Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 32

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 495.624 Cevap: 1.997
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Mart 2006       Mesaj #311
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kelebek Hikayesi
Bir gün, kirlarda gezintiye çikan bir adam, kenara oturdugu otlardan birinin dalinda , küçük bir kozanin varligini fark etti. Koza ha açildi ha açilacak gibiydi.
Sponsorlu Bağlantılar
Adam , bunun bir kelebek kozasi oldugunu tahmin ediyordu. Böyle bir firsat bir daha ele geçmez diye düsündü; ve bir kelebegin dünya yüzü gördügü ilk dakikalara sahit olmak istedi.
Dakikalar dakikalari kovaladi , saatler geçmeye basladi , ama henüz kelebegin küçük bedeni o delikten çikmadi. Sanki , kelebegin disari çikmak için çaba harcamaktan vazgeçmis olabilecegini düsündü.
Sanki kelebek elinden gelen her seyi yapmis da , artik yapabilecegi bir sey kalmamis gibi geldi ona. Bu yüzden , kelebege yardimci olmaya karar verdi: cebindeki küçük çakiyi çikarip kozadaki deligi bir cerrah titizligiyle büyütmeye basladi.
Böylece , bir-iki dakika içinde kelebek kolayca disari çikiverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük , kanatlari burus burustu. Adam kelebegi izlemeye devam etti; çünkü kanatlarinin her an açilip genisleyecegini ve narin bedenini tasiyacak kadar güçlenecegini umuyordu.
Ama bunlardan hiçbiri olmadi. Kelebek , hayatinin geri kalanini , kurumus bir beden ve burusmus kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de , asla uçamadi.
Adamin bütün iyi niyetine ve yardimseverligine ragmen anlayamadigi sey , kozanin kisitlayiciliginin ve buna karsilik kelebegin daracik bir delikten disari çikmak için gereken çabanin , Allah’in kelebegin bedenindeki siviyi onun kanatlarina göndermek ve bu sayede kozanin kisitlayiciligindan kurtuldugu anda onun uçmasini saglamak için seçtigi bir yol olduguydu.
Bu gerçegi ögrendiginde , hayat boyu unutamayacagi bir sey de ögrenmisti: Bazen , hayatta tam olarak ihtiyaç duydugumuz sey , çabalardir. Eger Allah , hayatta herhangi bir çaba olmadan ilerlememize izin verseydi , o zaman , bir anlamda sakat kalirdik . Olabilecegimiz kadar güçlenemezdik o zaman . Ve asla uçamazdik..

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Mart 2006       Mesaj #312
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Günlerdir, sana yeniden yazmamı istiyorsun benden...
Tek kanatlı, solgun düşlerimi, yüzünde kanayan o kutsal ışıkla aydınlatan sonsuzluk meleğim...
Sponsorlu Bağlantılar
Sana neyi anlatayım?
Ruhumu yaktıktan sonra, artık damarlarımda dolaşan sensizliğin etimi yakan acısını mı?
O acıyı uyutsun diye sığındığım, ama sevgini orada da hep ama hep kaybettiğim soğuk rüyalarımı mı?
Odamın tavanındaki,yoksulluğumu ve kimsesizliğimi harç yapıp içine doldurduğum o derin,
o sonsuz çatlakların altında, sen diye her gece koynuna girdiğim o zamansız ölümlerimi mi?

Gözlerinden özgürlüğe akan mavi nehirlerde boğulduğum, canım sevgili, söyle...
Sana neyi anlatayım?

Şimdi burda değilsin...
Ama beni duyuyorsun, biliyorum. Kapat gözlerini
benim için ve dinle n'olur:

Bak, yoksun bunun anlamını biliyor musun?

Yokluğun, yüreğimdeki bu yıldızsız bu dipsiz
karanlık gece....
Yokluğun, odamın duvarlarına astığım suretlerine bakarken, gözlerinde unuttuğum dalgın gözlerim...
Yokluğun, gönül bahçenden kopartıp verdiğin için soldurmayıp, kuruttuğum ve tıpkı sevdam gibi
sonsuzluğa mahkum ettiğim
bu kırmızı güllerin...
Sırf kalemini değdirdiğin için atmaya kıyamadığım bu kağıtlar...
Her an gözümün önünde sakladığım mektupların...
Peçetelere yazdığın şiirlerin...
Hediyelerini sardığın paket kağıtların...
Sen gidince, hala sen kokuyordur, diye üzerime
giydiğim ve derin derin soluduğum giysilerin....
Yokluğun, elinin, kokunun, soluğunun değdiği herşeyi dünyanın en değerli hazinesi gibi saklayan,
bu yarı deli,bu hayattan kopuk ruhum...
Kapat gözlerini ve bana bak.. Ben diye ne varsa
gördüğün işte o senin yokluğun..

Söyle, sana neyi anlatayım?

Sabaha karşı çalan telefonumun ucunda, ne olur
bana hayattan daha kötü davran" diye sayıklayan
o kırgın o kendine çarpan sesini mi?

Yüzünde yara izleriyle gelirdin bana...
Vücudunun her yeri morluklar içinde gelirdin...
O solgun, o savrulmuş teninde açan mor renkli
kötücül çiçeklerde ağlatırdın beni...
Hayalkırıklıklarıyla örselenmiş ruhunu, acı bir
sevdanın gölgelediği gözlerini alır gelirdin...
Ben sana tutkundum, sense vücudundaki o morluklara...
Öfkeni değil, yaşadığın kırgınlığı anlatırdın bana...
O hep çok uzağımdaki, yüzü bir başkasına dönük
aşkını anlatırdın...
Dehşetle izlerdim seni...
Bir annenin karşılıksız şefkatiyle dinlerdim, tek söz etmeden...
Sarardım yaralarını, o morlukların ve yara izlerinin acısını dudaklarımla alır, kalbimin yokluğunla kanayan, karanlık odalarında saklar, elinin, kokunun ve soluğunun değdiği herşey gibi onları da biriktirdim....

Ve sonra giderdin...
Beni, ay ışığının rutubet kokulu duvarlarıma vurduğu, tek odalı sensizliğimde, aşkımla, deliliğimle, bu hayata
hep yabancı ruhumla bir başına bırakır, masanın
üzerinde senin için bıraktığım o tek sigarayı yakar
ve giderdin...
Hep giderdin...

Şimdi benden sana hayattan daha kötü davranmamı istiyorsun....
Sırf sana, seçimlerine ve hayatına duyduğun saygıdan, neden biraz olsun da kendine merhamet duymuyorsun, diyerek seni koruma hakkını bile kendinde göremeyen
o yaralı ruhumdan sana kötü davranmasını istiyorsun...

Her gece sen diye koynunda uyuduğum ölümün o soğuk nefesi gözlerimi kapatmadan önce, artık şahidi olamadığım hayatının vücudunda bıraktığı o
yaraları, morluklari, savruluşları iyileştirmesi için, seçimlerinle mutlu olman için Tanrı'ya dualar eden
benden, sana kötü davranmamı istiyorsun, öyle mi...

Şimdi burda değilsin...
Ama beni duyabiliyorsun, biliyorum...
Kapat gözlerini benim için ve dinle n'olur...

Bunu sana ancak bir kez söylemeye cesaretim var.

Aşk hala yüzünde taşıdığın, o derin, o bir türlü iyileşmeyen yara izi değildir sevgili....
O iz hırstır...
O iz bencilliktir...
O iz sana deðil, kendine tapan bir ihtirastır...
O iz senin o sonsuz ve hep kendini kanatan
merhametin gibi değil....
O iz sen gibi değil sevgili...

Sen hep sana hayat kadar kötü davrananları sevdin...
Sakın benden de bunu isteme n'olur...
Yapamam...

Sen beni hiç tanımadığım bir kentin, tek odali ve rutubet kokan bir evinde, aşkıma ve ölümüme bıraktın...
Beni soluksuz, umutsuz, sensiz bıraktın...
Benim o kırılgan öfkem yalnızca kendi yüreğimi kanattı, senin yüzündeki o kutsal ama o artık durmadan kanayan ışığı değil...
Isyanlarımın çığlığı bu kimsesiz ömrüme saplandı hep, senin özgürlüğüne değil...
Fırtınaların sürüklendi aşkımız...
Korkularının, yaralı geçmişinin, savruk benliğinin dalgalarında beni kaybedip kaybedip sonra yeniden buldun...
Seni hep uzaklara çağıran o yalnızlık rüzgarının alabora ettiği parçalanmış düşlerimi yeniden topladım sensizlik sürgünlerimde...
Kanayan sevdamı, vurgunu olduğum yüzündeki o kutsal ışıkla sardım...
Sığındığım bu huzurun bedelini hayatımla ödedim hep...
Bilmediğim yollardan geçtim kanatarak kendimi...

Ve şimdi sorular cevaplarını buldu...
Sükunetin ve güvenin o bilge dinginliğinde süzülüyor aşkım...
Artık, biliyorsun ki, sevgimin inadı hiç kırılmayacak....
Yüzümde gördüğün o bu dünyaya ait olmayan iyilik ve en zor anlarımda ortaya çıktığını söyleyen o "yasadışı gülümseyiş" birkez olsun sönmeyecek...

Benim sonsuzluk meleğim, affet ama bedeli ebedi sensizlik olsada sana hayattan daha kötü davranmayacagim...
Günlerdir sana yeniden yazmamı istiyorsun benden...
Sana neyi anlatayım... Her sarnıç küflü bir yağmuru, Her sevda bir ayrılığı yaşar....

''Cezmi Ersöz''


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Mart 2006       Mesaj #313
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İnternet Aşıklarına
Yıllardır İnternet ile uğraşmama rağmen ilk kez evimde chat (sohbet) yapmak için kanala girdim. Nickim (rumuz) Bebek19. Tabii bir anda erkeklerden yüzlerce mesajla karşılaştım.
İnternetten çıkmaya karar veriyorum ama birden biri benim ona cevap vermemi sağlıyordu. Konuşma ilerledikçe biz hala klavyeyle boğuşuyor ve birbirimizi tanımak için elimizden geleni yapıyorduk. Aynı şehirdeydik.
Daha yeni tanıştığım bu kişi bana ev adresini okulunu ve hatta cep telefonunun numarasını bile vermekte bir an tereddüt etmemişti. Ben de ona web sitemdeki fotoğraflarıma bakması için adresimi verdim. Bunu izleyen günlerde mail ve chat dostluğumuz sürdü. İkimiz de birbirimize farklı şeyler hissediyor ama bunun yanlış anlaşılmasından korktuğumuz için hep arkadaşlık temennilerini yeniliyorduk. Sonunda ben de onun fotoğrafını gördüm.
Artık ilerleyen güven ve dostluğumuz ardından ben yine bir chat gecesinde, “Daha fazla beklemenin bir anlamı yok artık tanışalım”dememin üzerine buluşma günümüz kararlaştırıldı.
Buluşma yeri sinemanın önüydü. Oraya gittiğimde sinemaya girmek için bekleyen bir sürü insanla karşılaşınca bir an şok oldum ve üstelik aksi gibi hepsi bana bakıyordu. Kendimi topladım ve telefonunu çaldırmayı akıl ettim. O kadar kişinin arasında sonunda beklenen kişinin melodisi çalmaya başlamıştı. O yöne baktığımda kitapçı vitrininin önünde duranın o olduğunu fark ettim. Arkasını döndü ve hayatımın bundan sonraki kısmında büyük yer kaplayacak o tatlı gülümsemesiyle yanıma doğru yaklaştı.
“Merhaba” dedi. Bense “Sen o olmayabilirsin. Bu yüzden bir soru soracağım. En sevdiğim çizgi film kahramanı hangisi? dedim. Birkaç yanlış cevaptan sonra sonunda doğru olanı buldu. Sinemaya girdik. Oysa birbirimizin yüzünü sadece 5 dakika görebilmiştik.
Gittiğimiz ilk film ortama pek uygun değildi. Hatta berbat bir seçimdi. Filmin adı “Şeytan” dı. Onun bir suçu yoktu ki, ben seçmiştim...
Filmden sonra gerilen sinirlerimizi ancak buz gibi bir dondurma geçirebilirdi. Dondurma yerken bol bol konuştuk.
İkinci buluşmamız için 10 gün daha beklemeliydik çünkü İstanbul’ a gitmişti. O İstanbul’ dayken birbirimizi düşünecek çok zamanımız oldu. Döndükten sonra çok şey değişmişti. Bu kısa süreli ayrılıkta ikimizde birbirimizden hoşlandığımızı anlamıştık.
Onu takip eden zamanlarda sevgimiz katlanarak devam etti. Aşkın ne zaman, nerde ve hangi şarlarda size gülümseyeceği hiç belli olmaz. Biz o zor anı sanal alemde yakaladık. Şimdi 6 aydır her gün tanrıya bizi birbirimize armağan ettiği için dua ediyoruz. Ya o gece chate girmeseydik...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Mart 2006       Mesaj #314
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
DAYANACAKSIN YÜREGİM

Her zamanki gibi tekduze,siradan bir gunun ardindan,geceler dostum oldu kucaklayarak karsiladi beni bir tek yildiz bile goremeden.
Hep dunlerimi yarinlarimi dusunerek oyalandim durdum ya,bu gunun tadina varamadigim bir gun daha eksildi ömrümden.
Hic bir seyin sonunun gelmedigi gibi,
icimde buruklugun verdigi aci ve huznun de sonu gelmeyecek kimbilir.
Sevincide ,huznude icice hisettim.Vefa ile ihaneti birarada tattim.
Noktayi koymam gerekirken insanlara virguller dagittim.
Gulmeyi ,eglenmeyi beceremedim ama agladim hickiriklarla doya doya.
Bugün yapilan güzelliklerin,iyiliklerin bir anda kolayca silinip ,unutulacagi bir carkin icinde dolasmanin hicte kolay olmadigini ogrendim.
Bu acilar benimdir diyerek,sahip cikip kanayan yaralarimi
gizleyerek yasamayida ogrendim.
Evet dun bitmistir deriz,bugune bakalim diye hep,oysa hayat dunden izler birakiyor ruhumuza.Oyleyse dunde bizim,yarinda bizim bir parcamiz.
Ve yalnizliklar son nefesimizi teslim edinceye dek.Herkez benim gibi yalniz midir bu dunyada,yoksa yalnizlik ben miyim bilmiyorum.yalnizliklarda asklar gibi tariften mahrum ,kisiye gore degisir.Benim yalnizliklarimsa bambaska.
Vefasizlarla basedebilmek zormus ama ne kadar haksizliga ugradiysam o kadar güçlendigimi kesfettim,bilmezdim bu kadar denli güçlü ,bu kadar aciya katlanabilecegimi.Ama yinede bir gun yikilmaktan korkuyorum.
papatyalardan taclarim olmadi hiç,dilekler tutamadim yildiz kayarken,
cünki hep köpruler kurmaya calismakla gecti günlerim.Sevgi köprüleri,dostluk köprüleri,onlar yikti ben kurdum yenilerini yilmadan,usanmadan.
Umutlarim simdi bir yanda,sonbaharlarim diger yanda,ne ileri bir adim,ne geriye bir adim atamamanin ezikligi acitip duruyor yüregimi.Bazen yangin yerine ,bazen buzdagina dönüsuyor bedenimortasini bulamiyorum.
hayat inisli,cikisli uzun bir yol.O yolda
karsima ne cikacagini bilmeden yalnizligimla yuruyorum.Ama bu yolun basi nereden ben neresindeyim bilemiyorum.
Bayram sevinci içinde uyanarak,icimden sarkilar mirildandigim
sabahlar simdi cok uzak.
Sevipte deger verdigimse vuslata hem bana hem vuslata uzak.
Olsun nasilsa bir gün seven gönüller birbirini bulacak.
Kalpler de özlenen ,beklenen bayramlar bir gün bu dünyayi dolduracak.
Dayanacaksin yüregim baska çaren yok.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Mart 2006       Mesaj #315
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Seni Özlüyorum Küçüğüm

Canım... beni hep ne mutlu ediyor biliyor musun ? İçten gülümsemelerin,dokunulduğunda iz bırakan temasların ,içimi ısıtan yürekten gelen sözlerin...Ve o bana derinden bakan , herşeyi yıldızlara bakarken söyleyen bal gözlerin..Dün akşamı unutmak mümkün mü ? Alamadım ki gözlerimi senden.. Yanından geçemedim bu sefer küçük mutluluklarımın,baktıkça baktım içime yazdım seni..Sevgimi ertelemedim gidişinin şerefine bebeğim..Sen varsın derken bu gece,yokluğun acıttı beni..Bakınca anladın değil mi, gecemize yıldızlar dolduğunu, gidişinden belli ki bi haberler, bize göz kırpıyorlar...
Seni seviyorum birtanem ,her gece senin için dinleyeceğim şarkılarımızı ve gökyüzüne bakacağım..Yıldızlar mutlaka beni sana taşıyacaklar..Seni öpünce hafif bir esinti değecek o güzel tenine ve yine anlayacaksın terin terim de,tenin tenimde...Her yeni doğan güne seni seviyorum diye başlayıp yanında olacağım..Kim benim gibi yurt edebilir ki senin sevgini hiç düşündün mü ? Küçüğüm ben ne zaman sensiz kalsam uzuyor gecelerim,dağılıyorum sanki…ve sen zannederim anlamıyorsun yokluğunda her gün bıraz daha yaşlandığımı….
Neden azalmıyorsun yüreğimde tatlım ? Ben bugüne kadar kimseyi yokluğunda bu kadar önemseyeceğimi bilmezdim,daha 24 saat olmadı bile özledim seni..Senle beraber gece oluyorum,Ve çok özlüyorum senli sabahları.. Senli yarınları, sensiz yaşama düşüncesi ne kadar ürkütücü bir bilsen.Hala senin şeytanlarla savaşların aklımda belki de ondandır huzursuzluğum. Kimse yok muydu sevgiye açlığımı dindirecek derken buldum seni küçüğüm.Ondandır sana özlemim. Ben niye susuyorum küçüğüm bu gece,sarhoşum sanırım ama sen misin,rakı mı sebebi bilmiyorum..
Tenine daha çok dokunacağım bu gece,elimde yüreğim yanında olacağım.. Sana olan aşkımın o en çıkmaz yollarına saldım düşlerimi.Ve bugün sen uzakta ben burada…Dün gece ben yatağımda huzurla uyuduğumu zannederken,hayalin usulca bana sarılıp,sessizce öpmeye başladı beni.. seni sevmek işte o yakıcı sevgi,bildiğim her şeyi ve önem sırasını değiştiriverdi.Sen güzel kadınım bana her şeyi unutturan, beynime, kalbime sahip olansın..Seni seviyorum ve özlüyorum..Özlemeye de dönünceye kadar devam edeceğim.. Meleklerin kulağına bunu fısıldıyorum. Senin kulağına fısıldasın diye....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Mart 2006       Mesaj #316
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gözlerine İhtiyacım Var

Yine bir aksam ustu... Ve ben yine bulutlarla beraber cay iciyorum... Az sekerli. Aylardan ekim. Uc gun sonra dolunay cikacak. Hava birazcik serin gibi. Senin yanimda olmani istedigim aksamlardan birisi iste. Her aksamki gibi yine bos ve yine sabaha gebe.

Sanki kar yagacakmis saniyorum. Birazcik serin dedim ya iste bu serinlik sadece bu aksama ozgu bir serinlik degil. Temmuz dada boyleydi hava benim icin. Seni ariyorum.

Belki biraz sana sarilir isitirim kendimi diye dusunuyorum. Sen yanimda olsan belki subat ta bile yalinayak gezebilirim. Subat bile usutmez beni yanimda olsan. Hatta mart bile bir sey yapamaz.

Eminim. Sen yanimda olsan deniz kenarina bile giderim seninle. Deniz donmus bile olsa sen yanimda olunca bana bir sey olmaz bilirim. Ben kardan adam yapmaya bayilirim. Ama kardan adam yaparken hic sabir edemem. Biran evvel olsun da bitsin diye acele ederim. Hele o en son havucu burun olarak takmak yok mu iste o bitiriyor beni. Komur ile goz ve dudak yapip ona gulumsemeyi ogretmek bir baska haz benim icin.

Tabi birde boynumdaki kaskolu usumesin diye onun boynuna dolamak sanki birisine buyuk bir iyilik yapmisim hissini verir bana hep. Iste sadece o zamanlar sevmem ben gunesi. Zaten ben usumesin diye ona kaskolumu vermistim niye doguyorsun aptal gunes.Sen yanimda olsan seninle de kardan adam yapardik.

Ama o zaman ben hic acele etmezdim. Ne kadar uzun surerse sursun beklerdim. Isterse hic bitmesin. Beklerdim. Bir daha ki kisi bile beklerdim sen yanimda olsan. Sen yanimda olsan bu sefer havucu kardan adamin burnuna takmazdim. Seninle beraber oturur kitir kitir yerdik. Bize okulda ogrettiler. Havuc gozlere cok iyi gelirmis. Hep oyle derdi zahide ogretmen. Zaten benim de senin gozlerine ihtiyacim var. Onlara iyi bakmam lazim. Her gun bir havuc yerdik seninle.

Sirf gozlerine iyi gelsin diye. Biliyorsun benim senin gozlerine ihtiyacim var. Sonra kardan adamin gozlerini ve dudaklarini yapardik. Ben gozlerini yapardim sende dudaklarini yapardin.

Dudaklarini sen yaptigin icinde gulumsemeyi ogretmek sana duserdi. Eminim ona cok iyi ogretirdin gulumsemeyi. Ayni senin gulusun gibi simsicak gulerdi biliyorum. Iyi ogretirdin.

Sen yanimda olsan kaskolumu sana verirdim. Nasil olsa kardan adam gulumsemeyi ogrendi ya usumez artik. Artik gunes bile ciksa uzulmem ben.Sen yanimdasin ya bir tane kardan adam daha yapariz gunes batinca. Gunes dogunca yine eritir onu. Biz bir tane daha yapariz.

Sen yanimda olsan bu kez bulutlara hic yuz vermem. Cayimi seninle icerim. Uc sekerli. Sen yanimda olsan beraber kiz kulesine gideriz. Yok yok gitmeyiz. Uskudar da bir rihtim turu yapariz. Sonra kiz kulesini uzaktan uzaga soyle bir suzeriz. Tam karsisina oturup uzun uzun bakariz. Yok yok uzun uzun bakmayiz. Uzun uzun bakarsak gozlerimiz yorulur. Biliyorsun benim senin gozlerine ihtiyacim var ya onlari fazla yormayiz. Zaten daha cok gezecek yer var.

Sonra ....

Sonra nereye gidelim ? Sonrasina sen karar ver canim. Biliyorsun sende soylemistin ya nereye gittigin onemli degil kiminle gittigin onemli diye... Sen yanimda olsan nereye olursa oraya giderdim....

Alıntı
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Mart 2006       Mesaj #317
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yapmış olduğum iş gereği saatler ile iç içeydim. Bundan dolayıdır ki zaman olgusunun bendeki önemi her daim ulvidir. Kimileri gibi onun bir oyun ve yahut zaruri bir gereksinim olduğunu düşünmem ben. O, başlı başına bir anlam ve yaşamdır. Onun sahip olduğu değerler hiçbirimizde yoktur ve olması da tabii değildir. O, ondan, bundan ve yahut şundan farklıdır. Ondaki derinlik ve karmaşıklık bir denklem gibi işler. O, bir dikkattir ve sonsuzdur.

***

Küçük bir saat dükkânım vardı. Eski saatleri tamir eder, yenilerine de iyi bir hayat bulmaya çalışırdım. Onların ulviliklerini bütün insanlar anlasın diye, anlamlarını da bir o kadar yoğunlaştırırdım. Kimsenin yaklaşmadığı gibi ben, onlara bir insana duyulan dikkat ile yaklaşırdım. Onları saatlerce dinler, dertlerine deva olmaya çalışırdım. En büyük dertleri ise: ''İlgisizlik'' idi…

En çok üzüldüğüm eski saatlerdi. Çöplerden toplar ve yahut çevremde tanıdığım insanlara sorarak sahip oldukları eski saatleri isterdim. Onlara yeni bir hayat vermek, eski günlerini unutmaları için değişik bir hüner eklemek en büyük zevkimdi. Onların bu durumdan memnun olduklarını hisseder ve onların bu mutlu hallerine ben de eşlik ederdim. Bu bir nevi doktorluk gibiydi. ''Hastasını ölümden kurtaran doktor mutlu olur'' söyleminle birebir uyuşmaktaydı benim durumum.

Beni bir diğer üzen şey ise değiştirilmeye gelen saatlerdi. Onlar ki birçok zorluğa katlanmış ve yıllardır sahibine zaman olgusunu göstermiş, belki de zamanı kendileri oluşturmuş olup bir gün gelir değiştirilmeye yüz tutmuştur. İşte, insan o zaman kahır olur. Hele benim gibi onları yaşayan bir kişi benliğinden bile belli bir süre ödün verir. Aslında eskilerinde bir asillik vardır. Çünkü belli bir zaman dilimi içerisinde birçok şey görmüş ve deneyim kazanmıştır. Belki de zaman olgusunu içten içe yaşatmıştır. Ama böyle olsa neden değiştirilsin ki? İşte bu sorunun cevabını bulmak hülasa zordur. Çünkü her kafandan bir ses çıkar. Bu da kolay olan şeyi zaman konusunda daraltır, onu belli bir kalıba sokmaya çalışır. Oysa o, bir tanım ve kalıp istemez. Çünkü o bunlara sığmaz. İşte eski saatler de böyle vakalarla yüz yüze gelmiştir. Ayrıca gelen şikâyetlerin hepsinde de: ''Artık bu çalışmıyor, bana zamanı tam olarak göstermiyor!'' gibi sinirlilik halleri vardı. Belki saatlerin, sahiplerine ödettiği bir derstir bu.

İnsanların neden zaman olgusuna ilgi göstermediğini ve yahut ona boş bir durummuş gibi bakmalarını hiç anlamadım. Çünkü bu kadar değerli ve bu kadar sistemli olan şey ilgisizlik çekmemelidir. Hele hayatın merkezinde de bulunuyorsa bu tutum ona saygısızlık gibidir. Benden saat almaya gelen ve saatler hakkında bilgi öğrenmek isteyen kişilere ilk sorduğum sorudur bu. ''Niçin zaman yeterince ilgi görmüyor?'' Bu soruya verilen cevapların hepsi birbiri gibidir. Belli bir sonuç yok ama yüz kızartıcı durum çoktur. Bu sorudan sonra gerçekten akıllarına zaman olgusunun ulviliği gelir. Bence bu sorunun tek bir cevabı var. O kadar çok hızlı yaşıyoruz ki, yaptığımız eylemlerin bile farkında değiliz. Bundan dolayıdır ki zaman ile birlikte birçok olgunun da farkında değiliz. Bu büyük bir kayıptır.

Saat nesnesinde ve bunu kapsayan zaman olgusunda benim dikkatimi, ilgimi ve şaşkınlığımı çeken en büyük şey saniyedir. O kadar hızlı akan bir zarafetin belli bir biçim oluşturması çok değişiktir. Hele bunu matematiksel işlemler ile açıklamak bu vakanın ne kadar şaşırtıcı olduğunu göstermektedir. Düşünüldüğünde yaşadığımız bir dakikanın altmış saniye olması abartılacak bir durumdur. Çünkü yaşadığımız altmış saniye hem kelime olarak hem de sayı bazında bayağı büyüktür. Ve bu büyüklük karşısında şaşırmadan durmak yürek ister. Ayrıca şu unutulmamalıdır ki her dakika ve yahut en küçük zaman dilimi saniyeler ile oluşmaktadır. Saniyelerin, hayatımızdaki zaman olgusunun temel taşı olduğunu belirtmek kesinlikle yalan değildir. Ve bence bu, bu vaka için yapılabilecek en iyi açıklamadır.

***

Düşünüldüğünde saatler, sahiplerinin en mahrem dostlarıdır. Çünkü onların her anında yanındadırlar. Sahiplerinin yaptıklarını, hissettiklerini her daim onlar da yapar ve hissederler. Belki bu vaka karşısında onlara nesne gözüyle değil de bir insan gözüyle bakmak daha mantıklı olur. Çünkü bu mahremlik sadece insanlar arasında olur. Böylelikle saatleri, sahiplerinden ayrı görmemek ve onları bir bütün kabul etmek büyük bir yanlışlık olarak addedilmemelidir. Hatta bu vakitten sonra saatler sahiplerine temessül etme gönüllülüğünde bile bulunabilirler. Bu vakada bunun kadar tabii bir şey de olamaz.

Saatleri insanlara benzetmemin bir diğer nedeni de farklı bir bakış açısıyla ortaya çıkar. Çünkü bilindiğinde bir insanın tek başına kendini doğru yöne çekmesi ve yahut farklılıklar karşısında ayarlaması imkânsızdır. Saatler de aynen böyledir! Onlar da birileri ile etkileşime girerek ve başkalarının onları ayarlamasını bekleyerek yaşarlar. Hülasa kendi kendilerini ayarlayamazlar. Belki bu yüzdendir ki birbirleri ile olan ilişkileri bir nebze daha perçinleşir.

Daha söylemediğim ve yahut söylemeye yeltenmediğim birçok şey var. Filhakika saatler ile ilgili anılarımı anlatsam zaman kavramının bendeki değerini anlarsınız. Buna birde saatler eklenince… Sanırım bunları bir de yaşayınca tadına doyum olmayacak şeyler ortaya çıkıyor. Aslında saatler ile bir saat geçirmeniz bile yeni şeyler öğrenmeniz demektir. Kaldı ki benim gibi onların içinde olsanız… Tarif gerektirmeyen bir durum oluşabilirdi! Hepsini unutup bir şey söylemek gerekirsek, saatte ayar çok önemlidir. Hatta: ''İyi ayarlanmış saat, sahip olduğu bir saniyeyi bile ziyan etmez!''
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Mart 2006       Mesaj #318
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir Sevda Hikayesi
Bugün sakin ve güzel bir gündü. Görünüşte diğer günlerden farkı olmayan bir gün; ancak, hiç de göründüğü gibi bir gün değildi. Bakmasını bilen için hiçbir zaman günler birbirinin aynısı değildir. Çevreye kapalı gözle bakanlar olan bitenden habersiz yaşadıkları için çevrelerinden hiçbir şeyin değişmediğini söylerler. Aradan yıllar geçmesine rağmen görüştüğünüz birine: “Ben oradan ayrıldıktan sonra neler oldu, ne değişti?” diye sorduğunuz zaman genellikle: “Her şey bıraktığın gibi” cevabını alırsınız. Bu sözün iki anlamı var: “birincisi, sana anlatmak istemiyorum, ikincisi ise ben kör yaşıyorum....” Ne yazık ki bu gizli cevaplardan çoğu zaman ikincisi doğru oluyor. Bundan şunu anlıyoruz ki biz bir sürü körle dolu bir dünyada yaşıyoruz. Bu insanların dünyayı anlamaları ve ona karşı da tavır almaları da çok farklı oluyor. Onlar dünyayı körlerin fili tarif etmesi gibi parça parça anlıyorlar, bu yüzden de mutlu olmaları mümkün olmuyor. O bunları düşünürken karşı balkondan bir müzik sesi geldi. Sonra etrafındaki çiçeklerin kokusunu hissetti. Bir rüzgar esti, onun serinliği bütün vücudunu sardı. Balkona baktı, çok güzel sarışın bir kız balkon demirlerine dayanmış gökyüzüne bakıp müziğin ritmine uyarak başını sallıyor ve ara sıra ağzındaki sakızı şişirip şişirip patlatıyordu. Önce kıza baktı. Sonra müziğe kulak verdi. Çok yanık bir türküydü bu. Sonu hüsranla biten, acı bir aşk hikayesinin türküsü.. Türküleri ve bunların hayatla olan sıkı bağlarını düşündü. Hiçbir edebi tür Türküler kadar hayatı derinden kavramıyordu. Yine hiçbir edebi tür Türküler kadar yaşanmamıştır. İşin garibi, Türküler hep yanık, hep acıklıydı. Hemen hepsinin temelinde gönül kanatan bir hikaye vardı. Bu yüzden de Türkülerimiz hep gözü yaşlıdır. Onları dinleyenlerin de gönülleri kanar ve gözleri yaşarır. Anadolu’da görev yaparken küçük bir kız çocuktan bir türkü dinlemişti. Nişanlanan genç başlık parası biriktirmek için gurbete çıkar. Aradan yıllar geçer. Başlık parasını biriktiren genç adam evine varır. İçeriye girer onu kimse karşılamaz. Ev boştur ve terk edilmiş bir hali vardır. Bir müddet sonra komşular onun etrafını alırlar. Genç adam onlara ana babasını sorar. Ona iki mezar gösterirler: “Aha anay babay burda” derler. Genç sarsılır, gözleri dalar, bir müddet geçer; bu sefer de: “Ya nişanlım Fato nerde” der. Komşular birbirinin yüzüne bakarlar ve: “O çoktan evlendi” diye cevap verirler. Gurbetten dönen bu insan kendi köyünde gurbeti bulur. Ana babası ölmüş, sevdiği Fato’su başkasının olmuştur. Artık o orada duramayacak ve çekip gidecektir. Çünkü başka çaresi kalmamıştır.
Balkondan gelen sesteki Türkü de bundan farksızdı. O anda bunun gibi binlerce, hatta yüz binlerce anlatılmamış sevda masalını düşündü. Bunlar bilinen hikayelerdi, ya bilinmeyenler. Çevresindeki insanları düşündü. Yanından gelip geçen bu insan selinde kim bilir ne acı fakat anlatılmamış sevda hikayeleri vardı. Sonra kendini düşündü. Onu hala yakan ve bir türlü peşini bırakmayan bir hikayesi yok muydu? Elbette vardı; ama ne yazık ki bu hikayenin bir Türküsü bile yoktu.
Gözlerini uzaklara, çok uzaklara dikti. Önündeki beton blokları delen bakışları çok uzak yıllara uzandı. İçinde çok ince bir sızı başladı. Bu sızı yavaş yavaş bütün uzviyetini sardı. Öyle ki bir müddet sonra baştan ayağa acı içinde kaldı. Bunca yıldan sonra hala aynı duyguları duyuyor olmasına şaştı. Kalbi çarpıyor, sanki yeniden o güzel günlere geri dönmüş gibi yüzü kıpkırmızı kesiliyor, dili tutuluyor, içi daralıyordu. Yaşı altmışı geçiyordu. Aradan yirmi yıl geçmişti. O hala yüreğini yakan bu aşkı içinden söküp atamamış, ondan kaçamamıştı. Sevdiği kadını nerede ve nasıl tanıdığını hiç düşünmedi. Onu görmeden sevmiş, ona deliler gibi bağlanmıştı. Aylarca konuşmuşlar, telefonlaşmışlardı. Onu çok sevmişti, fakat, sevdiği kadın evliydi. O da evliydi. Buna rağmen onu çok sevmişti. Kadın da bu duygulara kayıtsız kalmamış o da onu tertemiz duygularla sevmiş, ona bağlanmıştı. Bu çaresiz bir aşktı. Kavuşmaları, aynı çatı altına gelmeleri, birlikte bir yuva kurmaları imkansızdı. İkisi de bunu biliyordu, bu çaresizliği yenmeye güçleri yoktu. Kader onları koparılması imkansız bağlarla ayrılığa bağlamıştı. Bu bağları koparmaya çalışmadılar. Biliyorlardı ki bu bağları koparmaya çalıştıkça çaresizliklerini daha derinden anlayacaklar ve daha çok acı çekeceklerdi. İlk buluşmalarını düşündü. İstanbul’da buluşmuşlardı. İkisi de on sekizlik aşıklar gibi heyecanlıydı.. Yanlarında daha üç kadın vardı. Bir müddet birlikte konuştular, sonra kadınlar kalkıp onları baş başa bıraktılar... Adamını dili tutulmuştu, hasretlisi yanındaydı. Ona istese dokunabilirdi; ama, buna bir türlü cesaret edemiyordu... Dokunsa sanki elinden uçup gidecekmiş gibi bir hisse kapılıyordu... Ona, canım, sevgilim sen benim bir tanemsin, sen benim ömrümün anlamısın, sen benim ruhumsun, sen.. sen... ve daha bunun gibi dünyada ne kadar güzel şey varsa söylemek istiyordu... Fakat boğazına bir şey düğümlendi... Bütün bu düşündükleri orada takılı kaldı, bir türlü dudaklarından dökülüp o sevgili yare ulaşamadı...

Kadın onunla pek göz göze gelmek istemiyordu... Nedendir bilinmez ama, adam, her şeyin bittiğini düşünüyordu... Daha önceki konuşmaların sıcaklığını bir türlü bulamıyordu... Ancak onu çok daha derinden sevdiğini hissediyordu. Yüreğini büyük bir acı sardı. Gözleri doldu... Ağlamamak için kendini güç tuttu... Kadın konuşmasını bekledi ve dayanamadı: “Söyle” dedi. Adam önüne baktı. Konuşmaya gücü yoktu. Konuşsa sesi ağlamaklı çıkacak ve kendini tutamayıp ağlayacak, etraftakilere rezil olacaktı... Kadına: “gözlerime bakmıyor musun, anlamıyor musun?” diyebildi... Kadın: “Elbette bakıyorum ve anlıyorum, o kadar aptal değilim” dedi. Adam: “Bana doğru söyle, beni seviyor musun?” diye sordu. Kadın: “evet” dedi... Çok mutlu olmuştu... Ama içindeki azabı bu söz de dindiremedi... Biliyordu, bu ilk ve son buluşmaydı... Kadın aynı şeyi düşünüyormuydu bilmiyordu... Belki onu kırmamak için: “Gün doğmadan neler
doğar, bakarsın ilerde yine buluşuruz, yine görüşürüz” dedi... Bu pek inand! ırıcı gelmedi adama...

Ayrılma zamanı gelmişti. Kalktılar... Yürüdüler ve yemek yiyen diğer üç kadının yanına gittiler. Adam: “Ben gidiyorum, siz yemek yiyorsunuz, sofrada elinizi sıkmayım, tanıştığıma memnun oldum” dedi ve hemen yanında ayakta duran sarışın kadının elini tuttu. Ona ne dediğini bilmiyordu... Ayrıldılar... Adam giderken defalarca geriye dönüp o güzel sevgilisine içi kan ağlayarak baktı... Ne yazık ki onun sırtı ona dönüktü, yüzünü çok istediği halde göremedi...

Bu onların son görüşmesi olmuştu......
Saatlerce oturduğu yerden biraz zorlukla da olsa doğruldu. Evin önündeki çiçeklere doğru yürüdü. Hepsine teker teker baktı ve hepsini okşayıp sevdi. En sonunda bir sarı gülün önünde durdu. Onu eline aldı. Eğildi ve derin derin içine çekerek kokladı. Yapraklarını tek tek okşadı, sevdi. Yoldan geçenler bu yaşlı adamın çiçekleri ne kadar sevdiğini düşündüler. Ona hayretle baktılar, gıpta ettiler. Ne yazık ki hiç biri onun o sarı gülü neden bu kadar sevdiğini ve onu okşarken içinde bir ateşin yandığını bilmiyordu. Gülün üzerine düşen iki damla gözyaşını ise yaşlı adamın kendisinden başka hiç kimse görmedi.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Mart 2006       Mesaj #319
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Duygu Adaları
Bir zamanlar, butun duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış: Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve tüm diğerleri, Aşk dahil. Bir gün, adanın batmakta olduğu, duygulara haber verilmiş. Bunun üzerine hepsi,adayı terk etmek için sandallarını hazırlamışlar. Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş, çünkü mümkün olan en son ana kadar beklemek istemiş. Ada neredeyse battığı zaman, Aşk yardım istemeye karar vermiş. Zenginlik, çok büyük bir teknenin içinde, geçmekteymiş. Aşk, "Zenginlik, beni de yanına alır misin?" diye sormuş. Zenginlik, "Hayır, alamam. Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok." demiş. Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki Kibirden yardim istemiş. "Kibir, lütfen bana yardim et!" "Sana yardim edemem, Aşk. Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin." diye cevap vermiş Kibir. Üzüntü yakınlardaymış ve Aşk yardim istemiş: "Üzüntü, seninle geleyim." "Of, Aşk, o kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var." Mutluluk da Aşk''ın yanından geçmiş; ama o kadar mutluymuş ki Aşk''ın çağrısını duymamış. Aşk, birden bir ses duymuş. "Gel Aşk! Seni yanıma alacağım..." Bu Aşk''tan daha yaşlıca birisiymiş. Aşk o kadar şanslı ve mutlu hissetmiş ki, onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi akıl edememiş. Yeni bir kara parçasına vardıklarında, Ask''a yardim eden yoluna devam etmiş. Ona ne kadar borçlu olduğunu fark eden Aşk, Bilgi''ye sormuş: "Bana yardim eden kimdi?" "O, Zaman''di" diye cevap vermis Bilgi. "Zaman mi? Neden bana yardim etti ki?" diye sormuş Aşk. Bilgi gülümsemiş: "Çünkü sadece Zaman Ask''in ne kadar büyük olduğunu anlayabilir
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Mart 2006       Mesaj #320
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
güllerim kanıyor
tek geceler alıyor göz yaşlarımı hep geceler sunuyor yalnızlııkların en koyusunu gün doğuyor isemediğim hale gülüyor dudaklarım ama gülerkende ağlıyor gözlerim en çok geceleri seviyorum karanlıkları saklıyorları beni sanki yanlızğın pardüsesini örtüp üstüme beni gökyüzüne taşıyor tabut içnde ellerim kelepce ... içimde fırtınalar kopuyor binlerce çığlık binlerceeeeee binlerce göz yaşı akıyor içimde cıldırıyor olamadıklarına benliğim elim uzanmıyor gücüm yetmiyor gayretim faydasız ... düşüyor çığlıklarım yine kapanıyorum kendi içime soruyorum kendime kendimi bulanıklığın en ucunda göktesin diyor kimsesiz yanında teksin ne farkeder ucunda olmuş ha bucağında dil döndüğünce döküyor içimi ellerim sana ey kalemim tertemiz kağıtıda pisletiyor um deryalarımla bunalım halim ayakta duramayışım doğuştanmış meğer farkında değilim keşke böle olsaydılarla yiyipp bitirmek boşa kendini ey zihnim keşke böle olsaydılaı kapat sözde kalmasın sözlerin in en içine odalarına gir ve bak...


Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar