Arama

Göktaşı (Meteor)

Güncelleme: 4 Ağustos 2018 Gösterim: 21.823 Cevap: 17
KENCISii - avatarı
KENCISii
Ziyaretçi
23 Kasım 2007       Mesaj #1
KENCISii - avatarı
Ziyaretçi

GÖKTAŞI

Ad:  Göktaşı (Meteor)1.jpg
Gösterim: 6149
Boyut:  55.6 KB

1. Gökbil. Yer’e ya da herhangi bir gökcismine düşen katı cisim parçası. (Eşanl. METEORİT.)
Sponsorlu Bağlantılar
2. Gezegenlerarası uzayda dolanan, genellikle küçük boyutlu katı cisim.
3.
  • Göktaşı krateri, bir gökcisminin, özellikle Ay'ın yüzeyinde göktaşının çarpması sonucu oluşmuş çöküntü, çukur.
  • Kumsuz göktaşı, kimi Yer kayaçlarına yakın kimyasal bileşim ve bazen taneli bir doku taşıyan, demirle nikel bakımından çok fakir göktaşı. (Eşanl. AKONDRİT.)
—Jeofiz.
  • Gökfaş izi, yaklaşık 80 ile 110 km yükseltilerde Yer atmosferinin yoğun katmanları ile bir göktaşının etkileşimi sonucu doğan ve radarla algılanabilen yöresel iyonlaşma.
  • Göktaşı radarı, yaklaşık 100 km yükseltide göktaşı izlerinin gözlemi ve göktaşlarının ya da rüzgârların incelenmesinde kullanılan radar.
—ANSİKL. Gökyüzünden taşların düşebileceği gerçeği ancak 1803'te, 26 nisanda Aigle (Orne) üzerinde göktaşlarının heyecan uyandıran düşüşü sonucu kabul edildi. Bu olay sırasında üç bin taş parçası Yer’e ulaştı ve birkaçının ağırlığı 10 kg dolayındaydı. O günden sonra yeryüzünün çeşitli noktalarında çok daha büyük göktaşları bulundu; Namibya'da, Hoba’da 1920'de bulunan göktaşı 601 ağırlığındaydı.

Göktaşları üç büyük sınıfa ayrılır; sideritler nikel ve demirden oluşur, az miktarda öbür mineralleri taşır; taşsı göktaşları'nın temel bileşeni silikatlardır; siderolitler (ya da litosideritler) yaklaşık aynı miktarlarda demir-nikel ve silikat içerir. Taşsı göktaşları, kumtaşı ve kumsuz göktaşı olmak üzere ikiye ayrılır: kumtaşı, yeryüzündeki kayaçlarda rastlanmayan küçük küreler biçiminde silikat katışkıları taşır, öteki türde ise bunlar yer almaz. Nihayet kumtaşlarına bağlanan ve karbon içeren nadir bir göktaşı sınıfı vardır: karbonlu göktaşları. Bunlardan yalnızca yirmi-otuz kadar örnek bulunmuştur. Göktaşları atmosferden geçerken kısmi bir erimeye uğrar; dolayısıyla yüzeyleri çoğu kez, piezoglipt adı verilen yüksük biçiminde çıkıntılarla kaplı özel bir yapı gösterir. Amerikalı Mason’a göre, yılda yaklaşık 500 büyük göktaşı yeryüzüne düşmektedir; ne var ki bunlardan ancak 150 tanesi karalara rastlamakta ve bu miktarın da 20'de 1'ı ele geçmektedir. Göktaşlarının içinde grafit, demir, nikel, bakır, altın gibi elementlerle şu bileşikler bulunur: sülfürler, fosfürler, nitrürler, karbürler, klorürler; manyetit ve kromit gibi oksitler; karbonatlar, fosfatlar; olivin, piroksen ve feldspatlar gibi karmaşık silikatlar.

En bol bulunan sideritlerde, demir-nikel alaşımı oktaedrik (sekizyüzlü) sistemde kristalleşmiştir. Böyle bir göktaşının kesiti cilalanıp seyreltik bir asitle temizlenirse, özgün bir ağ, bir başka deyişle Widmannstâtten şeklini gösterir. En ilgi çekici göktaşları arasında, en ilkel örnekleri oluşturan karbonlu göktaşları ve özellikle karbonlu kumtaşları yer alır. Ailende göktaşı (1969’da, Meksika’nın Ailende kasabasının yakınına düştü ve toplam kütlesi 2 tonu geçen birkaç yüz parçası toplandı) bu türe girer. Örneklere uygulanan çözümlemeler sonucu bu göktaşlarında birçok aminoasit bulunduğu ortaya kondu; ne var ki bu asitlerin, biyolojik kökenli bileşenlerindeki optik bakışımsızlığı taşımadıkları ve birçoğunun canlı organizmalarda bulunmadıkları anlaşıldı; bu olgu yerdışı kökenlerinin göstergesini oluşturur. Üstelik bu göktaşlarında, Yer’de gözlenenlere oranla izotopik bileşim farkları sunan kimyasal elementler yer alır. Bu izotopik anormallikler, Güneş sisteminin oluşumu konusundaki görüşlerin yemden gözden geçirilmesine yol açtı.

Yeterince büyük göktaşları Yer’e sesüstü hızlarla düşer ve kimi kez çok büyük boyutta kraterler açar. Ama bu kraterlerin biçimi tortul kütleler ve aşınma etkisiyle hemen değişir. Son araştırmalar sonucu göktaşı kökenli 13 krater saptandı; bu kraterlerde göktaşı parçalarının bulunması kökenleri konusunda kesin bir kanıt oluşturur. Bunlar en genç olanlardır ve oluşumları pleyistosen (tarihöncesi) çağın ötesine geçmez; daha eski 78 krater büyük bir olasılıkla aynı kökeni taşır: çünkü tartışma götürmez biçimde metamorfik çarpma etkileri gösterirler, ama bu oluşumlarda göktaşlarına rastlanmamıştır. İlk türe giren kraterlerin çapları 10 m ile 1200 m arasında değişir ve en büyüğü Arizona’daki Meteor Crater’dir. ikinci türün çapları ise 140 km’ye ulaşır (Güney Afrika’daki Vredefort krateri).

Kaynak: Büyük Larousse

Son düzenleyen Safi; 21 Kasım 2016 01:07
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
29 Mayıs 2009       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Ad:  Göktaşı (Meteor)2.jpg
Gösterim: 8112
Boyut:  56.5 KB

Meteorlar


Meteorlar, bir kum taneciği ile birkaç gram ağırlığındaki küçük bir taş parçası arasında değişen boyutlardadır. Bunlar uzay boşluğun­dan büyük bir hızla gelerek Dünya atmosferi­ne girer ve havanın sürtünmesi sonucunda o kadar ısınırlar ki, yer yüzeyine ulaşamadan tümüyle buharlaşıp gaz haline dönüşürler. Gene bu aşırı ısınma nedeniyle, çevrelerine ışık saçarlar ve arkalarında parlak bir iz bırakırlar. Bu özellikleri nedeniyle meteorlar Türkçe'de "akanyıldız" olarak da adlandırılır. Atmosferde, özellikle geceleri yanarak süzü­len bir meteor gördüğümüzde, bu olayı "yıl­dız kayması" olarak tanımlarız; oysa söz konusu olan bir "yıldız" değil, yanan küçücük bir taştır.
Sponsorlu Bağlantılar

Her gece birkaç meteor görülebilir. Bazı geceler meteor yağmurları oluşur. Eğer gök­yüzü bulutsuz ve karanlıksa, düzinelerce me­teor yağmuru izlenebilir. Aslında yeterince ışık salmadıkları için görülemeyen, daha pek çok başka meteor yağmuru da oluşur. Her gün Dünya atmosferine birkaç milyar meteor çarpar ya da girer. Meteor yağmurlarındaki meteorlar, gökyüzündeki bir noktadan çevre­ye saçıhyormuş gibi görünür. Bu noktaya "saçılma noktası" denir. Ama bu bir optik yanılsamadır. Gerçekte yağmurdaki meteor­lar, hemen hemen birbirine paralel yörünge­ler üzerinde yol alır ve bir noktadan saçıhyor­muş gibi görünmeleri yalnızca bir perspektif etkisidir.

Meteorlara ilişkin olarak bilinenlerin çoğu, bu cisimlerin radarlarla izlen­mesi sonucunda öğrenilmiştir. Yanan meteor­ların gözlemlenmesi ve fotoğraflarının çekil­mesi, ancak bulutsuz gecelerde olanaklıdır; ama radarlar, gündüzleri ve bulutlu gecelerde de kullanılabilir. Geceleri, yanarak düşen bir meteorun gökyüzünde bıraktığı iz, meteor yeryüzüne 160 km yaklaştığında görülmeye başlar, 30 km yaklaşana kadar sürer; arada geçen zaman içinde meteor bütünüyle buhar­laşır. Meteorların hızları saniyede yaklaşık 15 km ile 80 km arasında değişir.

Bazı meteorlar, kuyrukluyıldızları oluştu­ran maddelerin kırıntılarıdır. Bazen bir kuyrukluyıldız, Güneş çev­resinde dolanırken tümüyle parçalanıp dağı­lır; bazen de, kendisini oluşturan maddeler­den yalnızca bir bölümünü ardında bırakarak yoluna devam eder. Her iki durumda da bu madde parçalan, kuyrukluyıldızın yörüngesi üzerindeki hareketlerini sürdürerek bir mete­or akıntısı oluştururlar. Dünya, Güneş çevre­sindeki yörüngesinde dolanırken bu tür bir meteor akıntısıyla karşılaşabilir; işte meteor yağmurları, Dünya ile karşılaşan bu meteor akıntılarıdır. Eğer, akıntıya neden olan kuy­rukluyıldız tümüyle dağılmamışsa ve yörünge­si üzerinde hareketini sürdürüyorsa, meteor yağmuruna yol açan akıntının hangi kuyruk­luyıldızdan kaynaklandığı belirlenebilir.

Dünya, Güneş çevresindeki yıllık yörünge hareketi sırasında, her seferinde düzenli ola­rak belirli meteor yağmurlarıyla karşılaşır. Aşağıda, en kolay görülebilen meteor yağ­murlarının listesi verilmiştir; bu listede, yağ­murların yılın hangi gününde göründükleri, bazılarında da kaynaklandıkları kuyrukluyıl­dızın adı belirtilmiştir. Meteor yağmurlarının pek çoğu saçılma noktasının rastladığı takım­yıldızın adıyla anılır.

MsXLabs.org & Temel Britannica

Son düzenleyen Safi; 21 Kasım 2016 01:08
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
14 Ağustos 2011       Mesaj #3
Avatarı yok
Yasaklı

Yaşam Göktaşlarıyla mı Geldi?


Bazı temel elementlerin göktaşlarıyla Dünya'ya taşınmış olabileceği kuramını destekleyen önemli bilgilere ulaşıldı.Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesinin (NASA) karbon göktaşları üzerinde yaptığı yeni bir araştırmada, bunların, DNA için gerekli yapı taşlarından bazılarını Dünya'ya getirmiş olabilecekleri ortaya çıktı.

Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi'nin dergisinde yayımlanan araştırma, uzun süredir tartışılan ilk yaşam biçimlerinin oluşumu için gerekli malzemenin bir kısmının Dünya'ya göktaşlarıyla geldiği yolundaki teoriye yeni ve kuvvetli bir destek sağladı.

Bilimadamları araştırmalarında, DNA ve RNA'nın yapımına katkıda bulunan nükleik asidin temelini oluşturan karbon kondriti adı verilen 11 organik açıdan zengin göktaşını spektrometre cihazlarıyla taradı.

Araştırmacılar, 3 pürin (ürik asit başta olmak üzere pürin cisimciklerinin ana unsurunu oluşturan kompleks yapıda azotlu bileşik) nükleik asit temeli buldu.

Karbonlu kondritler yaygın olarak bulunan bu materyalin, dünyadaki biyolojik yapıda çok ender veya hiç bulunmadığına işaret eden bilimadamları, ayrıca bu göktaşlarının düştüğü yerin yakınındaki toprak ve buz örneklerinde de bu üç karışımdan hiçbir ize rastlamadıklarının altını çizdi.

Araştırmaya katılan Washington'daki Carnegie Jeofizik Laboratuvarı Enstitüsü'nden Jim Cleaves, Dünya'nın biyokimyasında belirgin bir şekilde bulunmayan nükleik asit temeli bileşenleri tesbit etmenin, bunların dünyadışı kaynakları olabileceği teorisine destek verdiğini belirtti.

Amerikalı bilimadamı, bunun göktaşlarının Dünya'da yaşam için temel yapı taşlarını sağlayan moleküller malzeme kiti olabileceklerini ortaya koyduğunun altını çizdi.

Kaynak:American National Academy of Sciences
Son düzenleyen Safi; 21 Kasım 2016 00:38
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
8 Eylül 2011       Mesaj #4
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi
Göktaşı
Uzaydan gelip atmosfere giren ve bu arada sürtünme sonucunda oluşan ışığıyla (akan yıldız) seçilebilen ya da ardında bıraktığı iyonlaşmış gaz izinden radyo aracılığıyla saptanan madde yağını. Meteor da denir.

Göktaşı, atmosfere büyük bir hızla (11-72 kilometre/saniye) girdiğinden yüzey sıcaklığı 2750°C dolayına çıkarak yanıp tükenir. Yeterince büyükse, küçük bir bölümü yeryüzüne ulaşır. Yeryüzüne düşenlere meteortaşı (meteorit) denir. Bunlar esas olarak demir ve nikel alaşımları olup taş yapısı gösteren ya da metal ve mineral karışımı olanları da vardır. Geceleri saat başına 5 göktaşı görülebilir. Yılda 20 kez de göktaşı yağmuru oluşur. Bu sırada saatte 20-3.500 dolayında göktaşı görülebilir. Bilinen en büyük meteortaşı, güneybatı Afrika'da Grootfontein yöresinde bulunan 70 ton ağırlığındaki Hoba West'tir.

MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi
Son düzenleyen Safi; 21 Kasım 2016 00:39
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
30 Eylül 2011       Mesaj #5
Avatarı yok
Yasaklı

Tehdit Edebilecek Yeni Göktaşları Bulundu


NASA tarafından yapılan gözlemde, Dünya'yı tehdit edebilecek yeni göktaşları keşfedildi.Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), yerküre için risk oluşturabilecek göktaşlarının yüzde 90’ından fazlasının belirlendiğini duyurdu.

NASA’nın Geniş Alanlı Kızılötesi Araştırma (WISE) uydusunun, ‘NEOWISE’ adlı proje kapsamında elde ettiği verilere göre, Dünya’nın etrafındaki orta büyüklükteki asteroidler düşünülenden daha küçük. 100 metre ve üzeri genişlikteki 981 göktaşının 911’i tesbit edildi.

Bilim insanları, daha önce 35 bin kadar olduğunu düşündükleri, genişliği 10 metre ve 100 metre arasındaki göktaşı sayısının 19 bin 500 civarında olduğunu tahmin ettiklerini bildirdi.

Dünya’nın, Güneş etrafında bir yıl içerisinde tamamladığı yörüngesini yaklaşık 300 metrelik bir göktaşı ile paylaştığı da ortaya çıkarıldı. 2009’da fırlatılan WISE, bugüne kadar Mars ve Jüpiter arasındaki asteroid kuşağında yer alan 100 binden fazla göktaşını gözlemledi.Araştırma sonuçları, bilim dergisi Astrophysical Journal’da yayınlanacak.

Kaynak:Gençbilim
Son düzenleyen Safi; 21 Kasım 2016 00:39
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
2 Haziran 2012       Mesaj #6
Avatarı yok
Yasaklı
Ad:  Göktaşı (Meteor)4.jpg
Gösterim: 3465
Boyut:  25.1 KB

Tehlikeli Göktaşları, Yeni NASA Listesi


NASA’nın WISE (Wide-field Infrared Survey Explorer) uydusu gökyüzünü kızılötesi dalga boylarında tararken bir yandan da potansiyel tehlike taşıyan göktaşları (Potentially Hazardous Asteroids, PHA) hakkında yeni bilgiler sağladı. Böylece PHA’ların sayıları, kaynakları ve muhtemel tehlikeleri ile ilgili mevcut bilgiler güncellenmiş oldu.

Göktaşları Dünya'nın doğal tarihinde büyük olayların nedeni olarak gösteriliyor. Örneğin dinozorların yok oluşu 65 milyon yıl önce Dünya’ya çarpan büyük bir göktaşı sonucu olmuş. Daha yakın zamanlarda, 1908’de Sibirya’nın Tunguska bölgesinde yüzlerle km kara alanda ormanların yok oluşu, gene bir göktaşı çarpmasına dayandırılıyor. Okyanuslara büyük bir göktaşının düşmesi tehlikeli bir tsunamiye yol açabilir.

Potansiyel tehlikeli göktaşları (PHA’lar), tüm bilinen göktaşları arasında yörünge ve büyüklük bakımından belli parametrelere sahip olanları içeriyor. Bunlar ileri tarihlerde Dünya’nın 8 milyon km veya daha yakınından geçecek olan, atmosferimize girdiği ve Dünya’ya düştüğü (çarptığı) takdirde bölgesel çapta zarar verecek büyüklükteki gök cisimleri olarak sınıflandırılmakta.

WISE misyonunun Dünya yakınındaki cisimler araştırması 107 PHA’yı inceleyerek tüm PHA sayıları hakkında öngörülerde bulundu. Model kestirimlerine göre Dünya’yı tehdit edebilecek 4700 kadar PHA bulunmakta. Modellerdeki ve mevcut gözlemlerdeki belirsizliklere göre bu sayı ±1500 değişebilir. Bu kadar PHA’nın şimdiye kadar %20 ile %30 kadarı keşfedildi. Bu rakamlar eski tahminlerden bir miktar fazla olsa da, onları bir bakıma doğruluyor ve yeni kestirimlerin doğruluğu hakkında bir güven veriyor.

NASA’nın Yakın Dünya Gözlem Programından Lindley Johnson, “PHA’ların bulunması için iyi bir başlangıç yaptık. Ancak hepsini bulmak için daha 20 yıla gereksinim var” demekte. PHA’ların bir kısmı Dünya yörüngesinin bulunduğu düzlemde. Küçük eğim açılı denen bu PHA’lar düzleme dik dönenlerden daha tehlikeli. Analizler bunların sayısının eski tahminlerin iki katı olduğunu söylüyor ve bunların kaynağının Mars ile Jüpiter arasın da iki büyük göktaşı veya asteroidin çarpışması olduğu kanısını uyandırıyor.

Aslında göktaşlarını izlemek WISE uydusunun ana görevi değildi. Yan görevlerinden biri de olsa WISE beklenilenin çok üstünde yararlı bilgiler sağladı. Uydu ana görevi olarak gökyüzünü kızılötesinde iki kez taradıktan sonra 2011 başlarında kış uykusu moduna alındı.

WISE, çalışması sırasında yüz milyonlarca gök cisminin kataloglara girmesini sağladı. Bunların arasında süper parlak ışıklı gökadalar, yıldız doğuran bölgeler, yeni yıldızlar ve 600 kadar da göktaşı var. Göktaşlarından 135’i yeni keşif sayılmakta. Ayrıca göktaşlarının yörüngeleri ve yapıları hakkında da yeni bilgiler sağlandı. Örneğin çoğu PHA’ların parlak oldukları görüldü. Bu onların yapılarının kaya veya metalik olduğunu gösteriyor.

Kaynak : NASA-Wise
Son düzenleyen Safi; 21 Kasım 2016 01:09
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
29 Haziran 2012       Mesaj #7
Avatarı yok
Yasaklı

Güneş Sistemi'nin En Eski Minerali


Bilim adamları, 1969 yılında Meksika'nın kuzeyindeki Chihuahua eyaletine düşen göktaşında şimdiye kadar bilinmeyen bir mineral keşfetti. LiveScience'ın verdiği bilgiye göre bilim adamları, elektron mikroskobu kullanarak Allende adı verilen göktaşına gömülü, son derece dayanıklı bir kalıntı içinde şimdiye kadar ne doğada görülmüş ne de laboratuvar ortamında üretilmiş bir mineral buldu. Araştırmayı yöneten ekibin lideri Chi Ma, oluşumları sırasında göktaşlarının içinde hapsolan minerallere kalıntı adı verildiğini, son derece dayanaklı kalıntılar sınıfına ise Güneş Sistemi'nin oluşumu sırasında ortaya çıkan aşırı sıcak ve soğuk ortamlara direnç gösterebilen minerallerin girdiğini belirtti.

Laboratuvarda yüksek teknoloji kullanılarak yapılan incelemelerde Allende Göktaşı'nın içinde bulunan mineralin kimyasal bileşimi ve kristal yapısı ortaya çıkarıldı. Güneş Sistemi'ndeki en eski minerallerden biri olan ve yaklaşık 4,5 milyar yaşında olduğu sanılan titanyum dioksit minerale, Çin mitolojisinde yin (yer) ve yang'ı (gökyüzü) birbirinden ayırarak dünyayı oluşturan ilk yaşayan varlığın adı olan Pan Gu'dan esinlenilerek Panguite adı verildi.

Chi Ma, Allende Göktaşı'nda keşfedilen dokuz yeni mineralden biri olan Panguite'nin incelenmesinin insanoğlunun Güneş Sistemi'nin kökenlerini anlamasına yardımcı olacağını belirtti.Uluslararası Mineraloji Derneği tarafından da onaylanan Panguite'nin keşfi, "Amerikan Mineralogist" dergisinin Temmuz sayısında yayımlanacak.

Kaynak : AA / LiveScience
Son düzenleyen Safi; 21 Kasım 2016 00:40
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
21 Kasım 2016       Mesaj #8
Safi - avatarı
SMD MiSiM
göktaşı
Ad:  Göktaşı (Meteor)3.jpg
Gösterim: 3279
Boyut:  26.7 KB

METEORİT olarak da bilinir, gezegenlerarası uzayda yer alan bir gezegenin ya da uydunun yüzeyine düşen taşsı ya da metalik maddelerin ortak adı.

Yer’in atmosferine girdiğinde buharlaşan bu türden maddelerin atmosferde bıraktığı ışıklı ize ise meteo (akanyıldız) denir. Yılda yaklaşık birkaç bin cisim Yer atmosferine girer, buna karşılık bunlardan yalnızca 500 kadarı buharlaşmadan yere göktaşı olarak düşer.

Göktaşları Yer’in atmosferine saniyede 11-72 km arasında değişen hızlarda girer. Sürtünmenin neden olduğu ısınma parlak bir ateş topuna, bu da kimi zaman ses patlamasına yol açar. Göktaşının yüzeyi ısınır, erir ve damlalar atmosfere karışır; bu damlalar ısıyı beraberlerinde götürdüğünden düşen parçacığın iç bölümü görece soğuk kalır. Atmosferin yoğun alt katmanına giren göktaşı parçalara ayrılabilir. Eğer örneğin 100 tondan daha ağır bir parça, sesten daha yüksek hızla yere çarparsa bir patlama çukuru (krater) oluşturabilir. Arizona’daki Barringer Krateri bu şekilde oluşmuş çukurların en büyüklerinden biridir. Öte yandan çapları 50 mikrondan küçük olan parçacıklar sürtünme ısılarını dağıtırlar ve yavaşça süzülerek yeryüzüne ulaşırlar. Günde yaklaşık 3 bin ton toz parçacığı bu biçimde yeryüzüne düşmektedir.

Göktaşı türleri.


Göktaşları kimyasal bileşimlerine göre taşsı faerolit), demirli (siderit) ve taşsı demirli (siderolit) olmak üzere başlıca üç grupta toplanır. Bunlar da ayrıca çeşitli altsınıflara ayrılır. Göktaşlarının kimyasal bileşimi yani elementlerin göreli dağılımı genel olarak Güneş sistemindeki dağılımla uyuşmaktadır. Tüm göktaşlarının yüzde 90’ını oluşturan ve top biçiminde Yer’e düşen bu taşsı göktaşları demir, silisyum, karbon, magnezyum, alüminyum ve oksijen içerir. İnce gökkumu (kondrül) parçacıkları içeren göktaşlarına ise kumlu göktaşı (kondrit) denir; bunlar kabaca içerdikleri magnezyum/silisyum oranına göre sınıflandırılırlar. Bu oran kumlu göktaşlarının mineral yapısını belirler. Kumlu göktaşlarının en önemli türü karbonlu kondritlerdir; oksijen ve karbon bakımından zengin olan bu maddeler bilinen en yaşlı (4,5 milyar yıl) göktaşları ve belki de canlı yaşamın ilk habercileridir.

Demirli göktaşları, tüm göktaşlarının yaklaşık yüzde 5-6’sım oluşturur; bunlar içerdikleri nikel, galyum, germanyum ve iridyum miktarlarına göre çeşitli altsınıflara ayrılırlar. Nikel içeriği ağırlık olarak yüzde 5-60 arasında değişen demirli göktaşları kesilerek cilalanır ve asitle yıkanırsa, ilginç çizgi örgüleri ve geometrik şekiller ortaya çıkar; bunlara Widmannstâtten çizgileri denir. Hiçbir doğal kay aç malzemede bu tür çizgilere rastlanmaz. Taşsı demirli göktaşları ise, tüm göktaşlarının yaklaşık yüzde 1-2’sini oluşturur ve olivin ile çeşitli metaller içerir.

Göktaşlarının kökeni.


Yer’e düşmeden önceki yörüngesi gözlenen ve hesaplanan göktaşlarının sayısı azdır. Az sayıdaki örnekten, göktaşlarının çoğunun Güneş çevresinde oldukça basık elips biçiminde bir yörüngede dolandığı ortaya çıkarılmıştır. Göktaşlarının kuyrukluyıldız kalıntısı olduğu öne sürülmekteyse de, yörünge bilgileri büyük olasılıkla bunun böyle olmadığını göstermektedir. Tarihlendirme incelemeleri ise göktaşlarının çoğunun gezegenlerin oluşması sırasında ya da bundan kısa bir süre sonra katılaştığını ve ancak çok sonraki dönemlerde daha büyük bir cisimden koparak ayrıldıklarını göstermektedir. Buna göre önce toz parçacıklarından milimetre boyutunda (çoğunlukla silikat) kütleler oluşarak soğumuştur. Katılaşan bu maddeler ile metal ve oksit parçacıkları karbonlu maddeler birleşerek orta büyüklükte, yarıçapı 100-250 km arasında değişen küçük gezegenler oluşmuştur. Kısa yaşamlı radyoaktif çekirdeklerin bozunmasından açığa çıkan ısı küçük gezegenin merkez bölümünü eritmiş, daha dış bölümlerini de ısıtmıştır. Demir, nikel gibi yüksek yoğunluklu maddeler kütleçekiminin etkisiyle merkeze doğru akmış ve yavaş soğuma sonucunda buralarda toplanmıştır. 100 milyon yıl kadar süren bu süreç 4,5 milyar yıl önce tamamlanmıştır. Daha sonra küçük gezegenler çarpışarak parçalanmış ve parçaların bir bölümü Yer’e yakın yörüngelere dağılmıştır. Böylece parçalanan cismin merkezi demirli göktaşlarını, dış bölümleri taşsı göktaşlarını ve ara katmanlar da taşsı demirli göktaşlarını oluşturmuştur.

Bazı elementlerin (örn. oksijen, magnezyum ve gümüş) izotopları bakımından son derece zengin olan göktaşları, Güneş sisteminin oluşumundan önceki çekirdek bireşimi (nükleosentez) süreçlerine ilişkin önemli bilgiler taşır. Ayrıca Yer’in yaşma ve izotop yapısına ilişkin araştırmalarda da bu tür göktaşlarından yararlanılır.

kaynak: Ana Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
21 Kasım 2016       Mesaj #9
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Göktaşı krateri

Ad:  m3.JPG
Gösterim: 2718
Boyut:  36.9 KB

Göktaşı çarpması sonucunda gezegenlerin yüzeyinde oluşan çöküntü. “Ranger”, “Orbiter”, “Surveyor” ve “Apollo” uzay araçlarıyla elde edilen veriler, Ay’ın yüzeyinde, çapı 1 m’den daha büyük yaklaşık 3 trilyon kraterin bulunduğunu ortaya koymuştur. İnsansız uzay araçlarıyla sürdürülen gözlemler sonucunda da Ay kraterleri büyüklüklerine, morfolojik yapılarına ve oluşum biçimlerine göre sınıflandırılmıştır. Buna göre Ay yüzeyindeki kraterler temel olarak birincil ve ikincil çarpma kraterleri, volkanik kalderalar, maarlar, zirve kraterleri ve çökme kraterleri biçiminde gruplandırılır.

Çeşitli insansız uzay araçlarıyla gerçekleştirilen araştırmalar sonucunda Mars’ın yüzeyinde de dairesel yapıların ve çöküntülerin bulunduğu belirlenmiş ve böylece krater oluşumunun, Yer’e benzer tüm gezegenimsi cisimler için evrensel bir doğal süreç olabileceği düşüncesi geliştirilmiştir. Bugün Güneş sisteminde yer alan ya da evrenin öteki bölümlerinde bulunan korunmasız gezegenlere sık sık göktaşlarının çarpıyor olması akla yakın bir olasılık olarak kabul edilmektedir. Genel olarak gezegenlerin birim yüzey alanlarına düşen krater sayısı ile gezegen atmosferinin yapısı ve yoğunluğu, gezegen yüzeyinin aşınmaya (erozyon) karşı direnci ve gezegenin civarında bulunan ve yüzeye sürekli düşen parçacık akışı arasında yakın bir bağıntının bulunduğu düşünülmektedir.

Yer’e benzer (katı kayaç) gezegenlerin oluşumu için ortaya atılan varsayımların çoğu, oluşumun belirli bir evresinde boyutlan toz parçacığı büyüklüğü ile birkaç kilometre arasında değişen küresel ve kırıntılı cisimlerin bir kümeleşme ve birleşme sürecinden geçtiğini öngörür. Bu nedenle, bu oluşum evresinde şok dalgalarının oluşmasına yol açan yüksek enerjili çarpışmaların gerçekleşmiş olabileceği düşünülebilir. Çoğu göktaşının üzerinde bu türden şok izlerine rastlanmaktadır; bunların önemlice bir bölümü ana cismin parçalanması ya da Yer’e çarpma sırasında oluşmuştur. Ama bazılarının da önceki kümeleşme ve birleşme sürecine ait olduğu anlaşılmaktadır. Krater oluşumuna yol açan büyük çarpışmaların temel olarak gezegenin son boyutlarına ulaştığı zaman mı, yoksa ilkel gezegen (protoplanet) aşamasında sürekli bir süreç olarak mı gerçekleştiği henüz belirlenememiştir. Ay’ın kraterli kesimlerindeki kabuk kayaçları üzerinde yapılacak radyometrik tarihlendirme çalışmalarıyla, bu sorunun daha iyi anlaşılacağı tahmin edilmektedir.

Yer yüzeyindeki çarpma kraterlerinin sayısı Ay’dakilerden daha azdır. Yer atmosferindeki sürtünme uzaydan gelen küçük cisimlerin hemen hepsini buharlaştırmaktadır. Bu nedenle de Yer’de oluşan herhangi bir kraterin boyutu, Yer’in atmosferine giren göktaşlarının ortalama büyüklüğünden daha fazladır. Kıtalardaki çarpma kraterlerinin dağılımına ve yoğunluğuna bakıldığında, son 1 milyar yıl içinde atmosferden geçerek Yer’e çarpan ve büyük krater oluşturan göktaşı sayısının tahmin edilenden daha az olduğu görülmektedir. Ama bunun nedeni, soğuma sonrasında hidrosferin ve atmosferin yer kabuğu üzerindeki aşındırma etkisi ve okyanusların oluşumu sonucunda, boyutları 10 m ile 1-2 km arasında değişen kraterlerin izlerinin büyük ölçüde silinmiş olmasıdır.

1955’ten sonra, çarpma sonucunda oluştuğu kesin olarak kabul edilen göktaşı kraterlerinin sayısı 20’den 27’ye yükseldi. Belirlenmiş göktaşı krateri sayısındaki bu ani artışın başlıca nedenleri, Yunancada “yıldız yarası” anlamına gelen astroblem kavramının ortaya atılması, daha yoğun araştırmaların yapılması ve çarpma yapılarının tanınmasında yeni kraterlerin geliştirilmesidir.

Astroblem kavramı, göktaşı kraterlerinin incelenmesinde nelere dikkat edilmesi gerektiği konusunda önemli bir aşama oluşturdu. Astroblemler, göktaşı kraterlerinin yalnızca aşınmaya dayanmış kalıntılarıdır. Daha eski yapıların belirgin krater ağzı bölümleri aşınarak tümüyle tanınmayacak duruma gelmiş olabilir, ama yine de bir oranda dairesel görünümlerini korurlar; ayrıca bu yapılar belirgin iç biçim değişikliği özelliklerine sahiptir ve çarpma sırasında ufalanan anakayanın kalıntılarını (breş) içerebilirler. Bu nedenle geniş anlamıyla göktaşı kraterleri, yüzeyde ya da yüzeye yakın kesimlerde yer alan ve bir şok darbesinin izlerini taşıyan, biçim değişikliği ve kaya ya da toprak parçalanması sonucunda ortaya çıkan görünümü genel olarak dairesel olan ve çapının derinliğine oranı 3:1 ya da daha fazla olduğunda yayvan bir görünüm kazanan yapılar olarak tanımlanabilir.

Ad:  m1.JPG
Gösterim: 2658
Boyut:  19.5 KB
Ad:  m2.JPG
Gösterim: 2696
Boyut:  29.3 KB

Göktaşı kraterlerinin oluşumu.


1957’den sonra göktaşı kraterlerinin oluşum süreçlerinin incelenmesine yönelik olarak gerçekleştirilen kuramsal ve deneysel çalışmalarla da önemli sonuçlara ulaşıldı. Bu amaca yönelik olarak kimyasal ve nükleer patlamaların zemin üzerindeki etkisi incelenmiş, ayrıca laboratuvarlarda ateşli silahlarla mermi çarpma deneyleri yapılmıştır. Öte yandan bilgisayarlardan yararlanılarak krater oluşumuna ilişkin çeşitli fiziksel modeller geliştirilmiştir. Kay açlar ve mineraller şok etkisinde bırakılarak bunların yapısındaki değişiklikler gözlemlenmiş, bu bulgular göktaşı kraterlerinden elde edilen kayaç ve mineral örnekleriyle karşılaştırılmıştır. Bütün bu araştırmalardan elde edilen bulgulardan kalkarak, göktaşı krateri oluşumunun belirli aşamalardan geçtiği sonucuna ulaşılmıştır.
Buna göre, göktaşı Yer yüzeyine çarptığı anda, yüzey kayaçlarında ve göktaşında şok dalgaları oluşur.

Zeminde oluşan şok cephesi göktaşının önünde ilerler ve bir çukurun oluşmasına yol açar. Cephenin gerisindeki kayaçlar sıkışır ve çukurun çevresine radyal biçimde yayılır. Kayaçlarm belirli bölümleri buharlaşır, erir, kırılır, parçalanır ya da çatlar; bu nedenle kayaçların yapısı saçılmış ve birbirine karışmış bir özellik kazanır. Göktaşında oluşan şok dalgaları ise göktaşının zemine değdiği kesimden içeri doğru yayılarak göktaşını sıkıştırır; bu dalgalar cismin arka ve yan kesimlerine doğru azalır ve buradan geri yansır. Böylece göktaşının belirli bölümleri buharlaşırken, öteki bölümleri erir ya da aşırı derecede ısınır, bunun sonucunda da parçalanır. Göktaşının belirli bölümleri, dışarı doğru yayılan kayaç kütlesiyle kaynaşır, ama büyük bölümü parçalar halinde çevreye yayılır.

Şok dalgaları çevreye yayıldıkça şiddetini yitirir. Sıkışma sonucu oluşan tahribatın oranı, çarpma noktasından çevreye doğru giderek azalır. Asıl tahribat çarpma bölgesinde oluşur, buna karşılık kayaç kütlesinin bütününde herhangi bir kalıcı biçim değişikliği görülmez.

Kraterin oluşumu için seyrelme dalgalarına gereksinim vardır. Bunlar, ilerleyen sıkışma dalgalarının serbest yüzeylere (Yerhava arakesiti) ya da yataklaşma yüzeyleri, çatlaklar gibi süreksizliklere ve değişik fiziksel özelliklere sahip kayaçlara rastlaması sonucunda oluşur. Seyrelmeler kayaç ortamda gerginlik yaratarak çeşitli birimlerde çatlamalara, kopmalara yol açar. Bu kırılan parçalar zaten hareket durumunda olduklarından momentumlarmı koruyarak kraterin dışına fırlarlar. Bu parçaların çoğu kraterden dar açılarla fırlar ve kraterin çevresindeki çökelleri oluşturur. Daha geniş açılarla fırlayanlar ise gene çukura düşerek krater breşlerini oluşturur. Ama bazıları da aşağıya doğru taşınarak krater tabanında moloz çökelleri olarak toplanır.

Krater zemininin altındaki ya da çeperlerinin dış bölümündeki kayaçlar kıvrılabilir, kırılabilir ya da girintili çıkıntılı bir yapı kazanabilir. Özellikle kraterin ağız bölümünün çevresindeki katmanlı yapılar kıvrılarak son derece karmaşık örtüler durumuna gelebilir.

İlk sıkışma aşamasında şok cephesinin gerisindeki malzemeler, dinamik sıkışma dayanımlarının çok ötesindeki bir basıncın etkisi altında kalır. Bu koşullar altındaki kayaçlar akışkan özelliği (hidrodinamik hal) gösterir. İlk seyrelmeler göktaşı ile zeminin arakesitinde, daha sonra da göktaşında oluşur. Sıkışmanın azalmasıyla akışkan haline gelen malzeme, kızgın bir jet biçiminde fışkırır ve camsı takilitleri oluşturur. Küresel şok dalgası dışa doğru yayıldıkça, cephenin arkasındaki sıkışmış malzeme ile göktaşı birleşerek çevreye saçılır. Çarpma hattının altındaki parçacıklar öncelikle aşağıya doğru yol alır. Yukarıya doğru çıkıldıkça parçacıklar bu doğrultudan sapmaya başlar. Kraterin aşağıya ve yana doğru büyümesi ile dışarıya parçacık fırlaması eşzamanlı bir süreç olarak gelişir. Gerilim, malzemelerin dayanımının altına düştüğünde ya da momentum, parçaları daha ileri taşıyamayacak duruma geldiğinde krater oluşumu sona erer.

kaynak: Ana Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 16 Aralık 2016 18:00
SİLENTİUM EST AURUM
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
16 Aralık 2016       Mesaj #10
Avatarı yok
Yasaklı

Dünya'yı Tehdit Eden Gök Taşları için Çözüm!


Bilim insanları gelecekte asteroid ve kuyruklu yıldızların Dünya'ya çarpabileceği uyarısında bulunarak bunun için hazırlık yapılması çağrısında bulundu. San Francisco'da düzenlenen toplantıda uzmanlar Dünya'yı tehdit eden gök taşlarının vurulması için nükleer silahlarla donanmış bir uzay aracı geliştirilmesini önerdi. Uzayda halihazırda 15 bin gök taşı Dünya'dan takip ediliyor. Ancak henüz keşfedilmemiş çok daha fazla gök taşı olduğu tahmin ediliyor.
Ad:  _92966451_gettyimages-174515023.jpg
Gösterim: 2812
Boyut:  20.8 KB

Konferansta konuşan uzmanlar gök taşlarının Dünya'ya çarpmasının büyük bir felaketle sonuçlanabileceğine dikkat çekerek, şimdiden hazırlık yapılması gerektiğine işaret etti. Asteroidlerin Dünya'ya çarpma riskini bertaraf etmeye yönelik çabaların uluslararası işbirliğiyle yürütülmesi gerektiği vurgulandı. Nex Mexico'daki Ulusal Los Alamos Laboratuvarı'nda görevli uzmanlardan Cathy Plesko, bir asteroidin okyanuslara düşmesi halinde kilometrelerce yüksekliğe varan dev dalgalar oluşacağını ve bunun kıyı kentlerinde büyük bir yıkıma yol açacağını belirtti.

Kaynak: BBC / Amerikan Jeofizik Derneği (14 Aralık 2016)

Benzer Konular

12 Aralık 2018 / Misafir Uzay Bilimleri
15 Ağustos 2018 / nötrino Uzay Bilimleri
12 Kasım 2016 / ThinkerBeLL Uzay Bilimleri
15 Ocak 2017 / nötrino Uzay Bilimleri