan, yıllarca okyanusla bir oyuncak gibi oynayan birisi bile o tehlike ile karşılaşabilir.
O gün saat 4:34’te saatim durmuştu. Ben de sırf o acı deneyimi unutmamak için saatimi tamir ettirmedim.Don Horan, Jesse Paley ve ben o sabah planlanan bir film için Kaliforniya’ya uçmuştuk. Onlara San Mateo’daki evimin önünde uzanan doğal plajları göstermek istedim. Film için de şahane bir manzara oluşturan kıyıya geldiğimiz zaman hepimizin neşesi yerindeydi. Kıyıda hiç kimse yoktu. Pembeye çalan altın renkli kumların parıltısı gözümüzü alıyordu. Kıyının hemen yanındaki bir grup siyah, yüksek ve sivri kaya manzaraya garip bir vahşilik katıyordu.Dalgaların bu kayalarda kırılıp köpük köpük yükselmeleri görülecek birşeydi. Eğer bu güzel manzaraya kendimi kaptırıp dalmasaydım denizin yakında yükseleceğini gösteren belirtiler gözümden kaçmazdı.Arabamızı manzarası hoşumuza giden üstü düz, parlak bir kayanın yanına park ettik. Kayanın yarısı denizde yarısı ise kumların üzerindeydi. Acaba arkasında ne vardı.
Birbirimizle şakalaşarak ayakkabılarımızı çıkardık ve kayaya tutuna tutuna deniz tarafına doğru inmeye başladık. Şık elbiselerimiz içinde çıplak ayakla kaya üzerinde yürümeye çalışmak bizi çok eğlendiriyordu. Birbirimizin haline bakıp bakıp gülüyorduk. Birden en önde yürüyen Jesse’in ıslak bir yere basmakta olduğunu fark ettim. Tam Jesse’ye orasının tehlikeli olduğunu söyle mek için öne doğru eğilmiştim ki, inanılmaz derecede güçlü bir dalga beni yakaladı ve havada tepetaklak olduğumu fark ettim. Birkaç saniye içinde defalarca döndüm, birkaç kez suya girip çıktım ve neye uğradığımı anlamadan kendimi hızla denizin dibine inmiş buldum. Burnumdan ve ağzımdan giren tuzlu sular boğazımı doldurmuştu. Sanki ayaklarıma ağır taş asılmış gibi kımıldayamıyordum. Birkaç kez yükselmeye çabaladıktan sonra başımın yüzeye vardığını sevinçle fark ettim, hatta bir an için soluk bile aldım. Sonra yine o azgın girdaba kapılıp tüm çabalarıma karşın suların içine gömüldüm. Oradan oraya vurulmaktan sersemlemiştim. Yüzmek için kollarımı oynatmaya çalışıyor, fakat birden kendimi yine denizin dibinde buluyordum.
Sonunda çabalamaktan vazgeçip dalgaların beni kıyıya atmasını bekleyip hareketsiz kalmayı denedim.Kısa bir süre sonra da zorlukla kendimi yükselen kocaman bir dalganın üzerine atabildim. Çevreme baktığım zaman dalganın doğrudan doğruya beni kayaya doğru hızla yaklaştırdığını fark ettim.Şansım yardım etmiş olacak ki, kayanın pek sivri olmayan bir yerine şiddetle çarptım. Don, ellerini bana uzatıp beni çekmek istedi, “Bırak” diye haykırdım “Sen de düşersin.”Ellerimle kayada tutunacak yer aramaya çalışıyordum fakat birden tekrar denize sürüklendiğimi hissettim.Bir iki kez daha kayaya çarptım ve kendimi toparladığım zaman Don’ı göremedim.Ondan sonra tekrar dönüp dönüp suya batıp çıkmaya ve çılgın okyanusla bir soluk alabilmek için mücadele etmeye başladım. O zaman ne denli ümitsiz bir tuzağa düştüğümü iyice anladım. Çabalarım yararlı olmuyor, yalnızca gittikçe beni güçten düşürüyorlardı. O anda eşim Bill ve oğlum gözümün önüne geldi. Onları ne denli çok sevdiğimi bir kez daha anladım. Artık eşimle buluşmak üzere saat altıda trene yetişemeyecektim. Yenilmiştim. Kendimi sulara bıraktım. Denizden “Seni yakaladım” diye bir ses duyar gibi olup kendimden geçtim.Sonra kendimi kumların üzerinde yatarken buldum. Kalkmak istedim fakat başımı kımıldatacak gücüm bile kalmamıştı. Gözlerimin önünde insana benzer kimi karaltılar görüyor fakat kim olduklarını çıkaramıyordum. Kocaman bir dalga beni kayaya çarpmak üzereyken Don bir hamle yapıp elimi yakalamış ve beni bin bir güçlükle kıyıya çekmiş.Beni zorla ayağa kaldırdılar. Kayaların arkasına kuru kumların üzerine yatırdılar. Uzun bir süre orada güvende olmanın verdiği huzurla hareketsiz yattım.Birkaç saat sonra yine eskisi gibi arkadaşlarımla gülüp konuşuyordum.
Eğer bu mucize olmasaydı tekrar yaşama dönemeyecektim. Neler kaybettiğimizi sıralamaya başladık. Benim el çantam, fularım, Don’ın cüzdanı. Birden gerçek ortaya çıkıverdi. Kayıplarımız vardı ama en önemli şeyi kaybetmemiştik. Yaşıyorduk.Sonradan orada yaşayanlar bana, benim yakalandığım girdaba yakalananların hiçbir zaman -öldükten sonra bile- kıyıya ulaşamadıklarını anlattılar. Don da benim gibi suya düşmüş fakat iki kez kayalara çarptıktan sonra fazla uzaklaşmadan kayaya tırmanabilmiş. İçimizde en şanslısı Jesse idi. O yalnızca dalgalarla ıslanmış, ne okyanusun dibine gitmiş, ne de kayalara çarpmıştı. Bu olaydan sonra günlerce uyuyamadım. Vücudum yara bere içindeydi. Şiddetli bir baş ağrısı çekiyordum. Kafam o olayla doluydu. Haftalarca rüyamda o anı yaşadım.Şimdi rahatım. Her şey geçti. Yine eskisi gibi yaşıyor, geziyor ve yüzüyordum. Fakat dikkatsiz bir an yüzünden tüm bunları kaybedecek duruma geldiğim hiç aklımdan çıkmıyor. Bu acı deneyim bana yaşamın güzelliklerini yeniden bambaşka bir zevkle tattırdığı gibi doğa güçlerini küçümsememeyi de öğretti.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Haziran 2006       Mesaj #1059
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Aşkın Rüyası...

Aradan uzun bir zaman geçmiş ne kadar geçtiği meçhul…Benmi duyuyorum yoksa birisimi haber veriyor yada sen mi çağırıyorsun onuda hatırlamıyorum, ve biliyorumki zor durumlarında, aklın neye hizmet ederse kendine bırakırsın zorları ve kimseyle paylaşmassın . İhtimal ben duyup geliyorum sana , duyduğumda şeyde ne ! ; senin zor bir durumda çaresiz olduğun gibi sanki öyle bir şey … Aradan belki on belki beşyıl geçmiş daha fazla değil .. ben vefasızım ya aramıyorum sende hiç aramamışsın. Çocuklar gibi önce o arasın ,o niye aramıyor teraneleri...
Yani o uzun süre zarfında hiç görüşmemişiz. Ve ben yolları çok iyi bilir gibi geliyorum ,Aklımda geçmişin izleri; capcanlı görüntün ,bulaşıcı gülüşün , Benim asılmalarıma tatlısert sınırların ….benden kaçışların sanki hissetmiyorum.bal gibi anlıyorum...hele beni odada yalnızken istemediğin zamanlar bile aklımda ...Ve ben seni her zaman hatırladım mutlu bir gülümsemeyle.Mutlu olmanı diledim hep. Her şeye rağmen…... sona yaklaşan beraberliğimizin son görüşmelerin birinde hiç olmassa kardeşliğimi sundum sana , en çaresiz en zor hissettiğin gününde kanımla canımla yanında olmak için…. Ve gideceğin gün bilerek bulunmamıştım dairede. Hep diyoruz ya geçerli sebeplerim var diye…onun gibi işte...

Bir bahçenin içerisine giriyorum ,yerde taş karoların kenarlarını otlar sarmış ,Bahçenin bir zamanlar çok güzel bir bahçe olduğu belli ancak şimdi bakımsız bir orman gibi…Önümde 2 katlı bir ev sanki ahşap gibi yada öyle gösterilmeye çalışılmış.Bu yoldan geçiyorum ama hiçbir şeye takılmıyorum sanki yüzüyormuyum yolda uçuyormuyum.öyle süzülerek gidiyorum işte.Evin önünde bir kalabalık var hepside bayan . Enteresan bişey hepsinin kıyafetlerinin aynı olduğunu hatırlıyorum .Bana boş bakıyorlar bakışlarından yorum uydurmaya çalışıyorum iyi bir şey gelmiyor aklıma yalnızca düz ve boş bir bakışlar. Aynı şekilde ikinci kata çıkan merdivenin her bir basamağına dizilmişler.Bende senin kaldığın odayı sanki biliyormuşum doğruca basamaklardan yukarı çıkıyorum.Boş bakışlı bayanlar eski uzun kapılar var ya öyle bir kapının yanına dizili vaziyetteler. Ne varsa o kapının arkasında var….Erkeklerin kalbi dukkan derdiniz. Ben ne dukkanı dükkan olarak düzeltebildim nede benim kalbim dukkan .. ben yalnızca aradım… Gerçek yada bulduğumu sandığım serapların peşinden gittim ..Bazende bulduğumu hissettiğim anda kendim serap oldum elleri kolları bağlı ifadelerinin sonunu getiremeyen….

Kapıdan giriyorum beyaz yatağın içinde sarı bir gecelikle ordasın, biraz zayıflamışsın, solgunsun , yine güzelsin, yine muhteşem görünüyorsun. Bakışlarında yine aynı sevecenlik var ama birazda pişmanlık, doğrulmaya çalışıyorsun yatakta …Geçmiş yılların bütün bedellerini ifade eden şu sözü söylüyorsun kırık ve kısık bir sesle ;-keşke…… gelmiş geçmiş zamanlar içerisinde hayatımın yörüngesini şaşırtan sana ; Şimdi ve şimdiden sonraki zamanlarımız var. Kalk ve silkin üzerindeki ağırlıkları diyorum ve gidiyoruz . Allah Allah kapıdan çıkmıyoruz ama ne ev var ne yatak .Sende bende yokuz ama varız.Varız. Bu defa bedensiz varız. Ve Her yerdeyiz. Sürekli öpüşen dalgayla sahil gibi , Bulutla rüzgar gibi, Yağmurla toprak gibi , Arıyla çiçek gibi ,İki aşığın vuslatında karışan nefesleri gibi.


Ahmet Hayri Tekin
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
30 Haziran 2006       Mesaj #1060
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Gece

Hayret ki bu ıssız yerde kendime yakın, kendim gibi
Biriyle karşılaştım.ay.yalnız gezintiye çıkmış bu gece ay.yalnızdı o da
benim gibi
Almamıştı benim gibi diğer yıldızları yanına demek ki diğer yıldızlar onun
için de soluk,ve diğer yıldızları umursamıyorum.o da tek bir yıldızı
düşlüyor.benim seni düşündüğüm,benim seni düşlediğim gibi.meğer ne kadar da
ortak yönümüz varmış bizim.yol boyunca o kendin den ben senden
bahsettim.anlıyormuşçasına dinliyordu sağ olsun beni.fakat beni kimse
anlayamazsın sensizliğin ne demek olduğunu kimse anlayamaz.benim olan
yalnızlığıma kendi yalnızlığını ekliyor.saat olmuş 11,30.muhteşem ikiliyi
oynuyoruz kalan saatlere,boş sokaklara…

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar