Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 24

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 493.038 Cevap: 1.997
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Şubat 2006       Mesaj #231
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Başarının Sırrı
Günlerden bir gün ... kurbağa yarışı varmış.
Sponsorlu Bağlantılar
Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış.
Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmışlar. Ve yarış başlamış. Gerçekte seyirciler arasında hiçbiri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Sadece su sesler duyulabiliyormuş:
-"...Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!.."
Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker
teker yarısı bırakmaya başlamışlar.
İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya
çalışıyormuş. Seyirciler bağırıyorlarmış:
-"...Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!.."
Sonunda, bir tanesi hariç, diğer kurbağaların hepsinin ümitleri
kırılmış ve bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa
büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış.
Diğerleri hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler.
Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş bu isi nasıl başardın diye.
O anda farkına varmışlar ki....
Kuleye çıkan kurbağa sağırmış!

Olumsuz düşünen insanları duymayın...
onlar kalbinizdeki ümitleri çalarlar!

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Şubat 2006       Mesaj #232
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Zehir
Uzun yıllar once Çinde Li-Li adli bir kız evlenir ve aynı evde kocası ve kaynanası ile birlikte yaşamaya başlar.
Sponsorlu Bağlantılar
Lakin kısa bir süre sonra kayınvaldesi ile geçinilmenin çok zor olduğunu anlar. İkisininde kişiliği tamamen farklıdır buda onların sık sık kavga edip tartışmalarına yol açar.
Bu çin geleneklerine göre hoş bir davranış değildir ve çevrenin oldukça tepkisini alır.
Birkaç ay sonra bitmez tükenmez gelin kaynana kavgalarından ev onun ve annesi ile karısı arasında kalan eşi içinde cehennem haline gelmiştir. Artık birşeyler yapmak gerektiğine inanan gençkız doğru babasının eski bir arkadaşı olan baharatçıya koşar ve derdini anlatır.
Yaşlı adam ona bitkilerden yaptığı bir ekstre hazırlar ve bunu 3 ay boyunca hergün azar azar kaynanası için yaptığı yemeklerin içine koymasını söyler.
Zehir az az verilecek , böylece onu gelininin oldürdüğu belli olmayacaktır.
Yaşlı adam genç kıza kimsenin ve eşinin şüphelenmemesi için kaynanasına çok iyi davranmasını ona en güzel yemekleri yapmasını söyler.
Sevinç içinde eve dönen Li-Li yaşlı adamın dediklerini aynen uygular. Hergün en güzel yemekleri yapıyor, Kayn*******n tabağına azar azar zehiri damlatıyordu. Kimseler şüphelenmesin diyede ona çok iyi davranıyordu. Bir süre sonra kayınvaldeside çok değişmişti ve ona kendi kızı gibi davranıyordu. Evde artık barış rüzgarları esiyordu. Genc kız kendisini ağır bir yük altında hissetti.
Yaptıklarından pişman bir vaziyette baharatçı
dükkanının yolunu tuttu ve yaşlı adama şu ana kadar kaynanasına
verdiği zehirleri onun kanından temizleyecek bir iksir için yalvardı, Yaşlı kadının ölmesini artık istemiyordu.
Yaşlı adam yaşlı gözlerle karşısında konuşup duran Li-Li ye baktı ve
kahkahalarla gülmeye başladı
"Sevgili Li-Li dedi , sana verdiklerim sadece vitamin lerdi. Olsa olsa
kayınvaldeni sadece daha da guçlendirdin hepsi bundan ibaret. Gerçek zehir ise senin beyninde olandı. Sen ona iyi davrandıkça oda dağıldı ve yerini sevgiye bıraktı böylece siz gerçek bir ana kız oldunuz " dedi.

Kıssadan Hisse:
Eski bir Cin atasözü şöyle der ;
"Gül veren elde gül kokusu kalır."
Sevilen insan, sevgisini insanlara veren insandır.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Şubat 2006       Mesaj #233
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
PAPATYANIN HİKAYESİ

Koskoca bir bahçede harikulada çiçekler içinde bir papatya..Ve papatya aşık olmuş, yanmış tutuşmuş Ak sakallı bahçıvana..
Bir ümit bekliyormuş. Yüzlerce çiçeğin arasından Onunla, sadece onunla saatlerce ilgilensin.. Buz gibi suyunu sadece ona döksün istiyormus.. Sadece ona değsin makası, Sadece ona gülsün dudakları.. Kıskanıyormuş bahçıvanı,Kırmızı güllerden, Sarı lalelerden, Mor menekşelerden..Zambaklardan...
Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş, Bembeyaz yapraklarını.. Bir gün, Aşkı öyle büyümüşki.. Papatya yapraklarını taşıyamaz olmuş.. Eğilivermiş boynu..Toprağa bakıyormuş artık.. Bahçıvanın sadece sesini duyuyormuş Ayaklarını görüyormuş..Bunada şükür diyormuş.. Yetiyormuş ona, bahçıvanın varlığını hissetmek.. Zaman akıp gidiyormuş..Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş.. Ne var sanki boynumu kaldırsa Bir kerecik daha görsem yüzünü diyormuş..
Ve işte bir gün..
Bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış.. İncecik bedenini ellerinin arasına almış..Elindeki sopayı, köklerinin yanına, toprağa sokmuş bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya.. Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı.. Hala göremiyormuş onu, Ama bedeni kurtulmuş.. Uzun bir müddet sonra, Bahçıvan uğramaz olmus bahçeye.. Gelen giden yokmuş.. Kahrından ölecekmiş papatya..
Ama işte bir sabah... Hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış.. Derin bir oh çekmiş.. Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş.. Birden, kendisine doğru gelen iki ayak görmüs.. Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş..Başka birisiymiş.. Adamın elinde bir de makas varmış.. Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru..
Ne güzel açmışsın sen öyle demiş.. Bu gencecik, yakışıklı bir delikanlıymış..Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısıymış..
Ama gövden seni taşımıyor demisş. Elindeki makası papatyanın boynuna doğru uzatmış..Ve bir hamlede başını gövdesinden ayırmış.. Papatya yere düşerken hatırlamış sevdigini.. O ak saçlı, ak sakallı, yaşlımı yaşlı bahçıvanı hatırlamış..
Birde o gencecik, yakışıklı delikanlıyı düşünmüş.. Ve o an anlamış, neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini..O her seye rağmen, papatyaya emek vermiş.. Ona hiç bir zaman güzel oldugunu söylememiş, Ama onu aslında hep sevmis.. Papatya anlamış artık..
Sevgi, emek istermiş...
Yere düstüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini..Teşekkür etmis ona içinden..Son yaprağıda kuruduğunda, Biliyormuş artık..


Gerçek sevginin,söylemeden, yaşamadan, ve asla kavuşmadan varolabileceğini...


Son düzenleyen Blue Blood; 3 Şubat 2006 14:36
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Şubat 2006       Mesaj #234
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
GÜLÜMSE

Anneannemle dedem neredeyse yarım yüzyıldır evlilerdi. İlk karşılaştıkları andan beri kendi yarattıkları bir oyunu oynuyorlardı. Birbirlerinin bulması için sürpriz bir yere "Gülümse" kelimesini yazıp bırakırlardı. Evin içinde bu kelimeyi yazıp sırayla bir yere bırakırlar, kelimenin nerede olduğunu bulan hemen kendisi de yazıp başka bir yere saklardı.
Bir sonraki yemeği kim hazırlarsa "Gülümse" kelimesini una ve şekere bulayıp bekletirdi. Anneannemin tadına doyulmaz muhallebilerini yediğimiz verandaya bakan pencerede de bu kelime yazılıydı. Sıcak duş aldıktan sonra banyodaki aynanın buharlı yüzeyine "Gülümse" yazmışlardı. Böylece her banyodan sonra aynada "Gülümse" beliriveriyordu. Büyükannem tuvalet kağıdının üzerine bile "Gülümse" yazmıştı.
Ayakkabılarının içinden, yastıkların altından, araba koltuğu üzerinden, dolapların içinden kısaca hangi taşı kaldırsanız altından "Gülümse" çıkıyordu. Bu gizemli kelime herhangi bir mobilya kadar evelerinin bir parçası olmuştu.
Anneannemle dedemin oynadığı bu oyunu takdir etmem yıllarımı aldı. Şüphecili gerçek sevgiye (saf ve uzun süreli) inanmamı engelliyordu. Öte yandan büyükannemle dedemin ilişkisi beni hiç şüpheye düşürmemişti. Sevgiyi günlük hayatlarına taşımışlardı. Bu oynadıkları oyun flört etmenin ötesinde birşeydi, yaşam tarzları olmuştu.
Anneannemle dedem her fırsatta birbirlerinin ellerini tutarlar, mutfakta bile bir anı çalıp birbirlerine küçük bir öpücük kondururlardı. Anneannem bana dedemin ne kadar tatlı olduğunu ve gittikçe yakışıklılaştığını söylerdi.
Daha sonraları yaşantılarına birdenbire karabulutlar çöktü, anneannem meme kanseri olmuştu.Hastalık ilk olarak bundan on yıl önce ortaya çıkmıştı. Dedem herzaman olduğu gibi karısının yanından hiç ayrılmadı. Odadan dışarıya çıkamaycak kadar hasta olduğunda gün ışığını daha iyi hissedebilmesi odanın rengini sarıya boyattılar.
Daha sonra kanser atak yaptı ve anneannemi kaybettik.
Anneannemin cenaze çiçeğinin sarılı pembe kurdelesinin üzerine "Gülümse" yazıldı. Tören sonrası cenazeye gelenler yavaş yavaş azalınca dedem anneannemin başına doğru eğildi, derin bir nefes aldı ve şarkı söylemeye başladı. Gözyaşları ve hüzün karışan şarkı bizde ninni hissi uyandırmıştı.
Her ne kadar üzüntüyle sarsılmış olsamda bu anı unutamıyorum. Onların derin sevgisini her ne kadar geç anlamışta olsam bu sevginin güzelliğine tanık olma şansına ulaştım.

G-ü-l-ü-m-s-eMsn Confusedeni ne kadar sevdiğimi bilemezsin.

Teşekkürler, anneanneciğim ve dedeciğim. Bunu anlamama yardımcı olduğunuz için teşekkür ederim.

Kalplerde yaşayanlar asla ölmezler




Son düzenleyen Blue Blood; 4 Şubat 2006 08:40
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Şubat 2006       Mesaj #235
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SEVGi
Gerçi sarp ve zorludur sevginin yollari. Ama içinize ates düstü mü, izlemekten geri durmayin.

Sizi kanatlarinin arasina alip saklamak isterse, karsi koyun.
Çünkü bilin ki, bir an gelir, o kanatlarin arasindan bir kiliç çekilir ve vurur, inletir sizi.
Gerçi sözleri düslerinizi darmadagin edebilir, tipki kuzey rüzgarinin bahçeleri darmadagin ettigi gibi.
Ama sizinle konustugu zamanlarda, yine de ona inanmamazlik etmeyin.
Çünkü basiniza taci oturtacak olan da, sizi çarmiha gerecek olan da sevgidir.
Serpilip gelismenizi isteyen de o, budanip kalmanizi isteyen de odur.
Diyelim ki korkulara kapilmissiniz da sevgiden salt bir huzur ve zevk bekliyorsunuz,
O zaman çiplakliginizi örtün ve sevginin zorlu düzeninden uzaklasip
mevsimleri olmayan bir dünyaya siginin, daha iyidir derim.
Çünkü ancak orada güler ve aglayabilirsiniz, ama ne gülüsünüz tam olur, ne de aglarken tüm gözyaslariniz dökülür.
Karsisindakine kendinden baska hiçbir sey vermez Sevgi,
Ve kendinden baska hiçbir seyi de geri almaz. Ne kendi disindaki seylere sahiptir, ne de kendisine sahip olunabilir.
Hiçbir zaman sevgiye yön verebileceginizi düsünmeyin. Çünkü sevgi, eger sizi o degerde bulmussa, kendi yönünü kendi çizecektir.
Sevginin kendini mutlu kilmaktan öte hiçbir arzusu yoktur.
Ama eger sevgiye kapilmissaniz ve tutkulariniz olsun istiyorsaniz sunlari kendinize seçin derim:
Tutkunuz, sevginin içinde erimek olsun. Tipki geceye sarkilar söyleyen bir akarsu gibi akip gidin.
Tutkunuz, asiri duygusal davranislarin getirecegi acilari tanimak olsun.
Tutkunuz, kendi sevgi anlayisinizla kendinizi vurmak olsun.
Varsin istekle ve coskuyla aksin kaniniz.
Tutkunuz, kanatlanmis bir yürekle sabaha gözlerinizi açip sevgi dolu bir güne basliyor olusa tesekkür etmek olsun,
Tutkunuz, gün ögleye eristiginde oturup sevginin yüce heyecanini düsünmek olsun,
Tutkunuz, gün aksama erdiginde evinize minnet dolu bir yürekle dönebilmek olsun.
Ve yüreginize gömdügünüz sevgili için iyi birseyler dileyip yatin:


dudaklarinizda onu yücelten bir sarki olsun... ?


************

Son düzenleyen Blue Blood; 4 Şubat 2006 12:51
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Şubat 2006       Mesaj #236
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
PULSUZ DİLEKÇE


Sevgili Anneciğim Babacığım,
Bütün duygu ve düşüncelerimi dile getirebilseydim, size şunları söylemek isterdim:
Sürekli bir büyüme ve değişme içindeyim. Sizin çocuğunuz olsam da sizden ayrı bir kişilik geliştiriyorum. Beni tanımaya ve anlamaya çalışın.
Deneme ile öğrenirim. Bana ayak uydurmakta güçlük çekebilirsiniz. Oyunda arkadaşlıkta ve uğraşlarımda özgürlük tanıyın. Beni her erde, koruyup kollamayın. Davranışlarımın sonuçlarını kendim görsem daha iyi öğrenebilirim. Bırakın kendi işimi kendim göreyim. Büyüdüğümü başka nasıl anlarım?
Büyümeyi çok istiyorsam da ara sıra yaşımdan küçük davranmakla kendimi alamıyorum. Bunu önemseyin. Ama siz beni şaşırtmayın. Hep çocuk kalmak isterim sonra.
Her istediğimi elde edemeyeceğimi biliyorum. Ancak siz verdikçe almadan edemiyorum. Bana yerli yersiz söz de vermeyin. Sözünüzü tutmayınca sizlere güvenim azalıyor.
Bana kesin ve kararlı davranmaktan çekinmeyin. Yoldan saptığımı görünce beni sınırlayın. Koyduğunuz kurallar ve yasakların hepsini beğendiğimi söyleyemem. Ancak, hiç kısıtlanmayınca ne yapacağımı şaşırıyorum. Tutarsız davrandığınızı görünce hem bocalıyor hem de bundan yararlanmadan edemiyorum.
Öğütlerinizden çok davranışlarınızdan etkilendiğimi unutmayın. Beni eğitirken ara sıra yanlışlar yapabilirsiniz. Bunları çabuk unuturum. Ancak birbirinize saygı ve sevginizin azaldığını görmek beni yaralar ve sürekli tedirgin eder.
Çok konuşup çok bağırmayın. Yüksek sesle söylenenleri pek duymam. Yumuşak ve kesin sözler bende daha iyi iz bırakır. “ ben senin yaşında iken….” Diye başlayan söylevleri hep kulak ardına atarım.
Küçük yanılgılarımı büyük suçmuş gibi başıma kakmayın. Bana yanılma payı bırakın. Beni korkutup sindirerek suçluluk duygusu aşılayarak uslandırmaya çalışmayın. Yaramazlıklarım için beni kötü çocukmuş gibi yargılamayın. Yanlış davranışların üzerine durup düzeltin. Ceza vermeden önce beni dinleyin. Suçumu aşmadığı sürece cezama katlanabilirim.
Beni dinleyin. Öğrenmeye en yakın olduğum anlar, soru sorduğum anlardır. Açıklamalarınız kısa ve öz olsun. Beni yeteneklerimin üstünde işlere zorlamayın. Ama başarabileceğim işleri yapmamı bekleyin. Bana güvendiğinizi belli edin. Beni destekleyin; hiç değilse çabamı övün. Beni başkalarıyla karıştırmayın.: Umutsuzluğa kapılırım.
Benden yaşımın üstünde olgunluk beklemeyin. Bütün kuralları birden öğretmeye kalkmayın; bana süre tanıyın. Yüz de yüz dürüst davranmadığımı görünce ürkmeyin. Beni köşeye sıkıştırmayın; yalana sığınmak zorunda kalırım. Sizi çok bunaltsam bile soğukkanlılığınızı yitirmeyin. Kızgınlığınızı haklı görebilirim, ama beni aşağılamayın. Hele başkalarının yanında onurumu kırmayın. Unutmayın ki bende sizi yabancıların önünde güç duruma düşürebilirim.
Bana haksızlık ettiğinizi anlayınca haksızlık ettiğinizi açıklamaktan çekinmeyin. Özür dileyişiniz size olan sevgimi azaltmaz; tersine, beni size daha çok yaklaştırır. Aslında ben sizleri olduğunuzdan daha iyi görüyorum. Bana kendinizi yanılmaz ve erişilmez göstermeye çabalamayın. Yanıldığınızı görünce üzüntüm büyük olur.
Biliyorum ara sıra sizi üzüyor, beklide düş kırıklığına uğratıyorum. Bana verdiklerinizin yanında benden istediklerinizin çok olmadığını da biliyorum. Yukarıda sıraladığım istekler size çok geldi ise birçoğundan vazgeçebilirim; yeter ki beni ben olarak seveceğinize olan inancım sarsılmasın.
Benden “örnek çocuk” olmamı istemezseniz, bende sizden kusursuz ana – baba olmanızı beklemem. Sevecen ve anlayışlı olmanız bana yeter.
Sizin çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi. Ama seçme hakkım olsaydı sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim.






Not: bu tavsiyeler sadece anne ve babalar için olup; çocukların reşit olmadan okumaları doğru değildir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Şubat 2006       Mesaj #237
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tanrı ile Randevu
Küçük bir çocuk Tanrı ile tanışmak istedi.
Tanrı'nın bulunduğu yere gitmek için oldukça uzun bir seyahat yapmasi gerektiğini biliyordu. Bu yüzden çantasına bir paket çikolata ile meyve suyu da koydu ve yola koyuldu. Evinden beş blok öteye geldiğinde yol kenarındaki parkta bir sıraya oturmuş, güvercinleri seyreden yaşli bir kadın gördü.
Kadının yanına oturdu ve çantasını açtı. Tam meyve suyunu çıkarıp içmeyi düşünüyordu ki, yaşlı kadının aç göründüğünü farketti. Çikolatayı çıkarip yaşlı kadına uzattı. Kadın çocuğa gülümseyip çikolatayı aldı. Gülümsemesi o kadar sıcak ve güzeldi ki, çocuk o gülümsemeyi tekrar görebilmek için meyve suyunu da çıkarıp kadına verdi. Kadin tekrar gülümsedi ve tek kelime bile konuşmadıklari halde içi neşeyle doldu. Karanlık çökmeye başlamıştı. Çocuk çok yorgun olduğunu hissedip oturduğu yerden kalktı ve bir kaç adım attıktan sonra dönerek kadına koştu ve sımsıkı sarıldı ona. Kadın kocaman bir gülümsemeyle bakıp içini ısıtti çocuğun.
Eve döndüğünde annesi çocuğun ışıldayan yüzüne bakıp,
"Seni bu kadar mutlu edecek ne yaptın bakalım bugün?" diye sordu. Çocuk "Tanrı ile öğlen yemeği yedim," diye cevapladı ve annesinin bir sey söylemesine fırsat bırakmadan
"Biliyor musun anne, hayatımda gördüğüm en güzel gülümseyişe sahip," diye ekledi. O sırada yaşlı kadın neşeli bir şekilde evine girdi. Annesinin yüzündeki huzur dolu ifadeyi gören oğlu
"Çok mutlu görünüyorsun anne,bunun sebebi ne?"
diye sordu. Kadın "Parkta Tanrı ile çikolata yedim." diye cevap verdi. Oğlunun şaşkın bakışına aldırmadan
"Düşündüğümden çok gençmiş," diye de ekledi.
Uzun süreli veya kisa süreli, o veya bu sebepten ötürü, değişik değişik insanlar hayatımıza girip çıkarlar. Ve biz onlarla ilişkilerimizde çoğunlukla, bir gülüşün, güzel bir sözcüğün, dinleyen bir kulağın, dürüst bir iltifatin veya ilgi dolu küçük bir hareketin gücünü önemsemeyiz. Hem unutmayın, Tanrı'nın neye benzediğini
bilmiyorsak, insanlari görünüşlerine göre değerlendirmemeliyiz.
muhlise - avatarı
muhlise
Ziyaretçi
5 Şubat 2006       Mesaj #238
muhlise - avatarı
Ziyaretçi
Bulunmayacak tek şey..

Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken,

sokaktaki bir çocuk onu seyretmekteydi.
Okullar kapanmak üzere olduğundan,
spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks
sayılmazdı ama, küçük bir dükkân için yeterliydi.
Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine
doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği
kullanmaktaydı. Hem de güçlükle...
Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun
sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu
yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı
ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir
müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola
koyulduğunda, adam dükkândan dışarı fırlayıp:
- "Küçüüük!" diye seslendi." Ayakkabı almayı
düşündün mü? Bu seneki modeller bir hârika!"
Çocuk, ona dönerek:
- "Gerçekten çok güzeller!" diye tebessüm etti, "Ama
benim bir bacağım doğuştan eksik".
- "Bence önemli değil!" diye atıldı adam. "Bu
dünyada her şeyiyle tam insan yok ki! Kiminin eli
eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı veya
vicdanı."
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise
konuşmayı sürdürdü:
- "Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız
eksik olsa idi."
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama
doğru yaklaşıp:
"Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?"
- "Çok basit!" dedi, adam. "Eğer yoksa, cennete
giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten
orda tüm eksikler tamamlanacak. Hâttâ sakat
insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükâfat
görecekler..."
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne
kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam,
vitrine işâret ederek:
- "Baktığın ayakkabı, sana yakışır!" dedi. "Denemek
ister misin?"
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
- "Üzerinde 30 lira yazıyor" dedi, "Almam mümkün
değil ki!"
- "İndirim sezonunu senin için biraz öne alırım!"
dedi adam, "Bu durumda 20 liraya düşer. Zâten sen
bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder."
Çocuk biraz düşünüp:
- "Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!" dedi, "Onu
kim alacak ki?"
- "Amma yaptın ha!" diye güldü adam. "Onu da, sağ
ayağı eksik olan bir çocuğa satarım."
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam
ederek:
- "Üstelik de öğrencisin değil mi?" diye sordu.
- "İkiye gidiyorum!" diye atıldı çocuk, "Üçe geçtim
sayılır."
- "Tamam işte!" dedi adam. "5 Lira da öğrenci
indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zâten
pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir,
sattım gitti!"
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında
dükkâna girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği
modelin aynıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı
çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu
oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı
eskiyi göstererek:
- "Benim satış işlemim bitti!" dedi, "Sen de bana,
bunu satsan memnun olurum."
- "Şaka mı yapıyorsunuz?" diye kekeledi çocuk, "Onun
tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder
mi?"
- "Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş..." dedi adam,
"Antika eşyalardan haberin yok her hâlde. Bir antika
ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden
ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder."
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden
atabilmiş değildi. Mutlaka bir rûyada olmalıydı. Hem
de hayatındaki en güzel rûya. Adamın, heyecandan
terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kâğıt paralara göz
gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri
vererek:
- "Bana göre 20 lira yeterli." dedi. "İndirim
mevsimini başlattınız ya!"
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına
bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine
sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa,
böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça
yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç
duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
- "Babam haklıymış!" dedi. "Sakat olduğum için
üzülmeme hiç gerek yok! demişti."

* Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,
* Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur,
* Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur,
* Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir.
emma love fırat - avatarı
emma love fırat
Ziyaretçi
5 Şubat 2006       Mesaj #239
emma love fırat - avatarı
Ziyaretçi
itibarımı nasıl arttırcam
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Şubat 2006       Mesaj #240
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
KABUS

ÇOCUKLUĞUMDAN BERİ dar mekânlardan sıkılır ve bu tür yerlere girmeyip kaçardım. İleri yaşlarda bunun bir hastalık olduğunu anlamış, fakat bu illetten bir türlü kurtulamamıştım.

Oysa ki o dar yerlere, şimdi ister istemez girecektim.
Beni sarıp sarmalamışlar ve uzunca bir tabuta yerleştirmişlerdi. Çevremde dolaşanların seslerini gayet iyi duyuyor ve gözlerim kapalı olmasına rağmen, her nasılsa onları görüyordum.
— Genç yaşta öldü zavallı!. diyorlardı. Halbuki ne kadar çok işleri vardı.
Gerçekten de birçok işim yarım kalmıştı. Meselâ, oğluma iyi bir işyeri açamamış, araba ile renkli televizyonun taksitlerini henüz bitirememiştim. Büyük bir firma kurup, dostlarımı orada toplamak da hayâl olmuştu. Üstelik kış çok yaklaştığı halde odun kömür işini halledememiş ve çatının akan yerlerini aktaramamıştım.
Yarıda kalan işlerimi arka arkaya sıralarken, kulaklarımı çınlatan bir sesle irkildim. Sanki mikrofonla söylenen bu ses, beynimin en ücra köşelerinde yankılanıyor ve:
— Geçti artık geçti!. diyordu.
İçimden: “keşke geçmemiş olsaydı!.” diyordum. Nereden başıma gelmişti o kaza bilmem ki? Halbuki ne kadar da iyi araba kullanırdım.
Olup bitenleri hatırlamaya çalışırken, dostlarımın çevremi sardığını ve içinde bulunduğum tabutun kapağını örtmeye çalıştıklarını fark ettim. Onları engellemek için avazım çıktığı kadar bağırmak ve çırpınmak istediğim halde ne kımıldayabiliyor, ne de bir ses çıkartabiliyordum. Biraz sonra koyu bir karanlıkta kalmış ve gözlerimi, tabutun tahtaları arasından sızan ışığa çevirmiştim. Dehşet içinde:
— Aman Allah’ım!.. dedim. Ne olacak şimdi hâlim?
Korkudan hiçbir şey düşünemiyordum. Bu arada omuzlara kaldırılmış ve sallana sallana götürülmeye başlanmıştım. Dışarıdaki seslerden yağmur yağdığı belli oluyor ve su damlacıklarının sesi, tabutumun gıcırtısına karışıyordu.
Cenâze namazı için câmiye gidiyor olmalıydık.
Câmi deyince aklıma gelmişti. Çok yakınımızda olmasına ve her gün beş defa davet edilmeme rağmen, bir türlü vakit bulup gidememiştim. Ama her zaman söylediğim gibi, elli yaşına gelince namaza başlayacak ve herkesin şikâyet ettiği kötü alışkanlıklarımı terk edecektim.
Evet evet, şu kaza olmasaydı, ileride ne iyi bir insan olacaktım.
Daha önceden duyduğum ve nereden geldiğini kestiremediğim ses:
— Geçti artık geçti!. diye tekrarladı. Bitti artık!.
Biraz sonra namazım kılınmış ve tekrar omuzlara kaldırılmıştım. Mahallemizdeki kahvehanenin önünden geçerken, her gün iskambil oynadığımız arkadaşlarımın neşeli kahkahalarını işitiyor ve “herhalde ölüm haberimi duymamış olacaklar” diye düşünüyordum. Sesler iyice uzaklaştığında, eğik bir şekilde taşındığımı hissederek mezarlığa çıkan yokuşu tırmandığımızı anladım. Şiddetle yağan yağmurun tabuttaki çatlaklardan sızarak kefenimi yer yer ıslattığının da farkındaydım. Buna rağmen, dışarıda konuşulanlara kulak verdim. Dostlarımın bir kısmı piyasadaki durgunluktan bahsediyor, bir kısmı da millî takımın son oyununu methediyordu. Tabutumu taşıyan diğer biri ise, yanındakinin kulağına fısıldayarak:
— Rahmetlinin tersliği, öldüğü günden belli!. diyordu. Sırılsıklam olduk ya!.
Duyduklarım herhalde yanlış olmalıydı. Yoksa bunlar, uykularımı onlar için feda ettiğim dostlarım değil miydi?
Yolculuğum bir müddet sonra bitmiş ve tabutum yere indirilmişti. Kapak tekrar açıldı ve cansız vücudumu yakalayan kollar, beni dibinde su toplanmış olan bir çukura indirdi.
Boylu boyunca yattığım yerden etrafa baktım.
Aman Allah’ım!.. Bu kabir değil miydi?
O âna kadar buraya gireceğimi neden düşünmemiştim?
Sessiz feryatlarımı kimseye duyuramıyor ve dostlarımın, üzerimi örtmek için yarıştığını hissediyordum.
Tekrar koyu bir karanlıkta kalmış ve bütün âcizliğimle dua etmeye başlamıştım.
— Yârabbi!. diyordum. Bir fırsat daha yok mu, senin istediğin gibi bir kul olayım. Ve kabrimi, Cennet bahçelerinden bir bahçeye çevireyim.
Aynı ses, her zamankinden daha şiddetli olarak:
— Geçti artık geçti!. diye tekrarladı. Her şey bitti artık!.
Mezarımı örten tahtaların üzerine atılan toprakların çıkardığı ses gök gürültüsünü andırıyor ve bütün benliğimi sarsıyordu.
Son bir gayretle yerimden fırlayarak gözlerimi açtım. Odamdaki rahat yatağımda yatıyor, fakat korkunç bir kâbus görüyordum. Bitişik dairede oturan doktor arkadaşım, beni ayıltmaya çalışarak:
— Geçti artık geçti!. diye bağırıp duruyordu. Geçti bak, hiçbir şeyin kalmadı!.
Yattığım yerden yavaşça doğruldum. Terden sırılsıklam olmuş ve sanki yirmi kilo birden vermiştim. Dışarıda sağanak hâlinde yağmur yağıyor, şimşek ve gök gürültüsünden bütün ev sarsılıyordu.
Etrafımdakilerin şaşkın bakışları arasında kendimi toplamaya çalışırken:
— Yarabbi!. Sana zerrelerim adedince şükürler olsun!. diyordum. İyi bir kul olmak için, ya bir fırsat daha vermeseydin?

Cüneyd Suavi
Son düzenleyen Blue Blood; 5 Şubat 2006 15:47

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar