Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 20

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 494.963 Cevap: 1.997
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Ocak 2006       Mesaj #191
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
h1
Bir makas ve bir kutu ilaç. Tercih söz konusu olduğunda hiç düşünmemiştim hangisini seçeceğimi ama işte o an bir kutu ilaca baktım baktıkça kendimi değil geride bıraktıklarımı düşündüm. Ne yaparlardı tek tek bütün tanıdıklarımı düşündüm.
Sponsorlu Bağlantılar
Ölüm haberimi aldıklarında ne yapacaklardı. Görmek isterdim kimin ne kadar üzüldüğünü ama şuna emindim ki üzülmeyen bir tek insan olmazdı tanıdıklarımın içinde belki tanımadığım insanlar bile yada beni tanımayanlar üzülürdü duyunca hikayemi.
Bu suçsuz insanın nasıl olurda kendi canına kıyacağını. Sonra gidip uyuyan kızımın o güzel masum yüzüne baktım.
Beni ne kadar çok sevdiğini söylediği sevgi sözcüklerini duydum kulaklarımda. Bensiz düşünemiyordu hayatı belki herkes gidebilirdi ama ben yani annesi olacaktı hep yanında. Kimse yoktu ben bunları düşünür savaşırken hayatta kalmakla gitmek arasında. Biri gelsin birşey söylesin gitme desinde işim dahada kolaylaşır diye düşündüm. Sonra tekrar kendi evim diyebileceğim ama evim olmayan evin mutfağına attım kendimi. Kardeşim arkadaşı ile gülüyor şakalaşıyordu sanki nereden çıktı bu ablamlar dercesine baktığını hatırladım bu akşamki yemekte gözlerimin içine. Bakmıştı ama tamam gidiyorum hayatından sen rahatını bozma diyemiyordum. Sırtımı dönüp o bakışı unutmak istercesine kızımı alıp kaçmıştım hemen odaya. Bir taraftan bulaşıkları yıkarsam belki fazla yorulmaz ve bize katlanabilir diye düşündüm. Ve kızımı uyutmaya karar verdim kendimle başbaşa kalabilmek için.

Çok üşüyordu minik yavrum yere serili yatakta yatarken başına pencereden gelen rüzgarı elimle ölçtüm birşeyler daha giydirip yeni aldığım hikaye kitabını okudum. Okuduğumu duymuyordum o anda kafamda bin tane düşünce savaşıyor ve kaybediyordu saniye farkla. Sonunda uyumuştu gözlerini kapattığı an başladı yaşlar süzülmeye yanaklarımdan. Kalkıp oturdum çünkü bende hastaydım ve nefes alamıyordum. Nefes alabilmek çok güzeldi ama değerini bilemiyordum. Bir süre ağladım düşüncelerime meze olsun diye.Bir hafta öncesine kadar bir odası kurulu düzeni ve çok sevdiiği arkadaşlarının olduğu bir okula gidiyordu kızım. Bir gün içerisinde değişmişti hem onun hem bizim hayatımız ama biz bile anlayamazken yaşadıklarımızı ona anlatamıyorduk. Artık kirasını bile ödeyemediğimiz evimizden eşyalarımızı alıp götürerek taşıdılar bizi kardeşimin evine. Gelmeyi düşünüp gelmemek çok daha rahatlatıcıydı oysa. Gidelim diyordum gidelim buralardan ama bir evimin olması sadece bana ait olması her zaman daha çekiciydi gözümde. Gitmemek için direndik birsüre sonra onlar geldi. Küçüklüğümün kötü adamları icra polis avukat üçlüsü.Alıp götürdüler ele dokunur ne varsa evimizden. Sanki kararın doğru taşınmalısın der gibiydiler, ne yaptıysak durduramadık bu talanı.
Eve geldiğimde eşim her yeri toplamış süslemişti. Kızımın evi görmesini istemedim, eşyaların yoklukları değil onun vereceği tepki korkutuyordu beni. Neyseki Kızım yoktu evde gittiğimde. Oh şükür dedim içimden görmemiş bize dokunan şeyler kim bilir onda ne yaralar açardı belkide onunda çocukluğundan hatırladığı bu kötü adamlarmı olurdu.

Eşim evi toplamış almayı unuttukları bir müzik çalarda hafiften bir müzik çalıyordu. Çoktandır sermediğim örtüleride sermişti sehpanın üzerine koltuklarımız ve sehpamız vardı hala onu güzelleştirmek istercesine. Aslında görmedi diye sevinmiştim ama kızımın evin o manzarasını gördüğünü ama sandığım kadar büyük bir tepki vermediğini öğrendim. Eve getirdim televizyon seyrettiği bakıcısını evinden. Eve girer girmez o akşam televizyonda oynayacak olan dizileri saymaya başladı sadece hızlı hızlı sevdiği programları sayıyor ve ağlıyordu. Onu yatıştırmak bir gün daha sabretmesini söylemeye çalışmak faydasızdı ama hala bizim ağlamadığımızı ve yalanda olsa gülücükler saçtığımızı görünce sustu. Ertesi günü televizyonumuzun geleceğini söylemiştik ona geleceğine inanmasakta. Gidecek bir yerimiz vardı oda ne zamandır gelmemizi isteyen kardeşimin eviydi. Sanki sevgi doluydu gelin abla beraber yaşayalım dediğinde ağzından çıkan kelimeler. Ama aslında kabus yeni başlıyordu. Aslında hayata sen öyle bakarsan kabus olurdu biliyorum ama artık yaşadıklarımın çok ağır gelmesi beni delirtecek güce ulaşması güzel görmemi engelliyordu hayatı. Ertesi günü bekledik ve eşyalarımızı hemen geri alamayacağımızı söylemeleri ile o akşam bir haftalık kıyafetlerimizide alarak uzaklaştık o evden sanki gecenin karanlığı herşeyi kapatıyor soğuğu ise içimize işliyordu. Otobüs beklerken yeni bir hayata başladığımı düşünüyor kızımın anlamsızca bakan gözlerine bakmamaya çalışıyordum.Zaten ağlayarak çıkmıştı o evden artık bir daha o eve gelmeyeceğini okulunu arkadaşlarını göremeyeceğini biliyordu sanki.

Çok yakında aylardır hazırlandığı 23 Nisan gösterileri yapılacaktı okulunda ve bu gösteri onun için çok önemliydi. Gösteriye katılacağını söyledik buna bizde inanmadan ve çok uzun bir bekleyişten sonra bizi kardeşimin evine götürecek otobüse bindik. Hiç konuşmak istemiyordum durakalmıştım. Oysaki en çok ben istemiştim kardeşimin evine gitmeyi neden mutlu değildim. Eve gittiğimizde kardeşim yeğenim ve bir arkadaşı yemek yiyorlardı. O zaman bu evdemi yaşayacaktım artık dedim içimden kendi evim gibi olmayacaktı hiçbir zaman ama kendi evimiz gibi hissetmek gerekiyordu huzurlu olmamız için.

Aradan bir hafta geçmişti kabus gibi bir hafta yeğenim ve kızım sürekli tartışıyor ve kardeşim ve eşim bu konuda hep kızımın üzerine geliyorlardı. Onu korumak bana aitti. Onu korumak kendimi yaşadıklarımı üzüntülerimi unutup sadece onu korumak. Bu annelik iç güdüsümüydü bilmiyorum ama o çok sevdiğim yeğenimi bir düşman gibi görüyordum kızımı üzdüğü için. O hafta sonu tekrar apar topar çıktığımız evimize gittik hala almamız gerekli şeyler vardı üstelik bir hafta sonra kalan eşyalarımızı bir depoya taşımak zorundaydık ve toparlanacak çok şey vardı. Hızla evi toplayıp sarmaladık ve yine kabus dolu bir hafta geçirmek üzere döndük kardeşimin evine.Kızımı çok seviyordu ne de olsa teyzesiydi ama oda annelik iç güdüsünden hep oğlunu haklı görüyor zaten babasız büyümesinden dolayı acıdığı yeğenimi o da kendince koruyordu.

O hafta Salı günü tatildi ve kızımın yirmiüç nisan gösterilerine katılmak gibi bir hayali vardı hala. Onu gösteriye götürmeye üşendiğimizden değilde gösteride giyeceği kıyafetleri alamadığımızdan götüremiyorduk. Ona havaların yağmurlu olduğunu ve gösterinin iptal edildiğini söyledik hiç tepki göstermedi yine korktuğum gibi olmamıştı ama benim kızım niye tepksizdi kendisi için çok önemli, şeyleri kaybettiğinde bile neden bu kadar tepkisizdi.Oda alışmışmıydı bu yokluğa bu anlamsızlığa bilmiyorum. Pazartesi günü yine çaresizliklik artık son safhasına varmış ve beni hiç istememem birinden borç istemeye kadar zorlamıştı. Herkez herşey beni o kadar incitiyor o kadar üzüyorduki bunun da üzmesi incitmesi hatta çok sevdiğim birini kaybedebileceğim düşüncesi bile beni engelleyemedi.
Ona bir faks çektim sadece yalvardım öl dese ölecektim geldese de gidecek o kadar bıkmıştım o kadar çaresizdim.Faksı çekerken avucumun içine gömmüştüm tırnaklarımı ruh gibiydim ayakta zor duruyor bir yere yaslanmak istiyordum. Çabucak kaçtım faksı çektikten sonra masamın bulunduğu odadan. Çünkü telefon çalsın beni arasın istemiyordum çünkü onunla konuşacak kadar cesaretli değildim. Kimseye yalvarmamıştım üstelik yalvardığım bu kişi başkası olsaydı belki bu kadar etkilenmezdim. Ağzımda iki kelime çıkıyordu sadece onu kaybettim kelimeleriydi. Sigaramı içerken sürekli bunu tekrarlıyor ve ağlıyordum.O anda yaşadığım o büyük acıyı ve sebebini kimseye anlatsamda anlayamaz. Ömrümden ömür silinmişti sanki ölmeyi tercih ederdim o kadar. Sonra toparlandığımı sanarak yerime gittim kardeşim onu aramış ve gelen haber olumsuzmuş.Yani bana borç falan veremezmiş çünkü onunda durumu da iyi değilmiş. Boşuna kendimi küçük düşürmüş yalvarmıştım. Peki şimdi ne yapacaktım. Onu arayamazdım artık konuşamazdım çare değil ölmek istiyordum.Kimseyle konuşmadım iş dışında ve akşam olunca yine bir ruhtan farksız olan bedenimi eve taşıdım. Bu yabancılığı bu umursamazlığı hiç bu kadar hissetmemiştim kardeşim yaşadıklarımı anlattığımda sanki hiç önemsemeden beni dinliyordu bana yabancı gibi bakıyordu çünkü onun hayatı ve heyecanları olduğu gibi kalmış kaldığı yerden devam ediyordu.

Kendimi oraya ait hissetmek için elimden geleni yapmıştım ama başaramadım o gece yanlış bir geceydi. Eşim yoktu çalışıyordu. Bir an önce ölmek tek düşündüğüm buydu saaatler geçtikçe buna daha çok yaklaşıyordum kızımı uyuttum evde sezsizlik hakimdi, kardeşim benim uyuduğumu sanıp arkadaşı ile bilgisayarda chat yapıyordu. Sanki son bakışını unuttuğumu düşünüyor oh be kendi evim kendi odam ve hayatımda bunların ne işi var der gibi salonun kapısını sıkı sıkıya kapattı. Bizi duymak görmek bile istemiyor böyle bir günde tüm olup biteni ona anlatmışken beni nasıl olurda yanlız bırakır diye düşünüyordum, kendimde değildim ve kızımı uyuttuktan sonra mutfağa gittim. Hem ağlıyor hem sigara içiyor hemde saçlarımla uynuyordum. Sanki o saçlar bana ağırlık veriyordu sanki onları kessem başımdaki bu ağırlık kaybolup gidecekti. Şimdi ilaçları içmenin tam zamanı diye düşündüm sigaramı bitirdim ve tekrar kızıma bakmaya gittim dönüşte de yatak odasında makası alıp tekrar mutfağa geldim, makasla ilaç kutusu yanyanaydı. Ölmek kafamdaki tek şeydi herşeyin sonunu ölümümden sonrasını düşündüm. Kızımı eşimi dostlarımı kendimi. Haketmediğim bir hayatı yaşıyordum hakketmediğim acılar çekip inciniyordum. Artık beni hayata ne bağlayacaktı ki. Saçlarımı avuçladım ve kestim umurumda değildi nasıl kestiğim çünkü ölecektim zaten. Kestikten sonra tekrar elimi saçlarıma götürdüm ve rahatladığımı hissettim. Sanki herşeye rağmen yaşamam gerekliydi. Kizım için yaşamam gerekliydi. İçimdeki his bana bunu söyledi. Hala umut vardı ve umutların sebeplerin en büyüğü kızımdı. Saçlarımı toplayıp çöp tormasına attım saklamadım çünkü birileri ben ölmeden onları görsün beni kurtarsın istiyordum keserkende birleri gelsin ne yapıyorsun desin diye bekledim. Kimse gelmedi makası aldığım yere bıraktım ve kızımın yanına başımda korkunç bir ağrı ile uzandım artık ağlamak istemiyordum çok yorgundum. Uyumak ve bir dahada uyanmamak hayalmiydi bilmiyorum ama bu halde uykuya daldım. Sabah kalktığımda olanları unutmuştum. O gün yirmiüç nisandı işe gitmeyecektim kızımla beraberdim.

Hala yaşıyordum ama saçlarım yoktu. Artık kimseye güzel görünmesemde olurdu. Nasıl yaşadığımı bilmeden yaşamaya devam edecektim. Sadece nefes alacak kadar kızımı sevecek kadardı yaşama sevincim. Bu kadar.

Yorgun Ve Savaşçı Bir Anneden


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ocak 2006       Mesaj #192
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
h3
Uzun uzun yıllar evveldi....
Sponsorlu Bağlantılar
Uzak sahillerin, nemi yaprağı üzerinde, yemyeşil ormanlarında
güzeller güzeli bir kız yaşarmış.......
Adı yokmuş..
Bir isme de, ihtiyacı yokmuş zaten.
Duyamaz ve konuşamazmış, O......
Tüm gün topladığı deniz kabuklarıyla uğraşırmış sadece.....
Her sabah uyandığında,
“acaba bugün, hangi deniz kabukları bulma şansına sahibim” diye merak duyarmış.....
Kime sorsanız, tüm deniz kabuklarının birbirine benzediği o uzun sahillerde, o aylardır yıllardır hep mutlu ve
her günü ayrı bir umut ve güzellik içinde, heyecanla yaşamaktaymış.....
Çünkü O
zamanın,
sevenler için sonsuz olduğuna inanırmış......
Çünkü O,
zamanın,
sevinenler için kısa
üzülenler için çok uzun,
korkanlar için çok hızlı ,
bekleyenler içinse çok yavaş olduğunu, bilirmiş......
O, sonsuzu seçen, seven , ama çok seven bir yüreğe sahipmiş......
Topladığı ve dokunduğu her deniz kabuğu ile, yüreğine bir parça daha sevgi biriktirmekteymiş......
O, deniz kabuklarında, kulaklarıyla duyamadığı, bilinmez nice sesleri dinlemekteymiş aslında......
Yüreğinin kumsalları ve suları, ona hiç gitmediği, hiç görmediği kıyıların, nice hikayelerini anlatır durularmış......
Dünya, onun yüreğinde atarmış...
Dünya, onun yüreğinde ses verirmiş evrene......
O, dünyayı yüreğinden işitir, bilir ve yaşarmış......

Bazen işittiklerimiz, yeter sanırız...bildiklerimiz gerçek sanırız.......
Ve bunlar mutlu etmez bizi.....
Çünkü mutluluk;
duyamadıklarımızda, gidemediklerimizde,
fark edemediklerimizdedir....
Oysa, görebildiklerimizden, daha fazlasıdır gerçekler........
Günlük döngüler içinde, Sevdiklerimizle ve kendimizle paylaşabileceğimiz şeylerden uzak kalarak yaşıyoruz hayatlarımızı maalesef.....
Hayat bu olmamalı.. Işler hiç bir zaman durulmayacaktır ki, hep yoğun, hep çok olacaktır......
Ama sular bile durulur.
Durulur ve durulanır o zaman su; sedeflenir, sakinliğin, dinginliğin tatlı huzuru , derinliği aks olur kumsallarda.....
Bu hayattır işte.. Hayat oradadır...
Dinlerken, beklerken, izlerken, durulanırken..
Hayat orada yaşanır gerçel anlamda..
Oysa bizler mekanik ve elektronik bir dünyaya hapis vaziyette şuursuz yaşıyoruz, “hayat, bu” diye.....
Yaşamımızı, hayata ve kendimize endeksleyebilmeliyiz...
Ggerçekle, doğru arasındaki farkı görebilmeliyiz......
Hepimiz ....
Gerçekten mutlu olmak,
sadece yüreğin işidir...
Yüreklerimize fırsat vermeliyiz.....
Her yeni güne başlarken,
hangi deniz kabuğuna dokunarak,
bilinmedik hangi yaşama katılacağımız şansına gülümseyerek,
umutla uyanmalıyız......
Var olmanın güzelliği bu olsa gerek...
Acaba, bugüne kadar,
yüreğinizde kaç deniz kabuğu biriktirmişsinizdir ?
Sen...,
bugün hangi deniz kabuğunu dinledin,
ve bugün kaç deniz kabuğu topladın?
Insanın yüreği, belki de, deniz kabuklarından örülü olmalı.
Her yürek, bir kumsal olmalı belki de......
Kumsal gibi sonsuz olmalı.....
Kum tanelerinin kristallerinde, nice deniz çiçekleri, sedefleri açtırmalı her gün için..
Ve, her mevsimde ebruli olmalı o kumsal,
her koşulda kumsalda olmalı varlığımız.
Mesela, yazı, kumsal mevsimi biliriz sadece. Fakat, kışın da, oradayızdır.. Insanlar nedense, kumsalları, sadece yazın fark ederler......
Ne talihsizlik.!
Tıpkı, yüreklerimizi de, aynı talihsizliklerle fark edemediğimiz gibi
Belki de, maviyi görmek değildir önemli olan..
Belki, bakışlarımız gökyüzüne yöneldiğinde,
Önce, uçurtmayı görebilmeli gözlerimiz..
Önce uçurtmayı görebilirsek, mavileri de yakalarız zaten......
Uçurtma, mavidedir nihayetinde....
Eğer her gün, yeni bir var olma çiçeği açıyorsa gözlerimizde ve
Yüreğimizin ebruli kumsallarından, yepyeni deniz kabukları, sedefler toplayabiliyorsak,
Yokluk yok demektir, değil mi?

VE, her sabah ya da akşam üstleri,
Sulanmalı mutlak o var oluş çiçeklerimiz.......
Güne ya da akşama başlarken
Yürek su ister......Çiy ister... Şebnem ister......
Insanın en yalnız olduğu zaman dilimlerdir, sabahın eri ve akşamüstleri.......
Insanın en çok kendi olduğu, kendinde ve kendiyle olduğu vakitlerdir onlar.
Doğrularımızdan, gerçeğe yönelik yolculuğun başladığı vakitlerdir.
Sonsuza uzanan, uzanması gereken yürekler yollarını çiçeklendirme ve deniz kabuklarını sevgilendirme vakitleridir.
Doğrularınıza sahip çıkın. Kendinizi yakalayın.
Sonsuzluğu, kendinizden esirgemeyin.
Bakın, dinleyin, dokunun, deniz kabuklarının size söyleyecekleri var..
Yüreğinizin, ebruli kumsalından ayrılmayın.


muhlise - avatarı
muhlise
Ziyaretçi
24 Ocak 2006       Mesaj #193
muhlise - avatarı
Ziyaretçi
SEVGİ'YE DAVET.

Bir kadın evinden çıktı , evinin önünde beyaz, uzun sakalları olan 3 yaşlı
adam gördü. Onlara :

"Sizi tanımıyorum ama aç olmalısınız. Lütfen evime buyurun ve bir şeyler yiyin." dedi.
"Kocanız evde mi?", diye sordular.
"Hayır", dedi, kadın."Dışarıda."
"O zaman giremeyiz", dediler.
Akşamleyin kocası eve geldiğinde kadın olanları ona anlattı.Kocası :

"Onlara eve geldiğimi söyle ve Onları eve davet et", dedi. Kadın dışarı
çıktı ve yaşlı adamları davet etti.
"Biz bir eve hep beraber girmeyiz", dediler. Kadın:
"Neden?" dedi. Yaşlı adamlardan biri cevapverdi :
"Onun adi 'Zenginliktir", dedi, arkadaşlarından birini göstererek. Ve bir
diğerini göstererek "Onun da adi 'Başarı'dır, ve ben de 'Sevgiyim." Ve ekledi:"şimdi eşinle konuş ve hangimizi evinize davet edeceğinize karar verin", dedi.
Kadın eve girdi ve olanları kocasına anlattı. Kocası çok sevindi.
"Ne kadar harika", dedi. "Zenginliği davet edelim, gelsin ve evimize
zenginlikle doldursun", dedi. Kadın:
" Neden başarıyı davet etmiyoruz? dedi. O sırada onları dinlemekte olan kızları "Sevgiyi davet etsek daha iyi olmaz mi?", diye sordu. "O zaman evimiz sevgiyle dolar." Adam:
"Bence kızımızın tavsiyesine uyalım", dedi."Dışarı çık ve Sevgiyi davet et, Sevgi bizim misafirimiz olsun", dedi.
Kadın dışarı çıktı ve Sevgiyi seçtiklerini söyledi ve Sevgiyi evlerine davet etti. Sevgi kalktı ve eve doğru yürümeye başladı. Diğer iki arkadaşı da kalktı ve onu takip ettiler. Kadın büyük bir şaşkınlıkla:

"Ben sadece Sevgiyi davet ettim, siz neden geliyorsunuz?" , diye sordu.
Yaşlı adam cevap verdi:
"Eğer siz Zenginlik veya Başarıyı davet etmiş olsaydınız, diğer ikimiz
kalacaktık, ama siz beni(Sevgiyi) davet ettiğiniz için, Ben nereye gidersem, Başarı ve zenginlik de benimle gelir."
Her nerede sevgi varsa, başarı ve zenginlik de vardır.

Sevgiyi davet edin.
muhlise - avatarı
muhlise
Ziyaretçi
24 Ocak 2006       Mesaj #194
muhlise - avatarı
Ziyaretçi
Mahkeme salonunda, seksen yaşlarındaki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı...
Adam inatçı bakışlarla, suskun ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözlerini ve bıkkın bakışlarını süzüyordu
Hakim tok sesiyle, yaşlı kadına: „Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?“
Yaşlı kadın, derin bir nefes çektikten sonra baş örtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı:
„Bu herif yetti gayri, 50 yıldır bezdirdi hayattan...“
Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu, mahkeme salonunda...
Sessizlik, bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu...
Kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmıs 50 yılın ardından? Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı... Kadın neler diyecekti? Herkes, onu dinliyordu...
Yaşlı kadının gözleri doldu ve devam etti:
„Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim... O bilmez...
50 yıl önceydi.. O çiçeği bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm.
Yavrumuz olmadı onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı.
O zaman adak adadım.
Her gece güneş doğmadan önce, bir tas suyla sulayacağım onu diye...
Iyi gelirmiş derlerdi...
50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi
Taa ki geçen geceye kadar... O gece takatim kesilmiş uyuyakalmışım... Ben, böyle bir adamla 50 yıl geçirdim
Hayatımı, umudumu, herşeyimi verdim. Ondan hiçbirşey görmedim
Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim. Onsuz daha iyiyim, yemin ederim."
Hakim yaşlı adama dönerek:
"Diyeceğin birşey var mı, baba?" dedi.

Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle, hakime yöneldi.
Tane tane konustu: "Askerliğimi Reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım. O bahçenin, görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim
Fadime'mi de orada tanıdım. Sedefleri de... Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim
Ilk evlendiğimiz günlerin birinde, boyun ağrısı nedeniyle, onu hekime götürdüm
Hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa, boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi
Her gece uykusunu bölüp uyansın, gezinsin dedi
Hekimi pek dinlemedi bizim hatun...
Lafım geçmedi...
O günlerde, tesadüf, bu çiçek kurumaya yuz tuttu
Ben ona: „Gece çiçek sularsan geçer”, dedim. Adak dilettim...
Her gece onu uyandırdım ve onu seyrettim. O sevdiğim kadını, yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. Her gece, o çiçek ben oldum sanki..." dedi adam
O yaştaki bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle…
„Her gece, o yattıktan sonra uyandım. Saksıdakı suyu boşalttım. Sedef, gece sulanmayı sevmez, hakim bey... Geçen gece de... Yaşlılık... Ben de uyanamadım
Uyandıramadım... Çiçek susuz kalırdı ama kadınımın boynu yine azabilirdi...
Suçlandım...Sesimi çıkartamadım...“
O anda gazeteciler dahil, mahkeme salonundaki herkes ağlıyordu…
„Sevgide cömert ama sevdiklerimizi kırmada oldukca cimri olalım”







Son düzenleyen muhlise; 24 Ocak 2006 09:45
YaKaMoZcuk - avatarı
YaKaMoZcuk
Ziyaretçi
24 Ocak 2006       Mesaj #195
YaKaMoZcuk - avatarı
Ziyaretçi
EVE DÖNÜŞ
Vietnam'da savastiktan sonra sonunda evine dönmekte olan bir asker hakkinda bir hikaye anlatilir.San Francisco'dan ailesini aradi
Anne baba, eve dönüyorum, ama sizden birsey rica ediyorum. Yanimda bir arkadasimi da getirmek istiyorum. -Memnuniyetle, onunla tanismak isteriz,diye cevapladilar.. Ogullari, -Bilmeniz gereken birsey var diye devam etti. -Arkadasim savasta agir yaralandi. Bir mayina basti ve bir koluyla ayagini kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok, ve onun gelip bizimle kalmasini istiyorum. -Bunu duyduguma üzüldüm oglum. Belki onun baska bir yer bulmasina yardimci olabiliriz. -Hayir. Anne, baba, onun bizimle yasamasini istiyorum. -Oglum, dedi babasi, -Bizden ne istedigini bilmiyorsun. Onungibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur. Bizim kendi hayatimiz var, ve bunun gibi birseyin hayatimiza engel olmasina izin veremeyiz. Bence bu arkadasini unutup eve dönmelisin. O kendi basinin çaresine bakacaktir. Oglu o anda telefonu kapatti.
Ailesi ondan bir süre haber alamadi. Ama birkaç gün sonra, San Francisco polisinden bir telefon geldi. Ogullarinin yüksek bir binadan düsüp öldügünü ögrendiler. Polis bunun intihar olduguna inaniyordu. Üzüntü dolu anne-baba hemen San Francisco'ysa uçtular ve Ogullarinin cesedini tespit etmek için sehir morguna götürüldüler. Onu tanidilar, ve bilmedikleri birsey daha ögrenince dehsete düstüler:
Ogullarinin sadece bir kolu ve bir bacagi vardi. Bu hikayedeki aile de bir çogumuz gibi. Güzel olan ya da birlikte olmaktan zevk aldigimiz insanlari sevmek bizim için çok kolay, ama bize rahatsizlik veren yada yanlarinda kendimizi rahatsiz hissettigimiz insanlari sevmiyoruz. Bizim kadar saglikli, Güzel ya da akilli olmayan insanlarin yanindan uzak durmayi tercih ediyoruz. Neyseki, bize bu sekilde davranmayan biri var. Biz nekadar bozulmus olursak olalim, bizi sonsuz ailesinin yanina çagiran sartsiz sevgiyle seven biri. Bu gece, uyumadan önce, insanlari oldugu gibi kabul edebilmemiz ve bizden farkli olanlara karsi daha anlayisli olabilmemiz için gereken gücü vermesi için Allah'a kisa bir dua edelim. Kalbimizde Arkadaslik adinda bir mucize var. Nasil oldugunu veya Nasil basladigini anlamazsiniz. Ama bu özel armagani bilirsiniz ve Arkadasligin Tanri nin en büyük armagani oldugunu anlarsiniz.
Gerçekten de arkadaslar çok nadide mücevherlerdir. Sizi gülümsetip basarmaniz için cesaret verirler. Sizi dinlerler ve kalplerini size açmak isterler. Bugün arkadaslariniza onlarla ne kadar ilgilendiginizi gösterin
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ocak 2006       Mesaj #196
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
h8
Uzaklarda küçük bir kasabada genç bir adam kendi işini kurdu bu, iki caddenin köşesinde bir perakendeciydi Adam dürüst ve dost canlısıydı,insanlar onu seviyorlardı. Ondan alış veriş yapıyorlar ve arkadaşlarına tavsiye ediyorlardı.Adam kısa süre içinde bir dükkandan , Amerikanın bir ucundan diğerine uzanan bir zincir yarattı.
Bir gün hastalanıp hastaneye kaldırıldı.Doktorlar az zamanı kalmış olabileceğinden endişe ediyorlardı..
Üç yetişkin çocuğunu yanına çağırdı ve onlara bir görev verdi: içinizden biri yıllar boyu uğraşarak kurduğum şirketimin başına geçecek. Hanginizin bunu haketiğine karar vermek için,her birinize birer dolar vereceğim
Şimdi gidip bu birer dolarla ne alabiliyorsanız alacaksınız,ama bu akşam geri döndüğünüzde paranızıla aldığınız şey hastane odamı bir uçtan bir uca doldurmalı.; Çocuklar bu başarılı şirketi yönetme fırsatı karşısında heyecana kapıldılar. Üçü de şehre gidip parasını harcadı.
Akşam geri döndüklerinde babaları sordu:
"Birinci, çocuğum ,bir dolarla ne yaptın ?"
Çocuk cevap verdi "Arkadaşımın çiftliğine gittim,bir dolarımı verdim ve iki balya saman aldım.Sonra odadan dışarı çıktı ,saman balyalarını getirdi ,açtı ve havaya savurmaya başladı. Oda bir anda samanlarla dolmuştu.
Ama biraz sonra samanların tamamı yere indi ancak babanın söylediği gibi odayı bir uçtan öbür uca dolduramadı.
Adam sordu: "Peki ikinci çocuğum ,sen paranla ne yaptın?."
Yorgancıya gittim .İki tane yastık aldım ." Bunu söyleyen çocuk ,yastıkları içeri getirdi ,açtı ve tüyleri bütün odaya dağıttı. Zaman içinde bütün tüyler yere düştü, böylece oda yine dolmamıştı.
"Sen üçüncü çocuğum, sen paranı ne yaptın?." diye sordu adam .
Dolarımı cebime koyup senin yıllar önceki dükkanın gibi bir dükkana gittim.Dükkanın sahibine parayı verdim ve bozmasını istedim .Dolarımın 90 centini şehrimizdeki iki yardım kurumuna bağışladım.Böylece bir onluğum kaldı. Bununla iki şey aldım."
Çocuk elini cebine atıp bir kibrit kutusu ve bir mum çıkardı. Işığı kapatıp mumu yakınca oda mumun yaydığı ışıkla dolmuştu.Oda samanla veya tüyle değil,bir uçtan öbür uca ışıkla dolmuştu.
Baba memnundu "Çok iyi oğlum .Bu şirketin başına sen geçeceksin,çünkü yaşam hakkında çok önemli bir şeyi , ışığını yaymayı biliyorsun. Bu çok güzel .

nobody34 - avatarı
nobody34
Ziyaretçi
24 Ocak 2006       Mesaj #197
nobody34 - avatarı
Ziyaretçi
İYİLİK VE VEFA


Bir kurdu avcılar fena halde sıkıştırmıştır.

Kurt ormanda oraya buraya kaçmakta, ancak peşindeki avcıları
bir türlü ekememektedir.

Canını kurtarmak için deli gibi koşarken bir köylüye rastlar.
Köylü elinde yabasıyla tarlasına girmektedir.

Kurt, adamın önüne çöker ve yalvarmaya başlar.

"Ey insan ne olur yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak
nefesim kalmadı, eğer sen yardım etmezsen biraz sonra yakalayıp
öldürecekler.
" Köylü bir an düşündükten sonra yanındaki boş çuvalı açar,
kurda içine girmesini söyler.

Çuvalın ağzını bağlar, sırtına vurur ve yürümeye devam eder.
Birkaç dakika sonra da avcılara rastlar.

Avcılar köylüye bu civarda bir kurt görüp görmediğini sorarlar,
köylü "görmedim" der ve avcılar uzaklaşır.

Avcıların iyice uzaklaştığından emin olduktan sonra köylü
sırtındaki torbayı indirir, ağzını açar, kurdu dışarı salar.

"Çok teşekkür ederim" der kurt, "Bana büyük bir iyilik yaptın"

"Önemli değil" der köylü ve tarlasına gitmek üzere yürümeye
baslar.

"Bir dakika" diye seslenir kurt: Çok uzun zamandır bu
avcılardan kaçıyorum,
çok bitkin düştüm, açım, kuvvetimi toplamam için bir şeyler yemem lazım ve
burada senden başka yiyecek bir şey yok."

Köylü şaşırır:

"Olur mu, ben senin hayatını kurtardım."

"Yapılan iyiliklerden, verilen hizmetlerden daha çabuk unutulan
bir şey
yoktur" der kurt.

"Ben de kendi çıkarım için senin iyiliğini unutmak ve seni
yemek zorundayım.

" Bir süre tartıştıktan sonra, ormanda karşılarına çıkacak olan
ilk üç kişiye bu konuyu sormaya ve ona göre davranmaya karar verirler.

Karşılarına önce yaşlı bir kısrak çıkar.

" Ne vefası " der kısrak,

"Ben sahibime yıllarca hizmet ettim, arabasını çektim, taylar
doğurdum, gezdirdim.

Ve yaşlanıp bir işe yaramadığımda beni böylece kapıya koydu...

" Bir sıfır öne geçen kurt sevinirken bir köpeğe rastlarlar.
"Ben hizmetin değerini bilen bir efendi görmedim" der köpek, "
Yıllardır sadakatle hizmet ederim sahibime koyunlarını korurum,
yabancılara saldırırım, ama o beni her gün tekmeler, sopayla vurur..."
Kurt köylüye döner,

"İşte gördün" der. Köylü de son bir çabayla

"Ama üç diye konuşmuştuk, birine daha soralım, sonra beni ye"
diye cevap verir.

Bu kez karşılarına bir tilki çıkar.

Başlarından geçenleri, tartışmalarını anlatırlar.

Tilki hep nefret ettiği kurda bir oyun oynayacağı için
keyiflenir.
"Her şeyi anladım da" der tilki

"Bu küçücük torbaya sen nasıl sığdın?

" Kurt bir şeyler söyler, tilki inanmamış gibi yapar:

"Gözümle görmeden inanmam...

" İşin sonuna geldiğini düşünen kurt torbaya girer girmez,
tilki köylüye işaret eder ve köylü torbanın ağzını sıkıca bağlar.

Köylü eline bir taş alır ve

"Beni yemeye kalktın ha nankör yaratık" diyerek torbanın
içindeki kurdu bir süre pataklar.

Sonra tilkiye döner

"Sana minnettarım beni bu kurttan kurtardın" der.

Tilki de "Benim için bir zevkti" diye cevap verir.

O an köylünün gözü tilkinin parlak kürküne takılır, bu kürkü
satarsa alacağı parayı düşünür ve hiç beklemeden elindeki taşı kafasına
vurup tilkiyi öldürür.

Sonra da torbanın içindeki kurdu ayağıyla dürter:

"Haklıymışsın kurt, yapılan iyilikten daha çabuk unutulan bir
şey yokmuş..."



CAN DÜNDAR

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ocak 2006       Mesaj #198
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
h9
Anne rahmine düşen ikiz kardeşler önceleri her şeyden habersizmiş. Haftalar birbirini izledikçe onlar da gelişmişler. Elleri, ayakları, iç organları oluşmaya başlamış. Bu arada, etraflarında olup biteni fark etmeye başlamışlar. Bulundukları rahat, güvenli yeri tanıdıkça mutlulukları artmış. Birbirlerine hep aynı şeyi söylüyorlarmış:
'Anne rahmine düşmemiz, burada yaşamamız ne harika değil mi? Hayat ne güzel şey be kardeşim!'
Büyüdükçe, içinde yaşadıkları dünyayı keşfe koyulmuşlar. Öyle ya, hayatın kaynağı neymiş? İşte bunu araştırırken, karşılarına anneleriyle onları birbirine bağlayan kordon çıkmış. Bu kordon sayesinde, hiçbir zahmet çekmeden, güven içinde beslenip büyütüldüklerini tesbit etmişler. 'Annemizin şefkati ne kadar büyük! Bize bu kordonla ihtiyacımız olan her şeyi gönderiyor.'
Artık aylar birbiri ardınca geçiyor, ikizler hızla büyüyor, diğer bir deyişle 'yolun sonu'na yaklaşıyorlarmış. Bu değişiklikleri hayretle gözlemlerken, bir gün gelip bu güzelim dünyayı terk edeceklerinin işaretlerini almaya başlamışlar.
Dokuzuncu aya yaklaştıklarında, bu işaretleri daha kuvvetli hissetmeye başlamışlar. Durumdan telaşlanan ikizlerden birisi diğerine sormuş:
'Neler oluyor? Bütün bunların anlamı nedir'
Öteki daha sakin ve aklı başındaymış. Üstelik, bulundukları bu dünya çoğu zaman ona yetmiyor; duyguları daha geniş bir âlemi arzuluyormuş. O cevap vermiş:
'Bütün bunlar, bu dünyada daha fazla kalamayacağız anlamına geliyor.' Ve eklemiş: 'Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz.'
'Ama ben gitmek istemiyorum' diye haykırmış kardeşi. 'Hep burada kalmak istiyorum.'
'Elimizden gelen bir şey yok. Hem, belki doğumdan sonra hayat vardır.'
'Bize hayat sağlayan kordon kesildikten sonra bu nasıl mümkün olabilir ki?' diye cevaplamış öteki. 'Bize hayat veren kordon kesilirse nasıl hayatta kalabiliriz, söyler misin bana? Hem, bak bizden önce başkaları da buraya gelmiş ve sonra da gitmişler. Hiçbirisi geri gelmemiş ki bize doğumdan sonra hayat olduğunu söylesin. Hayır, bu her şeyin sonu olacak.'
Bütün bunları söyledikten sonra eklemiş:
'Hem, belki de anne diye bir şey de yok!'
'Olmak zorunda' diye itiraz etmiş kardeşi. 'Buraya başka türlü nasıl gelmiş olabiliriz, nasıl hayatta kalabiliriz ki?'
'Sen hiç anneni gördün mü?' diye üstelemiş öteki. 'O belki de sadece zihinlerimizde var. Bir annemiz olduğu düşüncesi bizi rahatlattığı için onu belki de biz uydurduk.'
Böylece, anne rahmindeki son günleri derin sorgulamalar ve tartışmalarla geçmiş.
Sonunda doğum anı gelmiş çatmış. İkizler dünyalarını terk ettiklerinde gözlerini başka bir dünyaya açmışlar ve sevinçten ağlamaya başlamışlar.
Çünkü gördükleri manzara hayallerinin bile ötesindeymiş.

Anthony de Mello
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Ocak 2006       Mesaj #199
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
h10
Oldukça yaşlı bir adam ,kendisi gibi kamburalaşıp yere yanaşmış bir ağacın altında ağlıyordu. Biraz önce irikıyım bir genç yanına sokulmuş ve kendisinden içki parası istedikten sonra bir de tokat atmıştı. Yaşlı adamın yere yıkıldığını görenler, hemen yardımına koşup:
- Geçmiş olsun dede ,dediler. O serseri ne istedi ki senden?
Adamcağız bir şey olmamış gibi toparlanmaya çalışırken:
- Eski bir borcum vardı, onu istedi , dedi. Yapması gerekeni yaptı sadece...
Çevresindekiler, ihtiyar adamı yerden kaldırdıktan sonra eline bastonunu tutuşturup aceleyle işlerine koşuştular. Herkes ayrıldığında, hadiseyi başından beri görmüş olan bir delikanlı onun koluna girerek:
- Fazla hırpalandınız, dedi. Ağacın gölgesinde biraz oturalım mı?
Yaşlı adam yorgun bakışlarını yukarıya yöneltip :
-Benim bu ağacın altında dinlenmeye hakkım yok yavrum dedi. Ölünceye kadar da olmayacak.
Delikanlı, söylenenden bir şey anlamamıştı. Meraklı gözlerle kendisine bakarken, onun tekrar hıçkırıklara boğulduğunu farketti.
Yaşlı adam ,iniltiye benzeyen bir sesle:
- Elli yıl kadar önceydi,diye devam etti. Rahmetli babamı,sigara parası almak için bu ağacın altında azarlamıştım. Yani biraz önce evladımın beni dövdüğü yerde.
Delikanlı ne diyeceğini bilemedi ve şimdi biraz daha bitkin görünen ihtiyarın sakinleşmesini bekledikten sonra, onu arabayla evine bırakmayı teklif etti.
Adam, titrek adımlarla yoluna koyulurken:
- Evim oldukça uzaklarda yavrum. Ama ben yürüyerek gideceğim oraya. Babamın da onu azarladıktan sonra, üzüntüsünden yayan döndüğü gibi. Hem şehir dışındaki kabristana uğrayıp bir Yasin le öpeceğim ellerinden...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Ocak 2006       Mesaj #200
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

*********h11********************************************************************
Arkadaşım Gayle dört yıldan bu yana kansere karşı yaşam mücadelesi veriyordu.
Diğer arkadaşlarımla birlikte onu ziyarete gittiğim bir gün çocukluk düşlerimizden söz ediyorduk. Gayle başını pencereye doğru çevirdi. Gözleri çok uzaklarda, sesi sitem dolu
“Ben, kumandalı, kırmızı bir oyuncak arabamın olmasını isterdim hep, ama doğum günümde ne istediğimi söylersem; dileğimin gerçekleşmeyeceği korkusuyla hiç kimseye söyleyememiştim bunu. Bu nedenle de asla radyolu, kırmızı bir oyuncak arabam olmadı.” dedi.
Gayle’i ziyaretimden bir kaç gün sonraydı. Çok sevdiğim dondurmayı almak için sırada beklerken birden dondurmacının vitrinindeki kırmızı oyuncak arabayı gördüm.
Yanına da bir not iliştirilmişti:
"Dondurmanızı alırken vereceğimiz kuponu doldurmayı unutmayın, belki de çekiliş sonunda bu kumandalı araba sizin olabilir."
Hemen Gayle’in sözleri geldi aklıma. Bir kaç hafta boyunca sürekli dondurma alıp, verdikleri kuponları doldurdum. Hiç bir çekilişte de kazanamadım. Bu kırmızı arabayı mutlaka Gayle’e almalıydım.
Dördüncü haftanın sonunda artık çekilişte kazanmaktan ümidimi yitirmiştim.
Dükkan sahibi ile konuşarak bana bu arabalardan bir tanesini satmalarını rica ettim.
Dükkan sahibi dört haftadır hergün dondurma alıp, kuponları doldurduktan sonra büyük bir heyecanla çekiliş sonuçlarına baktığımın gözünden kaçmadığını söyledi.
Ardından da gözlerimin içine bakarak:
"Söyler misiniz, neden bu kadar çok istiyorsunuz bu arabayı ?" diye sordu.
Gözlerimden süzülen yaşlara aldırmadan ona arkadaşımdan söz ettim. Çok etkilenmişti.
"İstediğiniz oyuncak arabayı verdiğiniz adrese göndereceğim" dedi.
Yazdığım çeki masanın üstüne bırakarak , büyük bir mutlulukla evime geldim.
Ertesi günü Gayle’i ziyarete gittiğimde gözleri ışı ışıldı. Elindeki kırmızı oyuncak arabayı göstererek küçük bir çocuk heyecanıyla:
"Bak" dedi. "Bunca yıl bekledim ama nihayet dileğim gerçekleşti, hem de tam istediğim gibi !"
Ertesi günü postacı bir zarf uzattı elime. Açıp okumaya başladım:
"Sevgili Bonnie, annem ve babam da kanserdi ve ikisinide, altı ay gibi kısa bir sürede kaybettim. İkisi içinde çok çabaladım ama doğrusu dostlarımın sevgisi ve cömertliği olmasaydı hiç bir şey yapamazdım. Gerçek dostlarım olduğu için kendimi hep şanslı hissettim. Gayle’de senin gibi bir dostu olduğu için çok şanslı. En iyi dileklerimle. Norma"
Dondurma dükkanının sahibiydi mektubu yazan. Benim masasına bıraktığım çek de zarfın içindeydi.


Bonita L. ANTICOLA


Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar