Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 117

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 493.073 Cevap: 1.997
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Temmuz 2006       Mesaj #1161
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Uykunun Ayak Sesleri

Sponsorlu Bağlantılar


eksik olan şey... sevgi mi ne?

Hava güzel. Trafik gürültüleri rahatsız etmiyor. Uzaktan, hiç alışık olmadığım türden bir müzik sesi geliyor. Ama dinginim, ama huzurluyum.

Şimdi sadece görüntüsünü izlediğim televizyonu kapatmalı, bir bardak ılık süt içmeli ve uyumalıyım. Pencereler aralık kalsın, ama kapının zincirini takacağım.

Ben aşığım yatak odama; lambasına, divanına, aynasına ve dolabına. Duvarlardaki resimlerine de aşığım. Hele şu asabilmek için duvarı delik deşik ettiğim, önce hiç bir yer uymayan, sonra yerini bulan, denizin ve göğün renklerine egemen resme sırılsıklam aşığım.

Aynada yüzümü inceleyerek saçlarımı taradım ve eprimişliğiyle bedenime alışkın geceliği giydim. Ardından, başucu lambamı yaktım, tavan lambasını söndürdüm. Yatağa oturdum, yastığı kabartarak arkama dayandıktan sonra, alışkanlıkla başucumda duran gazete ve dergi yığınına uzandım. En üzerindekini çekip aldım. Bir haftalık sanat dergisi... Dün okuduğum sinema fimi tanıtımından sonra gelen makaleyi atladım ve birkaç sayfa okudum. Satırların sonundaki büyükçe nokta işaretine geldiğimde, göz kapaklarım ağırlaşmıştı. Dergiyi yerine koydum, yastığı düzelttim, başucu lambasını söndürdüm ve sırtüstü uzandım.

Hava gerçekten güzel. Tertemiz bir esinti, uzaklarda söylenen bir şarkıyla beraber pencereden içeri giriyor; ellerimde, kollarımda, yüzümde, omuzlarımda ılık bir ipek yumuşaklığıyla geziniyor. Derin bir nefes alıyorum. İçim daha da ferahlıyor. Uzun bir esneyişle gözlerimi kapatıyorum. Belli belirsiz, uykunun ayak seslerini duyuyorum.

Yarın çizgili eteğimi ve beyaz ceketimi giyeceğim. Boynuma puanlı eşarbı bağlarım. Hangi ayakkabımı giysem?... Beyazı mı, yoksa siyahı mı? Beyazın boyanması gerek, siyahınsa topuklarının yapılması. Topuklarımı yere vura vura yürümekten vazgeçmeliyim.

Elektrik ve telefon faturaları yatırılacak. Telefon faturası bekleyebilir, ama elektriğin zamanı geçiyor. Kapıcıya da söyleyeyim, otomat parasını yöneticiye versin. Gazeteleri de paspasın üzerine koymasın, kapı kulpuna sıkıştırsın. Kaç kez söyledim inadına yapıyor sanki.

Yorucu bir gündü. Onca koşuşturmaca hiç bitmeyecek sandım. Danışmanlığını yaptığım lisans öğrencilerinin tez öğrencilerinin konusunu belirlemeye yardım et, haftalık bölüm toplantılarına katıl, derse gir derken, akşam oluverdi. Şu servislere bağımlılıktan kurtulmalı, bir araba almalıyım. Şöyle ayakları yerden kesecek cinsten. Servisler neyse de, öbür otobüslerde gerçek bir eziyet oluyor. Sıkıştırırlar, göz hapsine alırlar, ayağına basarlar... Acı duyarsın, tırnağına kan oturur ve sonra aylarca süren bir etten kurtulma savalımı olur. Zaman zaman bir yara bandıyla kapatırsın. Ve o insan, ayağına bastıktan sonra, boş boş yüzüne bakıp gider. Bir özür bile dilemez... Yarın ilk işim gazetelerdeki satılık araba ilanlarına göz atmak olsun. Şimdi uyumalıyım.

Bir, iki, üç... Bazıları "bir, ki, üç..." der. Bir, kiii, üç, dört..." "Ki" dememeli... Tempolu olsun: "Bir-iki-üç-dört-beş-altı-yedi-sekiz..."

Akşamüstü bölümdeki bazı arkadaşlarla birlikte gittiğimiz sergideki heykelcikler, ne kadar da soğuk görünümlüydü. Soğuk ve ürpertici. Çamur öbekleri, oluşumunu henüz tamamlamış gibiydi. Fakat gözler ve ağızlar belirginleşmişti. Kulaklar güdüktü. Gözler oyulmuş, ağızlar donmuş bir haykırışla açılmıştı. Çıplak bir beyazlığın altındaki büstler, bitmemişlikten kurtulmak için çırpınıyorlardı. Genç, yaşlı, çocuk, kadın, erkek, hayvan büstleri... Ayrıcasız, bütün gözler oyulmuştu. Oyuklar derin ve ürkütücüydü. Karanlığı, içine doğru çekiyordu. Bir an bu karanlık deliklerden birinden içeri çekilip kayboluvereceğimi sandım. İçimdeki gerilimin başkalarınca fark edilmemesi için, hafifçe gülümseyerek sütunlardan birine yaslandım. Sütunun serinliğini sırtımda hissedince, içime bir güven duygusu yayıldı.

Seri çıkışında genç sanatçıyı annesiyle birlikte kapıda beklerken gördük. Utangaç ve heyecanlıydı. Belli ki ilk sergisiydi. Annesi siyahlar giyinmişti. Etli dudakları ve patlak gözleri vardı... Birden dönerek sergiye kaçamak bir göz attım. Vay canına!... Yalnızca annesinin gözlerini oymak için onca insan ve hayvanın gözlerini oymaya ne gerek vardı.

Şimdi uyumalıyım. Bir, iki, üç...

Eve dönmeden önce, bir yerde oturma teklifini sevinçle kabul ettim. Bazen tekdüzeliği bozan her şey hoşuma gidiyor. İşler yolunda gitmese de; duman, yemek ve alkol kokularından boğulsam da. Öyle ya, onlarla olabilmek için, sigara dumanı, sigara dumanı!...

Bugün de Sedat biraz içince kendini en yakışıklı, en zeki, en yaratıcı, en önemli biri gibi hissedip bağıra çağıra konuşarak incilerini dökmeye başladı. Sedatlar hep enerjik bir ses tonuyla konuşurlar. Çok yaratıcı, çok meşgul, çok önemli olduklarını kanıtlamak istercesine randevularını unuturlar, geç kalırlar, geldiklerinde de bir an önce başka yere gitmek üzere gibidirler. Ama ortaya kayda değer bir iş de çıkarmazlar. Yine de bu onları rahatsız etmez. Bir de gözünüzün önünde buluşmalarını aksatmayan, geç kalmayan, unutmayan ve işini de bağırıp çağırmadan, telaşa vermeden, sessiz sedasız ortaya çıkaran örnekler de varsa, Sedatlar dudağınızın kenarında hoşgörülü bir gülümseme olur.

Masadakiler, Sedat'ı ilgiyle dinliyorlardı. Herkesin aksine benim kayıtsızlığımı görünce, hemen bana yöneldi. Oysa bunu hiç istemiyordum. Enerjimi sadece mesleğimle ilgili konularda harcamamalıymışım. Başka şeylere de zaman ayırmalıymışım. Yalnızlıktan kimsenin mutlu olduğu görülmemişmiş. Seyahatlere çıkmalıymışım, sevgililer edinmeliymişim. Ona "Olmamı istediğiniz şekilde düşünmeyin beni; olduğum gibi olmanın hiç sakıncası yok" dedim. "Bu iyidir" deyip azgın bir kahkaha patlattı. Yine de, canımı sıkmayı sürdürdü. Sesini daha yükselterek, "Haydi dürüst ol, istemez misin bir sokak kedisi gibi yaşamalı?" dediğinde, öfkeyle bakarak onu susturdum. Neden sonra, can sıkıntısıyla yarı alaylı, "Sesimi kesebilirsiniz, ama içimdeki türküleri susturamazsınız" dedi. Bu, daha iyiydi.

Kimin içindeki türküler susuyor ki? O türküleri susturmaya kimin gücü yetebilir ki?..

Sanki ben biliyorum! Ne zamandır bu şehirden ayrılmadın... Bir biletim olsa, yarın tarihli. Küçük bir valizle istasyona gitsem. Tren kalkarken camından baksam. Birileri mendil sallasa usuldan.

Evden çıktığımda, sudan çıkmış balığa dönüyorum. Sokakta, fakültede ya da başka her yerde, çevremdekilerin çoğu bu ayrıksı insanı didik didik etmek için, elinden geleni yapıyor. Oysa ben sadece çok çalışan, sürekli çaba gösteren biriyim. Zaten çok çalışmamın bedelini kendimce ödüyorum. Ayrıca bir bedel ödememe gerek yok ki... Yoluma çıkan böyle çarpık zihniyetli tek tük insanlar, ordu olsa vız gelir.

Uyumalıyım.

Yeni bölüm başkanı, sabah geç kalanlara karşı hoşgörülü değil. Saati geldi mi, odasının kapısını açıyor ve gelen geçeni gözleriyle denetliyor. Yarın odama koridorun öbür ucundan gideceğim. Göremeyince telaşlanıp kontrol etmek için geldiğinde, masum ve berrak bir ifadeyle yüzüne bakarım. Daha gelmediğimi zannettiğini söyleyince de, hakkı yenmiş insanların kırgınlığıyla gülümseyip utandırırım onu.

Bir. "ki". Üç. Dört... Bir-iki-üç-dört...

"Beni bırakma" ile "beni hiç bırakma" ifadeleri arasında fark var. İlkinde bir ayrılığın habercisi gibi. İkincisinde, beraberlik sürmektedir ve sevgili bu güzel beraberliğin bitmesini hiç istememektedir. "Beni hiç bırakma" diyebileceğim bir olsaydı.

Şu Adnan da doçent olduğundan beri övünmekten yorulmadı. Doktorada aynı gün, aynı jüriye sınava alınmıştık. Ben sınava gerekebilecek kitapları ve tezimin orijinal nüshasını alarak gelmiştim. Adnan'sa karısı ve iki küçük çocuğunu getirmişti. Sınava önce o girmişti. Çocukları koridorda bağrışarak koşuşturup duruyorlardı. Karısı sınavdan önce jüriye ikram etmek üzere getirdiği çeşit çeşit yemek, pasta ve çöreklerle uzun bir masanın üzerini donatıyordu. Adnan'ın tezini savunması kısa sürmüştü. Hemen ardından ben içeri alınmıştım. Benim savunmam da kısa sürmüştü. Dahası sonra adama girip kapıyı kapattığımda, bir bayram coşkusuyla, Adnan'ın doktorasının kutlamaları başlamıştı. Büyükçe bir tabağa koydukları fazlasıyla yağlı yemeklere bulaşmış pasta ve çöreklerden bana da getirmişlerdi. Yiyememiştim.

Adnan, doçentlik sınavına da karısı ve çocuklarını getirdi. Çocuklar büyümeden profesörlüğü de halletmeli.

Sanırım benim doçentliğim bir hayli gecikecek. Neyse. Uymalıyım. Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on, on bir, on iki...

Yarın çizgili değil, kareli eteğimi giyeyim. O zaman, puanlı eşarbı takmama gerek yok. Geçenlerde aldığım tahta kolyeyi takabilirim.

Tahta kolyeyi aldığım gün gittiğim konferansta, kendimi nasıl da aciz hissetmiştim... Konuşmacı, kürsüden indiğinde yanına gittim. Özetleyerek yeniden çıkardığı kitabını ne kadar beğendiğimi, buna gerçekten gereksinimimiz olduğunu söyleyip teşekkür edecektim. Ancak daha bunları söyleyemeden, başkasının ona sorular yönelttiğini ve ayaküstü bir sohbetin başladığını görünce, bir kenarda durup sıramı beklemeye koyuldum. Konuşmacı niyetimi anlayınca, aceleyle sözlerini tamamladı ve bana yöneldi. Bu çok hoşuma gitmişti. Ancak söylemek istediklerim bir türlü dilimin ucuna gelmiyordu. Konuşmaya başladığımdaysa, dudaklarımdan dökülen sözcükler tanıyamadım. Susmak ve tasarladığım şekilde konuşmak istiyor, ancak bunu bir türlü başaramıyordum. Oysa ben ona kitabının konu hakkındaki önemli sorulara yanıt vermediğini; kısaltmakla özetlemek arasındaki farkı bilmediğini; örneklemin yetersiz olduğunu; kağıdın kalitesiz, kapağın özensiz olduğunu söylemek istemiyordum. Kadının yüzü öfkeden renk değiştirip elleri titremeye başladığında, korkuyla oradan ayrılmıştım.

O günkü sıkıntı, aynı yeğinliğiyle göğsüme çöreklendi. Öyle olsun istemezdim. Nasıl oldu da, güzel şeyler söylemek isterken o sözler çıktı ağzımdan? Nasıl oldu, hâlâ anlayamıyorum. Oysa, doktora tezimde o kitaptan oldukça yararlanmıştım.

Artık uyumalıyım. Hava da serinledi mi nedir?.. Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz...

Aslında, yarın en iyisi çizgili eteğimi giyeyim. Evet, evet... Hem, puanlı eşarp bana yakışıyor. Varsın boyasız olsun, beyaz ayakkabı daha iyi. Hatta sabah vakit bulabilirsem saçlarımı ısıtmalı bigudilere sararım. Biraz da makyaj yapayım ki, form verilmiş saçlarıma verdiğim zahmet boşa gitmesin. Bir, iki, üç...

Seni adi, ikiyüzlü köpek! Sen kim oluyorsun da beni dekana gammazlıyorsun?! Kaç paralık adamsın sen! Benim bu kuruma bu yaşıma kadar verdiğim emeğin hesabı senden mi soruluyor?!.. Dost bilmiştim seni. Dosttuk sözümona. Sen ki, dostluk kim be! Sen kim, arkadaşlık kim! Sen yalnızca kendini zayıf ve güçsüz hissettiğinde dost ve arkadaş olursun. Maksatlı yaklaşmaların da, en çok benim gibi yalnız insanlaradır. Artık bir muhbir olduğunu biliyorum. Listende şimdi kimler var, hı? Oturup kahvesini içtiğin, giderken sırtını sıvazladığın kaç kurban var?.. Sürüngen! Kertenkele! Yılan! Tenha bir yerde yüzüne tüküreceğim senin. Yo, tenha bir yerde değil, o sırtlan suretine fakültenin en kalabalık koridorunda tüküreceğim ki, öğrencilerin de görsün. Yarın ilk işim bu olacak.

Sakin olmalıyım, sakin olmalıyım. Şimdi bunu düşünmenin hiç sırası değil. Kanı beynime sıçratmaktan başka işe yaramaz. Nasılsa olay küllendi. Üzerinde durmamalıyım artık. Düşünmemeliyim.

Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz...

Aklıma takılan bir şey var. Dün aldığım mektup zarflarının arka kapakları üçgen miydi yoksa düz mü? Düz olanlar daha güzel. Keşke dikkat etseydim. Bir, iki...

Vahit'e yazdığım mektubun yanıtı gelmedi... Ummamalıydım.
Sabah kalkmak için iyi bir nedenim olmalı. Bir...

Evet, mutlaka! Yarın ilk işim, o sürüngenin yüzüne tükürmek olacak. Sonra da istifamı basacağım... İstifa mı? Nasıl da düşünüverdim böyle bir şeyi! Ne istifası! Kendine gel, ne oluyorsun! Öfkene yenilme. Akıllıca yürü bu yoldan. Harcanmak mı istiyorsun?

Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on, on bir, on iki, on üç, on dört, on beş, on altı...

Arka taraftaki arsanın her geceki konukları havlayarak, gruplar halinde sökün ettiler gene. Her zamanki gibi, çok geçmeden kavgaya tutuştular. Arada sırada, canı yanan birinin tiz bir sesle inlediği duyuluyor. Havlamaları sessizlikte yankılanıyor. Ne kadar da telaşlılar... Köpekler başıboş... Aç, yorgun ve sinirli. Köpekler başıboş, aç, yorgun ve sinirli. Köpekler başıboş, aç, yorgun ve sinirli. Köpekler başıboş aç, yorgun ve si... nir... li. Kafamın içindeki gürültüyü duymak için sessizlik istiyorum! Susun! Ne olur, susun! Artık havlamayın bana! İtler, itler!

Geldikleri gibi, havlayarak gittiler. Sesleri de kendileriyle birlikte uzaklaştı.

Serap'ı benim odaya vereceklermiş. Ondan daha eski olduğum için, pencere kenarındaki masa doğal olarak bana ait olacak. Kapı ve dolap anahtarlarından birer tane daha yaptırmak gerekecek. Onun saksı çiçekleri de geldiğinde, odada kımıldayacak yer kalmaz artık. Hem mutlaka bir kitaplık daha konması gerek. Aslında onu daha büyük başka bir odaya verebilirlerdi.

Serap... Masamdan aldığı kalemleri geri vermeyip hep unutur. Aldığı borçları da. Sigara içer, paket taşımaz. Ivır zıvır yemesini sever. Çevirilerini öğrencilerine yaptırır. Altında imzası olan projelerin bütün yükünü de öğrencileri çeker. Sıkıntısız yaşamanın yolunu bulmuş... Onunla aynı odada çalışmak düşüncesi bile itici geliyor. Yarın ilk işim, bu konuyu bölüm başkanıyla konuşmak olacak. Sağlık problemim olduğunu, sigara içen biriyle aynı odayı paylaşmanın olanaksız olduğunu söylerim. Evet... İyi fikir.

Vakit epeyce geç olmuşa benzer. Caddeden tek tük geçen arabaların homurtuları bölüyor sessizliği. Böyle giderse, uyumadan sabahı edeceğim. Bütün düşünceleri kafamdan kovmalıyım.

Elimde beyaz bir kürek var. Daldırıyorum kafatasımın içine. Kara düşünceler, bir yığın oluşturmuş. Daldırıyorum beyaz küreği bu sıkıntılı düşüncelere. Kürek kürek atıyorum dışarıya onları. Bir kürek, iki kürek, üç kürek, dört kürek... Kafamın içinde hiç düşünce kalmayana kadar sürdürüyorum bu işlemi. Kıyıda köşede kalmış ufak tefek düşünceleri de kazıyor ve dışarı atıyorum. İşim bittiğinde, kirlenmiş beyaz küreği sonsuzluğa fırlatıyorum.

Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on, on bir, on iki, on üç, on dört, on beş, on altı, on yedi, on sekiz, on dokuz, yirmi, yirmi bir, yirmi iki, yirmi üç, yirmi dört, yirmi beş, yirmi altı, yirmi yedi...

Yarın ilk işim, istifa dilekçesini vermek olacak! Sürüngenlerle aynı havayı soluyamam, diyeceğim. O dar ve pis alnı artık bir kez daha olsun görmek istemiyorum.

Of! Sakin ol! Bir, iki, üç, dört...

Nasıl katlandım bunca zaman bu haksızlığa? Nasıl bu kadar tepkisiz kalabildim?! Ben aptalın biriyim! Daha o zaman kendimi savunmalıydım. Ne güçsüz bir insanım. Bir an önce, sabah olmalı! Uyur ya da uyanık, sabah olmalı! Bundan sonra, aptal biri gibi yaşamayacağım! Neyse, bugün bugündür. Yarın kendimi oluşturacağım.

Bir, iki, üç, çizgili etek, beyaz ceket, puanlı eşarp, fatura, otomat, oyulmuş gözler, anne, karanlık, kaybolmak, Sedat, seyahat, sokak kedisi, Adnan, doçentlik, yemek sosuna karışmış pasta, çocuklar, kareli etek, tahta kolye, konferans, sıkıntı, çizgili etek, puanlı eşarp, bigudi, makyaj, sokak kedisi, dekan, sürüngen, kertenkele, yılan, mektup zarfı, üçgen, Vahit, istifa, köpekler, istifa, sokak kedisi, sürüngen, itler, istifa, kareli etek, tahta kolye, Serap, sokak kedisi, çiçekler, sigara, istifa, beyaz kürek, istifa, kirlenmiş kürek, istifa, istifa, istifa!

Yorgunum. Gözlerimden giren sinsi bir ağrı, alnımdan dolaşarak enseme saplandı. Kulaklarım çınlıyor. Bütün bedenim ağrıyor. Bu çınlama ne zaman dinecek? İçerisi buz gibi olmuş. Pencereleri kapatmalıyım.

Bir o yana bir bu yana dönmekten, yatak savaş alanına dönmüş. Çarşafı ve yorganı düzeltmeli, yastığı yeniden kabarmalıyım. Bütün gün bedeniyle çalışmış bir işçi kadar yorgunum. Ayak parmaklarım birbirine yapışmış. Onları ayırınca biraz rahatlıyorum. Bütün bedenimi olanca gücümle sıkıp gevşetiyorum. Parmaklarımı çıtırdatıp avuçlarımı şakaklarıma bastırıyorum. Yorgana sıkıca sarınıp ısınmaya çalışıyorum.

Bir, iki, üç, dört, beş, istifa, sokak kedisi.

Bir, iki, üç, dört, sürüngen, istifa.

Bir, iki, üç, dört, beş, istifa!

Bir, iki, üç, ummamalıydım.

Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on...

...seksen sekiz, seksen dokuz, doksan, doksan bir, doksan iki, doksan üç, doksan dört, doksan beş, doksan altı, doksan yedi, doksan sekiz, doksan dokuz, istifa!

Bir, iki, üç...

...doksan sekiz, doksan dokuz, yüz. Bu hendeği atlamalıyım. Mutlaka karşıya geçmeliyim. Uçuyorum, uçuyorum... Neden yere doğru çekiliyorum?.. Dine çarpacağım!.. Sesim çıkmıyor. Bağırmak için olanca gücümü harcıyorum, ama bir türlü sesim çıkmıyor. Kokuyorum! Uçmalıyım, uçmalıyım...

Uyanmalıyım!

ChinaDoll - avatarı
ChinaDoll
Ziyaretçi
13 Temmuz 2006       Mesaj #1162
ChinaDoll - avatarı
Ziyaretçi
MARTILAR

Bundan yüzyillar önce deniz aşırı, çok güzel bir ülke varmış.
Sponsorlu Bağlantılar
Tabi her masalda oldugu gibi bu masalda da o ülkenin bir kralı ve
tabii ki bir de prensesi varmis. Prenses dünyalar güzeli bir kızmış.
Kral ona bakılmasını yasaklamış, her gün dolaşmak için saray muhafızları
ile sarayın dışına çıkacağı ilan edildiginde halk eğilir ve gözlerini kapatır,
ya da evlerine kaçışırmış. Onu görmenin bedeli ölümle cezalanmakmış.

Günlerden bir gün yine prenses dolaşmak için çıktığında; fakir bir köylü
delikanlı herşeyi göze alarak başını kaldırmış ve prensesle göz göze
gelmişler... O an fakir delikanlı prensese inanilmaz bir aşkla tutulmuş.
Prensesin derin bakışlarının da boş olmadığını düşünmüş ve günlerce
uyuyamamış. Fakir delikanlı ölümü bile göze almak pahasına, prensesi
bir kere daha görmek için uğraşmış durmuş. Bu arada güzel prenses de
ona tutulmuş onun zarar görmemesi için günlerce kendini saraya kapatmış.
Sonunda dayanamayan fakir delikanlı her şeyi göze alarak gizlice sarayın
bahçe duvarına tırmanmış ve prenses ile bir kere daha göz göze gelmişler.
Fakir delikanlı hemen duvardan atlamış ve prensesle konuşacağı anda
saray muhafızlarına yakalanmış. Kralın karşısına çıkarılan delikanli ölümle cezalandırılacağını bildiğinden krala prensese duydugu aşkını anlatmış.

Kral ölüm emrini vereceği anda prensesin yalvarışlarına
dayanamayarak delikanlıya başka bir ceza vermeyi kabullenmiş.

Hemen bir gemi hazırlattıran kral, gidilebilecek en uzaktaki adaya bir fener yaptırmış ve fakir delikanlıyı da o adada yanlız yaşamaya mahkum etmiş...

Aradan bir kaç ay geçmesine rağmen prensesi unutamayan delikanlı
prensese olan aşkını kağıtlara dökmüş ve martılara anlatmaya başlamış...
Artık bütün martılar fakir delikanlının prensese olan aşkını anlamış
ve yazdığı mektupları prensese götürmeye başlamışlar... Zamanla
prensesin de yazmış olduğu mektupları fakir delikanlıya götüren martılar
aracılığı ile iki gencin arasındaki aşk iyice büyümüş. Ta ki... Bir sabah
sarayın bahçesinde kahvaltı yaparken prensesin odasının penceresine
ağzında bir mektupla konan martıyı kralın görmesine dek. Tabii
korkulduğu gibi olmamış... Martıların bile aracı olduğu İki gencin
arasındaki büyük aşkı anlayamadığı için kendisinden utanmış ve
ağlayarak kızına sarılan kral, hemen bir gemi göndertip fakir
delikanlıyı getirtip kendisi ile evlendireceğini söylemiş.

Buna duyunca çok mutlu olan prenses hemen delikanlıya bir mektup
yazmış ve olanları anlatmış. Bu arada mektubu götürmek için bekleyen
martıya da tüm martıların düğünlerine davetli olduğunu söylemiş.
Buna çok sevinen martı mektubu bir an önce ıssız adaya götürmek için
yola çıkmış. Tam yolu yarılamışken yanından geçen bir kaç martı
arkadaşına haber verip hepsinin düğüne davetli olduğunu söylemek
için gagasını açtığında mektubu düşürmüş. Tüm martılar hep birlikte
mektubu aramaya başlamışlar. Fakat bir türlü bulamamışlar...

Bu arada prensesten mektup alamayan aşık delikanlı, yazmış olduğu
mektupları göndermek için bir tek martı bile bulamamış... Biraz
ilerisinde uçuyorlar fakat yanına gitmiyorlar ve mektubu ariyorlarmış...

Prensesin kendisini artık unuttuğunu, istemediğini, martıların da onun için
yanına gelmediğini sanan delikanlı üzüntüsünden sonunda kendisini
fenerden kayaların üzerine atarak intihar etmiş. Olanlardan habersiz kralın
gemisi adaya vardığında fakir delikanlının soğuk bedeni ile karşılaşmışlar...

İşte o gün bugündür, martılar o mektubu ararlar. Mektubu bulup,
o inanılmaz sevgiyi geri getirebileceklerine, her şeyi
düzelteceklerine, inanarak hep denizler üzerinde uçuşup dururlar.

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
13 Temmuz 2006       Mesaj #1163
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Hatıra


10. sınıf

İngilizce dersinde yanımda bir kız oturuyordu onun için 'benim en iyi arkadaşım' diyordum... ama ben onun ipek gibi saçlarına bakıp onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum, dersten sonra kalktı ve geçen gün sınıfta olmadığı için o günün notlarını istedi ona notları verirken bana teşekkür etti ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

11. sınıf

Telefonum çaldı, arayan oydu ve ağlıyordu bana aşkın nasıl kalbini kırdığını anlattı, beni evine çağırdı, yalnız kalmak istemediğini söyledi, bende tabi ki gittim, koltuğa, onun yanına oturdum, güzel gözlerine bakmaya başladım ve onun benim olmasını diledim, 2 saat sonra Drew Barrymore'un bir filmi başladı ve onu izledik filmi izledikten sonra uyumaya karar verdi, bana her şey için teşekkür etti ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

Son sınıf

Mezuniyet balosundan bir gün önce yanıma geldi ve "çıktığım çocuk hasta ve partiye gelemeyecek" dedi, benimde çıktığım biri yoktu ve 7. sınıfta birbirimize söz vermiştik eğer çıktığımız biri olmazsa partilere birlikte gidecektik, "en iyi arkadaş" olarak. Ve partiye birlikte gittik, o akşam çok güzeldi, her şey yolunda gitti, partiden sonra onu evine kapısının önüne kadar bıraktım, kapının önünde ona baktım o da bana o güzel gözleriyle gülümseyerek baktı. Onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum, bana "hayatımın en güzel zamanını geçirdiğini" söyledi ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

Günler, haftalar, aylar geçti ve mezuniyet günü geldi çattı...

Sürekli onu izledim onun mükemmel vücudunu seyrettim. Diplomasını almak için sahneye çıkarken sanki havada süzülen bir melek gibiydi. Onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Herkes evine gitmeden önce yanıma geldi ve ağlayarak bana sarıldı sonra başını omzuma koydu ve "sen benim en iyi arkadaşımsın, teşekkürler" deyip yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

Aradan yıllar geçti...

Bir kilisedeyim ve o kızın nikahını izliyorum... evet artık evleniyordu, onun "evet, kabul ediyorum" demesini, yeni hayatına girmesini izledim, başka bir adamla evli olarak. Onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Yeni hayatına girmeden önce yanıma geldi ve "nikahıma geldin teşekkürler" deyip yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...

Yıllar çok çabuk geçti...

Şu an benim bir zamanlar en iyi arkadaşım olan kızın tabutuna bakıyorum, eşyaları toplanırken lise yıllarında yazdığı günlüğü ortaya çıktı... Hemen günlüğünü aldım ve günlükte okuduğum satırlar şöyleydi...

"Onun gözlerine bakarak onun benim olmasını diledim... Ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum... Keşke bana beni bir kez sevdiğini söyleseydi..."
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
13 Temmuz 2006       Mesaj #1164
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Asıl Fakirlik
Günlerden bir gün bir baba ve zengin ailesi oğlunu köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı, insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler.

Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu,

"insanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?"

"Evet!"

"Ne öğrendin peki?"

Oğlu cevap verdi, "Şunu gördüm: bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar."

Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı.

Oğlu ekledi, "Teşekkürler, baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!"

spider - avatarı
spider
Ziyaretçi
13 Temmuz 2006       Mesaj #1165
spider - avatarı
Ziyaretçi
ELİNE SAĞLIK GÜZELOLMUŞ VE MAYA EMEK VERMİŞSİN.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
13 Temmuz 2006       Mesaj #1166
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Aylar Sonra Bugün


Aylar sonra bugün yine tıpkı beni bıraktığın günkü gibi aynı şarkıyı koyup teybe bir sigara yaktım.Bu kez yağmur yağıyordu dışarıda ve ben yine camın kenarında aylar sonra bugün beni bırakıp gittiğin günkü acıyı duyumsadım içimde.Yağmur vardı dışarıda bu kez açık bıraktım pencereyi,bıraktım damlalar dilediğince ıslatsın beni ve kalemimden aylar sonra bugün yine senin için dökülen sözcükleri...Sigaramdan derin bir nefes çektim içime sen burada olsaydın kızardın bana 'içme şu zıkkımı' derdin.Dışarının soğuğu buğulandırırdı arabanın camlarını.Ben kucağına uzanırdım,sen saçlarımı okşardın.Bak aylar geçti bebeğim hani o hiç ayrılmayacağımız günler vardı ya işte onlar hiç gelmedi!Günlerce,gecelerce bekledim,ne yağmurlar ne baharlar eskitip bekledim ama gelmedi!Aylar sonra bugün yine senin için bu satırları yazarken güneş açıverdi kapkaranlık gökyüzüne.O bizim aşkımızın üzerine hiç doğmayan güneş aylar sonra bugün yağmurların ortasına doğuverdi işte.Birazdan gökkuşağı da çıkar belki o benim sensizliğimin karanlığını aylardır aydınlatamayan gökkuşağı bu yağmurlu kış gününün karanlığını aydınlatabilir belki.Neden beni bırakıp gitmiştin sanki?Oysa daha söyleyecek öyle çok şeyim vardı ki sana içimdeki sonsuz aşkıma dair...

Hiç görmedin senin için akan göz yaşlarımı,hiç bilmedin seni düşünürken nasıl dalıp gittiğimi!Hiç hissetmedin çöl ortasında vadiyi özler gibi seni özlediğimi.Unutmaya çalıştım unutmadım SEN,UNUTAMADIĞIMSIN...

ChinaDoll - avatarı
ChinaDoll
Ziyaretçi
13 Temmuz 2006       Mesaj #1167
ChinaDoll - avatarı
Ziyaretçi

EVLİLİK AĞACI

Yeni evli bir çift vardı.
Evliliklerinin daha ilk aylarında,
bu işin hiç de hayal ettikleri gibi
olmadığını anlayıvermişlerdi.
hikaye10072 kalp2
Aslında birbirlerini sevmiyor değillerdi.
Son zamanlarda o kadar sık olmasa da,
evlenmeden önce sık sık birbirlerini
çok sevdiklerine dair ne kadar da
dil dökmüşlerdi.
hikaye10072 kalp1
Ama şimdilerde, küçük bir söz,
ufak bir hadise aralarında orta çaplı
bir kavganın çıkasına yetiyordu.
hikaye10072 kalp2
Bir akşam oturup ilişkilerini
gözden geçirmeye karar verdiler.
Her ikisi de, boşanmayı
istememekle beraber, işlerin böyle
gitmeyeceğinin farkındaydılar.
hikaye10072 kalp1
Erkek, "Aklıma bir fikir geldi" dedi.
"Bahçeye bir ağaç dikelim ve eğer
bu ağaç üç ay içinde kurursa boşanalım.
Kurumaz da büyürse bunu bir daha
aklımızdan geçirmeyelim.
Bu süre içinde de
ayrı ayrı odalarda kalalım."
hikaye10072 kalp2
Bu ilginç fikir
hanımının da hoşuna gitti.
Ertesi gün gidip
bir meyve fidanı aldılar ve
birlikte bahçeye diktiler.
Aradan bir ay geçti.
Bir gece bahçede karşılatılar.
Her ikisinin de elinde
içi su dolu birer bidon vardı.
ChinaDoll - avatarı
ChinaDoll
Ziyaretçi
13 Temmuz 2006       Mesaj #1168
ChinaDoll - avatarı
Ziyaretçi
hikaye10059 isim

Bir zamanlar gökyüzünde birbirlerini
gerçekten çok seven bir bulutla yıldız vardı...
Bulut gökyüzünün en şeker, en pembe bulutu
yıldızsa; en parlak, umudu en çok yansıtan yıldızıydı...

Gökyüzündeki her varlık onların sevgisini kıskanırdı...
Tatlı bir kıskançlıktı onlarınkisi... Ama biri vardı ki;
bulut ve yıldızın ayrılmalarını yürekten istiyordu...
Hem de yıldızın en yakın arkadaşı olmasına rağmen...

Bulut biraz saftı, kimseyi kıramazdı...
Yıldızsa bulutu için elinden gelen her şeyi yapabilir,
herkese meydan okuyabilirdi... Zaten onun için
bir bulutu bir de çok sevdiği dostu peri vardı...
Bir derdi olduğunda gider periye anlatırdı...
Nereden bilebilirdi ki, perinin bir gün bunların hepsini
yıldızla bulutun ayrılmalari için kullanacağını?

Bir gün nazar değdi bulutla yıldıza...
Hiç yoktan bir sebepten tartıştılar.
Bulut, çekti gitti, hatalı olmasına rağmen.
Yıldızsa "Nasılsa bulutum beni seviyor,
dönecektir." diye düşündü... Fakat hiç bir şey
beklendiği gibi gitmedi... Bulut dönmedi.
Kim bilir, belki de cesaret edemedi dönmeye.
Tek bir gerçek vardı ki:
O da; ikisinin de çok üzgün olduklarıydı...

Gökyüzündeki iyilik melekleri bile ağladılar
onların durumlarına ama ne fayda...

Ertesi gün yıldız olanları en yakın dostu periye anlattı...
Periyse göstermelik bir hüzne büründü...
Eline büyük bir fırsat geçmişti. Artık hayatı boyunca
kıskandığı kişiye karşı kozları vardı elinde.
O kişi, en yakın dostu yıldız olmasına rağmen
kullanacaktı kozlarını... Hem de büyük bir zevkle...

Bulutun yanına gitti ve yıldızın artık onu sevmediğini
söyledi. Bulutsa üzüldü, boynunu büktü ama elinden
hiç bir şey gelmeyeceğini düşündü...
Çünkü yıldız inatçıydı..
Bir kere olmaz dediyse, bir daha olur demezdi.
Peri de bulutun bu üzgün durumundan yararlanıp
ona olan sevgisini itiraf etti...
Bulut da kimseyi kıramadığı için perinin,
yıldızının yerine geçmesine izin verdi...

Yıldız, günlerce bulutunun dönmesini,
ondan af dilemesini bekledi... Ama bulut gelmedi.
Bir gün yıldız, bulutun yanına gidip,
konuşmaya karar verdi. Gece yola çıktı.

Bulut, dostu sandığı periyle birlikte ayda eleleydi...
Melekler dayanamayıp, tüm olan biteni anlattılar yıldıza...
Çok üzüldü ve çaresiz, döndü arkasını gitti...
Yavaş yavaş sönmeye başladı...

O günden sonra yıldız söndü, ışık veremez oldu..
Bulutsa artık ne o kadar pembe, ne de o kadar kadifeydi.

Yıldız, ilk zamanlar her şeyden vazgeçti, hayata küstü...
Ama kolay pes etmezdi.
Kısa bir süre sonra hayatıyla ilgili o önemli kararı verdi.

O güne kadar hiç görmediği güneşin yanına gidecekti
ve biraz daha ışık isteyecekti ondan. Çok geçmeden
daha önce hiç görmediği güneşin yanına gitti...
Ondan yansıtması için biraz daha ışık istedi...
Güneş ışık yerine sevgisini verdi yıldıza...

O gün bu gündür yıldız,
dünyaya güneşin sevgisini yansıtır....
Bulutsa; hep gözyaşlarını akıtır dünyaya...
Bir de yüreğinde kopan fırtınaları...
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
13 Temmuz 2006       Mesaj #1169
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Marangoz
Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. İşveren müteahhidine, çalıştığı konut yapım işimden ayrılmak ve eşi, büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmek tasarısından söz etti. Çekle aldığı ücretini elbette özleyecekti. Emekli olmak ihtiyacındaydı, ne var ki.

Müteahhit iyi işçisinin ayrılmasına üzüldü. Ve ondan, kendine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz kabul etti ve işe girişti, ne var ki gönlünün yaptığı işte olmadığını görmek pek kolaydı. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne talihsizlikti!.. İşini bitirdiğinde, işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı.

“Bu ev senin” dedi, “sana benden hediye”.

Marangoz şoka girdi. Ne kadar utanmıştı! Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman onu böyle yapar mıydı!


Bizim için de bu böyledir. Gün be gün kendi hayatımızı kurarız. Çoğu zamanda, yaptığımız işe elimizden gelenden daha azını koyarız. Sonra da , şoka girerek, kendi kurduğumuz evde yaşayacağımızı anlarız. Eğer tekrar yapabilsek, çok daha farklı yaparız. Ne var ki, geriye dönemeyiz.

Marangoz sizsiniz.

Her gün bir çivi çakar, bir tahta koyar ya da bir duvar dikersiniz. “hayat bir kendin yap tasarımıdır” demiştir biri. Bugün yaptığınız davranış ve seçimler,yarın yaşayacağınız evi kurar. Öyle ise onu akıllıca kurun. Unutmayın.


Paraya ihtiyacınız yokmuş gibi çalışın.

Hiç incinmemişsiniz gibi sevin.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Temmuz 2006       Mesaj #1170
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
EVE DÖNÜŞ
Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] Vietnam'da savastiktan sonra sonunda evine dönmekte olan bir asker hakkinda bir hikaye anlatilir.San Francisco'dan ailesini aradi
Anne baba, eve dönüyorum, ama sizden birsey rica ediyorum. Yanimda bir arkadasimi da getirmek istiyorum. -Memnuniyetle, onunla tanismak isteriz,diye cevapladilar.. Ogullari, -Bilmeniz gereken birsey var diye devam etti. -Arkadasim savasta agir yaralandi. Bir mayina basti ve bir koluyla ayagini kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok, ve onun gelip bizimle kalmasini istiyorum. -Bunu duyduguma üzüldüm oglum. Belki onun baska bir yer bulmasina yardimci olabiliriz. -Hayir. Anne, baba, onun bizimle yasamasini istiyorum. -Oglum, dedi babasi, -Bizden ne istedigini bilmiyorsun. Onungibi özürlü biri bize korkunç bir yükolur. Bizim kendi hayatimiz var, ve bunun gibi birseyin hayatimiza engel olmasina izin veremeyiz. Bence bu arkadasini unutup eve dönmelisin. O kendi basinin çaresine bakacaktir. Oglu o anda telefonu kapatti.
Ailesi ondan bir süre haber alamadi. Ama birkaç gün sonra, San Francisco polisinden bir telefon geldi. Ogullarinin yüksek bir binadan düsüp öldügünü ögrendiler. Polis bunun intihar olduguna inaniyordu. Üzüntü dolu anne-baba hemen San Francisco'ysa uçtular ve Ogullarinin cesedini tespit etmek için sehir morguna götürüldüler. Onu tanidilar, ve bilmedikleri birsey daha ögrenince dehsete düstüler:
Ogullarinin sadece bir kolu ve bir bacagi vardi. Bu hikayedeki aile de bir çogumuz gibi. Güzel olan yada birlikte olmaktan zevk aldigimiz insanlari sevmek bizim için çok kolay, ama bize rahatsizlik veren yada yanlarinda kendimizi rahatsiz hissettigimiz insanlari sevmiyoruz. Bizim kadar saglikli, Güzel yada akilli olmayan insanlarin yanindan uzak durmayi tercih ediyoruz. Neyseki, bize bu sekilde davranmayan biri var. Biz nekadar bozulmus olursak olalim, bizi sonsuz ailesinin yanina çagiran sartsiz sevgiyle seven biri. Bu gece, uyumadan önce, insanlari oldugu gibi kabul edebilmemiz ve bizden farkli olanlara karsi daha anlayisli olabilmemiz için gereken gücü vermesi için Allah'a kisa bir dua edelim. Kalbimizde Arkadaslik adinda bir mucize var. Nasil oldugunu veya Nasil basladigini anlamazsiniz. Ama bu özel armagani bilirsiniz ve Arkadasligin Tanri nin en büyük armagani oldugunu anlarsiniz.
Gerçekten de arkadaslar çok nadide mücevherlerdir. Sizi gülümsetip basarmaniz için cesaret verirler. Sizi dinlerler ve kalplerini size açmak isterler. Bugün arkadaslariniza onlarla ne kadar ilgilendiginizi gösterin.

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar