Arama

İbadet Nedir? İslam'da İbadet ve İbadet Etmenin Önemi

Güncelleme: 7 Ocak 2014 Gösterim: 99.794 Cevap: 6
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
17 Temmuz 2006       Mesaj #1
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Niçin İbadet Ediyoruz?
Bizi yoktan var eden ve yaşatan Allah'tır. Yüce Allah; Vücudumuzu, gören gözler, işiten kulaklar ve konuşan dil gibi mükemmel organlarla donattı. Diğer canlılardan farklı olarak bize akıl verdi ve varlıklar arasında seçkin bir duruma yükseltti. Bunlardan başka, yaşayabilmemiz için teneffüs ettiğimiz havadan, içtiğimiz suya kadar sayısız nimetler verdi.
Sponsorlu Bağlantılar
Ayrıca bizi yalnız bırakmadı, Peygamberler ve kitaplar göndererek dünyada ve ahirette mutlu olmanın yollarını gösterdi. Bütün bu iyiliklere karşılık Allah bizden kendisini tanımamızı ve ona ibadet etmemizi istemektedir. Şöyle bir düşünelim: Çok iyiliğini gördüğümüz bir büyüğümüze karşı saygı gösterir iyiliklerine teşekkür ederiz. Bize bir görev verse seve seve yaparız değil mi?
Öyle ise, bizi yoktan var eden ve sayılamayacak kadar nimetler veren Yüce Allah'a karşı teşekkür etmek ve emrettiği ibadetleri seve seve yapmak gerekmez mi?
Elbette gerekir.
Yaradılışımızın gayesi Allah'ı tanımak ve ona ibadet etmektir. İbadet görevlerini yaptığımız takdirde hem Allah'ın verdiği nimetlere karşı teşekkür borcunu yerine getirmiş oluruz, hem de O'nun sevgisini kazanırız. Eğer biz Allah'a karşı ibadet vazifelerini yerine getirir, O'nun sevgisini kazanırsak, Allah, bize dünyadaki nimetlerinden çok daha fazlasını ahirette verecek ve bizi cennette sonsuz mutluluğa kavuşturacaktır.

İbadetin Faydaları
Bedenimizin gerekli gıdalara ihtiyacı olduğu gibi rûhumuzun da gıdaya ihtiyacı vardır. Rûhun gıdası iman ve ibadetlerdir. İbadet, rûhumuzu yükseltir, bizi kötülüklerden sakındırır, ahlâkımızı olgunlaştırır, en değerli varlığımız olan imanımızı korur. Hayatta insanın çeşitli sıkıntılarla karşılaşıp ümitsizliğe ve bunalıma düştüğü zamanlar olur. Böyle durumlarda insan ibadetle bunalımdan kurtulur. Çünkü insan ibadet sayesinde Allah'a yaklaşır. O'nun rahmetine sığınır ve huzura kavuşur. İbadetlerin, rûhumuza olduğu gibi bedenimize de birçok faydası vardır.
Namaz kılan insan abdest almak zorundadır. Abdest almak, günde birkaç defa temizlenmek demektir. Temizliğin ise sağlığımız için ne kadar yararlı olduğunu hepimiz biliriz.
Namaz kılarken yapılan belirli hareketlerin, oruçta sindirim sistemi ile bazı organların dinlenmesinin vücut sağlığına önemli faydalar sağladığı bir gerçektir. Zekât ibadetinin sosyal yardımlaşma yönünden topluma kazandırdığı birçok yararları vardır


İman İle İbadet Arasındaki İlişki
Bir müslüman, dinin hükümlerini inkâr etmedikçe ve kalbinde iman bulunduğu sürece ibadet yapmasa bile dinden çıkmaz, kafir olmaz, yine müslümandır. Ancak, Allah'ın emri olan ibadet görevlerini yerine getirmediği için günah işlemiş ve cezayı hak etmiş olur.
İbadetler, imanın olgunlaşmasını ve güçlenmesini sağlar. Ahirette cezadan kurtulmamıza ve cennet nimetlerine kavuşmamıza vesile olur. Sade bir imanla yetinip ibadetleri terketmek imanın zayıflamasına ve giderek iman nurunun sönmesine sebep olur.
İbadet yapılmadığı takdirde, iman ışığı açıkta yanan lamba gibi korumasız kalır. Günün birinde sönebilir. İmanın yok olması, müslümanın cennetin anahtarını kaybetmesi demektir. Bu sebeple ibadetlerin, imanımızın korunmasında ve cennette sonsuz hayata kavuşmamızda çok önemli yeri vardır.


İbadet Nedir?
İbadet,
“Allah’a karşı kulluk vazifelerini yerine getirmek, Allah’ın emirlerine boyun eğmek” demektir.
İlâhî Ferman olan Kur’anda şöyle buyrulur:
“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takva mertebesine nâil olasınız.” (Bakara Sûresi, 21)
İnsan, ibadeti niçin yapar ve bu ibadet ona ne kazandırır? Bu iki Sorunun cevabı bu âyette şöyle veriliyor:
“Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz.”
Âyetteki, ‘sizi ve sizden öncekileri yaratan’ ibaresi Rabbin sıfatıdır. Bu sıfatı bir an için düşünmediğimizde, âyet-i kerime, “Rabbinize ibadet ediniz.” şeklinde karşımıza çıkar. Demek ki ibadetin sebebi, Rabbimizin bizi terbiye etmiş olmasıdır. Rabbe, ibadet edilir.
Bu kutsi vazifeyi idrak edebilelim diye Allah, vicdanımıza bazı işaretler koymuş. Babamıza itaat etmeyi vicdanî bir görev sayıyoruz. Niçin? Babamız olduğu için. Annemize isyandan sakınıyoruz. Niçin? Annemiz olduğu için.
İşte âyet-i kerime bizim vicdanımıza hitap ediyor ve “Rabbinize ibadet edin.” diye emrediyor. Çünkü sizi O terbiye etmiştir. Babanızın yediği gıdayı beyaz kan hâline O getirmiş, sizi ana rahminde bir nutfe olarak rahim duvarına O yapıştırmış ve oradaki dokuz aylık terbiyenizi safha safha hep O icra etmiştir. Şimdi ise bir başka rahimdesiniz: Kâinat... Burada da sizi terbiye eden, besleyen, büyüten, yedirip içiren ancak Odur.
Allah’ın bir ismi “Rab”dir ve her şeyi O terbiye etmiştir. İnsan ise abddir, kuldur; her şeyiyle Allah’ın terbiyesinden geçmiştir. Aklımızı anlamaya, kalbimizi sevmeye, hafızamı ezberlemeye, elimizi tutmaya, ayaklarımızı yürümeye, ciğerimizi solunuma, midemizi sindirime, aklımızı anlamaya elverişli tarzda terbiye eden Allah’tır. Öyle ise biz Rabbimizin bu rakamlara sığmaz terbiye tecellilerine karşı edebimizi takınmak mecburiyetindeyiz.
Nefsimize takılan ve etrafımızı çepeçevre kuşatan bu kadar ihsana karşı Ona gereği gibi şükredememenin mahcubiyetini ruhumuzun tâ derinliklerinde hissederek seve seve ibadet etmeliyiz.
İşte Rabbine karşı şükür borcunu böylesine hisseden, idrak eden insan Kur’an’ın “Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin.”, “Namazı ikame edin.”, “Ramazan ayında oruç tutun.” gibi emirlerini dinleyince aradığını bulmanın huzuruna erer.
İbadet için, “Abd ile mâbud arasında en yüksek ve lâtif nispet ancak ibadettir.” (İşârât-ül İ’caz) buyruluyor. Yâni, insan ibadet sayesinde, “Ben Allah’ın kuluyum, Onun mahlûkuyum, bu dünyada Onun misafiriyim ve öldükten sonra da, inşallah, Onun saadet yurdu olan Cennete gideceğim.” diyebiliyor. Bu ise insan ruhu için en büyük bir zevk kaynağıdır.
Günlük hayatında bütün işlerini kul olmanın şuuruyla hep helâl dairesinde geçiren insan, belli vakitlerde Rabbinin huzurunda el bağlıyor. Ona, yine Onun emrettiği biçimde ibadetini takdim ediyor.
Âcizliğini, fakirliğini ve zilletini tam hisseden bir insanın kalbi Rabbine karşı derin bir mahcubiyetle dolar. Bu iç burukluğuna “inkisar” deniliyor. Ve İmam-ı Rabbani Hazretleri “İbadet, tezellül ve inkisardan ibarettir.” buyurarak bu hâli ibadetin temeli, esası sayıyor.
“Niçin ibadet ediyoruz?” sorusu, beraberinde iki soruyu birlikte getiriyor. Daha doğrusu, bu sorunun içinde iki ayrı soru saklı:
– İbadet etmemizin sebebi, illeti nedir?
– İbadet etmemizin hikmeti, faydası nedir?
Bazıları bu soruyu sadece ikinci mânâyı kastederek sorarlar. Birinci ve en önemli noktayı unuturlar. Bunun neticesi olarak hikmet sahasında kendilerince birtakım faydalar sıralar ve bu faydaların başka yollarla da elde edilebileceğini ileri sürerek, ibadeti reddedici bir tavra girerler.
İllet, ibadet yapmamızı gerekli kılan ana sebeptir. Hikmet ise yaptığımız ibadetten hâsıl olan faydadır.
Dünya işlerinden bir misal: Anadolu’dan İstanbul’a gelen bir tüccarın bu seyahatinin illeti “ticaret”tir. Hikmeti ise daha çok zengin olmak ve dünya nimetlerinden daha fazla istifade etmek. Buna göre söz konusu şahsa, “İstanbul’a niçin gidiyorsun?” desek, “zengin olmaya” diye cevap vermez. Bu, hikmete ait bir cevaptır ve yerinde değildir. Sorumuzun cevabı “ticaret yapmaya” şeklinde gelmelidir. Böyle bir cevap illete aittir ve isabetlidir.
O halde, “Niçin ibadet ediyorsun?” şeklindeki bir sorunun cevabı da “Rabbim emrettiği için” şeklinde olacaktır. Bu emri tutmanın gerek dünyada, gerek âhirette pek çok da faydası vardır. Ama ibadet bu faydalar için yapılmaz; bunlar meselenin hikmet yönüdür.
Abdin işi ibadettir; emir dinlemek, yasaklardan sakınmaktır. Kula kulluk yaraşır. İbadetini bu şuurla yapan bir kuluna Rabbinin yapacağı ihsanlar, ikramlar ve Cennette vereceği dereceler ibadetin hikmet yönüdür.
İslâm’ın her emri ve yasağı bu hakikatten haber veriyor. Bunlardan sadece birkaç misâl verelim:
Meselâ oruç tutmanın tıp yönünden birçok faydaları var. Bütün bu faydalar orucun hikmet yönüdür. “Oruç niçin tutulur?” sorusunun cevabı, sanıldığı gibi bu faydalar değildir. Oruç, Allah’ın bir emri olduğu için tutulur. Bu ibadetin belli bir ayı vardır: Ramazan. Ramazan dışında on ay nafile oruç tutsak da Ramazan’da tutmasak bu ibadeti yerine getirmiş olmayız. Eğer mesele sadece orucun hikmet yönü, yâni faydaları olsa bu ikinci halde fayda on katına çıkmıştır, ama farz olan oruç hâlâ tutulmamıştır.
Yine orucun belli bir başlama ve bitiş vakti vardır. Orucumuza imsakten hemen sonra başlayıp, iftarımızı yatsıdan birkaç saat sonra yapsak orucumuz makbul olmaz. Daha fazla bir süre aç kalmışızdır, ama oruç tutmamışızdır. Hikmet fazlasıyla tamam olsa bile, illet kaybolduğundan ibadetimiz makbul sayılmaz.
Oruç, tıbbî faydaları için tutulmadığı gibi, içki içmek de tıbbî zararları için haram değildir. “Niçin içki içmiyorsun?” sorusunun cevabı, “Allah yasakladığı için.” şeklinde verilecektir. Ve ancak bu takdirde içki içmemek ibadet olur, takva olur ve insanı Rabbine yaklaştırır. İçki içmemekte esas olan, bedeni ve aklı korumak değil, bir İlâhî yasaktan kaçınmaktır. İllet budur; diğerleri ise içki içmemenin hikmetleridir, faydalarıdır.
Bilirsiniz, kendi kendine ölen yahut darbe ile öldürülen bir koyunun etini yemek haramdır. Bu noktada birtakım tıbbî veya biyolojik izahlar getirilebilir. Bütün bunlar, meselenin hikmet yönüdür. Bunlar sayılıp dökülürken şu husus unutulur: “Pekâlâ, Allah’tan başkasının ismiyle kesilen bir hayvanı yemek niçin haramdır?”
Bu soruya ne cevap verilecektir? Kesilmekse kesilmiş, kan akmaksa akmıştır. Demek ki işin esası, hayvan kesmenin tıbbî faydaları değildir. Esas olan, insanın kulluk şuurundan ayrılmaması, Allah namına hareket etmesidir. Keserken Onun ismiyle kesmesi, yiyip içerken Onun ismiyle başlaması, giyinip kuşanırken de yine Onun kulu olduğunu unutmamasıdır.
Sözün özü: Rahman ve Rahîm Rabbimizin bütün emirlerinde bizim için nice faydalar vardır. Ama, biz ibadetimizi bu faydalar için değil, Onun emrini gözeterek ve rızasını umarak yaparız.

kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
5 Ağustos 2006       Mesaj #2
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
İBADET NEDİR? İBADET ÇEŞİTLERİ, KUTSAL OLAN İBADET YERLERİ

Sponsorlu Bağlantılar
İbadet
, Allah'a tâzim ve saygı göstermek ve O'nun verdiği nimetlere karşı şükran borcunu yerine getirmektir.

İbadet Çeşitleri

İbadetler üç çeşittir:
1– Beden ile Yapılan İbadetler: Namaz kılmak, oruç tutmak gibi. Beden ile yapılan ibadetleri her müslümanın kendisi yapması gerekir. Başkasını vekil etmesi caiz değildir. Bir kimse başkasının yerine namaz kılamaz, oruç tutamaz.
2– Mal İle Yapılan İbadetler: Zekât vermek ve kurban kesmek gibi. Bir kimse mal ile yapılan ibadetlerde başkasını vekil edebilir.
3– Hem Mal, Hem de Beden İle Yapılan İbadet: Hac vazifesi böyle bir ibadettir. Parası olduğu halde hacca gidemiyecek derecede sakat, hasta ve çok yaşlı kimseler, kendi yerine bir başkasını bedel olarak hacca gönderebilir.

Kutsal olan üç ibadet yeri

1- Mescid-i Haram
Mekke'de Kâbe'yi çevreleyen câmidir. Kâbe bu mescid'in ortasında bulunmaktadır. Kâbe Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail tarafından yapılmıştır. Kâbe Allah'a ibadet amacıyla yeryüzünde yapılan ilk ibadethanedir.
Kâbe müslümanların kıblesidir. Dünyanın neresinde olursa olsun bütün müslümanlar Kâbe'ye yönelerek namaz kılarlar.
2- Mescid-i Aksa
Kudüs mescididir. Buna «Beyt-i Makdis» de denilir. Süleyman (a.s.) tarafından yaptırılmıştır. Dünyada yapılan ikinci mesciddir. Mescid-i Harama bir aylık uzaklıkta olduğu için ona «çok uzak mescid» anlamında «Mescid-i Aksa» denilmiştir.
3- Mescid-i Nebi
Medine'de Peygamberimiz tarafından yaptırılan câmidir. Peygamberimizin kabri bu mescidin içindedir. Bu mescid daha sonra değişik tarihlerde genişletilmiş ve bu günkü şeklini almıştır.

overclockcu - avatarı
overclockcu
Ziyaretçi
2 Şubat 2008       Mesaj #3
overclockcu - avatarı
Ziyaretçi
İBADET NEDİR?

Kur'an'da İbadet Kavramının Kullanımı

Kur'an'ı Kerim'e yöneldiğimizde söz konusu kelimenin çoğunlukla ilk üç manasının (köle, itaat ve kulluk) kullanılmış olduğunu görüyoruz.

I. Kölelik ve İtaat Manasında İbadet

İbadet kavramının birinci ve ikinci manaları ile ilgili misaller şunlardır:

"Sonra Musa ve kardeşi Harun'u, ayetlerimizle ve apaçık bir delille Firavun ve önde gelen çevresine gönderdik.Ancak onlar büyüklük tasladılar.Şu iki adamın kavmi bize kölelik ederken,şimdi biz kalkıp bizim gibi iki insana mı inanacağız,dediler." (Müminun, 45-47)

"(Firavun'un çocukluğundan beri besleyip büyütmekten bahisle Hz.Musa'yı nankörlükle suçlaması üzerine) Hz. Musa şöyle dedi; "Başıma kaktığın bu nimet İsrailoğullarını köle kılmandan ötürüdür." (Şuara, 22)
Bu iki ayette ibadet ile kastedilen kölelik,itaat ve emirlere uymaktır. Firavun "Musa ve Harun'un kavmi bizim kölemizdir" demişti.Yani "bizim kölemiz ve emirlerimize itaat edenlerdir" demek istemişti.
"Ey iman edenler,eğer siz bana ibadet ediyorsanız, size bağışlamış bulunduğumuz temiz şeylerden yiyin ve Allah'a şükredin." (Bakara, 172)
Bu ayetin nüzul sebebi şudur: İslam'dan önceki Arap toplumu atalarından kalma örf ve adetlere ve önderlerinin koymuş olduğu yasalara uyarak yeme ve içmede çeşitli engeller ve yasaklar koyarlardı.Bu insanlar İslam'ı kabul edince Allah Teala şöyle buyurdu: "Eğer siz bana ibadet ediyorsanız,bütün o eski yasakları kaldırın ve benim size helal ettiklerimi hiçbir sakınca görmeden yiyin için." Bunun manası açıkça şudur; Eğer siz önderlerinize ve büyüklerinize kulluğu,boyun eğmeyi ve itaatı bırakıp ta yalnızca bana boyun eğip,kulluk ve itaat ediyorsanız, sizin için artık helal ve haram kılma hususunda onlara değil,bana uymanız,onların yasalarını tümüyle reddetmeniz gerekir. Bu da gösteriyor ki,yukarıdaki ayette de ibadet kelimesi sadece kölelik ve itaat manasında kullanılmıştır.
"De ki; Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allah kim(ler)e lanet ve gazap etmiş,kimlerden maymunlar,domuzlar ve tağuta kulluk(ibadet) edenler kılmışsa,işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır." (Maide, 60)

"Andolsun ki biz her kavme 'Allah'a ibadet edin ve tağuta ibadetten kaçının' diye bir elçi gönderdik." (Nahl, 36)

"Tağuta kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a yönelenlere müjde var.Müjdele kullarımı!.." (Zümer, 17)
Bu üç ayette de "tağuta ibadet"le kastedilen tağuta itaat ve köleliktir.Daha önce de işaret ettiğimiz gibi,Kur'an terminolojisinde tağut kavramıyla,Allah'a isyan ederek Allah'ın mülkünde kendi buyruk ve yasalarını hakim kılmaya çalışan ve O'nun kullarını ya zorbalık ve terörle yada vaad,ulufe veya propaganda gibi aldatıcı yollarla kendisine itaat ve kulluğa çağıran her türlü devlet,hükümet,düzen,sistem,önder,kişi ve zümre ifade edilmektedir. Kur'an'a göre bu tür sistem, kişi yada zümrelere boyun eğmek ve ona itaat ederek onun koyduğu buyruk ve yasalara bilerek isteyerek uymak açıkça tağuta kulluk,tağuta ibadet etmek demektir.

II. İtaat Anlamında İbadet

Aşağıdaki ayetlerde ibadet kelimesi sadece ikinci anlamda yani itaat anlamında kullanılmıştır.

"Ey Ademoğulları, Ben size şeytana tapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır diye bildirmedim mi?" (Yasin, 60)
Grupsal cinnetlerin bir türü olarak günümüzde nadiren rastlanan küçük,gizli şarlatanlıkların dışında dünyada hiç kimsenin şeytana tapmadığı açıktır.Bilakis, her taraftan ona lanet yağmaktadır.Bu nedenle Allah Teala, hesap günü Ademoğlunu şeytana tapmasından dolayı suçlamayacaktır.Fakat O, şeytanın vesvesesine uymakla, onun telkin ettiği emirlere itaat etmekle ve işaret ettiği yollara koşuşturmakla suçlanacaktır.
"(Kıyamet günü Allah Teala şöyle buyurur) Zulmedenleri, onlarla işbirliği edenleri ve Allah'ı bırakıp ta taptıklarını bir araya getirip toplayın.Onları cehennem yoluna koyun." (Saffat, 22-23)

"Birbirlerine dönüp sorgulamaya başlarlar. (Tabi olanlar tabi olduklarına) 'Doğrusu siz bize hayır yoluyla gelenlerden idiniz' deyince (onların tabi oldukları) 'hayır siz inanmış kimseler değildiniz.Sizin üzerinizde bizim bir nüfuzumuz yoktu.Bilakis siz,azmış bir kavimdiniz' derler." (Saffat, 27-32)
Bu ayet-i kerimelerde Allah'tan başkalarına kulluk edenlerle, kendilerine kulluk edilenler arasında geçen temsili söyleşide aktarılan soru ve cevaplar açıkça göstermektedir ki, bu ikinciler tanrı yerine konulan sembolik varlıklar yada putlar değil, insanların önüne kurtarıcı yada yol gösterici kılığında çıkıp onları Allah'ın yolundan çeviren, onlara Allah'ın dininden başka dinler öneren lider konumundaki nüfuzlu kimseler,kavim,kabile,aşiret büyükleri yahut din adamlarıdır.Söz konusu önderler,tesbih,cübbe,seccade v.s. ile Allah'ın kullarını aldatarak kendi amaçlarına ulaşmış,ıslah ve yardımseverlik iddialarıyla kötülük ve bozgunculuğu yaymışlardır.Bu gibi kimseleri körü körüne taklit etmek, hiçbir sorgulamaya tabi tutmadan buyruklarına boyun eğmek bu ayette ibadet kavramıyla ifade edilmektedir:
"Onlar, Allah'ı bırakıp ta bilginlerini ve din büyüklerini rabler edindiler.Aynı şekilde Mesih ibn-i Meryem'i de.Halbuki tek tanrıdan başkasına ibadet etmekle emrolunmamışlardı." (Tevbe, 31)
Burada bilgin ve din büyüklerini rabler edinip, onlara ibadet etmekten kasıt, onları emir ve yasaklamaya (nehiy) yetkili görmek, Allah ve peygamberden gelen hiçbir delili olmadan onlara itaat etmektir.Peygamber Efendimizden nakledilen sahih rivayetlerde bu anlamın doğrulandığını görüyoruz; Peygamber Efendimize "biz bilgin ve din büyüklerimize katiyen ibadet etmedik" diye bildirilince O şöyle cevap vermişti; "Onların helal kıldıklarını helal, haram kıldıklarını da haram olarak görmüyor muydunuz?"

III. Tapınma Anlamında İbadet

Şimdi ibadet kavramını, tapınma anlamındaki üçüncü anlamıyla ifade eden ayetleri inceleyelim.Ancak bunu yaparken, Kur'an'ı Kerim'e göre, ibadet kavramının tapınma anlamında kullanılmasında iki şeyin belirleyicisi olduğunu iyice bilmemiz gerekir.

1. Herhangi bir kimse için yapılan secde,rüku,elleri bağlayıp dikilme,tavaf,kabri öpme,bir şey adama ve kurban kesme gibi merasimler genellikle tapınma amacıyla yapılmaktadır.Bu merasimler sunulan ve böylece kendisine tapılan kişi veya nesne, bizzat en büyük bağımsız mabud kabul edilse yada ona yaklaşmak ve şefaatini kazanmak için bir vesile sayılsa veya o,en büyük mabudun denetimi altındaki ilahlık (uluhiyete) düzenine ortak görülse de bir şey fark etmez.

2. Herhangi bir kimseyi sebepler aleminde yetki sahibi zannedip kendi ihtiyaçlarını gidermek için ona niyazda bulunmak,sıkıntı ve belalara uğrayınca ondan yardım dilemek, tehlike ve zarardan kurtulmak için ona iltica etmek.

Bu iki tür eylemin ikisi de Kur'an'ın tapınma tanımına uymaktadır.Aşağıdaki Kur'an ayetleri bunun örnekleridir.
"De ki; Bana Rabbimden apaçık belgeler gelince sizin Allah'tan başka ibadet ettiklerinize kulluk etmekten kesin olarak men edildim ve alemlerin Rabbine teslim olmakla emrolundum." (Mümin, 66)

"(İbrahim dedi ki) Sizden de Allah'tan başka yalvardıklarınızdan da ayrılıyorum ve yalnız Rabbime dua ediyorum.Umarım ki Rabbime yakarmakla (sizin gibi) bahtsız olmam. (İstediklerimden mahrum bırakılmam) "İşte onlardan ve onların Allah'tan başka (taptıklarından) ibadet ettiklerinden ayrılınca O'na İshak'ı ve (İshak'ın oğlu) Yakub'u armağan ettik ve hepsini de Peygamber yaptık." (Meryem, 48-49)

"Allah'ı bırakıp ta kendisine kıyamet gününe kadar cevap vermeyecek olan şeyleri çağıranlardan, yalvarandan daha sapık kimdir? Oysa onlar, bunların çağrılarından, yalvarmalarından habersizdirler.İnsanlar haşrolunduğu zaman Allah'tan başka yalvardıkları onlara düşman kesilirler ve onların (kendilerine) ibadet etmelerini de inkar ederler." (Ahkaf, 5-6)
Kur'an-ı Kerim bu üç ayette de açıkladığı gibi, ibadet kavramı (ilah) tanrı yerine konulan şeylere dua,yakarma ve onlardan yardım istemek anlamında kullanılmaktadır.
"Bilakis onlar cinlere tapıyorlardı ve çoğu onlara iman etmişti." (Sebe, 41)
Burada cinlere ibadet ve onlara iman etmeyi Cin Suresinin şu ayeti açıklamaktadır:
"Doğrusu insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere sığınırlardı da, onların (şımarıklıklarını ve) azgınlıklarını artırırlardı." (Cin, 6)
Bu iki ayette "cinlere sığınmak", "cinlere ibadet etmek" deyimleriyle anlatılmak istenen onlara sığınmak, tehlike ve zarara karşı onlardan korunma isteğinde bulunmaktır.Cinlere iman etmek deyimiyle de cinlerin koruma ve kendilerine sığınanları muhafaza etme gücüne sahip olduklarına dair inançları belirtiliyor.
"(Rabb'in) onları ve Allah'tan başka taptıklarını topladığı gün, (tapılanlara) de ki: Bu kullarımı siz mi azdırdınız, yoksa kendileri mi yolu sapıttılar? Derler ki; Seni tenzih ederiz senden başka dostlar (veliler) edinmek bize yaraşmaz." (Furkan, 17-18)
Bu ayetin üslubundan açıkça anlaşılmaktadır ki; mabudlar ibaresiyle veliler ve Salihler kastedilmektedir. "Onlara ibadet etmek" teriminden maksat ise, onları kulluk sıfatından yüce,ilahlık sıfatlarıyla muttasıf görüp, gaybi yardım,hacetleri görme,yardıma koşmaya kadir zannetme ve tapınma derecesine ulaşacak derecede onlar için saygı ve tazim ifade eden amellerde bulunmaktır.
"O gün hepsini bir araya toplar; sonra meleklere; Bunlar size mi tapıyorlardı (ibadet ediyorlardı) diye sorar.Onlar da; Seni tenzih ederiz.Bizim velimiz sensin.Onlarla bir bağımız, bağlantımız yok bizim.Hayır, onlar cinlere tapıyorlardı.Çokları onlara inanıyorlardı." (Sebe, 40-41)
Bu ayette "meleklere ibadet" etmekten gaye, melekler için türbe,ziyaretgah ve hayali heykeller yaparak onlara tapmaktır.Bu tapınma yoluyla, onları razı ederek, onların inayet ve himmetlerini elde etmek,böylece dünyaya yönelik işlerinde onların yardımını kazanmak amaçlanmaktadır.
"Allah'ı bırakıp da kendilerine ne zarar ne de fayda verebilenlere ibadet ederler ve bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir derler." (Yunus, 18)

"Allah'ı bırakıp da başkalarını veli (dost) edinenler; 'biz bunlara ancak bizi Allah'a yaklaştırmaları için ibadet ediyoruz' derler." (Zümer, 3)
Bu ayetlerde de ibadetten kasıt, tapmaktır ve tapınma gayesi de açıklanmıştır.

IV. Kulluk, İtaat ve Tapınma Manasında İbadet

Yukarıda verdiğimiz örneklerden açıkça anlaşılmaktadır ki ibadet kavramı Kur'an-ı Kerim'de bazen kulluk ve itaat manasında bazen de sadece itaat manasında kullanılmaktadır.İbadet kavramının söz konusu üç manasını da bünyesinde toplayan örneklere geçmeden önce kafalarımıza iyice yerleştirmemiz gereken önemli bir nokta var.

Yukarıda naklettiğimiz tüm ayetlerde Allah'tan başkalarına ibadet anlatılmaktadır.Söz konusu ayetlerde ibadet kavramıyla kulluk ve itaat kastediliyor, mabut ise ya şeytandır yada Allah'ın kullarını Allah'a değil, kendisine itaat ve kulluk ettirerek tağutlaşan asi insan veya Allah'ın kitabını bir tarafa bırakarak kendi uydurduğu usullerle halkı yöneten önder ve liderlerdir.İbadetin tapınma anlamıyla kullanıldığı ayetlerde ise mabud,ideolojiler (öğretiler) ve yönlendirmeler sonucu mabudlaştırılan veli,nebi ve salihler ile sırf yanlış anlama nedeniyle metafizik anlamda rububiyete ortak koşulan melek ve cinler veya şeytanın iğvası yoluyla tapınma odağı haline gelen hayali güçlerin put ve resimleridir.Kur'an bütün bu mabud türlerini -değil mi ki, onlara kulluk yada itaat ediliyor veya tapılıyor- batıl olarak nitelemekte ve onlara ibadetin sapıklık olduğunu bildirmektedir.Kur'an'ın ifadesi şudur: "Sizin bu ibadet edegeldiğiniz mabudlarınız hepsi Allah'ın kulu ve kölesidir.Ne onların ibadet edilmeye hakları vardır ve ne de onlara ibadet etmekle elinize hüzün,zillet ve rezillikten başka bir şey geçer.Gerçekte onların ve tüm kainatın maliki sadece Allah'tır.Tüm yetkiler Onun elindedir.Bu yüzden bir tek Allah'tan başka hiç kimse ibadet edilmeye layık değildir.

"Allah'ı bırakıp çağırdıklarınız (yalvardıklarınız) da sizin gibi kullardır.Eğer doğru sözlü kimselerseniz, onları çağırın da size cevap versinler bakalım. Allah'tan başka çağırdıklarınız ne size ve ne de kendilerine herhangi bir yardımda bulunmaya güç yetirebilirler." (A'raf, 194-197)

"Rahman çocuk edindi dediler.O (bu yakıştırmadan) münezzehtir.Hayır, melekler şerefli kılınmış kullardır.Onlar sözle (bile olsa) O'nun önüne geçmezler ve ancak O'nun emriyle amel ederler.Allah, onların zahirlerini de batınlarını da bilir.Onlar Allah'ın hoşnut olduğundan başkasına şefaat de edemezler.O'nun korkusuyla titrerler." (Enbiya, 26-28)

"Onlar, Rahman'ın kulları olan melekleri de dişi (ilahe) saydılar."(Zuhruf, 19)

"Onlar, cinlerle Allah arasında bir soy bağı kurdular.Oysa andolsun ki, cinler de kendilerinin hesap yerine götürüleceklerini bilirler." (Saffat, 158)

"Mesih (Hz.İsa) de mukarreb (Allah'a en yakın) melekler de Allah'a kul olmaktan asla çekinmezler.Kim O'na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki O, hepsini huzurunda toplayacaktır." (Nisa, 172)

"Göklerde ve yerde olan her şey Rahman'a baş eğmiş kul olarak gelecektir.Andolsun ki onların hepsini hesaba katmış, teker teker saymıştır.Kıyamet günü hepsi O'na yapayalnız tek başlarına geleceklerdir." (Meryem, 93-95)

"De ki; Ey mülkün sahibi Allah'ım,dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü alırsın.Dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın.İyilik (hayr) senin elindedir.Gerçekten Sen her şeye güç yetirensin." (Al-i İmran, 26)
Böylece Kur'an-ı Kerim, herhangi bir şekilde kendisine ibadet edilen bütün kimse ve nesnelerin, hiçbir yetki ve otoriteye sahip olmayan Allah'ın kulları ve yaratıkları olduğunu ispatladıktan sonra, dinlerin ve insanların hepsinin tüm anlamlarıyla ibadetlerini sadece Allah'a yapmaları, O'na özgü kılmaları ve O'na tahsis etmeleri gerektiğini vurgulamaktadır.Kulluk edilecekse Allah'a edilmeli, itaat edilecekse yine O'na edilmeli, tapılacnenksa yine O'na tapılmalıdır.Bu ibadet şekillerinden hiç birini Allah'tan başkası için akıldan geçirmek bile doğru değildir.
"Andolsun ki, her ümmete 'Allah'a ibadet edin tağutlara ibadetten kaçının' diyen bir peygamber gönderdik." (Nahl, 36)

"Tağuta ibadetten kaçınıp da Allah'a yönelenlere müjdeler olsun." (Zümer, 17)

"Ey Ademoğulları, ben size 'şeytana ibadet etmeyin, o sizin için apaçık bir düşmandır' diye bildirmedim mi? Yalnız bana ibadet edin.İşte doğru yol budur." (Yasin, 60-61)

"Onlar, Allah'ı bırakıp da bilginlerini ve din büyüklerini rabler edindiler ve Meryem oğlu Mesih'i de: Halbuki tek ilahtan başkasına ibadet etmemekle emrolunmuşlardı." (Tevbe, 31)

"Ey iman edenler! Eğer siz bana ibadet ediyorsanız, size bağışlamış bulunduğumuz temiz şeylerden yiyin ve Allah'a şükredin." (Bakara, 172)
Bu ayetlerde yalnızca Allah'a yapılması istenen ibadetin kulluk,kölelik,itaat ve boyun eğme manalarına geldiği hükme bağlanmıştır.Bu itibarla ibadet kavramının içeriği daha da netleşmiş, ibadetin işlevi belirginleşmiştir.Kısacası Allahu Teala, büyükleri (Ahbar ve ruhban)ile ata ve ecdada itaat ve kulluktan kaçınmayı emretmiş, itaat ve kulluğu yalnızca Allah'a yapmak gerektiğinin kesin hükmünü belirtmiştir.
"De ki; Bana Rabbimden apaçık belgeler gelince, sizin Allah'tan başka ibadet ettiklerinize kulluk etmekten kesin olarak men edildim ve Alemlerin Rabbine teslim olmakla emrolundum." (Mümin, 66)

"Rabbiniz buyurdu ki; Bana dua edin ki, duanıza icabet edeyim.Bana ibadet etmekten büyüklenenler alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir." (Mümin, 60)

"(Allah) Geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin. Güneşi ve ayı buyruğu altına almıştır O.Her biri belli bir vakte kadar akıp gider.İşte budur Rabbiniz olan Allah.Hükümranlık yalnız O'na mahsustur.O'nu bırakıp da tapmakta olduğunuz diğer varlıkların zerre kadar bile yetkisi yoktur.Onları çağırsanız, çağrınızı duymazlar, duysalar bile icabet etmeye güçleri yetmez.Kıyamet gününde ise sizin onları Allah'a ortak koşmanızı kendileri reddederler." (Fatır, 13-14)

"De ki; Allah'ı bırakıp da size fayda da zarar da vermeyecek olanlara mı ibadet ediyorsunuz.Allah işitendir, bilendir." (Maide, 76)
Bu ayetlerde tapınma manasına gelen ibadetin Allah'a has kılınması hükmü verilmektedir.Burada ibadet kavramı, dua ile eş anlamda kullanılmıştır.Önceki ve sonraki ayetlerde ise, rububiyetin metafizik manasıyla Allah'a ortak koşulan mabudlar zikredilmiştir. Kur'an'da Allah'a ibadetin zikredildiği her bir ayetin anlam ve kapsam itibariyle içeriğinde ibadet kavramının yukarıda anlatılan anlamlarından herhangi biri özellikle vurgulanmıyorsa böylesi bütün ayetlerde ibadet kavramı üç anlamın hepsini birden yani kulluk, itaat ve tapınma anlamlarını kapsamaktadır.Misal olarak şu ayetlere bakalım;
"Şüphesiz ben Allah'ım.Benden başka ilah yoktur.Öyleyse bana ibadet et." (Taha, 14)

"İşte budur Rabbiniz olan Allah. O'ndan başka ilah yoktur.Her şeyin yaratıcısıdır O.Öyleyse yalnız O'na ibadet edin.O her şeye de vekildir." (En'am, 102)

"De ki; Ey insanlar, eğer benim dinimden yana bir kuşku içerisindeyseniz; ben sizin Allah'tan başka ibadet ettiklerinize ibadet ettiklerinize ibadet etmiyorum, ancak ben sizin hayatınıza son verecek olan Allah'a ibadet ederim.Ben, müminlerden olmakla emrolundum." (Yunus, 104)

"Siz, Allah'ı bırakıp, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlere tapıyorsunuz.Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir.Hüküm yalnızca Allah'ındır.O yalnız kendisine kulluk etmenizi emretmiştir.İşte doğru din budur.Ne var ki, insanların çoğu bilmezler." (Yusuf, 40)

"Göklerin ve yerin görünmeyen/bilinmeyeni Allah'a aittir.Bütün işler O'na arz edilmektedir.Öyleyse sen de O'na kulluk et ve O'na dayan, tevekkül et ki, Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir." (Hud, 123)

"Biz ancak Rabbimizin emriyle ineriz.Bizim önümüzde, arkamızda ve bunların arasında varolan her şey O'na aittir.Senin Rabbin asla unutkan değildir." (Meryem, 64)

"Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir.Öyleyse O'na kulluk et ve O'na kullukta devamlılık ve direnç (sebat) göster.Hiç O'nun adıyla anılan birini biliyor musun?" (Meryem, 65)

"De ki; Ben de sizin gibi bir insanım.Yalnız ilahınızın tek ilah olduğu vahyediliyor bana.Bunun içindir ki, kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, artık salih bir amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak koşmasın!" (Kehf, 110)
Bu ayetlerde veya benzeri diğer bütün ayetlerde ibadet kavramının sadece tapınma veya sadece kulluk ve itaat manasına alınması için hiçbir sebep yoktur.Aslında bu ayetlerde Kur'an-ı Kerim tüm çağrısını ortaya koymaktadır.Kur'an'ın daveti gayet açıktır;ister kulluk,ister itaat,isterse tapınma olsun hepsi Allah'a has kılınmalıdır.Bu yüzden, yukarıdaki ve benzeri diğer ayetlerde ibadet kavramını tek bir anlamı ile sınırlamak, gerçekte Kur'an'ın bütün bir davetini sınırlamaktır.Bu durum ise şöyle kaçınılmaz bir netice doğurur; Kur'an'ın davetini sınırlı bir düşünceyle anlayıp, iman eden kimseler, O'na eksik bir şekilde tabi olurlar.İbadet kavramının diğer anlamlarını Allah'tan başka kişi, güç ve nesnelere hasretme tehlikesini bünyelerinde sürekli taşırlar.Bu da onlar için şirke açılan bir kapıyı ifade etmektedir.Dolayısıyla Tevhid inancı sürekli tehlike içindedir.


Seyyid Ebu'l A'la el-Mevdudi (Kur'an'ın Dört Temel Terimi)
Rios - avatarı
Rios
Ziyaretçi
9 Aralık 2009       Mesaj #4
Rios - avatarı
Ziyaretçi
İBADET
İbadet; Cenâbı Allah'ın buyruklarını yerine getirme, emir ve yasaklarına uyma, O'nu bilme, rızasını ve sevgisini kazanmaktır. İbadetin ruhu ihlâstır. İhlâs; saf ibadet, temiz sevgi ve yürekten bağlılık demektir. Yapılan ibadetlerin temelini, hiçbir karşılık ve menfaat beklemeden yalnız ve yalnız Allah'ın hoşnutluğu için olanı teşkil eder. İlâhî bir düzen içinde ve en mükemmel bir şekilde yaratılmış olan evren ve canlıcansız tüm varlıklar, Yüce Yaratıcı'larına karşı ibadet halindedirler. Evrendeki yaratılmış varlıkların ve devam eden oluştaki en küçük zerreden en büyüğüne kadar istisnasız bütün hareketleri, zorunlu ve şuur dışı bir dua ve ibadet faaliyeti olduğunu Kur'ânı Kerîm bize bildirmektedir.
Allahü Teâlâ; varlık yapımız gereği yapmakta olduğumuz zorunlu ibadetlerin dışında, şuurlu bir kulluk görevi yapmamızı biz insanlardan istemektedir. Yeryüzünde Cenâbı Hakk'a ibadet eden, şuur ve akıl sahibi yegane varlık da yine insandır. Buna rağmen insan, doğuştan Rabbini bilme özelliği ile yaratılmıştır (Araf 7/172).

TÜM VARLIKLAR İBADET HALİNDEDİR
17/44: Yedi Gök, Dünya ve ikisi arasında olanlar, O'nu tespih ederler. O'nu övgü ile tespih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların tespihini farkedemezsiniz...
13/15: Göklerde ve yerde kim varsa gölgeleriyle birlikte ister istemez ve sabah-akşam Allah'a secde eder.
22/18: ... Göklerde ve Yerde olan herşey; Güneş, Ay, Yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan çok kimseler hep Allah'a secde ederler.
17/84: De ki: Hepsi varoluş programları doğrultusunda fiiller ortaya koyarlar...
Tespih; uzay boşluğunda yüzme, Allah'ı anma, dua etme, zikretmektir. Secde ise boyun bükme, ezilme anlamına gelir. Yukarıda geçen ayetler, ilerleyen modern bilim ile ancak yeni açıklığa kavuşmuştur. Bilindiği gibi atomun yapısını, ortasındaki pozitif elektrik yüklü atom çekirdeği ile etrafında dönen negatif yüklü elektronlar oluşturmaktadır. Atomun çekirdeği durumunda olan Güneş ile etrafında zorunlu olarak dönen Dünyamız, Mars, Satürn, Venüs v.s. gibi yıldızlar; bizim gök adamız olan Samanyolu ekseni etrafında dönmektedirler. Yaratılışları icabı zorunlu olarak hareket eden bütün gök adaları da İlâhî Kanun gereği Allah'ı tespih etmektedirler. Böylece makrodan mikroya kadar bütün evrenin zorunlu olan bu hareketlerinin, Kur'ân'a göre bir ibadet halinden başka birşey olmadığını öğrenmekteyiz.
Mekke'de Cenâbı Allah'ın emri ile Hz. İbrahim'e inşa ettirdiği Kâbe (Allah'ın evi) İslâm Dünyası'nın manevî çekim merkezidir. Her yıl Dünya'nın muhtelif bölgelerinden akın eden milyonlarca insan, Kâbe'nin çevresini dolaşarak Allahü Teâlâ'ya ibadet etmektedirler, tıpkı atom çekirdeğinin etrafında dönen elektronların durumu gibi.
Büyük tasavvuf alimi Mevlâna Celâlettin Rumî Hazretleri (1207-1273), yaşadığı yıllarda ne atomun ne Güneş Sisteminin ve ne de gök adalarının yapısını biliyordu. Onun kurduğu Mevlevîliğin Sema törenlerinde; dairevî dönmek suretiyle yapılan zikirli ibadet, kainattaki dönüş ile yapılan zorunlu ibadete, mucizevî olarak bilinçli bir katılımdır.

YALNIZ BANA İBADET EDİN
1/2: Hamd (övgü, şükür ve minnet), Alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
1/5: Yalnız Bana ibadet edin ve yalnız Benden yardım dileyin!
Hamd; Cenâbı Allah'ın sonsuz yüceliğini övgü, şükür ve minnet duyguları ile anmadır. Hamd iki türlü yapılır. Birincisi söz ile, ikincisi de Cenâbı Allah'a yönelerek O'nun rızasını kazanmak için, fiili olarak ibadet ve hayır işleri yapmaktır. Alemlerin Rabbiise; mikrodan makroya kadar bütün yaratılmış varlıkların hepsinin Rabbı (gerçek terbiyecisi), Sahibi, Maliki anlamına gelmektedir. Herşey Allahü Teâlâ'nın yaratmasıyla meydana gelmiştir ve O'nun mutlak hakimiyeti altındadır. Hiçbir şey başıboş değildir. Onları; her an koruyarak. büyüterek, olgunlaştırarak terbiye etmektedir. İbadet; yalnız nimetlerin en büyüğü olanı hayatı bizlere bağışlayan Yüce Yaratıcı'ya karşı yapılır. Ayette Cenâbı Allah insanlara seslenerek şöyle buyurmaktadır: " Ey insanlar! Ben evrenin, göklerin, varlıkların ve sizin Mutlak Sahibiniz Allah'ım; Bana ibadet ederek minnetle hamd edin, şükredin. Sizin Yaratıcı'nız ve Sahibi'niz olarak yalnız ve yalnız Ben'den yardım dilenir. " Hûd 11/123: " Rabbine kulluk et! Yalnız O'na dayanıp güven!... "

İNSANIN YARATILIŞ SEBEBİ
51/56: Ben cinleri ve insanları sadece Bana ibadet etsinler diye yarattım.
2/21: Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki korunabilesiniz.
İnsanları ibadet etmeleri için yaratan Cenâbı Allah, onlardan yapmakta oldukları zorunlu ibadetin dışında şuurlu ibadete geçerek kulluk etmelerini istemektedir. Gerçeği öğrenerek Allah'ın kulu olduğu bilincine kavuşan insan, Cenâbı Allah'a övgü ve yüceltme duyguları ile hamd ve şükür etme mutluluğuna erişir. İlâhî Güzellik ve Sevginin Kaynağı Yüce Yaratıcı'sına özlem ve isteyiş ile dopdolu olan kul, Yaratan'ın da karşılık vermesi ile İlâhî Mutluluk'a kavuşur. Fecr 89/2730: " Ey sükûna kavuşmuş benlik! Dön Rabbine, razı edici ve razı edilmiş olarak. Gir kullarımın arasına. Gir cennetime. "

YARATAN İLE YARATILANIN SEVGİSİ
2/152: Öyle ise siz Beni anın ki, Ben de sizi anayım...
2/186: Ey Muhammed! Kullarım sana Beni sorarlarsa; Ben, hiç şüphesiz onlara yakınım, Bana dua ettikleri vakit dua edenin dileğine karşılık veririm...
Sevginin Kaynağı Cenâbı Allah; çok sevdiği kullarının dualarına, onların sevgi dolu yakarışlarına hemen cevap verir, dileklerini yerine getirir. Kemal (mükemmel bir olgunluk) mertebesine ulaşmış kulların ibadetleri ise, sevginin aşka dönüşmüş halidir. Bakara 2/165: " ... İman sahiplerinin Allah'a sevgisi, herşeyden daha fazla, herşeyden daha kuvvetlidir... " Yine Kur'ânı dinleyelim. Maide 5/54: " ... Allah yakında kendilerini sevdiği ve Kendisini seven... bir topluluk getirecektir..." Sevgi; insanların yaratılış nedeni ve Cenâbı Allah tarafından verilen en büyük güç ve kudret kaynağıdır. İbadet, Yaratan ile yaratılanın bir sevgi alışverişidir.

DOĞRU YOL ALLAH'A İBADETTİR
3/51: ... Allah'a kulluk edin, işte bu dosdoğru bir yoldur.
36/60-61: " Ey Ademoğlu! Şeytana kulluk etmeyin, o sizin için açık bir düşmandır. Bana ibadet edin, doğru yol budur. " demedim mi?
Allahü Teâlâ, doğuştan insanlara Rabbini bilme özelliği vermiş (Araf 7/172) ve Kur'ân ile de yasalarını bildirmiştir. Bütün bunlara rağmen şeytan, insanların zayıf tarafı olan nefislerini etkileyerek; para, mal, servet ve makamın esiri yapar. Bazı Dünya'lık yapmış insanlara da kulluk ettirir. Oysa insanlar; bu gibi Dünya nimetlerinin geçici olduğunu, gerçek mutluluk ve kurtuluşun iman ederek Cenâbı Allah'a teslim olmakla elde edildiği gerçeğini, nefsinin ve şeytanın yanıltmasıyla anlayamaz.
Şeytan, ihlâs ile iman etmiş gerçek inananlara hiçbir şey yapamaz. Mü'minler; Alemlerin Rabbi Allah'a tam bir teslimiyet ile iman eden, güvenen ve kulluk edenlerdir ki böylece de doğru yola ulaşır; kurtuluşa erişirler. İbâdetler, gösteriş ve ikiyüzlülükten uzak olmalıdır. Kur'ân Maûn Suresi ile bu gerçeği belirtmektedir: " Gördün mü o Din'i yalan sayanı? İşte odur ki yetimi iter-kakar. Yoksulu doyurmayı özendirmez.Vay haline o namaz kılanlara ki, namazlarında bilgisizlik içindedirler. İkiyüzlülüğe sapandır onlar. Ve onlar iyiliğe engel olanlardır. "

İBADETTEN UZAKLAŞANLAR
25/77: De ki: Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?
40/60: Rabbiniz buyurdu ki: Bana ibadet ve dua edin ki, karşılığını vereyim. Bana ibadet etmekten yüz çevirenler, yarın aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir.
İnsanların yaratılış sebebi; Cenâbı Allah'ı bilmek, hoşnutluğunu ve sevgisini kazanmak için O'na tam bir teslimiyet ile ibadet etmeleri içindir. Bunu yerine getirmeyenlerin Allah'ın yanında hiçbir değerleri olmayacakları gibi, aşağılanmış bir halde dünyada ki sınavlarını da kaybedeceklerdir.
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
23 Kasım 2010       Mesaj #5
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

İslam'da İbadet

İbadet Allah'a karşı gösterilecek saygı, tazim ve hürmet demektir. Ibadet, Allah'ın emirlerini yerine getirmek, yasakladığı bütün haramlardan uzaklaşmak manasındadır.

İbadet Çeşitleri:

Yapılış itibariyle ibadetler üç çeşittir.
  • Bedeni ibadet, kalp ve beden hareketleriyle yapılan ibadetlerdir.
  • Maddi ibadet, mal ile yapılan ibadettir.
  • Hem maddi hem bedeni ibadet; vücut hareketleri ve mal ile yapılan ibadetlerdir.
İbadet, İslam dininde en temel kavramlar­dan biridir. İbadeti Allah'a kulluk ya da bu kullukla ilgili görevleri yerine ge­tirmeyi namazı kılmak, orucu tut­mak diye izaha kalkarsak çok basite kaçmış oluruz. Bilinmelidir ki ibadette daha derin sırlar saklıdır.

İbadet Al­lah karşısında bir boyun eğiştir ama bu boyun eğiş sadece Allah'tan korkma­ya dayanmaz, O'nun yüceliğini yürek­ten benimsemenin, O'na yürekten bağlanmanın ve sevmenin bu boyun eğişte daha büyük rolü vardır. Gerçek ibadet yönü ağır basan ibadettir.

Ta­savvuf tarihinin en büyük kadın evli­yası Rabiatü'l-Adeviyye ünlü bir du­asında ibadetin bu yönüne ışık tutu­yor. Duası şöyle: Rabbim, eğer ben sa­na ibadetini cennetimi kazanmak için yapıyorsam beni o cennete sokma, ce­henneminden korktuğum için ibadet ediyorsam beni o cehennemde yak. Eğer ben sana sırf ibadete layık oldu­ğum için, büyüklüğüne cemâline hay­ranlığımdan dolayı ibadet ediyorsam beni büyüklüğünün nimetlerinden mahrum etme!


İbadette şekilden çok ruh önemli­dir. Samimiyet önemlidir. Kur'an iba­detten her yönüyle bahseder. Sahiple­rine bir şey kazandıran ile kazandır­mayan ı ayırır. Dünyevi maksatlar ve riya karışmış ibadetlerin hiçbir şeye ya­ramayacağını bildirir. Din büyükleri­nin ibaret konusunda dikkat ettikleri husus ibadetle övünmemek, kendini ibadet etmeyen birinden üstün gör­mem ve ibadetle birlikte her türlü ha­yır ve iyiliğin gizliliğine riayet etmektir.


İslam Ansiklopedisi
TwiLighT - avatarı
TwiLighT
Ziyaretçi
23 Ekim 2011       Mesaj #6
TwiLighT - avatarı
Ziyaretçi

Sual: "Namaz, zekat ve oruç gibi ibadetleri, “uyduruk din”e yani hadislere veya mezheplere göre değil Kur’ana göre yerine getirmelidir" diyenler oluyor. Hadisler ve mezhepler Kur’an'a aykırı mıdır?


CEVAP
Mezhepsizler, (İslam’a göre ibadet edelim) diyorlardı. Bunlar da, (Kur’ana göre ibadet edelim) dediklerine göre, mezhepsizlerin başka kolu oluyor. Bu kasıtlı bir reform ve çok cahilce bir tekliftir. (Ülkeyi kanunlara, tüzüklere, yönetmeliklere göre değil, sadece Anayasaya göre idare etmeli) demekten daha yanlıştır. Her şey Anayasa’da olmaz, Anayasa kanunlara havale eder. Kur’an-ı kerimde namazın farzlarını, namazı bozan şeyleri, namazın rekatlarını bile bulamayız. Zekatın farzını, kaçta kaç verileceğini, uşrun ne oranda verileceğini, Kur’an-ı kerimde bulamayız. Namazın, zekatın, orucun farzlarını, orucu bozanları Kur’an-ı kerimde bulamayız. Bunları Peygamber efendimiz bildirmiştir. Peygamber efendimizin bildirdiklerini de, mezhep imamlarımız açıklamıştır. Onun için namaz, oruç ve zekat gibi ibadetler ancak mezheplere göre uygulanır. Kur’an-ı kerime hatta hadis-i şeriflerden kendi anladığımıza göre bile uygulayamayız.
Resulullah efendimizin bildirdiklerine ve mezheplere uyduruk din denmesi de, çok çirkin bir iftiradır. Kur’an-ı kerimde, (Resulüme uyun) buyuruluyor. Resulullah’a uymamak Kur’an-ı kerime yani Allahü tealaya uymamak olur. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

Bazı kibirli kişiler çıkacak, “Allah Kur’anda bildirilenden başka bir şeyi haram kılmadı” diyecek. Yemin ederim ki, benim emrettiğim, yasakladığım, koyduğum hükümler de vardır. Bunların sayısı Kur’andaki hükümlerden daha çoktur. [Ebu Davud]

Kur’andan başka delil kabul etmem diyenler çıkacaktır. [Ebu Davud]

Hadisi bırak, Kur’ana bak diyerek bana inanmayanlar çıkacaktır. [Ebu Ya’la]

Yalnız Kur’andaki helal ve haramı kabul ederim diyenler çıkacaktır. İyi bilin ki, Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir. [Tirmizi, Darimi]

Cebrail aleyhisselam, Kur’an gibi, açıklaması olan sünneti de getirdi. [Darimi]

Bana Kur’anın misli kadar daha hüküm verildi. [İ. Ahmed]

İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:

(Bize yalnız Kur’andan söyle) diyen birine, İmran bin Husayn hazretleri, (Ey ahmak! Mesela Kur’anda, namazların kaç rekat olduğunu bulabilir misin?) buyurdu. Hazret-i Ömer de, (Farzların seferde kaç rekat kılındığını Kur’anda bulamadık) diyene, (Allahü teala bize Resulullah’ı gönderdi. Kur’anda bulamadığımızı Ondan gördüğümüz gibi yaparız. O, seferde 4 rekatlı farzları 2 kılardı) buyurdu. (Mizan-ül-kübra)
Kaynak: İslamseli
RedHoder - avatarı
RedHoder
Ziyaretçi
7 Ocak 2014       Mesaj #7
RedHoder - avatarı
Ziyaretçi
ZEKÂT, HAC VE KURBAN İBADETİ
MsXLabs.org

1. İnsanın Paylaşma ve Yardımlaşma İhtiyacı
Her insan bir toplum içerisinde doğar ve yaşamını sürdürür. Dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren başkalarının yardımına ihtiyaç duyar. İnsan yeme, içme, barınma ve korunma gibi birtakım temel ihtiyaçlarını tek başına karşılayamaz. Belli bir yaşa kadar anne babasının desteği ile yaşar. Zamanla başkasına olan ihtiyacı azalır; ancak bu ihtiyaç hiçbir zaman tam olarak ortadan kalkmaz. Bu nedenle insan, yaşamını bir toplumun üyesi olarak yardımlaşma ve paylaşma içerisinde sürdürmek zorundadır. Örneğin hastanın tedavi için doktora, doktorun ekmek alabilmek için fırıncıya, fırıncının çocuğunun eğitimi için öğretmene ihtiyacı vardır.

Bir toplumdaki bütün insanların imkânları eşit değildir. Her toplumda zengin insanlar olduğu gibi yoksul insanlar da vardır. Örneğin işsizlikten veya sağlığı elverişli olmadığından çalışamayan insanlar olabilir. Yine çalıştığı hâlde geliri yeterli olmadığından, kendisinin veya ailesinin geçimini sağlayamayanlar olabilir. Böyle durumlarda zengin insanların, ihtiyaç sahiplerine yardım etmeleri, sahip oldukları imkânları onlarla paylaşmaları gerekir. Çünkü yoksulların, zenginlerin malı üzerinde hakları vardır. Bu konuda Allah şöyle buyurur: “Onların (zenginlerin) mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır.” (Zâriyât suresi, 19. ayet.)

Yardımlaşma ve paylaşmanın, toplumsal dayanışmaya ve barışa da katkısı vardır. Bir toplumda paylaşma ne kadar iyi ve dengeliyse toplumsal barış ve huzur da o kadar iyi olur. Ayrıca zenginler, ihtiyacı olanlara yardım ederlerse zengin ile yoksul arasında güçlü bir sevgi bağı kurulur. Bu da toplumda güven ortamı oluşturur.

İnsanlar, maddi yönden olduğu kadar manevi yönden de başkalarına ihtiyaç duyarlar. Sevinçleri, üzüntülerini, sıkıntılarını bir başkasıyla paylaşmak isterler. İyi ve kötü günlerinde dostlarının yanlarında olmalarını beklerler. Bu beklentileri gerçekleştiğinde mutlu ve huzurlu olurlar. Çünkü mutluluklar paylaşıldıkça artar, üzüntüler paylaşıldıkça azalır. Paylaşma ve yardımlaşma; cimrilik, bencillik, aç gözlülük, kıskançlık gibi kötü duygu ve davranışlara engel olur. Sevgi, dayanışma ve sorumluluk gibi özelliklerin gelişmesine katkı sağlar. Böylece insanın kişilik gelişimine ve ahlakının olgunlaşmasına yardımcı olur.

2. İslam’ın Paylaşma ve Yardımlaşmaya Verdiği Önem

İslam dini insanların kardeşçe yardımlaşma ve dayanışma içinde yaşamalarını ister. Bu yüzden Hz. Muhammed, Müslümanları bir bedenin organlarına benzetmiştir. Bu organlar arasındaki ilişkinin güçlendirilmesi, bedenin uyumlu çalışmasını sağlar. Bunun gibi toplumun bireyleri arasındaki bağın güçlendirilmesi de toplumsal uyumun sağlanması için önemlidir. Bundan dolayı İslam dini, insanlar arasında yardımlaşma ve dayanışmayı öğütler.

Dinimiz, insanların yardımlaşmalarını ve elde bulunan imkânların başkalarıyla paylaşılmasını ister. Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette insanlara yardımlaşmaları ve dayanışma içinde olmaları emredilmiştir. Bu ayetlerin birinde şöyle buyrulmuştur: “De ki: ...Harcadığınız her şey, ana-baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmış kişiler içindir. Allah yapacağınız her hayrı (iyiliği) bilir.” (Bakara suresi, 215. ayet.) Mâ’ûn suresinde ise yoksulu yedirmeyenler, yetimi dışlayanlar, yardıma engel olanlar kınanmıştır. Peygamberimiz de bir hadisinde, “Yetimin başını okşa, yoksulu doyur.” (Heysemi, Mecmaü’z-Zevaid, C 8, s. 160.) buyurarak yetim ve yoksula yardımı emretmiştir.

İslam’ın ilk dönemlerinde Peygamberimiz ve arkadaşları, paylaşma ve yardımlaşmanın en güzel örneklerini sergilemişlerdir. Örneğin Mekkeli Müslümanlar baskılar sonucunda bütün mal varlıklarını bırakarak Medine’ye göç etmişlerdir. Medineli Müslümanlar ise sahip oldukları bütün imkânları Mekke’den gelenlerle paylaşmışlardır. Bu nedenle Medineli Müslümanlara “yardım edenler” anlamına gelen “ensar” ismi verilmiştir.

Paylaşmak veya yardım etmek için zengin olmak gerekmez. Dinimiz bollukta ve darlıkta başkalarına yardım etmeyi öğütler. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle dile getirilmiştir: “Takva sahipleri (sorumluluklarının bilincinde olanlar), bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar (infak ederler). Öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Âl-i İmrân suresi, 134. ayet.)

Dinimiz, insanları paylaşma ve yardımlaşma konusunda özverili olmaya çağırır. Kur’an’da bu konuyla ilgili şöyle buyrulur: “Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.” (İnsan suresi, 8. ayet.) Ayrıca insanlara yardım eden, onların sıkıntılarını gideren kimselere Allah’ın yardım edeceği bildirilmiştir. Böylece insanlar arasında yardımlaşma ve dayanışma teşvik edilmiştir.

3. Paylaşma ve Yardımlaşma İbadeti Olarak Zekât
Zekât kelime olarak, “artma, çoğalma, arınma ve bereket” anlamlarına gelir. Zekât, zengin Müslümanların yılda bir kez malının veya parasının belli bir miktarını Allah rızası için ihtiyaç sahiplerine vermesidir.

Zekât, mal ile yapılan farz bir ibadettir. Hicretten iki yıl sonra Medine’de farz kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de zekâtın zorunlu olduğunu belirten pek çok ayet vardır. Bunların birinde şöyle buyrulmuştur: “Namazı kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı görür.” (Bakara suresi, 110. ayet.)

Zekâtın amacı, toplumsal yardımlaşmayı yaygınlaştırmak ve yoksulları korumaktır. Ayrıca zekât, malın bereketlenmesi ve çoğalmasıdır. Çünkü zekât verene Allah kat kat fazlasını verir. Bununla ilgili olarak Kur’an’da şöyle buyrulur: “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her başağında yüz dane olmak üzere, yedi başak veren danenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah (ın lütfu) geniştir. bilendir.” (Bakara suresi, 261. ayet.)

Zekât, Allah’ın bize vermiş olduğu nimete karşılık bir şükür ifadesidir. Zekât vermekle hem verdiği nimetler için Allah’a şükretmiş oluruz hem de içinde yaşadığımız topluma karşı insanlık görevimizi yerine getirmiş oluruz.

Zekât, zenginlerle fakirler arasındaki kıskançlık, kin ve düşmanlık duygularını giderir. Dostluk ve saygı bağlarını kuvvetlendirir. Zekât, insandaki cimrilik ve bencillik gibi kötü huyları yok eder. Bunların yerini, iyilik ve hayırseverlik gibi güzel huylar alır.

Zenginler zekât vermekle toplum yararına da çalışmış olur. Çünkü bir ülkede yoksullar çoğaldıkça huzursuzluk, ihtiyaç sahipleri azaldıkça huzur artar. Her zengin, malının zekâtını verecek olursa ülkede fakirlik azalır. Bu konuda Cafer-i Sadık şöyle der: “Zekât zenginleri sınamak, fakirlere destek olmak için konulmuştur. Eğer insanlar mallarının zekâtını verselerdi hiçbir Müslüman fakir ve muhtaç kalmaz, Allah’ın farz kıldığı bu hakla o da ihtiyaçlarını gidermiş olurdu. Zenginlerin açgözlülüğü olmasaydı halk fakir, muhtaç, aç ve çıplak kalmazdı.” (el-Fakîh, C 2, s. 7.) Zaten zekâtın bir amacı da yoksulluğu ortadan kaldırmaktır. Bu nedenle zekât verecek kadar malı olanlar zekâtını vermeyi ihmal etmemelidir.

Zekât ekonomik dengesizlikleri önler. Çünkü zekât sayesinde fakirlerin eline para geçer. Böylece fakirler de aldıkları yardımla alışveriş yaparak ekonomik hayatın canlanmasına katkı sağlarlar. Ayrıca zenginler yatırım yaparak üretime katkıda bulunur. Yoksullar ise yeni açılan bu iş sahalarında kendilerine iş imkânı bularak yoksulluktan kurtulur ve ileride zekât verecek konuma gelirler. (Y. Vehbi Yavuz, İslam’da Zekât Müessesesi, s. 82, 83.)

Dinimize göre zengin sayılan Müslümanların zekât vermesi zorunludur. Bir kimsenin dinen zengin sayılabilmesi içinnisap miktarı mala sahip olması gerekir. Nisap; yeme, içme, giyinme, barınma, eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçların dışında en az 81 gr altın veya ona eş değer mal ya da paraya sahip olmaktır. Zekât verilecek malın veya paranın bir yıl süreyle sahibinin elinde bulunması gerekir. Ayrıca zekât verecek kişinin ödeyemeyeceği borcu da bulunmamalıdır. Bir maldan zekât verilebilmesi için o malın gelir getiren cinsten olması gerekir. Ayrıca bu malların ihtiyaç fazlası olması da şarttır.

Oturulan ev, evde kullanılan eşyalar, giyilen elbiseler ve binek olarak kullanılan araç için zekât verilmez. Diğer taraftan zekât, malların iyisinden verilmelidir. Nitekim bu durum, Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir: “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Size verilse gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye layıktır.” (1 Bakara suresi, 267. ayet.)

Zekât verirken akraba ve komşulardan ihtiyaç sahibi olanlara öncelik tanınmalıdır. Ancak zekât verecek kişi, bakmakla yükümlü olduğu eşine, çocuklarına, torunlarına, annesine, babasına, büyükanne ve büyükbabasına zekât veremez. Çünkü insan bu kişilere bakmakla yükümlüdür. Bunların dışında kalan yakın akrabalara zekât verebilir.

Zekât bir ibadet olduğu için verirken niyet edilmelidir. Zekâtın, Allah için verildiği kesinlikle bilinmelidir. Zekât verilecek malın veya paranın, fakirin hakkı olduğu bilinmeli ve onu minnet altında bırakacak, incitecek davranışlardan kaçınılmalıdır. Allah Kur’an’da yoksullara karşı şefkatli olunması gerektiğini bir ayette şöyle dile getirmiştir: “Öyleyse yetimi sakın üzme. İsteyeni sakın azarlama.” (Duhâ suresi, 9, 10. ayetler.)

Zekât verecek kişi, bu sorumluluğunu gösterişten uzak, gurur ve kibire kapılmadan yerine getirmelidir. Alçak gönüllü, anlayışlı ve hoşgörülü olmalıdır. Mümkünse zekât gizlice verilmelidir. Zekât alan kimseler de herhangi bir eziklik duymamalıdır. Ayrıca zekât küçük parçalara bölünmeden, verilen kişinin önemli bir ihtiyacını karşılayacak şekilde verilmelidir.

4. Toplumsal Dayanışma İbadeti Olarak Sadaka
Bir insanın kendi isteğiyle yalnızca Allah rızası için yaptığı her türlü yardım ve iyiliğe sadaka denir. Sadakada miktar ve zaman sınırlaması yoktur. İnsanlar bu yardımı istedikleri zamanda ve miktarda yapabilirler. Ayrıca sadaka verecek kişinin zengin olması gerekmez. Bu yüzden sadaka, zekâttan daha kapsamlı bir yardım şeklidir.

Herkesin yararlanacağı cami, okul, yurt ve hastane gibi hayır kurumları yaptırmak veya bu kurumların yapımına katkıda bulunmak da sadakadır. Böyle sadakaya kesintisiz sadaka (sadaka-i cariye) denir. Öldükten sonra da sevabı devam eder. Peygamberimiz konuyla ilgili şöyle buyurmuştur: “İnsanlar öldüğü zaman, amel defteri kapanır. Ancak kesintisiz iyilik (sadaka-i cariye) yapanların, topluma yararlı bir ilim (eser) bırakanların ve kendisine dua eden bir çocuk yetiştirenlerin amel defterleri kapanmaz.” (Müslim, Vasıyyet, 14.) Hacı Bektaş Veli de Makâlât’ında “Benim üç dostum vardır: Ne zaman ki ben ölürüm, dostlarımdan biri evde kalır, biri yolda kalır, biri de benimle gelir. Evde kalan malımdır. Yolda kalan akrabalarımdır ve ailemdir. Benimle gelen ise iyiliklerimdir.” (Hacı Bektaş Veli, Makâlât, s. 55.) diyerek iyilik yapmanın önemine dikkat çekmiştir.

Sadaka sadece maddi yardımlarla olmaz. İnsanın bilgisini ve tecrübesini diğer insanlarla paylaşması bir sadakadır. Yine bir yoksulun para, yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarını karşılamak sadaka olduğu gibi her türlü güzel ve yararlı davranış da sadakadır. Bir hastayı veya yaşlıyı ziyaret etmek, karşılaştığımız bir insana güler yüzle selam vermek, insanlarla tatlı dille konuşmak birer sadakadır. Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuştur: “Kardeşini güler yüzle karşılaman da bir iyiliktir.” (Müslim, Birr, 144.) Ayrıca insanların üzüntülerini paylaşmak, dertlerine ortak olmak ve onları teselli etmek de sadakadır.

Sadaka çeşitlerinden biri de fıtır sadakasıdır. Ramazan ayında bayramdan önce verilmesi gereken bir sadakadır.Halk arasında bu sadaka türüne “fitre” de denir. Fitreyi zengin olan her Müslümanın vermesi gerekir. Ancak miktarı az olduğu için zengin olmayanlar da fitre verebilirler. Zira fitre, insanları cömertliğe alıştırır. Fıtır sadakası kişi başına verilir.Bir ailedeki bütün bireylerin fitresini aile büyüklerinden biri verir. Fitre miktarı kişinin ekonomik düzeyine, maddi durumuna göre değişir. Fıtır sadakasının miktarı, fitreyi verecek olan kimsenin bir günlük yiyecek masrafı kadardır. Fitre zekât verilebilecek kişilere verilir, zekât verilemeyecek kişilere verilmez.

Zekât, sahip olduğumuz malın, fitre ise sağlık içinde bayrama ulaşmanın şükrü anlamına gelir. Fıtır sadakasıyla herkes kendi imkânları ölçüsünde yardım etmenin mutluluğunu yaşar. Yoksullar aldıkları yardımlarla bayramlık ihtiyaçlarını karşılarlar. Bayrama zenginlerle birlikte aynı sevinç içerisinde katılırlar. Karşılıklı sevgi ve kardeşlik bağları güçlenir. Böylece toplumda dayanışma ortamı oluşur.

5. Yardımlaşma Kurumlarımız
Dinimiz, toplumsal yardımlaşma ve dayanışmaya büyük önem vermiştir. Peygamberimiz yardımlaşmanın önemini şöyle dile getirmiştir: “...Kim Müslüman kardeşine yardım eder ve onun ihtiyacını karşılarsa Allah da ona yardım eder. Kim Müslümanın bir sıkıntısını giderirse Allah da kıyamet gününde onun sıkıntılarından birini giderir...” (Nevevi, Riyazü’s-Salihin, C 1, Hadis No: 231.) Hz. Muhammed’in verdiği bu müjdeli haber, Müslümanları, toplumsal yardımlaşmaya yöneltmiştir. Bu yardımlar zamanla kurumsal hâle gelmiştir. Atalarımız, dinimizin bu emrini yerine getirmek için çaba harcamışlardır. Yoksul ve kimsesizlerin beslenmeleri için aşevleri (imarethaneler), hastaların tedavisi için hastaneler (darüşşifalar), yaşlıları korumak için huzurevleri (darülacezeler) açmışlardır.
Ayrıca öğrencilere yardım etmek, bilimsel çalışmalara katkı sağlamak, hatta ağır kış şartlarında, hayvanlara yiyecek sağlamak gibi çok yönlü hizmet veren vakıflar kurmuşlardır.

Günümüzde, yardımlaşma ve dayanışmayı gerçekleştirmek amacıyla çeşitli yardım kurumları oluşturulmuştur.Kızılay, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, Millî Eğitim Vakfı, Türkiye Diyanet Vakfı, Belediye Aşevleri ve bazı sivil toplum kuruluşları bunların başında gelir. Bu kurumlarımız devletin ve hayırsever insanların, gönüllü yardımlarıyla ayakta durmaktadır.
Deprem, sel gibi doğal afet yangın gibi felaketler binlerce insanı evsiz bırakmaktadır. Yüzlerce, hatta binlerce çocuk açlık, susuzluk, bulaşıcı hastalık gibi tehlikelerle karşı karşıya gelmektedir. İşte, böyle zamanlarda Kızılay ve diğer hayır kurumlarımız zor durumda kalanlara yiyecek, içecek, giysi, battaniye, çadır gibi yardımlarda bulunur. Ayrıca Kızılay, kan merkezleri aracılığıyla ihtiyaç sahiplerine kan temin eder. Bu nedenle toplumda önemli görevleri üstlenen yardım kuruluşlarımıza katkıda bulunarak bunları ayakta tutmaya çalışmalıyız.
Örneğin kan vermeyi teşvik ederek Kızılay’a katkıda bulunabiliriz. Diğer taraftan kan vermenin hayat kurtarmak anlamına geldiğini ve dinimizce çok büyük mükâfatının olduğunu unutmamalıyız. Dinimiz yardım kuruluşlarına yapılan yardımları salih amel (iyi ve faydalı davranış) olarak nitelendirir. Bu tür davranışların önemi Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir: “Mal, mülk ve çoluk çocuk, dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan iyi işler (kalıcı olan erdemli davranışlar) ise Rabb’inin nezdinde hem sevapça daha hayırlı hem de ümit bağlamaya daha layıktır.” (Kehf suresi, 46. ayet.)

Hac Nedir ve Niçin Yapılır?
Hac, yılın belirli günlerinde dinimizce önemli sayılan Kâbe, Arafat ve çevresindeki yerlerin ibadet niyetiyle ziyaret edilmesidir. Hac ibadeti hicretin 9. yılında farz olmuştur. Hem beden hem de mal ile yapılan bir ibadettir. Ay takvimine göre zilhicce ayının 9 ve 10. günlerinde özel giysiler giyilerek Mekke’de Arafat ve Kâbe’yi ziyaret etmek suretiyle yapılır.
Hac, şartları uygun olan her Müslümana farzdır. Bu nedenle gerekli şartları taşıyan herkesin ömründe bir kez hac ibadetini yapması dinimizin bir emridir. Konuyla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “....Gücü yetenlerin o evi (Kâbe’yi) haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır...” (Âl-i İmrân suresi, 97. ayet.)
Hac, Allah’ın rızasını kazanmak için yapılır. Hacca giden insanlar, Allah’ın kendilerine verdiği sağlık ve zenginlik nimetinden dolayı ona şükretmiş olurlar. Önemli yerleri ziyaret ederek Allah’a dua ve ibadet ederler. Hz. Muhammed’in doğduğu ve yaşadığı yerleri görürler. Bu da onları mutlu eder.
Hacda dünyanın dört bir yanından gelen farklı renk ve ırka mensup Müslümanlar bir araya gelirler. Birbirlerini tanıma imkânı bulurlar. Böylece İslam dininin, “Bütün inananlar, kardeştir...” (Hucurât suresi, 10. ayet.) evrensel prensibini gerçekleştirmiş olurlar.

Umre

Umre de hacda olduğu gibi Mekke’deki kutsal mekânları ziyaret etmektir. Bakara suresinin 196. ayetinde umre ile ilgili şöyle buyrulmuştur: “Haccı da, umreyi de Allah için tamamlayın...”

Umrenin hacdan farkları şunlardır:

- Umre, hac zamanı dışında her zaman yapılabilir.
- Bir sene içinde bir kez hac yapılabilir. Ancak birden fazla umre yapılabilir.
- Hac farz, umre ise sünnettir.
- Umrede sadece ihrama girilerek Kâbe tavaf edilir ve sa’y yapılır.
- Umrede vakfe, şeytan taşlama ve kurban kesme yoktur.

Hac ve Umre İle İlgili Kavramlar

İhram
İhram, hac ve umre ibadeti yerine getirilirken başka zamanlarda yapılmasında sakınca olmayan bazı davranışların belli bir süre için yasak olması demektir. Kâbe’nin etrafında “mikat” denen bir sınır vardır.

Kâbe’ye gidenler bu sınırda ihrama girer, hacca niyet eder ve telbiye duasını okur. İhramlıyken kişinin saç, sakal ve tırnak kesmesi, bitkileri koparması ve hayvanlara zarar vermesi yasaktır.
Hac ve umre ibadeti bittikten sonra saç tıraşı olunur ve ihramdan çıkılır.

Tavaf

Tavaf, Hacer-i Esvet (Siyah Taş)’in bulunduğu yerden başlayarak Kâbe’nin etrafında yedi kez dönmektir. Her bir dönüşe şavt denir. Tavaf haccın farzlarındandır. Farz olan tavaf, Kurban Bayramı’nın ilk üç gününde yapılır. Tavaf esnasında kişi kendisi, ailesi ve bütün inananların iyiliği için dua eder.

Sa’y

Sa’y, Mekke’de bulunan Safa ve Merve tepeleri arasında yedi defa gidip gelmektir.
Safa’dan Merve’ye dört, Merve’den Safa’ya üç kez gidilir. Sa’y haccın gereklerinden olup Hz. İsmail’in annesi Hacer’in, oğluna su arayışının sembolik olarak yeniden canlandırılmasıdır.

Vakfe
Vakfe, arife günü öğle vaktinden bayram sabahına kadar, bir süre Arafat’ta bulunmak demektir. Bu süre ibadet ve dua ile geçirilir. Vakfe, haccın farzlarından biridir. Belirlenen süre içerisinde Arafat’ta bulunmayanlar o yıl hac ibadetini yapmış sayılmazlar. Arafat’ta vakfe yapıldıktan sonra Müzdelife’ye gidilir. Bayram sabahı da Müzdelife vakfesi yapılır.

Medine’yi ve Mescid-i Nebi’yi Ziyaret

Medine, Peygamberimizin hicret yurdudur. Hz. Muhammed hicretten sonra buraya yerleşmiştir.
Hayatının son on yılını burada geçirmiş ve burada vefat etmiştir. Medine’ye vardığında ilk yaptırdığı mescit olan Mescid-i Nebi’nin yanına defnedilmiştir.
Peygamberimizin yaşadığı yerleri görmek ve arkadaşlarının kabirlerini ziyaret etmek, onlarla ilgili hatıraları canlandırmak ve bu kutsal yerlerin havasını solumak her Müslümanın en tatlı özlemidir. Çünkü Peygamberimiz, “Beni vefatımdan sonra ziyaret edenler, hayatımda ziyaret etmiş gibidir.” (Darekutni, C 2, s. 278, Hadis No: 192.) buyurmuştur. Bu nedenle hacceden kişiler, Mekke’de hac ibadetini bitirdikten sonra veya bu ibadetten önce Medine’ye giderler. Burada önce Mescid-i Nebi’yi ve Peygamberimizin kabrini ziyaret ederler.

Haccın İnsan Davranışları Üzerindeki Etkisi
Hac ibadetiyle kişi, Allah’ın bir emrini yerine getirmenin mutluluğunu yaşar. Allah’ın kendisine verdiği sağlık ve zenginlik nimeti için şükretmiş olur. Samimi dualarla Allah’a yalvarır, tövbe eder. Böylece günahların oluşturduğu manevi kirlerden arınır. Peygamberimiz bu konuda, “Kim Allah için hacceder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa annesinden doğduğu günkü gibi günahlarından arınmış bir şekilde hacdan döner.” (Buharî, Hac, 4; Müslim, Hac, 438.) buyurmuştur.
İslam dini, inananlar arasında inanca dayalı kardeşlik bağı kurmuştur. Bu kardeşlik bağları, insanlar arasında kuvvetli bir birliktelik oluşturur. İşte hac da bu birlikteliğin yaşanmasıdır.
Farklı ırk, dil ve kültürden Müslümanların aynı amaç için bir araya gelerek birlikte hareket etmeleri aralarındaki kardeşliği pekiştirir.
Hac ibadetiyle Müslümanlar, birbirlerini daha iyi tanıma, sevinç ve üzüntülerini paylaşma imkânı bulurlar. Böylece bencilliğin ifadesi olan “ben” duygusu, yerini “biz” duygusuna bırakır.
Hacda giyilen ihram, insanlar arasındaki makam, mevki, unvan gibi farklılıkları ortadan kaldırır. İnsanları gösterişten uzak sade bir görünüme kavuşturur. Herkesi eşit konuma getirir.
İhramlıyken getirilen yasaklar, insanlara sabretme alışkanlığı kazandırır. İradeyi güçlendirir. En zor durumlarda bile kızmadan, öfkelenmeden hareket etmeyi öğretir.
Tavaf, bütün Müslümanların birlikteliğinin sembolik bir ifadesidir. Ayrıca insanlar, tavaf ederek Allah’a bağlılıklarını gösterirler. Vakfeyle ise ahirette Allah’ın huzurunda bekleyişi hatırlarlar.
Sa’y; Hz. İbrahim’in hanımı Hacer’in, oğlu İsmail için ortaya koyduğu gayretin yeniden yaşatılmasıdır. Hacer, su bulmanın imkânsız gibi göründüğü ıssız çöl ortamında Allah’tan ümidini kesmemiş, su aramaya devam etmiştir. Çünkü o, Allah için hiçbir şeyin imkânsız olmadığına inanıyordu. Sonunda Allah, Hacer ve oğlunu zemzem suyuna kavuşturmuştur. Zorluklar karşısında Hacer’in gösterdiği inanç, ümit, sabır, tevekkül ve kararlılığı gösterenler de Allah’ın yardımını elde ederler.
Şeytan taşlama esnasında, iyi bir insan olmanın ve iyilik yapmanın önündeki engeller akla getirilir. Bu engelleri kaldırmak için mücadele edileceği sözü verilir. Şeytan taşlamayla şeytanın hile, vesvese, kötülük ve düşmanlıklarına karşı sembolik olarak tepki gösterilir. Bütün kötülüklerden uzak durulacağı kararlı bir şekilde ortaya konulur.
Hac yolculuğu, insanların bilgi ve görgüsünü artırır. Mala bağımlılığı azaltarak fakirlere, yoksullara karşı merhamet ve yardım duygularını geliştirir. Hacca giden kişi, Peygamberimizin doğup büyüdüğü, İslam dininin ilk ortaya çıktığı ve yayıldığı kutsal toprakları ziyaret eder.
Böylece hem onun hatırasını yaşatır hem de kutsal toprakları görmenin heyecanını yaşar.
Kabeyi kim yaptı?
Kabe’yi Hz Âdem dünyaya gelmeden önce melekler yapmıştır? Sonra yıkılmıştır Amelika kavmi tarafından bir daha yapılmıştır. Sonra tekrar Kâbe yıkılmış ve yeri kaybolmuştur. Cebrail aleyhisselam’ın tespiti ile Kabe Hz İbrahim tarafından yeniden yapılmıştır. Bu tarihten sonra Kâbe’nin yeri bir daha kaybolmamıştır. Yine bu tarihten sonra tavaf bir an bile durmamıştır. Hani lise tarih kitaplarında sarhoş diye yazılan, koç dövüştüren diye tanıtılan 4. Murat var ya, onun zamanında da Kâbe yeniden inşa ettirilmiştir.

Kurban Nedir ve Niçin Kesilir?
İslam dininde yerine getirilmesi vacip ibadetlerden biri de kurbandır. Kurban, Allah’a yaklaşmak ve onun hoşnutluğunu kazanmak amacıyla belirli bir zamanda uygun nitelikteki bir hayvanı kesmektir. Ayrıca kesilen bu hayvana da “kurban” denir.

Akıllı, ergenlik çağına girmiş ve zekât verebilecek seviyede zengin olan Müslümanlar, kurban kesmekle yükümlüdürler. Bu yükümlülük Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir: “Biz, her ümmet için Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerlerine onun adını anarak kurban kesmeyi meşru kıldık. İlahınız, bir tek İlah’tır. Öyle ise ona teslim olun. (Ey Muhammed!) O ihlaslı ve mütevazı insanları müjdele!”

Peygamberimiz de kurban kesmenin gerekliliğini şu şekilde belirtmiştir: “Kim imkânı olduğu hâlde kurban kesmezse bizim mescidimize yaklaşmasın.”

Kurban, Kurban Bayramı günlerinde kesilir. Kurbanı kesecek kişinin bu işi iyi biliyor olması gerekir. Bu nedenle kurbanı, kendisi kesemeyenler, kesim işlemleri için vekil tayin edebilir. Kesmeye götürürken kurbana iyi davranılmalıdır. Eziyet verici davranışlardan kaçınılmalıdır.

Kurbanlık hayvan, kıbleye doğru yatırılır ve “Bismillâhi Allahu ekber.” denilerek kesilir. Kurban kesilirken çevre temizliğine ve sağlık kurallarına uyulmalıdır.

Kurban etinin bir bölümü yoksullara verilir, bir bölümü ev halkı için ayrılır, bir bölümü de gelen misafirlere ikram edilir. Kurbanın derisi ise hayır kurumlarına veya fakirlere verilebilir. İste-yenler kesilen kurbanın tamamını da fakirlere bağışlayabilirler.

Kurban, Allah’ın rızasını kazanmak için kesilir. Kurban kesen kişinin Allah’a bağlılığı artar. Ona yakın olmanın mutluluğunu yaşar. Kişi kurban kesmekle Allah’ın emrine uyarak kulluk bilincini ortaya koyar. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle belirtilmiştir: “Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşmaz. Fakat sizin Allah’ın emirlerine olan bağlılığınız ona ulaşır...”

Kurban, toplumda kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu canlı tutar. Kişiyi bencillikten kurtarır, cömert olmaya yöneltir. Yapılan yardımlarla zenginle fakir arasındaki bağlar güçlenir. Kur’an’da konuyla ilgili şöyle buyrulmaktadır: “...Onlardan hem kendiniz yiyin hem de ihtiyacını gizleyen ve gizlemeyen fakirlere yedirin...”

Kurban kesen kişi, Hz. İbrahim ve oğlu İsmail arasında geçen olayı yeniden hatırlar. Böylece kendisinin de Hz. İbrahim ve İsmail gibi Allah’ın emirlerine uymaya hazır olduğunu sembolik bir davranışla göstermiş olur. Ayrıca kurban, insanın sevdiği şeyi Allah için feda etmesi demektir. Bu nedenle kurban kesen kişi, Allah’ın rızasını kazanmak için sevdiği şeyleri başkalarıyla paylaşarak bu amacı gerçekleştirmiş olur.

Kurban Bayramı dışında kesilen adak kurbanıyla yardımlaşmanın az da olsa bütün bir seneye yayılması sağlanır. Adak kurbanı, bir işin ve isteğin olması hâlinde kesilmek üzere Allah’a adanan kurbandır.

Adak kurbanı, tamamen fakirin hakkıdır. Kurban kesen kişi ve bakmakla yükümlü olduğu kimseler kesilen bu kurbanın etinden yiyemezler. Eğer yerlerse yediklerinin bedelini fakirlere vermeleri gerekir.

Sonuçta kurban, kişiyi Allah’a yakınlaştırır ve onun hoşnutluğunu kazandırır.

Paylaşma, yardımlaşma, dayanışma ve fedakârlığı öğretir.

İnsanlar kendilerini mutlu edecek bir haber, yeni bir ev veya araba alini mutlu edecek bir haber, yeni bir ev veya araba aldıklarında Allah’a şükür maksadıyla bazen kurban keserler. Buna “şükür kurbanı” denir. Ayrıca çocuk sahibi olan anne-baba da Allah’a şükür amacıyla kurban kesebilir. Bu kurbana ise “akîka kurbanı” denir. ” denir. Şükür ve akîka kurbanının etinden kurbanı kesen ve onun yakınları da yiyebilir. Hangi sebep olursa olsun kurban sadece Allah rızası için kesilir

Benzer Konular

15 Mayıs 2009 / kompetankedi Müslümanlık/İslamiyet
4 Ocak 2015 / qaRapisiq Soru-Cevap
17 Ocak 2008 / Misafir Müslümanlık/İslamiyet
29 Kasım 2014 / Misafir Soru-Cevap