Arama

Hayvanlar Hakkında Detaylı Bilgi Merkezi - Sayfa 18

Güncelleme: 4 Aralık 2016 Gösterim: 226.712 Cevap: 177
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
7 Temmuz 2015       Mesaj #171
Avatarı yok
Yasaklı
Kediler Farelere Karşı Kimyasal Silah Kullanıyor

Sponsorlu Bağlantılar
150706105425 kedi 624x351 bbc nocredit

Bir araştırma, kedilerin farelerle ezeli yaşam mücadelesinde "kimyasal silah" bile kullandıklarını ortaya çıkardı.Sözkonusu kimyasal madde, kedilerin idrarının bileşiminde var. Uzmanlar, kedi idrarındaki bu kimyasal maddeye küçükken maruz kalan farelerin, büyüdüklerinde kedi idrarı kokan yerden uzaklaşmaları gerektiğini daha zor kavradıklarını keşfettiler.Bulgular Prag'da yapılan yıllık Deneysel Biyoloji Konferansı'na sunuldu. Moskova'daki Severtov Ekoloji ve Evrim Enstitüsü'nden araştırmacılar, daha önce kedi idrarındaki felinin adlı aynı maddenin hamile farelerin düşük yapmasına yol açtığını bulmuşlardı. Araştırma ekibinden Doktor Vera Voznessenskaya, farelerin kedi idrarındaki bu maddeye nasıl fizyolojik tepki verdiğini anlattı.Farenin beynindeki nöronlar kedi idrarındaki bu kimyasal maddeyi algıladıklarında hayvanın vücudu, stres hormonlarının artması gibi bir dizi otomatik reaksiyon veriyor. Doktor Voznessenskaya "Bu, kediler ve farelerde binlerce yıldır var olan bir durum" diyor.

'Herkesin Çıkarına'

Yeni araştırma ise yeni doğmuş farelerin gelişimlerindeki "kritik bir dönemde", yani küçükken kedi idrarına maruz kaldıklarında yetişkin fareler olarak baş düşmanlarının kokusuna normalden farklı tepki gösterdiklerini ortaya koyuyor. Uzmanlar bir aylık fareleri iki hafta boyunca kedi idrarı kokusuna maruz bırakıp, büyüdüklerinde nasıl bir tepki gösterdiklerini ölçtüler ve bu kokudan diğer farelere göre daha az korktuklarını gördüler.Doktor Voznessenskaya yavruyken kedi idrarına maruz bırakılan farelerin şaşırtıcı bir çelişki sergilediklerini anlatıyor. Voznessenskaya "Aslında bu kimyasal maddeye hassasiyetleri çok daha yüksek. Alıcıları bu maddeyi çok daha güçlü şekilde algılıyor ve daha yüksek düzeylerde stres hormonu üretiyor" diyor.

150706105324 kedi 624x351 bbc nocredit

Ama kedi idrarına maruz kalarak büyüyen fareler bütün bunlara rağmen daha az korku belirtisi gösteriyor ve kaçma refleksini de daha az gösteriyorlar.Uzmanlar fare davranışlarındaki bu değişimin bir mantığı da olduğunu düşünüyorlar. Aslında bir yandan kedi kokusundan daha az kaçmaları kendileri için de faydalı çünkü yiyecek kaynaklarına ulaşmak için insanlara yakın olmaları lazım. İnsanların olduğu yerde kediler de var.Bu değişim aslında herkesi memnun edecek türden, bir tür kazan-kazan durumu. Voznessenskaya, "Böylece kedilerin çevresinde de daima kendilerini meşgul edecek kadar fare bulunmuş oluyor" diyor.

Kaynak: BBC / Deneysel Biyoloji Konferansı (7 Temmuz 2015)

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
4 Ağustos 2015       Mesaj #172
Avatarı yok
Yasaklı
Boa Yılanının Sırrı

Sponsorlu Bağlantılar
Amerikalı bilim insanları avını kavrayıp öldüren boa yılanının "zehirli sırrını" ortaya çıkardı. Boa yılanlarının avlarını boğarak öldürdüğü inancına son veren araştırmada, yılanların yakaladığı uyutulmuş laboratuvar farelerinin, tansiyon ve kalp atışları da dahil olmak üzere her türlü ölçümleri yapıldı. Kurbandan yakalanmadan önce ve sonra kan örnekleri alan bilim insanları, boa yılanının avını ölümcül şekilde kavrayışı sırasında kurbanda kan dolaşımının büyük ölçüde kesildiğini saptadı.

Kan dolaşımı kesilince ortaya çıkan oksijen yetersizliğinin, oksijensiz çalışamayan beyin, kalp ve karaciğerde dokuları hızla öldürdüğü saptandı. Journal of Experimental Biology'de yayımlanan bulgulara göre, kan dolaşımının durması, düşünüldüğünden çok daha etkili, hızlı ve kesin şekilde ölüme yol açıyor.
Pensilvanya'daki Dickinson College'de görevli Prof. Scott Boback, "Farenin beynine kan akışı sınırlandırılınca, bu, hayvanı birkaç saniyede ölüme götürüyor. Yılan, göğüs kafesini de sarmışsa solunumu kısıtlaması söz konusu olabilir ama kan akışının durması, boğulmaktan daha hızlı öldürüyor." dedi.

Araştırmacılar, yılanın avını kavrayıp sıktığı anda olanların izlenmesinin, çarpışma veya sıkışma durumlarında insanlarda görülen karmaşık doku hasarları hakkında yararlı bilgiler sağlayacağını düşünüyor. Prof. Boback ve ekibiyse, asıl olarak boa yılanlarının öldürme yöntemini anlamayı hedefliyordu. Dickinson College araştırma ekibi daha önceki bir çalışmasında da, boa yılanlarının, avlarının kalp atışlarını hissedebildiğini ve kalp atışı durduğunda kurbanını sıkmayı durdurduğunu keşfetmişti.

Kaynak: BBC / Journal of Experimental Biology (23 Temmuz 2015)

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
17 Ekim 2015       Mesaj #173
Avatarı yok
Yasaklı
Arılar da Kafein Bağımlısı

İngiltere'de Sussex Üniversitesi'nde ve İsviçre'de Bern Üniversitesi'nde görev yapan araştırmacılar, arıların da kafeine karşı zaafı olduğunu ve çiçeklerin bu bağımlılıktan faydalanabiliyor olacağını ortaya koydu. Konuyla ilgili çalışma Current Biology dergisinde yayınlandı. Çalışmada etiketlenmiş bal arılarının bulunduğu 3 kovandaki deneklerin davranışları incelendi. Araştırmaya katılan ekip, arıların kokusuz sakaroz çözeltisi ve doğal kafein konsantrasyonu bulunan besleyicilerden birini tercih ettiğini gözlemledi. Çalışmada kafein ile beslenen arıların, daha fazlasını almak istediği ve arkadaşlarını da bu kaynağa yönlendirmek için "sallanma dansı" yaptığı da görüldü.

Kafeinle beslenen arılar, diğer kaynağa yönelme konusunda da pek istekli değildi. Araştırmaya Bern Üniversitesi'nden katılan Biyoistatistikçi Roher Schürch, kafeinin arılar üzerinde uyuşturucu etkisi gösterdiğini, arıların kafein etkisiyle, aldıkları besinin daha kaliteli olduğu hissine kapıldığını söyledi. Araştırmacılar yaptıkları bu çalışmada kafeini tercih eden arıların daha az şeker aldıklarını, bu nedenle ağırlıklarının ve bal üretimlerinin azaldığına da dikkat çekti. Çalışmayı gerçekleştiren ekip, kafeine aldanan arıların yanlış beslenme yolunu tercih ettiğini, bu nedenle bitkiyle arı arasındaki ilişkinin tek taraflı ve sömürücü bir ilişki olduğunu belirtiyor.


Kaynak: Current Biology / Ntvmsnbc (16 Ekim 2015)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
3 Kasım 2015       Mesaj #174
Avatarı yok
Yasaklı
Timsahlar Tek Gözü Açık Uyuyor

Avustralya'da hayvanbilimcilerin yaptığı bir araştırmaya göre timsahlar tek gözleri açık uyuyor. Deneysel Biyoloji dergisinde çıkan makalede araştırmacılar timsahların beyninin yalnızca bir yarım küresinin uyuduğunu diğer yarım kürenin aktif ve tetikte olduğunu ortaya koydu. Çalışma, çevresinde insan olan timsahların uyurken sadece tek gözünü kapadığı bulgusundan söz ediyor. Araştırmacı John Lesku "Bir insan odada olduğu zaman onu sürekli izliyorlar. İnsan çıktıktan sonra bile timsahın tek gözü açık kalarak olası tehditlere karşı o yöne bakmayı sürdürüyor" dedi.

Deneyler kızıl ötesi ışın kameralarıyla donanmış bir akvaryumda gece ve gündüz 40-50 cm uzunluğundaki küçük timsahlar üzerinde yapılmış. Bu bulgu su memelilerinde görülen "tek kürelik uyuma" fenomenine de uyuyor. Denizayıları ve yunuslar gruptan kopmamak için tek gözleri açık uyuyorlar.Öte yandan kuşlar da bu stratejiyi yırtıcı hayvanlardan korunmak için kullanıyor.Melbourne'da La Torbe Üniveristesi'nde çalışan Dr. Lesku "Tehlikeli durumlarda kuşlar tek küreli uyuma yetisini tek gözünü açık tutarak olası tehditlere karşı kullanıyor. Bundan sonraki aşama tek gözünü açan timsahların gerçekten de fizyolojik olarak yarı uykuda olduklarını teyit etmek olacak. Beynin iki küresinde de beyin dalgalarına bakmak için elektrofizyolojik kayıtlara ihtiyacımız var. Böylelikle bir kürenin uykuda diğerinin uyanık olduğunu söyleyebiliriz" diyor.

İnsanların Uyku Düzeni Yeni Bir Olgu

Bu bulgu insanları da yakında ilgilendirebilir. Dr. Lesku "Bana göre bu sonuçların en heyecan verici tarafı bizim uyku düzenimizin evrimsel açıdan yeni bir olgu olduğuna yönelik kanıt getirmesi" dedi. Beynin yarısıyla uyumanın sürüngenler ve kuşların ortak atalarının yanı sıra su memelilerinin atalarından bu yana evrildiği görüşünü savunuyor Lesku. Lesku, "Biz bütün beyni kapatan uykularımızın bir norm olduğunu düşünüyoruz. Eğer kuşlar tek beyin küresiyle uyuyor ve timsahlar ile diğer sürüngenler tek gözü açık uyuyorsa birden bizim uykularımız garip görünmeye başlıyor" şeklinde konuşuyor. Lesku'ya göre sadece kara memelileri bu şekilde uyumuyor.

Kaynak: BBC Bilim / Deneysel Biyoloji (22 Ekim 2015)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
25 Aralık 2015       Mesaj #175
Avatarı yok
Yasaklı
Hayatta Kalmak için "Erkek" Oluyorlar

hayatta kalmak icin erkek oluyorlarATIPSS6vjEuclVguN9Wqkg?width620&ampmodecrop&ampscaleboth&ampv20151223094759382&ampmetarectangle

Afrika'da araştırmalar yapan bilim insanları, bazı dişi aslanların yelelerinin çıktığını ve erkek gibi kükrediğini tespit etti. İlk kez kayıt altına alınan aslanlar, önümüzdeki günlerde bir belgeselde de yer alacak.

Botswana'daki Okavango Deltası'nda gerçekleştirilen BBC çekimlerinde, dişi aslanların bir "erkek" gibi görünmenin dışında yine onlar gibi daha derinden ve maskülen bir kükreyişe sahip olduğu gözlemlendi.Bölgede 5 dişi aslanın aynı genetik mutasyon nedeniyle hormonal dengesizlik göstererek yelelerinin çıktığı tahmin ediliyor. Dişi aslanların yaşadığı bu dengesizlik, doğal ortamda hemcinslerine karşı bölgesini genişletme, onları korkutma ve bölgede çok sayıda erkek aslan olduğuna inandırma avantajı kazandırıyor.

Yeni yılda BBC'de yayınlanacak belgeselin yapımcılarından biri olan Chris Packman, bu değişimin dişi aslanların bölgesini genişletmesini sağlaması durumunda, hayatta kalma şanslarının da artıracağını düşünüyor. Packman, dünyanın en ikonik hayvanlarının evriminin gözlerinin önünde gerçekleştiğine dikkat çekiyor. Hayatta kalmanın bıçak sırtında olduğu bölgede türlerin hayatta kalmak için geçirdiği mutasyon bununla da sınırlı değil. Yine aynı belgeselde bir kuş türünün kendini korumak için "zehirli tırtıl" taklidi yaptığına da tanık olundu.


Kaynak: Ntvmsnbc / BBC (23 Aralık 2015)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
28 Kasım 2016       Mesaj #176
Avatarı yok
Yasaklı
Grönland’daki Bir Köpekbalığı Uzun Yaşama Rekorunu Altüst Etti!

Grönland’daki 5 metre uzunluğundaki bir köpekbalığı 400 yıldan daha uzun süredir yaşıyor olabilir. Loligo Systems’de soğuk su fizyolojisti olarak çalışan Michael Oellermann, bu köpekbalıklarının şaşırtıcı şekilde uzun yaşadığını söylüyor. Okyanusların oldukça tehlikeli yerler olduğunu belirten Oellermann, avcıların, kısıtlı yiyeceklerin ve hastalıkların her an vurabileceğini belirtiyor. Grönland köpekbalıklarının (Somniosus microcephalus) epey zamandır uzun ömürlü oldukları konuşuluyordu. 1930’larda bu köpekbalıklarının yılda bir santimetre uzadıkları keşfedildi. Ancak bilim adamlarının köpekbalıklarının kaç yıl yaşadıklarını ortaya çıkarması mümkün olmadı.

Kopenhag Üniversitesi’nde çalışan deniz biyoloğu John Steffensen, Kuzey Atlantik’te yakalanan bir Grönland köpekbalığının ele geçirilen omurga parçasındaki gelişme halkalarından, canlının yaşını bulabilmeyi umuyordu. Bu fikri başarıya ulaşmayınca, Steffensen Danimarka’daki Aarhus Üniveritesi’nde radyokarbon yöntemiyle yaş bulmada uzman biri olan Jan Heinemeier’e danıştı. Heinemeier, köpekbalığının göz lenslerini çıkarıp oradan yaş bulmayı denemeyi önerdi. Böylece lensteki çeşitli karbon biçimlerinin ölçülmesi mümkün olabilecekti.

Steffensen ve doktora öğrencisi Julius Nielsen uzun yıllar boyunca ölü Grönland köpekbalığı bulup topladı ve çoğunluğunun başka balık türlerini yakalamak için atılan ağlarda tutulup öldüğü görüldü. Bunun sonrasında ekip alışılmadık bir teknik kullandı: 1950’lerin ortalarında nükleer bomba testinde kullanılan ve sonra incelemesi bırakılan karbon 14 izotopunun miktarına baktılar. Bombaların patlaması ile 1960’ların başlarında okyanus ekosistemlerinde karbon-14 bulunmaya başlandı ve bu zamanda oluşan vücut parçaları – özellikle göz lensleri – karbon-14 açısından zengin olacaktı. İncelemeler sonucunda iki köpekbalığının (her ikisi de 2,2 metreden küçüktü) 1960’lardan sonra doğduğu, başka bir küçük köpekbalığının ise 1963 yılında dünyaya geldiği bulundu.

Bu iyi belirlenmiş tarihleri kullanarak, araştırma ekibi diğer köpekbalıklarının boyutlarına bakarak yaşlarını tahmin edecek bir gelişme eğrisi çıkardı. Başlangıç olarak yeni doğan Grönland köpekbalıklarının 42 cm uzunluğunda olduğu gerçeği üzerinde durdular. Daha başka iyi bilinen teknikleri de kullandılar, örneğin arkeolojik kazılarda yapılan yaş tayinlerini de kullandılar. Bu durumda, radyokarbon tarihlerinin köpekbalığı uzunluğu ile ilişkisinden yaş tayinleri yapılabilecekti. En yaşlısı 392 +/- 120 yıl olarak bulundu. Böylelikle Grönland köpekbalıklarının yaşayan en eski omurgalılar olduğu ortaya çıktı, Grönland balinası da köpekbalıklarından sonra en uzun yaşayan canlı olarak bulundu ve yaklaşık 211 yaşında olduğu tespit edildi. Grubun tahminlerine göre hamile dişilerin uzunluğu 4 metreye yaklaşıyordu ve yavrulamadan önce en az 150 yaşında olduğu tespit edildi.

Hayvanların ömürlerinin, soğuk sudan kaynaklanan gelişim yavaşlaması ve biyokimyasal faaliyetlerin azalması ile mümkün olduğu düşünülüyor. Ann Arbor’daki Michigan Üniversitesi’nde genetik uzmanı olarak çalışan Shawn Xu, “düşük metabolik hız önemli bir rol oynuyor” diyor. Soğuk suyun başka yararlarının da olduğunu söyleyen Xu, 3 yıl önce nematodlar üzerinde yapılan çalışmalarla hayvanın DNA’ya zarar veren moleküllerden kaçtığını, enfeksiyonlardan daha uzak olduğunu ve ömrünün uzadığını söylüyor. Soğukta aktifleşen moleküllerin hayvanlar dünyasında evrim ile korunduğunu söyleyen Xu, bu metabolik yolların köpekbalıklarında da bulunduğunu tahmin ediyor. Kemik yapısından yaş tayini ve gelişim incelemesi yapan Paul Butler, 2013 yılında 500 yaşındaki bir quahog (Arctica islandica) türünün incelemesini yaptığını söylüyor. Uzun ömürlü daha başka türlerin bulunması konusunda şüpheci davranan Butler, bu iki türün istisnai olarak karşımıza çıktığını düşünüyor.


Kaynak: Sciencemag (11 Ağustos 2016)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
30 Kasım 2016       Mesaj #177
Avatarı yok
Yasaklı
Virüslere Karşı Tazmanya Canavarı Sütü!

Avustralyalı araştırmacılar tazmanya canavarı sütünün antibiyotiğe dayanıklı hale gelen virüslere karşı iyi bir savunma faktörü olabileceğini öne sürdü. Sidney Üniversitesi'nde çalışan uzmanlar bu keseli hayvanların sütünde tedavisi zor enfeksiyonları bitirebilecek önemli kimyasal bileşimler olduğunu söyledi.
Ad:  _91966569_tazmanya.jpg
Gösterim: 295
Boyut:  42.1 KB

Bilim insanları peptid olarak bilinen bileşimlere benzeyen yeni tedaviler üzerinde çalışıyor. Tazmanya canavarının genetik kodunu tarayan araştırmacılar enfeksiyonlara karşı savaşan cathelicidin olarak da bilinen antimikrobiyal peptidleri yeniden üretmeyi hedefliyor. Doktora öğrencisi Emma Peel bu hayvanların sütünde 6 önemli peptid bulduklarını söyledi. Bu peptidlere benzer bileşimlere diğer keseli hayvanların sütlerinde de rastladıklarını söyleyen Peel, bu hayvan türlerinin hepsinin incelenmesi gerektiği kanısında. "Tammar kangurularında 8, keseli sıçanlarda da 12 peptid bulunuyor" diyen Peel, koalaların sütü üzerinde çalışmaların başladığını belirtti.

Araştırma ekibi tazmanya canavarında buldukları 6 peptidi yeniden ürettikten sonra 25 tür bakteri ve 6 çeşit mantar üzerinde denediler. Saha-CATH5 olarak adlandırılan sentetik peptid özellikle metisiline dirençli MRSA olarak bilinen Staphylococcus aureus virüsünü öldürmede etkili. Bu peptid ayrıca deri enfeksiyonlarına neden olan Candida isimli antibiyotiğe dayanaklı bir virüs türünü de yeniyor.


Kaynak: BBC / Nature Journal Scientific Reports (18 Ekim 2016)
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
4 Aralık 2016       Mesaj #178
Avatarı yok
Yasaklı
Yaprak Taklidi Yapan Örümcek!

Biyolojideki karşılığıyla kamuflaj, canlının “bir şekilde” gizlenmesi anlamına gelir. Bu, bukalemunlarda gözlenen canlı/ cansız arka plana uyma şeklinde olabileceği gibi bir türün değişik faktörler etkisiyle başka türlere benzemesi şeklinde de olabilir. Bunlardan ikincisi mimikri (benzeşme) olarak bilinen durumdur. Bugüne dek değişik türleri keşfedilmiştir, en bilinen iki türü: Bates ve Müller mimikrisidir. Bir üçüncü kamuflaj şekli de davranışsaldır. Buna örnek olarak zebralar verilebilir. Bir zebra sürüsü saldırıya uğradığında birbirlerine yaklaşarak ortak hareket etmeye başlar, böylece çizgili desenleri sayesinde avcının kafasını karıştırırlar. Üç tür kamuflaj tipi arasında kesin sınırlar çizmek her zaman mümkün olmaz. Bazı durumlarda iki ya da üç tür kamuflaj birlikte gözlenebilir.
Ad:  yaprak-taklidi-yaan-orumcek.jpg
Gösterim: 206
Boyut:  72.1 KB

Journal of Arachnology dergisinde yayınlanan kısa bir bildiride, arka plana uyum şeklinde gerçekleşen kamuflaja dair önemli bulgular bilim dünyasına tanıtıldı.Hem böcekler hem de örümcekler bitkilerle çok yakından ilişki içindedirler. Bunun doğal bir sonucu olarak da evrimsel süreçte bitkilerle ilgili pek çok kamuflaj örneği oluşmuştur. Öyle ki böceklerde başlı başına bir takım, bitkileri taklit eden vücut yapılarıyla bilinen türlerden oluşmaktadır: Phasmatodea. Yine birçok peygamber devesi ve çekirge türleri de bitkilere şaşırtıcı derecede benzer vücut yapısına sahiptirler. Örümceklerde ise bazı Thomisidae (yengeç örümcekleri) üyeleri üzerinde avlandıkları çiçeğin rengine bürünebilir. Ancak bugüne dek doğrudan bir bitki ya da bitkinin bir parçasını taklit eden herhangi örümceğin varlığına dair bir bulgu ilk kez yayınlandı.

Çalışmanın başlangıcı 2011 yılında Çin’in Yunnan Bölgesi'nde yapılan bir arazi çalışmasına dayanıyor. Bu arazi esnasında rastlanan bir dişi birey fotoğraflanıyor. Buna göre dişi örümceğin yakınında herhangi ağ bulunmamakla beraber örümceğin üzerinde bulunduğu dalın çeşitli noktalarına ipekle tutturulmuş kuru yapraklar göze çarpıyor. Bu cins örümceklerin bazı türleri çok kabaca kuru bir yaprağı andırsa da söz konusu dişi birey kadar belirgin şekilde bir yaprağı andıran hiçbir türe rastlanmamıştır.


Kaynak: Journal of Arachnology (29 Kasım 2016)

Benzer Konular

9 Aralık 2016 / ipek kılıç Cevaplanmış
28 Kasım 2012 / STeFLo Soru-Cevap
10 Nisan 2015 / Misafir Cevaplanmış