Arama

Anadolu'da kurulan Türk devletlerinin bıraktığı eserler nelerdir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 15 Nisan 2013 Gösterim: 58.337 Cevap: 25
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
27 Aralık 2008       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
anadoluda kurulan devletlerin anadoluya bıraktığı eserler nelerdir.
EN İYİ CEVABI Keten Prenses verdi
Lidya Dönemi

Sponsorlu Bağlantılar
resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164406&ampRESIMISIMlidya donemiLidya sanatının kökeni, atalarının Hitit İmparatorluğu ile bazen dostça, bazen düşmanca ilişkide bulundukları döneme yani Bronzçağı’na kadar uzanır. Lidyalılar, Demirçağı’nda özellikle Gyges’ten, Croesus (yaklaşık İ. Ö. 685 - 547) dönemine kadar olan Mermnad Hanedanı sırasında görkemli gelişmeler göstermişlerdir. Ülkeleri; Frigya Kralı Midas’ın yaklaşık İ. Ö.: 695’deki Kimmer saldırısı sırasında ölümünden sonra en kuvvetli krallık olmuştur. Lidyalılar, kendi dillerini ve kültürlerini korumuşlar, fakat Doğu’yla (Frigler, Luwiler ve aynı zamanda Medler ve Persler) olduğu kadar, Batı’yla da (Yunanlılar) ilişkilere açık olmuşlar; Mısır ve Asur’a kadar diplomatik münasebetlerde bulunmuşlardır.
Lidya sanatı, seçkin Anadolu kültür ürünlerinin mirasçısıdır ve Yakın Doğu’daki en büyük rakipleri Akamenid (Pers) sanatının ilham kaynağı ve öğreticisi olmuştur.

Lidya sanatının gelişmişliği, Anadolu geleneğini sürdürmesinden, sanatçılarını ve ustalarını sanat ve mimarlık için Pers ülkesine, Pasargade ve Susa’ya kadar göndermesinden, değerli mücevheratını ve metal işlerini Yunan saraylarına ve mabetlerine kadar yollamasından anlaşılır. Lidyalıların fildişi işlemeciliğine ve adak figürlerin yapımına katkıları yeni buluntularla anlaşılacaktır.

Lidya heykel ve duvar resim sanatının bazı örnekleri, Manisa - Kırkağaç - Harta tümülüsünde mezar odasında yer alan Kline’yi “Ölü yatağı” destekleyen sfenkslerin betimlenmesinde ve Uşak - Aktepe tümülüsünden ele geçen fresk parçalarında görülebilmektedir.

1960’lı yıllarda Batı Anadolu bölgesinde yapılan kaçak kazılar sonucu yurt dışına kaçırılan Kültür Varlıkları daha sonra Karun veya Lidya hazineleri olarak tanınmıştır.

Lidya Hazineleri adı altında sergilenen eserler altın, gümüş gibi kıymetli madenden yapılmış çeşitli kaplar, takılar, figürinler, mühürler, duvar freskleri ve mermer sfenkslerden oluşur. Bu eserlerin çoğunluğu Uşak Müzesi’nde sergilenmektedir.
Metal objeler maden sanatının çeşitli teknikleri kullanılarak yapılmış olup, çok ileri bir maden sanatının mevcudiyeti göze çarpar. Sergilenen eserleri İ. Ö. VI. yüzyılın ikinci yarısına tarihlememiz mümkündür.

M.Ö.1200'lerden Günümüze Anadolu Uygarlıkları

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164408&ampRESIMISIM1200dengunumuze3İ. Ö. II. binin sonlarında, boğazlar üzerinden Anadolu’ya olan Deniz Kavimleri Göçleri köklü değişikliklere neden olur. Anadolu’nun büyük bir bölümüne egemen olan Hitit İmparatorluğu tarih sahnesinden silinir. İ. Ö. I. binin ilk yarısında, Anadolu, çeşitli bölgelerde kurulan Geç Hitit, Urartu ve Frig krallıkları idaresi altında kalır. Aynı tarihlerde, Dor göçlerinden nasibini alan Yunanistan halkı ise, adalar üzerinden Batı Anadolu’ya geçerek yerli halkla kaynaşır ve İon Uygarlığının temelini atar. Böylece, ilk koloni yerleşimleri kurulur. Pergelle çizilmiş motiflerin özelliklerini yansıtan bu dönem, “PROTOGEOMETRİK DÖNEM” olarak adlandırılır (İ. Ö. 1100 - 950). Yuvarlak motiflerin yerlerini köşeli geometrik motiflere bırakması ile “GEOMETRİK DÖNEM” başlar (İ. Ö. 950 - 600).

Sanata süreklilik veren İonya da, doğu sanatı ile tanışmanın sonucu olarak; gerek heykeltraşlık, gerek mimari, gerekse seramik sanatında önemli gelişmeler olur. Mimaride, daha sonraki dev tapınakların temeli atılır. Heykeltraşlıkta, Protogeometrik ve Geometrik döneme nazaran insan anatomisi daha gerçekci verilmeye başlar. İ. Ö. 670 yıllarında büyük mermer heykeller yapılmaya başlar. Seramik sanatında ise Oriantalizan dönemde, Doğu Yunanın, hayvan frizli boyalı çanak - çömleği, Anadolu’nun renkliliği seven canlı anlatımı ile devam ettirilir.

Oriantalizan Dönemden sonra “ARKAİK” Dönemde, yaratılan büyük boy eserlerde bu üslubun bir ölçüde devam ettiği izlenebilir. Bu dönemdeki, Batı Anadolu kültürüne has heykeller ve İon mimari tarzı, Batı Ege’de daha sonra “KLASİK ÇAĞ” sanatını etkiler.
İ. Ö. 700 - 300 tarihleri arasında, Güney - Batı Anadolu’da Karia ve Lykia uygarlıkları vardır. Karyalıların ve Lykialıların Güney - Batı Anadolu’da, özellikle kaya mezarları Anadolu’nun en gözalıcı anıtları arasında yer alır. Orta Anadolu’da ise, Sardes başkent olmak üzere Lidya Krallığı hüküm sürer. Krallık, sınırlarını Kızılırmak’a kadar genişleterek, Frig Krallığını egemenliği altına alır. Bulunduğu konum nedeni ile Ion kentleri ile yakınlık kuran Lidya, Efes kentini de hakimiyeti altına alır ve bölgenin en zengin devleti haline geliri. İ. Ö. 7. yüzyılda ilk madeni parayı basarak tarihteki yerini alır.
Lidya hakimiyeti İ. Ö. 546 yılında Persler tarafından yıkılır ve Anadolu Pers egemenliği altına girer (İ. Ö. 546 - 334). Bu dönemde Anadolu’da var olan sanatta Pers etkileri görülmeye başlar. Greko - Pers stili sanat eserlerinin yaratıldığı bir ortam oluşur.

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164408&ampRESIMISIM1200dengunumuze1İ. Ö. 4. yüzyıl sonlarında, Makedonyalı Büyük İskender, Pers egemenliğine son verir ve İ. Ö. 330 - 30 yılları arasında süren “HELLENİSTİK DÖNEM” başlar. Ancak, Büyük İskender’in ölümü üzerine, kurduğu bu büyük imparatorluk, iktidar kavgasına giren generalleri tarafından paylaşılır. Anadolu’nun önemli bir kısmı Bergama Krallığı’na bağlanır. Son Bergama Kralının vasiyeti üzerine, Anadolu’nun batısı Roma egemenliğine girer.

Vasiyet yolu ile Roma egemenliğine giren Anadolu, savaştan çok sulh yolu ile romalaşır. Ancak, Anadolu’nun geleneksel kültürü yaşatılmaya devam eder. Roma’nın en etkin olduğu dönemde bile, bölgesel özelliklerin ağır bastığı görülür.
Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesiyle, eski bir Yunan kenti olan “Byzantion” 330 yılında, Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti olur ve adı imparatorun adına izafeten, “Konstantinopolis” olarak değişir. Bizans sanatı, Anadolu’da gelişen ve bölgesel özellikleri ağır basan Roma sanatı geleneğinin, Hiristiyan aleminin getirdiği yeni unsurların yoğurulması ile kişilik kazanır. Bizans Uygarlığının 4. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar yaklaşık bin yılı kapsayan bir yaşamı vardır.
Mavera-ün Nehir batısında yaşayan ve 10. yüzyılda islamiyeti kabul eden Oğuz Türkleri, islamiyeti yaymak amacı ile sınırlarını genişletirler. Bizans topraklarına akınlar düzenlenir ve Alpaslan’ın, 1071’deki Malazgirt Savaşı ile, Türklere Anadolu kapıları açılır. İznik’e kadar gelen Selçuklu Türkleri burayı başkent yaparlar ve Anadolu, Büyük Selçuklu Devleti’nin eyaleti olur. 1157 tarihinde yıkılan Büyük Selçuklu Devleti’nin yerine, merkez Konya olmak üzere, Anadolu Selçuklu Devleti kurulur.

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164408&ampRESIMISIM1200dengunumuze2Anadolu Selçuklu Devleti’nin, Moğol istilaları sonucu yıkılması üzerine, İlhanlıların eline geçen Anadolu, bir süre çeşitli bölgeleri yurt edinen Türk boylarının kurduğu beylikler halinde idare edilir (1071 - 1300).

Oğuz Türklerinin Kayı Aşireti, Anadolu’ya geldikleri zaman, Selçuklu Sultanı tarafından Bizans sınırında Söğüt çevresine yerleştirilir. Böylece 600 yıl sürecek bir imparatorluğun temeli atılır. Osmanoğulları, sınırlarını genişleterek Bursa’yı alır ve başkent yapar. Bir süre sonra, Bizans’ın Avrupa yakasındaki topraklarını da sınırlarına katarak, başkent Edirne’ye taşınır. 1453 yılında, başkent olmasıyla birlikte İstanbul, bir sanat ve kültür merkezi olur. Osmanlı sanatının temelinde, kendisinden önce, Selçuklu döneminde yaratılan Türk - İslam ve Anadolu kültürünün sentezi yatar. İçinde bulunduğumuz bina, Osmanlı mimarisinin güzel örneklerindendir (1299 - 1923).

19. yüzyıl sonlarında zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu dört bir yandan işgal edilir. 1919 yılında başlayan Kurtuluş Savaşı sonunda, 1923 yılında Cumhuriyet ilan edilir ve son olarak, Anadolu topraklarında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulur.




kaynak
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
27 Aralık 2008       Mesaj #2
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Geç Hitit Krallığı

Sponsorlu Bağlantılar
resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164402&ampRESIMISIMgec hitit kralligi1 (İ.Ö. 1200 - 700)

İ. Ö. 1200’lerde batıdan gelen Ege Göçlerinin saldırıları eski gücünü kaybeden Hitit İmparatorluğu’na son vermiş, başta Boğazköy olmak üzere, bütün Hitit şehirleri yakılıp yıkılmıştır. Bu saldırılardan kurtulabilen Hititler güney ve güney - doğu Toroslar’ın dağlık bölgelerine çekilerek tarihte son Hitit Beylikleri çağını yaşamışlardır. Bundan sonra bir daha merkezi bir Hitit Devleti kurulamamış, Hitit geleneği, bu Hitit Beylikleri tarafından Asurlular’ın sürekli saldırıları ile tarih sahnesinden silindikleri devir olan İ. Ö. 700 yıllarına kadar devam ettirilmiştir.

Kargamış, Zincirli, Malatya - Aslantepe, Sakçagözü, Karatepe ve Tell Tayinat’da yapılan kazılarda bu dönemin önemli merkezleri açığa çıkarılmıştır. Ayrıca aynı çağa ait dağınık eserler de birçok yerlerde bulunmuştur. Bu küçük krallıklar İ. Ö. I. binin ilk çeyreğinde, İç Anadolu’nun kuzey ve batısında Frig, Doğu Anadolu’da Urartu, Kuzey Mezopotamya’daki Asur politik güçleri arasında yaşamlarını sürdürmüşlerdir.

Geç Hitit şehirlerinin etrafı sularla çevrili olup bu şehirlerde idari ve dinsel işlevli anıtsal yapılar, yerleşmenin tepesinde ek bir savunma sistemiyle citadel korunan ana bölümü oluşturmaktadır. Kentler, sarayları, caddeleri, anıtsal merdivenleri ve meydanları ile birlikte bir bütün olarak planlanmıştır. Saraylar, çoğunlukla bir avlu çevresine yerleştirilmiş birbirlerini bütünleyen yapılardan oluşmuştur. Hilani adı verilen, girişi sütunlu, dikdörtgen planlı bu yapılar dönemin özgün bir mimarlık örneğidir.

Geç Hitit sanatının önemli özelliklerinden biri mimari ile yontuculuğun birlikte uygulanmasıdır. Sur duvarlarındaki kapılar, saray cepheleri kabartmalı taş bloklarla (ortostad) kaplanmıştır.

Bir taraftan Doğu Akdeniz’e, diğer taraftan İç Anadolu üzerinden batıya, Ege kıyılarına uzanan ticaret yolları üzerinde bulunan bu bölgenin sanatında, İ. Ö. II. binin ikinci yarısından gelen Hititli ve Hurri - Mitannili ögelerle beraber Geç Asur’un ve İ. Ö. I. binin başından itibaren bölgeye göç edip, yerleşen Aramiler’in de etkisi açıkça bellidir.
resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164402&ampRESIMISIMgec hitit kralligi2Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde Geç Hitit sanatı taş eserlerde görülmektedir. Malatya yakınındaki Aslantepe şehrinin kapısını süsleyen kabartmalar ve iki aslan heykeli, geleneksel Hititli ögeleri yansıtan bir grup olup üzerinde Malatya Beyliği Kralı Sulumeli’nin tanrı ve tanrıçalara içki sunuşu betimlenmiştir. Aslantepe sarayının giriş kısmındaki büyük kral heykeli ise Asur etkileri gösterip, kabartmalardan daha geç bir tarihe ait olduğu anlaşılmaktadır.

Güney Anadolu’daki en önemli Geç Hitit şehir krallıklarından biri olan Kargamış’ın önemi Mezopotamya ile Anadolu ve Mısır’ı birbirine bağlayan yolların kavşak noktasında bulunmasındandır. Müzede en çok eseri bulunan Kargamış’ın Uzun Duvar, Kral Burcu, Kahramanlar Duvarı ve Su Kapısı olarak adlandırılan kabartmaları müzede orjinal durumlarına uygun olarak yerleştirilmiştir. Kabartmalar üzerinde Tanrıça Kubaba için yapılan dinsel törenler, Kargamış Kralı Araras’ın en büyük oğlu Kamanas’ın veliahtlığa atanması sahneleri, savaş arabaları, Asurlular ile yapılan savaşın zafer sahneleri, tanrı ve tanrıçalar, karışık varlıklar betimlenmiştir. bu kabartmalarda Hititli ve Asurlu özelliklerin bir arada kullanıldığı görülmektedir.

Sarayın girişinde bulunan Sakçagözü kabartmalarında Asur ve Arami sanatının etkisi çok kuvvetli olup İ. Ö. 8. yüzyılın sonlarına tarihlenmektedir.

Malatya, Sakçagözü, Kargamış kabartmalarında başı üzerinde kanatlı güneş kursu olan güneş tanrısı ile tanrı şapkasının tepesinde hilal bulunan kanatlı ay tanrısı betimlemeleri, bu devirde de hala güneş ve ay tanrıları kültünün devam ettiğini gösterir.

Geç Hitit şehir krallıkları kültürünün ortak bir karakteri de Hitit hiyeroglif yazısıdır. Artık Hitit çivi yazısının kullanılmadığı bu devir kabartmalarında Hitit hiyerogliflerinin yer aldığı görülmektedir. Kargamış kabartmalarının yanısıra müzemiz salonlarında sergilenen Andaval kabartmasında, Sultanhanı - Kayseri ve Köylütolu stellerinde bunu görmek mümkündür.
Geç Hitit Çağı’nın Anadolu arkeolojisi ve sanatındaki önemi Hitit sanatını İ. Ö. 700 yıllarına kadar yaşatmış olmasındandır.


Urartu Krallığı

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164407&ampRESIMISIMurartu1 Urartular İ. Ö. I. binin başlarında Van Gölü çevresinde bir devlet kurmuşlardır. En güçlü dönemlerinde Urartu Devletinin toprakları Urmiye Gölünden Fırat Nehri Vadisine, Kafkasya’nın güneyindeki Gökçegöl, Aras Nehri Vadisi ve Karadeniz’in doğu sahillerinden Musul’a, Halep’e, Akdeniz’e kadar uzanan geniş bir alanda idi. Urartu toprakları yüksek ve kayalık dağlarla çevrili düzlüklerden, platolardan, dar ve derin vadilerden meydana gelmiştir. Doğu Anadolu’nun sert doğa koşullarına uymak zorunda kalan Urartular hayvancılık ve ziraatte başarılı olmuşlardır. Doğu Anadolu Bölgesi hayvan yetiştirilmesine uygun olduğu kadar ziraate de elverişli ovalara ve zengin maden filizlerine sahiptir. Bölgenin bu doğal zenginlikleri, Mezopotamya kavimlerinin eski zamanlardan beri dikkatini çekmiştir. Bundan dolayı bu topraklar sık sık Asur akınlarına uğramıştır. Bu akınlara karşı koymak zorunda kalan Urartular İ. Ö. I. binin başlarında birleşerek merkezi bugünkü Van (Tuşba) olan Urartu Devletini kurmuşlardır.

İ. Ö. 600 yıllarında kuzeyden gelen Med - İskit akınlarıyla ortadan kalkan Urartu adına ilk defa İ. Ö. XIII. yüzyılda hüküm süren Asur kralı I. Salmanasar’a ait çivi yazılı belgelerde rastlanmaktadır. Urartular ne Sami ne de Hint - Avrupalı ırktandırlar. Urartu dili üzerinde yapılan çalışmalar, bu halkın Hurri dilinin bir lehçesini konuştuğunu ortaya koymaktadır. Hurriler Urartu krallığından beşyüz yıl önce aşağı yukarı aynı bölgelerde, doğu ve güneydoğu Anadolu’da Antakya’ya kadar uzanan ve Hititler ile çağdaş olan büyük bir medeniyet kurmuşlardır. Böylece Urartuların Hurriler’le aynı soydan geldiklerini kabul etmek gerekir. Urartular Asur etkisinden kendilerini kurtaramamışlar ve başlangıçta onların dilini, yazılarını kullanmışlardır. Çivi yazısını kullanmış olan Urartular’ın dillerini okumak, ele geçen Asur ve Urartu dillerinde yazılmış iki yazıt ile bu dili çözmek mümkün olmuştur. Az sayıdaki resmi veya ticari mektuplar pişmiş toprak tabletler üzerine yazılmış metinlerle yapılıyordu. Urartular’ın bırakmış oldukları yazılı belgeler Asurlular’ınkinin aksine kuru ve cansızdır.
Ele geçen Urartu çivi yazılı tabletleri sayıca çok az olup kontrat ve mektuplardır. Urartular’ın en önemli kitabeleri taş levhalar üzerinde bina bloklarında veya kayalar üzerindedir. Bunun yanında Hitit hiyeroglifine benzeyen bir çeşit resim yazısını da kullanmışlardır. Ele geçen Urartu çivi yazılı belgelerde Urartu krallarının kazandıkları zaferlerden, ele geçirdikleri esir ve ganimetlerden, inşa edilen sulama kanalları, kaleler ve mabetlerden söz edilmektedir. Büyük su kanalları, suni göller yapan, araziyi sulamada ve bataklıkları kurutmada büyük başarı elde eden Urartular’ın bütün bu özelliklerini Asurlular’ın bırakmış oldukları belgeler de doğrulamaktadır. Asur kralları Urartu topraklarının bereketinden, mabet ve resmi depolarının zenginliğinden metinlerinde söz etmişlerdir.

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164407&ampRESIMISIMurartu3Teokratik bir devlet olan Urartu Devleti feodal bir sistemle yönetilirdi. Urartu’nun sınır bölgelerinde, Hitit Devletinde olduğu gibi krala bağlı beylikler vardı. Bunlar krala vergi verirler fakat kendi bölgelerinde bağımsız olarak hüküm sürerlerdi. Kuvvetli kalelerde oturan bu beyler savaş zamanlarında ordularıyla birlikte Urartu kralının emrine girerlerdi.
İ. Ö. IX. ve VIII. yüzyıllarda en parlak devirlerini yaşayan Urartular sarp ve kayalık olan bölgenin bayındırlaştırılmasında oldukları gibi mimarlıkta da usta olduklarını inşa ettikleri saray ve mabetlerle göstermişlerdir. Yapılarını bu bölgenin coğrafi şartlarına uydurmuşlar, çok güzel işledikleri 20 - 25 ton ağırlığındaki taşları sarp tepelere çıkararak anıtsal yapılar inşa etmişlerdir. Urartu mimarisi Asur mimarisinden farklı bir gelişme göstermiş olup genel olarak taş kaidelere basan ince, uzun ağaç direklerin hakim olduğu bir yapı tarzı kullanılmıştır. Tapınak, saray ve yönetim binaları ve çeşitli işlikleri içeren Urartu kaleleri sık kuleli surlarla çevrilidir. Bu yapılar konumları, planları ve yapım teknikleri ile anıtsal mimarlık örnekleridir. Altıntepe, Çavuştepe, Adilcevaz, Kayalıdere ve öteki yerleşmelerde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan yapılar, Urartu krallarının yazıtlarında sürekli olarak anlattıkları imar çalışmalarının somut belgeleridir. Özellikle kendilerine özgü tapınakları ve saraylarındaki çok sütunlu kabul salonları Urartular’ın mimarlık tarihine getirdiği yeniliklerdir. Altıntepe tapınağı bu tipi en iyi tanıtan örnektir. Urartu sanatının en önemli özelliklerinden biri de bu anıtsal yapıların duvarlarını süsleyen duvar resimleridir. Urartular’ın resmi yapılarını süsleyen duvar resimleri büyük ölçüde Asur resim sanatından etkilenmişse de bazı motifler ve üslup bakımından ondan ayrılık gösterir. Canlı ve renkli çeşitli motiflerden oluşan duvar resimlerinde geometrik ve bitkisel motiflerle çeşitli hayvan sahneleri işlenmiştir. İ. Ö. VIII. yüzyılın son yarısı ile, VII. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen bu resimler Doğu Anadolu’nun sert doğası içinde gelişen Urartu uygarlığının sanata gösterdiği ilgi hakkında fikir vermektedir. Çiçek ve geometrik motiflerle oluşturulan kompozisyonlar, kutsal ağacın iki yanındaki kanatlı cinler, kanatlı sfenksler, kutsal hayvanlar üzerindeki tanrılar, hayvanlar arasındaki mücadele ve diğer hayvan sahneleri en çok sevilen konulardır. Bunlar arasında dini motiflerle yalnızca süsleme amacıyla yapılan resimler çoğunluktadır. Duvar resimlerinin bu kadar canlı görünmesinin nedeni daima birbirine uygun ve parlak renklerin seçilmiş olmasındandır. Resimler kırmızı, mavi, bej, siyah, beyaz ve az miktarda da yeşildir.
Ele geçen kalkan ve miğferler üzerinde ait oldukları kralın adı ile çeşitli insan ve hayvan tasvirleri vardır. Altıntepe’de bulunan ve kulp yerlerinde dört boğa başı olan tunç kazan İ. Ö. VII. yüzyıl başlarına aittir. Urartu maden sanatının kendine özgü heykelciklerle süslü tunç kazanları Frigya’ya, Kıta Yunanistan’a ve İtalya’ya ihraç edilmiştir. Urartu sanatında tunç levha işlemenin önemli bir yeri vardır. Kemerler, miğfer ve kalkanlar, adak levhaları, koşum takımları, okdanlıklar bu grup içinde sayılabilir. Tunç kemerlerde dikkati çeken özellik simetriye verilen önemdir. Bir başka özellik ise figür ve motiflerin defalarca tekrarlanmasıdır.

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164407&ampRESIMISIMurartu2Urartu sanat eserleri arasında önemli bir grubu da mühürler oluşturmaktadır. Silindir ve damga mühürlerin yanısıra silindir - damga biçiminde olanlar Urartular’ın mühürcülük alanına getirdiği önemli bir yeniliği göstermektedir. Mühürler üzerinde hayvanlar, karışık varlıklar ve bitkisel motifler bol olarak kullanılmıştır.

Fildişi işçiliği geleneğini Urartular büyük bir başarıyla devam ettirmişlerdir. Çoğu mobilyalara ait olan fildişi parçaları Urartular’ın bu alandaki dikkat çekici özelliğini göstermektedir. Bunlar arasında kuş başlı, kanatlı cinler (griffon), insan yüzleri, geyik kabartması, palmet plakları, kavuşturulmuş iki el biçiminde yapılmış aplike parçalar ve aslan heykelcikleri sayılabilir. Bunlardan üç ayaklı sehpaya ait yatan aslan, Önasya’nın fildişinden yapılmış en büyük aslan heykelciğidir.
Urartu beylerinin bir taraftan kayaların içine diğer taraftan yerin altına görkemli anıtlar olarak inşa edilen mezar odalarına, ağaç ve taştan yapılmış lahitlere gömülmüş olmalarında Asur krallarının büyük etkisi olmuştur. Oda mezarların yanında ve üstlerinde bulunan kaya oyuğu mezarlar ve yüzeye çok yakın olarak bulunan urnalara da fakir halkın ya da esirlerin gömülmüş olmaları mümkündür. Ancak bazı oda mezarlar içinde de urnalar bulunmuş olması prens mezarlarında da halk mezarlarında da hem gömme hem de yakma adeti olduğunu gösterir. Urartu mezarları bırakılan ölü hediyeleri bakımından çok önemlidir.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi Erzincan - Altıntepe, Ağrı - Patnos, Van - Toprakkale, Muş - Kayalıdere ve Adilcevaz’da yapılan kazılardan ele geçen eserlerle zengin bir Urartu kolleksiyonuna sahiptir.


kaynak
Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
27 Aralık 2008       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Lidya Dönemi

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164406&ampRESIMISIMlidya donemiLidya sanatının kökeni, atalarının Hitit İmparatorluğu ile bazen dostça, bazen düşmanca ilişkide bulundukları döneme yani Bronzçağı’na kadar uzanır. Lidyalılar, Demirçağı’nda özellikle Gyges’ten, Croesus (yaklaşık İ. Ö. 685 - 547) dönemine kadar olan Mermnad Hanedanı sırasında görkemli gelişmeler göstermişlerdir. Ülkeleri; Frigya Kralı Midas’ın yaklaşık İ. Ö.: 695’deki Kimmer saldırısı sırasında ölümünden sonra en kuvvetli krallık olmuştur. Lidyalılar, kendi dillerini ve kültürlerini korumuşlar, fakat Doğu’yla (Frigler, Luwiler ve aynı zamanda Medler ve Persler) olduğu kadar, Batı’yla da (Yunanlılar) ilişkilere açık olmuşlar; Mısır ve Asur’a kadar diplomatik münasebetlerde bulunmuşlardır.
Lidya sanatı, seçkin Anadolu kültür ürünlerinin mirasçısıdır ve Yakın Doğu’daki en büyük rakipleri Akamenid (Pers) sanatının ilham kaynağı ve öğreticisi olmuştur.

Lidya sanatının gelişmişliği, Anadolu geleneğini sürdürmesinden, sanatçılarını ve ustalarını sanat ve mimarlık için Pers ülkesine, Pasargade ve Susa’ya kadar göndermesinden, değerli mücevheratını ve metal işlerini Yunan saraylarına ve mabetlerine kadar yollamasından anlaşılır. Lidyalıların fildişi işlemeciliğine ve adak figürlerin yapımına katkıları yeni buluntularla anlaşılacaktır.

Lidya heykel ve duvar resim sanatının bazı örnekleri, Manisa - Kırkağaç - Harta tümülüsünde mezar odasında yer alan Kline’yi “Ölü yatağı” destekleyen sfenkslerin betimlenmesinde ve Uşak - Aktepe tümülüsünden ele geçen fresk parçalarında görülebilmektedir.

1960’lı yıllarda Batı Anadolu bölgesinde yapılan kaçak kazılar sonucu yurt dışına kaçırılan Kültür Varlıkları daha sonra Karun veya Lidya hazineleri olarak tanınmıştır.

Lidya Hazineleri adı altında sergilenen eserler altın, gümüş gibi kıymetli madenden yapılmış çeşitli kaplar, takılar, figürinler, mühürler, duvar freskleri ve mermer sfenkslerden oluşur. Bu eserlerin çoğunluğu Uşak Müzesi’nde sergilenmektedir.
Metal objeler maden sanatının çeşitli teknikleri kullanılarak yapılmış olup, çok ileri bir maden sanatının mevcudiyeti göze çarpar. Sergilenen eserleri İ. Ö. VI. yüzyılın ikinci yarısına tarihlememiz mümkündür.

M.Ö.1200'lerden Günümüze Anadolu Uygarlıkları

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164408&ampRESIMISIM1200dengunumuze3İ. Ö. II. binin sonlarında, boğazlar üzerinden Anadolu’ya olan Deniz Kavimleri Göçleri köklü değişikliklere neden olur. Anadolu’nun büyük bir bölümüne egemen olan Hitit İmparatorluğu tarih sahnesinden silinir. İ. Ö. I. binin ilk yarısında, Anadolu, çeşitli bölgelerde kurulan Geç Hitit, Urartu ve Frig krallıkları idaresi altında kalır. Aynı tarihlerde, Dor göçlerinden nasibini alan Yunanistan halkı ise, adalar üzerinden Batı Anadolu’ya geçerek yerli halkla kaynaşır ve İon Uygarlığının temelini atar. Böylece, ilk koloni yerleşimleri kurulur. Pergelle çizilmiş motiflerin özelliklerini yansıtan bu dönem, “PROTOGEOMETRİK DÖNEM” olarak adlandırılır (İ. Ö. 1100 - 950). Yuvarlak motiflerin yerlerini köşeli geometrik motiflere bırakması ile “GEOMETRİK DÖNEM” başlar (İ. Ö. 950 - 600).

Sanata süreklilik veren İonya da, doğu sanatı ile tanışmanın sonucu olarak; gerek heykeltraşlık, gerek mimari, gerekse seramik sanatında önemli gelişmeler olur. Mimaride, daha sonraki dev tapınakların temeli atılır. Heykeltraşlıkta, Protogeometrik ve Geometrik döneme nazaran insan anatomisi daha gerçekci verilmeye başlar. İ. Ö. 670 yıllarında büyük mermer heykeller yapılmaya başlar. Seramik sanatında ise Oriantalizan dönemde, Doğu Yunanın, hayvan frizli boyalı çanak - çömleği, Anadolu’nun renkliliği seven canlı anlatımı ile devam ettirilir.

Oriantalizan Dönemden sonra “ARKAİK” Dönemde, yaratılan büyük boy eserlerde bu üslubun bir ölçüde devam ettiği izlenebilir. Bu dönemdeki, Batı Anadolu kültürüne has heykeller ve İon mimari tarzı, Batı Ege’de daha sonra “KLASİK ÇAĞ” sanatını etkiler.
İ. Ö. 700 - 300 tarihleri arasında, Güney - Batı Anadolu’da Karia ve Lykia uygarlıkları vardır. Karyalıların ve Lykialıların Güney - Batı Anadolu’da, özellikle kaya mezarları Anadolu’nun en gözalıcı anıtları arasında yer alır. Orta Anadolu’da ise, Sardes başkent olmak üzere Lidya Krallığı hüküm sürer. Krallık, sınırlarını Kızılırmak’a kadar genişleterek, Frig Krallığını egemenliği altına alır. Bulunduğu konum nedeni ile Ion kentleri ile yakınlık kuran Lidya, Efes kentini de hakimiyeti altına alır ve bölgenin en zengin devleti haline geliri. İ. Ö. 7. yüzyılda ilk madeni parayı basarak tarihteki yerini alır.
Lidya hakimiyeti İ. Ö. 546 yılında Persler tarafından yıkılır ve Anadolu Pers egemenliği altına girer (İ. Ö. 546 - 334). Bu dönemde Anadolu’da var olan sanatta Pers etkileri görülmeye başlar. Greko - Pers stili sanat eserlerinin yaratıldığı bir ortam oluşur.

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164408&ampRESIMISIM1200dengunumuze1İ. Ö. 4. yüzyıl sonlarında, Makedonyalı Büyük İskender, Pers egemenliğine son verir ve İ. Ö. 330 - 30 yılları arasında süren “HELLENİSTİK DÖNEM” başlar. Ancak, Büyük İskender’in ölümü üzerine, kurduğu bu büyük imparatorluk, iktidar kavgasına giren generalleri tarafından paylaşılır. Anadolu’nun önemli bir kısmı Bergama Krallığı’na bağlanır. Son Bergama Kralının vasiyeti üzerine, Anadolu’nun batısı Roma egemenliğine girer.

Vasiyet yolu ile Roma egemenliğine giren Anadolu, savaştan çok sulh yolu ile romalaşır. Ancak, Anadolu’nun geleneksel kültürü yaşatılmaya devam eder. Roma’nın en etkin olduğu dönemde bile, bölgesel özelliklerin ağır bastığı görülür.
Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesiyle, eski bir Yunan kenti olan “Byzantion” 330 yılında, Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti olur ve adı imparatorun adına izafeten, “Konstantinopolis” olarak değişir. Bizans sanatı, Anadolu’da gelişen ve bölgesel özellikleri ağır basan Roma sanatı geleneğinin, Hiristiyan aleminin getirdiği yeni unsurların yoğurulması ile kişilik kazanır. Bizans Uygarlığının 4. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar yaklaşık bin yılı kapsayan bir yaşamı vardır.
Mavera-ün Nehir batısında yaşayan ve 10. yüzyılda islamiyeti kabul eden Oğuz Türkleri, islamiyeti yaymak amacı ile sınırlarını genişletirler. Bizans topraklarına akınlar düzenlenir ve Alpaslan’ın, 1071’deki Malazgirt Savaşı ile, Türklere Anadolu kapıları açılır. İznik’e kadar gelen Selçuklu Türkleri burayı başkent yaparlar ve Anadolu, Büyük Selçuklu Devleti’nin eyaleti olur. 1157 tarihinde yıkılan Büyük Selçuklu Devleti’nin yerine, merkez Konya olmak üzere, Anadolu Selçuklu Devleti kurulur.

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164408&ampRESIMISIM1200dengunumuze2Anadolu Selçuklu Devleti’nin, Moğol istilaları sonucu yıkılması üzerine, İlhanlıların eline geçen Anadolu, bir süre çeşitli bölgeleri yurt edinen Türk boylarının kurduğu beylikler halinde idare edilir (1071 - 1300).

Oğuz Türklerinin Kayı Aşireti, Anadolu’ya geldikleri zaman, Selçuklu Sultanı tarafından Bizans sınırında Söğüt çevresine yerleştirilir. Böylece 600 yıl sürecek bir imparatorluğun temeli atılır. Osmanoğulları, sınırlarını genişleterek Bursa’yı alır ve başkent yapar. Bir süre sonra, Bizans’ın Avrupa yakasındaki topraklarını da sınırlarına katarak, başkent Edirne’ye taşınır. 1453 yılında, başkent olmasıyla birlikte İstanbul, bir sanat ve kültür merkezi olur. Osmanlı sanatının temelinde, kendisinden önce, Selçuklu döneminde yaratılan Türk - İslam ve Anadolu kültürünün sentezi yatar. İçinde bulunduğumuz bina, Osmanlı mimarisinin güzel örneklerindendir (1299 - 1923).

19. yüzyıl sonlarında zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu dört bir yandan işgal edilir. 1919 yılında başlayan Kurtuluş Savaşı sonunda, 1923 yılında Cumhuriyet ilan edilir ve son olarak, Anadolu topraklarında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulur.




kaynak
Quo vadis?
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
27 Aralık 2008       Mesaj #4
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Frig Krallığı

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164401&ampRESIMISIMfrig kralligi1(İ. Ö. 1200 - 700)

İ. Ö. XII. yüzyıl başlarında Güneydoğu Avrupa’dan gelen Ege Göçleri ile Anadolu’ya giren Frigler Anadolu’nun önemli kentlerinin hemen hepsini yakıp yıkmış ve Hitit İmparatorluğunu ortadan kaldırarak Anadolu’yu yavaş yavaş egemenlikleri altına almaya başlamışlardır. Frigler’in esas yerleşim bölgesi Gordion merkez olmak üzere Sakarya bölgesi olup Afyon, Kütahya, Eskişehir bu bölgeye bağlıdır. Geride bıraktıkları çok az sayıdaki yazıtlar onların Hint - Avrupalı bir dil kullandıklarını göstermektedir. Yunan kaynakları özellikle Heredot onların büyük ve küçük Byriges’ler olarak Makedonya’dan geldikleri konusunda bilgi verirken Asur kaynaklarında Muşkili Mita’dan söz edilmektedir. Genellikle Mita ile Midas’ın aynı şahıs, Muşkilerin de Frigler oldukları kabul edilir.

İ. Ö. VIII. yüzyılın ikinci yarısında Frig Devleti büyük güç kazanmış, ancak İ. Ö. VII. yüzyılın başlarında Kimmer akınları ile zayıflamış; daha sonra Lidya egemenliğine girmiş ve 550 yıllarında da Pers istilası ile bağımsızlığını tamamen yitirmiştir.

Frigler’in siyasi yaşantıları ve sanatları Erken Evre (İ. Ö. VII. yüzyıldan önceki dönem) ve Geç Evre (İ. Ö. 695’teki Kimmer istilasından sonra başlıyan ve İ. Ö. IV. yüzyılın son çeyreğine kadar süren dönem) olarak iki evrede gelişmiştir. Frig sanatının ilk evresi hakkındaki bilgilerimiz az olup asıl bilgi İ. Ö. 750 yıllarından sonraya aittir.

Frigler’in başkentleri Gordion’dur. Gordion müstahkem bir şehir olup güçlü inşa edilmiş surlarla çevrilidir. Gordion’daki resmi yapılarda en gelişmiş örneklerini gördüğümüz dikdörtgen planlı, taş kerpiç ve ağaçla inşa edilmiş “Megaron” denilen yapı tipi Batı Anadolu’da İ. Ö. III. bin yılından beri kullanılan yapı tipidir. Frigler bu yapıların ön cephelerini Batı Anadolu gelenek ve göreneklerine göre pişmiş toprak bezekli levhalarla, bazılarının tabanlarını da yine geometrik motifli renkli mozaiklerle süslemişlerdir. Çeşitli motifler halinde karşımıza çıkan bu boyalı levhaların müzemizdeki en güzel örnekleri Gordion ve Pazarlı’da bulunanlardır. Bunlar; savaşçılar, aslan - boğa boğuşmaları, insan başlı at gövdeli veya kuş başlı varlıklar, hayat ağacının iki yanındaki keçileri gösteren figürler gibi konuları içermektedir.

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164401&ampRESIMISIMfrig kralligi2Başkentleri olan Sakarya kenarındaki Gordion’dan başka Kızılırmak yayı içinde ve güneyindeki Alacahöyük, Boğazköy, Pazarlı, Kültepe, Eskiyapar, Maşathöyük gibi şehirler Frigler ve onların sanatı hakkındaki bilgilerimiz için en iyi kaynaklardır. Frigya ülkesindeki kaya anıtları ile diğer yerleşmelerde yapılan kazılar sonucu elde edilen buluntular. Frig mimarlığının ne denli gelişmiş ve köklü bir geleneğe sahip olduğunu ortaya koymuştur.

Kral şehrinde yaşamış olan Frig kral ailesi ve asil zenginler öldükten sonra üzeri büyük toprak tümseklerle örtülü, ardıç ve sedir ağacı gibi kütüklerle yapılmış mezar odalarını içeren tümülüslere gömülüyorlardı. Bu tarzda yapılmış odaların ağaç, konstrüksüyonu ileri bir teknik göstermektedir. Çok defa toprağa geniş uzun çukurlar kazılıyor, içine tahtadan odalar yapılıyor ve etrafı moloz taşlarla dolduruluyordu. Ölü tahta odaya yerleştirildikten ve ölü hediyeleri konulduktan sonra üstüne çatı örtülüyor ve çatının üzerine büyük taş yığını konuluyordu. Bunun üzerine de toprak veya kil yığılmak sureti ile tümülüs yapılıyordu. Sayıları yüze yaklaşan ve bugün yirmibeş kadarı kazılan tümülüslerin mezar odalarındaki ölü hediyelerinin zenginliği ve çeşitliliği gömülen kişinin önemini belirtmektedir.

Gordion’dan başka en önemli Frig tümülüsleri Orta Anadolu’nun güney batısında Afyon Eskişehir yöresinde ve Ankara civarında bulunmuşlardır. Ankara’dakiler Anıtkabir ve Orman Çiftliği alanı içindedir. Tümülüsler İ. Ö. VIII ve VII. yüzyıllara ait olup bugüne kadar rastlananların yükseklikleri 3 m. ile 50 m. arasında değişmektedir. Ölüler erken dönemlerde yakılmadan, sonraki dönemlerde yakılarak ve külleri urna (ölü külü konulan kap) lara konularak tümülüslere bırakılmışlardır. Frig yığma mezarlarının en büyüğü Gordion’da 50 m. yüksekliğinde ve 300 m. çapındaki tümülüstür. Buradaki ağaç mezar odasının iç kısımda uzunluğu 6.20 m. ve genişliği 5,15 m. dir. Alınlığı üçgen biçiminde olan odanın kapısı yoktur. Odanın bir köşesindeki ağaçtan yapılmış büyük bir kerevet üzerinde yaşı altmıştan fazla ve boyu 1,59 m. olan bir iskelet bulunmuştur. Kral Midas’a ait olduğu sanılan mezar anıtında oymalı ve kakmalı geometrik motiflerle süslü tahta panoların yanında duran, üç ayaklı masaların üzerinde, içlerini daha küçük kapların doldurduğu büyük tunç kazanlar sıralanmış durumda bulunmuştur. Tunç kazanlar içindeki kapların, omphaloslu taslar, makara kulplu çanaklar, helke, küçük kazancıklar, kepçeler ve çok sayıda tunçtan yapılmış fibulalar (çengelli iğne) olduğu saptanmıştır. Aynı çağlarda Doğu Anadolu’da egemen olan ve maden işçiliğinde çok ileri bir düzeye varmış olan Urartular’dan ithal ettikleri tunç kazanlara kendi anlayışlarını katarak yeni bir stil geliştirmişlerdir. Urartular’da kazanların ağız kenarlarında aslan ve boğa başları kullanılmasına karşın Frigler Asur tipi insan başları kullanmışlardır. Ayrıca tahta eşya üstünde oyma ve kakma tekniği ile yapılan geometrik motifler tekniğin yüksekliğini, Friglerin maden işçiliğinde olduğu kadar ağaç işçiliğinde de çok ileri gittiklerini göstermektedir. Yapılan tümülüs kazıları, onların ağacı geometrik motiflerle bezeyerek eşsiz mobilyalar yaptıklarını, tahtadan küçük boğa - aslan boğuşması, at heykelcikleri, mitolojik sahnelerin yer aldığı ahşap kabartma levhaların yanı sıra kendi sanat üsluplarını yansıtan fildişinden figürler de yaptıklarını ortaya koymuştur.

Ana tanrıça “Kybele” heykel ve kabartmalarında ve “Kybele” kült yerlerindeki betimlemelerde de küçük buluntulara paralel stil özellikleri görülür. Frigler’in baş tanrıça olarak kutsadıkları Kybele. İ. Ö. II. binde Hitit panteonunda “Kubaba” olarak yer almıştır. Bereketi, çoğalmayı temsil eden, genellikle yanlarında aslanla betimlenen anatanrıça daha sonra Frigler aracılığıyla Sardes üzerinden batı dünyasına, Hellenistik ve Roma çağlarına geçmiştir. Müzedeki Kybele heykel ve kabartmaları Boğazköy’de, Ankara ve Gordion da bulunmuştur. Müzemizde bulunan bir diğer eser grubu ise Ankara civarında bulunmuş olan, Ankara taşından (andezit) işlenmiş kabartmalardır. Geç Hitit ve Asur sanatının etkisinin görüldüğü bu kabartmalar ortostad biçiminde yapılmış aslan, at, boğa, griffon ve sfenks kabartmalarıdır. Ve bu eser grubu Friglerin bir yandan Batı Anadolu, öte yandan Geç Asur ve Geç Hitit sanatından etkilendiklerini gösteren canlı örneklerdir.

Çarkta biçimlendirilmiş Frig seramiği tek renkli ve çok renkli boya bezekli olmak üzere iki gruba ayrılır. Siyah ya da gri astarlı ve tek renkli türde, madeni kapların etkisinde kalarak yapılmış örnekler çok yaygındır. Bezekli olanlarda motifler genellikle kırmızımsı kahverengi ve açık renk astar üzerine çeşitli biçimlerde uygulanmaktadır. Çok sevilen geometrik bezekler arasında dikdörtgenler, üçgenler, dalgalı yada zikzak hatlar, tek merkezli daireler, satranç tahtası motifleri fazla kullanılanlardır. Kabın tümünü kaplayan geometrik bezemeli olanların yanında panolara bölünmüş ve panoların içi hayvan figürleri ile doldurulmuş olanlar da vardır. Frigli ustanın hayal gücünü ve yaratıcılığını sergileyen küçük heykel görünümünde hayvan biçimli törensel içki kapları (riton), Anadolu’da tarih öncesi çağlardan buyana kullanılagelmiştir.
Quo vadis?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Ekim 2009       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
osmanlı devletini balkanlarda yaptırmış olduğu han ve hamamları
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Kasım 2009       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
anadoluda kurulan ilk türk beyliklerinin anadoluya katkısı ve bıaktığı eserler
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
7 Kasım 2009       Mesaj #7
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
bakınız
Alıntı
Keten Prenses adlı kullanıcıdan alıntı

Geç Hitit Krallığı

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164402&ampRESIMISIMgec hitit kralligi1 (İ.Ö. 1200 - 700)

İ. Ö. 1200’lerde batıdan gelen Ege Göçlerinin saldırıları eski gücünü kaybeden Hitit İmparatorluğu’na son vermiş, başta Boğazköy olmak üzere, bütün Hitit şehirleri yakılıp yıkılmıştır. Bu saldırılardan kurtulabilen Hititler güney ve güney - doğu Toroslar’ın dağlık bölgelerine çekilerek tarihte son Hitit Beylikleri çağını yaşamışlardır. Bundan sonra bir daha merkezi bir Hitit Devleti kurulamamış, Hitit geleneği, bu Hitit Beylikleri tarafından Asurlular’ın sürekli saldırıları ile tarih sahnesinden silindikleri devir olan İ. Ö. 700 yıllarına kadar devam ettirilmiştir.

Kargamış, Zincirli, Malatya - Aslantepe, Sakçagözü, Karatepe ve Tell Tayinat’da yapılan kazılarda bu dönemin önemli merkezleri açığa çıkarılmıştır. Ayrıca aynı çağa ait dağınık eserler de birçok yerlerde bulunmuştur. Bu küçük krallıklar İ. Ö. I. binin ilk çeyreğinde, İç Anadolu’nun kuzey ve batısında Frig, Doğu Anadolu’da Urartu, Kuzey Mezopotamya’daki Asur politik güçleri arasında yaşamlarını sürdürmüşlerdir.

Geç Hitit şehirlerinin etrafı sularla çevrili olup bu şehirlerde idari ve dinsel işlevli anıtsal yapılar, yerleşmenin tepesinde ek bir savunma sistemiyle citadel korunan ana bölümü oluşturmaktadır. Kentler, sarayları, caddeleri, anıtsal merdivenleri ve meydanları ile birlikte bir bütün olarak planlanmıştır. Saraylar, çoğunlukla bir avlu çevresine yerleştirilmiş birbirlerini bütünleyen yapılardan oluşmuştur. Hilani adı verilen, girişi sütunlu, dikdörtgen planlı bu yapılar dönemin özgün bir mimarlık örneğidir.

Geç Hitit sanatının önemli özelliklerinden biri mimari ile yontuculuğun birlikte uygulanmasıdır. Sur duvarlarındaki kapılar, saray cepheleri kabartmalı taş bloklarla (ortostad) kaplanmıştır.

Bir taraftan Doğu Akdeniz’e, diğer taraftan İç Anadolu üzerinden batıya, Ege kıyılarına uzanan ticaret yolları üzerinde bulunan bu bölgenin sanatında, İ. Ö. II. binin ikinci yarısından gelen Hititli ve Hurri - Mitannili ögelerle beraber Geç Asur’un ve İ. Ö. I. binin başından itibaren bölgeye göç edip, yerleşen Aramiler’in de etkisi açıkça bellidir.
resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164402&ampRESIMISIMgec hitit kralligi2Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde Geç Hitit sanatı taş eserlerde görülmektedir. Malatya yakınındaki Aslantepe şehrinin kapısını süsleyen kabartmalar ve iki aslan heykeli, geleneksel Hititli ögeleri yansıtan bir grup olup üzerinde Malatya Beyliği Kralı Sulumeli’nin tanrı ve tanrıçalara içki sunuşu betimlenmiştir. Aslantepe sarayının giriş kısmındaki büyük kral heykeli ise Asur etkileri gösterip, kabartmalardan daha geç bir tarihe ait olduğu anlaşılmaktadır.

Güney Anadolu’daki en önemli Geç Hitit şehir krallıklarından biri olan Kargamış’ın önemi Mezopotamya ile Anadolu ve Mısır’ı birbirine bağlayan yolların kavşak noktasında bulunmasındandır. Müzede en çok eseri bulunan Kargamış’ın Uzun Duvar, Kral Burcu, Kahramanlar Duvarı ve Su Kapısı olarak adlandırılan kabartmaları müzede orjinal durumlarına uygun olarak yerleştirilmiştir. Kabartmalar üzerinde Tanrıça Kubaba için yapılan dinsel törenler, Kargamış Kralı Araras’ın en büyük oğlu Kamanas’ın veliahtlığa atanması sahneleri, savaş arabaları, Asurlular ile yapılan savaşın zafer sahneleri, tanrı ve tanrıçalar, karışık varlıklar betimlenmiştir. bu kabartmalarda Hititli ve Asurlu özelliklerin bir arada kullanıldığı görülmektedir.

Sarayın girişinde bulunan Sakçagözü kabartmalarında Asur ve Arami sanatının etkisi çok kuvvetli olup İ. Ö. 8. yüzyılın sonlarına tarihlenmektedir.

Malatya, Sakçagözü, Kargamış kabartmalarında başı üzerinde kanatlı güneş kursu olan güneş tanrısı ile tanrı şapkasının tepesinde hilal bulunan kanatlı ay tanrısı betimlemeleri, bu devirde de hala güneş ve ay tanrıları kültünün devam ettiğini gösterir.

Geç Hitit şehir krallıkları kültürünün ortak bir karakteri de Hitit hiyeroglif yazısıdır. Artık Hitit çivi yazısının kullanılmadığı bu devir kabartmalarında Hitit hiyerogliflerinin yer aldığı görülmektedir. Kargamış kabartmalarının yanısıra müzemiz salonlarında sergilenen Andaval kabartmasında, Sultanhanı - Kayseri ve Köylütolu stellerinde bunu görmek mümkündür.
Geç Hitit Çağı’nın Anadolu arkeolojisi ve sanatındaki önemi Hitit sanatını İ. Ö. 700 yıllarına kadar yaşatmış olmasındandır.


Urartu Krallığı

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164407&ampRESIMISIMurartu1 Urartular İ. Ö. I. binin başlarında Van Gölü çevresinde bir devlet kurmuşlardır. En güçlü dönemlerinde Urartu Devletinin toprakları Urmiye Gölünden Fırat Nehri Vadisine, Kafkasya’nın güneyindeki Gökçegöl, Aras Nehri Vadisi ve Karadeniz’in doğu sahillerinden Musul’a, Halep’e, Akdeniz’e kadar uzanan geniş bir alanda idi. Urartu toprakları yüksek ve kayalık dağlarla çevrili düzlüklerden, platolardan, dar ve derin vadilerden meydana gelmiştir. Doğu Anadolu’nun sert doğa koşullarına uymak zorunda kalan Urartular hayvancılık ve ziraatte başarılı olmuşlardır. Doğu Anadolu Bölgesi hayvan yetiştirilmesine uygun olduğu kadar ziraate de elverişli ovalara ve zengin maden filizlerine sahiptir. Bölgenin bu doğal zenginlikleri, Mezopotamya kavimlerinin eski zamanlardan beri dikkatini çekmiştir. Bundan dolayı bu topraklar sık sık Asur akınlarına uğramıştır. Bu akınlara karşı koymak zorunda kalan Urartular İ. Ö. I. binin başlarında birleşerek merkezi bugünkü Van (Tuşba) olan Urartu Devletini kurmuşlardır.

İ. Ö. 600 yıllarında kuzeyden gelen Med - İskit akınlarıyla ortadan kalkan Urartu adına ilk defa İ. Ö. XIII. yüzyılda hüküm süren Asur kralı I. Salmanasar’a ait çivi yazılı belgelerde rastlanmaktadır. Urartular ne Sami ne de Hint - Avrupalı ırktandırlar. Urartu dili üzerinde yapılan çalışmalar, bu halkın Hurri dilinin bir lehçesini konuştuğunu ortaya koymaktadır. Hurriler Urartu krallığından beşyüz yıl önce aşağı yukarı aynı bölgelerde, doğu ve güneydoğu Anadolu’da Antakya’ya kadar uzanan ve Hititler ile çağdaş olan büyük bir medeniyet kurmuşlardır. Böylece Urartuların Hurriler’le aynı soydan geldiklerini kabul etmek gerekir. Urartular Asur etkisinden kendilerini kurtaramamışlar ve başlangıçta onların dilini, yazılarını kullanmışlardır. Çivi yazısını kullanmış olan Urartular’ın dillerini okumak, ele geçen Asur ve Urartu dillerinde yazılmış iki yazıt ile bu dili çözmek mümkün olmuştur. Az sayıdaki resmi veya ticari mektuplar pişmiş toprak tabletler üzerine yazılmış metinlerle yapılıyordu. Urartular’ın bırakmış oldukları yazılı belgeler Asurlular’ınkinin aksine kuru ve cansızdır.
Ele geçen Urartu çivi yazılı tabletleri sayıca çok az olup kontrat ve mektuplardır. Urartular’ın en önemli kitabeleri taş levhalar üzerinde bina bloklarında veya kayalar üzerindedir. Bunun yanında Hitit hiyeroglifine benzeyen bir çeşit resim yazısını da kullanmışlardır. Ele geçen Urartu çivi yazılı belgelerde Urartu krallarının kazandıkları zaferlerden, ele geçirdikleri esir ve ganimetlerden, inşa edilen sulama kanalları, kaleler ve mabetlerden söz edilmektedir. Büyük su kanalları, suni göller yapan, araziyi sulamada ve bataklıkları kurutmada büyük başarı elde eden Urartular’ın bütün bu özelliklerini Asurlular’ın bırakmış oldukları belgeler de doğrulamaktadır. Asur kralları Urartu topraklarının bereketinden, mabet ve resmi depolarının zenginliğinden metinlerinde söz etmişlerdir.

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164407&ampRESIMISIMurartu3Teokratik bir devlet olan Urartu Devleti feodal bir sistemle yönetilirdi. Urartu’nun sınır bölgelerinde, Hitit Devletinde olduğu gibi krala bağlı beylikler vardı. Bunlar krala vergi verirler fakat kendi bölgelerinde bağımsız olarak hüküm sürerlerdi. Kuvvetli kalelerde oturan bu beyler savaş zamanlarında ordularıyla birlikte Urartu kralının emrine girerlerdi.
İ. Ö. IX. ve VIII. yüzyıllarda en parlak devirlerini yaşayan Urartular sarp ve kayalık olan bölgenin bayındırlaştırılmasında oldukları gibi mimarlıkta da usta olduklarını inşa ettikleri saray ve mabetlerle göstermişlerdir. Yapılarını bu bölgenin coğrafi şartlarına uydurmuşlar, çok güzel işledikleri 20 - 25 ton ağırlığındaki taşları sarp tepelere çıkararak anıtsal yapılar inşa etmişlerdir. Urartu mimarisi Asur mimarisinden farklı bir gelişme göstermiş olup genel olarak taş kaidelere basan ince, uzun ağaç direklerin hakim olduğu bir yapı tarzı kullanılmıştır. Tapınak, saray ve yönetim binaları ve çeşitli işlikleri içeren Urartu kaleleri sık kuleli surlarla çevrilidir. Bu yapılar konumları, planları ve yapım teknikleri ile anıtsal mimarlık örnekleridir. Altıntepe, Çavuştepe, Adilcevaz, Kayalıdere ve öteki yerleşmelerde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan yapılar, Urartu krallarının yazıtlarında sürekli olarak anlattıkları imar çalışmalarının somut belgeleridir. Özellikle kendilerine özgü tapınakları ve saraylarındaki çok sütunlu kabul salonları Urartular’ın mimarlık tarihine getirdiği yeniliklerdir. Altıntepe tapınağı bu tipi en iyi tanıtan örnektir. Urartu sanatının en önemli özelliklerinden biri de bu anıtsal yapıların duvarlarını süsleyen duvar resimleridir. Urartular’ın resmi yapılarını süsleyen duvar resimleri büyük ölçüde Asur resim sanatından etkilenmişse de bazı motifler ve üslup bakımından ondan ayrılık gösterir. Canlı ve renkli çeşitli motiflerden oluşan duvar resimlerinde geometrik ve bitkisel motiflerle çeşitli hayvan sahneleri işlenmiştir. İ. Ö. VIII. yüzyılın son yarısı ile, VII. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen bu resimler Doğu Anadolu’nun sert doğası içinde gelişen Urartu uygarlığının sanata gösterdiği ilgi hakkında fikir vermektedir. Çiçek ve geometrik motiflerle oluşturulan kompozisyonlar, kutsal ağacın iki yanındaki kanatlı cinler, kanatlı sfenksler, kutsal hayvanlar üzerindeki tanrılar, hayvanlar arasındaki mücadele ve diğer hayvan sahneleri en çok sevilen konulardır. Bunlar arasında dini motiflerle yalnızca süsleme amacıyla yapılan resimler çoğunluktadır. Duvar resimlerinin bu kadar canlı görünmesinin nedeni daima birbirine uygun ve parlak renklerin seçilmiş olmasındandır. Resimler kırmızı, mavi, bej, siyah, beyaz ve az miktarda da yeşildir.
Ele geçen kalkan ve miğferler üzerinde ait oldukları kralın adı ile çeşitli insan ve hayvan tasvirleri vardır. Altıntepe’de bulunan ve kulp yerlerinde dört boğa başı olan tunç kazan İ. Ö. VII. yüzyıl başlarına aittir. Urartu maden sanatının kendine özgü heykelciklerle süslü tunç kazanları Frigya’ya, Kıta Yunanistan’a ve İtalya’ya ihraç edilmiştir. Urartu sanatında tunç levha işlemenin önemli bir yeri vardır. Kemerler, miğfer ve kalkanlar, adak levhaları, koşum takımları, okdanlıklar bu grup içinde sayılabilir. Tunç kemerlerde dikkati çeken özellik simetriye verilen önemdir. Bir başka özellik ise figür ve motiflerin defalarca tekrarlanmasıdır.

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164407&ampRESIMISIMurartu2Urartu sanat eserleri arasında önemli bir grubu da mühürler oluşturmaktadır. Silindir ve damga mühürlerin yanısıra silindir - damga biçiminde olanlar Urartular’ın mühürcülük alanına getirdiği önemli bir yeniliği göstermektedir. Mühürler üzerinde hayvanlar, karışık varlıklar ve bitkisel motifler bol olarak kullanılmıştır.

Fildişi işçiliği geleneğini Urartular büyük bir başarıyla devam ettirmişlerdir. Çoğu mobilyalara ait olan fildişi parçaları Urartular’ın bu alandaki dikkat çekici özelliğini göstermektedir. Bunlar arasında kuş başlı, kanatlı cinler (griffon), insan yüzleri, geyik kabartması, palmet plakları, kavuşturulmuş iki el biçiminde yapılmış aplike parçalar ve aslan heykelcikleri sayılabilir. Bunlardan üç ayaklı sehpaya ait yatan aslan, Önasya’nın fildişinden yapılmış en büyük aslan heykelciğidir.
Urartu beylerinin bir taraftan kayaların içine diğer taraftan yerin altına görkemli anıtlar olarak inşa edilen mezar odalarına, ağaç ve taştan yapılmış lahitlere gömülmüş olmalarında Asur krallarının büyük etkisi olmuştur. Oda mezarların yanında ve üstlerinde bulunan kaya oyuğu mezarlar ve yüzeye çok yakın olarak bulunan urnalara da fakir halkın ya da esirlerin gömülmüş olmaları mümkündür. Ancak bazı oda mezarlar içinde de urnalar bulunmuş olması prens mezarlarında da halk mezarlarında da hem gömme hem de yakma adeti olduğunu gösterir. Urartu mezarları bırakılan ölü hediyeleri bakımından çok önemlidir.

Anadolu Medeniyetleri Müzesi Erzincan - Altıntepe, Ağrı - Patnos, Van - Toprakkale, Muş - Kayalıdere ve Adilcevaz’da yapılan kazılardan ele geçen eserlerle zengin bir Urartu kolleksiyonuna sahiptir.


kaynak

Alıntı
Keten Prenses adlı kullanıcıdan alıntı

Lidya Dönemi

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164406&ampRESIMISIMlidya donemiLidya sanatının kökeni, atalarının Hitit İmparatorluğu ile bazen dostça, bazen düşmanca ilişkide bulundukları döneme yani Bronzçağı’na kadar uzanır. Lidyalılar, Demirçağı’nda özellikle Gyges’ten, Croesus (yaklaşık İ. Ö. 685 - 547) dönemine kadar olan Mermnad Hanedanı sırasında görkemli gelişmeler göstermişlerdir. Ülkeleri; Frigya Kralı Midas’ın yaklaşık İ. Ö.: 695’deki Kimmer saldırısı sırasında ölümünden sonra en kuvvetli krallık olmuştur. Lidyalılar, kendi dillerini ve kültürlerini korumuşlar, fakat Doğu’yla (Frigler, Luwiler ve aynı zamanda Medler ve Persler) olduğu kadar, Batı’yla da (Yunanlılar) ilişkilere açık olmuşlar; Mısır ve Asur’a kadar diplomatik münasebetlerde bulunmuşlardır.
Lidya sanatı, seçkin Anadolu kültür ürünlerinin mirasçısıdır ve Yakın Doğu’daki en büyük rakipleri Akamenid (Pers) sanatının ilham kaynağı ve öğreticisi olmuştur.

Lidya sanatının gelişmişliği, Anadolu geleneğini sürdürmesinden, sanatçılarını ve ustalarını sanat ve mimarlık için Pers ülkesine, Pasargade ve Susa’ya kadar göndermesinden, değerli mücevheratını ve metal işlerini Yunan saraylarına ve mabetlerine kadar yollamasından anlaşılır. Lidyalıların fildişi işlemeciliğine ve adak figürlerin yapımına katkıları yeni buluntularla anlaşılacaktır.

Lidya heykel ve duvar resim sanatının bazı örnekleri, Manisa - Kırkağaç - Harta tümülüsünde mezar odasında yer alan Kline’yi “Ölü yatağı” destekleyen sfenkslerin betimlenmesinde ve Uşak - Aktepe tümülüsünden ele geçen fresk parçalarında görülebilmektedir.

1960’lı yıllarda Batı Anadolu bölgesinde yapılan kaçak kazılar sonucu yurt dışına kaçırılan Kültür Varlıkları daha sonra Karun veya Lidya hazineleri olarak tanınmıştır.

Lidya Hazineleri adı altında sergilenen eserler altın, gümüş gibi kıymetli madenden yapılmış çeşitli kaplar, takılar, figürinler, mühürler, duvar freskleri ve mermer sfenkslerden oluşur. Bu eserlerin çoğunluğu Uşak Müzesi’nde sergilenmektedir.
Metal objeler maden sanatının çeşitli teknikleri kullanılarak yapılmış olup, çok ileri bir maden sanatının mevcudiyeti göze çarpar. Sergilenen eserleri İ. Ö. VI. yüzyılın ikinci yarısına tarihlememiz mümkündür.

M.Ö.1200'lerden Günümüze Anadolu Uygarlıkları

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164408&ampRESIMISIM1200dengunumuze3İ. Ö. II. binin sonlarında, boğazlar üzerinden Anadolu’ya olan Deniz Kavimleri Göçleri köklü değişikliklere neden olur. Anadolu’nun büyük bir bölümüne egemen olan Hitit İmparatorluğu tarih sahnesinden silinir. İ. Ö. I. binin ilk yarısında, Anadolu, çeşitli bölgelerde kurulan Geç Hitit, Urartu ve Frig krallıkları idaresi altında kalır. Aynı tarihlerde, Dor göçlerinden nasibini alan Yunanistan halkı ise, adalar üzerinden Batı Anadolu’ya geçerek yerli halkla kaynaşır ve İon Uygarlığının temelini atar. Böylece, ilk koloni yerleşimleri kurulur. Pergelle çizilmiş motiflerin özelliklerini yansıtan bu dönem, “PROTOGEOMETRİK DÖNEM” olarak adlandırılır (İ. Ö. 1100 - 950). Yuvarlak motiflerin yerlerini köşeli geometrik motiflere bırakması ile “GEOMETRİK DÖNEM” başlar (İ. Ö. 950 - 600).

Sanata süreklilik veren İonya da, doğu sanatı ile tanışmanın sonucu olarak; gerek heykeltraşlık, gerek mimari, gerekse seramik sanatında önemli gelişmeler olur. Mimaride, daha sonraki dev tapınakların temeli atılır. Heykeltraşlıkta, Protogeometrik ve Geometrik döneme nazaran insan anatomisi daha gerçekci verilmeye başlar. İ. Ö. 670 yıllarında büyük mermer heykeller yapılmaya başlar. Seramik sanatında ise Oriantalizan dönemde, Doğu Yunanın, hayvan frizli boyalı çanak - çömleği, Anadolu’nun renkliliği seven canlı anlatımı ile devam ettirilir.

Oriantalizan Dönemden sonra “ARKAİK” Dönemde, yaratılan büyük boy eserlerde bu üslubun bir ölçüde devam ettiği izlenebilir. Bu dönemdeki, Batı Anadolu kültürüne has heykeller ve İon mimari tarzı, Batı Ege’de daha sonra “KLASİK ÇAĞ” sanatını etkiler.
İ. Ö. 700 - 300 tarihleri arasında, Güney - Batı Anadolu’da Karia ve Lykia uygarlıkları vardır. Karyalıların ve Lykialıların Güney - Batı Anadolu’da, özellikle kaya mezarları Anadolu’nun en gözalıcı anıtları arasında yer alır. Orta Anadolu’da ise, Sardes başkent olmak üzere Lidya Krallığı hüküm sürer. Krallık, sınırlarını Kızılırmak’a kadar genişleterek, Frig Krallığını egemenliği altına alır. Bulunduğu konum nedeni ile Ion kentleri ile yakınlık kuran Lidya, Efes kentini de hakimiyeti altına alır ve bölgenin en zengin devleti haline geliri. İ. Ö. 7. yüzyılda ilk madeni parayı basarak tarihteki yerini alır.
Lidya hakimiyeti İ. Ö. 546 yılında Persler tarafından yıkılır ve Anadolu Pers egemenliği altına girer (İ. Ö. 546 - 334). Bu dönemde Anadolu’da var olan sanatta Pers etkileri görülmeye başlar. Greko - Pers stili sanat eserlerinin yaratıldığı bir ortam oluşur.

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164408&ampRESIMISIM1200dengunumuze1İ. Ö. 4. yüzyıl sonlarında, Makedonyalı Büyük İskender, Pers egemenliğine son verir ve İ. Ö. 330 - 30 yılları arasında süren “HELLENİSTİK DÖNEM” başlar. Ancak, Büyük İskender’in ölümü üzerine, kurduğu bu büyük imparatorluk, iktidar kavgasına giren generalleri tarafından paylaşılır. Anadolu’nun önemli bir kısmı Bergama Krallığı’na bağlanır. Son Bergama Kralının vasiyeti üzerine, Anadolu’nun batısı Roma egemenliğine girer.

Vasiyet yolu ile Roma egemenliğine giren Anadolu, savaştan çok sulh yolu ile romalaşır. Ancak, Anadolu’nun geleneksel kültürü yaşatılmaya devam eder. Roma’nın en etkin olduğu dönemde bile, bölgesel özelliklerin ağır bastığı görülür.
Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesiyle, eski bir Yunan kenti olan “Byzantion” 330 yılında, Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti olur ve adı imparatorun adına izafeten, “Konstantinopolis” olarak değişir. Bizans sanatı, Anadolu’da gelişen ve bölgesel özellikleri ağır basan Roma sanatı geleneğinin, Hiristiyan aleminin getirdiği yeni unsurların yoğurulması ile kişilik kazanır. Bizans Uygarlığının 4. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar yaklaşık bin yılı kapsayan bir yaşamı vardır.
Mavera-ün Nehir batısında yaşayan ve 10. yüzyılda islamiyeti kabul eden Oğuz Türkleri, islamiyeti yaymak amacı ile sınırlarını genişletirler. Bizans topraklarına akınlar düzenlenir ve Alpaslan’ın, 1071’deki Malazgirt Savaşı ile, Türklere Anadolu kapıları açılır. İznik’e kadar gelen Selçuklu Türkleri burayı başkent yaparlar ve Anadolu, Büyük Selçuklu Devleti’nin eyaleti olur. 1157 tarihinde yıkılan Büyük Selçuklu Devleti’nin yerine, merkez Konya olmak üzere, Anadolu Selçuklu Devleti kurulur.

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164408&ampRESIMISIM1200dengunumuze2Anadolu Selçuklu Devleti’nin, Moğol istilaları sonucu yıkılması üzerine, İlhanlıların eline geçen Anadolu, bir süre çeşitli bölgeleri yurt edinen Türk boylarının kurduğu beylikler halinde idare edilir (1071 - 1300).

Oğuz Türklerinin Kayı Aşireti, Anadolu’ya geldikleri zaman, Selçuklu Sultanı tarafından Bizans sınırında Söğüt çevresine yerleştirilir. Böylece 600 yıl sürecek bir imparatorluğun temeli atılır. Osmanoğulları, sınırlarını genişleterek Bursa’yı alır ve başkent yapar. Bir süre sonra, Bizans’ın Avrupa yakasındaki topraklarını da sınırlarına katarak, başkent Edirne’ye taşınır. 1453 yılında, başkent olmasıyla birlikte İstanbul, bir sanat ve kültür merkezi olur. Osmanlı sanatının temelinde, kendisinden önce, Selçuklu döneminde yaratılan Türk - İslam ve Anadolu kültürünün sentezi yatar. İçinde bulunduğumuz bina, Osmanlı mimarisinin güzel örneklerindendir (1299 - 1923).

19. yüzyıl sonlarında zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu dört bir yandan işgal edilir. 1919 yılında başlayan Kurtuluş Savaşı sonunda, 1923 yılında Cumhuriyet ilan edilir ve son olarak, Anadolu topraklarında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulur.




kaynak

Alıntı
Keten Prenses adlı kullanıcıdan alıntı

Frig Krallığı

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164401&ampRESIMISIMfrig kralligi1(İ. Ö. 1200 - 700)

İ. Ö. XII. yüzyıl başlarında Güneydoğu Avrupa’dan gelen Ege Göçleri ile Anadolu’ya giren Frigler Anadolu’nun önemli kentlerinin hemen hepsini yakıp yıkmış ve Hitit İmparatorluğunu ortadan kaldırarak Anadolu’yu yavaş yavaş egemenlikleri altına almaya başlamışlardır. Frigler’in esas yerleşim bölgesi Gordion merkez olmak üzere Sakarya bölgesi olup Afyon, Kütahya, Eskişehir bu bölgeye bağlıdır. Geride bıraktıkları çok az sayıdaki yazıtlar onların Hint - Avrupalı bir dil kullandıklarını göstermektedir. Yunan kaynakları özellikle Heredot onların büyük ve küçük Byriges’ler olarak Makedonya’dan geldikleri konusunda bilgi verirken Asur kaynaklarında Muşkili Mita’dan söz edilmektedir. Genellikle Mita ile Midas’ın aynı şahıs, Muşkilerin de Frigler oldukları kabul edilir.

İ. Ö. VIII. yüzyılın ikinci yarısında Frig Devleti büyük güç kazanmış, ancak İ. Ö. VII. yüzyılın başlarında Kimmer akınları ile zayıflamış; daha sonra Lidya egemenliğine girmiş ve 550 yıllarında da Pers istilası ile bağımsızlığını tamamen yitirmiştir.

Frigler’in siyasi yaşantıları ve sanatları Erken Evre (İ. Ö. VII. yüzyıldan önceki dönem) ve Geç Evre (İ. Ö. 695’teki Kimmer istilasından sonra başlıyan ve İ. Ö. IV. yüzyılın son çeyreğine kadar süren dönem) olarak iki evrede gelişmiştir. Frig sanatının ilk evresi hakkındaki bilgilerimiz az olup asıl bilgi İ. Ö. 750 yıllarından sonraya aittir.

Frigler’in başkentleri Gordion’dur. Gordion müstahkem bir şehir olup güçlü inşa edilmiş surlarla çevrilidir. Gordion’daki resmi yapılarda en gelişmiş örneklerini gördüğümüz dikdörtgen planlı, taş kerpiç ve ağaçla inşa edilmiş “Megaron” denilen yapı tipi Batı Anadolu’da İ. Ö. III. bin yılından beri kullanılan yapı tipidir. Frigler bu yapıların ön cephelerini Batı Anadolu gelenek ve göreneklerine göre pişmiş toprak bezekli levhalarla, bazılarının tabanlarını da yine geometrik motifli renkli mozaiklerle süslemişlerdir. Çeşitli motifler halinde karşımıza çıkan bu boyalı levhaların müzemizdeki en güzel örnekleri Gordion ve Pazarlı’da bulunanlardır. Bunlar; savaşçılar, aslan - boğa boğuşmaları, insan başlı at gövdeli veya kuş başlı varlıklar, hayat ağacının iki yanındaki keçileri gösteren figürler gibi konuları içermektedir.

resimgosteraspx?DIL1&ampBELGEANAH164401&ampRESIMISIMfrig kralligi2Başkentleri olan Sakarya kenarındaki Gordion’dan başka Kızılırmak yayı içinde ve güneyindeki Alacahöyük, Boğazköy, Pazarlı, Kültepe, Eskiyapar, Maşathöyük gibi şehirler Frigler ve onların sanatı hakkındaki bilgilerimiz için en iyi kaynaklardır. Frigya ülkesindeki kaya anıtları ile diğer yerleşmelerde yapılan kazılar sonucu elde edilen buluntular. Frig mimarlığının ne denli gelişmiş ve köklü bir geleneğe sahip olduğunu ortaya koymuştur.

Kral şehrinde yaşamış olan Frig kral ailesi ve asil zenginler öldükten sonra üzeri büyük toprak tümseklerle örtülü, ardıç ve sedir ağacı gibi kütüklerle yapılmış mezar odalarını içeren tümülüslere gömülüyorlardı. Bu tarzda yapılmış odaların ağaç, konstrüksüyonu ileri bir teknik göstermektedir. Çok defa toprağa geniş uzun çukurlar kazılıyor, içine tahtadan odalar yapılıyor ve etrafı moloz taşlarla dolduruluyordu. Ölü tahta odaya yerleştirildikten ve ölü hediyeleri konulduktan sonra üstüne çatı örtülüyor ve çatının üzerine büyük taş yığını konuluyordu. Bunun üzerine de toprak veya kil yığılmak sureti ile tümülüs yapılıyordu. Sayıları yüze yaklaşan ve bugün yirmibeş kadarı kazılan tümülüslerin mezar odalarındaki ölü hediyelerinin zenginliği ve çeşitliliği gömülen kişinin önemini belirtmektedir.

Gordion’dan başka en önemli Frig tümülüsleri Orta Anadolu’nun güney batısında Afyon Eskişehir yöresinde ve Ankara civarında bulunmuşlardır. Ankara’dakiler Anıtkabir ve Orman Çiftliği alanı içindedir. Tümülüsler İ. Ö. VIII ve VII. yüzyıllara ait olup bugüne kadar rastlananların yükseklikleri 3 m. ile 50 m. arasında değişmektedir. Ölüler erken dönemlerde yakılmadan, sonraki dönemlerde yakılarak ve külleri urna (ölü külü konulan kap) lara konularak tümülüslere bırakılmışlardır. Frig yığma mezarlarının en büyüğü Gordion’da 50 m. yüksekliğinde ve 300 m. çapındaki tümülüstür. Buradaki ağaç mezar odasının iç kısımda uzunluğu 6.20 m. ve genişliği 5,15 m. dir. Alınlığı üçgen biçiminde olan odanın kapısı yoktur. Odanın bir köşesindeki ağaçtan yapılmış büyük bir kerevet üzerinde yaşı altmıştan fazla ve boyu 1,59 m. olan bir iskelet bulunmuştur. Kral Midas’a ait olduğu sanılan mezar anıtında oymalı ve kakmalı geometrik motiflerle süslü tahta panoların yanında duran, üç ayaklı masaların üzerinde, içlerini daha küçük kapların doldurduğu büyük tunç kazanlar sıralanmış durumda bulunmuştur. Tunç kazanlar içindeki kapların, omphaloslu taslar, makara kulplu çanaklar, helke, küçük kazancıklar, kepçeler ve çok sayıda tunçtan yapılmış fibulalar (çengelli iğne) olduğu saptanmıştır. Aynı çağlarda Doğu Anadolu’da egemen olan ve maden işçiliğinde çok ileri bir düzeye varmış olan Urartular’dan ithal ettikleri tunç kazanlara kendi anlayışlarını katarak yeni bir stil geliştirmişlerdir. Urartular’da kazanların ağız kenarlarında aslan ve boğa başları kullanılmasına karşın Frigler Asur tipi insan başları kullanmışlardır. Ayrıca tahta eşya üstünde oyma ve kakma tekniği ile yapılan geometrik motifler tekniğin yüksekliğini, Friglerin maden işçiliğinde olduğu kadar ağaç işçiliğinde de çok ileri gittiklerini göstermektedir. Yapılan tümülüs kazıları, onların ağacı geometrik motiflerle bezeyerek eşsiz mobilyalar yaptıklarını, tahtadan küçük boğa - aslan boğuşması, at heykelcikleri, mitolojik sahnelerin yer aldığı ahşap kabartma levhaların yanı sıra kendi sanat üsluplarını yansıtan fildişinden figürler de yaptıklarını ortaya koymuştur.

Ana tanrıça “Kybele” heykel ve kabartmalarında ve “Kybele” kült yerlerindeki betimlemelerde de küçük buluntulara paralel stil özellikleri görülür. Frigler’in baş tanrıça olarak kutsadıkları Kybele. İ. Ö. II. binde Hitit panteonunda “Kubaba” olarak yer almıştır. Bereketi, çoğalmayı temsil eden, genellikle yanlarında aslanla betimlenen anatanrıça daha sonra Frigler aracılığıyla Sardes üzerinden batı dünyasına, Hellenistik ve Roma çağlarına geçmiştir. Müzedeki Kybele heykel ve kabartmaları Boğazköy’de, Ankara ve Gordion da bulunmuştur. Müzemizde bulunan bir diğer eser grubu ise Ankara civarında bulunmuş olan, Ankara taşından (andezit) işlenmiş kabartmalardır. Geç Hitit ve Asur sanatının etkisinin görüldüğü bu kabartmalar ortostad biçiminde yapılmış aslan, at, boğa, griffon ve sfenks kabartmalarıdır. Ve bu eser grubu Friglerin bir yandan Batı Anadolu, öte yandan Geç Asur ve Geç Hitit sanatından etkilendiklerini gösteren canlı örneklerdir.

Çarkta biçimlendirilmiş Frig seramiği tek renkli ve çok renkli boya bezekli olmak üzere iki gruba ayrılır. Siyah ya da gri astarlı ve tek renkli türde, madeni kapların etkisinde kalarak yapılmış örnekler çok yaygındır. Bezekli olanlarda motifler genellikle kırmızımsı kahverengi ve açık renk astar üzerine çeşitli biçimlerde uygulanmaktadır. Çok sevilen geometrik bezekler arasında dikdörtgenler, üçgenler, dalgalı yada zikzak hatlar, tek merkezli daireler, satranç tahtası motifleri fazla kullanılanlardır. Kabın tümünü kaplayan geometrik bezemeli olanların yanında panolara bölünmüş ve panoların içi hayvan figürleri ile doldurulmuş olanlar da vardır. Frigli ustanın hayal gücünü ve yaratıcılığını sergileyen küçük heykel görünümünde hayvan biçimli törensel içki kapları (riton), Anadolu’da tarih öncesi çağlardan buyana kullanılagelmiştir.

Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

anadoluda kurulan ilk türk beyliklerinin anadoluya katkısı ve bıaktığı eserler

ayça - avatarı
ayça
Ziyaretçi
9 Kasım 2009       Mesaj #8
ayça - avatarı
Ziyaretçi
anadolu uygarlıklarına ait eserler
TUZCUAY - avatarı
TUZCUAY
Ziyaretçi
9 Kasım 2009       Mesaj #9
TUZCUAY - avatarı
Ziyaretçi
Sultan Murad Türbesi
Bosna-Hersek'teki Konyiç Köprüsü'

  • Camiler ve mescitler 4620-2536-1660 adet.
  • Madereseler 142- 4 adet.
  • Mektepler 1500 imiş şimdi hiç yok karma Bulgar okulu3200 adet.
  • Tekkr ve zaviyeler 365 – 174 -72 adet.
  • İmaretler aşevleri 42 – şimdi425 adet.
  • Hamamlar113- 575 adet
  • Kaplıça Sıçak sular 30-600 adet.
  • Türbeler 27- 17 adet.
  • Vakıflar Osmanlı-1125 adetmiş kalan 401 adet
  • köy İslam cemiyetleri-2560- şimdi 1275 adet.
  • SAAT Kuleleri 20- 45 adet.
  • Kale ve Surlar 20- 15 adet.
  • Köprülerimiz-44- kalan 28 adet
  • Kule ve oçaklar10- 6 adet
  • Türk Çeşmeleri 175- 375 adet.
  • Su kuyuları/pınarlar/1660- 886 adet
  • Göl ve göletler 1950- 975 adet.
  • Datlı su kaynakları 186- 385 adet.
  • Bedestenler 12- adetten kalan 6 adet.
  • Darulkura 10 imiş şimdi hiç yok.
  • Degirmenler , yel, su, ateş olmak üzere1600-375 adet.
  • Türk Çarşıları 185 şimdi 320 adet
  • DükkaNLAR4500 ŞİMDİ1550 ADET.
  • Kuyumcular- 18- 25 adet
  • Bakırcılar dukanı 12- 2 adet kalmış
  • Kervan saraylar 16adet imiş şimdi hiç yok.
  • Kalaycılardükkanı 20 adetmiş şimdi 5 adet kalmış.
  • Müslüman müftülüğü- 25 adetten 17 adet kalmış.
  • Hastaneler 12- 560 adet olmuş.
  • Dersaneler 12- 275 adet
  • Hünkar bahçeleri 75 -185 adet
  • Tüek idari mimari yapıları1865 - 662 adet.
  • Türk evleri 1.550,785 ADETYEKÜNÜ BUNLARIN170856 tarihi eski yapı.
  • Türk konakları tarihi 410 adet
  • Türk köşkleri muhtelif 456 adet
  • Türk sarayları375 adet
  • Türk askeri istihamları 10 adet şimdi yok
  • Türk kütüphaneleri 175- şimdi karma 4200adet
  • Askeri kışlalar12 adet.
  • Askeri tabyalar 170 adet
  • Şehitliklerimiz -18 şehirde ve yeni jivkof şehitleri 45 adet.
  • Mezarlıklarımız-11785- 7725 kalan
  • Mesire parkları120-460 adet.
  • Demiryolu istasyonu-125 adet.
  • Telegrafhane 6- 1250adet
  • Tçari merkezi 280 adet
  • Hanbarlar 2850 adet Köy ve şehirlerde kulanilan tarım muhafaza yerleri.
  • Hangarlar 875 adet
  • Tersaneler 6 adet
  • Atölyeler 680 adet
  • Demircilik işlikleri-1250 adet
  • Mahkeme sarayları 30 adet
  • Askeri cephanelikler 12 adet
  • Muhtelif Ticari magzalar1780 DET
  • Bulgar kilisesi ve manastırı Türk yaoısı-1275 adet
  • Bulgar meyhaneleri 2350 adet
  • Türk kahvehaneleri3250 adet
  • Türk tatlıcıları ve baklavacıları 1150 adet
  • Türk lokantası ve çobacıları 1100 adet
  • Türk köftecileri 650 adet
  • Tük nalburcuları 1250 adet
  • . Tüek YUMATACILIĞI VE TAVUKCULUĞU780 ADET
Osmanlı devleti ve hükümdarlığında asırlar boyu bir cınar gibi Anadoludan balkanlara göçen kök ve dal budak salan ve buralarını imar ederek pek çok şehir ve köyler kuran ve uyğun gördükleri yerleride imar ederek kendi zevk ve yaşayışlarına göre şekil vermişlerdir.Tatar Pazarcığı kazasının vakıf eserlerine gelinçe çelebi sultan Mehmed tarafından kurulan şehir Veziri azam Makbul İbrahim paşa tarafından imar edilmiştir. BUNLAR 8 CAMİ, 12 MESCİD, 7 TEKKE, 7 HAN,1 İMARETTİR.makbul İbrahim paşanın yaptırdığı kervansarayın 2000 deve ahırı,3000at,tavlası,80 odası,200şömine ile ısıtılan,salonları ve vezierleri agırlayan özel salonları varmış.Avlusu taş döşeli olup5000 atlının sığınacagı geniş bir meydandır. Müslüman- kafir ayırt etmeden beraberce kalarak yer ve içerlermiş. Yatarlarmış.Spfya-Filibe yolu üzerindeki bu büyük konak yeriolduğu için devamlı doluymuş. Kervansaraya Ayşe Sultan ilave su getiemiş ve bazı noksanlarını tamamlamıştır.BURADA30 CANİ, 3 MEDERESE,1 Türbe,6 TEKKE VE ZAVİYE,4 imaret, 2 mektebi, 2 hanı, 1 kalesi,1 hamamı, 1 kervansarayı varmış.1362 tarihinden itibaren Türk hakimiyetine giren Bulgaristan Bagımsızlığını1908 yılında alarak tam 546 yıl Türk kültür ve medeniyetinin tesiri altında kalarak şehirler ve köyler imar ederek binlerce Vakıf ihya etmiştir. İşte Balkanoloji araştırmaları bu tarihi kültürel mirasınızın izinde olup araştırmalarını devam ettirmektedir
TUZCUAY - avatarı
TUZCUAY
Ziyaretçi
9 Kasım 2009       Mesaj #10
TUZCUAY - avatarı
Ziyaretçi
DÜNYADAKİ TÜRK KÜLTÜR VARLIKLARININ BELİRLENMESİ PROJESİNDE SONA GELİNDİ
Üç kıtada yapılan envanter çalışmaları Türk Osmanlı medeniyetinin ihtişamını bir defa daha gözler önüne sererken sınırlarımız dışında kalan tarihî ve kültürel mirasın nasıl perişan bir halde olduğunu ortaya koydu
thum 1481c6c90b4d02
SULTAN MURAD TÜRBESİ GÜL BAHÇESİ GİBİ
Osmanlı eserlerinin çokluğuyla dikkat çeken ülkelerin başında gelen Kosova’da son olarak Sultan Murad Türbesi’nin restorasyonu tamamlandı. 1389’da Kosova Meydan Savaşı’nda şehit edilen Sultan I. Murad’ın, Balkanlar’ın 1912 yılında Osmanlı’nın elinden çıkmasıyla bakımsız kalan türbesi, Türkiye Diyanet Vakfınca yeniden ayağa kaldırıldı. Padişahın iç organlarının medfun bulunduğu Priştine’deki türbe, eski ihtişamıyla ziyarete gelen Osmanlı torunlarını ağırlamaya başladı. Kosova’yı işgal eden Sırplar’ın kin ve nefretlerini en fazla gösterdiği yer olan tarihi türbenin çevre düzenlemesi de yapıldı. Restorasyon çalışmaları sırasında türbeyi 4 asırdır bekleyen ailenin son temsilcisi olan türbedara da lojman inşa edildi.

1481c6cb350b5a
Sultan Murad Türbesinin selamlık bölümü tamiratın ardından hayranlık uyandıran bir görünüme kavuştu.


Sunuş
Asırlarca dünya siyasetine yön veren Osmanlı Devleti’nin, geçtiğimiz yüzyılın başında tarih sahnesinden çekilmesinin ardından, ülke sınırları içinde yaşayan toplumlar ve ecdad yâdigarı eserler sahipsiz kaldı. Bu fırsattan hareketle Osmanlı mirasçıları arasındaki maddi-manevi bağlar koparılmaya çalışıldı. Özellikle Balkanlarda kurulan yeni devletler, Osmanlı eserlerine karşı bilinçli bir kıyım başlattı. Köprüler bombalandı, camiler striptiz kulübü yapıldı, türbeler ve kabir taşları yerle bir edildi. Ancak tarih yapan bu kadim medeniyetin torunlarının, tarih, düşünce, kültür ve bilim dinamikleri hesaba katılmadı. Son yıllara kadar yıkıma mahkûm edilen bu ülkelerdeki Osmanlı eserleri bir bir ayağa kaldırılmaya başlandı. Bu dizi yazımızda; Kırım’dan Kosova’ya, Makedonya’dan Mısır’a, Ürdün’den Suriye’ye, Cezayir’den Tunus’a kadar üç kıtada halis düşünce ve örnek gayretlerle yürütülen çalışmaları anlatacağız. Osmanlı medeniyetinin bu topraklardaki nişanelerini yenileme hikayeleri sizi de etkileyecek.

1481c6cd229a5b
TTK Başkanı Yusuf Halaçoğlu

Türk Tarih Kurumu’nun (TTK), 5 yıl önce başlattığı yurt dışındaki Türk kültür varlıklarının envanterini çıkarma projesinde sona yaklaşıldı. Balkanlarda Dişişleri Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) ve Diyanet İşleri Genel Müdürlüğü’nün girişimleriyle tarihi eserler yeniden restore edilerek eski ihtişamlarına kavuşturuluyor.
Çalışmalar konusunda sorularımızı cevaplayan TTK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, yurt dışındaki eserlerimizin bir kaç ülke haricinde hepsinin kayıt altına alındığını açıkladı. Osmanlı Devleti’nin hakimiyetindeki üç kıtada, Orta Doğu, Orta Asya, Afrika ve Avrupa ülkelerine gönderdikleri uzmanlarca, şu ana kadar tesbit edilen eserlerin kaydedildiğini belirten Halaçoğlu, sadece Balkanlarda tesbit edilen eser sayısının 22 bine ulaştığını söyledi.

BULGARİSTAN ŞAŞIRTTI
Prof. Yusuf Halaçoğlu, Kırım, Bulgaristan, Kosova, Makedonya, Mısır, Tunus, Ürdün, Suriye, Macaristan, Romanya, Hırvatistan, Irak, Sudan, Cezayir, Tunus, Libya, İran gibi ülkelerde yürütülen çalışmalar tamamlandığında herkesi çok şaşırtacak nitelikte bir dökümanın ortaya çıkacağını belirtti. Çalışmaları yürüten ekipte, mimar, tarihçi ve sanat tarihçilerinin yer aldığını vurgulayan Halaçoğlu, “Örneğin Bulgaristan’da 78 mimari yapı var sanılıyordu, biz 500’ün üzerinde Türk kültür varlığı tespit ettik. Çalışmalarımızda her gittiğimiz ülkede, o ülkeden bir uzmanı da yanımıza aldık. Çok büyük bir medeniyeti ortaya çıkarıyoruz. Somali’den Çin’e uzanan bir medeniyet bu” diye konuştu.
Hâlâ cami, medrese, türbe, çeşme, köprü, bedesten, han ve kervansaray gibi binlerce vakıf eserinin Türkiye’nin ilgisini beklediğini anlatan Prof. Dr. Halaçoğlu, bunların restorasyonu için de gerekli görüşmelerin yapıldığını ifade etti. Halaçoğlu, “Bu eserlerle ilgili envanter çalışmalarımız hızla devam ediyor. Eserlerin durumu hakkında rapor hazırlıyoruz” dedi.

KOSOVA SAHİP ÇIKTI
Balkanlardaki Türk varlığının en çok hissedildiği ülkelerin başında gelen Kosova’da tarihi mirasımız artık emin ellerde. Avrupa’nın bu çiçeği burnunda ülkesinde tam 229 eser tespit edildi. Prizren ve Priştine’de onlarca cami, türbe, çeşme, köprü, medrese, hamam ve eski konak restorasyon sırasını bekliyor. Kosova Hükümeti, bakıma ve onarıma ihtiyacı olan eserleri korumak amacıyla özel bir komisyon kurdu. Uzmanlardan oluşan kurul, başta UNESCO verileri olmak üzere birçok belgenin yardımlarıyla onarımı yapılacak eserlerin listesi hazırlandı.

SİNAN PAŞA YADİGÂRI
TİKA ve Türkiye Diyanet Vakfı, Piriştine’de ve Prizren’de Sinan Paşa Camii, Fatih Camii ve bazı hamamlarda restorasyona başladı. Önemli Osmanlı eserlerinden biri sayılan Prizren’deki Sinan Paşa Camii’nin önümüzdeki ay ibadete açılması bekleniyor. Akçaylar Restorasyon İnşaat Şirketi tarafından yürütülen çalışmalar kapsamında, caminin iç duvarları, kubbesi, revak ve şadırvanı onarılıyor ve çevre düzenlemesi yapılıyor.

1481c6cee13af7
İSTANBUL CAMİLERİ GİBİ
Beylerbeyi ve ikinci vezir olan Sinan Paşa’nın 1615 yılında yaptırdığı Sinan Paşa Camii, Prizren’in sembol eserlerinden biri. İstanbul merkezli klasik dönem Osmanlı mimari sanatsal anlayışının Balkanlar’daki temsili olan tarihî cami; ince, yüksek minaresi ve kurşun kaplamalı kubbesiyle şehre tepeden bakıyor. 1968 yılında Osmanlı El Yazmaları Müzesi’ne dönüştürülünce, uzun yıllar ibadete kapalı kalan cami restorasyonun ardından müminleri ağırlamaya devam edecek.
1481c6d06b4cf8
TURİZME AÇILACAK
Kosova Adalet Bakan Yardımcısı Altay Suroy, Osmanlı eserlerine sahip çıkılması yönündeki çalışmalarıyla biliniyor. Suroy, 524 yıllık Osmanlı dönemi tarihi ve kültür mirası hakkında kaleme aldığı kitaplarla ve konferanslarla yeni nesli bu konuda bilinçlenmesini sağlıyor. 16 kitaba imza atan Altay Suroy, “Bağımsızlığının ardından Kosova, kültürel zenginliğini turizme açacaktır. Türkiye’deki acenteler seyahat düzenleyerek, konuklarımıza eski tarihlerini yaşatabilir” dedi.

Benzer Konular

13 Ekim 2009 / ahsen Cevaplanmış
20 Aralık 2012 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
15 Kasım 2011 / Keten Prenses Osmanlı İmparatorluğu