Arama

Ahiret ile ilgili hadis örnekleri verir misiniz?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 6 Ekim 2018 Gösterim: 13.699 Cevap: 2
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
30 Aralık 2008       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ahiret ile ilgili hadis örnekleri verir misiniz?
EN İYİ CEVABI Misafir verdi

Ahiret Günü Hakkındaki Hadisler


* Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den: Şöyle demiştir: (Bir def'a) öteki, beriki: "Yâ Resûlâllâh, Kıyâmet gününde biz Rabbimizi görecek miyiz?" diye sordular. (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm Efendimiz Hazretleri de mukâbeleten): "Ayın on dördüncü gecesi rü'yete mâni' hiçbir bulut yokken Kamer(i görmek husûsun)da şek ve ihtilâf eder misiniz?" diye suâl buyurdu. "Hayır, yâ Resûlâllâh (bunda ihtilâf etmeyiz)" denince tekrar: "Ya, rü'yete mâni' hiçbir bulut yokken Güneş (i görebileceğiniz) de şek ve ihtilâf eder misiniz?" diye suâl buyurdu. (Yine): "Hayır, yâ Resûlâllâh. (Bunda da ihtilâf etmeyiz)" denince buyurdu ki: İşte O'nu siz böyle (açık) göreceksiniz.
Sponsorlu Bağlantılar

Kıyâmet gününde nâs haşrolunacak (yâni bir araya toplanacak. Rabbimiz Teâla ve Tekaddes Hazretleri): "Her kim her neye tapıyor idiyse onun ardına düşsün" buyuracak. (Yâhud Hakk'ın emriyle bu sözü diyen diyecek.) Artık kimi Şems'in, kimi Kamer'in, kimi tâğutların ardına düş(üp gid)ecek. Yalnız bu ümmet, içlerinde münâfıkları da olduğu halde (yerinde durup) kalacak. Allah (Tebâreke ve Teâlâ Hazretleri) onlara (evvelce tanıdıklarından başka bir sûrette) gelip: "Ben sizin Rabbinizim" buyuracak. Onlar (Rabb-i Müteallerini o tecellî ile tanıyamıyacakları için: "Sen'den Allâh'a sığınırız.) Rabbimiz bize gelinceye kadar bizim yerimiz burasıdır. (Yerimizden ayrılmayız). Rabbimiz bize geldiğinde biz O'nu tanırız" diyecekler.

Allâhu Azze ve Celle (Hazretleri) onlara (Bu def'a tanıdıkları sûrette) gelip: "Ben Rabbinizim" buyuracak. Onlar da: "(El-Hak) Sen bizim Rabbimizsin" diyecekler. Ve Allâhu Teâlâ(nın) onları da'vet buyur(ması üzerine ona tâbi' ola)cak(lar). Cehennem'in de (tam) ortasına Sırât (yâni köprü) kurulur. Ümmetini (onun üstünden) en evvel geçirecek ben olacağım. O gün Rüsül(-i Kirâm) dan başka hiçbir kimse (hevl ve dehşet dolayısiyle) tekellüm edemez. Rüsül(-i Kirâm)ın da o günkü kelâmı (اَللَّهُمَّ سَلِّمْ سَلِّمْ) = İlâhî, selâmet ver, selâmet ver" (den ibâret) olacaktır. Cehennem'de sa'dân dikenlerine benzer çengeller vardır. Sa'dân dikenlerini (hiç) görmüşlüğünüz var mı? -Evet (vardır.)- İşte bu çengeller sa'dân dikenlerine benzer. Ancak şu var ki, ne kadar büyük olduklarını yalnız Allâhu Teâlâ bilir. İşte bunlar nâsı (kötü) amellerinden dolayı kapıp alırlar. Kimi (kötü) ameli dolayısiyle helâk olur. Kimi hardal gibi ezim ezim ezildikten sonra necat bulur. Nihâyet Allâhu Teâlâ ehl-i nârdan her kimlere rahmet buyurmayı dilemişse (onları çıkaracak. Dünyâda iken) Allâh'a ibâdet etmiş olanları çıkarmalarını meleklere emredecek, onlar da onları çıkaracaktır. (Melekler) onları âsâr-ı sücûddan (yâni secde a'zâlarındaki izlerden) tanıyacaklardır. Ve (işte onlar öylece) çıkarılacaklardır. Allâhu Teâlâ eser-i sücûdu ye(yip mahvet)meyi nâr(-ı Cahîm)e harâm kılmıştır. Binâenaleyh Âdem-oğlunun bütününü (Cehennem) ateş(i) yer de yalnız eser-i sücûdu yiyemez. Bunlar ateşten kavrulup kapkara olarak çıkarılacaklar. Üzerlerine Âb-ı hayât dökülecek de seyl uğrağında biten yabânî reyhan tohumları nasıl (çabuk) biterse (yeniden) öylece biteceklerdir. Sonra Allâh(u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri) kulları arasında (hüküm ve) kazâyı hitâma erdirir. (Ancak) Cennet ile Cehennem arasında yüzü ateşe dönük bir kimse kalır ki, o, Cennet'e girecek ehl-i nârın sonuncusu olacaktır. (O kimse): "Yâ Rab, yüzümü (şu) ateşden döndür. Kokusu beni zehirleyip duruyor, yalını beni yakıp duruyor" diyecek. (Adamcağız mütemâdiyen duâ ve niyazda bulunacak.

Sonunda Hak Teâlâ) ona buyuracak ki: "Bu senin dediğin yapılacak olursa acabâ başka şey (daha) istemiyecek misin?" O ise: "(Celâl ve) İzzetine kasem olsun ki, hayır!" diyecek. Ve Allâhu Teâlâ'ya meşiyyet-i İlâhiyyesi taallûk eden ahd ü mîsâkı verecek, (ondan sonra) Allâhu Teâlâ onun yüzünü Cehennem cihetinden (Cennet tarafına) çevirecek. Yüzünü Cennet'e doğru döndürünce Cennet'in güzelliğini görecek. (Lâkin ibtidâ talebden hayâ edip) Allâh'ın dilediği kadar (bir müddet) sükût ettikten sonra: "Yâ Rabb, beni Cennet'in kapısınayanaştır" diyecek. Allâhu Teâlâ da: "Evvelce istediğinden başka (hiç) bir şey istemiyeceğine ahd ü mîsâk vermiş değil miydin?" diye (kendisini ilzâm ede)cek. O da: "Yâ Rabb, mahlûkâtının en bedbahtı ben olmayayım" cevâbını verecek. Bunun üzerine (yine) Allâhu Teâlâ: "Bunu (da) sana verirsem başka bir şey istemiyecek misin?" diyecek. O da: "(Celâl ve) İzzetine kasem olsun ki, hayır. Bundan başka (hiç) bir şey isteyecek değilim" cevâbını verecek. Ve Rabb(-ı Celîl) ine dilediği ahd ü mîsâkı verdikten sonra Rabbı (Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri) onu Cennet'in kapısına yanaşdıracak. (O kimse) Cennet kapısına varıp da ondaki revnak ve letâfeti ve içindeki nadret ve sürûru görünce (yine utanıp) Allâh'ın dilediği kadar (bir müddet) sükût edecek Sonra: "Yâ Rabb, beni içeriye sok" diyecek.

Allah (Azze ve Celle) de: "Allah lâyığını versin behey Âdem-oğlu, sen ne sözünde durmaz kimsesin! Sen verdiğimden başka (hiç) bir şey istemiyeceğine (daha evvel) ahd ü mîsâk vermiş değil mi idin?" buyuracak. O da: "Yâ Rabb, (demek ki) mahlûkâtının en bedbahtı ben olacağım" diyecek. (Bu söz üzerine ve duâ ve niyâzını tekrâr ede ede nihâyet) Allâhu Teâlâ ona gülecek. Ve Cennet'e girmesine izin verecek. (Oraya alırken de) ona: "Temennî et" buyuracak. O da (uzun boylu) temennî (ler) de bulunacak. Nihâyet dilekleri kesilince Allâhu Teâlâ: "(Bunlardan başka) şunu da, bunu da, şunu da, bunu da iste" buyuracak ki, (istenecek şeyleri) Rabb'i (Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri muttasıl) aklına getirecek. Nihâyet (bu türlü) dileklerinin kâffesi de kesilince Allâhu Teâlâ: "Bunların hepsi ve bir o kadar dahası (hep) senindir" buyuracaktır.

-(Hadîsi Ebû Hüreyre'den rivâyet edenlerden biri olan Atâ' b. Yezîd-i Leysî der ki: Ebû Hüreyre bunu rivâyet ederken Ebû Saîd-i Hudrî de oturuyor ve Ebû Hüreyre'nin dediklerinden hiç bir şeyi tağyîre lüzum görmüyordu. Tâ: "Bunların hepsi ve bir o kadar dahâsı hep senindir" sözüne gelince) Ebû Saîd-i Hudrî (radiya'llâhu anh) Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'e: "Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem, Allah (Azze ve Cell): 'Bunlar(ın hepsi) ve daha on misli senindir.' buyuracaktır, demişti" dedi. Ebû Hüreyre: yanaştır" diyecek. Allâhu Teâlâ da: "Evvelce istediğinden başka (hiç) bir şey istemiyeceğine ahd ü mîsâk vermiş değil miydin?" diye (kendisini ilzâm ede)cek. O da: "Yâ Rabb, mahlûkâtının en bedbahtı ben olmayayım" cevâbını verecek. Bunun üzerine (yine) Allâhu Teâlâ: "Bunu (da) sana verirsem başka bir şey istemiyecek misin?" diyecek. O da: "(Celâl ve) İzzetine kasem olsun ki, hayır. Bundan başka (hiç) bir şey isteyecek değilim" cevâbını verecek. Ve Rabb(-ı Celîl) ine dilediği ahd ü mîsâkı verdikten sonra Rabbı (Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri) onu Cennet'in kapısına yanaşdıracak. (O kimse) Cennet kapısına varıp da ondaki revnak ve letâfeti ve içindeki nadret ve sürûru görünce (yine utanıp) Allâh'ın dilediği kadar (bir müddet) sükût edecek Sonra: "Yâ Rabb, beni içeriye sok" diyecek. Allah (Azze ve Celle) de: "Allah lâyığını versin behey Âdem-oğlu, sen ne sözünde durmaz kimsesin! Sen verdiğimden başka (hiç) bir şey istemiyeceğine (daha evvel) ahd ü mîsâk vermiş değil mi idin?" buyuracak. O da: "Yâ Rabb, (demek ki) mahlûkâtının en bedbahtı ben olacağım" diyecek. (Bu söz üzerine ve duâ ve niyâzını tekrâr ede ede nihâyet) Allâhu Teâlâ ona gülecek. Ve Cennet'e girmesine izin verecek. (Oraya alırken de) ona: "Temennî et" buyuracak. O da (uzun boylu) temennî (ler) de bulunacak. Nihâyet dilekleri kesilince Allâhu Teâlâ: "(Bunlardan başka) şunu da, bunu da, şunu da, bunu da iste" buyuracak ki, (istenecek şeyleri) Rabb'i (Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri muttasıl) aklına getirecek. Nihâyet (bu türlü) dileklerinin kâffesi de kesilince Allâhu Teâlâ: "Bunların hepsi ve bir o kadar dahası (hep) senindir" buyuracaktır.

* İbn-i Abbâs radiya'llâhu anhumâ'dan rivâyete göre, Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem: "Siz (kabirden kalktığınızda) ayağınız çıplak, vücûdünüz uryân, (anadan doğma) erlik yeriniz sünnetsiz olarak haşrolunacaksınız!" buyurmuş. Sonra Resûlullâh: "Kıyâmet koptuğu gün biz, gök (tabakaların) ı, kitaplar içinde defter (yaprakları) dürer gibi düreceğiz. (İnsanları da) ilk yaratmağa başladığımız gibi va'dettiğimiz vechile iâde edeceğiz. Şüphesiz biz (va'dimizi) yaparız." (Meâlindeki âyeti okudu. Ve (şöyle dedi Kıyâmet günü (Peygamberlerden) ilk elbîse giydirilen kişi (en büyük babam) İbrâhîm'dir. Yine Kıyâmet günü Ashâbımdan bâzı kimseler (yakalanıp) sol tarafa (Cehennem tarafına) götürülürler. Hemen ben: onlar benim Ashâbımdır, (bırakın) diye sesleneceğim de bana: Yâ Muhammed! Emîn ol ki, sen bunlardan ayrıldığındanberi onlar ökçelerine basarak geri dönmüş mürtedlerdir! diye cevap verilecektir. Ben de Allâh'ın sâlih kulu ve Peygamberi (Îsâ İbn-i Meryem) in dediği gibi (şöyle) diyeceğim: - Yâ Rab! Bunların içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerine şâhid ve nigehbân oldum. Beni sen vefât ettirince, onlar üzerine yalnız Sen murâkıp oldun. Esâsen Sen Rabbım, her şey'e şâhitsin! Eğer onlara azâb edersen, şüphesiz onlar Sen'in kullarındır; eğer mağfiret edersen yine şüphesiz Sen Azîz'sin, (ne dilersen yaparsın sana güç değildir) Hakîm'sin (âdilâne yaparsın!).

* Sehl İbn-i Sa'd radiya'llahu anh'den Nebî Salla'llahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittim, dediği rivâyet olunmuştur: Kıyâmet günü insanlar beyaz, duru beyaz ve kepekten arınmış undan ma'mûl çörek gibi bir sâha üzerinde haşr olunurlar. Sehl İbn-i Sa'in, yâhut başka birisinin rivâyetine göre: O sâhada bir kimseye delâlet edecek (yol gösterecek dağ, taş gibi) nişâne de yok.

* Ebû Hüreyre radiya'llahu anh'den rivâyete göre, Nebî Salla'llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: İnsanlar (dünyânın son deminde) üç fırka olarak haşrolunurlar. Birinci fırka müstakbel hayâtı özliyen, (geride kalan dünyâ hayâtından) nefret eden zümredir, (bunlar zâd ve râhileleri bol olanlardır). İkinci fırka ikisi bir deve, üçü bir deve, dördü bir deve, onu bir deve üzerinde sevk olunurlar. Bunların bakıyesini (ki, üçüncü fırkadır) bir ateş haşredip toplar. Onlar nerede istirahat ederlerse o ateş de berâber istirahat eder, onların geceledikleri yerde onlarla berâber geceler, onların sabahladıkları yerde birlik sabahlar ve onlarla berâber yürüyüp onların akşamladıkları yerde berâber akşamlar

* 'Âişe radiya'llahu anhâ'dan rivâyete göre, Resûlu'llah Salla'llahu aleyhi ve sellem: İnsanlar ayakkabısız, vücûdu çıplak ve (ilk yaradılışları gibi) sünnetsiz haşrolunacaklar buyurdu. Ben de: Yâ Resûla'llah! Erkek, kadın berâber mi? Bunlar birbirlerine (edeb yerlerine) bakarlar, dedim. Resûl-i Ekrem: Yâ Âişe! Haşir işi çok güçtür, insanların birbirlerine bakmalarına müsâit değildir, buyurdu.

Allah'a İman Hadisleri
* Hz. Süheyb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Sizden öncekiler arasında bir kral vardı. Onun bir de sihirbazı vardı. Sihirbaz yaşlanınca Kral'a: "Ben artık yaşlandım. Bana bir oğlan çocuğu gönder de sihir yapmayı öğreteyim!" dedi. Kral da öğretmesi için ona bir oğlan gönderdi. Oğlanın geçtiği yolda bir râhip yaşıyordu. (Bir gün giderken) rahibe uğrayıp onu dinledi, konuşması hoşuna gitti.

Artık sihirbaza gittikçe, râhibe uğruyor, yanında (bir müddet) oturup onu dinliyordu. (Bir gün) delikanlıyo sihirbaz, yanına gelince dövdü. Oğlan da durumu râhibe şikayet etti. Rahip ona: "Eğer sihirbazdan (dövecek diye) korkarsan: "Ailem beni oyaladı!" de; ailenden korkacak olursan, "beni sihirbaz oyaladı" de!" diye tenbihte bulundu. O bu halde (devam eder) iken, insanlara mani olmuş bulunan büyük bir canavara rastladı. (Kendi kendine "Bugün bileceğim; sihirbaz mı efdal, rahip mi efdal!" diye mırıldandı. Bir taş aldı ve:

"Allahım! Eğer râhibin işi, sana sihirbazın işinden daha sevimli ise, şu hayvanı öldür de insanlar geçsinler!" deyip, taşı fırlattı ve hayvanı öldürdü. İnsanlar yollarına devam ettiler. Delikanlı râhibe gelip durumu anlattı. Rahib ona: "Evet! Bugün sen benden efdalsin (üstünsün)! Görüyorum ki, yüce bir mertdebedesin. Sen imtihan geçireceksin. İmtihana maruz kalınca sakın benden haber verme!" dedi. Oğlan anadan doğma körleri ve alaca hastalığına yakalananları tedavi eder, insanları başkaca hastalıklardan da kurtarırdı. Onu kralın gözlyeri kör olan arkadaşı işitti. Birçok hediyeler alarak yanına geldi ve: "Eğer beni tedavi edersen, şunların hepsi senindir" dedi. O da: "Ben kimseyi tedavi etmem, tedavi eden Allah'tır. Eğer Allah'a iman edersen, sana şifa vermesi için dua edeceğim. O da şifa verecek!" dedi. Adam derhal iman etti, Allah da ona şifa verdi.

Adam bundan sonra kralın yanına geldi. Eskiden olduğu gibi yine yanına oturdu. Kral: "Gözünü sana kim iade etti?" diye sordu. "Rabbim!" dedi. Kral: "Senin benden başka bir Rabbin mi var?" dedi. Adam: "Benim de senin de Rabbimiz Allah'tır!" cevabını verdi. Kral onu yakalatıp işkence ettirdi. O kadar ki, (gözünü tedavi eden ve Allah'a iman etmesini sağlayan) oğlanın yerini de gösterdi. Oğlan da oraya getirildi. Kral ona: "Ey oğul! Senin sihrin körlerin gözünü açacak, alaca hastalığını tedavi edecek bir dereceye ulaşmış, neler neler yapıyormuşsun!" dedi. Oğlan:

"Ben kimseyi tedavi etmiyorum, şifayı veren Allah'tır!" dedi. Kral onu da tevkif ettirip işkence etmeye başladı. O kadar ki, o da râhibin yerini haber verdi. Bunun üzerine râhip getirildi. Ona: "Dininden dön!" denildi. O bunda direndi. Hemen bir testere getirildi. Başının ortasına konuldu. Ortadan ikiye bölündü ve iki parçası yere düştü. Sonra oğlan getirildi. Ona da: "Dininden dön!" denildi. O da imtina etti. Kral onu da adamlarından bazılarına teslim etti. "Onu falan dağa götürün, tepesine kadar çıkarın. Zirveye ulaştığınız zaman (tekrar dininden dönmesini talep edin); dönerse ne âla, aksi takdirde dağdan aşağı atın!" dedi. Gittiler onu dağa çıkardılar. Oğlan:

"Allah’ım, bunlara karşı, dilediğin şekilde bana kifayet et!" dedi. Bunun üzerine dağ onları salladı ve hepsi de düştüler. Oğlan yürüyerek kralın yanına geldi. Kral: "Arkadaşlarıma ne oldu?" dedi. "Allah, onlara karşı bana kifayet etti" cevabını verdi. Kral onu adamlarından bazılarına teslim etti ve: "Bunu bir gemiye götürün. denizin ortasına kadar gidin. Dininden dönerse ne âla, değilse onu denize atın!" dedi. Söylendiği şekilde adamları onu götürdü. Oğlan orada: "Allah’ım, dilediğin şekilde bunlara karşı bana kifayet et!" diye dua etti. Derhal gemileri alabora olarak boğuldular. Çocuk yine yürüyerek hükümdara geldi. Kral: "Arkadaşlarıma ne oldu?" diye sordu. Oğlan. "Allah onlara karşı bana kifayet etti" dedi. Sonra Kral'a:

"benim emrettiğimi yapmadıkça sen beni öldüremeyeceksin!" dedi. Kral: "O nedir?" diye sordu. Oğlan: "İnsanları geniş bir düzlükte toplarsın, beni bir kütüğe asarsın, sadağımdan bir ok alırsın. Sonra oku, yayın ortasına yerleştir ve: "Oğlanın Rabbinin adıyla" dersin. Sonra oku bana atarsın. İşte eğer bunu yaparsan beni öldürürsün!" dedi. Hükümdar, hemen halkı bir düzlükte topladı. Oğlanı bir kütüğe astı. Sadağından bir ok aldı. Oku yayının ortasına yerleştirdi. Sonra: "Oğlanın Rabbinin adıyla!" dedi ve oku fırlattı. Ok çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk elini şakağına okun isabet ettiği yere koydu ve Allah'ın rahmetine kavuşup öldü. Halk:

"Oğlanın Rabbine iman ettik!" dediler. Halk bu sözü üç kere tekrar etti. Sonra krala gelindi ve: "Ne emredersiniz? Vallahi korktuğunuz başınıza geldi. Halk oğlannın Rabbine iman etti!" denildi. Kral hemen yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Derhal hendekler kazıldı. İçlerinde ateşler yakıldı. Kral:

"Kim dininden dönmezse onu bunlara atın!" diye emir verdi. Yahut hükümdara "sen at!" diye emir verildi. İstenen derhal yerine getirildi. Bir ara, beraberinde çocuğu olan bir kadın getirildi. Kadın oraya düşmekten çekinmişti, çocuğu:

"Anneciğim sabret. zira sen hak üzeresin!" dedi."

* Ebu Zerr (Cündeb İbnu Cünâde el-Gıfârî) (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bana Cebrâil aleyhisselam gelerek "Ümmetinden kim Allah'a herhangi bir şeyi ortak kılmadan (şirk koşmadan) ölürse cennete girer" müjdesini verdi" dedi. Ben (hayretle) "zina ve hırsızlık yapsa da mı?" diye sordum. "Hırsızlık da etse, zina da yapsa" cevabını verdi. Ben tekrar: "Yani hırsızlık ve zina yapsa da ha!" dedim. "Evet, dedi, hırsızlık da etse, zina da yapsa!" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) dördüncü keresinde ilâve etti: "Ebu Zerr patlasa da cennete girecektir".

* Câbir İbnu Abdillah el-Ensârî (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "İki şey vardır gerekli kılıcıdır" Bir zat: -Ey Allah'ın Rasûlü! gerekli kılan bu iki şeyden maksad nedir? diye sordu: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Kim Allah'a herhangi bir şeyi ortak kılmış olarak ölürse bu kimse ateşe girecektir. Kim de Allah'a hiçbir şeyi ortak kılmadan ölürse o da cennete girecektir" cevabını verdi."

* Abdullah İbnu Abbas'ın rivayetine göre, bir kadın, kendisine küpte yapılan şıra (nebîz) hakkında sordu. Kadına şu cevabı verdi: "Abdulkays kabilesinin heyeti Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e geldiği vakit: "Bu gelenler kimdir?" diye sordu. "Rebîalılar" diye kendilerini tanıttılar. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Merhaba, hoş geldiniz. İnşaallah bu ziyaretten memnun kalır, pişman olmazsınız" buyurdu. Misafirler: "Biz uzak bir yerden geliyoruz. Sizinle bizim aramızda şu kâfir Mudarlılar var. Bu sebeple, size ancak haram ayında uğrayabiliyoruz. Öyle ise, bize kesin, açık bir amel emret, onu geride bıraktıklarımıza da öğretelim. Ve bizi cennete götürsün" dediler. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de onlara dört emir ve dört yasakta bulundu: Önce tek olan Allah Teâla'ya imanı emretti ve sordu: "İman nedir biliyor musunuz?" "Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. Açıkladı: Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucu tutmak, harpte elde edilen ganimetten beşte birini ödemenizdir." Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara şu kapları (şıra yapmada) kullanmalarını yasakladı: Hantem (topraktan mâmul küp), dübbâ (su kabağından yapılmış testiler), nakîr hurma kökünden ayrılan çanak, müzeffet -veya mukayyer- (içi ziftle -katranla- cilalanmış kap).

* Abbâs İbnu Abdilmuttalib (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle söylediğini işittim: "İmanın tadını, Rabb olarak Allah'ı, din olarak İslâm'ı, peygamber olarak Muhammed'i seçip râzı olanlar duyar."

* İbn-i Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Ben insanlar Allah'tan başka ilâhın olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet edinceye, namaz kılıncaya, zekât verinceye kadar onlarla savaş etmekle emrolundum. Bunları yaptılar mı, kanlarını, mallarını bana karşı korumuş (emniyet altına almış) olurlar. İslâm'ın hakkı hâriç. Artık (samimi olup olmadıklarına dair) durumları Allah'a kalmıştır".

* Alkame hazretlerinin İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'dan naklettiğine göre, İbnu Mes'ud, "...Kim Allah'a iman ederse (Allah) onun kalbini doğruya götürür.." (Teğâbün,11) meâlindeki âyetle ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır: "Bunlar kişinin mâruz kaldığı musibetlerdir. İnanan kişi, (Allah'ın lütfu ve keremi ile) bu musibetlerin Allah'tan olduğunu bilir, Allah'ın takdirine teslimiyet gösterip, razı olur (ve Sabreder).

BAKINIZ Ahiret ile ilgili ayet meali bulabilir misiniz?
Son düzenleyen Safi; 6 Ekim 2018 19:41
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Aralık 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.

Ahiret Günü Hakkındaki Hadisler


* Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den: Şöyle demiştir: (Bir def'a) öteki, beriki: "Yâ Resûlâllâh, Kıyâmet gününde biz Rabbimizi görecek miyiz?" diye sordular. (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm Efendimiz Hazretleri de mukâbeleten): "Ayın on dördüncü gecesi rü'yete mâni' hiçbir bulut yokken Kamer(i görmek husûsun)da şek ve ihtilâf eder misiniz?" diye suâl buyurdu. "Hayır, yâ Resûlâllâh (bunda ihtilâf etmeyiz)" denince tekrar: "Ya, rü'yete mâni' hiçbir bulut yokken Güneş (i görebileceğiniz) de şek ve ihtilâf eder misiniz?" diye suâl buyurdu. (Yine): "Hayır, yâ Resûlâllâh. (Bunda da ihtilâf etmeyiz)" denince buyurdu ki: İşte O'nu siz böyle (açık) göreceksiniz.
Sponsorlu Bağlantılar

Kıyâmet gününde nâs haşrolunacak (yâni bir araya toplanacak. Rabbimiz Teâla ve Tekaddes Hazretleri): "Her kim her neye tapıyor idiyse onun ardına düşsün" buyuracak. (Yâhud Hakk'ın emriyle bu sözü diyen diyecek.) Artık kimi Şems'in, kimi Kamer'in, kimi tâğutların ardına düş(üp gid)ecek. Yalnız bu ümmet, içlerinde münâfıkları da olduğu halde (yerinde durup) kalacak. Allah (Tebâreke ve Teâlâ Hazretleri) onlara (evvelce tanıdıklarından başka bir sûrette) gelip: "Ben sizin Rabbinizim" buyuracak. Onlar (Rabb-i Müteallerini o tecellî ile tanıyamıyacakları için: "Sen'den Allâh'a sığınırız.) Rabbimiz bize gelinceye kadar bizim yerimiz burasıdır. (Yerimizden ayrılmayız). Rabbimiz bize geldiğinde biz O'nu tanırız" diyecekler.

Allâhu Azze ve Celle (Hazretleri) onlara (Bu def'a tanıdıkları sûrette) gelip: "Ben Rabbinizim" buyuracak. Onlar da: "(El-Hak) Sen bizim Rabbimizsin" diyecekler. Ve Allâhu Teâlâ(nın) onları da'vet buyur(ması üzerine ona tâbi' ola)cak(lar). Cehennem'in de (tam) ortasına Sırât (yâni köprü) kurulur. Ümmetini (onun üstünden) en evvel geçirecek ben olacağım. O gün Rüsül(-i Kirâm) dan başka hiçbir kimse (hevl ve dehşet dolayısiyle) tekellüm edemez. Rüsül(-i Kirâm)ın da o günkü kelâmı (اَللَّهُمَّ سَلِّمْ سَلِّمْ) = İlâhî, selâmet ver, selâmet ver" (den ibâret) olacaktır. Cehennem'de sa'dân dikenlerine benzer çengeller vardır. Sa'dân dikenlerini (hiç) görmüşlüğünüz var mı? -Evet (vardır.)- İşte bu çengeller sa'dân dikenlerine benzer. Ancak şu var ki, ne kadar büyük olduklarını yalnız Allâhu Teâlâ bilir. İşte bunlar nâsı (kötü) amellerinden dolayı kapıp alırlar. Kimi (kötü) ameli dolayısiyle helâk olur. Kimi hardal gibi ezim ezim ezildikten sonra necat bulur. Nihâyet Allâhu Teâlâ ehl-i nârdan her kimlere rahmet buyurmayı dilemişse (onları çıkaracak. Dünyâda iken) Allâh'a ibâdet etmiş olanları çıkarmalarını meleklere emredecek, onlar da onları çıkaracaktır. (Melekler) onları âsâr-ı sücûddan (yâni secde a'zâlarındaki izlerden) tanıyacaklardır. Ve (işte onlar öylece) çıkarılacaklardır. Allâhu Teâlâ eser-i sücûdu ye(yip mahvet)meyi nâr(-ı Cahîm)e harâm kılmıştır. Binâenaleyh Âdem-oğlunun bütününü (Cehennem) ateş(i) yer de yalnız eser-i sücûdu yiyemez. Bunlar ateşten kavrulup kapkara olarak çıkarılacaklar. Üzerlerine Âb-ı hayât dökülecek de seyl uğrağında biten yabânî reyhan tohumları nasıl (çabuk) biterse (yeniden) öylece biteceklerdir. Sonra Allâh(u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri) kulları arasında (hüküm ve) kazâyı hitâma erdirir. (Ancak) Cennet ile Cehennem arasında yüzü ateşe dönük bir kimse kalır ki, o, Cennet'e girecek ehl-i nârın sonuncusu olacaktır. (O kimse): "Yâ Rab, yüzümü (şu) ateşden döndür. Kokusu beni zehirleyip duruyor, yalını beni yakıp duruyor" diyecek. (Adamcağız mütemâdiyen duâ ve niyazda bulunacak.

Sonunda Hak Teâlâ) ona buyuracak ki: "Bu senin dediğin yapılacak olursa acabâ başka şey (daha) istemiyecek misin?" O ise: "(Celâl ve) İzzetine kasem olsun ki, hayır!" diyecek. Ve Allâhu Teâlâ'ya meşiyyet-i İlâhiyyesi taallûk eden ahd ü mîsâkı verecek, (ondan sonra) Allâhu Teâlâ onun yüzünü Cehennem cihetinden (Cennet tarafına) çevirecek. Yüzünü Cennet'e doğru döndürünce Cennet'in güzelliğini görecek. (Lâkin ibtidâ talebden hayâ edip) Allâh'ın dilediği kadar (bir müddet) sükût ettikten sonra: "Yâ Rabb, beni Cennet'in kapısınayanaştır" diyecek. Allâhu Teâlâ da: "Evvelce istediğinden başka (hiç) bir şey istemiyeceğine ahd ü mîsâk vermiş değil miydin?" diye (kendisini ilzâm ede)cek. O da: "Yâ Rabb, mahlûkâtının en bedbahtı ben olmayayım" cevâbını verecek. Bunun üzerine (yine) Allâhu Teâlâ: "Bunu (da) sana verirsem başka bir şey istemiyecek misin?" diyecek. O da: "(Celâl ve) İzzetine kasem olsun ki, hayır. Bundan başka (hiç) bir şey isteyecek değilim" cevâbını verecek. Ve Rabb(-ı Celîl) ine dilediği ahd ü mîsâkı verdikten sonra Rabbı (Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri) onu Cennet'in kapısına yanaşdıracak. (O kimse) Cennet kapısına varıp da ondaki revnak ve letâfeti ve içindeki nadret ve sürûru görünce (yine utanıp) Allâh'ın dilediği kadar (bir müddet) sükût edecek Sonra: "Yâ Rabb, beni içeriye sok" diyecek.

Allah (Azze ve Celle) de: "Allah lâyığını versin behey Âdem-oğlu, sen ne sözünde durmaz kimsesin! Sen verdiğimden başka (hiç) bir şey istemiyeceğine (daha evvel) ahd ü mîsâk vermiş değil mi idin?" buyuracak. O da: "Yâ Rabb, (demek ki) mahlûkâtının en bedbahtı ben olacağım" diyecek. (Bu söz üzerine ve duâ ve niyâzını tekrâr ede ede nihâyet) Allâhu Teâlâ ona gülecek. Ve Cennet'e girmesine izin verecek. (Oraya alırken de) ona: "Temennî et" buyuracak. O da (uzun boylu) temennî (ler) de bulunacak. Nihâyet dilekleri kesilince Allâhu Teâlâ: "(Bunlardan başka) şunu da, bunu da, şunu da, bunu da iste" buyuracak ki, (istenecek şeyleri) Rabb'i (Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri muttasıl) aklına getirecek. Nihâyet (bu türlü) dileklerinin kâffesi de kesilince Allâhu Teâlâ: "Bunların hepsi ve bir o kadar dahası (hep) senindir" buyuracaktır.

-(Hadîsi Ebû Hüreyre'den rivâyet edenlerden biri olan Atâ' b. Yezîd-i Leysî der ki: Ebû Hüreyre bunu rivâyet ederken Ebû Saîd-i Hudrî de oturuyor ve Ebû Hüreyre'nin dediklerinden hiç bir şeyi tağyîre lüzum görmüyordu. Tâ: "Bunların hepsi ve bir o kadar dahâsı hep senindir" sözüne gelince) Ebû Saîd-i Hudrî (radiya'llâhu anh) Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'e: "Resûlullâh salla'llâhu aleyhi ve sellem, Allah (Azze ve Cell): 'Bunlar(ın hepsi) ve daha on misli senindir.' buyuracaktır, demişti" dedi. Ebû Hüreyre: yanaştır" diyecek. Allâhu Teâlâ da: "Evvelce istediğinden başka (hiç) bir şey istemiyeceğine ahd ü mîsâk vermiş değil miydin?" diye (kendisini ilzâm ede)cek. O da: "Yâ Rabb, mahlûkâtının en bedbahtı ben olmayayım" cevâbını verecek. Bunun üzerine (yine) Allâhu Teâlâ: "Bunu (da) sana verirsem başka bir şey istemiyecek misin?" diyecek. O da: "(Celâl ve) İzzetine kasem olsun ki, hayır. Bundan başka (hiç) bir şey isteyecek değilim" cevâbını verecek. Ve Rabb(-ı Celîl) ine dilediği ahd ü mîsâkı verdikten sonra Rabbı (Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri) onu Cennet'in kapısına yanaşdıracak. (O kimse) Cennet kapısına varıp da ondaki revnak ve letâfeti ve içindeki nadret ve sürûru görünce (yine utanıp) Allâh'ın dilediği kadar (bir müddet) sükût edecek Sonra: "Yâ Rabb, beni içeriye sok" diyecek. Allah (Azze ve Celle) de: "Allah lâyığını versin behey Âdem-oğlu, sen ne sözünde durmaz kimsesin! Sen verdiğimden başka (hiç) bir şey istemiyeceğine (daha evvel) ahd ü mîsâk vermiş değil mi idin?" buyuracak. O da: "Yâ Rabb, (demek ki) mahlûkâtının en bedbahtı ben olacağım" diyecek. (Bu söz üzerine ve duâ ve niyâzını tekrâr ede ede nihâyet) Allâhu Teâlâ ona gülecek. Ve Cennet'e girmesine izin verecek. (Oraya alırken de) ona: "Temennî et" buyuracak. O da (uzun boylu) temennî (ler) de bulunacak. Nihâyet dilekleri kesilince Allâhu Teâlâ: "(Bunlardan başka) şunu da, bunu da, şunu da, bunu da iste" buyuracak ki, (istenecek şeyleri) Rabb'i (Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri muttasıl) aklına getirecek. Nihâyet (bu türlü) dileklerinin kâffesi de kesilince Allâhu Teâlâ: "Bunların hepsi ve bir o kadar dahası (hep) senindir" buyuracaktır.

* İbn-i Abbâs radiya'llâhu anhumâ'dan rivâyete göre, Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem: "Siz (kabirden kalktığınızda) ayağınız çıplak, vücûdünüz uryân, (anadan doğma) erlik yeriniz sünnetsiz olarak haşrolunacaksınız!" buyurmuş. Sonra Resûlullâh: "Kıyâmet koptuğu gün biz, gök (tabakaların) ı, kitaplar içinde defter (yaprakları) dürer gibi düreceğiz. (İnsanları da) ilk yaratmağa başladığımız gibi va'dettiğimiz vechile iâde edeceğiz. Şüphesiz biz (va'dimizi) yaparız." (Meâlindeki âyeti okudu. Ve (şöyle dedi Kıyâmet günü (Peygamberlerden) ilk elbîse giydirilen kişi (en büyük babam) İbrâhîm'dir. Yine Kıyâmet günü Ashâbımdan bâzı kimseler (yakalanıp) sol tarafa (Cehennem tarafına) götürülürler. Hemen ben: onlar benim Ashâbımdır, (bırakın) diye sesleneceğim de bana: Yâ Muhammed! Emîn ol ki, sen bunlardan ayrıldığındanberi onlar ökçelerine basarak geri dönmüş mürtedlerdir! diye cevap verilecektir. Ben de Allâh'ın sâlih kulu ve Peygamberi (Îsâ İbn-i Meryem) in dediği gibi (şöyle) diyeceğim: - Yâ Rab! Bunların içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerine şâhid ve nigehbân oldum. Beni sen vefât ettirince, onlar üzerine yalnız Sen murâkıp oldun. Esâsen Sen Rabbım, her şey'e şâhitsin! Eğer onlara azâb edersen, şüphesiz onlar Sen'in kullarındır; eğer mağfiret edersen yine şüphesiz Sen Azîz'sin, (ne dilersen yaparsın sana güç değildir) Hakîm'sin (âdilâne yaparsın!).

* Sehl İbn-i Sa'd radiya'llahu anh'den Nebî Salla'llahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu işittim, dediği rivâyet olunmuştur: Kıyâmet günü insanlar beyaz, duru beyaz ve kepekten arınmış undan ma'mûl çörek gibi bir sâha üzerinde haşr olunurlar. Sehl İbn-i Sa'in, yâhut başka birisinin rivâyetine göre: O sâhada bir kimseye delâlet edecek (yol gösterecek dağ, taş gibi) nişâne de yok.

* Ebû Hüreyre radiya'llahu anh'den rivâyete göre, Nebî Salla'llahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: İnsanlar (dünyânın son deminde) üç fırka olarak haşrolunurlar. Birinci fırka müstakbel hayâtı özliyen, (geride kalan dünyâ hayâtından) nefret eden zümredir, (bunlar zâd ve râhileleri bol olanlardır). İkinci fırka ikisi bir deve, üçü bir deve, dördü bir deve, onu bir deve üzerinde sevk olunurlar. Bunların bakıyesini (ki, üçüncü fırkadır) bir ateş haşredip toplar. Onlar nerede istirahat ederlerse o ateş de berâber istirahat eder, onların geceledikleri yerde onlarla berâber geceler, onların sabahladıkları yerde birlik sabahlar ve onlarla berâber yürüyüp onların akşamladıkları yerde berâber akşamlar

* 'Âişe radiya'llahu anhâ'dan rivâyete göre, Resûlu'llah Salla'llahu aleyhi ve sellem: İnsanlar ayakkabısız, vücûdu çıplak ve (ilk yaradılışları gibi) sünnetsiz haşrolunacaklar buyurdu. Ben de: Yâ Resûla'llah! Erkek, kadın berâber mi? Bunlar birbirlerine (edeb yerlerine) bakarlar, dedim. Resûl-i Ekrem: Yâ Âişe! Haşir işi çok güçtür, insanların birbirlerine bakmalarına müsâit değildir, buyurdu.

Allah'a İman Hadisleri
* Hz. Süheyb radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Sizden öncekiler arasında bir kral vardı. Onun bir de sihirbazı vardı. Sihirbaz yaşlanınca Kral'a: "Ben artık yaşlandım. Bana bir oğlan çocuğu gönder de sihir yapmayı öğreteyim!" dedi. Kral da öğretmesi için ona bir oğlan gönderdi. Oğlanın geçtiği yolda bir râhip yaşıyordu. (Bir gün giderken) rahibe uğrayıp onu dinledi, konuşması hoşuna gitti.

Artık sihirbaza gittikçe, râhibe uğruyor, yanında (bir müddet) oturup onu dinliyordu. (Bir gün) delikanlıyo sihirbaz, yanına gelince dövdü. Oğlan da durumu râhibe şikayet etti. Rahip ona: "Eğer sihirbazdan (dövecek diye) korkarsan: "Ailem beni oyaladı!" de; ailenden korkacak olursan, "beni sihirbaz oyaladı" de!" diye tenbihte bulundu. O bu halde (devam eder) iken, insanlara mani olmuş bulunan büyük bir canavara rastladı. (Kendi kendine "Bugün bileceğim; sihirbaz mı efdal, rahip mi efdal!" diye mırıldandı. Bir taş aldı ve:

"Allahım! Eğer râhibin işi, sana sihirbazın işinden daha sevimli ise, şu hayvanı öldür de insanlar geçsinler!" deyip, taşı fırlattı ve hayvanı öldürdü. İnsanlar yollarına devam ettiler. Delikanlı râhibe gelip durumu anlattı. Rahib ona: "Evet! Bugün sen benden efdalsin (üstünsün)! Görüyorum ki, yüce bir mertdebedesin. Sen imtihan geçireceksin. İmtihana maruz kalınca sakın benden haber verme!" dedi. Oğlan anadan doğma körleri ve alaca hastalığına yakalananları tedavi eder, insanları başkaca hastalıklardan da kurtarırdı. Onu kralın gözlyeri kör olan arkadaşı işitti. Birçok hediyeler alarak yanına geldi ve: "Eğer beni tedavi edersen, şunların hepsi senindir" dedi. O da: "Ben kimseyi tedavi etmem, tedavi eden Allah'tır. Eğer Allah'a iman edersen, sana şifa vermesi için dua edeceğim. O da şifa verecek!" dedi. Adam derhal iman etti, Allah da ona şifa verdi.

Adam bundan sonra kralın yanına geldi. Eskiden olduğu gibi yine yanına oturdu. Kral: "Gözünü sana kim iade etti?" diye sordu. "Rabbim!" dedi. Kral: "Senin benden başka bir Rabbin mi var?" dedi. Adam: "Benim de senin de Rabbimiz Allah'tır!" cevabını verdi. Kral onu yakalatıp işkence ettirdi. O kadar ki, (gözünü tedavi eden ve Allah'a iman etmesini sağlayan) oğlanın yerini de gösterdi. Oğlan da oraya getirildi. Kral ona: "Ey oğul! Senin sihrin körlerin gözünü açacak, alaca hastalığını tedavi edecek bir dereceye ulaşmış, neler neler yapıyormuşsun!" dedi. Oğlan:

"Ben kimseyi tedavi etmiyorum, şifayı veren Allah'tır!" dedi. Kral onu da tevkif ettirip işkence etmeye başladı. O kadar ki, o da râhibin yerini haber verdi. Bunun üzerine râhip getirildi. Ona: "Dininden dön!" denildi. O bunda direndi. Hemen bir testere getirildi. Başının ortasına konuldu. Ortadan ikiye bölündü ve iki parçası yere düştü. Sonra oğlan getirildi. Ona da: "Dininden dön!" denildi. O da imtina etti. Kral onu da adamlarından bazılarına teslim etti. "Onu falan dağa götürün, tepesine kadar çıkarın. Zirveye ulaştığınız zaman (tekrar dininden dönmesini talep edin); dönerse ne âla, aksi takdirde dağdan aşağı atın!" dedi. Gittiler onu dağa çıkardılar. Oğlan:

"Allah’ım, bunlara karşı, dilediğin şekilde bana kifayet et!" dedi. Bunun üzerine dağ onları salladı ve hepsi de düştüler. Oğlan yürüyerek kralın yanına geldi. Kral: "Arkadaşlarıma ne oldu?" dedi. "Allah, onlara karşı bana kifayet etti" cevabını verdi. Kral onu adamlarından bazılarına teslim etti ve: "Bunu bir gemiye götürün. denizin ortasına kadar gidin. Dininden dönerse ne âla, değilse onu denize atın!" dedi. Söylendiği şekilde adamları onu götürdü. Oğlan orada: "Allah’ım, dilediğin şekilde bunlara karşı bana kifayet et!" diye dua etti. Derhal gemileri alabora olarak boğuldular. Çocuk yine yürüyerek hükümdara geldi. Kral: "Arkadaşlarıma ne oldu?" diye sordu. Oğlan. "Allah onlara karşı bana kifayet etti" dedi. Sonra Kral'a:

"benim emrettiğimi yapmadıkça sen beni öldüremeyeceksin!" dedi. Kral: "O nedir?" diye sordu. Oğlan: "İnsanları geniş bir düzlükte toplarsın, beni bir kütüğe asarsın, sadağımdan bir ok alırsın. Sonra oku, yayın ortasına yerleştir ve: "Oğlanın Rabbinin adıyla" dersin. Sonra oku bana atarsın. İşte eğer bunu yaparsan beni öldürürsün!" dedi. Hükümdar, hemen halkı bir düzlükte topladı. Oğlanı bir kütüğe astı. Sadağından bir ok aldı. Oku yayının ortasına yerleştirdi. Sonra: "Oğlanın Rabbinin adıyla!" dedi ve oku fırlattı. Ok çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk elini şakağına okun isabet ettiği yere koydu ve Allah'ın rahmetine kavuşup öldü. Halk:

"Oğlanın Rabbine iman ettik!" dediler. Halk bu sözü üç kere tekrar etti. Sonra krala gelindi ve: "Ne emredersiniz? Vallahi korktuğunuz başınıza geldi. Halk oğlannın Rabbine iman etti!" denildi. Kral hemen yolların başlarına hendekler kazılmasını emretti. Derhal hendekler kazıldı. İçlerinde ateşler yakıldı. Kral:

"Kim dininden dönmezse onu bunlara atın!" diye emir verdi. Yahut hükümdara "sen at!" diye emir verildi. İstenen derhal yerine getirildi. Bir ara, beraberinde çocuğu olan bir kadın getirildi. Kadın oraya düşmekten çekinmişti, çocuğu:

"Anneciğim sabret. zira sen hak üzeresin!" dedi."

* Ebu Zerr (Cündeb İbnu Cünâde el-Gıfârî) (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bana Cebrâil aleyhisselam gelerek "Ümmetinden kim Allah'a herhangi bir şeyi ortak kılmadan (şirk koşmadan) ölürse cennete girer" müjdesini verdi" dedi. Ben (hayretle) "zina ve hırsızlık yapsa da mı?" diye sordum. "Hırsızlık da etse, zina da yapsa" cevabını verdi. Ben tekrar: "Yani hırsızlık ve zina yapsa da ha!" dedim. "Evet, dedi, hırsızlık da etse, zina da yapsa!" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) dördüncü keresinde ilâve etti: "Ebu Zerr patlasa da cennete girecektir".

* Câbir İbnu Abdillah el-Ensârî (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "İki şey vardır gerekli kılıcıdır" Bir zat: -Ey Allah'ın Rasûlü! gerekli kılan bu iki şeyden maksad nedir? diye sordu: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Kim Allah'a herhangi bir şeyi ortak kılmış olarak ölürse bu kimse ateşe girecektir. Kim de Allah'a hiçbir şeyi ortak kılmadan ölürse o da cennete girecektir" cevabını verdi."

* Abdullah İbnu Abbas'ın rivayetine göre, bir kadın, kendisine küpte yapılan şıra (nebîz) hakkında sordu. Kadına şu cevabı verdi: "Abdulkays kabilesinin heyeti Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e geldiği vakit: "Bu gelenler kimdir?" diye sordu. "Rebîalılar" diye kendilerini tanıttılar. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Merhaba, hoş geldiniz. İnşaallah bu ziyaretten memnun kalır, pişman olmazsınız" buyurdu. Misafirler: "Biz uzak bir yerden geliyoruz. Sizinle bizim aramızda şu kâfir Mudarlılar var. Bu sebeple, size ancak haram ayında uğrayabiliyoruz. Öyle ise, bize kesin, açık bir amel emret, onu geride bıraktıklarımıza da öğretelim. Ve bizi cennete götürsün" dediler. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de onlara dört emir ve dört yasakta bulundu: Önce tek olan Allah Teâla'ya imanı emretti ve sordu: "İman nedir biliyor musunuz?" "Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. Açıkladı: Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucu tutmak, harpte elde edilen ganimetten beşte birini ödemenizdir." Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara şu kapları (şıra yapmada) kullanmalarını yasakladı: Hantem (topraktan mâmul küp), dübbâ (su kabağından yapılmış testiler), nakîr hurma kökünden ayrılan çanak, müzeffet -veya mukayyer- (içi ziftle -katranla- cilalanmış kap).

* Abbâs İbnu Abdilmuttalib (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle söylediğini işittim: "İmanın tadını, Rabb olarak Allah'ı, din olarak İslâm'ı, peygamber olarak Muhammed'i seçip râzı olanlar duyar."

* İbn-i Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Ben insanlar Allah'tan başka ilâhın olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet edinceye, namaz kılıncaya, zekât verinceye kadar onlarla savaş etmekle emrolundum. Bunları yaptılar mı, kanlarını, mallarını bana karşı korumuş (emniyet altına almış) olurlar. İslâm'ın hakkı hâriç. Artık (samimi olup olmadıklarına dair) durumları Allah'a kalmıştır".

* Alkame hazretlerinin İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'dan naklettiğine göre, İbnu Mes'ud, "...Kim Allah'a iman ederse (Allah) onun kalbini doğruya götürür.." (Teğâbün,11) meâlindeki âyetle ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır: "Bunlar kişinin mâruz kaldığı musibetlerdir. İnanan kişi, (Allah'ın lütfu ve keremi ile) bu musibetlerin Allah'tan olduğunu bilir, Allah'ın takdirine teslimiyet gösterip, razı olur (ve Sabreder).

BAKINIZ Ahiret ile ilgili ayet meali bulabilir misiniz?
Son düzenleyen Safi; 7 Ekim 2018 00:46
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Aralık 2011       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kıyametin ne zaman kopacağı bildirilmedi, (Onu ancak Allah bilir) buyuruldu. (Araf 187, Ahzab 63)
Kıyametin kopmasına yakın önce küçük alametler çıkacaktır. Sonra da büyük alametler çıkacaktır.

Kıyametin küçük alametleri ile ilgili hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır:
(İnsanlar camilerle ve camilerin süsüyle övünmedikçe kıyamet kopmaz.) [İbni Mace]
(Erkek erkekle, kadın kadınla yetinmedikçe, kıyamet kopmaz.) [Hatib]

(Fitneler artmadıkça, kıyamet kopmaz.) [Buhari]
(İnsanlarda cimrilik artar ve kıyamet kötülerden başkası üzerine kopmaz.) [İ.Neccar]

(Ahlaksızlık ve fuhuş açık olmadan komşular kötüleşmeden hainler emin, eminler hain sayılmadan, akrabalık arasında soğukluk olmadan kıyamet kopmaz.) [İ. Ahmed]

(Yemin ederim ki, cimrilik, fuhuş meydana çıkmadıkça, emine hıyanet edilip, haine güvenilmedikçe, iyiler helak olup kötüler kalmadıkça kıyamet kopmaz.) [Hakim]

(Yağmurların bereketi kaldıkça kıyamet kopmaz.) [Ebu Ya’la]
(Yer yüzünde Allah diyen Müslüman kaldıkça kıyamet kopmaz.) [Müslim]

(Zamanda yakınlık olmadıkça, bir yıl bir ay gibi, bir ay bir hafta gibi, bir hafta bir gün, bir gün bir saat gibi kısa gelmedikçe kıyamet kopmaz.) [Tirmizi]

(İlim kalkmadıkça, depremler, katliamlar çoğalmadıkça kıyamet kopmaz.) [Buhari]

(Mal çoğalıp artmadıkça kıyamet kopmaz. Öyle ki, zekat verilecek kimse bulunmaz. Birine zekat teklif edilince, “Benim buna ihtiyacım yok” der.) [Buhari]

(İki büyük taife, davaları bir olduğu halde, çarpışmadıkça, kendilerine Allah’ın resulüyüm [peygamberim] diyen yalancılar çıkmadıkça kıyamet kopmaz.) [Buhari]

(Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça, taşlar bile, “Ey Müslüman şu arkamda gizlenen Yahudi’yi öldür” diye haber vermedikçe kıyamet kopmaz.) [Buhari]

(Yetmiş tane resulüm diyen yalancı çıkmadıkça kıyamet kopmaz.) [Taberani]
(Erkekler azalacak, kadınlar çoğalacak.) [Buhari]

(Bir erkek çocuk bir kadın gibi kıskanılmadıkça kıyamet kopmaz.) [Deylemi]
(Livata mubah sayılmadıkça, gökten taş yağmadıkça kıyamet kopmaz.) [Deylemi]

(Çocuklar öfkeli olmadıkça, büyüğe saygısızlık yapılmadıkça kıyamet kopmaz.) [Harâiti]
(Kıyamet kopmadan yüz yıl öncesinde yeryüzünde Allah’a ibadet eden kalmaz.) [Hakim]

(“Keşke şu kabirdeki ben olsaydım” denmedikçe kıyamet kopmaz.) [Müslim]
(Deprem, fitne, katillik artmadıkça, kıyamet kopmaz.) [Buhari]

(Kardeşler farklı dinden olmadıkça kıyamet kopmaz.) [Deylemi]
(Kötüler dünyaya hakim olmadıkça kıyamet kopmaz.) [Tirmizi]

(Kıyamet ancak kötü insanların başına kopar.) [Müslim, İbni Mace]
(Kur’an-ı kerim kalkmadıkça kıyamet kopmaz.) [Ebu Nuaym]
Kıyamet yaklaştığı zaman şunların da olacağı bildirilmiştir:

(İnsanlar temizlikte fazla titiz olacak, vesvese edip dinde haddi aşacaklar.) [Ebu Davud]
(Çeşitli isimler altında şaraplar çıkacak, helal sayılacak.) [İ. Ahmed]

(Ortalık bozulacak, dine uymak avuçta ateş tutmak gibi zor olacak.) [Hakim]
(Köpek beslemek, evlat yetiştirmekten daha cazip olacak.) [Hakim]

(Kötü kadınlar, çoğalıp, fuhuş bir toplum içinde yayılırsa, halk, daha önce görülmemiş [frengi, aids gibi] bulaşıcı hastalıklara maruz kalacak. Ölçüde, tartıda hile yapılacak ve geçim darlığı baş gösterecek.) [Beyheki]

(Çalgı her yere yayılacak, güvenlik güçleri çoğalacak.) [Beyheki]
(İşler, ehli olmayana verilecek.) [Buhari]

(Bu dinin başlangıcı gibi, sonu da garip olacak!) [Tirmizi]
(Kur'an [Radyo, TV gibi] çalgı aletlerinden okunacak.) [Tergib-üs-salât]
(Sadece tanıdıklara selam verilecek ve yazarlar çoğalacak.) [Hakim]

(Zengine malı için tazim edilecek, fuhuş yayılacak, piçler çoğalacak. Büyüğe hürmet, küçüğe de merhamet edilmeyecek. Kurtlar, kuzu postuna bürünecek.) [Hakim]

(Tehiyyet-ül-mescid namazı kılınmaz olur.) [Taberani]
(İlim kalkar, cehalet, anarşi ve ölüm çoğalır.) [İbni Mace]

(Ulema, halkın istediği yönde fetva verip, helale haram, harama helal derler; Kur'anı ticarete, menfaate alet ederler.) [Deylemi]

(İnsanlar, yalnız malın, paranın gelmesini düşünecekler, helalini, haramını düşünmeyecekler.) [R.Nasıhin]

(Bir camide binden fazla kişi namaz kılacak, fakat, içlerinde bir tane mümin bulunmayacak.) [Deylemi]

(İzinsiz ticaret yapılmaz.) [Müslim]
(Vahşi hayvanlar, insanlarla konuşmadıkça kıyamet kopmaz.) [Tirmizi]

(Kıyamet alametleri bir ipteki boncukların peş peşe kopması gibi birbirini takip eder.) [İ.Ahmed, Taberani]

(Kıyamet Cuma günü kopacaktır.)
Son düzenleyen Safi; 6 Ekim 2018 19:44

Benzer Konular

25 Kasım 2010 / Eyüp kaya Müslümanlık/İslamiyet
27 Haziran 2013 / Misafir Cevaplanmış
31 Ekim 2011 / Ziyaretçi Cevaplanmış
18 Nisan 2011 / Gölge1905 Cevaplanmış
23 Mart 2016 / Misafir Müslümanlık/İslamiyet