Arama

Tanrıyı veya Dini Reddeden Akımlar - Ateizm

Güncelleme: 12 Ekim 2014 Gösterim: 34.198 Cevap: 8
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
2 Ekim 2006       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Ateizmin Tarihçesi

Sponsorlu Bağlantılar
Ateizmin tarihi Tanrı inancı kadar olmasa da çok gerilere kadar gitmektedir. Ancak tarihi çok eskilere giden bu ateizm biçimi bizim bugünkü anlamda anladığımız dinî inançların eleştirisi gibi değildir. Çünkü ateizm öncelikle Tanrı inancına karşı bir tür tepkidir. Dolayısıyla ateizmin Tanrı inancının bulunduğu ve bu inancın dile getirildiği yerde ortaya çıkma ihtimali daha yüksektir.
İster geniş anlamda "herhangi bir Tanrı anlayışına karşı inançsızlık" olarak düşünülsün, isterse felsefî anlamda "teizmin reddi" olarak alınsın, ateizmin tarihçesini düşünce tarihinde ana hatlarıyla İlkçağ (Antik dönem), Yeniçağ ve modern dönem olmak üzere üç safhada ele almak mümkündür. Bu tasnifin yanında kutsal kitaplardan ve peygamberlerin sözlerinden aldığımız bilgilere göre çok eski dönemlerden itibaren bir kısım insanların inançsız olduklarını ve dinle mücadele ettiklerini de öğrenmekteyiz. Bu insanlar Tanrı inancına şiddetle karşı çıkmış, çoğunluğu ahlâksızlıkta ileriye gitmiş, peygamberlerin uyarılarını da kabul etmemişlerdir.

Ateizmin geniş anlamda inançsızlık olarak görüldüğü İlkçağ'da Epikuroscular, şüpheciler ve Atinalı sofistler ilk göze çarpanlar olmuştur. Yine bu dönemde Epikuros (m.ö. 341-270), Lucretius (m.ö. 94-55 ) ve Democritus'un (m.ö. 460-370) fikirleriyle oluşan Yunan atomculuğu ya da klasik materyalizm de inançsızlıkta önemli bir rol oynamıştır. Bilindiği gibi materyalizm maddenin yaratılmadığını, düşünceden önce geldiğini ve hiçbir şeyin yoktan var olmadığını iddia etmiştir. Bunun yanında doğa üstü bir gücün (Tanrı) varlığını da reddetmiştir.(19) Materyalizm günümüze kadar çeşitli biçimlerde de olsa devam etmiş ve etkisini sürdürmüştür.

Bazı çevrelerce düşünce tarihinde ateizmin Tanrı inancından önce geldiği ve Antikçağ'daki bütün düşünürlerin de inançsız olduğu ileri sürülmüştür. Özellikle materyalist ateistlerin ileri sürmüş olduğu bu var sayımlar gerçeği yansıtmamaktadır. Materyalizmin tarihi elbetteki çok gerilere gitmektedir. Nitekim yukarıda isimleri anılan filozoflar bunlar arasında en meşhur olanlarıdır. Ancak tarihteki her filozof materyalist olmadığı gibi materyalist olanların sayısı da bütün filozoflar göz önünde bulundurulduğunda çok sınırlı kalmaktadır. Kaldı ki geçmişte veya günümüzde ateist olduğu halde kendini materyalist görmeyen pek çok kişi bulunmaktadır.

Materyalizmi Antik dönemin ateizmi olarak kabul edebiliriz. Ancak ifade edildiği gibi Antik dönemde materyalist olmayan ve dolayısıyla kendilerine ateist denilemeyecek düşünürler de bulunmaktadır. Kaldı ki tabiatla ilgili çalışma-larda bulunan herkesi ateist görmek de mümkün değildir. Sokrat (m.ö.470-399) öncesi dönemde yetişen ve günümüze kıyasla bazı çevrelerce gerçek filozof olarak nitelenen Xenophanes, Heraklitos, Empedokles ve Anaxagoras gibi düşünürlerin fikirlerindeTanrı kavramıyla paralellik arzeden pek çok nokta bulunmaktadır.(20) Bu filozofların düşüncelerine baktığımızda maddî dünyanın ötesinde var kabul ettikleri ve kendisiyle bütün varlığı açıkladıkları soyut bir kavrama da rastlamaktayız. Dolayısıyla tabiatla ilgili çalışmalarda bulundukları için Antik dönemi bütünüyle ateist görmek ve bu yanlış tesbiti de ideolojik amaçlar uğruna çeşitli şekillerde tekrarlamak yanlış olacaktır.

Ortaçağ'da monoteizmin (tek tanrıcılık) ağırlığını hissettirmesinden dolayı açıkça bir inançsızlık görülmemiştir. Her ne kadar bu dönemde hıristiyan dünyasında kiliseye ve kilise öğretilerine karşı içten içe bir tepki ve nefret oluşmuşsa da bunlar gizlilikten kurtulamamış ve baskılardan dolayı açığa çıkamamıştır. Vanini (1585-1619) ve Bruno (1548-1600) gibi kiliseye aykırı konuşan kişiler de bu dönemde yargılanmışlardır. Zaten Aydınlanma dönemiyle birlikte ortaya çıkan ve modern dönemde iyice belirginleşen din düşmanlığının temelinde de Ortaçağ'da kilisenin Tanrı adına yapmış olduğu insanlık dışı uygulamaların büyük rolü olmuştur.

İslâm dünyasında da ateizm bugünkü anladığımız anlamda pek yaygın ve etkili olamamıştır. Bununla birlikte ateizm denilince İslam tarihinde akla iki isim gelmektedir: Yahya b. İshak er-Râvendî (H. 205-245) ve Ebû Bekir Muhammed ibn Zekeriyya er-Râzî (865-932). Bu düşünürler vahiy, peygamberlik ve mucize gibi dinî inançları eleştirmiş ve geleneğe aykırı şeyler söylemişlerdir. Ravendi hakkında elde kesin bilgiler olmamakla birlikte ona nisbet edilen fikirlere bakıldığında tabiatçı ve maddeci olduğu, ilâhî hikmeti reddettiği ve Kur'an'a inanmadığı anlaşılmaktadır. Ancak bu ve benzeri görüşlerin Ravendi'den ziyade hocası olan Ebû İsa el-Varrak'a ait olduğu, onun ateist olmadığı buna karşın deizmi benimsediği ifade edilmiştir.(21)

Ateist olarak meşhur olan Râzi İslâm dünyasında "Tabiat Felsefesinin" kurucusu sayılmaktadır. Ancak O'nun ateist (mülhid) olarak bilinmesine rağmen felsefî sisteminde Tanrı'ya yer verdiği ve onu beş ezelî ilkeden biri olarak gördüğü-diğer ilkeler Ruh, Madde, Mekân, ve Zaman-bilinmektedir.

Ravendi gibi Razi'nin de kesin olarak ateist olup olmadığıyla ilgili elde kesin bilgiler bulunmamaktadır. Ancak dinî kurumlarla özellikle peygamberlik kavramıyla mücadele ettikleri açıktır. İslâm dünyasında bu düşünürlerin yanı sıra zaman zaman ateistlerle aynı çizgiye konan, dehrî ve zındık diye adlandırılan kişiler de olmuştur.(22)

Ortaçağ'da felsefî anlamda ateizmin yaygın olmayışının iki temel gerekçesi bulunmaktadır. Bunların birincisi yukarıda da kısaca ifade edildiği gibi kilisenin baskısıdır. İkincisi ve en önemli nedeni ise ateizmin ortaya çıkabileceği fikrî bir boşluğun bulunmamış olmasıdır. Ortaçağ'da dinî düşünce zirvede olmuş ve çok çeşitli düşünürlerce de dile getirilip mantıklı bir biçimde temellendirilmiştir. Dolayısıyla o dönemde sadece baskılardan dolayı değil, güçlü düşünce ekollerinin bulunmasından dolayı da ateistlerin fikrî düzeyde azınlıkta kaldıkları görülmüştür.

Bazı kişiler hiçbir şekilde materyalist bir düşünceye sahip olmayan İbn Sînâ (980-1037), Fârâbî (870-950), Harizmî (ö. 847), Bîrûnî, İbn Rüşd (1126-1198) gibi filozofların fikirlerini, bunların tıp, coğrafya, kimya gibi pozitif bilimlerle ilgili çalışmalarını kasıtlı olarak dinin aleyhindeymiş gibi göstermeye çalışmışlardır. Halbuki bu ve benzeri düşünürler bırakınız dine düşman olmayı, aksine onun felsefî temellerini ortaya koymaya çalışan kişiler olmuşlardır. Bir anlamda bunlar İslâm kültürünü yaymak ve güzel bir medeniyet kurmuş olmak için olanca güçleriyle çalışmışlardır. Söz konusu filozoflar için felsefenin genel amacı iddiaların aksine dinsizlik değil, Tanrı'nın bilgisine ulaşmak ve O'nun varlığını ispatlamaktır. Onları diğer âlimlerden (teologlar, hukukçular, mistikler v.s.) ayıran fikirlerinin bulunması, dinden uzaklaşmalarının kanıtı değil bilakis İslâm kültüründeki çok sesliliğin, fikrî müsamahanın ve pozitif bilimlere verilen önemin ispatıdır. Gerek dinî bilimlerle, gerekse pozitif bilim dallarıyla ilgilenen müslümanlar, yaptıkları çalışmaların dinin bir emri olduğunu ifade etmişlerdir. Bu durum da geçmişte olduğu gibi günümüzde de pek çok düşünürün bilimle din arasında karşıtlık düşünmediğini açıklığa kavuşturmaktadır.

XVII. yüzyılda gerçekleşen Rönesans'la birlikte yeni bir anlayış ortaya çıkmıştır. Akılcılığın hâkim olduğu bu yeni dönemde bazı çevrelerde sadece doğal bilimlerin değil dinî hakikatlerin de akılla temellendirilebileceği kanaati yaygınlaşmıştır. Ancak bu kanaaatin yayılması uzun sürmemiş, akılla metafiziğin kurulabileceği inancına ciddi eleştiriler getirilmiştir. Bu eleştiriler çoğunlukla maddecilerden kaynaklandığı gibi, dinde akıldan ziyade inanca önem veren bazı dindar insanlardan da gelmiştir. XVIII. yüzyılla birlikte Aydınlanma dönemi başlamış bu çerçevede metafiziğe karşı sistemli bir şüphecilik oluşmuştur.

Modern dönemde bazı çevreler geçmişte görülen kilisenin keyfî yorum ve uygulamalarını ateizme ve materyalizme basamak olarak kullanmış, dine ve Tanrı inancına karşı olan nefreti körüklemişlerdir. Ancak fikrî düzeyde sadece felsefî bir tercih konusu olan ateizmin modern dönemde politikaya âlet edilmesi ve bazı ideolojilere temel kılınması da insanlığı ayrı bir felâkete sürüklemiş, bilgisizlikten kaynaklanan dinî bağnazlığın yol açtığı felâketlerden daha büyük acılara ve ıstıraplara zemin hazırlamıştır.

Ateizm XIX. yüzyıldan itibaren yeni bir karakter kazanmıştır. Bazı çevrelerce bilimsel çalışmalar dinin aleyhinde görülmüş, pozitif bilimlerdeki çeşitli araştırmalar ve var sayımlar dinî inançların çürütülmesi amacıyla kullanılmaya çalışılmıştır. Ayrıca modern dönemde Batı'da insan özgürlüğü ile Tanrı iradesi (Kilise doktrinleri) arasında derin bir uçurum oluşmuş ve insanlar kendilerini bu ikilem içerisinde bulmuşlardır. Bu dönemde Tanrı problemi, ateistlerce insanın özüne yabancılaşması ve özgürlüğünü kaybetmesi açısından da temel bir mesele olarak gözükmüş-tür.(23)

Schopenhauer (1788-1860), Auguste Comte (1798-1857), Feuerbach (1804-1872), Marx (1818-1883), Nietzsche (1844-1900), Freud (1856-1939), Sartre (1905-1980) ve Ayer (1910-1989) gibi filozoflar modern dönemde ateizmin öncüleri olmuştur. Bu dönemde genelde bütün dinler, özelde ise Hıristiyanlık çeşitli biçimlerde eleştirilip reddedilmiştir.

Modern dönemde materyalizm çeşitli biçimlerde savunulmaya devam etmiştir. Materyalizmin iddiaları özellikle Marxist çevrelerde yenilenmiş ve bilimsel ateizm adı altında savunulmuştur. Yine bu dönemde Comte'un pozitivizmi ve diğer pozitivist akımlar da inançsızlık adına etkin bir rol oynamıştır. Bu akımların en etkili silahı da pozitif bilimler (doğrusu bilimsel var sayımlar) olmuştur. Şöyle ki:

XVIII. yüzyılın sonlarıyla XIX. yüzyılın ortalarından itibaren çeşitli gerekçelerle bilim ile din arasında bir karşıtlık kurulmuş ve bilim adına bu sözde karşıtlık her fırsatta yenilenmiştir. Bilimin mutlaklığına inanan dolayısıyla bilimden hareketle dini eleştiren ve reddeden ateist düşünürler çağımızda kendilerince bilim dışı olan her türlü inancın, değerin ve yaklaşımın da artık bir kenara bırakılmasını istemişlerdir.

Günümüzde dini reddedenlerce ileri sürülen ve birer var sayım niteliğinde olan bazı iddialar sanki doğrulanmış genel geçer yasalarmış gibi kabul edilmiştir. Hatta bazı çevrelerde bu iddialar, birer ideoloji dogması haline getirilmiş, tartışıl-masına ve eleştirilmesine dahi fırsat verilmemiştir. Tanrı inancı ve din olgusu yanlış (yapay) olarak kabul edilmiş, bu inancı anlamak yerine, sadece onun niçin ve nasıl var olduğuna dair açıklama girişimlerine başvurulmuştur. İndirgemeci bir tutumla bu inançlar pozitivist bir ilke veya ön kabulden hareketle izah edilmeye çalışılmıştır.

Modern dönemde bilimi esas alıp dini reddeden düşünürler, evreni bilimsel bir biçimde ele alma, inceleme ve yorumlamayı hedeflemişler ve dünyada olup biten her şeyin de pozitif bilimle açıklanması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bunun yanında da dinin böyle bir düşüncenin karşısında yer aldığı yalanını yaymaya çalışmışlardır.

Dinin pozitif bilime karşı çıktığını söyleyenler, insanların gözünü boyamak için evren ve yaşamla ilgili vahiy kaynaklı açıklamaları bilinçli olarak çarpıtmışlardır. Hatta onların gündeme getirilmesini, savunulmasını bilim çevrelerinde tartışılmasını dahi yasaklamışlardır.

Konunun daha iyi anlaşılması için bazı düşünürlerin iddialarını aktarmakta yarar görüyorum. Ancak çalışmanın ilerleyen bölümlerinde söz konusu fikirleri daha detaylı olarak ele alıp tartışacağımız için, burada onları özetlemekle yetineceğiz.

Modern dönemde Auguste Comte evrimci bir yaklaşımla "üç hal yasası" denilen bir yöntemi kullanmış, tarihi kendine göre teolojik, metafizik ve pozitivist olmak üzere üç döneme ayırarak insanlığın gelişimini izah etmek istemiştir. İnsanlığın bugünkü halini de bu tarihi evrimin bir sonucu olarak görmüştür. Comte'a göre İnsan son dönemde bilim sayesinde olgunluğa ermiş olacak ve dini bir kenara bıraka-caktır. Ancak Comte daha kendi yaşamında fikirleriyle çelişmiş ve tutarsız davranışlar sergilemiştir.

Bugün geçerliliği olmayan bu tesbit ne yazık ki bazı çevrelerde hâlâ ciddiye alınmakta ve sorgulanmadan kabul edilmektedir. Halbuki Tanrı inancının bütün gücüyle ayakta olması ve her şeye rağmen dünyanın pek çok yerinde dinî inançların yaşamlarını devam ettirmeleri Comte'un fikirlerinin yanlış olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

İnsan var olduğu ilk günde dahi şu anda sahip olduğu bütün nitelikleriyle birlikte donatılmış ve kendine bütün yetenekleri verilmiştir. Dolayısıyla varlığının ilk yıllarında o, basit bir canlı varlık ya da hayvanımsı bir yaratık değildir. Böyle olmadığı da Tanrı'ya inansın veya inanmasın pek çok bilim adamının ifade ettiği şeydir.

Durum böyle olunca bazı pozitivistlerin ortaya çıkıp da "insanın doğası başlangıçta böyle idi, daha sonra şöyle gelişti ve günümüzde ise bu hali aldı" demeleri gülünç olacaktır. İnsan var olduğu (yaratıldığı) ilk günden itibaren insandır. Baştan beri düşünme, hareket etme ve beslenme gücüne sahiptir. Elbetteki o günden itibaren de kendini ve evreni varkılan bir yaratıcıyı aramıştır. Tanrı'nın muazzam gücü karşısında ona hayranlık duymuş ve şükretmiştir. Bu inanç ve hayranlık bütün karşıt düşüncelere rağmen bugün de devam etmektedir. Gelecekte de böyle olacaktır.

Evrim düşüncesine sahip olanların iddia ettiği gibi zamanla değişen (gelişen) şey insanın doğası ve inancı olmayıp dünya ile ilgili olan tecrübe ve bilgisidir. Nitekim bunun sonu da yoktur. Hergün ortaya yeni bir şey çıkmakta ve her an yeni şeyler icat edilmektedir. Ancak değişen şeylerin yanında kalıcı olan değerler de vardır. Bunların arasında da etik (ahlâkî), estetik ve dinî değerler bulunmaktadır. Ayrıca bunlar insan doğasının ayrılmaz vasıflarıdır da. Sonuçta insanı ve Tanrı inancını düne veya bugüne göre değerlendirmek ya da ileride başka türlü olacağını söylemek başarısızlığa mahkûm olacak bir durumdur.

Modern dönemin en ünlü ateistleri arasında Feuerbach ve Marx bulunmaktadır. Tanrı inancını antropolojik bir yaklaşımla açıklamaya çalışan Feuerbach The Essence of Christianity adlı eserinde ateizmi "gerçek bir hümanizm" olarak tanımlamış, Tanrı kavramının da insan aklının kendi doğasını dışarıya yansıtması sonucu oluştuğunu söylemiştir. Ona göre İnsanın Tanrı'nın varlığına inanması, bir anlamda kendi benliğini yalanlaması, özüne yabancılaşması ve fakirleşmesi olacaktır.(24) Feuerbach'ın fikirleri yaşadığı dönemde oldukça etkili olmuş başta Marx ve Freud olmak üzere pek çok düşünürü derinden etkilemiştir.

Marx ise XIX. yüzyıl Avrupasında, burjuvazi ve kapitalizmin egemen olduğu toplumda dinin rolünü ele almıştır. Marx'a göre böyle bir toplumda din (kilise) insanı etkisiz hale getirerek uyuşturmuştur. Dolayısıyla Marx'a göre sosyalizm kurulmalı,(25) bu sayede sosyal ve politik açıdan insanların özgürlüğü sağlanmalı, dolayısıyla din duygusu-nun oluştuğu kaynaklar da kurutulmalıdır.(26) Marx'ın fikirleri de yüzyılımızda derin etkiler uyandırmış pek çok insanı peşinden sürüklemiştir. Ancak ekonomik ve sosyal yapının değişmesiyle birlikte Marx'ın fikirlerinin de pratikte fazla bir ağırlığı kalmamıştır.

Modern dönemde ateizmin bir diğer öncüsü Freud ise, insandaki Tanrı inancını psikolojik tahlillerle açıklamaya çalışmış, din duygusunu insanlığın en eski, en güçlü ve en kaçınılmaz arzusu olarak değerlendirmiştir. Bu duyguyu da çocuksu bir yanılgı (hayal) olarak ifade etmiştir. The Future of an İllusion adlı eserinde de Tanrı inancını, çocuktaki baba imajının yüceltilmiş bir yansıması olarak ileri sürmüştür.(27)

Diğer bir ateist Nietzche ise inançsızlığa farklı bir temel oluşturmuş özellikle Hıristiyanlığın Tanrı anlayışını şiddetle reddetmiştir. Tanrı inancını içeren bütün gelenek ve değerlere şüpheci bir yaklaşım sergileyen Nietzche, Tanrı'yı (İsa) inanılmaya değer bir varlık olarak bulmamıştır. Dramatik bir üslûpla "Tanrı (İsa) öldü. O'nu biz öldürdük" diyen Nietzche bu sözüyle Tanrı kavramının ve bu kavram üzerine kurulan inançların bütünüyle bir kenara bırakılmasını arzulamış ve Tanrı'sız bir hayatı amaçlamıştır.(28)

Modern dönemin en ünlü ateistlerinden biri de J. P. Sartre olmuştur. İnsanın özgürlüğe mahkûm olduğunu iddia eden Sartre, Tanrı fikrinin insanın kendini tanrılaştırma ve kendini Tanrı olarak görme arzusunun bir sonucu olduğunu iddia etmiştir. Sartre'a göre varlığı özünden önce gelen tek varlık insandır. Bu insan var olduktan sonra özünü, doğasını ve değerlerini oluşturmakta ve kendini öylece tanımlamaktadır. Dolayısıyla Sartre'a göre insanın özgürlüğü açısından Tanrı var olmamalıdır. Tanrı olmadığı için de herhangi bir mutlak değerden söz edilmeyeceğini söyleyen Sartre(29) Var oluşçuluk akımının da önemli ateist filozoflarından biri olmuştur.

Batılı düşünürler Hıristiyan dünyasının krizleriyle ortaya çıkan ve Batı kültürü için çözüm olabilecek iddialarda bulunmuşlardır. Buna karşın müslümanların yaşadığı bir ortamda aynı sorunların ve aynı görüşlerin ortaya çıkma ihtimali oldukça zayıftır. Dolayısıyla bunları birbirine karıştırmamak gerekir. Ancak burada üzücü olan şey Batı için önemli ve anlamlı olan bu düşüncelerin diğer kültürlere de aynen yansıtılması ve kabul ettirilmeye çalışılmasıdır. Halbuki her kültürün kendine has özelliklerinin yanı sıra, kendine özgü hayat anlayışı ve kendini diğer kültürlerden ayıran iç dinamikleri vardır.

Yukarıda adlarını andığım düşünürler yüzyılımızda insanlar üzerinde büyük izler bırakmış ve ateizmin öncüleri olmuşlardır. Fikirleri çok ciddi eleştirilere uğramıştır. Bunların düşüncelerinin günümüzde de devam ettiğini ya da güçlü olduğunu söylemek çok zor olacaktır. Günümüz insanı geçmişe oranla çok farklı bilgilere sahiptir. Dolayısıyla pek çok şeyi geride bırakmıştır. Yine insanlık doğruluğundan şüphe duyulmayan pek çok iddianın yanlış çıktığını tecrübe etmiş, kendi hayrına olduğu söylenen inkârcı ve yıkıcı ideolojilerin de neye mal olduğunu yakinen tecrübe etmiştir.

İnsanlık var olduğu sürece düşünce ve inançlardaki çeşitlilik de devam edecektir. Gelecekteki bu inançsızlık geleceğin kendi şartlarında ve kendi tartışmaları içerisinde yeniden şekillenerek varlığını sürdürecektir. Ancak görünen o ki yakın geçmişte olduğu gibi gelecekte de ateizmin, yanında bilim ve hümanizm silâhını bulması mümkün olmayacaktır. Çünkü her iki alanda da insan çok ciddi suistimallere mâruz kalmış ve çok acı hâtıraları yaşamıştır.

Son düzenleyen Mira; 12 Ekim 2014 19:23 Sebep: Mesaj içeriği değiştirildi.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
3 Ekim 2006       Mesaj #2
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Ateizmin Tanımı
Ateizm terimi öncelikle felsefî bir kavram olup Tanrı inancı karşısında tepkisel bir düşünceyi dile getiren dünya görüşünün ismidir. Tarihte çok yaygın olmasa da eski dönemlerden itibaren günümüze kadar var olan ve bazı filozoflarca da dile getirilen önemli bir problemdir. Yüzyılımızın ilk yarısında da tarihte hiçbir zaman olmadığı kadar yaygınlaşan ve kendine taraftar bulan bir düşünce akımıdır. Günümüzde ise eski gücünden uzaklaşan ve fikrî dayanaklarını da tek tek yitiren ideolojik bir tavırdır.
Sponsorlu Bağlantılar
Ateizm kelimesi Yunanca da “Tanrı” anlamına gelen “Theos”tan türemiştir. Bu kelimeden de “Tanrı inancına sahip olmak” ya da “Tanrı'ya inanmak” anlamına gelen theism anlayışı ortaya çıkmıştır. Ateizm kelimesi de İngilizce “theism” kelimesinin başına "a" ön takısının eklenmiş hali olup Türkçe’de “tanrıtanımazlık” anlamına gelmektedir.(1) Bu eserde konu işlenirken tanrıtanımazlık ya da inançsızlık terimleri kullanılmakla birlikte dilimizde yaygınlık kazandığı için ateizm kelimesinin aynen kullanılması tercih edilmiştir.

Ateizm kavramı felsefî bir bakış açısını ifade etmenin yanında günlük dilde de belli bir yaşam tarzını ve davranış biçimini dile getirmektedir. Nitekim günlük dilde de benzeri bir düşünüşü dile getiren ya da ima eden kelimeler bulunmaktadır. Meselâ kültürümüzdeki "inançsız" veya "inkârcı" gibi kelimeler de bu terimin karşılığında kullanılmaktadır. Ayrıca bu kelime dinî literatürümüzdeki “kâfir, müşrik, zındık” ve özellikle “mülhid” gibi sözcüklerle de ifade edilebilmektedir.(2)Bu da problemin pratik boyutunun olduğunu ve sıradan insanların dahi böyle bir düşünüş ve inanış biçimine karşı yabancı olmadıklarını ortaya koymaktadır.
Felsefî bir problem olarak ateizmin tanımlanması bu terimin anlaşılması kadar kolay değildir. Bunun çeşitli gerekçeleri bulunmaktadır. Bunların arasında da ortada pek çok Tanrı kavramının, din anlayışının ve Tanrı inancıyla ilgili felsefî yaklaşımın bulunmasıdır. Buna karşın birbirinden farklı olan ateistik akımlar da mevcuttur. Dolayısıyla ortada net bir ateizm tanımından veya teizm biçiminden söz etmek mümkün olmayacaktır.

Ateizmin bir kavram olarak tanımlanması ve anlaşılması öncelikle ilâhî dinlerin Tanrı inancının ne olduğunun bilinmesiyle mümkün olacaktır. Çünkü ilâhî olmayan herhangi bir inancı (putperestliği, totemizmi, paganizmi vb.) ya da dinî (Budizmi, Şintoizmi, Afrika’daki kabile inançlarını vb.) reddetmek mutlaka ateizm anlamına gelmeyecektir. Yine ateizmin tanımlanması için ilâhî dinlerde Tanrı inancıyla ilgili olarak peygamberlik ve âhiret inanışlarının da göz önünde bulundurulması gerekecektir. Bunun sebebi de ateizmin gerek kavram ve gerekse bir düşünce olarak söz konusu inançlara olan bağımlılığıdır. Çünkü böyle bir inanç olmasaydı zaten ateizm de olmayacaktı.
Bilindiği gibi dünya üzerinde birden fazla Tanrı anlayışı bulunmaktadır. Hatta ilâhî dinlerin yanında, aynı mezhebin veya ekolün dahi kendi içerisinde farklı yorumlara sahip olduğu görülmektedir. Bu noktadan bakıldığında her türlü Tanrı inancının veya dinin tam olarak ilâhî dinleri yansıtmadığı (bir anlamda teizm olmadığı) anlaşılmaktadır. Bu durumda dünya üzerinde tek tip bir dinî inançtan bahsetmek mümkün değildir.

Aynı şekilde ateizmi de geniş anlamda inançsızlık olarak ele alırsak yine dünyada tek çeşit bir inançsızlığın olmadığını görürüz. En azından şekil, yöntem, gerekçe ve amaç itibariyle bazı inançsızlıkların birbirinden farklı olduğunu tesbit edeceğiz. Dolayısıyla inançsızlık denilince hemen akla ateizm gelmemelidir. Meselâ insanların çoğu inanç sahibi ve bir dine mensup olmasına rağmen öteki dinleri reddetmektedirler. Diğerleri de aynı şekilde davranmakta, sadece kendi anlayışlarını savunarak karşısındaki inanışları yanlışlamaya çalışmaktadırlar. Bu duruma en bâriz bir şekilde Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet arasında karşılaşılmaktadır.

Hıristiyanlar İslâmiyet’i (İslâm'ın ortaya koyduğu Allah kavramını) ve Hz. Muhammed’i reddederken, müslümanlar da hıristiyanların teslîs, enkarnasyon ve aslî suç gibi inanışlarını reddetmekte ve Hz. İsa’nın sadece bir peygamber ve bir insan olduğunu belirtmektedirler. Buna karşın yahudiler Tanrı’nın İsrâiloğul-ları’nı mümtaz kıldığını ve dolayısıyla kendi Tanrıları olduğunu söylerken, müslümanlar Tanrı’nın bütün insanları eşit yarattığını, rengi, dili ve kültürü ne olursa olsun herkesi kucakladığını yani O’nun evrensel olduğunu ifade etmişlerdir. Görüldüğü gibi kaynak itibariyle aynı Tanrı’ya inandıkları halde dahi söz konusu dinlerin mensupları kendi aralarında ayrılmakta ve birbirlerinin Tanrı yorumunu kabul etmemektedirler.

Felsefe tarihinde dindar olmadığı halde Tanrı inancına sahip olan düşünürler de bulunmaktadır. Buna karşın günümüzde çok sık rastlandığı gibi özellikle Batı dünyasında görünüşte dindar olduğu halde gerçekte Tanrı’ya inanmayan pek çok kişi vardır. Bu durum gerek teizmin ve gerekse ateizmin tanımlanmasında birtakım güçlüklerin bulunduğunu göstermektedir.

Dünyanın bazı bölgelerinde ateizmin ideolojik hale getirilmesi de tanım konusunda ayrı bir sıkıntı doğurmuştur. Meselâ özünde materyalist ve sosyalist olan politik yapılanmalarda ateizm insanlara kabul edilmesi gereken bir yaşam biçimi olarak sunulmuştur. Burada da ateizmin ideolojilerden bağımsız olarak kendi başına anlaşılma zorluğu bulunmaktadır.

Ateizm temelde Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet gibi üç büyük ilâhî dinin Tanrı anlayışını kendine hedef olarak seçmektedir. Yorum farkları bir tarafa bırakılırsa, bu dinlere göre Tanrı, özünde ezelî ve ebedî olan, irade ve kişilik sahibi, aşkın bir varlıktır. Varlığı için hiçbir sebebe gereksinim duymayan bu varlık, maddî değildir ve görünen âlemin de ötesindedir. Nesneleri yoktan varkılmaya muktedir olan bu varlığın gücü de Tanrı olmak bakımından her şeyi yapmaya muktedirdir. Ayrıca yaratmış olduğu evreni ve içerisindeki varlıkları da şekillendirmekte, düzenlemekte ve işleyiş yasalarını belirlemektedir. Bir anlamda bu yasalar sayesinde onların varlıklarını devam ettirmelerine imkân tanımak-tadır.(3) Bu tanım çerçevesinde, Tanrı'nın varlığına inanan ve bu inancını da ifade eden kişiye mümin denmektedir. Böyle bir Tanrı kavramına inanmayan kişiye ise ateist denmektedir. Yani bir anlamda ateist, ilâhî dinlerin ifade ettiği biçimde, varlığının öncesi veya sonrası bulunmayan, aşkın olan, evreni yaratan ve yasalarını belirleyen, irade ve kişilik sahibi olan, her şeyi yapma, bilme ve görme kudretinde bulunan, insanların hayrını dileyen ve onlara hayatı bahşeden bir varlığa inanmayan kişidir. Diğer bir deyişle ateist hem düşünce seviyesinde hem de günlük yaşantısında söz konusu Tanrı’nın varlığını reddeden bununla birlikte peygamberi ve âhiret inançlarını da kabul etmeyen kişidir.

Dinler tarafından Tanrı'ya atfedilen nitelikler bazan çevreden çevreye değişebilmektedir. Özellikle yahudi ve hıristiyan düşünürlerin bir kısmı bu temel niteliklere sadık kalmakla birlikte, bazan kendi dışındakilerinin (müslümanlar) kabul edemeyeceği bir biçimde O’nu yorumlamaktadırlar. Meselâ yahudilerin Tanrı'yı sadece İsrâiloğulları’na ait millî bir Tanrı biçiminde görmelerine, hıristiyanların da Tanrı'yı bir yandan Baba (Father) olarak tasvir etmelerine diğer yandan onu oğul İsa biçiminde dünya'ya gelmiş olarak yorumlamalarına müslümanlar karşı çıkmışlardır.

Müslümanların söz konusu anlayışlara karşı çıkma gerekçeleri arasında her iki geleneğin özünden koptuğu, aslını değiştirdiği, akıl ve mantık dışına çıkıldığı gibi hususlar bulunmaktadır. Bir ateist her şeye rağmen bu dinlere ve Tanrı anlayışlarına açıkça karşı çıkmakta genelde de farklılıklarını düşünmeden her üçünü birden inkâr etmektedir.

Batı dünyasında ortaya çıkan felsefî ateizmin her ne kadar aşkın bir varlığa ya da yaratıcıya karşı tepki olarak ortaya çıktığı düşünülse de insanların inançsızlığa doğru sürüklenmesinde hıristiyanlığın kendine özgü yorumlarının ve kilise öğretilerinin de büyük rolü olmuştur. Nitekim İslâmiyet'in hıristiyanlıkla ilgili karşı çıktığı pek çok unsurun içerisinde bunlar bulunmaktadır. Ateistler açısından eleştiri konusu olan ve belki de dinden kopma sebebi olan bu inançların büyük bir kısmı müslümanlar tarafından da reddedilmiştir.

king nothing - avatarı
king nothing
Ziyaretçi
17 Eylül 2008       Mesaj #3
king nothing - avatarı
Ziyaretçi
Ateizm - Teizm
MsXLabs.org

Ateizm - Teizm

Çelişkili savlarıyla tanınmış filozof Friedrich Nietzsche (1844–1900) şöyle demiş: "Tanrı nerelere gitti? Bak, dinle; sana söyleyeyim: Biz onu öldürdük. Senle ben! Onun katili biziz... Tanrı ölüdür ve ölü kalacaktır." Ateizm tarihin çok öncelerine uzanır. Davut (İ.Ö.yaklaşık 1000) Mezmurlar'da şunu belirtir: "Akılsız kişi yüreğinde, 'Tanrı yoktur' dedi." Ardından, Davut bunun nedenine gider: "Bozuldular, iğrençlik işlediler; iyilik eden yok!" (Mezmur 14:1 7; 53:1 6).

Çeşitli görüşler, felsefeler, yorumlar, Tanrı inancını enikonu eleştirenler Tanrı denen bir varlık yoktur sonucuna varmanın ardından sorunun daha derinine hiç eğilmeden tüm savı noktalayıveriyor. İnsanın bozukluğu, kudurganlığı iyiye değil kötüye belirti.. Bunlar nereden kaynaklanıyor, insanlığın başına nasıl çorap örebiliyor, temeldeki düzensizlik hangi ana noktada odaklanıyor? Bu sıradan bir sürü düğüm noktası bilerek ya da bilmeyerek yanıtsız bırakılıyor. Üstelik, Tanrı diye biri yoktur diyen bazıları düpedüz tanrı kesiliyor, dağlardan yüksek sorunları kendi çözüm yöntemiyle çözebildiğini düşünüyor.

Önceki yüzyılın son elli yılında bazı genç filozoflar bu çağda artık Tanrı'ya yer ve gerek kalmadığını varsaydı. Ademoğlunun şaşırtıcı başarıları hızla akan zamanda beliriyor dendi: Teknoloji, atom, uzay, fizik, elektronik gereçler, bilgisayar, kitlesel iletişim ve bu sıradan bir sürü buluş insanın kesin egemenliğini kanıtlamakta. Evrim kuramının etkinliği akıllarda büsbütün oturmuştur.. Bu çağdaş düşünürlere göre kişinin Tanrı kanışı bilinçaltı, hatta bilinçdışı kuramlardan kaynaklanmakta.

Ateizmin Türkçesi tanrıtanımazlıktır. Çeşidi pek çoktur. Bunu esinleyen görüşler: Yeni Çağ felsefesi, Derin Düşünce Erişimi (TM), Panteizm (tümtanrıcılık), Fatalizm (kadercilik), Nihilizm (hiççilik), Var oluşçuluk,Darwincilik, Marksizm, bilimsel hümanizm, bilimsel doğacılık, Ampirizm (deneycilik) ve daha birkaçı.. Görüldüğü gibi madalyanın ters tarafında ayrı bir çeşit tanrı inancı oluşturma çabaları fokurdamakta. Âdemoğlu Tanrısız yaşayamıyor. Sizin bildiğiniz Tanrı yok ama şöylesi var diyerek derindeki ihtiyaca kendi icatlarını sunuyor.

Charles Darwin (1809–1882) kurulu düzende vahşet öğesine değinerek Tanrı'ya inancı dışladı. "Biyolojik varlıkların yok olmamak için savaş sürdürdüğü bir ortamda Tanrı kavramı düşünülemez" dedi. Karl Marx (1818–1883) Tanrı inancını acıları yatıştırmaya yarayan insan buluşu afyon diye nitelendirdi. "Bununla yaşama ölüme belirli bir anlam konularak sınıfların savaşını etkisiz kılma amacı kovalanıyor" dedi. Sigmud Freud (1856–1939), "Ana babanın çocuklar üzerinde bir tür avutma, uyutma yolu aramasının çocukça bir çabasıdır inanç konusu" dedi. Sav ardına sav uçuşuyor, her kafadan bir ses çıkıyor. Elbette, bütün bu düşüncelerin, bağlıları çok.

Çoktanrılığı, İmparator tapınışını temel zorunluluk kılan Roma düzeni Mesih bağlılarını ateizmle suçladı! Onlarsa bunu tek Tanrı'ya karşı günah sayarak kesinlikle kınadı, birçokları aslanlar çukuruna atıldı. Kutsal Söz'de ateizmin hem tanımı, hem de kökeni şu çözümleme diliyle sergilenir: "O'nun göze görünmeyen nitelikleri başlangıcı sonu olmayan gücü ve tanrılığı dünyanın yaratılmasından bu yana yapılan işlerden anlaşılmakta ve açık açık görülmektedir. Onun için hiç özürleri yoktur... Tanrı'yı bilme aşamasına gelmeyi onaylamadıklarından, Tanrı onları uygunsuz işler yapmaları için onaylanmayan düşünceye teslim etti. Onların varlığında her tür bozukluk, aşağılık, açgözlülük, kötülük doldu taştı. Çekememezlik, adam öldürücülük, kavgacılık, düzenbazlık, bayağılık onları tepeden tırnağa dek sardı. Dedikoducular, başkalarını çekiştirenler, onu bunu aşağı görenler, büyüklenenler, ana baba sözü dinlemeyenler, düşüncesizler, sözünde durmayanlar, sevgi nedir bilmeyenler, sevecenlikten yoksun kişiler" (Romalılar 1:20,28 31).

Tanrı'yı dışlamak çetin iş değil. Ama O'nu yok saymanın sonuçları değinilen kesimde belirtildiği gibi, tehlike göstergesidir. Tanrı yok diyerek O'nun yasalarını hiçe sayalım, böylece kargaşa dünyasına bir fol da biz yerleştirelim. Ateizmin nedenleri arasında bir sürü bozukdüzen din ve dinsellik uygulaması da sırıtmakta. Filozofların babası Sokrates şöyle diyor: "Dikkatle araştırılmayan yaşam yaşanmaya değmez!" Bu özdeyişi şu düzgüyle koşutlamak yanlış olmaz: "Dikkatle araştırılmayan inanç inanmaya değmez!" Maddesel, zamansal, dinsel kavram ötesindeki gerçeklere kafası kapalı durmak, temel konulara ilgisiz kalmaktır.

Öncesiz-sonsuz çağlar Tanrısı insan yorumlarıyla bilinemez, din uygulamalarıyla O'na erişilemez. O'nu herkese tanıtan, tanrısal doluluğun O'nda konut kurduğu biri geldi yeryüzüne: "Hiçbir vakit, hiç kimse Tanrı'yı görmedi. Ancak Baba'nın bağrında olan biricik Oğul O'nu bildirdi" (Yuhanna 1:18). Ve Mesih kesin yetkiyle vurguladı: "Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacaktır" (Yuhanna 8:32). Tanrı'yı bilmek özgürlüktür. Biçimsel-töresel çabalar ötesinde, elle tutulur sevgisi ilişkisinde diri Tanrı'yla tanışmanın gönenci bambaşkadır.

Teizm
Teizm ateizmin tersidir. Kendisini ateist nitelendirenin aklını kurcalayan bir sürü takıntı var. Düşünen kişinin sorunlara birer soru işareti çekmesi doğaldır. Soruların bir kesimi sağlıklıdır; kişiyi kanışlı bilgiye götürebilir, sağduyulu teizme iletebilir. Birkaçına değinmek bu çetin konuya ışık saçabilir: Tanrı olsa ne olur, olmasa ne olur? Bu hiçbir şeyi değiştirebilir mi? Tanrı varsa şu dünyanın, doğanın, insanlığın haline baksın da yarattığı allak bullak ortama sıkılsın! Tanrı'nın varlığını nereden bilebilirim? Tanrı inancı körü körüne bir atılım değil mi? Aklın, mantığın çaresizliğini kim özler? Aklın kabul edemediği şeye YOK denir. Kendimi çok zorluyorum, ama inanamıyorum. Var dersem kendimi kandırmış sayılmaz mıyım? Çevrem Tanrı’ya inananlarla dolu. İnanıyorlar da ne değişiyor sanki? Onlar benden iyi mi? Allah-ü-ekber bağırışlarıyla adam öldürenlere ne denecek? Allah adı birçokların ağzında bir silah değil mi? Tanrıcı’ya göre O iyiyi onaylıyor, kötüyü de yargılıyor. Oysa neyin iyi, neyin kötü olduğunu kim söyleyebilir? Hangi inancın ölçüsüyle ölçülebilir bunlar?

Bu tür soruların ardı arkası kesilmez. Tümünü yanıtlamak, çok uzun çaba. Hiç kuşkusuz ardından yenileri belirecek. Soruların bazısı iyi düşünülmüş; hem de haklı. Ne var ki, bunlar konunun can damarına basmıyor; çünkü kusurlu, kişisel uslamlamalı, zamana mekâna kısıtlı, ölümlü yaratık aklından kaynaklanıyor. Ateizmi esinleyen sorunların birkaçına eğilebiliriz: Bu kanışı taşıyan ya da yayan belki küskünlük duygusuyla bocalıyor. Beyin jimnastiği yapıyor. Canını sıkan kalıplaşmış Tanrı pek iyiciliğine rest çekiyor, çevresindeki acı ıstırap onu sarsıyor, vb.

Ateistim diyene doğrultulacak sorular da var: YOKTUR dediğiniz Tanrı düşüncenizde nasıl biridir? Bir kuram ya da savlama ürünü mü? Kişiliği olmayan, ne olduğu belirsiz bir din önderi mi? Ademoğullarına keyfi şeriat kuralları veren mi? Milliyetçilik duygularını okşayan, düşmanına düşman kesilen yanlı bir varlık mı? İnsanlara kitap gönderen bir üstat mı? Varlıklının yanında yer alan maddeci bir sermayeci mi? Zayıfın savunmasızın ezilmesini onaylayan mı? Öncekiler gibi bunlar da uzayabilir. Şaşırtıcı çelişkiler zinciri durmadan karşımızda sırıtıyor: Kısıtlı kısıtsızı nasıl anlayabilir? Zamana mekâna sınırlı sınırsız olanı nasıl bilebilir? Yaratılan Yaratan’ı nasıl çekiştirebilir? (bkz. Eyub 38:4).

Tüm arayışa karşın dinler kesin bir bilgi sağlayamıyor. Kimisi Tanrı'yı kişilikten yoksun, niteliği bilinmeyen kaderci, çok yüksek bir varlık olarak tanıtıyor; kimisi binlerce yersel tanrıda belirdiğini söylüyor; kimisi en sonunda bütün ruhları içine çeken evrensel ruh olduğunu varsayıyor. Kimisi çok ırakta kabuğuna çekilmiş salt kendini düşünen, hükmünde haksız yaşlı birini tasarlıyor..


Bütün din kurucularından apayrı özellikle, güçle, yaşam vermekle insanlığa gelen İsa Mesih şöyle tanıtılır: "Her şeyin başlangıcından önce Tanrısal Söz vardı. Tanrısal Söz Tanrı'yla birlikteydi ve Tanrı neyse Tanrısal Söz O'ydu. Başlangıçta Tanrı'yla birlikteydi... Tanrısal Söz beden oldu aramızda yaşadı. O'nun yüceliğini Baba'dan gelen biricik Oğul'un yüceliği niteliğinde gördük" (Yuhanna 1:1,2,14). Mesih, "Ya Rab, Baba'yı bize göster" diyen bir öğrencisini şöyle yanıtladı: "Beni görmüş olan Baba'yı görmüştür... Ben Baba'dayım, Baba da bendedir... Ben ve Baba biriz" (Yuhanna 14:9,10; 10:30). O, insan bedeni kuşanan tek Tanrı'dır; Tanrı'nın öncesiz-sonsuz biricik Oğlu.. "Oğul'u Baba'dan başka kimse bilmez. Baba'yı da Oğul'dan başkası bilmez. Bir de Oğul'un kendisine Baba'yı açıklamak istediği kişi Baba'yı bilir" (Matta 11:27).

Tanrı kimdir? "Tanrı sevgidir" (I Yuhanna 4:8,16). Bunun kanıtı, Mesih’in biz insanların öz niteliğiyle dünyamıza gelip acılarımızı, ıstıraplarımızı, günahımızı, yargımızı kendi üzerine yüklenerek yerimize ölmesidir. Aynı kesimde şu düşündürücü söz vurgulanır: "Sevgi Tanrı’dandır ve seven kişi Tanrı’dan doğmuştur, Tanrı’yı bilendir" (7). Sevgi insan başarısı değildir. Kaynağı sevgi olan Tanrı’dandır, O’nun armağanıdır. Tanrı en kötü günahlıyı sever, kayrasıyla onu arıtır. O kişi yeniden doğar, Mesih’in buyruğunu sayar: "Sen de git, düşmanını sev!" Tanrı’yı bilmenin sonuçları doğaötesidir.

Günahsız olan günahlılar için öldü. Evrensel Yargıç yargılanarak öldü. Ölümsüz, ölümlüler yerine öldü. Seven, herkesin kinini üzerine topladı; sevgi nedir bilmeyenlerin elinde kanını akıttı. Ama mezarda kalamazdı. Ölümü ne kaza, ne tecelli, ne de suikast idi. Üçüncü gün diriliş bedeniyle, tanrısal görkemle, apaçık yengiyle dirildi. Kırk gün sonra öğrencilerinin gözü önünde, oradan geldiği yücelere ayrıldı, inanlılarına Kutsal Ruhu'nu gönderdi. Askeri, siyasal, ümmetçi bağlılıklar ötesinde bulunan inanlılar topluluğunu oluşturdu. Bu yüzden Tanrı'yı kanıtlı güvenlik-le tanımak tek yolladır: "Tanrı Oğlu'nun geldiğini ve Gerçek Olan'ı bilmemiz için bize anlayış verdiğini biliyoruz. Biz Gerçek Olan'ın bağlılığındayız: O'nun Oğlu İsa Mesih bağlılığında. Bu, gerçek Tanrı'dır ve sonsuz yaşamdır" (I Yuhanna 5:20). Mesih çağırıyor: "Ey bütün yorulanlar ve ağır yük altında yıprananlar! Bana gelin. Sizleri dinlendiririm" (Matta 11:28).
Son düzenleyen ahmetseydi; 13 Haziran 2013 18:30 Sebep: Sayfa Düzeni
king nothing - avatarı
king nothing
Ziyaretçi
17 Eylül 2008       Mesaj #4
king nothing - avatarı
Ziyaretçi
Sımdı beyan ve alıntılar haırıcınde benım bu konudakı dusuncelerımı aktarmak ıstıyorum.
ateızm,tanrı tanımaz bunun acılımı bence sorunlu genclıgın yada hayatta kendını bır ıse yaramadıgını dusunen herkezın gulluk gulustanlık yasarken butun akslııklerın yada ugursuzlukların kendınde goruldugune ınanılarak bunu tanrıya hedef noktası oalrak gormesıdır ateızm bence.cunku bır seyde basarısız olursun tanrıyı suclarsın ve ısyan eder baskaldırırsın cunku boylesı daha cok kolaya kacar hatanı gormek yerıne bır seylere saldırması daha kolay olur genclıkte cunku oye her seyden bıkmıs hayatın bos olduguna ınan ıste ne bılım
gormedıgım seye neden ınanayım denen mantık bunlarda ateızmı guclendıren noktalardan bazaılarıdır.Ama sunu unutmayalım dunyada gorunenden ote gorunmeyen seylerde vardır
buna ınsan aklı yetmez ınsan aklı sapkınlarla ınancsızlıkları daha gercekcı goruyor ve tatmın oldugunu sanıyor.Nasıl bır resım kendı kendını cızımıyor bır sanatcının elınden gecıyorsa
bu dunya potresınınde bır ressamı vardır cunku hıc bır sey yaratılmada nvar olmaz
ama bunu bazı ınasanlar dusunemıyor ve boyle sapkınlıklar pesıne dusuyor ınsan akıllı aslında ama dedıgım gıbı bır seylerı n hatalarını yada ıcındekı ısyan duygularını bastıramamları boyle seylere saplandırıyor ben buna ne akıl ne sır erderebılıyorum ama
kendı gorusumu beyen edıyorum sadece renkler ve zevkler tartısılmaz her kezın fıkrıne saygı duyarım ama kendı fıkrımıde soylerım.
ozgurbeyin - avatarı
ozgurbeyin
Ziyaretçi
3 Şubat 2010       Mesaj #5
ozgurbeyin - avatarı
Ziyaretçi
ateizm hakkında fikir bildirenler genellikle dinler ve tarihinide iyi bilmeleri gerekir.
basitgenel görüşler çok basit ve hödüktür.
80 öncesi komunizmin K sını bilmeyen kesimler insandaki tüm olumsuz öğeleri köylü ve cahilşehirli komunistlere ve komunizme yüklemişlerdi.
onlara göre komunistte ahlak falan hiçbir şey yokru onlardan herşey beklenebilirdi.
bugün aynı yakıştırmayı teistler ateistlere yapmaktadır.
halbuki bir ateist ortalama vatandaştan daha iyi eğitimlidir entellektüel boyutu vardır.
ve evrensel kurallara sagılı ve duyarlıdır.
dinler çok çeşitli ve bakış açıları çok farklı ve çok değişiktir
hangisinin amentüsü doğrudur hangisi kurtuluşa (dolayısıyla cennete) götürücektir
bu her inanç için kendisi doğrudur bunun aksi söylenebilirmi?
bugün saidi nursi kuranı tahrif ediyor ama saygın bir evliya muamelsi görüyor bu nasıldindir ve doğrudur
dünyada islamın 272 farkıl fraksiyonu var bunların hepsi başka telden çalıyor .ve farklı bir islam (vya din anlatıyor) kim doğru kim yalan?belli değil ama ateizmin böyle bir açmazı yok açmaz sadece herhangi bir dinin saliklerine göre.
ayrıca ateist ya varsa kurnazlığına düşüp ben yinede inanayım varsa ne kaybederimki
bu dürüstlükmü?
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
29 Mayıs 2011       Mesaj #6
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

AteizmTanrı tanımayanların yolu; dünyayı dünyaya dayanarak açıklayan, dolayısıyla bir Tanrı inancı kabul etmeyen dünya görüşlerine verilen genel ad,

Tanrıtanımazlık, Tanrısızlık. Ateizmin geçmişi, Antik Çağ'a dek uzanır. Bu çağın önemli maddeci düşünürlerinden Thales, Anaksimandros, Heraklitos, Demokritos ve Epikuros'un yazılarında ateist ögelere rastlanır. Evrenin hiçbir tanrı tarafından yaratılmadığını vurgulayan antik ateizm, bir ölçüde kurgusaldır. 17. yüzyıl ateizmiyse siyasaldır. Bu yüzyılda, ateizm, dinin toplumsal yapısını ve sınıfsal rolünü ortaya koydu. Diderot, Baron d'Holbach, La Matterie gibi düşünürler, siyasal alanda ateizmin öncüleri oldular. 19. ve 20. yüzyıllarda ateizm, Marksçılık'ta bilimsel olarak dile getirildi. Feuerbach, Marx ve Engels ve tüm diyalektik maddeci yazarlar, insanın dini yadsımak yoluyla kendini tanımlamak zorunda olmadığını, toplumculukta insanın bizzat kendisinin bilinçli olduğunu söylerler.

MsXLabs & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Ağustos 2011       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Allah’ın (c.c.) varlığı ve yokluğu konusu, içerisinde bulunduğumuz çağda ortaya çıkmış yeni bir tartışmadır. İnsanlık daha önceki çağlarda Allah’ın (c.c.) varlığı konusunda hiç bir kuşkuya kapılmamıştır.



İnsan Allah’ın (c.c.) varlığı konusunda nasıl herhangi bir kuşkuya düşebilir ki?.. Bunu aklı başında olan bir insanın anlaması gerçekten çok zordur. Nedense bu konuda başkalarının da benden farklı düşüneceklerini sanmıyorum. Çünkü öncelikle insanın kendi varlığı; vücudu, her bir organı mükemmel bir yaratıcıyı gerekli kılmaktadır.



Farz edelim ki, bir gün insanlar çeşitli gezegenlere de yolculuk yapmaya başladılar. Tıpkı bir şehre gider gibi uzayın çeşitli gezegenlerine toplu geziler düzenlemektedirler. İşte böyle bir gezinti sırasında yeni keşfedilen bir gezegende bir insan heykeline rastlanır. Bu heykelin bütün dış organları tıpkı canlı bir insanınki gibidir. Ama tüm aramalara ve araştırmalara rağmen bu gezegende o heykeli yapacak canlı bir varlığa tesadüf edilmez. Bu durumda buna tanık olan insanlar, heykelin varlığı ve yaratıcısı konusunda ne düşüneceklerdir? İçlerinden bir filozof kalkıp da ilgili heykelin oluşumunu gezegendeki ısı değişimi, rüzgar, akar su gibi doğa güçlerinin bir kaya bloğunu biçimlendirmesiyle izah etmeye kalkarsa yada tek bir atomun diğer atom ve elementlerle türlü koşullarda ve çeşitli uygun tesadüflerin birleşmesiyle ve kaynaşmasıyla meydana geldiğini iddia ederse buna elbette herkes gülecektir. Bir doğa gücü olan ısı değişimi, rüzgar ve akar su gibi öğeler gerçi kaya bloğunu parçalayabilirler. Çeşitli biçimlere sokabilirler. Kum ve toprağa da dönüştürebilirler. Ama bu doğa güçleri, ona bir insan heykeli görünümü veremez. Bunun gibi tek bir atomun diğer atom ve elementlerle tesadüfen birleşmesi ve kaynaşması ile böyle güzel bir sanat eserinin meydana gelebileceğine de kimse ihtimal vermez. Herkes bilir ki, bunu ancak hayal kuran, tasarlayan, ölçüp biçebilen, bu konuda eğitim almış, eli maharetli bir heykeltıraş yapabilir. Gerçek budur. İlgili heykelin kendiliğinden meydana geldiğini düşünmek büyük bir saflıktır, aldanıştır. Basit bir heykel için durum böyle iken içerisinde yaşadığımız dünyada en mükemmel tarzda yaratılmış, vücudu, organları yaşam için en ideal tarzda biçimlendirilmiş bir insanın varlığını ve yaratılışını nasıl tek hücreli bir canlıyla ve onun doğa güçleri ve tesadüfler ile evrimleşmesiyle izah edebiliriz? Kaya bloğundan yapılmış basit bir heykel parçasına bile bir heykeltıraş aranırken capcanlı; ruh, nefis ve irade sahibi bir insan için bir yaratıcı düşünülmemesi ondan daha büyük bir saflık, aldanışlık olmaz mı?



Bu gerçekliğe karşın bir kısım insanlar, düşünürler çağımızda Ateizm’i bir inanç biçimi olarak görmekteler. Ben nedense hiçbir Ateist’in mutlak anlamda yaşamının tüm anlarında Ateizm’i savunmasını olanaksız görmekteyim. Bir Ateist arkadaşlarına Allah’ın (c.c.) olmadığını iddia edebilir, bu konuda onlarla tartışabilir de. Yalnız başı derde girdiğinde veya kötü anlarında ilk anımsayacağı Allah (Celle Celâluhu) olur; kalbinde O’ndan yardım umar. İnternette rastladığım şu kısa öykü bu durumu çok güzel bir şekilde örneklemesi bakımdan ilginçtir:



“Henüz yirmi yaşında bile değildim. Haruniye'nin meşhur kaplıcasına gidiyordum. O zamanlar, her şoför, bu dağlık arazinin kıvrım kıvrım yollarına girmeye cesaret edemiyordu. Biz bir kamyonet bulduk ve birkaç aile yataklarımızı ve diğer eşyalarımızı yerleştirip üzerlerine kurulduk. Bir süre sonra yeşilin her tonunun muhteşem bir güzellikle sergilendiği dağ yollarındaydık. Ağustos böceklerinin monoton nağmelerini dinleyerek pırıl pırıl, capcanlı çamların arasında arkamızda bir toz bulutu bırakarak ağır ağır tırmanıyorduk. Allah'tan ki karşımızdan başka araba gelmiyordu. Çünkü yolun bazı yerleri iki arabanın sığamayacağı kadar dardı. Hatta bazı virajlarda, kamyonet tekerinden fırlayan taşlar, atlaya zıplaya derenin dibini buluyordu. Nihayet zorlana zorlana uzun yokuşu bitirmiş olan arabamız, düze çıkmıştı. Biraz sonra da iniş başlayacaktı. Ben çok sevdiğim bu manzaranın ve dolayısıyla da yolculuğumuzun hiç bitmemesini istiyor, temiz dağ serinliğini doyasıya ciğerlerime çekiyordum. Bu arada gözüme enteresan bir şey ilişti. Hayret içindeydim, bir daha baktım, bir daha, bir daha ve şöyle haykırmaktan kendimi alamadım:

- Aman Allah’ım, çama bakınız! Sipsivri bir kayanın tepesinde kök salmış, bir avuç toprak bile yok!

Ben böyle sesli düşünürken, karşımda oturan yaşlıca adam, biraz da benim hayretime kızgın olarak sordu:

- Ne var bunda? Çoktur buralarda böyle ağaçlar...

- Ne var olur mu? Şu Allah'ın kudretine bakınız! Koskocaman bir kayanın zirvesinde pırıl pırıl ve bakımlı bir güzelim çam ağacını yaratmış...

-Hadi canım sende! Bunun Allah'la ve O'nun kudretiyle ne ilişkisi var?

- Peki ama, nasıl olur başka türlü? Kim o çamı o en olmayacak yerde bitirmiş olabilir?

- Hiç kimse evlat... Niçin illa da biri yaratmış olsun yani? Bunlar hep geri ve ilkel düşüncelerdir.

- Ama Allah, o çamı orada yaratıp yetiştirmediyse, kim yaptı bu işi?

-Mesela şöyle düşün: Bir kuş, ağzında bir çam tohumu ile uçarken, tam bu kayanın üzerine gelince, ağzından düşürmüştür. Düşen tohum da kayanın bir kırık tarafına takılıp kalır ve oradaki toprağa kök salar. Sonra da kayanın altına giren kökleriyle böyle gelişip serpilir.

- Olay sizin dediğiniz gibiyse bile, bütün bunları yapıp yaratan yok mu?

- Yok tabii... Yaratıcı diye bir şeye inanmak, bu devirde çok ayıptır.

- Yaşınız başınızla bunu nasıl söylersiniz? Ben size bu konuda birçok misal söyleyebilirim.

Bu şekilde devam eden konuşmamız hemen münakaşaya döndü ve tabii seslerimiz de yükseldi. Adam bağırdıkça ben de sesimi yükseltiyordum. Bizi sessiz dinleyen diğer yolcular da zaman zaman münakaşaya katılıyorlardı. Fakat halinden okumuş bir kimse olduğu sezilen bu yaşlıca adamdan başka hiç kimse, Allah'ı inkar etmiyordu. Ama bir an önce de münakaşayı bitirmemizi ve susmamızı istiyorlardı. Bu sırada araba yavaş yavaş hızlanmaya başladı. Derken belki yüz metre aşağılarda ip gibi uzayıp giden Ceyhan nehrine kadar tekerleklerden fırlayıp giden taşlar, bizi şaşkına çevirdi. Bir an sessizlikle herkes birbirine bakışırken, şoför başını uzatıp:

-Fren patladı! dedi.

Sağ yanımız yokuş aşağı çamlarla kaplı bir bayırdı. Bu yokuşun sonunda Ceyhan nehrinin kayalara çarptıkça köpüklenen suları görünüyordu. Sol taraf ise, yalçın kayalıklarla kaplı bir yamaçtı. Birkaç saniyelik şaşkınlık geçer geçmez, herkes çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Kimisi şehadet getiriyor, kimisi besmele çekiyor, kimisi de "Allah" diye bağırıyor, kendince dualar edip yalvarıyordu. Allah'a inanmadığını söyleyen yaşlı zat da, adeta kendinden geçmiş:

-Allah’ım!.. deyip duruyordu.

Ama bu durum, fazla sürmedi. Çünkü, bizim bütün şaşkınlığımız ve hayretimiz arasında araba yavaşlamaya başladı ve biraz sonra kenara yanaşıp durdu. Durur durmaz da her kafadan bir ses yükselmeye başladı:

- Yahu bu ne biçim iş?

- Hani fren patlamıştı?

- Ödümüz patladı!

- Şaka mıydı yoksa?..

Şoför yerinden çıkıp yanımıza yaklaştı ve benim biraz önce münakaşa ettiğim yaşlıca adama dönerek dedi ki:

-E, sen utanmıyor musun, Allah yoktur demeye? Biraz önce yoktur dedin, sonra da fren patladı sanınca, herkesten fazla “Allah!..” diye bağırdın. Yoksa, niçin O'nu yardımına çağırıyorsun?

Sonra da bize dönerek:

-Kusura bakmayın, fren miren patlamadı. Ben münakaşanızı duyunca, şu adama bir ders vermek istedim, diyerek tekrar direksiyona geçti.

Araba yürüdüğünde sadece Ağustos böceklerinin sesleri vardı. Herkes susmuş; yaşlıca adam ise, yüzü kıpkırmızı, düşüncelere dalmıştı... Kaplıcaya gelip de eşyalarımızı indirdiğimiz zaman bana yaklaşarak:

-Oğlum, senden özür dilerim; bunca yıldır inanmadığımı sandığım Allah'a meğer ben inanıyormuşum da haberim yokmuş... Bunu öğrenmeme sebep oldun. Şoför efendi, sana da çok teşekkür ederim, bana inancımın farkına varacak imkanı sağladın, dedi.”



İnsanın Allah’ın (c.c.) varlığını inkar edememesinin nedeni manevi yapısından kaynaklanır. Nefis yaratılışında toprakla ilişkili olduğu ve toprak da yoktan yaratıldığı için Allah’ın (c.c.) varlığını inkar edebilir. Çünkü nefis küfür üzere bulunur. Nefsin hidayete ulaşması, kolay kolay gerçekleşmez. Allah’ı (c.c.) el-Hakîm güzel ismi ile tanıyıp kabul etmesi ile gerçekleşir. Bu durum da nefsi uzman bir insanın (insan-ı kamil) kontrolünde uzun bir eğitim ve ıslah sürecinden geçirmekle mümkün olur. Nefis genellikle kendi dışında başka bir ilaha boyun eğmek istemez. Allah’a (c.c.) kul olmaktansa pek çok ilaha kul olmayı yeğler. Ama insan sadece nefisten meydana gelmemektedir. İnsanın Allah’tan (c.c.) bir ilahi soluk olan ruh yönü de bulunmaktadır. Ruhun Allah’ı (c.c.) inkar etmesine olanak yoktur. Onun için bir Ateist her ne kadar diliyle, Allah (c.c.) yoktur, diye iddiada bulunsa da içinden bir şeyler de bu sözüne karşı çıkacak ve ona katılmayacaktır. İşte cılız da olsa böyle bir itiraz sesi ruha aittir. Her insanın ruhunda Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliğine dair bir hatıranın saklandığı Kuran-ı Kerim’de işlenmektedir. Gerçi hiç kimse geçmişinde, yani Allah (c.c.) katında yaratılmadan önce bir ruh iken böyle bir sahne yaşadığını anımsamamaktadır. Ama demek ki bu anlatılan şey bizim ruhumuzda bilinçdışı olarak veya kromozomlardaki bilgiler cinsinden kaydedilmiştir. Belki de Ateist’in Allah’ı (c.c.) inkar ettiğinde içinde ona itiraz eden cılız ses de bundan kaynaklanmaktadır: “Rabb’inin Adem oğullarından söz aldığını da düşünün: Rabb’in onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onların Kendi hakkındaki şahitliklerini isteyerek ‘Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?’ buyurunca onlar da ‘Elbette!’ diye kabul etmişlerdi. Kıyamet günü ‘Bizim bundan haberimiz yoktu.’ veya ‘Ne yapalım, daha önce babalarımız Allah’a şirk koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir nesil idik, şimdi o batılı başlatanlar nedeniyle bizi imha mı edeceksin?’ gibi bahaneler ileri sürmeyesiniz diye Allah bu sözü sizden aldı (A’raf suresi, ayet 172-173).”



Çağımızda Ateizm’in ilahi dinler açısından büyük bir tehlike oluşturduğunu sanmıyorum. Çünkü böyle bilim ve mantık dışı bir düşünceye çok az kişi inanıyor, üstelik onların da bu inançlarında içten olmadıklarını düşünüyorum. Benim önemli gördüğüm sorun, Müslümanların büyük bir kısmının Allah’a (c.c.) iman etmekle, özellikle O’nu yaratıcı olarak kabul etmekle dinsel sorumluluklardan kurtulduklarını düşünmeleridir. Allah’ın (c.c.) yasaklarına ve ibadetlere gereken önemi vermemeleridir. Yani Allah’a (c.c.) Teist veya Deist türü bir inançla iman etmeyi yeterli görmeleridir.



Kuşkusuz farz ibadetler dışındakiler (yani nafileler) gizli yapılır. Bunlar adeta kişi ile Allah (c.c.) arasında bir sırdır. Ama farz ibadetleri yapmamak Allah’ın (c.c.) emrine karşı gelmek olduğundan büyük günahlardandır. Bunlar da genellikle toplu halde ve topluluk içinde icra edilirler. Bu son derece açık ve tartışmasız dini bir bilgidir ve bunu herkes de bilmektedir. Hadis-i şeriflerde cemaatle kılınan namazın bireysel olarak kılınanına göre 25 (bir diğer rivayette 27) derece daha faziletli olduğu belirtilir. Ayrıca pek çok hadisi-i şerif cemaate devam etmeyi ısrarla emreder. Durum bu olmasına rağmen çoğu camilere vakit namazı için devam edenler, mahallelerindeki yetişkin erkek nüfusuna göre yüzde bir bile değildir. Müslümanların önemli bir kısmının nefislerine ve şeytana uyarak, ayrıca Allah’ın (c.c.) bütün günahları affetmesi ihtimaline güvenerek bile bile ibadetleri yapmamakla ve yasakları çiğnemekle O’nun emirlerine karşı gelmesi, pek doğru bir şey ve onaylanacak bir davranış olarak görünmemektedir. Böyle bir tavır ve yaşam biçimi insanda dolaylı bir biçimde de olsa Allah’ın (c.c.) pek çok sıfatını ve güzel ismini yadsımak anlamına geldiği izlenimi uyandırmaktadır. Ama ben iyi niyetimle yine de bunu bir gaflet durumu ile açıklıyorum. Ateistlerin “Allah (c.c.) yoktur.” biçimindeki sözlerinden ziyade Müslümanların ibadetlere gereken önemi vermemeleri ve açıkça haramları işlemeleri daha düşündürücü ve kaygı vericidir.



Zihinde oluşan salt yaratıcı Allah (c.c.) kavramı ile kimse Allah’ın (c.c.) kutsal kitaplarında önemle belirttiği (kabir azabı, cehennem gibi) kötü akıbetlerden kurtulamaz. Allah’a (c.c.) inanmak öncelikle bütün günahlara tövbe etmekle ve ibadet hayatıyla kendisini belli eder. Kimin ibadet hayatı zenginse o diğer Müslümanlara göre Allah’a (c.c.) daha çok yakındır. Onun Allah (c.c.) inancı daha güçlüdür. Özellikle namaz kılmak bunun en açık belirtisidir. Çünkü peygamberimiz (s.a.s) bir hadis-i şerifinde buyurduğu üzere “Namaz dinin direğidir.” Eskiden çadırlar ve evler direklerle kurulurdu. Direk olmadan bir yapının ayakta duramayacağı düşünülürdü. Buna göre peygamberimiz (s.a.s) din binasının da ancak namazla kurulmakta ve ayakta durmakta oluşuna dikkatlerimizi çekmiştir.



Lise yıllarında iken Allah’ın (c.c.) varlığını inkar eden bir arkadaşım vardı. Kendisi artık başına bir bela geldiğinde ve kötü anlarında da Allah’tan (c.c.) yardım istemediğini söylüyordu. Bir Ateist ile ilk olarak o zaman karşılaşmıştım. Bu benim için korkunç bir düşünce idi. Çünkü dindar bir aileden geliyordum. Aramızdaki arkadaşlık ve komşuluk ilişkisinden nedense onun bu tavrının içerisinde bulunduğu psikolojik koşullardan kaynaklandığını seziyordum.



Anne-babasıyla ilişkisinin ne kadar sorunlu olduğuna bütün mahalle arkadaşlarım gibi ben de her gün tanık oluyordum. Bilimsel ve mantıksal bir bakış açısı ve tavır; yukarıda başka bir gezegene yolculuk örneğinde sunduğum gibi, öncelikle insanın kendi varlığı, vücudu, her bir organı mükemmel bir yaratıcıyı gerekli kılmaktadır. Arkadaşım işte böyle ortada olan bir gerçekle her gün mücadele ediyordu. Kuşkusuz bunun için büyük bir enerji harcıyordu. Oysa insan doğası tembeldir. Öyle gereksiz yere, boşu boşuna enerji harcamaz. Ortada bir mücadele, bilimle ve mantıkla bir çatışma varsa, demek ki bir şeye karşı bir psikolojik savunma mekanizması kurulmuştur. Bu yüzden Allah’ı (c.c.) inkar etmek bir bilimsel ve mantıksal tavır değildir, psikolojik bir savunma mekanizmasıdır. Arkadaşım Allah’ın (c.c.) varlığını inkar etmekle ve O’ndan bir yardım ummamakla doğasıyla çatışıyordu. Bu gayet açıktı. Kimsenin de durduk yerde enerjisini böyle boşu boşuna harcayamayacağına göre onun bu yolla gerçekleştirdiği bazı psikolojik doyumları vardı. Sorun bunları tespit etmekteydi.



Tabii o zamanlar psikoloji ve psikanaliz üzerine bugünkü kadar bilgi sahibi değildim. Ama olayları bugün sahip olduğum psikoloji ve psikanaliz bilgi ve deneyimlerin gözlüğü ile değerlendirecek o zamana ait epey belge hafızamda bulunmaktadır.



Öncelikle, bu görüşlerini sınıf ortamında ve arkadaşları çevresinde söyleyerek bizden daha çok özgür ve bağımsız olduğunu ifade ediyordu. Bizden üstün oluğunu dolaylı bir biçimde vurgulamış oluyordu. Arkadaşım böyle bir tavırla bize adeta “Ağzı süt kokan çocuklar!” diyerek hakaret ediyor, üstünlük duygusuna doyum sağlıyordu. Bu vurgu ile karşı cins karşısında bir hayranlık uyandırmayı amaçladığını düşünmememiz için ortada bir neden yoktur. Bu da ona büyük bir psikolojik doyum sağlıyor olsa gerekti. Öyle yakışıklı; güçlü, kuvvetli birisi olmadığı gibi zengin bir ailenin çocuğu da değildi. İçerisinde bulunduğu bu koşullarla karşı cinsin ilgisini çekemezdi. Aksine bunlar karşı cins için itici şeylerdi. Her genç kız haklı olarak yakışıklı; güçlü ve zengin bir erkek arkadaşın hayalini kurar.



Sonra, arkadaşım Ateist olduğunu söyleyerek o yaşlardaki her genç gibi ebeveynlerden farklı bir kişilikte, özellikle özgür ve bağımsız bir durumda olduğunu ifade ederek üstünlük duygusuna başka bir açıdan da doyum sağlıyordu. Aslında arkadaşım her gençte olan ebeveynle, toplumla ve onların değerleriyle çatışma içerisindeydi. Onun anne ve babasıyla ilişkisinin kötü olduğunu belirtmiştim. Kuşkusuz her gencin o oranda ve yoğunlukta olmasa da böyle bir çatışmayı yaşamasını bekleriz. Bu gayet doğal bir durumdur. İnsan gelişmesinde bir psikolojik evredir. Ama o, bu çatışmayı dinsel alana da taşıyordu, Allah’ın (c.c.) varlığını inkar ediyordu, O’ndan herhangi bir yardım ummak istemiyordu.



Daha sonra başka Ateistleri de tanıma imkanım oldu. Nedense Ateistler hakkındaki yargım hiç değişmedi. Bu sefer bu yaşı ilerlemiş Ateistlerin çatışma alanları toplumsal gerçekler ile Allah’ın (c.c.) emir ve yasakları idi. Kimisi yaşamda umduğu zenginlik ve refaha kavuşamadığı için varlıklı insanların malına ve paralarına ortak olmanın tek yolunun Allah’ı (c.c.) inkar etmek olduğunu düşünüyordu. Kimisi Allah’ın (c.c.) emirlerini yapmamanın ve yasaklarından kaçınmamanın verdiği ruhsal sıkıntıyı üzerinden atmak için Allah’ın (c.c.) varlığını yok sayıyordu.



Ateizm olgusu A. Adler’in Bireysel Psikoloji ekolüyle daha iyi incelenebilir kanısındayım. Bilindiği üzere A. Adler bireyin hayat içerisindeki tüm faaliyetlerini ve çatışmalarını aşağılık kompleksinin seçilen bir hayat tarzıyla üstünlük kompleksi biçiminde telafi edilmesiyle izah eder. Gerçekten bu yaşa değin gözlemlerimden artık o kadar net bir biçimde kavradım ki, Ateizm’in dayandığı psikolojik mekanizmanın temelinde üstünlük kompleksinin olduğunda hiç kuşkum kalmadı. İlgili kişiler yaşamlarında aşağılık kompleksi duydukları çeşitli olayları, olguları düşünmemek, daha doğrusu dikkati bunların üzerinden çekmek amacıyla Ateist olurlar. Psikolojik amaçları toplumun, bireylerin kendisini ezebilecekleri bazı zaafları ve kusurları gözlerden saklı tutmaktır. Dikkatleri Ateizm gibi soyut bir kavramda toplayarak ne kadar değişik, renkli, zeki, kültürlü ve entellektüel birileri olduklarına vurgu yapmak isterler. Lise arkadaşımın tek derdi de buydu. Ateist olduğunu söyleyerek dolaylı bir yolla genç kızlara kur yapıyordu, ayrıca biz arkadaşlarına da hakaret ederek üstünlük duygusuna doyum bulmaya çalışıyordu. Daha sonra tanıdığım Ateistler de başkalarına karşı, o lise öğrencisi gibi toy ve acemi olmasa da, aynı anlama gelen farklı bir tavır ve tutum takınmışlardı.



İnanç, gerek bireyin gerekse toplumun en önem verdiği, dokunulmaz ve saygın bir alandır. Bir Ateist bu konuda toplumun genelinden farklı olmakla sıradan insanların hayalinde bile göremediği bir entellektüel düzeye ulaştığını sanır. Ona göre diğer insanlar anne-babalarından devraldıkları inancı sorgulayacak cesarete ve düşünsel düzeye sahip değillerdir. Güya insan Ateizm ile kendi varoluşunu kendisi gerçekleştirmiş olur. Bu da Nietszche’nin tabiri ile “üst insan”ın kimlik özelliğidir. Halbuki bir insan anne-babasından devraldığı Müslümanlık dinini sorgulayarak onlardan daha dindar bir çizgi belirleyebilir. Varoluşunu gerçekleştirmesi adına daha doğal ve anlamlı bir çizgiyi sürdürebilir. Nedense anne-babaya, dine, toplumsal değerlere karşı çıkmak, aykırı düşmek daha dikkati çektiği ve nefsi okşadığı için insanlar bu tür yollara kayabilmekte, bunların etkisi altına girebilmektedirler. Oysa bir insanın İslam dini ile barışık olması onu kendisinin ve evrenin yaratılış amacına götürecek, sadece kendi varoluşunu değil her şeyin varlık amacını kucaklayan bir bütünlüğe ve evrenselliğe ulaştıracaktır.



Kuşkusuz çağımızın pek çok sanat dallarına ve düşünsel eserlerine sinmiş olan Varoluşçuluk (Egzistansiyalizm) felsefe akımının da Ateizm’in yaygınlaşmasında payı çok büyüktür. İlgili felsefe ekolünde dindar filozoflar da bulunmakla birlikte Ateizm’i bir yeni inanç sistemi olarak sunan ve bunun havarisi kesilenler daha çoğunluktadır. Kendini özgürce var etmek adına bu filozoflar dine saldırmayı da bir maharet bilmişlerdir. Kuşkusuz insanın anne-babasından, toplumdan devraldığı inancı sorgulaması dinimizin de bir emridir. Ama bu filozofların yaptığı şey sorgulamaktan ziyade isyandır. Anlamak yerine önyargılı bir biçimde reddetmektir. Varoluş olarak da kutsadıkları özgürlük, birtakım bencilce zevklerin tatmininden ve kimseye bir yararı olmayan düşüncelerden başka bir şey değildir. Dahası, gözlere ve gönüllere en çok hitap eden, insanların en çok ilgi ve beğenisini çeken insanın her eyleminden sorumlu olması, insanı eylemlerinin var etmesi gibi parlak düşünceleri de lafta kalmaktadır. Aslında bu düşünceler kutsal kitaplardan aşırılmıştır. Yeni hiçbir tarafları yoktur. İlahi kitapların hepsi, özellikle Kuran-ı Kerim insana zaten bu düşünceleri aşılamaya çalışır.



Kuran-ı Kerim insanı her ameliyle (eylemiyle) öyle bir sorumlu tutar ki, bu sorumluluk süreci, dünya yaşamını, ölümü, kabri, ölümden sonraki ebedi hayatı da içine alır. Mahşer gününde bu ameller defter olarak insanlara takdim edilecektir. Oysa varoluşçu filozoflar bu sorumluk anlayışını sosyal ve hukuk yaşamlarına bile aktaramazlar. İşlediği bir suçu savcıya başvurup itiraf eden bir varoluşçu filozofa hiç rastlanmamıştır. Oysa pek çok sahabe bizzat peygamberimize (s.a.s.) gelerek suçlarını itiraf edip cezalarını çekmişlerdir. Bunlar içerisinde zina gibi dini açıdan ağır bir suçu işleyip recm (taşlanarak öldürülme) cezasını alanlar da olmuşlardır. Tabii onların terk derdi, yaptıkları günahların (kötü eylemlerin) sorumluğunu duyup bundan temizlenmekti. Ahirette Allah’ın (c.c.) karşısına ak pak olarak çıkmaktı.



İnsanın iyilik yapması doğasından gelmez. İnsan iyilik yapmak için kendisini aşmak zorundadır. Çünkü insan doğası (nefsi) cimri, bencil yaratılmıştır. Onun için her iyiliğimizin altında bir çıkar vardır. Bencil, cimri doğamızı (nefsimizi) aşıp da iyiliğe (ruhumuzun eğilimine) ulaşmak büyük bir mücadeleyi gerektirir. Bu açıdan her insanın hizmet ve mal üreterek iş hayatında toplum yaşamına yardımcı olması, katkıda bulunması bir iyiliktir. Bilindiği üzere dinimizde ibadetlerini yapan bir insanın çalışma yaşamı da bir ibadet hükmünde değerlendirilir. Tabii iyiliklerin en ideali Allah (c.c.) rızası için iş yapmaktır. Bu, dünyevi bir çıkar gözetmeksizin Allah (c.c.) yolunda nefsin cimri ve bencil doğası ile büyük bir mücadele yapılması demektir. İşte gerçek varoluş, varoluşçuluk budur. Bunun dışında insanın dünyevi çıkarların üzerine çıkmasını beklemek o insanı aptal yerine koymakla eşanlamlıdır.



Ateizm’in bilimsel temelini Darwin’in “evrim kuramı” oluşturur. İnsanın maymundan geldiği düşüncesi Ateistler için inançlarının iman esasıdır. Oysa Darwin’in kuramlarını doğrulayan bir bulguya hiçbir zaman rastlanmamıştır. Türler arasında keskin çizgi, her ele geçen fosilde tespit edildiği gibi maymunla insan arası bir varlık ne günümüzde ne de tarihte söz konusu olmamıştır.



Ateistlerin Darwin’in evrim kuramına dört elle sarılmalarının elbette bir kısım nedenleri olabilir: Bunlardan biri de hayvanın insandan daha özgür ve bağımsız oluşudur. Bir Ateist kendisinin maymundan türediğini iddia ediyorsa bununla bir maymun kadar çirkin olduğunu anlatmak istemiyordur elbette. Doğadaki maymunun özgür ve bağımsız yaşamına imrendiğini vurgulamayı, toplumun, özellikle dinin onun yaşamına koyduğu emir ve yasaklarla bunları elinden almak istediğini yada kısıtladığını belirtmeyi amaçlamış olabilir. Tabii tüm Ateistleri böyle değerlendirecek ölçüde elimizde bir çalışma ve anket mevcut değildir. Çevremde tanıdığım bir kaç Ateist’ten hareketle böyle bir yargıya ulaştığımı özellikle belirteyim.



Ateistler Allah’ın (c.c.) varlığını inkar ederek Allah’ın (c.c.) kimi sıfatlarını doğaya, doğa yasalarına ve olaylarına yansıtırlar. Örneğin evrenin ezeli ve ebedi olduğuna inanırlar. Bu yönüyle Ateizm materyalist bir dünya görüşüne sahiptir. Yaratılışı, olay ve olguları, kavramları maddesel bir yaklaşımla, determinist (neden sonuç ilişkisi ile) bir görüşle açıklar. Doğaya, doğa yasalarına ve olaylarına atfettiği ilahi sıfatlarla bunların yaratıcı olduğunu düşünürler: Onlara göre, içerisinde insan da olmak üzere tüm canlılar doğanın, doğa yasalarının ve olaylarının sonucu tesadüfen ortaya çıkmışlardır. Allah (c.c.) diye bir yaratıcı güç yoktur. Her şey önce tek bir hücrenin meydana gelmesiyle başlamıştır. Doğadaki tüm canlı varlıklar bu tek hücrenin evrimleşmesiyle meydana gelmiştir. İnsan bu evrim zincirinin son halkasıdır. Onun için mükemmeldir. Düşünür ve hayal kurar. Allah’ı (c.c.) -haşa- insan zihni yaratmıştır.



Oysa bilim, maddeden bu tek hücrenin meydana gelmesini onaylamamıştır. Onca yapılan deneyler bunun imkansızlığını kanıtlamıştır. Yaşam, Allah’ın (c.c.) el-Hayy güzel isminin tecellisi ile meydana gelmiştir. Fosil bilimin de kanıtladığı gibi her canlı tür de müstakil olarak yaratılmıştır. Yani tek hücrenin evrimleşmesi ile diğer canlı türlerinin meydana geldiği iddiası da bilimsel değildir.



Materyalizm ile eski kavimlerde ve bugün ancak yerlilerde görülen Putperestlik dini arasında bir ilgi bulunmaktadır. Çünkü temelde her iki inanç sistemi de maddeye aşkın bir anlam, bir kutsallık yüklemektedirler. Yalnız, putun kutsanması ve Allah (c.c.) ile insan arasında ilişki kurması olarak tanımlanabilecek Putperestlik dini, materyalizmden biraz daha insaflı görünmektedir. Çünkü Kuran-ı Kerim’deki onlarca ayet-i kerimeden de biliyoruz ki Putperest Araplar, Allah’ın (c.c.) varlığını inkar etmiyorlardı. Putlara da kendilerini Allah’a (c.c.) yaklaştırsınlar diye tapıyorlardı. Oysa materyalizmde Allah (c.c.) inkar edilmekle kalmıyor, O’nun sıfatları ve güzel isimleri maddeye yansıtılmaktadır. Yine Putperestler sadece birkaç nesneyi kutsallaştırırken materyalistler her maddeye, evrenin her atomuna kutsal bir anlam kazandırmaya çalışmaktadırlar.



Her ne kadar Ateistler bilimsel olmak için determinist bir görüşe bağlı olmaya özen gösterseler de dayandıkları bilimsel kuramların (Örneğin evrim kuramı; yaratılışın, canlı varlıkların akıl ve mantığın aciz kaldığı, herkesi şaşırtan ve hayran bırakan özelliklerinin, güzelliklerinin, mükemmel oluşlarının tesadüfe bağlanması… gibi.) birer varsayım bile sayılamayacak denli gerçeklikten, mantıktan uzak oluşu, onların ciddiye alınmamalarına neden olmuştur.



Ateistler, insanların Allah’a (c.c.) ve dine gereksinim duymalarının nedeninin doğayı, doğa yasalarını, olaylarını anlayamamanın verdiği acziyet ve korku duyguları olduğunu düşünürler. İnsanlık tarihini genellikle ilkel devir, dinsel devir ve bilim devri olarak üçe ayırırlar. Bilim devrinde dinin gerekli olmadığını savunurlar. Bir zamanlar dinsel olarak açıklanan kimi kavram, olay ve olguların şimdi bilimsel birer anlamları olduğunu düşünürler. Bu yönüyle Ateizm’in manevi yönünü pozitivizm tamamlar. Ateistler pozitivist felsefenin bu düşüncelerinin arkasında bilime dayandıklarını sanırlar. Bilimsel bir düşünceye sahip olduklarını savunurlar. Oysa ortada olan bilim değil bilim üzerine yapılan bir felsefedir. Bu bilim üzerine yapılan felsefe ise bilimsel hiçbir temele dayanmamaktadır.



İnsanlık tarihi boyunca çeşitli dönemlerde bireysel olarak Allah’ın (c.c.) yokluğunu dile getiren kişiler olsa da bunun sistemli düşünceler bütünü olarak dile getirilişi on sekizinci yüzyılda olmuş ve Ateizm felsefe sözlüğüne ancak on dokuzuncu yüzyılda girmiştir. Ondan önce dünya düşünce tarihinde bazı kişilerin (örneğin Ömer Hayyam gibi) Ateist olduğu ileri sürülse de bunların inançlarının tam olarak bilinemeyeceğini de iddia edebiliriz ve daha ziyade Deist bir inanca sahip olduklarını düşünebiliriz. Peygamberler Ateist toplumlara değil, -ki yeryüzünde böyle bir toplumun tarih boyunca olmadığını belirtmeye gerek yoktur sanırım- genellikle Putperestlere (Allah’a [c.c.] şirk koşanlara) gönderilmiştir.



Çağımızda materyalist dünya görüşü, toplumsal yaşamda ilahi dinlerin emir ve yasaklarına saygı gösterilmemesi, insanların dünyanın gelip geçici zevklerine olan aşırı talepleri gençliğin büyük bir kısmını inanç ve maneviyat buhranına sürüklemiştir. Artık gençlerin önemli bir kısmı, İslam dinini zamanı ve uygulaması geçmiş bir yaşam tarzı olarak görmektedirler. Yaşamlarının Allah’ın (c.c.) emir ve yasakları ile sınırlanmasına itiraz etmektedirler. Bağımsız ve özgür yaşam adına sigara içme, alkol ve uyuşturucu madde kullanımı gibi birtakım kötü alışkanlıklara yönelmektedirler, iç dünyalarındaki din ve maneviyat boşluğunu bu maddelerin verdiği geçici keyiflerle dindirmeye çalışmaktadırlar. Kuşkusuz bir Müslüman’ın Ateist olması o kadar kolay bir biçimde gerçekleşmemektedir. Gençler, önce Teist, sonra Deist bir yaklaşımla dini yaşamlarından uzaklaştırıyorlar, artık dinden tamamen soyutlandıkları zaman Ateist olduklarını söyleyebilmektedirler. Dinden uzaklaşma bu noktada da kalmamaktadır. Tüm dünyada olduğu gibi son yıllarda ülkemizde de kendilerini Satanist olarak tanıtan gençler, Allah (c.c.) yerine Şeytan’a tapmakta ve buna kedi ve çeşitli varlıkları kurban kesmektedirler. Hatta bu vahşet genç kızları Şeytan’a kurban etmeğe kadar ulaşmaktadır.



Agnostizm (Bilinemezcilik), Allah’ın (c.c.) varlığı ve yokluğunun kanıtlanamayacağını iddia eden bir felsefi görüştür. Agnostizm’e göre, insan duyu organları ile elde ettiği bilgilerle düşünür. Allah (c.c.) duyu organları yolu ile algılanamadığına göre O’nun üzerinde düşünmek, varlığını yokluğunu kanıtlamak boşuna bir uğraştır. Bu yüzden bu konu hiçbir zaman bilinemez. Agnostizm, genellikle Ateizm ile aynı kefeye konur. Aslında Allah’ın (c.c.) varlığının, yokluğunun bilinemeyeceğini iddia etmek ile Allah’ın (c.c.) yokluğuna inanmak arasında bir basamak fark bulunmaktadır. Yani Agnostizm, Ateizm’i meşrulaştırmak için bir gerekçe olarak düşünülebilir. Bu gerekçe güya bilimsel bir temele dayanmaktadır. Oysa tüm olgular duyu organlarımıza hitap etmez. Örneğin havadaki oksijeni, karbondioksiti duyu organlarımızla algılayamayız, ama bilimsel olarak varlıklarını ispat edebiliriz. Yine maddenin en küçük yapı taşı olan atom bu konuda hemen akla gelen örnektir. Atomu hiçbir duyu organıyla algılayamadığımız gibi gelişmiş hiçbir teknolojik alet de bize bunda yardımcı olamamaktadır. Atomun varlığı için birtakım mantıksal çıkarımlarda bulunuruz. Bilim çoğu bilgilerini bu yolla elde eder. Bunun gibi yaratılmış olan her şey de mantığın ilkeleri ile Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliğine, sıfatlarına ve güzel isimlerine tercümanlık yapmaktadır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
serhat123 - avatarı
serhat123
Ziyaretçi
8 Eylül 2012       Mesaj #8
serhat123 - avatarı
Ziyaretçi
cennet bize hep sonsuza kadar mutlu olacağımız yer olarak tasvir edilmiştir. huriler, şarap akan ırmaklar, xbox 360 ve istediğimiz her şey. ama bu tasvirler insanı "sadece sahip olduklarıyla mutlu olan" tanımına kısıtlar. halbuki bir insanın başka bir insanın mutluluğundan mutlu olabileceği, ya da tam tersine, başkasının mutsuzluğu yüzünden mutsuz olabileceği hiç dikkate alınmaz. açıkçası bizi en insan yapan unsur olan sevgi, öbür dünyada yok sayılmıştır.

o yüzden çok sevilen ateist öbür dünyada en çok sıkıntı yaratacak adamdır. çok iyi biridir, herkese çok sevabı dokunmuştur, zorda yardımınıza koşar, karıncayı incitmemiştir, zeki, esprili, yakışıklı, kibar ve 1.85 boyundadır, ama "ateist"tir. eğer bize tanrı tarafından bahşedildiği söylenen ve melekleri karşımızda diz çöktürme sebebi olan "serbest irade" hikayesi yalan değilse o cenneti yıkarlar. "hepimiz ateistiz" diye bağırırlar, ortalığı inletirler. "seninle yanmaya geliyoruz" diye cehenneme giderler. zebanilere ırmak şarabından yapılma molotof kokteylleriyle saldırırlar. öbür dünyadaki bütün dengeler karışır.

şirk en büyük ve en affedilmez günah olduğundan ibadet etmeyen müslüman gibi "biraz yanarsın sonra cennete gidersin ya sorun olmaz, idare ediver" yaklaşımı da çözüm olmaz. ancak tanrı apar topar meclisi toplar ve hızlıca geçici kanun hükmünde kararname çıkarabilir bu olayların dinmesi için. ama bir kere kıvılcımlanan bu sevgi, cehennemde sevdiği biri olan kitleleri ayaklandıracaktır. sadece şahsen sevdiklerinizin ötesinde "niye yansın ya yazık o da insan" diye içinde insan sevgisi olan cennetlikleri de ayaklandıracaktır. ve nihayet tanrı iki seçenek arasında kalacaktır: bu zulme karşı çıkanları dinleyip her insana güzel bir sonsuz öbür dünya hayatını eşit oranda bahşetmek mi yoksa insanları tamamen yok etmek mi? nihayetinde sonsuz gücü olan bir varlığın burada ekonomik bir tercih yapmasını beklemek safça olur. o yüzden tanrı herkesi cennete sokmak zorundadır, sadece tek bir çok sevilen ateist yüzünden.

halbuki bu tür konular en baştan daha dinler indirilirken düşünülebilirdi. ilkinde değil ama ikincisinde ya da üçüncüsünde. tek yapılması gereken tüm bu parametreler değerlendirilerek bir analiz yapmaktan geçiyordu (bkz: constraint satisfaction problem). fizibilitesi yapıldığında zaten olmayacak duaya amin görünen bu öbür dünya cezalandırma mekanizmasından en başta vazgeçilebilirdi. ya da en azından pozitif cesaretlendirme kullanılabilirdi.

ama yeni bir din gelmeyeceği kesinleştiğine göre öbür dünyada bu curcunayı yaşamak zorunda kalacağız. hep kötü organizasyon kardeşim ya.
_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
8 Mayıs 2014       Mesaj #9
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
Ateizm
MsXLabs.org & Vikipedi, özgür ansiklopedi

Ateizm; tüm tanrılara ve ruhsal varlıklara olan metafizik inançları reddeden ve var olan gerçekliği inanç yoluyla açıklamayı kabul etmeyen bir felsefi düşünce akımıdır.
Ateistler; bazen "tanrıtanımaz" kelimesiyle anılsalar da, bu isimlendirme var olan bir tanrıyı reddetme fikrine atıfta bulunduğu için ateistler tarafından kabul görmez. Ateizm inanç koşullanmalarını, hayalî yaratıkları ve olayları reddeder. Ateist bakış açısıyla tanrının yanı sıra tüm metafizik inançlar ve tüm ruhanî varlıklar da reddedilir.
Kelime anlamında da belirtildiği üzere; ateizm, din ile ilgili bir kavram değil, tanrı ile ilgili bir kavramdır. Dinlerin varlığı, dinlerin tanımının ne olduğu, dinlerin iyi mi yoksa kötü mü olduğu ateizmin konusu ve tartışma alanı dışındadır. Ateizm, her tür metafiziği reddettiği için, kendini metafizik öğeler üzerinden temellendiren dinlerin metafizik boyutlarını da reddeder. Yani bu, özellikle dinlere karşı sergilenen bir duruş değil, genel olarak tüm metafizik inanışlara karşı bir duruştur.
Ateizm sıklıkla "dinsizlik" ile özdeşleştirilse de, Budizm gibi bazı Uzakdoğu dinlerinde de "yaratıcı" anlamında bir tanrının varlığına rastlanmaz. Bu yönüyle de ateizm ile dinsizlik birebir örtüşmez. Deist akımlara bakıldığında da, tanrıya inancın olduğu ancak dinlerin kabul edilmediği görülür.
Ateizm, anti-teizm yani teizm karşıtı demek değildir ve bir "tepkisellik" anlamı içermez, zira metafizik öğelerin "var olmadığını" savunmak için metafizik öğelerin "var olması" gerekmez. Ateizm, yalnızca bir "durum" ifadesidir. Sadece tanrı veya tanrıların ve metafizik öğelerin var olmadığını söyler.
Ateizm; yaratıcı ve müdaheleci bir tanrıyı kabul eden teizmden, yaratıcı ancak müdahaleci olmayan bir tanrıyı kabul eden deizmden, her şeyi kapsayan içkin bir Tanrı veya evrenin ya da doğanın Tanrı ile aynı olduğunu savunan panteizmden ve tanrının hem evrenin kendisi hem de evrenin ötesinde (aşkın) olduğunu savunan panenteizmden; ayrıca, tanrının varlığı ve yokluğu konusundaki soruları "cevaplandırılamaz" diyerek cevapsız bırakan agnostizmden; tanrıyı, "kesin olarak" reddetmesiyle ayrılır.
Günümüzde, dünya nüfusunun % 2,3’ü kendini ateist, %11,9’u teist olmayan (non-theist) olarak tanımlamaktadır. Bu oran Rusya’da %48’in üzerine çıkmakta, Japonya’da ise %64 ila %65 arasında seyretmektedir. Avrupa Birliğinde oran, %6 ile İtalya ve %85 ile İsveç arasında değişkenlik göstermektedir. 2006 yılı istatistiklerine göre ise Türkiye'de ise bu oran %2,5-%3 arasındadır.

Ateist

Ateist, tanrı veya tanrıların varlığını hayal ürünü bulan kişidir. Ateizm bir inanç değildir. Çoğu zaman yanlış ifade edildiği şekli ile (tanrıtanımaz kelimesinde olduğu gibi) tanrıyı inkar eden kişi değildir. Çünkü "inkar" varolan bir şeyin reddedilmesi anlamı taşır, oysa ki ateistlere göre tanrı varolmadığı için onun "inkar edilmesi" de yanlış bir terminolojik kullanım olacaktır.

Kökenbilim


Ephesians 22C12   Greek atheos
Yunanca αθεοι ateoi

Ateizm kelimesinin kökleri Eski Yunanca'ya dayanır. Theos, Yunanca "tanrı" demek olup atheos sözcüğündeki "a" ön takısı olumsuzluk belirtir. Fransızca "athéisme" kelimesi "atheism" olarak 1587 civarında İngilizceye girmiş, Türkçeye de Fransızcadan benzer şekilde uyarlanarak "ateizm" olarak alınmıştır.
Tanrı kelimesini Türkçedeki "sız" eki ile olumsuz hale getirilmesi ateizmin ifade ettiği anlamı vermez. Bu, "tanrı-sız" yani "tanrısı olmayan" anlamını verir. ateizmin ifade ettiği anlam: "tanrının veya tanrıların var olmayışı"dır. Yani, "var oluş ile ilgili" bir olumsuzlama söz konusudur.
Ateizm ile ilgili sözcükler de 1587’den hemen sonra türemiştir. Deist 1621’de, Teist 1662’de, Teizm 1678’de, Deizm ise 1682’de ortaya çıkmıştır. Deizm, ilk olarak bugünün Teizm’i yerine kullanılsa da daha sonraları ayrı bir felsefi terim olarak kalıcılığını korumuştur.
Karen Armstrong, “16., 17. ve 18. yüzyıllar boyunca “ateist” sözcüğü polemiklerde küfür olarak kullanıldı. Kimse kendine ateist demeyi aklının ucundan geçirmezdi.” demiştir. Ateizm, bireysel inanç durumunu ifade etmek için ilk defa 18. yüzyıl Avrupa’sında tek tanrılı İbrahimi dinlere inanmayışı ifade etmek için kullanılmıştır. Bu sözcüğün Tanrı’ya inanmayışı ifade etmesi için 20. yüzyıla gelinmesi beklenecekti.

Tarihçe

Ateizmin kökeni ilk dinlerin ve onların ortaya koyduğu tanrı düşüncesinin ortaya çıkışına kadar uzanır. Antik Çağ'da Yunan maddeciliğinin temsilcileri Anaksimandros, Anaksogoras, Demokritos ve Epikuros ateizmin en ünlü temsilcisidir. Orta Çağ'a gelindiğinde kilisenin dayattığı gericilikten ötürü hiç kimse dinlerle çelişen düşüncelerini açıkça ortaya koyamamıştır. 18.yüzyıl Aydınlanma çağında Baron d'Holbach ve Denis Diderot gibi dine karşı tepkileri koyan düşünürler olduysa da, ateizm en parlak dönemini 19-20.yüzyılda Ludwig Feuerbach, Karl Marx, Friedrich Engels, Vladimir Lenin ve diğer bütün diyalektik maddeci filozoflar ile geçirmiştir.

Erken Dönem Hint İnancı

Hinduizm’in teist bir inanç olmasına karşın ateist bir ekole erken dönemlerde rastlanmaktadır. MÖ 6. Yüzyılda Hindistan’da ortaya çıkmış, gayet maddeci ve teizme karşı bir ekol olan Carvaka, büyük bir ihtimalle Hindistan tarihinin en ateist ekolünü oluşturmuştur. Hint felsefesinin bu bölümü, heterodoks olarak Hinduizm’in diğer altı Ortodoks ekolü ile beraber dikkate alınmamıştır. Ama Hinduizm’in maddeci hareketi açısından kayda değer bir ekoldür.
Hindistan’da Tanrı’nın kabul edilmeyişi Jainizm ve Budizm’de de görülmektedir.

Antik Yunan

450px Socrates Louvre
Antik Yunan felsefesinin önemli isimlerinden Sokrates


Batı dünyası ateizminin Sokrates öncesi dönemden kök alan kendi öz geçmişi vardır. Fakat bu, Aydınlanma dönemine kadar farklı bir tarzda ortaya çıkmadı. MÖ 5. yüzyılda yaşamış olan Diagoras, mistizmi ve inancı güçlü bir şekilde irdelediği bilinen ilk ateisttir. Critias’ın görüşü, dinin insanlar tarafından yaratıldığı ve insanları korkutarak onlara belirli kurallar dayatan bir sistem olduğudur. Demokritos gibi maddeciler ise evreni ruhani ve mistik kavramlar olmadan saf maddeci yöntemlerle açıklamaya çalışmışlardır. Sokrates öncesi dönemde ateist görüşlere sahip olan diğer filozoflar arasında muhtemelen Prodikos ve Protagoras da vardı. MÖ 3. yüzyılda yaşamış olan Teodorus ve Straton da Tanrı’nın varlığına inanmayan filozoflardı.
Sokrates, mevcut tanrıları sorgulamaya ilham verdiği gerekçesi ile suçlanmıştır. O, ruhlara inanan bir insan olarak tam manasıyla ateist olamayacağını ifade etse de idama mahkûm olmaktan kurtulamamıştır.
Euhemerus’a göre tanrılar sadece kutsallaştırılmış hükümdarlar, fetihçiler ve geçmişin kurucularıdır. Onların dinleri ve mezhepleri, yok olmuş krallıkların devam eden politik yapılarıdır.
Yine bir maddeci olan Epikuros, ölümden sonraki hayatın varlığı ve bireysel kutsiyetler içeren pek çok dinsel doktrinde fikir yürütmüştür. Ona göre ruh tamamen maddesel ve ölümlüdür. Epikurosçuluk, tanrıların yokluğunu iddia etmese de var olmaları halinde insanlıkla alakasız olacaklarını ifade eder.

399px Epikouros BM 1843
Filozof Epikuros

Romalı şair Lukretyus da tanrıların olması halinde bunların insanlıkla alakasız olacaklarını ve doğal yaşama kesinlikle müdahil olmayacaklarını söylemiştir. Bu yüzden insanlığın doğaüstü varlıklardan korkmamaları gerektiğini belirtir. Kozmos, atom, ruh, ölümlülük ve din gibi konulardaki Epikurosçu görüşlerini De rerum natura (Varlıkların Doğası Üzerine) adlı eserinde dile getirerek Epikuros’un felsefesini Roma’da tanıtmıştır.
“Ateist”in anlamı antik yunan boyunca değişiklik göstermiştir. Erken dönem Hristiyanları, kendi tanrılarına inanmadıkları için paganlar tarafından ateist olarak yaftalanmıştır hatta Roma İmparatorluğu döneminde, Roma tanrılarını reddettikleri için idam edilmişlerdir. Hristiyanlığın Roma tarafından kabul edildiği 381 yılından sonra ise yeni egemen dine aykırı olanlar suç işlemiş sayılmıştır.

Rönesans

Ateizm, orta çağ Avrupa'sında çok nadir görülen bir görüştü. O dönemde metafizik, din ve teoloji egemen olan akımlardı. Ama bu dönemde dahi heterodoks anlayıştan farklı olarak şekillenen, doğa, yücelik, Tanrı’nın erdemi gibi konularda farklı görüşler vardı. Johannes Scotus Eriugena, David of Dinant, Amalric of Bena ve Brethren of the Free Spirit gibi gruplar, hristiyanlığa panteist bir bakış açısı katıyordu.

Modern Dönem

Rönesans ve Reform dönemleri, dini coşku içerisinde bir dirilmeye tanık olmuştur. Yeni dini kurallar, popüler dini düşkünlükler ve yükselen sade Protestan kurallarını benimseyen Kalvinizm gibi tarikatların oluşması bunun ispatıdır.

Meslier
Jean Meslier'in portresi

Hristiyanlığı sorgulamanın yaygınlaşmasının arttığı dönem 17. ve 18. yüzyıllar oldu. Bu konuda Fransa ve İngiltere başı çeken iki ülke oldu. 17. yüzyılın sonlarına doğru pek çok deist hristiyanlıkla dalga geçerken ateizme tepeden bakıyorlardı. Deist fikirlerinden arınarak ateist olan ilk kişi, bilindiği kadarıyla 18. yüzyılın başlarında yaşamış olan bir Fransız papaz, Jean Meslier’dir. Türkçe’ye Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle çevirilen “Sağ Duyu” isimli kitabın yazarı olan Meslier, Baron d’Holbach ve Jacques-André Naigeon gibi ateist düşünürlerden etkilenmiştir.
Fransız İhtilali, ateizmi kapalı salon sohbetlerinden halkın içerisine taşımıştır. Devrim, pek çok din adamını ve özellikle de ruhban sınıfı Fransa’dan kovmuştur.
Napoleon döneminde, Fransız halkının laikleşmesi kurumlaştırıldığı gibi devrimin İtalya’nın kuzeyine ihracı da gerçekleşti. 19. yüzyılda pek çok ateist ve din karşıtı felsefeye sahip düşünür, bütün güçlerini siyasi ve toplumsal devrime adadılar. Onların bu çabaları 1848 devrimlerini kolaylaştırdı ve yükselen uluslar arası sosyalist harekete öncülük etti.
19. yüzyılın ikinci yarısında pek çok ünlü Alman filozof tanrısal olguları reddetti. Ludwig Feuerbach, Arthur Schopenhauer, Karl Marx, Friedrich Engels ve Friedrich Nietzsche bunların başlıcalarıydı.
20. yüzyılda ateizm kendini daha çok pratik ateizm olarak sahneledi. Bu dönemde ateizm; varoluşçuluk, nesnelcilik, seküler hümanizm, nihilizm, pozitivizm, Marksizm, feminizm ve genellikle bilimsel ve ulusalcı hareketlerde yer edindi.
20. yüzyılda ateizm, Marks ve Engels’in çalışmalarıyla kendine politik arenada da yer buldu.
1966’da Time dergisinin “Tanrı Öldü mü?” sorusu, Dünya’nın yarıya yakınının “dinsiz” bir yönetim altında bulunduğunu ortaya çıkardı. Ertesi yıl, Arnavutluk’un sosyalist lideri Enver Hoca, ülkesinin tüm dini kurumlara kapatıldığını söyleyerek resmi düzeyde ilk ateist devleti ilan etmiş oldu.

Ateizmin çeşitleri

Ateizm, tarih boyunca çok çeşitli şekillerde sınıflandırılmıştır. Negatif ve pozitif ateizm, ateizmin güçlülüğü ile alakalıyken, esas ayrım ateizmin teorikliği ve pratikliği arasındadır. Teorik ateizmin dallarının her birinin kendine göre mantıksal ya da felsefi dayanakları varken, pratik ateizmin belli başlı dayanakları yoktur. Pratik ateizmde genel bir ilgisizlik ve Tanrı fikri konusunda bilgisizlik görülür.

Negatif ve pozitif ateizm

George H. Smith'in sınıflandırmasına göre ateizmin "negatif ateizm" ( ya da "zayıf ateizm") ve "pozitif ateizm" (ya da "güçlü ateizm") olarak iki çeşidi vardır.
Negatif ateizm, Tanrı'nın varolmasını prensip olarak mümkün görmekle beraber, varolduğuna dair hiçbir gerekçe bulunmadığı gerekçesiyle Tanrı'yı reddeder.
Pozitif ateizm ise, Tanrı'nın varolmasını Tanrı kavramının geçerli bir şekilde tanımlanmadığı, içinde çelişkiler taşıdığı veya absürd olduğu vb. gibi gerekçelere dayanarak mümkün görmez.
Negatif ateizmde bir iddia yoktur, sadece bir ret vardır. Pozitif ateizmde ise hem bir ret, hem de bir karşıt iddia vardır. Pozitif ateistin yaklaşımı ise, "Tanrı'nın varolması mümkün değildir" şeklindedir.
İkisi de sonuçta Tanrı kavramını reddetmek noktasında birleştiğinden, ateizm başlığı altında tanımlanırken ikisinin ortak noktası olan "Tanrı'ya olan inançsızlık" kullanılır. Çünkü bu inançsızlığın sebebi ne olursa olsun, ister delil yetersizliği, ister Tanrı kavramının anlamsızlığı veya absürdlüğü, isterse Tanrı kavramıyla hiç karşılaşmamış olmak olsun, hepsinin ortak noktası kişide Tanrı inancının varolmamasıdır.

Pratik Ateizm

Bu görüşe göre Tanrı’nın varlığı ret edilmiyor ama ona önemsiz ve gereksiz bir yer veriliyor. Pratik Ateizm’de, Tanrı ne bu dünyaya müdahale eder ne hayata herhangi bir amaç katar ne de her gün sizi etkiler.

Teorik Ateizm

Teorik ateizm, teizmin karşısına net olarak tez koyabilen ateizm çeşididir. Bu tezler ontolojik, epistemolojik, psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve mantıksal olabilir.

Epistemolojik ve Ontolojik Tezler

Epistemolojik ateizm, insanların Tanrı’nın varlığını bilemeyeceğini ya da varlığına karar veremeyeceğini iddia eder. Epistemolojik ateizm, temelini pek çok çeşidi olan agnostisizmden alır.
460px Feuerbach Ludwig
Ludwig Feuerbach'ın Hristiyanlığın Özü adlı eseri (1841) Engels, Marx, David Strauss ve Nietzsche gibi pek çok filozofu etkiledi.


Metafiziksel Tezler
Metafiziksel ateizm, gerçekliğin homojen ve parçalanamaz olduğunu savunan monizm üzerinde şekillenir. Fizik dışı tüm varlıkları net bir şekilde reddeder. Metafiziksel ateizm; panteizm, panenteizm ve deizmi de kapsar.

Psikolojik, Sosyolojik ve Ekonomik Tezler

Ludwig Feuerbach ve Sigmund Freud gibi bazı düşünürler Tanrı’nın, duygusal ve felsefi ihtiyaçlar yüzünden insan tarafından yaratıldığını savunur. Bu, aynı zamanda pek çok Budistin de ortak görüşüdür. Karl Marx ve Friedrich Engels, Feuerbach’tan etkilenerek Tanrı’yı egemen sınıflar tarafından, emekçi halkı ezmek için kullanılan sosyal bir araç olarak görmüşlerdir. Mikhail Bakunin’e göre Tanrı fikri, insandaki adalet isteğini ortadan kaldırır ve insan özgürlüğü önündeki ciddi bir engeldir. Voltaire’in “Eğer Tanrı olmasaydı, onu yaratmak gerekirdi.” sözüne karşılık “Eğer Tanrı olsaydı onu devirmek gerekirdi.” demiştir.

Mantıksal Tezler

Mükemmeliyet, adalet, merhamet, her şeyi bilen, her şeyi yapabilen, ululuk, fiziksel olmayış gibi noktalarda teizme eleştirel yanıtlar getiren ateizm çeşididir.

Tanrının varlığına karşı çıkılan noktalar


709px Atom of Atheism Zanaqsvg
'Yeni Ateizm' akımının sembollerinden Ateizm Atomu.


Tanrı fikrine karşı çıkışta, ateizmin yeterli görmediği kanıtlar daha da çoğaltılmakla beraber 7 temel başlık altında irdelenebilir.

İlk neden

Teist fikirde öne sürülen “ilk neden” savına ateistler, bu ilk neden fikrinin Tanrı’ya uygulanmıyor oluşundan ötürü karşı çıkmaktadır. Bu hususta tüm ateistler arasında görüş birliği söz konusudur. Teistler ise, Tanrı'nın "ilk neden" olduğu için Tanrı olduğunu, Tanrı'nın da nedenini düşünmenin kısır döngüye neden olacağından mantıksız olduğunu savunur.

Düzen

Evrenin düzenli ve uyumlu olduğu fikrine ateistler birkaç noktada karşı çıkmaktadırlar. Bunlardan ilki, kaotik evrende düzenli alt parçacıkların olabileceği fikridir. İkincisi, herhangi bir düzenin kesin olarak zeka gerektirdiği görüşünün dayanak açısından yetersizliğidir.

Ahlaksal savlar ve adalet fikri

Tanrı olmazsa ahlak veya adalet olmayacağı savına ise ateistler, bunun sadece insanca bir temenni olduğu ve bir varlığın ispatı için herhangi bir delil niteliği taşımadığı gerekçesi ile karşı çıkmaktadırlar.

Sonsuzluk

Sonsuzluk fikrini insanın kavrayamaması ile sonsuzluğu kavrayabilen bir varlığın var olması arasında nedensel bir ilişki göremeyen ateistler, bu iddianın hiçbir şekilde kanıt içermediğini savunmaktadırlar.

İmam Gazali’nin inanmakla ilgili görüşü

“Ya varsa” ile özetlenebilecek bu iddiaya göre inanan insanın kaybedecek bir şeyi yoktur, ancak inanmayan insan sonsuz hayatı kaybedeceği gibi cehennem azabı ile karşılaşacaktır. Bu fikir, ateistler arasında “tüccar mantığı” olarak değerlendirilmektedir. Ateistlere göre, bir şeyin var olması ile değil de bu işten çıkar sağlamaya odaklanan politik anlayışların felsefi açıdan herhangi bir değeri yoktur.

Her şey mümkün olanın en iyisidir

Doğadaki ahenk ve uyum konusundaki teist iddiası konusunda ateistlerin görüşü tamamen doğal seçilimle ilintilidir. Uyumlu olmayanın elenmesi ilkesine dayanan bu olay sonucunda ortaya son derece uyumlu bir yapı çıkmaktadır. Bu olgudan yararlanan ateistler, teistleri “insan burnunun gözlük takmak için yaratıldığı” örneğiyle de eleştirirler.

Mantıksal ve Ontolojik kanıtlar

Mantıksal akıl yürütmelerle Tanrı’nın varlığını ispatlama çabaları olarak özetleyebileceğimiz bu maddenin en bilinen örneği Descartes’ın tanrı kanıtıdır. Bu kanıt, Tanrı’yı düşünüyorsak demek ki o vardır, olmayan bir şeyi düşünemeyiz temeline dayanır. Ateistler bu iddiaya pek çok kurgusal kahramanla karşılık vermektedirler. Kanatlı at pegasusu, boynuzlu at unicornu ya da Noel Baba’yı da aklımızda canlandırmamıza rağmen gerçek hayatta karşılıklarının olmadığını ifade ederler.

Teizm ve Deizm

Teizm, her şeyden önce bir tanrı veya tanrıların var olduğu kabulünün üzerine kurulmuş bir düşünce yapısıdır. Teist görüşte, tanrı veya tanrılar yaratılmamışlardır, olmuş ve olacak her şeyi bilirler, sonsuz kudrete sahiptirler, zaman ve mekandan bağımsızdırlar, bilinen şeyler ile benzerlikleri yoktur. Teizmde çoğunlukla tanrı veya tanrıların evrenin işleyişine müdahale ettikleri inancı hakimdir.
Klasik teizm, anılan özelliklere sahip tanrı veya tanrıları kabul ederek her şeyi bu referans noktasından hareket ile açıklamaya çalışır.
Deizm düşüncesine göre de evren üstün, yüce bir varlık tarafından yaratılmıştır. Deizm'de, teizmin aksine, tanrının evrenin işleyişine müdahale etmediği fikri hâkimdir.

Dinlerin reddi

Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet'in en önemli ortak noktası ve en temel özelliği mutlak bir tanrıya olan inançtır. Her üç dinde de tanrının evreni yoktan var ettiği ve tüm yaratıklarının üzerinde mutlak hakimiyeti olduğu inancı vardır. Tanrının yaratıklarından olan insan ise yaratıcısına mutlak bağımlıdır, günahkardır ve hayatı, ancak tanrısının buyruklarını sorgusuz yerine getirdiği sürece bir anlam kazanabilir. Ateizmin çok çeşidi olmakla birlikte tüm kolları böylesi bir inanışı reddeder.
Ateizm tanrının yanı sıra tüm "ruhani varlıkları" da reddeder. Ruhani varlıklar dinî sistemlerin temel direklerini meydana getirdiği için buradan ateizmin tüm dinleri de reddettiği sonucu çıkar. Yani ateizm, Yahudi geleneğinden gelen dinlerin yanı sıra Dinka ve Nuer gibi Afrika dinlerinin de, Roma ve Yunan medeniyetlerinin antropomorfik tanrılarının da, Hinduizm ve Budizmin ruhani kavramlarının da reddidir.
Bununla birlikte çok geniş, tarihi, kültürel, bilimsel ve felsefi temelleri olan ateizmi sadece "tanrının ve dinlerin reddi" olarak tanımlamak yetersiz bir açıklama olur.
Örneğin Ateizm, Tanrı inancı ile temellendirilmiş bir "iktidar" anlayışını da reddeder. Ancak burada Ateizm'in reddettiği; salt iktidar değil, iktidarın Tanrı inancı üzerine temellendirilmesidir. Bu durum, Ateizm'in tanımının anarşizm olarak yapılmasını mümkün kılmayacağı gibi; Ateizm'in tanımını "tanrılara ve ruhsal varlıklara olan metafizik inançların reddedilmesi"nden alıp "dinlere inanmamak" şeklinde tanımlanmasını da mümkün kılmaz. Ateizm, doğrudan din veya siyasi iktidar ile ilgili değil, Tanrı ve metafizik ile ilgili bir kavramdır.

Felsefenin temel sorunu, maddecilik ve idealizm

Kelime anlamı olarak maddecilik demek olan materyalizm, madde dışında hiçbir gerçekliğin olmadığını savunan felsefi görüştür. Ateizmin de en temel felsefi dayanağı olan materyalizm, madde temeline dayandığı için ruh, cin, peri, tanrı, şeytan gibi doğaüstü (madde üstü) tüm kavramları reddeder.
Maddeci öğretinin geniş kitleler tarafından anlaşılmasına önemli katkıları olan Marksist filozof Georges Politzer maddeciliği, "...belli ilkelerden hareket ederek doğa olaylarını ve bunun doğal sonucu olarak toplumsal yaşamın olaylarını anlama ve yorumlama tarzı..."olarak tarif eder.
Georges Politzer felsefenin temel sorununu "Ya madde (varlık, doğa) başı sonu olmayan, sonsuz ilktir, ve ruh (düşünce, bilinç) bundan türemiştir. Ya da ruh (düşünce, bilinç) başı sonu olmayan, sonsuz ilktir, ve madde (varlık, doğa) bundan türemiştir." şeklinde özetler. Politzer'e göre burada birinci yanıt felsefi maddeciliğin temelini, ikinci yanıt ise felsefi idealizmden gelen bütün öğretilerin temelini oluşturur.

Ayrımcılık ve şiddet

Yerel tanrıları kabul etmemek veya eleştirmek, tarih boyunca toplumlar ve otoriteler tarafından kabul edilmeyen ve zaman zaman cezalandırılan bir davranış olmuştur. Örneğin MÖ 4-5. yy.larda yaşamış filozof Eflâtun -bugün anladığımız anlamdaki- ateizmin toplumu tehdit ettiğini ve cezalandırılması gerektiğini ileri sürmüştür. Bundan birkaç yüzyıl öncesine kadar pek çok ülkede hükümdarların otoritelerini tanrıdan aldığına inanılıyordu ve tanrı fikrine meydan okumak, otoriteye karşı gelmek olarak görülüyordu.
Günümüzde ateistler özellikle muhafazakar toplumlarda baskı, ayrımcılık ve hatta şiddetle karşılaşabilirler. Gelişmiş Batılı devletlerde dâhi ateistler çeşitli ayrımcılıklara tabi kalmaktadırlar. Örneğin 1999 yılında Amerika'da yapılan bir Gallup kamuoyu yoklamasında katılımcılara diğer her yönden donanımlı ve kalifiye olsa dâhi, belirli bir gruba mensup adaylara oy verip vermeyecekleri soruldu. Katılımcılardan %5'i kadın bir adaya, %6'sı bir Katolik'e, %8'i bir Yahudi'ye, %8'i bir siyahîye, %21'i bir Mormon'a, %21'i bir eşcinsele oy vermeyeceğini söylerken, katılımcıların %51'i bir ateiste oy vermeyeceğini belirtti.
Bazı Müslüman ülkelerde İslam dinin tanrısını kabul etmemenin cezası ölümdür. Bu uygulama birçok İslam ülkesinde ateistlerin ifade özgürlüğünü engellemekte ve ateistlerin can güvenliğini tehdit etmektedir.
Cezayir'de ateist ve agnostiklerin Müslüman kadınlarla evlenmeleri yasaktır ve eğer bir koca dinini terk ederse evliliği geçersiz kılınır. Ateist ve agnostikler mirastan pay alamazlar.
İran'da üniversiteye girebilmek ve bazı diğer kanunî haklardan yararlanabilmek için vatandaşlar devlet tarafından tanınan (İslam, Hristiyanlık, Zerdüştlük vb.) dinlerden birine mensup olduklarını beyan etmek zorundadırlar.

Nüfus dağılımı


800px Atheists Agnostics Zuckerman ensvg
2007 yılında dünyadaki ateistlerin ve agnostiklerin oranı.

Dünyadaki toplam ateist nüfusu ve bunun dağılımını tam olarak tespit etmek oldukça zor. İnanç anketlerinde ateizme farklı anlamlar yükleyenler olduğu gibi bunu diğer din dışı felsefi görüşlerle karıştıranlar da oldukça fazla. Ama 2005 yılında, Britanica Ansiklopedisi’nin yapmış olduğu araştırma bu konuda kabul edilebilir bir sonuç ortaya koyuyor. Buna göre, herhangi bir dine bağlı olmayan insanlar %11,9, ateist olanlar ise %2,3 dolaylarında. Kimi düşünürler Budizm gibi Tanrı kavramından yoksun felsefe üyelerinin de ateist sayılması gerektiği görüşünde. Onları da eklersek oran %2,3’ü katbekat aşıyor.

655px Europe No Belief
Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, "Herhangi bir ruh, Tanrı veya yaşam gücü olduğuna inanmıyorum." diyenlerin oranları.

Kasım-Aralık 2006 tarihinde Financial Times’ta yayınlanan bir anket, ABD ve beş Avrupa ülkesindeki oranları gösteriyor. Bu ankete göre Amerikalılar, Tanrı ya da yaratıcı bir güç konusunda Avrupalılardan daha inançlı (%73). Avrupa’da ise en inançlılar %62 ile İtalyanlar. En az inananlar ise (beş Avrupa ülkesi arasında) %27 ile Fransızlar. Fransa’da kendini ateist olarak tanımlayan insanların oranı %32. Buna eşit oranda agnostik sayısı mevcut.
Bir AB araştırmasına göre ise AB nüfusunun %18’i herhangi bir Tanrı’ya inanmıyor. %27’si ruhani varlıkları onaylıyor. %52’si ise en az bir Tanrı’ya inanıyor. Bu oran, okulu 15 yaş civarında bırakanlar arasında %65’e çıkıyor.
1998 tarihli Nature dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre ABD Ulusal Bilim Akademisi üyelerinin inançlılık oranı, %85’i inanan ABD halkına göre %7,0 ile o zamana kadarki en düşük seviyeye düşmüş durumdaydı. Massachusetts Teknoloji Enstitüsünden Frank Sulloway ve California Devlet Üniversitesi’nden Michael Shermer’ın eğitim düzeyi ile inanç arasındaki dağılımı konu alan araştırmasında eğitim düzeyinin artmasına paralel olarak inanan insan oranının da azalmakta olduğu tespit edildi.
2006 yılında Avustralya’daki nüfus sayımlarında sorulan “Kişinin Dini Nedir?” sorusuna Avustralya halkı %18,7 oranında “Hiçbir Din” cevabını verdi. Soru isteğe bağlı olarak soruldu ve nüfusun %11.2’si bu soruyu cevaplamadı. Aynı yıl Yeni Zelanda’da yapılan nüfus sayımında da “Dininiz Nedir?” diye bir soru soruldu. Halkın %34,7’si “Hiçbir Din” derken %12,2’si ya soruyu yanıtlamadı ya da soruya itiraz etti.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

27 Kasım 2005 / Misafir Din/İlahiyat
2 Ekim 2006 / Misafir Din/İlahiyat
13 Ekim 2014 / Mira Din/İlahiyat
29 Ocak 2010 / Ziyaretçi Soru-Cevap