Arama

El sanatlarında usta çırak ilişkisi nasıldır?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 14 Aralık 2011 Gösterim: 14.400 Cevap: 2
merve - avatarı
merve
Ziyaretçi
15 Aralık 2008       Mesaj #1
merve - avatarı
Ziyaretçi
El sanatlarında usta çırak ilişkisi nelerdir?
EN İYİ CEVABI Misafir verdi
bir yazı buldum çok güzel okursanız belki birşeyler bulabilirsiniz:)

Sponsorlu Bağlantılar

Usta - Çırak İlişkisi ve Öğrenme [çok güzel bir yazı]
Ogrenmenin en etkili yolu yaparak, yasayarak ogrenmektir. Kitapla, dersle, kursla, okuyarak, dinleyerek ogrenmek elbette mumkundur. Ancak bilen ve bildigini yapabilen bir ustanin yaninda calisarak, onu gozlemleyerek ve yaptiklarini ona onaylatarak ogrenmenin yerini hicbir sey tutamaz.
Ustalarin yaninda yetismek, ona ciraklik ederek ustalasmak caglar boyu bilinen ve uygulanan etkili bir ogrenme yontemidir. Ancak bu yontemin yine caglar boyu bilinen tipik bazi sorunlari vardir.

Bazi ustalar (deneyimli yoneticiler, birim mudurleri, egitimciler, danismanlar, sefler) ciraklarinin iyi yetiserek kendi islerini ellerinden alacagini, kendilerini yerlerinden edecegini dusunurler. Onlarin tam olarak yetismesini geciktirmek ve hatta engellemek isterler. Ne kadar olgunlasirlarsa olgunlassinlar asla kendi yerlerini alamayacaklarini iddia ederler. Cogu kez de bu endiseyle ya onlara olabildigince az sey ogretirler ya da onlara sert ve acimasiz davranirlar. Belki de pes edip, birakip kacmalarini beklerler.

Ciraklar (deneyimsiz yeni elemanlar, genc mezunlar) ise isi biraz ogrendiklerinde, ellerinden bir is gelmeye basladiginda ustalarini begenmemeye, onlari elestirmeye baslarlar. Isi cok daha iyi bildiklerini ve yapabileceklerini iddia etmeye baslarlar.

Bir taraftan kendi bilgi ve becerisini baskalarindan kiskanan ve sahip oldugu ustunlugu kaybetmekten korkan ustalar, diger taraftan ogrendikleri bir iki seyle kendini ustalasmis sayan ciraklar hemen her zaman birbirlerine kusku ile bakmislardir. Suphesiz birbirini anlayan, birbirlerine karsilikli faydalar saglayan, birlikte ogrenen ve kazanan ustalar ve ciraklar da coktur. Ancak nedense gelin-kaynana hikayeleri gibi usta-cirak hikayeleri de yaygindir.

Bazi ustalar, ciraklarin hep oyle kalmasini beklerler, mesleklerinin puf noktalarini ogretmemeye, gizlemeye calisirlar. Ciraklar da olabildigince isin sirlarini ogrenip bir an once kendi ayaklari ustunde durmayi ogrenmek isterler. Bu nedenle, karsilikli bir guvensizlik ortami soz konusudur. Ciraklar, isi biraz ogrendiklerinde kendilerine biraz guvendiklerinde ve ilk firsat bulduklarinda ayrilip kendi isini kurmaya bakarlar.

Bunun sonucu, isini tam bilmeyen, gercek ustaligi olmayan bircok kisinin ortada usta gecinip tam ve dogru olmayan isler yapmaya ve giderek isin degerini dusurmeye baslarlar. Bunun diger bir sonucu da ustalarin islerini gelistirme ve kurumsallastirma olanagini bulamamalaridir. Bircok kucuk girisim zayif cabalar icinde birbirinden kopuk, birbirine rakip is yapmaya, yasamlarini surdurmeye calismaktadir. Cogu da isin sahibi olan kisinin sagligina ve yasam suresine bagli olarak ayakta durmakta, sonra da kaybolup gitmektedir.

Bu konuda ilginc bir benzetme kavak agaci ile kabak cicegi ( ya da sirik fasulyesi) oykusu ile yapilir. Birincisi 20 yilda buyumus ve belirli bir boya ulasmistir. Digeri ise neredeyse o boya ilkbahar yaz aylarinda cok kisa bir surede gelmistir. Aralarindaki konusmada kabak cicegi kendini cok kisa surede cok hizli uzadigi icin over ve kavak agacini kucumser. Ancak mevsim degisip, havalar sogudugunda kabak ciceginin yapraklari dokulur ve olur. Biri cok hizli buyumustur. Ancak, kisa omurlu, yalnizca bir mevsimliktir, digeri ise guclu ve kalicidir.

Eski donemlerde belirli bir konudaki bilgi ve becerinin degeri uzun yillar ayni kalirdi. Bilgi ve beceri babadan ogula gecer, ayni sekilde uygulanir ve ayni degeri yaratirdi. Boylece belirli bir bilgiyle kusaklar boyunca guc ve para kazanma imkani bulunurdu. Gunumuzde ise belirli bir konudaki bilginin gecerliligi aylar, haftalar hatta gunler icinde kaybolmaktadir. Bu nedenle saklanan bilginin bir faydasi kalmamakta, son kullanma tarihi gecmis bilgi kimseye bir anlam ifade etmemektedir.

Ustalar, deneyimli insanlar, egitimciler ve yoneticiler yanlarinda calisanlara bilgi ve deneyimlerini aktarmali, onlari egitmeli ve kendilerine yetismelerine izin vermelidirler. Suphesiz bu sirada kendilerini yetistirmeye de devam etmelidirler. Ciraklar da bu ustalarinin degerini bilmeli, onlarla acik ve durust iletisim icinde ve karsilikli yarar saglayacak sekilde olabildigince cok bilgiyi, gorguyu ve beceriyi ozumseyerek paylasmalidirlar. Sabirli ve dikkatli olmaya, acik bilgi kadar icsel ortulu bilgiyi de almaya caba gostermelidirler.

Gercek anlamda usta-cirak iliskisi budur ve is basinda ogrenmek boyle olur.

kaynak:Prof. Dr. Ismet BARUTCUGIL

alıntı

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Aralık 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
bir yazı buldum çok güzel okursanız belki birşeyler bulabilirsiniz:)

Sponsorlu Bağlantılar

Usta - Çırak İlişkisi ve Öğrenme [çok güzel bir yazı]
Ogrenmenin en etkili yolu yaparak, yasayarak ogrenmektir. Kitapla, dersle, kursla, okuyarak, dinleyerek ogrenmek elbette mumkundur. Ancak bilen ve bildigini yapabilen bir ustanin yaninda calisarak, onu gozlemleyerek ve yaptiklarini ona onaylatarak ogrenmenin yerini hicbir sey tutamaz.
Ustalarin yaninda yetismek, ona ciraklik ederek ustalasmak caglar boyu bilinen ve uygulanan etkili bir ogrenme yontemidir. Ancak bu yontemin yine caglar boyu bilinen tipik bazi sorunlari vardir.

Bazi ustalar (deneyimli yoneticiler, birim mudurleri, egitimciler, danismanlar, sefler) ciraklarinin iyi yetiserek kendi islerini ellerinden alacagini, kendilerini yerlerinden edecegini dusunurler. Onlarin tam olarak yetismesini geciktirmek ve hatta engellemek isterler. Ne kadar olgunlasirlarsa olgunlassinlar asla kendi yerlerini alamayacaklarini iddia ederler. Cogu kez de bu endiseyle ya onlara olabildigince az sey ogretirler ya da onlara sert ve acimasiz davranirlar. Belki de pes edip, birakip kacmalarini beklerler.

Ciraklar (deneyimsiz yeni elemanlar, genc mezunlar) ise isi biraz ogrendiklerinde, ellerinden bir is gelmeye basladiginda ustalarini begenmemeye, onlari elestirmeye baslarlar. Isi cok daha iyi bildiklerini ve yapabileceklerini iddia etmeye baslarlar.

Bir taraftan kendi bilgi ve becerisini baskalarindan kiskanan ve sahip oldugu ustunlugu kaybetmekten korkan ustalar, diger taraftan ogrendikleri bir iki seyle kendini ustalasmis sayan ciraklar hemen her zaman birbirlerine kusku ile bakmislardir. Suphesiz birbirini anlayan, birbirlerine karsilikli faydalar saglayan, birlikte ogrenen ve kazanan ustalar ve ciraklar da coktur. Ancak nedense gelin-kaynana hikayeleri gibi usta-cirak hikayeleri de yaygindir.

Bazi ustalar, ciraklarin hep oyle kalmasini beklerler, mesleklerinin puf noktalarini ogretmemeye, gizlemeye calisirlar. Ciraklar da olabildigince isin sirlarini ogrenip bir an once kendi ayaklari ustunde durmayi ogrenmek isterler. Bu nedenle, karsilikli bir guvensizlik ortami soz konusudur. Ciraklar, isi biraz ogrendiklerinde kendilerine biraz guvendiklerinde ve ilk firsat bulduklarinda ayrilip kendi isini kurmaya bakarlar.

Bunun sonucu, isini tam bilmeyen, gercek ustaligi olmayan bircok kisinin ortada usta gecinip tam ve dogru olmayan isler yapmaya ve giderek isin degerini dusurmeye baslarlar. Bunun diger bir sonucu da ustalarin islerini gelistirme ve kurumsallastirma olanagini bulamamalaridir. Bircok kucuk girisim zayif cabalar icinde birbirinden kopuk, birbirine rakip is yapmaya, yasamlarini surdurmeye calismaktadir. Cogu da isin sahibi olan kisinin sagligina ve yasam suresine bagli olarak ayakta durmakta, sonra da kaybolup gitmektedir.

Bu konuda ilginc bir benzetme kavak agaci ile kabak cicegi ( ya da sirik fasulyesi) oykusu ile yapilir. Birincisi 20 yilda buyumus ve belirli bir boya ulasmistir. Digeri ise neredeyse o boya ilkbahar yaz aylarinda cok kisa bir surede gelmistir. Aralarindaki konusmada kabak cicegi kendini cok kisa surede cok hizli uzadigi icin over ve kavak agacini kucumser. Ancak mevsim degisip, havalar sogudugunda kabak ciceginin yapraklari dokulur ve olur. Biri cok hizli buyumustur. Ancak, kisa omurlu, yalnizca bir mevsimliktir, digeri ise guclu ve kalicidir.

Eski donemlerde belirli bir konudaki bilgi ve becerinin degeri uzun yillar ayni kalirdi. Bilgi ve beceri babadan ogula gecer, ayni sekilde uygulanir ve ayni degeri yaratirdi. Boylece belirli bir bilgiyle kusaklar boyunca guc ve para kazanma imkani bulunurdu. Gunumuzde ise belirli bir konudaki bilginin gecerliligi aylar, haftalar hatta gunler icinde kaybolmaktadir. Bu nedenle saklanan bilginin bir faydasi kalmamakta, son kullanma tarihi gecmis bilgi kimseye bir anlam ifade etmemektedir.

Ustalar, deneyimli insanlar, egitimciler ve yoneticiler yanlarinda calisanlara bilgi ve deneyimlerini aktarmali, onlari egitmeli ve kendilerine yetismelerine izin vermelidirler. Suphesiz bu sirada kendilerini yetistirmeye de devam etmelidirler. Ciraklar da bu ustalarinin degerini bilmeli, onlarla acik ve durust iletisim icinde ve karsilikli yarar saglayacak sekilde olabildigince cok bilgiyi, gorguyu ve beceriyi ozumseyerek paylasmalidirlar. Sabirli ve dikkatli olmaya, acik bilgi kadar icsel ortulu bilgiyi de almaya caba gostermelidirler.

Gercek anlamda usta-cirak iliskisi budur ve is basinda ogrenmek boyle olur.

kaynak:Prof. Dr. Ismet BARUTCUGIL

alıntı

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Aralık 2011       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türkler’de sanat eğitimini,geçmişte ve günümüzde olmak üzere iki ayrı sistem içinde incelemek gerekir.Günümüzde eğitim kurumları tarafından uygulanan modern eğitim programları ile tarih boyunca uygulanmış ve halan de uygulanmakta olan , usta çırak usulü eğitim şekli.Her iki sistemin de sanat eğitimindeki yeri, birbirini destekleyerek halen önemini korumaktadır.Başlı başına kitap hacminde olan bu önemli konuya ,hafızalarda yer etmiş bilgileri aktarmak maksadıyla , usta-çırak ilişkisini ele alarak başlayalım.Şüphesiz kültür tarihimizde çok değerli sanat ve zanaat ehlinin yetişmesinde önemli rol oynamış bu eğitim sistemi ,gelenekleri ile geniş çapta incelendiği zaman , Türk milletinin iç dünyası daha yakından tanınmış olacaktır.Kısaca temas edilecek bu konuya sanat ,zanaat ve esnaf kesimine yüzyıllar boyunca kol kanat gererek hizmet vermişAhi teşkilatını da hatırlayarak girelim.

Ahi teşkilatı, 13. yüzyılda , Ahi Evren tarafından kurumuş ve Türk ticaret hayatında büyük hizmetler vermiş bir kurumdur.Esnaf ve zanaatkarlara sahip çıkarak onları korumuş,müşteri ile ilişkilerini,yaptığı işin kalitesini , özel hayatın bazı kesimlerini yakından takip ve kontrol etmiştir.Ticari hayatın büyük bir kesimini kucaklayan bu ocak ,Türkler’in ticaret ilişkilerindeki dürüstlüğün ve kalitenin teminatı olmuştur.Usta – çırak usulü eğitimde , ehil bir ustanın yanına çırak giren genç,talip olduğu mesleği öğrenmek için ustasının sözünden çıkmaz ,edeb,sadakat ve sabır ile çalışır ,yaptığı işte başarılı görüldüğü taktirde ustası tarafından icazet almaya namzet gösterilirdi.

İcazetname ve diğer ismiyle izinname denilen bu belge hocasının,yetiştiğine kanaat getirdiği öğrencisine verdiği bir ,çeşit sanatta yeterlik beratırdı.Bu beratı alan çırak , hocası tarafından başarılı bulunmuş ve bundan sonra yaptığı eserlere imza koyma iznini almış olurdu.Aksi halde çırak veya talebenin ,yaptığı işleri imza atma ve hocasından böyle bir izin isteme hakkı yoktu.Geçmişte bu gelenek sadece esnaf ve zanaat erbabı için değil,müzehhipler,nakkaşlar için de geçerliydi.Zamanımızda ise bazı muhitlerde kısmen uygulanarak önemini korumaktadır.

Ahi teşkilatında icazet , usta-çırak eğitimi sonunda ,Peştemal kuşanma merasimi denilen bir törenle verilirdi.Bu önemli gün için ,hocanın uygun gördüğü yer ve tarihte hazırlıklar başlar,devrin ileri gelen diğer hocaları da jüri üyesi olarak davet edilirlerdi.Hazırlıklar tamamlanıp davet günü geldiğinde ,namzet olan genci titizlikle hazırladığı eserleri jüriye takdim edilir ve düşünceleri sorulurdu.Şayet jüri olumlu cevap verirse ,çırağın beline temsili olarak peştemal bağlanır ve icazet verilirdi.Böylece ustalık payesine ulaşan delikanlı ,meslek hayatında dürüst ve edepli olmak ,hileye ,yalana başvurmamak,kul hakkına saygı göstermek ,sözüne sadık kalmak,harama el uzatmamak gibi sorumluluklar yüklenir , bu prensiplere eksiksiz uyacağına yemin ederdi.Daha sonra hocaların elini öper,hayır dualarını alır ve hazırladığı hediyeleri onlara takdim ederdi.Teşkilat bu genç ustayı daha sonraki hayatında yalnız bırakmaz ,iş yerini açabilmesi için maddi manevi destek olurdu.

Türk sanatında usta-çırak veya hoca talebe münasebetlerini anlatan bir başka gelenek ise esere atılan imza şeklidir.Tarihte pek çok müzehhep yazmanın imzasız olması,eserin nakışhanede kollektif çalışma sonucu bezenmiş olmasındandır.Şayet eser Padişaha sunulacak ise sadece sernakkaşın imzası atılır,imzanın bulunduğu bu sayfaya Ketebe veya hatime sayfası denirdi.Bazende müzehhip yaptığı işte kendini görmekten sakındığı ve bu marifetin ona verilmiş ilahi bir lütuf olduğuna inandığı için esere imzasını atmazdı.Böylece aradan vasıtayı kaldırıp,eseri hakiki sahibine teslim etmiş olurdu.Bu davranış sanatkarın ,aczini idrak ederek yaratana duyduğu şükranın ve sahip olduğu edebin gözler önüne serilmesiydi.

Benzer Konular

14 Mart 2014 / Ziyaretçi Soru-Cevap
5 Kasım 2012 / Misafir Soru-Cevap
26 Temmuz 2008 / TiglonBoYs Tiyatro tr
5 Eylül 2015 / Jumong X-Sözlük