Arama

Sanatın insanlar üzerindeki etkisi nedir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 12 Ocak 2013 Gösterim: 25.860 Cevap: 20
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
21 Aralık 2008       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
güzel sanatın insanlara olan etkisi nelerdir??????????
EN İYİ CEVABI Keten Prenses verdi
İnsan ve Sanat
Mahmut Celal Özmen
Sponsorlu Bağlantılar

En muhteşem sanat eserini bir hayvanın önüne bırakalım, hayvanın önündeki bir şaheser olsa bile, en küçük bir etki uyandırması mümkün olabilir mi? Şahane bir tablonun yer aldığı bir tuval ile mürekkebe düşmüş bir karıncanın üzerinde dolaşarak anlamsız zikzaklar çizdiği bir kâğıt; güve için aynı değeri taşırlar; ikisi için de aynıdır... İştahla yer ve bitirir...
Demek ki, sanatın evveliyatında insan varlığı esas olduğu kadar; sonuçlanmış bir ürün olarak sanatla muhatap oluş sürecinde de yine düşünme, kavrama ve güzel duyuya sahip bir başlatıcı ve sonlandırıcı olarak insan durmaktadır.
Ancak sanat eserinin oluşturucusu ve muhatabı kimliğini taşıyan insanın sanat eserine karşı tutumu nasıl olmalıdır? Sanat için hem bir başlatıcı hem de oluşma süreci sonucunda mütekâmil bir izleyici olarak insan için başlı başına bir sorundur bu...
Genelde insanlar bir sanat eserine, ya bir meşguliyet vesilesi, ya izleyicinin dikkatini çekerek şaşırtan bir olgu, ya zaman anlamında bir süre uğraşılacak-uğraştıracak bir üst eylem ya da insani duyguların olgunlaşması için yol açacak bir girişim ve bu anlamda da sanatçının ve izleyicinin toplum ve çevre hakkındaki görüşlerini yansıtan koskoca bir olgular bütünü olarak bakmaktadırlar.
İster Doğu’da isterse Batı’da olsun sanat eseri izleyiciler için olsa olsa salt bir görüntü ya da görüngü olarak sadece içsel bir duygulanım ve dalgalanma anlamı taşıdıklarından öncelikle birer görüntüsel oluşum olarak önemlidirler... İçinde çeşitli çöpvari kırıntılar bulunan suyla dolu bir havuzu düşünün; bu havuz bir şeyle karıştırıldığın da elbette ki, kısa bir sure sonra içindeki bu çöp yığınını ve diğer kırıntıları harekete geçirecek ve yüzeye çıkaracaktır. Oysa kısa bir süre sonra bu karışım durulduğunda tekrar yatışacak ve sanki de içindeki o çöpvari yığın hiç yokmuşçasına o durgun ve sade görünümüne yeniden kavuşacaktır.
İşte herhangi bir sanat eseri karşısındaki böylesi bir iç tepki insanda da gerçekleşerek ilkel bir reaksiyonu ortaya çıkarabilmektedir. Öyle ki; bir sanat eseri karşısındaki beğeni sahibi insan-izleyicilerin yanı sıra o sanat eserini ortaya çıkaran sanatçılarda da bu ilkel reaksiyonu hem bir ilk ve doğal tepki hem de bir anlamda; bile isteye seçilmiş ve üzerinde yoğunlaşılarak oraya vurgu yapılmış-hedef edinilmiş bir başka boyutta gözleyebilmemiz mümkün olmaktadır.
Bir yandan üretilen bir değerler bütünü olarak sanatsal ürünü ve üreticisini diğer yandan da yine bu üretilmiş değerler bütününden bir etik ve estetik devşirecek olan izleyiciler toplamını gayesi izleyici-muhatabı hayret ve şaşkınlığa itmekten öteye geçmeyen, izleyicinin ilgisini toplamak ve beğenilerine yön biçmekten ve hatta bu beğenileri belirleyerek onlardan pragmatik kazanımlar devşirmekten başka bir anlam içermeyen bu türden sanatsal girişim ve çabalar da bu anlamda sadece beğeninin ilkel biçimlerine yönelik olmaktan ve bu şekilde bir anlam kazanmaktan başka bir şeyi ortaya koyamazlar...
Oysa ki, sanatı evrensel ilahiyatın insanda aksülamel bulması gereken seküler bir varyantı olarak tanımlayıp bu varyantın derinliklerinden sonsuzluğa-ebediyete yönelik daha müteal-transandantal bir manevi hayat uğruna yararlanmak ve sanat eserlerini vücuda getiren üstün yetenek sahiplerine olan hayranlıktan hareketle mütealiyet düzeyinin dünya üzerindeki bütünlüğünü de içerecek tek –Bir- yaratıcıya yönelmek ve o –Bir- olanı tanımaya çalışmak sanata daha bir yücelik kazandırır ve onu ‘İd’ den ‘Ego’ya dek salınıp duran ve temel olsa da geçici olmaktan kurtulamayan ilkel insan duygularını doyurmak için kullanılan önemsiz bir araç olmanın da ötesine taşır.
Bu şekildeki bir Sanat algısının insana dair üstün ve aşkın yetenekleri ortaya çıkararak daha derin bir alan açması bir yana, bir diğer insan özelliği olan fıtratın alanındaki güzelliği ve yüce gerçekleri gözlemlemeye yönelik aşk ve iştiyakı ifade etmesi yönünden de tamamen insani bir işlevle yüklendiği görülecektir.
Bütün bu açıklamalar nezdinde insanlık tarihinin pek çok devresinde sanata bakış açılarının ortaya çıkardığı çeşitli meşrep ve üslup farklılıklarının izleğinde sanatın değişen birçok türünün benimsendiği, mesela sanatın sanat için ya da toplum için olması gerektiği biçiminde farklılaşan fikirlerin revaç bulduğu akım ve dönemlerin ortaya çıktığı görülmüştür. Ama bütün bu gelişmelere şu gerçek ışığında bakılınca; sanatın en yüce insani yeteneklerin ifadesi olması ile bile böylesi bir yaklaşımla şu yada bu şekilde insanlığa dair bu geniş alan içerisinde ve insanın komplike yapısının da bir mecburiyeti olarak bazen de insanlık dışı çirkin heves ve arzuları açığa vuran bir araç olarak kullanıldığı da görülmüştür. Bu nokta da denilebilir ki; İnsanın yücelmeye olan özleminin ve yüce insani yeteneklerin ifadesi olan sanatın böylesine hayvani hevesler uğruna kullanılması her şeyden önce sanata karşı yapılan bir haksızlık olacaktır.
Bu bağlamda Sanatın Batı’daki bu günkü halini bir sanatsal dönüşüm şeklinde değerlendirerek, çağa özgü bir gerçeklik tasarımıyla ele alarak yaklaşacak olsak bile, insana dair bu gerçeklik tasarımının erkekle kadının cinsel ilişkilerinin bir bardak su içmek haddinde bayağılaşmasıyla başlamıştır. Milyarlarca para, milyonlarca kişinin en değerli sermayeleri olan zamanları ve fikri çabalar sanat adına insandaki cinsel duygu ve istekleri alevlendirmek yolunda harcanmaktadır; sanat adına nice film, fotoğraf, roman vb. çalışmalar bu sahada hizmete alınmış durumdadır. Biri çıkıp da bunlara: “Cinsel istek ve güç zaten insanda yaratılış itibariyle olması gerektiği kadar güçlü bir halde bulunmaktadır.” Ve bu ilahi oranlamanın sanat ta dâhil başka hiçbir dış ivmeyle güçlendirilmesine gerek yoktur; bunu takviye etmeye çalışmak biraz da Nietzsche’vari bir ayrımla Herodiyan ve Diyonisan taraflara yönelen ayrımda Diyonisan bir eğilim takınarak hem sanatı hem de insanı normal çığırından çıkarıp insanın cinsel çılgınlığa sürüklenmesine neden olacaktır…
Bu da herhangi bir ağrı için karılmış bir ilacın ancak hem o karışımı hem de tedavi etmek üzere hazırlandığı rahatsızlığın odağındaki insanı bilenlerin denetiminde çeşitli tahlil ve kontrollerden geçtikten sonra üretilip satılmasına müsaade edilmesine benzer biçimde bir sanatsal algı alanı açar ki, işte sanatın da insanında tartışılması ancak bu alandan devşirilen ölçütlerle mümkün olacaktır…
Aksi halde kutsala dair ve kutsalın aleyhine bir kısıtlamaya girişilerek bir yeni kutsal dizayn etmek ve elde edilen bu seküler/kutsal dizaynın ölçütleriyle insan özgürleşmesinin bir gereği olarak ‘ham’ bir özgürlük elde etmeye çalışmak ve bu eylemin haklılığını savunan bütün girişimlerin insanı ilgilendiren konular olarak kabul edilmesine rağmen kutsalın hakkını savunma yolunda daha ne kadar arsızlaşacak ve arsızlaştıracaksınız demek isteyenlere de kendi üretimleri olan bir insan-sanat ve ruh ketleşmesiyle karşı durmak ne kadar sanatkar olması bir yana ne kadar insani olacaktır.
Sanatsal bağlamda İnanç ve ifade özgürlüğünün önemini kabul etmekle beraber, sadece insanın ölçüleriyle konumlandırılan ve gündeliğin getirileriyle bulandırılan her şeyi sanat olarak kabul etmenin bir başka açıdan da hem uğruna sanat üretildiği iddiasında bulunulan ‘insan’ın derin anlamına hem de insan ve kutsal bağlamındaki rasyonel ve manevi hayat hakkının dehanın yanardağından fışkırtılan lavlarla yakılıp küle çevrilmesine izin vermek demek olacağını unutmamak gerekmektedir.
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
21 Aralık 2008       Mesaj #2
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
- Sanatın iletişimsel etkileri

Sponsorlu Bağlantılar
İnsanın en önemli özelliği düşünen ve toplumsal bir varlık olmasıdır. Bir insan kafasındaki düşünceyi açıklamadığı ve eyleme sokmadığı sürece, diğer insanlar bundan yararlanamazlar. Bunu açıklamanın ve uygulamanın en önemli yollarından biri sanattır. O zaman sizin ile insanlar arasında bir köprü kurulur. Yani sanat sayesinde insanlar arasında olması gereken düşünce, duygu ve bilgi alışverişi sağlanır ve bir iletişim içine girersiniz. Bu da sosyal yaşamın bir gereği ve sanatın insanların sosyal yaşamına aynı zamanda yüzyıllar öncesinde yaşayan ve sanatsal eserler bırakmış olan insanlarla da iletişim kurmasına yardımcı olur.

Örneğin; 1600 yılında Roma'da Campo di Fiora meydanında yakılarak öldürülen Giordono Bruno (1548-1600) nun bugün aynı meydandaki heykeli, bizimle onun arasındaki iletişimi bir sanatçının bu eseri ile sağlamaktadır. Bildiğimiz gibi kaç
; yüz sene önce yaşamış olan Bruno'nun papalığa karşı olan düşünceleri nedeni ile ölümüne karar verilmiş ve biz onun düşüncelerini bu vesile ile öğrenerek onunla iletişim kurabiliyoruz.

Canlı bir örnek vermek gerekirse, 1946 yılında da Sir Thomas Beecham tarafından kurulan ve Büyük Britanya'nın ulusal orkestası ünvanına sahip olan Royal Flarmoni Orkestra'sı
28 -29 Nisan.1997 tarihlerinde iki konser verirken, sanatın bir kolu olan müzik sayesinde Türk insanı ile arasında bir iletişimi gerçekleştirmiştir. Avrupa geleneklerini, yeni dünyanın görkemli tarzıyla birleştiren ünlü şef Julius Rudel'in yönettiği bu orkestra, aynı zamanda kültürel açıdan da Türk insanının müzik anlayışını etkilemiştir. Kuşkusuz örenkleri arttırılacak olan bu sanat etkinlikleri evrensel bir yaklaşımla, birbirlerinden km.lerce uzakta yaşayan insanlar arasında bir iletişim kurarak bilgi ve görgülerinin gelişmesine yardımcı olmaktadır.
Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
21 Aralık 2008       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
İnsan ve Sanat
Mahmut Celal Özmen

En muhteşem sanat eserini bir hayvanın önüne bırakalım, hayvanın önündeki bir şaheser olsa bile, en küçük bir etki uyandırması mümkün olabilir mi? Şahane bir tablonun yer aldığı bir tuval ile mürekkebe düşmüş bir karıncanın üzerinde dolaşarak anlamsız zikzaklar çizdiği bir kâğıt; güve için aynı değeri taşırlar; ikisi için de aynıdır... İştahla yer ve bitirir...
Demek ki, sanatın evveliyatında insan varlığı esas olduğu kadar; sonuçlanmış bir ürün olarak sanatla muhatap oluş sürecinde de yine düşünme, kavrama ve güzel duyuya sahip bir başlatıcı ve sonlandırıcı olarak insan durmaktadır.
Ancak sanat eserinin oluşturucusu ve muhatabı kimliğini taşıyan insanın sanat eserine karşı tutumu nasıl olmalıdır? Sanat için hem bir başlatıcı hem de oluşma süreci sonucunda mütekâmil bir izleyici olarak insan için başlı başına bir sorundur bu...
Genelde insanlar bir sanat eserine, ya bir meşguliyet vesilesi, ya izleyicinin dikkatini çekerek şaşırtan bir olgu, ya zaman anlamında bir süre uğraşılacak-uğraştıracak bir üst eylem ya da insani duyguların olgunlaşması için yol açacak bir girişim ve bu anlamda da sanatçının ve izleyicinin toplum ve çevre hakkındaki görüşlerini yansıtan koskoca bir olgular bütünü olarak bakmaktadırlar.
İster Doğu’da isterse Batı’da olsun sanat eseri izleyiciler için olsa olsa salt bir görüntü ya da görüngü olarak sadece içsel bir duygulanım ve dalgalanma anlamı taşıdıklarından öncelikle birer görüntüsel oluşum olarak önemlidirler... İçinde çeşitli çöpvari kırıntılar bulunan suyla dolu bir havuzu düşünün; bu havuz bir şeyle karıştırıldığın da elbette ki, kısa bir sure sonra içindeki bu çöp yığınını ve diğer kırıntıları harekete geçirecek ve yüzeye çıkaracaktır. Oysa kısa bir süre sonra bu karışım durulduğunda tekrar yatışacak ve sanki de içindeki o çöpvari yığın hiç yokmuşçasına o durgun ve sade görünümüne yeniden kavuşacaktır.
İşte herhangi bir sanat eseri karşısındaki böylesi bir iç tepki insanda da gerçekleşerek ilkel bir reaksiyonu ortaya çıkarabilmektedir. Öyle ki; bir sanat eseri karşısındaki beğeni sahibi insan-izleyicilerin yanı sıra o sanat eserini ortaya çıkaran sanatçılarda da bu ilkel reaksiyonu hem bir ilk ve doğal tepki hem de bir anlamda; bile isteye seçilmiş ve üzerinde yoğunlaşılarak oraya vurgu yapılmış-hedef edinilmiş bir başka boyutta gözleyebilmemiz mümkün olmaktadır.
Bir yandan üretilen bir değerler bütünü olarak sanatsal ürünü ve üreticisini diğer yandan da yine bu üretilmiş değerler bütününden bir etik ve estetik devşirecek olan izleyiciler toplamını gayesi izleyici-muhatabı hayret ve şaşkınlığa itmekten öteye geçmeyen, izleyicinin ilgisini toplamak ve beğenilerine yön biçmekten ve hatta bu beğenileri belirleyerek onlardan pragmatik kazanımlar devşirmekten başka bir anlam içermeyen bu türden sanatsal girişim ve çabalar da bu anlamda sadece beğeninin ilkel biçimlerine yönelik olmaktan ve bu şekilde bir anlam kazanmaktan başka bir şeyi ortaya koyamazlar...
Oysa ki, sanatı evrensel ilahiyatın insanda aksülamel bulması gereken seküler bir varyantı olarak tanımlayıp bu varyantın derinliklerinden sonsuzluğa-ebediyete yönelik daha müteal-transandantal bir manevi hayat uğruna yararlanmak ve sanat eserlerini vücuda getiren üstün yetenek sahiplerine olan hayranlıktan hareketle mütealiyet düzeyinin dünya üzerindeki bütünlüğünü de içerecek tek –Bir- yaratıcıya yönelmek ve o –Bir- olanı tanımaya çalışmak sanata daha bir yücelik kazandırır ve onu ‘İd’ den ‘Ego’ya dek salınıp duran ve temel olsa da geçici olmaktan kurtulamayan ilkel insan duygularını doyurmak için kullanılan önemsiz bir araç olmanın da ötesine taşır.
Bu şekildeki bir Sanat algısının insana dair üstün ve aşkın yetenekleri ortaya çıkararak daha derin bir alan açması bir yana, bir diğer insan özelliği olan fıtratın alanındaki güzelliği ve yüce gerçekleri gözlemlemeye yönelik aşk ve iştiyakı ifade etmesi yönünden de tamamen insani bir işlevle yüklendiği görülecektir.
Bütün bu açıklamalar nezdinde insanlık tarihinin pek çok devresinde sanata bakış açılarının ortaya çıkardığı çeşitli meşrep ve üslup farklılıklarının izleğinde sanatın değişen birçok türünün benimsendiği, mesela sanatın sanat için ya da toplum için olması gerektiği biçiminde farklılaşan fikirlerin revaç bulduğu akım ve dönemlerin ortaya çıktığı görülmüştür. Ama bütün bu gelişmelere şu gerçek ışığında bakılınca; sanatın en yüce insani yeteneklerin ifadesi olması ile bile böylesi bir yaklaşımla şu yada bu şekilde insanlığa dair bu geniş alan içerisinde ve insanın komplike yapısının da bir mecburiyeti olarak bazen de insanlık dışı çirkin heves ve arzuları açığa vuran bir araç olarak kullanıldığı da görülmüştür. Bu nokta da denilebilir ki; İnsanın yücelmeye olan özleminin ve yüce insani yeteneklerin ifadesi olan sanatın böylesine hayvani hevesler uğruna kullanılması her şeyden önce sanata karşı yapılan bir haksızlık olacaktır.
Bu bağlamda Sanatın Batı’daki bu günkü halini bir sanatsal dönüşüm şeklinde değerlendirerek, çağa özgü bir gerçeklik tasarımıyla ele alarak yaklaşacak olsak bile, insana dair bu gerçeklik tasarımının erkekle kadının cinsel ilişkilerinin bir bardak su içmek haddinde bayağılaşmasıyla başlamıştır. Milyarlarca para, milyonlarca kişinin en değerli sermayeleri olan zamanları ve fikri çabalar sanat adına insandaki cinsel duygu ve istekleri alevlendirmek yolunda harcanmaktadır; sanat adına nice film, fotoğraf, roman vb. çalışmalar bu sahada hizmete alınmış durumdadır. Biri çıkıp da bunlara: “Cinsel istek ve güç zaten insanda yaratılış itibariyle olması gerektiği kadar güçlü bir halde bulunmaktadır.” Ve bu ilahi oranlamanın sanat ta dâhil başka hiçbir dış ivmeyle güçlendirilmesine gerek yoktur; bunu takviye etmeye çalışmak biraz da Nietzsche’vari bir ayrımla Herodiyan ve Diyonisan taraflara yönelen ayrımda Diyonisan bir eğilim takınarak hem sanatı hem de insanı normal çığırından çıkarıp insanın cinsel çılgınlığa sürüklenmesine neden olacaktır…
Bu da herhangi bir ağrı için karılmış bir ilacın ancak hem o karışımı hem de tedavi etmek üzere hazırlandığı rahatsızlığın odağındaki insanı bilenlerin denetiminde çeşitli tahlil ve kontrollerden geçtikten sonra üretilip satılmasına müsaade edilmesine benzer biçimde bir sanatsal algı alanı açar ki, işte sanatın da insanında tartışılması ancak bu alandan devşirilen ölçütlerle mümkün olacaktır…
Aksi halde kutsala dair ve kutsalın aleyhine bir kısıtlamaya girişilerek bir yeni kutsal dizayn etmek ve elde edilen bu seküler/kutsal dizaynın ölçütleriyle insan özgürleşmesinin bir gereği olarak ‘ham’ bir özgürlük elde etmeye çalışmak ve bu eylemin haklılığını savunan bütün girişimlerin insanı ilgilendiren konular olarak kabul edilmesine rağmen kutsalın hakkını savunma yolunda daha ne kadar arsızlaşacak ve arsızlaştıracaksınız demek isteyenlere de kendi üretimleri olan bir insan-sanat ve ruh ketleşmesiyle karşı durmak ne kadar sanatkar olması bir yana ne kadar insani olacaktır.
Sanatsal bağlamda İnanç ve ifade özgürlüğünün önemini kabul etmekle beraber, sadece insanın ölçüleriyle konumlandırılan ve gündeliğin getirileriyle bulandırılan her şeyi sanat olarak kabul etmenin bir başka açıdan da hem uğruna sanat üretildiği iddiasında bulunulan ‘insan’ın derin anlamına hem de insan ve kutsal bağlamındaki rasyonel ve manevi hayat hakkının dehanın yanardağından fışkırtılan lavlarla yakılıp küle çevrilmesine izin vermek demek olacağını unutmamak gerekmektedir.
Son düzenleyen Keten Prenses; 16 Nisan 2009 11:23
Quo vadis?
............. - avatarı
.............
Ziyaretçi
5 Mayıs 2009       Mesaj #4
............. - avatarı
Ziyaretçi
münazara konumuz yardım edebilirmisiniz lütfenn
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
5 Mayıs 2009       Mesaj #5
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
bakınız
Alıntı
Keten Prenses adlı kullanıcıdan alıntı

İnsan ve Sanat
Mahmut Celal Özmen

En muhteşem sanat eserini bir hayvanın önüne bırakalım, hayvanın önündeki bir şaheser olsa bile, en küçük bir etki uyandırması mümkün olabilir mi? Şahane bir tablonun yer aldığı bir tuval ile mürekkebe düşmüş bir karıncanın üzerinde dolaşarak anlamsız zikzaklar çizdiği bir kâğıt; güve için aynı değeri taşırlar; ikisi için de aynıdır... İştahla yer ve bitirir...
Demek ki, sanatın evveliyatında insan varlığı esas olduğu kadar; sonuçlanmış bir ürün olarak sanatla muhatap oluş sürecinde de yine düşünme, kavrama ve güzel duyuya sahip bir başlatıcı ve sonlandırıcı olarak insan durmaktadır.
Ancak sanat eserinin oluşturucusu ve muhatabı kimliğini taşıyan insanın sanat eserine karşı tutumu nasıl olmalıdır? Sanat için hem bir başlatıcı hem de oluşma süreci sonucunda mütekâmil bir izleyici olarak insan için başlı başına bir sorundur bu...
Genelde insanlar bir sanat eserine, ya bir meşguliyet vesilesi, ya izleyicinin dikkatini çekerek şaşırtan bir olgu, ya zaman anlamında bir süre uğraşılacak-uğraştıracak bir üst eylem ya da insani duyguların olgunlaşması için yol açacak bir girişim ve bu anlamda da sanatçının ve izleyicinin toplum ve çevre hakkındaki görüşlerini yansıtan koskoca bir olgular bütünü olarak bakmaktadırlar.
İster Doğu’da isterse Batı’da olsun sanat eseri izleyiciler için olsa olsa salt bir görüntü ya da görüngü olarak sadece içsel bir duygulanım ve dalgalanma anlamı taşıdıklarından öncelikle birer görüntüsel oluşum olarak önemlidirler... İçinde çeşitli çöpvari kırıntılar bulunan suyla dolu bir havuzu düşünün; bu havuz bir şeyle karıştırıldığın da elbette ki, kısa bir sure sonra içindeki bu çöp yığınını ve diğer kırıntıları harekete geçirecek ve yüzeye çıkaracaktır. Oysa kısa bir süre sonra bu karışım durulduğunda tekrar yatışacak ve sanki de içindeki o çöpvari yığın hiç yokmuşçasına o durgun ve sade görünümüne yeniden kavuşacaktır.
İşte herhangi bir sanat eseri karşısındaki böylesi bir iç tepki insanda da gerçekleşerek ilkel bir reaksiyonu ortaya çıkarabilmektedir. Öyle ki; bir sanat eseri karşısındaki beğeni sahibi insan-izleyicilerin yanı sıra o sanat eserini ortaya çıkaran sanatçılarda da bu ilkel reaksiyonu hem bir ilk ve doğal tepki hem de bir anlamda; bile isteye seçilmiş ve üzerinde yoğunlaşılarak oraya vurgu yapılmış-hedef edinilmiş bir başka boyutta gözleyebilmemiz mümkün olmaktadır.
Bir yandan üretilen bir değerler bütünü olarak sanatsal ürünü ve üreticisini diğer yandan da yine bu üretilmiş değerler bütününden bir etik ve estetik devşirecek olan izleyiciler toplamını gayesi izleyici-muhatabı hayret ve şaşkınlığa itmekten öteye geçmeyen, izleyicinin ilgisini toplamak ve beğenilerine yön biçmekten ve hatta bu beğenileri belirleyerek onlardan pragmatik kazanımlar devşirmekten başka bir anlam içermeyen bu türden sanatsal girişim ve çabalar da bu anlamda sadece beğeninin ilkel biçimlerine yönelik olmaktan ve bu şekilde bir anlam kazanmaktan başka bir şeyi ortaya koyamazlar...
Oysa ki, sanatı evrensel ilahiyatın insanda aksülamel bulması gereken seküler bir varyantı olarak tanımlayıp bu varyantın derinliklerinden sonsuzluğa-ebediyete yönelik daha müteal-transandantal bir manevi hayat uğruna yararlanmak ve sanat eserlerini vücuda getiren üstün yetenek sahiplerine olan hayranlıktan hareketle mütealiyet düzeyinin dünya üzerindeki bütünlüğünü de içerecek tek –Bir- yaratıcıya yönelmek ve o –Bir- olanı tanımaya çalışmak sanata daha bir yücelik kazandırır ve onu ‘İd’ den ‘Ego’ya dek salınıp duran ve temel olsa da geçici olmaktan kurtulamayan ilkel insan duygularını doyurmak için kullanılan önemsiz bir araç olmanın da ötesine taşır.
Bu şekildeki bir Sanat algısının insana dair üstün ve aşkın yetenekleri ortaya çıkararak daha derin bir alan açması bir yana, bir diğer insan özelliği olan fıtratın alanındaki güzelliği ve yüce gerçekleri gözlemlemeye yönelik aşk ve iştiyakı ifade etmesi yönünden de tamamen insani bir işlevle yüklendiği görülecektir.
Bütün bu açıklamalar nezdinde insanlık tarihinin pek çok devresinde sanata bakış açılarının ortaya çıkardığı çeşitli meşrep ve üslup farklılıklarının izleğinde sanatın değişen birçok türünün benimsendiği, mesela sanatın sanat için ya da toplum için olması gerektiği biçiminde farklılaşan fikirlerin revaç bulduğu akım ve dönemlerin ortaya çıktığı görülmüştür. Ama bütün bu gelişmelere şu gerçek ışığında bakılınca; sanatın en yüce insani yeteneklerin ifadesi olması ile bile böylesi bir yaklaşımla şu yada bu şekilde insanlığa dair bu geniş alan içerisinde ve insanın komplike yapısının da bir mecburiyeti olarak bazen de insanlık dışı çirkin heves ve arzuları açığa vuran bir araç olarak kullanıldığı da görülmüştür. Bu nokta da denilebilir ki; İnsanın yücelmeye olan özleminin ve yüce insani yeteneklerin ifadesi olan sanatın böylesine hayvani hevesler uğruna kullanılması her şeyden önce sanata karşı yapılan bir haksızlık olacaktır.
Bu bağlamda Sanatın Batı’daki bu günkü halini bir sanatsal dönüşüm şeklinde değerlendirerek, çağa özgü bir gerçeklik tasarımıyla ele alarak yaklaşacak olsak bile, insana dair bu gerçeklik tasarımının erkekle kadının cinsel ilişkilerinin bir bardak su içmek haddinde bayağılaşmasıyla başlamıştır. Milyarlarca para, milyonlarca kişinin en değerli sermayeleri olan zamanları ve fikri çabalar sanat adına insandaki cinsel duygu ve istekleri alevlendirmek yolunda harcanmaktadır; sanat adına nice film, fotoğraf, roman vb. çalışmalar bu sahada hizmete alınmış durumdadır. Biri çıkıp da bunlara: “Cinsel istek ve güç zaten insanda yaratılış itibariyle olması gerektiği kadar güçlü bir halde bulunmaktadır.” Ve bu ilahi oranlamanın sanat ta dâhil başka hiçbir dış ivmeyle güçlendirilmesine gerek yoktur; bunu takviye etmeye çalışmak biraz da Nietzsche’vari bir ayrımla Herodiyan ve Diyonisan taraflara yönelen ayrımda Diyonisan bir eğilim takınarak hem sanatı hem de insanı normal çığırından çıkarıp insanın cinsel çılgınlığa sürüklenmesine neden olacaktır…
Bu da herhangi bir ağrı için karılmış bir ilacın ancak hem o karışımı hem de tedavi etmek üzere hazırlandığı rahatsızlığın odağındaki insanı bilenlerin denetiminde çeşitli tahlil ve kontrollerden geçtikten sonra üretilip satılmasına müsaade edilmesine benzer biçimde bir sanatsal algı alanı açar ki, işte sanatın da insanında tartışılması ancak bu alandan devşirilen ölçütlerle mümkün olacaktır…
Aksi halde kutsala dair ve kutsalın aleyhine bir kısıtlamaya girişilerek bir yeni kutsal dizayn etmek ve elde edilen bu seküler/kutsal dizaynın ölçütleriyle insan özgürleşmesinin bir gereği olarak ‘ham’ bir özgürlük elde etmeye çalışmak ve bu eylemin haklılığını savunan bütün girişimlerin insanı ilgilendiren konular olarak kabul edilmesine rağmen kutsalın hakkını savunma yolunda daha ne kadar arsızlaşacak ve arsızlaştıracaksınız demek isteyenlere de kendi üretimleri olan bir insan-sanat ve ruh ketleşmesiyle karşı durmak ne kadar sanatkar olması bir yana ne kadar insani olacaktır.
Sanatsal bağlamda İnanç ve ifade özgürlüğünün önemini kabul etmekle beraber, sadece insanın ölçüleriyle konumlandırılan ve gündeliğin getirileriyle bulandırılan her şeyi sanat olarak kabul etmenin bir başka açıdan da hem uğruna sanat üretildiği iddiasında bulunulan ‘insan’ın derin anlamına hem de insan ve kutsal bağlamındaki rasyonel ve manevi hayat hakkının dehanın yanardağından fışkırtılan lavlarla yakılıp küle çevrilmesine izin vermek demek olacağını unutmamak gerekmektedir.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Ekim 2009       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
sanat insatı yüceltir insanda sanatı geliştirir ...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Aralık 2010       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
En muhteşem sanat eserini bir hayvanın önüne bırakalım, hayvanın önündeki bir şaheser olsa bile, en küçük bir etki uyandırması mümkün olabilir mi? Şahane bir tablonun yer aldığı bir tuval ile mürekkebe düşmüş bir karıncanın üzerinde dolaşarak anlamsız zikzaklar çizdiği bir kâğıt; güve için aynı değeri taşırlar; ikisi için de aynıdır... İştahla yer ve bitirir...
Demek ki, sanatın evveliyatında insan varlığı esas olduğu kadar; sonuçlanmış bir ürün olarak sanatla muhatap oluş sürecinde de yine düşünme, kavrama ve güzel duyuya sahip bir başlatıcı ve sonlandırıcı olarak insan durmaktadır.
Ancak sanat eserinin oluşturucusu ve muhatabı kimliğini taşıyan insanın sanat eserine karşı tutumu nasıl olmalıdır? Sanat için hem bir başlatıcı hem de oluşma süreci sonucunda mütekâmil bir izleyici olarak insan için başlı başına bir sorundur bu...
Genelde insanlar bir sanat eserine, ya bir meşguliyet vesilesi, ya izleyicinin dikkatini çekerek şaşırtan bir olgu, ya zaman anlamında bir süre uğraşılacak-uğraştıracak bir üst eylem ya da insani duyguların olgunlaşması için yol açacak bir girişim ve bu anlamda da sanatçının ve izleyicinin toplum ve çevre hakkındaki görüşlerini yansıtan koskoca bir olgular bütünü olarak bakmaktadırlar.
İster Doğu’da isterse Batı’da olsun sanat eseri izleyiciler için olsa olsa salt bir görüntü ya da görüngü olarak sadece içsel bir duygulanım ve dalgalanma anlamı taşıdıklarından öncelikle birer görüntüsel oluşum olarak önemlidirler... İçinde çeşitli çöpvari kırıntılar bulunan suyla dolu bir havuzu düşünün; bu havuz bir şeyle karıştırıldığın da elbette ki, kısa bir sure sonra içindeki bu çöp yığınını ve diğer kırıntıları harekete geçirecek ve yüzeye çıkaracaktır. Oysa kısa bir süre sonra bu karışım durulduğunda tekrar yatışacak ve sanki de içindeki o çöpvari yığın hiç yokmuşçasına o durgun ve sade görünümüne yeniden kavuşacaktır.
İşte herhangi bir sanat eseri karşısındaki böylesi bir iç tepki insanda da gerçekleşerek ilkel bir reaksiyonu ortaya çıkarabilmektedir. Öyle ki; bir sanat eseri karşısındaki beğeni sahibi insan-izleyicilerin yanı sıra o sanat eserini ortaya çıkaran sanatçılarda da bu ilkel reaksiyonu hem bir ilk ve doğal tepki hem de bir anlamda; bile isteye seçilmiş ve üzerinde yoğunlaşılarak oraya vurgu yapılmış-hedef edinilmiş bir başka boyutta gözleyebilmemiz mümkün olmaktadır.
Bir yandan üretilen bir değerler bütünü olarak sanatsal ürünü ve üreticisini diğer yandan da yine bu üretilmiş değerler bütününden bir etik ve estetik devşirecek olan izleyiciler toplamını gayesi izleyici-muhatabı hayret ve şaşkınlığa itmekten öteye geçmeyen, izleyicinin ilgisini toplamak ve beğenilerine yön biçmekten ve hatta bu beğenileri belirleyerek onlardan pragmatik kazanımlar devşirmekten başka bir anlam içermeyen bu türden sanatsal girişim ve çabalar da bu anlamda sadece beğeninin ilkel biçimlerine yönelik olmaktan ve bu şekilde bir anlam kazanmaktan başka bir şeyi ortaya koyamazlar...
Oysa ki, sanatı evrensel ilahiyatın insanda aksülamel bulması gereken seküler bir varyantı olarak tanımlayıp bu varyantın derinliklerinden sonsuzluğa-ebediyete yönelik daha müteal-transandantal bir manevi hayat uğruna yararlanmak ve sanat eserlerini vücuda getiren üstün yetenek sahiplerine olan hayranlıktan hareketle mütealiyet düzeyinin dünya üzerindeki bütünlüğünü de içerecek tek –Bir- yaratıcıya yönelmek ve o –Bir- olanı tanımaya çalışmak sanata daha bir yücelik kazandırır ve onu ‘İd’ den ‘Ego’ya dek salınıp duran ve temel olsa da geçici olmaktan kurtulamayan ilkel insan duygularını doyurmak için kullanılan önemsiz bir araç olmanın da ötesine taşır.
Bu şekildeki bir Sanat algısının insana dair üstün ve aşkın yetenekleri ortaya çıkararak daha derin bir alan açması bir yana, bir diğer insan özelliği olan fıtratın alanındaki güzelliği ve yüce gerçekleri gözlemlemeye yönelik aşk ve iştiyakı ifade etmesi yönünden de tamamen insani bir işlevle yüklendiği görülecektir.
Bütün bu açıklamalar nezdinde insanlık tarihinin pek çok devresinde sanata bakış açılarının ortaya çıkardığı çeşitli meşrep ve üslup farklılıklarının izleğinde sanatın değişen birçok türünün benimsendiği, mesela sanatın sanat için ya da toplum için olması gerektiği biçiminde farklılaşan fikirlerin revaç bulduğu akım ve dönemlerin ortaya çıktığı görülmüştür. Ama bütün bu gelişmelere şu gerçek ışığında bakılınca; sanatın en yüce insani yeteneklerin ifadesi olması ile bile böylesi bir yaklaşımla şu yada bu şekilde insanlığa dair bu geniş alan içerisinde ve insanın komplike yapısının da bir mecburiyeti olarak bazen de insanlık dışı çirkin heves ve arzuları açığa vuran bir araç olarak kullanıldığı da görülmüştür. Bu nokta da denilebilir ki; İnsanın yücelmeye olan özleminin ve yüce insani yeteneklerin ifadesi olan sanatın böylesine hayvani hevesler uğruna kullanılması her şeyden önce sanata karşı yapılan bir haksızlık olacaktır.
Bu bağlamda Sanatın Batı’daki bu günkü halini bir sanatsal dönüşüm şeklinde değerlendirerek, çağa özgü bir gerçeklik tasarımıyla ele alarak yaklaşacak olsak bile, insana dair bu gerçeklik tasarımının erkekle kadının cinsel ilişkilerinin bir bardak su içmek haddinde bayağılaşmasıyla başlamıştır. Milyarlarca para, milyonlarca kişinin en değerli sermayeleri olan zamanları ve fikri çabalar sanat adına insandaki cinsel duygu ve istekleri alevlendirmek yolunda harcanmaktadır; sanat adına nice film, fotoğraf, roman vb. çalışmalar bu sahada hizmete alınmış durumdadır. Biri çıkıp da bunlara: “Cinsel istek ve güç zaten insanda yaratılış itibariyle olması gerektiği kadar güçlü bir halde bulunmaktadır.” Ve bu ilahi oranlamanın sanat ta dâhil başka hiçbir dış ivmeyle güçlendirilmesine gerek yoktur; bunu takviye etmeye çalışmak biraz da Nietzsche’vari bir ayrımla Herodiyan ve Diyonisan taraflara yönelen ayrımda Diyonisan bir eğilim takınarak hem sanatı hem de insanı normal çığırından çıkarıp insanın cinsel çılgınlığa sürüklenmesine neden olacaktır…
Bu da herhangi bir ağrı için karılmış bir ilacın ancak hem o karışımı hem de tedavi etmek üzere hazırlandığı rahatsızlığın odağındaki insanı bilenlerin denetiminde çeşitli tahlil ve kontrollerden geçtikten sonra üretilip satılmasına müsaade edilmesine benzer biçimde bir sanatsal algı alanı açar ki, işte sanatın da insanında tartışılması ancak bu alandan devşirilen ölçütlerle mümkün olacaktır…
Aksi halde kutsala dair ve kutsalın aleyhine bir kısıtlamaya girişilerek bir yeni kutsal dizayn etmek ve elde edilen bu seküler/kutsal dizaynın ölçütleriyle insan özgürleşmesinin bir gereği olarak ‘ham’ bir özgürlük elde etmeye çalışmak ve bu eylemin haklılığını savunan bütün girişimlerin insanı ilgilendiren konular olarak kabul edilmesine rağmen kutsalın hakkını savunma yolunda daha ne kadar arsızlaşacak ve arsızlaştıracaksınız demek isteyenlere de kendi üretimleri olan bir insan-sanat ve ruh ketleşmesiyle karşı durmak ne kadar sanatkar olması bir yana ne kadar insani olacaktır.
Sanatsal bağlamda İnanç ve ifade özgürlüğünün önemini kabul etmekle beraber, sadece insanın ölçüleriyle konumlandırılan ve gündeliğin getirileriyle bulandırılan her şeyi sanat olarak kabul etmenin bir başka açıdan da hem uğruna sanat üretildiği iddiasında bulunulan ‘insan’ın derin anlamına hem de insan ve kutsal bağlamındaki rasyonel ve manevi hayat hakkının dehanın yanardağından fışkırtılan lavlarla yakılıp küle çevrilmesine izin vermek demek olacağını unutmamak gerekmektedir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Nisan 2011       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
[sanatın toplum üzerindeki etkisi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Mayıs 2011       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
sanatin toplum uzerindeki etkisi ile ilgili daha fazla bilgi istiyorum
sevcansude - avatarı
sevcansude
Ziyaretçi
7 Mayıs 2011       Mesaj #10
sevcansude - avatarı
Ziyaretçi
İnsan ve Sanat
Mahmut Celal Özmen

En muhteşem sanat eserini bir hayvanın önüne bırakalım, hayvanın önündeki bir şaheser olsa bile, en küçük bir etki uyandırması mümkün olabilir mi? Şahane bir tablonun yer aldığı bir tuval ile mürekkebe düşmüş bir karıncanın üzerinde dolaşarak anlamsız zikzaklar çizdiği bir kâğıt; güve için aynı değeri taşırlar; ikisi için de aynıdır... İştahla yer ve bitirir...
Demek ki, sanatın evveliyatında insan varlığı esas olduğu kadar; sonuçlanmış bir ürün olarak sanatla muhatap oluş sürecinde de yine düşünme, kavrama ve güzel duyuya sahip bir başlatıcı ve sonlandırıcı olarak insan durmaktadır.
Ancak sanat eserinin oluşturucusu ve muhatabı kimliğini taşıyan insanın sanat eserine karşı tutumu nasıl olmalıdır? Sanat için hem bir başlatıcı hem de oluşma süreci sonucunda mütekâmil bir izleyici olarak insan için başlı başına bir sorundur bu...
Genelde insanlar bir sanat eserine, ya bir meşguliyet vesilesi, ya izleyicinin dikkatini çekerek şaşırtan bir olgu, ya zaman anlamında bir süre uğraşılacak-uğraştıracak bir üst eylem ya da insani duyguların olgunlaşması için yol açacak bir girişim ve bu anlamda da sanatçının ve izleyicinin toplum ve çevre hakkındaki görüşlerini yansıtan koskoca bir olgular bütünü olarak bakmaktadırlar.
İster Doğu’da isterse Batı’da olsun sanat eseri izleyiciler için olsa olsa salt bir görüntü ya da görüngü olarak sadece içsel bir duygulanım ve dalgalanma anlamı taşıdıklarından öncelikle birer görüntüsel oluşum olarak önemlidirler... İçinde çeşitli çöpvari kırıntılar bulunan suyla dolu bir havuzu düşünün; bu havuz bir şeyle karıştırıldığın da elbette ki, kısa bir sure sonra içindeki bu çöp yığınını ve diğer kırıntıları harekete geçirecek ve yüzeye çıkaracaktır. Oysa kısa bir süre sonra bu karışım durulduğunda tekrar yatışacak ve sanki de içindeki o çöpvari yığın hiç yokmuşçasına o durgun ve sade görünümüne yeniden kavuşacaktır.
İşte herhangi bir sanat eseri karşısındaki böylesi bir iç tepki insanda da gerçekleşerek ilkel bir reaksiyonu ortaya çıkarabilmektedir. Öyle ki; bir sanat eseri karşısındaki beğeni sahibi insan-izleyicilerin yanı sıra o sanat eserini ortaya çıkaran sanatçılarda da bu ilkel reaksiyonu hem bir ilk ve doğal tepki hem de bir anlamda; bile isteye seçilmiş ve üzerinde yoğunlaşılarak oraya vurgu yapılmış-hedef edinilmiş bir başka boyutta gözleyebilmemiz mümkün olmaktadır.
Bir yandan üretilen bir değerler bütünü olarak sanatsal ürünü ve üreticisini diğer yandan da yine bu üretilmiş değerler bütününden bir etik ve estetik devşirecek olan izleyiciler toplamını gayesi izleyici-muhatabı hayret ve şaşkınlığa itmekten öteye geçmeyen, izleyicinin ilgisini toplamak ve beğenilerine yön biçmekten ve hatta bu beğenileri belirleyerek onlardan pragmatik kazanımlar devşirmekten başka bir anlam içermeyen bu türden sanatsal girişim ve çabalar da bu anlamda sadece beğeninin ilkel biçimlerine yönelik olmaktan ve bu şekilde bir anlam kazanmaktan başka bir şeyi ortaya koyamazlar...
Oysa ki, sanatı evrensel ilahiyatın insanda aksülamel bulması gereken seküler bir varyantı olarak tanımlayıp bu varyantın derinliklerinden sonsuzluğa-ebediyete yönelik daha müteal-transandantal bir manevi hayat uğruna yararlanmak ve sanat eserlerini vücuda getiren üstün yetenek sahiplerine olan hayranlıktan hareketle mütealiyet düzeyinin dünya üzerindeki bütünlüğünü de içerecek tek –Bir- yaratıcıya yönelmek ve o –Bir- olanı tanımaya çalışmak sanata daha bir yücelik kazandırır ve onu ‘İd’ den ‘Ego’ya dek salınıp duran ve temel olsa da geçici olmaktan kurtulamayan ilkel insan duygularını doyurmak için kullanılan önemsiz bir araç olmanın da ötesine taşır.
Bu şekildeki bir Sanat algısının insana dair üstün ve aşkın yetenekleri ortaya çıkararak daha derin bir alan açması bir yana, bir diğer insan özelliği olan fıtratın alanındaki güzelliği ve yüce gerçekleri gözlemlemeye yönelik aşk ve iştiyakı ifade etmesi yönünden de tamamen insani bir işlevle yüklendiği görülecektir.
Bütün bu açıklamalar nezdinde insanlık tarihinin pek çok devresinde sanata bakış açılarının ortaya çıkardığı çeşitli meşrep ve üslup farklılıklarının izleğinde sanatın değişen birçok türünün benimsendiği, mesela sanatın sanat için ya da toplum için olması gerektiği biçiminde farklılaşan fikirlerin revaç bulduğu akım ve dönemlerin ortaya çıktığı görülmüştür. Ama bütün bu gelişmelere şu gerçek ışığında bakılınca; sanatın en yüce insani yeteneklerin ifadesi olması ile bile böylesi bir yaklaşımla şu yada bu şekilde insanlığa dair bu geniş alan içerisinde ve insanın komplike yapısının da bir mecburiyeti olarak bazen de insanlık dışı çirkin heves ve arzuları açığa vuran bir araç olarak kullanıldığı da görülmüştür. Bu nokta da denilebilir ki; İnsanın yücelmeye olan özleminin ve yüce insani yeteneklerin ifadesi olan sanatın böylesine hayvani hevesler uğruna kullanılması her şeyden önce sanata karşı yapılan bir haksızlık olacaktır.
Bu bağlamda Sanatın Batı’daki bu günkü halini bir sanatsal dönüşüm şeklinde değerlendirerek, çağa özgü bir gerçeklik tasarımıyla ele alarak yaklaşacak olsak bile, insana dair bu gerçeklik tasarımının erkekle kadının cinsel ilişkilerinin bir bardak su içmek haddinde bayağılaşmasıyla başlamıştır. Milyarlarca para, milyonlarca kişinin en değerli sermayeleri olan zamanları ve fikri çabalar sanat adına insandaki cinsel duygu ve istekleri alevlendirmek yolunda harcanmaktadır; sanat adına nice film, fotoğraf, roman vb. çalışmalar bu sahada hizmete alınmış durumdadır. Biri çıkıp da bunlara: “Cinsel istek ve güç zaten insanda yaratılış itibariyle olması gerektiği kadar güçlü bir halde bulunmaktadır.” Ve bu ilahi oranlamanın sanat ta dâhil başka hiçbir dış ivmeyle güçlendirilmesine gerek yoktur; bunu takviye etmeye çalışmak biraz da Nietzsche’vari bir ayrımla Herodiyan ve Diyonisan taraflara yönelen ayrımda Diyonisan bir eğilim takınarak hem sanatı hem de insanı normal çığırından çıkarıp insanın cinsel çılgınlığa sürüklenmesine neden olacaktır…
Bu da herhangi bir ağrı için karılmış bir ilacın ancak hem o karışımı hem de tedavi etmek üzere hazırlandığı rahatsızlığın odağındaki insanı bilenlerin denetiminde çeşitli tahlil ve kontrollerden geçtikten sonra üretilip satılmasına müsaade edilmesine benzer biçimde bir sanatsal algı alanı açar ki, işte sanatın da insanında tartışılması ancak bu alandan devşirilen ölçütlerle mümkün olacaktır…
Aksi halde kutsala dair ve kutsalın aleyhine bir kısıtlamaya girişilerek bir yeni kutsal dizayn etmek ve elde edilen bu seküler/kutsal dizaynın ölçütleriyle insan özgürleşmesinin bir gereği olarak ‘ham’ bir özgürlük elde etmeye çalışmak ve bu eylemin haklılığını savunan bütün girişimlerin insanı ilgilendiren konular olarak kabul edilmesine rağmen kutsalın hakkını savunma yolunda daha ne kadar arsızlaşacak ve arsızlaştıracaksınız demek isteyenlere de kendi üretimleri olan bir insan-sanat ve ruh ketleşmesiyle karşı durmak ne kadar sanatkar olması bir yana ne kadar insani olacaktır.
Sanatsal bağlamda İnanç ve ifade özgürlüğünün önemini kabul etmekle beraber, sadece insanın ölçüleriyle konumlandırılan ve gündeliğin getirileriyle bulandırılan her şeyi sanat olarak kabul etmenin bir başka açıdan da hem uğruna sanat üretildiği iddiasında bulunulan ‘insan’ın derin anlamına hem de insan ve kutsal bağlamındaki rasyonel ve manevi hayat hakkının dehanın yanardağından fışkırtılan lavlarla yakılıp küle çevrilmesine izin vermek demek olacağını unutmamak gerekmektedir

Benzer Konular

14 Kasım 2016 / Misafir Cevaplanmış
6 Mart 2012 / Misafir Soru-Cevap
27 Eylül 2010 / Misafir Soru-Cevap
5 Eylül 2011 / Misafir Soru-Cevap
27 Ocak 2010 / Misafir Soru-Cevap