Arama

Balıklar Hakkında Genel Bilgi

Güncelleme: 9 Ekim 2017 Gösterim: 76.019 Cevap: 10
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
5 Mayıs 2007       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın

BALIK


tatlı ve tuzlu suda yaşayan, evrimleşme çizgileri farklı, soğukkanlı omurgalıların genel adı.
Sponsorlu Bağlantılar

Bu terim, bir sınıflandırmadan çok bir yaşam biçimini tanımlar. Bugün yaşayan balıklar genellikle üç sınıf altında toplanır. Bu sınıflar, havayla soluyan hayvanların dört sınıfı olan amfibyumlar, sürüngenler, kuşlar ve memeliler kadar birbirinden farklıdır.

GENEL ÖZELLİKLER


Yaklaşık 450 milyon yıllık bir geçmişi olan balıklar, bu süre boyunca, hemen her çeşit su ortamına uyum sağlayacak biçimde gelişmiştir. Kara ortamına geçiş sürecinde büyük bir değişime uğrayarak dört ayaklı kara omurgalılarına dönüştüklerinden, aslında kara omurgalılarının ilk ataları da bu su canlılarıdır. Balık dendiğinde genellikle, yüzgeçleri olan, solungaçlarıyla solunum yapan, gövdesi kaygan ve suda hareket etmeye elverişli bir su hayvanı akla gelir. Ne var ki, bu tanıma uymayan balıkların sayısı, uyanların sayısından çok daha fazladır. Bazılarının gövdesi uzunlamasına gelişmiş, bazılarınınki kısa kalmış, özellikle dipte yaşayanlarda yassılaşmış, birçoğunda da yanlardan basılmıştır. Bazılarının yüzgeçleri olağanüstü gelişirken, bir bölümününki ya çok basitleşmiş ya da yok olmuştur. Ağızlarının, gözlerinin, burun deliklerinin ve solungaçlarının konumu da türden türe büyük bir değişiklik gösterir.
Ad:  balık2.JPG
Gösterim: 3129
Boyut:  52.4 KB
Bazı balıklarda, yaşadıkları ortamın koşullarıyla yakından ilişkili olduğu bilinmekle birlikte, gene de nedeni ve işlevi tam olarak açıklanamayacak kadar değişik vücut biçimlerine ve renklere rastlanır. Birçok balıkta görülen canlı ve parlak renkleri, öbür hayvanlar arasında bulmak güçtür. Bazen balığın deri ve pul yapısı, dokularındaki renk verici maddelerin etkisini öylesine artırır ki, balık neredeyse alevlenmiş gibi görünür. Birbirleriyle akraba olmayan birçok balığın da ışık üreten organları vardır. Ayrıca çoğu, ya gizlenmek ya da dikkati çekmek için, renk hücrelerini (kromotofor) büzüp genişleterek istediği anda renk değiştirebilir.

Erişkin balıkların boyu, 10 mm’nin altından başlayarak 20 m’nin üstüne, ağırlıkları da 1,5 gr dolayından 4.000 kg’ye kadar değişir. Bazı balıklar 40°C’lik sıcak su kaynaklarında ya da çok sığ sularda, bazıları ise 0° C’nin birkaç derece altındaki Kuzey Kutbu denizlerinde ya da okyanusların 10.000 m’yi aşan derinliklerinde yaşar. Böylesine aşırı uçlardaki yaşam koşullarına uyarlanmış olmanın yapısal ve fizyolojik nedenleri bilimsel araştırmaların temel odaklarından biridir. Balıkların yaşam ortamlarındaki en önemli farklılıklardan biri, suyun tuzluluk derecesidir. Ancak, yalnız tuzlu deniz suyunda ya da yalnız tatlı sularda yaşayan balıkların yanı sıra, örneğin som balığı gibi bu ortamların birinden öbürüne göç eden balıklar da vardır.

Yaşam çevrimi


Balıkların büyük bir bölümünde yumurtaların çatlaması için birkaç günle birkaç hafta arasında ya da biraz daha uzun bir süre gerekir. Yumurtadan yeni çıkan, yeterince gelişmemiş yavrulara, yüzgeç, iskelet gibi vücut yapıları ve bazı organları tam anlamıyla oluşuncaya değin larva adı verilir. Larvalık süresi genellikle birkaç haftadan daha az olmakla birlikte, bazı türlerde çok fazla uzayabilir; örneğin Petromyzonidae familyasından taşemenlerin larvadan erişkinliğe geçişi en az beş yıl sürer. Larvalar, cinsel olgunluğa ulaşıp kendilerini savunabilecek duruma gelinceye değin, asıl yaşama ortamlarının dışında, genellikle erişkinlerin bulunmadığı yerlerde yaşamak zorundadır. Örneğin, tropik denizlerdeki bazı kıyı balıklarının larvaları, genellikle sığ suları yeğleyen pek çok larvadan farklı olarak açık denizde yaşamayı seçer. Erişkin duruma gelen bir balığın ömrü de, yapısal yaşlanma hızı, saldırıya uğrama olasılığı ve yöresel iklim koşulları gibi pek çok etkene bağlıdır. Küçük balıkların yaşam süresi genelde 1-3 yıl arasında değişirken, büyük türler arasında 10-20 yıl, hatta daha uzun yaşayanlarına rastlanır.

Davranış biçimleri


Balıkların davranış biçimleri, türler arasında inanılmayacak kadar çeşitlilik gösteren, çok karmaşık bir konudur: Merkez sinir sistemi olan hemen hemen tüm hayvanlarda olduğu gibi, her balığın çevreden gelen herhangi bir uyarıya verdiği tepki, sinir sisteminin kalıtsal özelliklerine, geçmiş deneyimlerine ve dürtülerinin niteliğine bağlıdır. Balıklar, çevrelerindeki dünyayı, görme, koklama, işitme, dokunma ve tatma gibi beş temel duyunun yanı sıra yanal çizgileriyle de algılarlar. Bir elektrik alanı yaratan bazı balıklarda, nesnelerin yerini elektrik dalgalarıyla belirlemeye yarayan bu özellik, çevrelerini algılamalarına yardımcı olur.

Yüzme ve yer değiştirme


Balıkların vücut yapısı, genel olarak yüzmeye uyarlanmıştır. Daha ayrıntıda, bu yapımn, yüzeye yakın ya da dipte yüzmeye elverecek biçimde özelleştiği görülür. Örneğin yüzey sularında yüzen balıkların vücudu, böceklerin ya da küçük balıkların üstüne hızla atlamalarını ve su üstüne fırlayarak saldırganlardan kurtulmalarını sağlayacak biçimde ince-uzundur. Bunun en iyi örneklerinden biri zarganalardır. Uçanbalıklar, kanat gibi büyümüş göğüs ve karın yüzgeçlerini kullanarak, suyun üstünde yüzlerce metre yol alabilir. Güney Amerika’nın uçan tatlı su balıkları da, zıplayarak ve göğüs yüzgeçlerini kanat gibi çırparak suyun dışına çıkıp düşmanlarından kurtulurlar. En çok bilinen balık türlerinin büyük bir bölümü orta sığlıktaki sularda yaşar. Bu balıkların yapısal özellikleri ve yaşama alışkanlıkları, bulundukları ortama göre değişir.

Örneğin füze biçimindeki güçlü orkinoslar, özellikle av peşindeyken hızlı birer yüzücüdür. Alabalıklar da, akarsu ve ırmakların sert akıntılarıyla başa çıkabilmek için hızlı yüzmeye uyum sağlamıştır. Buna karşılık, dip balıkları genellikle yavaş yüzer; ama yüzme biçimleri türden türe değişir. Örneğin, hepsi birer dip balığı olan vatozlar ve dilbalıkları geniş göğüs yüzgeçlerini ya da vücutlarını dalgalandırarak yavaş yavaş ilerlerken, kayabalıkları dipte sıçrayarak ve kısa aralıklarla dinlenerek yol alır. Bazı yayınbalıkları, yılanbalıkları ve tırmananbalıklardan Anabas testudineus, besini daha bol olan sular bulabilmek için ıslak toprağın üstüne çıkabilir ve vücudunu kıvırarak ya da göğüs yüzgeçlerini kullanarak “yürüyebilir”. Mığrı, müren ve kayabalığı gibi birçok balık, kayaların yarıklarında ya da çamurlar arasındaki oyuklarda yaşar ve yuvasından uzaklaşma cesaretini kolay kolay gösteremez. Güçlü dalgaların yaladığı kayalık kıyılarda yaşayan bazı balıkların gövdesinde de, dalgalarla sürüklenmemek için kayaya tutunmalarını sağlayan çok kuvvetli, emici diskler gelişmiştir.

Üreme


Balıklarda çok değişik üreme biçimleri görülmekle birlikte, en yaygın olanı dişinin suya bıraktığı sayısız, küçük yumurtanın vücut dışında döllenmesine dayanır. Açık denizlerdeki yüzey balıklarının yumurtaları genellikle, suya asılıymış gibi durur; kıyı ve tatlı su balıklan ise yumurtalarını deniz dibine ya da bitkilerin arasına bırakır; hatta bazı türler bir salgıyla yumurtalarını kayalara ya da bitkilere yapıştırır. Bunca önlemin nedeni, suda yaşayan pek çok hayvanın göz diktiği balık yumurtalan için yaşama şansının çok az olmasıdır.

Gerçekten de çoğu kez yüzlerce, binlerce, hatta bazen milyonlarca yumurtadan yalnızca birkaçı yem olmaktan kurtulup olgunluk çağma ulaşabilir. Yumurtaları dölleyecek olan spermalar erkeklerin gövde boşluğundaki iki (bazen bir) erbezi içinde üretilerek, süt kıvamındaki ve rengindeki bir sıvıyla suya boşaltılır. Kemiklibalıklarda, erimezlerinin her birinden çıkan bir sperma kanalı, anüsün arkasındaki ürogenital deliğe, köpekbalıklarında ve vatozlarda ise dışkılığa açılır. Ayrıca bazı balıklarda, örneğin köpekbalıkları ile vatozlarda, erkeğin spermalarını dişinin yumurta kanalına boşaltmasını (iç döllenme) sağlayan bir tür çiftleşme organı vardır. Dış döllenmede, dişilerin yumurtalıklarında üretilen yumurtalar, kanallar aracılığıyla suya boşaltılır ve erkeğin çevreye saçtığı spermalarla döllenir. Bazı balıklarda yumurtalar içte döllenir, ama daha açılmadan dışarıya atılır. Kemikli balıkların bazı türlerinde ve köpekbalıklarında, yumurtalar dişinin içinde açılır ve yavrular canlı olarak doğar. Bu tür balıklarda yavrular ya yumurtadan çıkar çıkmaz dişiden ayrılır (ovovivipar) ya da dişinin yumurtalık dokularında beslenir (vivipar).

Bazı balıklar erseliktir; aynı birey, genellikle yaşamının değişik aşamalarında hem sperma, hem yumurta üretebilir. Yayınba- lıklarınm ve bazı akvaryum balıklarının (sihlidler) yumurtaları gelişme evresini dişinin ağzında geçirir. Sombalığı gibi bazı türler de, yumurtalarını dökmek için okyanustan ayrılıp, bir zamanlar kendilerinin yumurta halinde bırakıldıkları büyük ırmakların yukarı çığırlarına doğru uzun bir göç yolunu izlerler. Bazı balıklar dipteki kumları oyarak yuva hazırlar; bazıları (örn. dikenceler), böbreklerinden salgılanan iplik biçimindeki yapışkan bir maddeyle bitki parçalarını yapıştırarak yuva kurar; guramiler, su yüzeyine üfledikleri hava kabarcıklarını bal- gamsı bir maddeyle sararak, yumurtalarını bu kümenin içine bırakır.

ANATOMİ VE FİZYOLOJİ


Vücut yapısı


Balık vücudunun temel yapısı ve işlevi bütün öbür omurgalılannkine benzer. Kara omurgalılarının vücudunu oluşturan dört temel doku balıklarda da vardır: Dış yüzeyleri kaplayan epitel doku, bağ ve destek doku (kemik, kıkırdak ve lifsi dokularla türevleri, örn. kan), sinir dokusu ve kas dokusu. Tipik balık vücudu, yüzmeye uyarlanmış aerodinamik profilli ve iğ biçimindedir; baş, gövde ve kuyruk bölümlerinden oluşur. Yaşamsal önemdeki organları içeren gövde boşluğu genellikle vücudun ön alt yanındadır. Bu boşluğun arka ucunda, anüs yüzgecinin tabanının hemen önünde, dışkıların boşaltıldığı anüs deliği bulunur. Omurilik ve omurga, kafa iskeletinin arka bölümünden başlayıp sırt, gövde boşluğu ve kuyruk bölgesinden geçerek kuyruk yüzgecinin tabanında sonlanır.
Ad:  balık1.JPG
Gösterim: 1673
Boyut:  48.5 KB

İskelet


iskelet, balığın hareket sisteminin bir parçası olduğu kadar, yaşamsal organları korumaya da yarar. Eksenel iskelet omurga ve uzantılarından oluşur. Yüzgeç destekleri, kemik dokusundan ya da epitel dokudan türemiştir. Köpekbalıkları ile vatozların iç iskeleti kıkırdaktandır. Birçok fosil grubunun ve bugün yaşayan bazı ilkel balıkların iç iskeleti, büyük ölçüde kıkırdaktan oluşmakla birlikte, yer yer kemiklere de rastlanır (örn. köpekbalıkları). İlk omurgalılarda, omurganın yerinde, çok sağlam, lifsi yapıda bir kılıfla sarılmış, özelleşmiş hücrelerden oluşan ve omurga taslağı olarak kabul edilen bir sırtipi (notokord) bulunuyordu. Bugünkü balıkların evrimi sırasında, sırtipinin yerini bir ölçüde kıkırdak, daha sonra da kemikleşmiş kıkırdak almıştır. Kemiklibalıklarda ise, sırtipinin yerini alan makara biçiminde omurlar bulunur. Kafa iskeleti, kemiklibalıklarm solungaç kemerleri ve çeneleriyle birlikte bütünüyle ya da en azından bir ölçüde kemikleşmiştir. Köpekbalıklarının ve vatozların kafa iskeleti kıkırdaklıdır. Kıkırdağın yerini, kimilerinde yer yer kalsiyum katmanları alırsa da hiçbir zaman gerçek kemik oluşumu görülmez.

Yüzgeçler


Yüzgeçler tek ve çift olmak üzere iki gruptur. Tek yüzgeçler vücudun orta çizgisi boyunca yer alır ve sırttakine sırt yüzgeci, gövdenin bitimindekine kuyruk yüzgeci, karında anüsün gerisinde kine de anüs yüzgeci (ya da anal yüzgeç) denir. Göğüs ve karın yüzgeçleri ise çift yüzgeçlerdir. Ancak, sırt yüzgeci bazen iki, hatta ender olarak üç parçalı da olabilir. Kemikli- balıklardan çoğunun sırtında, kuyruk tabanına yakın bir yerde, yağ dokusundan oluşmuş küçük bir yüzgeç (yağ yüzgeci) daha bulunur. Bazı balık türlerindeyse (örn. palamut) sırt yüzgeci ile kuyruk yüzgeci, altta da son yüzgeç ile kuyruk yüzgeci arasında yüzgeçsi çıkıntılar (yüzgeççik) bulunur.

Deri ve pullar


Birçok işlevi üstlenen deri, iç ve dış ortam arasındaki sıvı geçişme dengesinin korunmasına yardımcı olur, vücudu destekler ve dış etkenlerden korur, renklenmeyi sağlar, duyu hücreleriyle çevrenin algılanmasına ve bazen solunuma yardımcı olur. Bir deri türevi olan pullar, balıkların evriminde önemli bir rol oynamıştır. İlkel balıklarda genellikle kaim kemikli levhalar ya da kemik, keratin ve benzeri maddelerden oluşmuş katmanlar halinde kalın pullar bulunur. Bugünün kemikli balıklarında, kemikleşmiş pullar vücudun dış yüzeyini koruma görevini sürdürdüğü gibi vücudun çok yönlü hareketine de olanak sağlar. Başlangıçtaki ve bugünkü köpekbalıklarında mineye benzer bir dış katmandan, dentinli bir iç katmandan ve sinirlerle kan damarlarını içeren bir öz boşluğundan oluşan, dişe benzer yapıda ve tabak biçiminde pullar bulunur.

İlkel kemikli balıkların ya ganoyit ya da kozmoyit tipinde kalın pulları vardı. Kozmoyit pullar, sert, minemsi bir dış katman ile bir dentin çeşidi olan kozmin yapısındaki iç katmandan oluşur. Ganoyit pulların bunlardan tek farkı, dış katmanı oluşturan ganoyinin kimyasal yapısının değişik olmasıdır. Gelişmiş balıkların yarısaydam, ince ve kemiksi pullarının serbest kenarları ya düzgün biçimde yuvarlak (sikloyit) ya da taraklıdır (ktenoyit). Bu pulların her iki tipinde de minemsi katman ve dentin bulunmaz.

Son düzenleyen Safi; 1 Ağustos 2017 19:28
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Eylül 2008       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Kas sistemi


Balıklardan çoğunun vücudu büyük ölçüde kaslardan oluşur; bunların büyük bir bölümü gövde kasları, daha az bir bölümü de yüzgeç kaslarıdır. Genellikle en güçlü yüzgeç olan kuyruk yüzgeci, doğrudan çalışan kasların en büyük bölümünü içerir. Gerçekten de bu yüzgecin kasları, temel gövde kaslarının yapısal ve işlevsel devamı gibidir. Gövde kasları dilimler halinde düzenlenmiştir; her biri bitişiğindeki omura ve omurga uzantılarına bağlı olan bu dilimlerin büzülmesi, vücutta kafadan kuyruğa kadar uzanan dalgalanma hareketine ve kuyruğun itici vuruşlarına yol açar.
Sponsorlu Bağlantılar

Sindirim sistemi


Balıkların sindirim sistemi ağızda başlar. Ağzın biçimi ve diş yapısı da yenilen besinin cinsine ve beslenme alışkanlığına göre büyük farklılıklar gösterir. Balıklardan çoğunun temel besini küçük omurgasız hayvanlar ve başka balıklardır. Bazı balıklarda çenelerin, bazılarında ağzın tavan kemiklerinin (damak dişleri), bazılarında da yemek borusunun hemen önündeki özel solungaç yaylarının üstünde koni biçiminde basit dişler (yutak dişleri) bulunur. Yırtıcı balıkların çoğu, avlarını parçalamadan yutar; bu balıklarda dişlerin işlevi avın tutulmasına ve yutulmak üzere yemek borusuna doğru yöneltilmesine yardımcı olmaktır. Köpekbalıkları ve piranha gibi balıklarda, avını ısırıp parça koparmak için kesicidişler bulunur.

Bazı yaymbalıklarının çenelerinin üstünde küçük, fırçaya benzer birkaç dizi diş bulunur; balık, kayaların üstündeki bitkileri ve küçük hayvanları bu dişleriyle kazıyıp alır. Bazı balıkların, örneğin golyanlarm, hiç çene dişleri yoktur, ama solungaç yaylarının üstüne dizilmiş çok güçlü yutak dişleri vardır. Balıkların çoğunda, ağızdaki besin parçacıklarının solungaç bölümüne kaçmasını engellemeye yarayan kısa solungaç tarakları bulunur. Besin gırtlağa ulaşınca, kısa ve genellikle genişleyebilen bir yemek borusuna girer; bu boru, mideye kadar uzanan, çeperleri kaslarla örülmüş basit bir geçittir. Midenin yapısı da alınan besinin türüne ve miktarına bağlı olarak değişirse de, yırtıcı balıkların çoğunda, çeperlerinde kas ve salgı katmanları bulunan, düz ya da kıvrımlı basit bir boru ya da torba biçimindedir.

Sindirim kanalının mide ile bağırsak arasındaki kesimine, karaciğer ve pankreastan kanallar açılır. Karaciğer büyük, çok belirgin bir organdır. Pankreas, karaciğerin içine gömülmüş, bu organın içinde yayılmış ya da bağırsağın bir bölümü boyunca küçük parçalara ayrılmış olabilir. Mide ile bağırsak arasındaki birleşme noktası, bir büzgen kasla belirlenir. Uzunluğu türden türe büyük ölçüde değişen bağırsak, yırtıcı balıklarda kısa, otçul balıklarda uzun, örneğin Güney Amerika yayınbalık- larmın bazı türlerinde kangal biçimindedir.

Solunum sistemi


Balıkların çoğunda, suda çözünmüş oksijen ve karbon dioksit alışverişini sağlayan bir solungaç solunumu vardır. Ağız boşluğunun gerisinde ve yanlarda bulunan, içlerinden bol kan damarı geçtiği için kırmızı renkte olan solungaçlar, solungaç yaylan (ya da kemerleri) ile bu yaylara bağlı solungaç ipliklerinden oluşur. Sürekli olarak ağızdan içeriye alman su, solungaç yaylarının üstünden arkaya doğru geçer. Solungaç ipliklerinin içindeki kılcal damarlar, sudaki çözünmüş oksijeni alıp, vücuttaki karbon dioksiti suya bırakır. Solungaçlar, kemiklibalıklarda ve öbür balıkların çoğunda bir solungaç kapağıyla (operculum), köpekbalıklarında, vatozlarda ve fosil balıkların bazılarında ise aşağı sarkan deri kanatlarıyla korunur.
Ad:  balık3.JPG
Gösterim: 1149
Boyut:  72.7 KB
Bu solunum organı, geçişme basıncının düzenlenmesinde de rol oynar. Gelişmiş balıkların çoğunda, gövde boşluğunun içinde, böbreğin hemen altında ve mide ile bağırsağın yukarısında, gaz ya da yüzme kesesi denen ve gemilerdeki safrayla aynı işlevi gören hidrostatik bir organ bulunur. Birbirleriyle akraba olmayan bazı balık türlerinde bu kese, bir akciğere ya da en azından yardımcı bir solunum organına dönüşecek biçimde gelişmiştir. Hidrostatik yüzme kesesi olan balıklar, kese içindeki gaz miktarını ayarlayarak, istedikleri derinliğe inip çıkabilirler. Bazı derin deniz balıklarında, bu kesenin içinde gazdan çok yağ bulunabilir.

Dolaşım sistemi


Besin, su ve oksijenin, metabolizma süreçlerinin yıkım ürünü olan karbon dioksit ile öbür artık maddelerin ve çeşitli bezlerce salgılanan hormonların dokulara taşınması kan aracılığıyla olur. Kanın vücuttaki dolaşımını, kaslı bir yapı olan kalp yüklenmiştir. Vücudun her yerinde hemen hemen aynı olması gereken madde yoğunluğu ve ısının belli bir düzeyde tutulması da dolaşım sisteminin görevidir. Balıkların dolaşım sisteminde, öbür omurgalılarda da olduğu gibi, kan ve lenf dolaşımı olmak üzere iki ayrı dolaşım söz konusudur.

Kan dolaşımı sisteminin temel öğeleri kalp, oksijen yüklü temiz kanı taşıyan atardamarlar, karbon dioksit yüklü kirli kanı taşıyan toplardamarlar ve dokular arasında madde ve gaz alışverişini sağlayan kılcal damarlardır. Biçimi kabaca S harfine benzeyen kalp, gövde boşluğunun ön bölümündeki kalp boşluğunda bulunur. Tipik bir balığın kalbi, kanın akış yönüne göre hepsi kasılabilen dört bölümden oluşur. Bu odacıkların birbirlerine açıldıkları bölümlerde, kanın geri dönmesini önleyen ve sayısı türlere göre değişen kapakçıklar vardır. Kalbin solungaçlara pompaladığı kirli kan burada temizlendikten sonra, doğrudan doğruya vücut dokularına ve organlara taşınır. Balıkların kan dolaşımının sürüngenler, kuşlar ve memelilerinkinden başlıca farkı, solungaçlarda temizlenen kanın vücuda dağılmadan önce kalbe geri dönmemesidir. İşlevi ve dağılışı açısından toplardamarlara benzeyen lenf sistemi ise, hücreler arasında kapalı bir uçla son bulan lenf kılcal damarları ile bunların birleşmesinden oluşur.

Boşaltım organları


Balıkların ve öbür omurgalıların temel boşaltım organı böbrektir. Balıklarda ayrıca salgıların bir bölümü deri, solungaçlar ve sindirim yoluyla da vücuttan atılır. İç ortamdaki su ve çözünmüş madde (örn. tuz) derişikliğini hep aynı düzeyde tutabilmek, sürekli suda yaşayan balıklar için kara omurgalılarında olduğundan çok daha büyük bir sorundur. Bu nedenle, balıklarda iç ortamın dengesini (homeostazi) korumakta çok büyük katkısı olan böbrek ve tüm boşaltım sistemi özel bir önem taşır. Yaşadıkları su ortamındaki tuz yoğunluğu vücutlarındakinden çok daha yüksek olduğu için, deniz balıklarının çok su kaybetmemesi gerekir.

Bu nedenle, su dengelerini korumak için bol deniz suyu içen tuzlu su balıklarının böbreği, alman suyun büyük bir bölümünü tutarak çok az su, buna karşılık bol tuz atar. Bazı deniz balıklarında solungaçlar ve bağırsaktaki özel hücre gruplan da tuzun atılmasına yardımcı olur. Oysa, tatlı su balıklarının yaşadığı ortamda tuz yoğunluğu gerekenden çok az olduğu için, bu balıklar çok az su içer ve alınan suyun büyük bir bölümünü boşaltırlar. Gerekli tuzun bir bölümü yiyeceklerden, bir bölümü de solungaçlarda ve ağzın içindeki deride bulunan özel hücrelerce sudan emilip alınır.

İç salgı bezleri


Dolaşım sistemine boşaltarak vücut dokularına ilettikleri salgılarıyla merkez sinir sisteminin yanı sıra birçok vücut işlevinin denetiminden ve düzenlenmesinden sorumlu olan iç salgı bezlerinin başlıcaları hipofiz bezi, tiroit bezi, böbreküstü bezleri, pankreas adacıkları, eşey bezleridir (yumurtalıklar ve erbezleri). Bu organlar cinsel etkinliği ve üremeyi, büyümeyi, geçişme basıncını, yağların depolanmasını ve besinlerin kullanımı gibi genel metabolizma olaylannı ve kan basıncını düzenlerler. Bu etkinliklerin çoğu, aynı zamanda merkez sinir sisteminin de denetimi altındadır.

Sinir sistemi ve duyu organları


Tüm omurgalılarda olduğu gibi balıklarda da, vücut etkinliklerinin eşgüdümünden ve bu etkinliklerin çevreden gelen uyarılarla bütünleştirilmesinden sorumlu olan temel mekanizma sinir sistemidir. Bu sistemin birleştirici öğesi de, beyin ve omurilikten oluşan merkez sinir sistemidir. Beyin ve omuriliği çeşitli vücut organlarına bağlayan sinirlerden oluşan çevrel sinir sistemi ise, göz, iç kulak, burun delikleri, tat bezleri gibi duyu organlarından aldığı bilgileri, beyin ve omurilikteki birleştirme merkezlerine iletir. Ayrıca, değişik sinir hücrelerinin aracılığıyla, beynin birleştirme merkezlerinden aldığı kodlanmış bilgileri de organlara ve iskelet- kas sistemine ileterek, söz konusu olan dış ya da iç uyarana en uygun yanıtın verilmesine aracılık eder. Sinir sisteminin başka bir kolu olan otonom (yaşatkan) sistem, salgı bezlerinin ve organların etkinliklerinin düzenlenmesine yardımcı olur.

Koku duyusu, hemen hemen tüm balıklar için büyük önem taşır. Çok küçük gözlü bazı yılanbalıkları, besinin yerini bulabilmek için gözlerinden çok, koku duyularına güvenirler. Koku alma organının iç yüzeyini döşeyen doku, çözünmüş kimyasal maddeleri, örneğin besinlerden yayılan kokuları algılayan özel duyu hücreleriyle kaplıdır ve aldığı duyumları birinci kafatası siniri aracılığıyla beyne iletir. Koku, aynı zamanda bir alarm sistemi işlevini görür. Birçok balık, özellikle tatlı sularda yaşayan golyanlar, kendi türlerinden yaralanmış bir balığın salgıladığı vücut sıvılarını koku organlarıyla algılayarak tehlikeden kaçarlar.

Balıkların çoğunda tat duyusu çok gelişmiştir; yalnız ağız boşluğunda değil, başın ve vücudun bazı bölümlerinde de tat alma organları bulunur. Genellikle görüşü pek keskin olmayan yayınbahklarmm bıyığa benzer uzantıları yardımcı bir tat organıdır. Görme duyusunu tümden yitirmiş olan bazı mağara balıklarında ise vücudun büyük bir bölümü tat organlarıyla kaplıdır.
Balıklarda beslenme, tehlikelerden kaçınma ve üreyerek soyunu sürdürme açısından belki de en önemli organ gözdür. Balıkların gözü temel yapısı ve işleviyle bütün öbür omurgalılarınkine benzerse de, çok değişik yaşam koşullarına uyarlanmış olduğundan değişik özellikler gösterir. Karanlık ve loş ortamlarda yaşayan balıkların gözleri genellikle büyüktür. Ama başka bir duyu (örn. koku duyusu) aşın gelişerek baskın duruma geçerse, gözlerin işlevi azalır. Parlak ışıklı sığ sularda yaşayan balıkların daha küçük, ama çok keskin gözleri vardır. Genellikle balıkların gözünde ışığı kıran küresel bir mercek bulunur. Bu merceği gözyuvarının içinde hareket ettirerek, odak noktasını yakın ve uzak nesnelere göre ayarlayabilirler. Sudaki ışık kırılmasının getirdiği kısıtlamalara ve suyun sık sık bulanmasına karşın, balıklardan çoğunun görüşü çok keskindir. Deneyler, sığ su balıklarının tümünün değilse bile büyük bir bölümünün renkleri algılayabildiğim ve kimi renkleri özellikle ayırt edebildiğini göstermektedir.

Balıklarda, ses algılama ve denge, birbiriyle çok yakın bağlantısı olan iki duyudur. İşitme organları kafa iskeletinin içinde, beynin iki yanında ve gözlerin gerisinde bulunur. Suyun içinde kolayca yayılan ses dalgalan, özellikle düşük frekanslı dalgalar, balıkların baş ve gövde içi sıvıları ile kemiklerine çarparak işitme organlarına iletilir. Örneğin, bir balıkçı kendisine yaklaştığında kaçmaya koşullanmış olan bir alabalık, balıkçıyı görmese bile akarsuyun kıyısında ayak seslerini duyar duymaz kaçacaktır. Balıklarca algılanabilen ses frekanslarının alanı insanlarmkinden çok değişiktir; bu da sesin sudaki yayılma hızından ileri gelir. Birçok balığın, dişlerini birbirine sürterek, yüzme keselerindeki gazlardan yararlanarak ya da daha başka yollarla birtakım sesler çıkarıp birbirleriyle iletişim kurdukları sanılmaktadır.

Bir balığın ya da herhangi bir omurgalının, çevresini algılamak için tek bir duyusuna güvenmesi pek olağan değildir. Örneğin yaymbalığı, bulduğu besini bıyıklarıyla incelerken, tat ve dokunma duyularını da kullanır. Öbür hayvanların çoğunda olduğu gibi, balıkların vücutlarının dış yüzünde de birçok dokunma alıcısı vardır. Ayrıca acı ve ısı alıcı hücrelerin de bulunduğu ve bunların insandakine benzer bilgiler ürettiği sanılmaktadır. Balıklardaki önemli bir duyu sistemi de, bazı amfibyumlar dışında yalnızca balıklara özgü olan yan (ya da yanal) çizgidir. Bu çizgi, gözlerin çevresindeki deri ve kemiklerin içinde, başın üzerinde ve vücudun arka yansında bulunan, zengin bir sinir ağıyla donanmış küçük kanallar dizisinden oluşur. S harfi biçiminde uzanan bu kanallar boyunca yer yer, basınç değişikliklerine duyarlı olduğu sanılan duyu alıcılan vardır. Bu sistem, balığın su akımlannı ve basınç değişikliklerini algılayarak, fiziksel çevredeki değişikliklere uyum sağlamasına yardımcı olur.

EVRİM VE PALEONTOLOJİ


Günümüze değin birçok balık fosili bulunmuş ve tanımlanmıştır. Ancak bunların pek azı, balıkların uzun ve karmaşık evrim sürecine ışık tutarak, eksik halkaların tamamlanmasına yardımcı olmuştur. Bilinen temel olgu, ortama daha iyi uyum sağlayan yeni grupların öncekilerin yerini aldığıdır. Yani balıklar ortama iyice yerleşirken, evrimlerini sürdüren kimi örnekler de başka ortamlara geçebilecek düzeye gelir. Böylece daha gelişmiş balıklar, yeni yaşama çevrelerinde bulunan eski grupların yerini almaya başlar.
Ad:  balık4.JPG
Gösterim: 944
Boyut:  62.9 KB
Bilinen en eski omurgalı fosilleri, Orta Ordovisiyen Dönemden (yaklaşık 450 milyon yıl önce) kalma çenesizbalıklara (Ag- natha sınıfı) ilişkindir. Bu örneklerin sığ deniz kıyılarında mı yaşadığı, yoksa akarsularla denize taşman tatlı su omurgalıları mı olduğu tartışma konusudur. Çenesizbalıkların, küçük ve yumuşak gövdeli, besinlerini ortamdan süzerek alan ve bugünkü batraklarının ataları olduğu sanılan canlılardan türediği düşünülmektedir. Agnatha ve Acanthodii sınıfından omurgalıların daha ilkel fosil örnekleri bulunamamıştır. Ancak, çeneli ve çenesiz omurgalıların Silüriyen Dönemin (430-395 milyon yıl önce) sonlarında yeryüzüne iyice dağıldıkları ve uzun bir gelişme sürecine hazır oldukları kesin olarak biliniyor. Cyclostomata takımı dışında kalan Agnatha sınıfının üyeleri, Devoniyen Dönemde (395-345 milyon yıl önce) kaybolmaya başlayarak yerlerini daha gelişmiş ve saldırgan olan ilk kemiklibalıklara ve Placodermi, Acanthodii, Selachii sınıfının üyelerine bırakmıştır. Cyclostomata takımının sülükbalığı ve taşemen türleri bugün de varlıklarını sürdürmektedir.

İlk Agnatha örneklerinde solungaç boşluğu geniştir; solungaç da solunumdan çok, beslenme organı olarak gelişmiştir. Hayvanın başı kaim bir zırhın koruması altında, kuyruk ise yüzmeyi sağlayacak biçimde serbesttir. Balıkların evriminde, kemik, kıkırdak ve mineye benzer ilk oluşumların ortaya çıkışı büyük önem taşır. Bu maddeler sonradan değişime uğrayarak, balıkların farklı su ortamlarına ve giderek karaya uyum sağlamalarında etkili olmuştur. İç ve dış iskelet, birçok omurgalılarda evrimin anahtarıdır.

Çeneli balıkların en eski örnekleri Acanthodii sınıfında toplanır. Üst Silüriyen Dönemde ortaya çıkan bu omurgalılar Devoniyen Dönemden sonra azalmış, ama Alt Permiyen Dönemde (Permiyen Dönem 280225 milyon yıl önce) değin varlığını sürdürmüştür. Çoğu 75 cm’yi aşmayan boylarıyla küçük balıklar olan Acanthodii1 lerin tatlı sularda yaşayan kimi çenesiz omurgalılardan türedikleri ve omurgasızlarla beslendikleri sanılmaktadır. Bu balıkların dış iskeleti kıkırdaklı ve kemiklibalıklarmki kadar gelişmiş değildir ve belki de bu nedenle soyları tükenmiştir.

Çeneli balıkları içeren Placodermi sınıfı Erken Devoniyen Dönemde (390 milyon yıl önce) ortaya çıkmış ve bu dönemin sonlarında soyu tükenmiştir.

İlk kez günümüzden 375 milyon yıl önce, Orta Devoniyen Dönemde ortaya çıkan Selachii sınıfı balıklar (kıkırdaklıbalıklar) bugün de varlıklarını yaygın olarak sürdürmektedir. Bu sınıftan gelişmiş köpekbalıkları ve vatozlar Jura Döneminde (190-136 milyon yıl önce) görülür. Kretase (Tebeşir) Dönemi (136-65 milyon yıl önce) ve Senozoyik (Yakın) Zamanda (başlangıcı 65 milyon yıl önce) kıkırdaklıbalıkların başlıca gelişme ve farklılaşma aşamaları gerçekleşirken, kemiklibalıklar da ortaya çıkmıştır.

Bazen kıkırdaklıbalıklardan ayrı bir sınıf olarak kabul edilen Holocephali (tümbaşlı- lar) grubundan balıkların, Üst Devoniyen Dönemden başlayarak günümüze değin gelen gelişmiş örnekleri bulunur. Tabak biçimi pullar, gerçek kemik dokusunun bulunmaması, döllenme sırasında dişiyi tutmaya yarayan organlar gibi birçok benzer yanları nedeniyle, kıkırdaklılarla tümbaşlılar yakın akraba sayılır.

Bazen kemiklibalıklardan ayrı bir sınıf olarak kabul edilen Sarcopterygii sınıfının kökeni Alt Devoniyen Döneme değin uzanır. Bu grubun üyeleri, Devoniyen Dönemin sonunda amfibyumlara geçişi sağlayan bir köprü olduğundan ayrı bir önem taşır. Akciğerlibalıklar bu grubun günümüzde de yaşayan az sayıdaki örnekleridir. Sarcopterygii grubundan balıkların Silüriyen Dönemde yaşamış bir grup çeneli tatlı su balığından geliştiği, bu grubun aynı zamanda daha gelişmiş kemiklibalıklarm da ataları olduğu sanılmaktadır.

Osteichthyes (kemiklibalıklar), balıkların en geniş sınıfıdır. Alt Devoniyen Dönemden, yaklaşık 390 milyon yıldan bu yana varlıklarını sürdüren, yaklaşık 52 takım ve 80 kadarı fosilleriyle tanınan 480 familyadan oluşan bu sınıf, 20 bin dolayında yaşayan balık türünü içerir. Bazı sınıflandırmalarda bu balıklar Osteichthyes yerine sınıf düzeyinde alınan Actinopterygii (ışınsalyüzgeçliler) içine sokulmaktadır. Kemiklibalıklarm tarihi genellikle üç temel evrede ya da evrim çizgisi içinde İncelenmektedir. Chondrostei ler Alt Devoniyen Dönemden başlayarak Permiyen Döneme değin çoğalıp gelişmiş, daha sonra gerilemeye başlayarak Kretase Döneminde ortadan kalkmıştır. Çene ve kuyruk yapıları bugünkü balıklarmkinden değişiktir; vücutlarında kalın ganoyit pullar bulunur. Holosteilerin kuyruk ve gövde yapısı yüzmeye daha elverişlidir; pulları daha inceldiği gibi, üstçene serbest, kas sistemi de daha gelişkindir. Bulunan en eski fosilleri yaklaşık 190 milyon yıl öncesine uzanan Teleosteiler, yaşayan balıkların en büyük bölümünü oluşturan gerçek kemikli- balıklardır. Bu balıkların yüzme yeteneği son derece gelişirken, kuyruk büyük bir önem kazanmış ve solungaçlar büyük ölçüde solunum organı durumuna gelmiştir.

Balıklar üzerindeki araştırmalar balıkbiliminin (ihtiyoloji) ilgi alanına girer. İnsanların balıklara duyduğu ilginin başlıca nedenlerinden biri, insanın çevreyle ilişkileri ve çevreye olan bağımlılığıdır. Balığın insanlar için önemli bir besin kaynağı olması da bu ilgiyi körükler. Bir zamanlar bitmez tükenmez olduğu sanılan bu kaynağın oldukça kısıtlı olduğu ve su ortamlarının biyolojik, kimyasal ve fiziksel etkenleriyle hassas bir denge içinde bulunduğu bugün artık anlaşılmıştır. Çevre kirliliği ve doğal çevrenin bozulması, tatlı ve tuzlu sulardaki aşırı avlanma, bilinçli balıkçılık yöntemlerinin başlıca düşmanlarıdır.

kaynak: Ana Britannica

Son düzenleyen Safi; 1 Ağustos 2017 18:00
buz perisi - avatarı
buz perisi
VIP Lethe
31 Ocak 2012       Mesaj #3
buz perisi - avatarı
VIP Lethe

Balıklar

: (Pisces) poikloterm olan, nerdeyse sadece suda yaşıyan ve solungaçları ile solunum yapan, soğuk kanlı, yürekleri çift gözlü, çoğunun vücudu pullu, genellikle yumurta ile üreyen omurgalı hayvanlardır. Bazıları doğurarak ürer.

Bulunmuş olan en eski balık fosilleri 500 milyon yaşındadır. Günümüzün balıkları kıkırdaklı balıklar (Chondrichthyes) ve kemikli balıklar (Osteichthyes) olarak ikiye ayrılırlar. Bunlar gibi diğer iki grubu oluşturmuş olan Placodermi (Zırhlı balıklar) ve Acanthodii (dikenli köpek balıkları)'nın nesilleri 300-400 milyon yıl evvel tamamen tükenmiştir
Bir kulakcık ve karıncıktan meydana gelen yüreklerinde daima kirli kan bulunur. Yürekten çıkan kirli kan solungaçlarda temizlendiğinden, vücutta temiz kan dolaşır. Ağızdan alınan su, solungaçlardan dışarı atılırken suda çözülmüş oksijen, osmozla kana verilir. Bu arada suda bulunan besinler ise yutulur. köpek balıklarında su hem ağızdan hem de ilk solungaç yarığından alınır. Tuzlu su balıkları su içtikleri halde, tatlı su balıkları su içmezler. Gerekli su ihtiyaçlarını solungaç zarlarından osmozla alırlar. Deniz balıkları içtikleri suyun tuzunu böbrekle değil, solungaçları ile ayırır. Balıklarda göğüs ve karın yüzgeçleri çift, sırt, kuyruk ve anal yüzgeçleri tektir. Tek yüzgeçler nadiren birden fazla olsalar da simetrik çiftler meydana getirmezler.

Uçan balıklar çok gelişmiş olan göğüs yüzgeçlerini açarak bir-iki dakika su üstünde uçabilirler. Yaşadığı yerlerde su kuruduğu zaman balçığa gömülüp akciğer solunumu yapabilen, sürünerek gölden göle geçebilen, kısa bir süre havada uçabilen, elektrik ve ışık üretebilen çeşitli balık türleri mevcuttur. Balıkların pulları birbirleri üzerine kiremit gibi dizilmiş, kemiksi, kaygan ve antiseptiktir. Antiseptik mukus salgısı, üzerine yapışan bakteri ve sporları yok eder.
Balıkların harekette önemli rol oynayan değişik kuyruk tipleri mevcuttur. Çatallanmış kuyruk tipine “difiserk”, çatallı olup eşit parçalı olana “homoserk”, köpek balıklarında olduğu gibi çatalları eş olmayan kuyruk tipine de “heteroserk” denir.
Ad:  balık5.JPG
Gösterim: 1167
Boyut:  98.1 KB
Balıklar omurgalı canlılar içerisinde sayıca en fazla olanıdır. Çalışmalarda balık türünün 40.000 kadar olduğu söylenmektedir.

Balıkların günümüzde sportif ve akvaryumdaki değeri yanında büyük bir protein kaynağı olması ticari değerini arttırmaktadır. Balıkların yeryüzündeki dağılımları o kadar geniştir ki, Antartika sularında, sıcak tropikal sularda, acı sularda, tatlı sularda, ışığın ulaştığı dağ derelerinde veya insanların henüz ulaşamadığı oldukça derin ve karanlık sularda yaşayabilmektedir. Üç türlü beslenme görülür: Herbivor (otçul), karnivor (etçil) ve omnivor (hem et hem de bitkisel besin yiyenler). Yalnız çenelerinde değil, bütün ağız boşluklarında ve yutaklarında sıralanış ve şekil olarak birbirinden farklı birçok diş bulunur. Bu genelde beslenme şekillerine göredir. Bazılarında farinks (yutak) dişleri gelişmiştir. Yalnız Mersin balıklarında ve Demetsolungaçlılarda diş bulunmaz.
Son düzenleyen Safi; 1 Ağustos 2017 18:00
In science we trust.
_AERYU_ - avatarı
_AERYU_
Ziyaretçi
28 Ağustos 2012       Mesaj #4
_AERYU_ - avatarı
Ziyaretçi

BALIK


Balık, solungaçları ile solunum yapan, vücud ısıları çevreye bağlı olarak değişen, soğuk kanlı, yürekleri çift gözlü, çoğunun vücudu pullu, genellikle yumurta ile üreyen, suda yaşayan omurgalı hayvanların genel adı.

Bir kulakcık ve karıncıktan meydana gelen yüreklerinde daima kirli kan bulunur. Yürekten çıkan kirli kan solungaçlarda temizlendiğinden, vücutta temiz kan dolaşır. Ağızdan alınan su, solungaçlardan dışarı atılırken suda çözülmüş oksijen, osmozla kana verilir. Bu arada suda bulunan besinler ise yutulur. Köpek balıklarında su hem ağızdan hem de ilk solungaç yarığından alınır. Tuzlu su balıkları su içtikleri halde, tatlı su balıkları su içmezler. Gerekli su ihtiyaçlarını solungaç zarlarından osmozla alırlar. Deniz balıkları içtikleri suyun tuzunu böbrekle değil, solungaçları ile ayırır. Balıklarda göğüs ve karın yüzgeçleri çift, sırt, kuyruk ve anal yüzgeçleri tektir. Tek yüzgeçler nadiren birden fazla olsalar da simetrik çiftler meydana getirmezler.

Uçan balıklar çok gelişmiş olan göğüs yüzgeçlerini açarak bir-iki dakika su üstünde uçabilirler. Yaşadığı yerlerde su kuruduğu zaman balçığa gömülüp akciğer solunumu yapabilen, sürünerek gölden göle geçebilen, kısa bir süre havada uçabilen, elektrik ve ışık üretebilen çeşitli balık türleri mevcuttur. Balıkların pulları birbirleri üzerine kiremit gibi dizilmiş, kemiksi, kaygan ve antiseptiktir. Antiseptik mukus salgısı, üzerine yapışan bakteri ve sporları yok eder.

Balıkların harekette önemli rol oynayan değişik kuyruk tipleri mevcuttur. Çatallanmış kuyruk tipine “difiserk”, çatallı olup eşit parçalı olana “homoserk”, köpek balıklarında olduğu gibi çatalları eş olmayan kuyruk tipine de “heteroserk” denir.

Balıklar omurgalı canlılar içerisinde sayıca en fazla olanıdır. Çalışmalarda balık türünün 40.000 kadar olduğu söylenmektedir.
Ad:  balık6.JPG
Gösterim: 1184
Boyut:  95.3 KB
Balıkların günümüzde sportif ve akvaryumdaki değeri yanında büyük bir protein kaynağı olması ticari değerini arttırmaktadır. Balıkların yeryüzündeki dağılımları o kadar geniştir ki, Antartika sularında, sıcak tropikal sularda, acı sularda, tatlı sularda, ışığın ulaştığı dağ derelerinde veya insanların henüz ulaşamadığı oldukça derin ve karanlık sularda yaşayabilmektedir. Üç türlü beslenme görülür: Herbivor (otçul), karnivor (etçil) ve omnivor (hem et hem de bitkisel besin yiyenler). Yalnız çenelerinde değil, bütün ağız boşluklarında ve yutaklarında sıralanış ve şekil olarak birbirinden farklı birçok diş bulunur. Bu genelde beslenme şekillerine göredir. Bazılarında farinks (yutak) dişleri gelişmiştir. Yalnız Mersin balıklarında ve Demetsolungaçlılarda diş bulunmaz.

Duyu Organları


Görme organları
Balıkarda gözler yüksek omurgalılara benzer. Kornea daha düz ve mercek daha yuvarlaktır. Kornea, merceğin önünde koruyucu bir görev yapar. İris; kırmızı, siyah, portakal rengi, mavi, yeşil olabilir. Balıklarda göz yapısı, yaşadıkları çevreye uygun bir özellik arz eder. Işığın kolay geçtiği temiz sularda yaşayanlar iyi görür ve renkleri ayırt ederler. Derinde yaşayanlarda gözler oldukça büyük olup, ışığın zayıf olarak ulaştığı daha derinlerde teleskop gözlü olanlarına da rastlanır. Bulanık sularda yaşayan balıklarda ise gözler küçülmüştür. Kör mağara balıklarında gözler görev yapmaz. Işık olmadığından gözlere ihtiyaç duymazlar. Balıklarda gözyaşı bezi ve gözkapağı bulunmaz. Yalnız Raja balıklarında üstten gelen ışığa karşı gözü korumak için üzeri pullu kalın bir kapak vardır. Balıklar dinlenme halinde yakını görür, uzak için uyum yapar. Memelilerde durum tersinedir. Bazı dişli sazanlarda gözler yatay bir bantla ikiye ayrılmıştır. Üstteki kısım havada, alttaki kısım suda görmeye yarar. Böyle balıklara "dört gözlü" denir.

Tat alma organı
Balıklarda tat alma cisimcikleri dudaklarda, farinkste, burun epitelinde, baş derisinde, bıyıkların uçlarında yerleşmiş olduğu gibi bazılarında da ağız içinde yerleşmiştir. Balıklarda dil yoktur. Olanlarında da gelişmemiştir. Sazanların ağzı içinde çok kalın kastan yapılmış yastık şeklinde bir yapı bulunur. Bu organ tat almaya yarar. Balıklar bazı maddeleri memelilerden daha iyi ayırt edebilirler. Sazanlar tatlı, tuzlu, acı suyu ve asitli ortamı ayırt edebilirler.

Dokunma duyusu
Dokunma duyusunda bıyıkların rolü büyüktür. Bıyıklar tat almada etkili olduğu gibi, besin bulma ve dokunma organı olarak da görev yaparlar.

Balıkların baş, gövde ve yüzgeç derileri üstünde tomurcuk veya çukurcuklar halinde küçük duyu organları mevcuttur. İçlerinde sinir uçları dallanmış haldedir. Görevleri; yaklaşan düşmanı, sıcaklık değişimini, besin ve tuzluluğu hissetmektir. Duyuda yan organın da etkisi önemlidir. Bazı derin deniz balıklarının yüzgeç ışınlarında uzamış olan bazı kısımlarında duygu organları yer almıştır.

İşitme ve yan organ (Yanal çizgi)
Balıklarda dış ve orta kulak yoktur. İşitme organı bir kapsül içinde bulunan iç kulaktan ibaret olup, sudaki ses titreşimlerini idrak eder. Bu işitme organına “labirent” denir. İşitmede etkili olduğu gibi, dengenin sağlanmasında, ağırlık ve yerçekimi tespitinde de önemli rol oynar. İçlerinde kalsiyum karbonattan yapılmış “otolit” adı verilen cisimcikler de bulunur. Bazı balıklarda hava kesesinin ön kısmının her iki yanında iç kulakla ilişkili dörder adet kemikcik bulunur. “Weber cihazı” adını alan bu sistem ses dalgalarını ve basınç değişimini iç kulağa ileterek daha iyi işitmeğe yardım eder. Küçük frekanslı titreşimler, yanal çizgi sistemiyle idrak edilir. Bu, vücudun yanlarında derinin altında uzanan içi mukus dolu bir çift kanaldır. Belirli aralıklarla bu kanalı pulların arasından veya ortasından dışarı bağlayan yollar, bu yolların ucunda içinde sıvı ve sinir hücreleri bulunan bir torba vardır. Sudaki titreşimler bu sıvıya geçerek sinir hücreleri tarafından idrak edilir. Mesaj daha sonra sinirler vasıtasıyla beyne iletilir.

Bir başka balığın hareketinin doğurduğu titreşimleri, yanındaki balık bu yolla duyar. Yan organ çok alçak frekanslı titreşimleri idrak edip işitmeye yardımcı olduğu gibi, su akıntısının yönünü, sıcaklık ve soğukluk farklarını da tesbit eder. Yan organ işitmede de yardımcı olur. Ses ve basınç dalgalarını tesbit edebilir. Kemikli balıklarda, vücudun her iki yanında solungaçlardan kuyruk yüzgecine kadar uzanır.

Koku duyusu
Balıklarda burun (nostril), solunum için değil, suda çözünmüş kimyasal maddeleri koklamaya yarayan bir duyu organıdır. Koku alma kapsülleri üst çene üzerinde bulunan bir çift (veya bir adet) burun çukuruna yerleşmiştir. Koku maddelerini taşıyan su burun deliklerine girip çıkarken, koklama kapsüllerini yalayarak sinirleri uyarır. Bu duyu köpek balıkları gibi bazı balıklarda çok kuvvetlidir. Köpek balıkları kan kokusunu yüzlerce metre uzaktan alabilirler.

Yüzme kesesi
Balıkların suda batmadan durmasını sağladığı için önemlidir. Sindirim kanalının bir uzantısı olup, sırt tarafta torba şeklindedir. İçi CO2, O2 ve azot gazları ile doludur. Balığın yoğunluğunu, suyun yoğunluğuna göre ayarlar. Balık suda batmadan durmak için, içindeki gazı artırarak keseyi şişirir. Yüzerken havasını azaltır. Bazı balıklarda yüzme kesesi ikiye ayrılmıştır. Yüzme kesesi solunum, hidrostatik görev, ses meydana getirme ve bazı uyartıları hissetmede de etkilidir. Bütün balıklarda hava kesesi bulunmaz. Böyle balıklarda yağlı vücut ve göğüs yüzgeçleri batmalarına mani olur. Dip balıklarında ise zaten gereksizdir.

Üreme
Yumurtlama zamanlarında dişi balık, bir kaç saat içinde dibe binlerce yumurta bırakır. Erkek, yumurtalar üzerine sperm ihtiva eden sıvısını püskürterek yumurtaları döller. Böyle döllenmeye vücut dışında cereyan ettiğinden “dış döllenme” denir. Yumurtadan çıkan yavrular, etraftaki “plankton” denen küçük organizmaları yiyerek gelişirler. Köpek balığı gibi bazı balıklarda döllenme, dişinin vücudunda olur. Yumurtalar vücud içinde açıldığından doğuruyormuş hissini verir. Böyle doğurucu balıklara “ovovivipar” denir. Zaman zaman bazı balıklar hermofrodit (erkek ve dişi organa sahip) olurlar. Uskumru, sazan ve alabalıklarda bu duruma rastlanır.
Son düzenleyen Safi; 1 Ağustos 2017 18:01
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
19 Temmuz 2017       Mesaj #5
Avatarı yok
Yasaklı

Petrol Etkisinde Kalan Balıklardaki Tutum!


Ad:  thumbs_b_c_25ffb32177b921151785209d762a343a.jpg
Gösterim: 917
Boyut:  131.4 KB
Bilim insanları, petrol etkisinde kalan balıkların herhangi bir tehlike karşısında yavaş hareket ederek doğru yönde ilerleyemediklerini ve bu bağlamda doğru bir davranış sergileyemediklerini belirledi. Yaşamlarının ilk 3 haftasında petrole maruz kalan ve mercan kayalıklarında yaşayan 6 balık türünü inceleyen araştırmacılar balıkların davranışlarında ciddi düzeyde değişiklikler saptadı.

Bu durumun avcılara karşı balıkları savunmasız bıraktığını belirten araştırmacılar petrol etkisinde kalan balıkların yaşam için mercan kayalıkları ve açık sulara yöneldiğini belirtti. Büyük Set Resifi başta olmak üzere ölü resif sistemlerinde yaşayan balıkların sayısı ile sağlıklarının ilgili davranış bağlamında risk altında olduğunu belirten araştırmacılar balıkların büyüme oranlarında ve yaşam süresinde azalma gözlendiğini ve söz konusu durumun da balıkları daha da kötüleştirdiğini ifade etti.

Kaynak: BBC Bilim / Nature (19 Temmuz 2017)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 20 Temmuz 2017 12:35
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
26 Temmuz 2017       Mesaj #6
Avatarı yok
Yasaklı

Balon Balıklarının İnsanlar ile Benzer Diş Genine Sahip Olduğu Belirlendi!


Ad:  thumbs_b_c_b95a78b62bb3f94da9af1f7e7b930cab.jpg
Gösterim: 1042
Boyut:  95.5 KB
Yapılan araştırmalar sonucunda balon balıklarının dişlerinin insan dişleriyle ortak bir gene, insanlara ek olarak diğer omurgalılara da çok benzer diş yenileme programına sahip olduğu ortaya çıktı. Diş yenileme bağlamında balon balıklarının insanlarla aynı kök hücrelerini kullandığı, ancak bazı dişlerini, karakteristik gagalarını oluşturan uzun şeride benzer yapıyla değiştirdiği keşfedildi.

Londra Doğa Tarihi Müzesi ve Tokyo Üniversitesi'nden araştırmacılar, söz konusu gagaya benzer yapının nasıl oluştuğuna dair incelemeler sonucunda elde ettikleri ilgili verilerden yola çıkarak sorumlu olan kök hücrelerin ve bu sürekli yenilenme sürecini yöneten genlerin bu bağlamda keşfedildiğini ve ilgili durumun insanlar dahil olmak üzere genelde omurgalıların diş yenilenmesinde görüldüğünü ifade etti.

Kaynak: Proceedings of the National Academy of Sciences (PNAS)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
30 Temmuz 2017       Mesaj #7
Avatarı yok
Yasaklı

Balıkların Yön Bulma Mekanizması!


Oregon Balık Üretme Çiftliği Araştırma Merkezi'nde çalışan araştırmacılar yaptıkları deneylerle yavru kral somon balıklarının manyetik duyuya sahip olduklarını belirledi. Daha önceleri balıkların yön bulma konusunda Dünya’nın manyetik alanından yararlanıyor olabilecekleri öne sürülmüştü. İlgili hipotezi test etmek isteyen başka bir grup araştırmacı, Alsea Nehri havzasındaki Oregon Balık Üretme Çiftliği’ndeki üreme havuzlarında suni manyetik alan üretti ve bu havuzlardaki balıkların yüzme doğrultularını gözlemledi.

Kuzey sınırlarındaki manyetik alanlara maruz kalan balıkların güneye, doğal yaşam alanlarının güney sınırlarındaki manyetik alanlara maruz kalan balıkların ise kuzeye doğru yüzerek hareket ettiği tespit edildi. Ayrıca deneye konu olan balıklar çiftlik dışına hiç çıkmadıkları için söz konusu araştırma aynı zamanda bu balıklardaki ilgili manyetik duyunun öğrenme sonucu değil de kalıtsal olduğunu ortaya çıkardı. Elde edilen bu verilerin dışında bazı araştırmacılar ise balıklardaki yön bulma mekanizmasının manyetizmaya ek olarak koklama duyusu veya Güneş'in konumu vs gibi faktörlerden de etkileniyor olabileceğini düşünüyor.

Kaynak: Current Biology
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
1 Ağustos 2017       Mesaj #8
Safi - avatarı
SMD MiSiM
BALIK
Omurgalılar dalının bir sınıfı (Pisces). Hepsi suda yaşarlar. Bununla beraber suda yaşayan daha ilkel yapılı canlılardan çok farklıdırlar.

Bir kısım organları değişerek suda yaşam koşullarına uymuştur. Bunların başında üyeleri (kol ve bacakları) gelir. Bunlar yüzgeç biçimine dönüşmüşlerdir. Balıkları diğer omurgalılardan ayıran önemli bir özellik de solungaçla solunmalarıdır. Balıkların besinleri çok çeşitlidir. Kimileri denizde yaşayan omurgasız hayvanları, deniz yosunlarını vb. yer, kimileri başka balıklarla ve suda yakaladıkları diğer hayvanlarla beslenir. Köpekbalığı gibi çok yırtıcı olanları da vardır. Kimi köpekbalığı türleri aç kaldıklarında insanlara bile saldırırlar.

Balıkların büyüklükleri de çok çeşitlidir. Birkaç santimden metrelerce uzunluğa kadar değişir. Balıklar insanlar için yararlı besin kaynakları olduğu gibi, kümes hayvanları için yem olarak, gübre olarak da kullanılırlar. Bazı balıklarda iskelet kıkırdaktan yapılmıştır. Bunlar sınıflandırmalarda ilkel balıklar olarak kabul edilirler. Kimi bilim adamları, bu balıkları sınıf olarak nitelendirmekte ve iskeletleri kemik olan balıkları gerçek balıklar (Pisces) sınıfına almaktadır. Bunlara göre, iskeletleri kıkırdaklı, yüzgeçleri tek, altçeneleri olmayan ve ağızları yuvarlak bir dudakla çevrilerek vantuz biçimini almış, asalak ve yarı asalak olarak yaşayan hayvanlar, omurgalıların en ilkel sınıfını oluştururlar (Cyclostomata).

Hepsi denizde yaşayan, iskeletleri kıkırdaklı, vücutları dişe benzer sert pullarla örtülü, yüzme keseleri olmayan balıklarıysa ikinci sınıf olarak kabul etmektedirler (Elasmobranchii). Bu sınıfın, köpekbalığı da aralarında olmak üzere 600 kadar türü bilinmektedir. Ve bunların dışında kalan, iskeletleri kemikten oluşmuş, yüzme keseleri bulunan, solungaçları örtülü balıkları da gerçek balıklar sınıfına almaktadırlar (Pisces). Balıkların büyük bir bölümü denizlerde, bir kısmı da akarsu ve göllerde yaşarlar.

Kural olarak hepsinin solungaçla solunmalarına karşılık kimilerinde yüzme keseleri, akciğerlere benzer bir yapıya dönüşmüştür (Dipnoi = akciğerlibalıklar). Bu balıklar durgun sularda yaşarlar, solunum için su yüzüne çıkarlar ve birkaç türden ibarettirler. Püskülyüzgeçliler (Crosspterygii) takımına giren balıkların yüzgeç iskeletleri, dört ayaklı omurgalıların bacak iskeletini andırır. Bu takımdan kimi cinsler yüzgeçlerini az çok bacak gibi kullanabilirler. Bu takım günümüzde yalnızca birkaç türle temsil edilmektedir. Mersinbalıkları takımı (Chondrostei), kemiklibalıkların en ilkellerini, tümkemikliler takımı (Holostei) ise tatlı sularda yaşayan balıkları kapsar. Yaşayan ve bilinen balık cinslerinin pek çoğunu kapsayan en geniş balıklar takımı ise kemiklibalıklardır (Teleostei). Uskumru, palamut, hamsi, alabalık,sazan, kefal, yılanbalığı vb. bu takımdandır.

Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi & MsXLabs
Son düzenleyen Safi; 1 Ağustos 2017 17:56
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
1 Ağustos 2017       Mesaj #9
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Balıklar
solungaç solunumu yaparlar. Suda yaşayan hayvanlar ve balıklarda solungaç solunumu yaparlar. Solungaçlar suda çözünmüş oksijeni alacak şekilde özelleşmiş, yaprak veya tüy biçimindeki yapılardır.

Nasıl Nefes Alıyoruz?
Her insan için hayati bir öneme sahip olan nefes alma işlemi, solunum merkezi tarafından düzenlenir. Bu merkez bir mercimek tanesi büyüklüğünde olup beynimizin bir uzantısı olan "beyin sapı" denen yerdedir ve başlıca üç grup sinir hücresinden oluşur:
  • Birinci grup hücreler solunumun temel ritmini belirlerler ve içimize hava çekmemiz için emir verirler. Böylece ihtiyacımız olan havayı içimize çekmiş oluruz.
  • İkinci grup hücreler ise solunumun hızını belirlerler. Ancak ikinci grup hücreler devreye girdiğinde, birinci grup hücrelerin faaliyetini bir sinyalle durdururlar. Böylece akciğerin hava dolum bölümü kontrol edilir ve nefes alıp vermemiz hızlanır.
  • çünkü grup hücreler ise normal nefes düzeninde aktif değildirler. Ancak yüksek oranlarda soluk alıp vermek gerektiği zaman devreye girerler, karın kaslarımıza sinyal gönderip solunuma katılmalarını sağlarlar.
[üm bu anlatılanlar hayatta kalmamız için yeterli midir? Hayır. Solunum kimyasal olarak da kontrol edilir. Bizim nefes alıp vermemizin amacı kandaki oksijen ve karbondioksit miktarlarının belirli bir oranda kalması içindir. Bu orandaki değişiklikler ise solunum merkezindeki bir grup hücreyi harekete geçirir ve solunumdaki bozulan değerler, olması gereken düzeye çok hassas değişiklikler ile getirilir.
Kandaki oksijen miktarının solunum merkezine doğrudan bir etkisi yoktur. Ancak beynin dışında, şah damarı gibi bazı büyük damarlarda bulunan çok hassas alıcılar, kandaki oksijen belli bir düzeyin altına indiğinde solunum merkezine sinyaller gönderirler böylece solunumda çok hassas değişikliklerle gerekli düzeltmeler yapılır.
Son düzenleyen Safi; 1 Ağustos 2017 17:56
SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
1 Ağustos 2017       Mesaj #10
Safi - avatarı
SMD MiSiM

BALIK


Balıklar dörtbacaklılara, yani karada yaşayan omurgalılara karşıt sayılır ve üç sınıfa ayrılır: yuvarlakağızlılar (çenesizler [Agnatha] altşubesi), kıkırdaklıbalıklar (Chondrichthyes) ve kemiklibalıklar (Osteichthyes).

Balıklar en ilkel omurgalılardır; fosillerine 500 milyon yıllık katmanlara (Ordovices) kadar rastlanır. O zamanki balıklar kalın bir kemik bağa ile kaplı "zırhlı balıklar"dı. Bunlardan Ostracoderma öbeği günümüzdeki bofabalıklarının, Placoderma öbeği bugünkü köpekbalıklarının atalarıdır. Ganoit pullu balıklar daha sonraları ortaya çıkmıştır ve şimdiki ışınyüzgeçlilerin (Actinopterygii) atasıdır.

Bütün balıklar yüzgeçlidir; vücudun bakışım düzleminde bulunan yüzgeçlere tek yüzgeçler (sırt, anüs, kuyruk yüzgeçleri), göğüs ve kalça kemerleri üstünde bulunanlara çift yüzgeçler denir. Balıkların iskeleti kıkırdaklıdır (kıkırdaklıbalıklar), ama çoğunda kıkırdaklar kireçleşmiş ya da kemik'eşmiştir (kemiklibalıklar) ve yüzgeçlerin içinde ışın biçiminde devam eder (Actinotricha ve Lepidotricha). Tümbeyini saran kafatasının altında, solungaç yarıklarını ayıran ardışık solungaç yayları biçimindeki yutak boşluğuna desteklik eden ve birtakım içorganları içeren baş iskeleti yer alır. Balıkların dışiskeleti pullardan oluşur: pullar köpekbalıklarında plakoit' tir ve başka omurgalıların dişleriyle homolog sayılır (bu pullarda da mine, dentin, öz ve dip plakası bulunur). Başka balıkların pullarında mine hemen hemen tümüyle kaybolur, yalnız çığabalığında (mersinbalıklarının [Chondrostei] ve tüm kemiklilerin [Holostei] ganoit pulları), Coelocanthiformes öbeği üyelerinde kalın kalır (saçakyüzgeçlimsilerin [Crossopterygii ve ciğerlibalıkların [Dipnoi] kozmoit pulları), ama kemiklibalıklarda çok incelir (elasmoit pullar).

Balıkların sindirim sistemi, solungaç yarıklarının açıldığı geniş bir yutak boşluğuyla başlar. Solungaç yarıklarının başlıca işlevi suda asıltı halinde bulunan tanecikleri süzmektir (mikrofaj beslenme); solunum işlevi ikinci derecedeki görevidir ve yarıkların içindeki solungaçlarla sağlanır. Ama çeneliağızlılarda çeneler ortaya çıkınca ve makrofaj beslenmeye geçilince, solungaçlar yalnızca solunum görevini yüklenmeye başladılar. Solungaç yarıkları köpekbalıklarında dışarı açılır ve spiraku- lum adı verilen bir ön deliğin ardında dikey 5 yarık bulunur. Harharyaslarda (köpekbalığı) solungaç yarıkları yanlarda, vatozlarda alttadır. Bütün öbür balıklarda, solungaç kapağı iskeletini saran bir deri kıvrımı solungaç bölgesini kaplar ve solungaç boşluğu bir tek yarıkla dışarı açılır.

Sindirim borusunun geriye kalan bölümü çok az farklılık gösterir ve yemekbo- rusu, mide ve bağırsaktan oluşur. Köpekbalıklarının ve kıkırdaklıbalıkların bağırsağında bir sarmal kapakçık bulunur; bu kapakçık besinlerin ilerlemesini yavaşlatarak soğurma yüzeyini artırır. Kemiklibalıklarda, mide ile bağırsak arasına, sindirim için gerekli enzimleri salgılayan bir pilor eklentisi açılır. Kemiklibalıklar dışında kalan öbür balıklarda sindirim borusu bir dışkılıkla sona erer; eşeysel yollarla idrar yolları buraya açılır. Kıkırdaklıbalıklardan başka balıklarda sindirim borusunda ucu kapalı bir kese bulunur; bu kese, kimisinde akciğer görevi yapar (ciğerlibalıklar ve çoksaçaklıbalıklar gibi tümkemikliler), kimisinde yüzme kesesi görevini yüklenir (ışınyüzgeçliler öbeğinin özelliği).

Dolaşım sistemi kapalıdır ve bir genel dolaşım biçimindedir. Karın tarafında, solungaç bölgesinin hemen ardında yer alan kalp ardışık 4 boşluktan oluşur: Cuvier kanalları aracılığıyla kalp toplardamarlarının ve karaciğeraltı toplardamarının açıldığı toplardamar sinüsü, kulakçık, karıncık ve aort soğancığı. Karın aortu, aort soğancığından çıkar, sonra aortyayları'na ayrılarak solungaçlarda kılcal damarlarla sona erer. Getirici solungaç atar damarları iki aort kökü oluşturur, bunlar birleşip tek aort olduktan sonra oksijenli kanı bedenin arka ucuna kadar götürür. Toplardamar dolaşımının yolu üzerinde, İki ayrı yerde kılcallaşma vardır: böbreklerde (kapı-böbrek sistemi) ve karaciğerde (kapı-karaciğer sistemi).

Balıkların böbrekleri opistonefrozdur Azotlu artıkları üre biçiminde süzüp atar, böylece amonyağı atabilen solungaçlarınkine benzeyen bir görev yapar.
Özel uyumlar ve uyarlanmalar bedendeki osmoz ve iyon dengelerine bağlıdır. Balıkların hemen hemen tümünün iç ortamında tuz oranı litrede 9 g dolayındadır. Bu nedenle, tatlı sularda yaşayan balıklarda beden, sürekli bir su girişiyle yüz yüzedir; bunu böbreklerin hipotonik olarak idrar süzmesiyle ve tuz kaybıyla karşılar; kaybettiği tuzu, besinlerle almak zorundadır. Denizde (tuz oranı litrede 35 g) balık su kaybeder ve bu su kaybına çeşitli mekanizmalarla karşı koyar: kıkırdak lıbalıklar ve Coelocanthitormes üyeleri, izotoni sağlanıncaya kadar üreyi kanda biriktirirler; kemiklibalıklarınsa solungaçlarında klorürlü hücreler vardır, onların yardımıyla fazla tuzu dışarı atarlar; bu nedenle onlarda böbreğin işi azdır, hatta böbrekler, denizatında olduğu gibi, Malpighi glomerüllerini bile yitirebilir.

Balıklar, bazı ardışık ya da mozaik er- dişilik halleri dışında gonokoriktir, yani erkekli dişilidir. Çoğu yumurtayla ürer: bir kısmı vitellüs bakımından yoksul birçok küçük yumurta yumurtlar ve bunları suya salıverir; bir kısmıysa kalın bir kabukla korunan, vitellüs bakımından zengin yumurtalar yumurtlar, genellikle bunlar ana baba gözetiminde gelişir; bu ikisi arasında pek çok çeşit yumurta tipi yer alır. Kimi türler doğurgandır: yavru ya bir kuluçka devresi sonunda (yumurta dişinin eşeysel yollarında gelişir, dişi ona su ve oksijen sağlar) ya da, örneğin çekiçbalığında olduğu gibi, su ve oksijenden başka besin maddeleri de sağlayan bir plasentanın bulunduğu gerçek bir gebelik sonunda dünyaya gelir. Balıkların büyümesi genellikle süreklidir, yılanbalığı gibi bazı türler başkalaşma geçirir (yassıbaşlarva saydam yavrıergin balık).

Duyu organlarına gelince, balıklar bu bakımdan bazı özellikler gösterir. Örneğin onlarda nöromast denilen özel meka nik alıcılar vardır; bunlar her iki böğürde boydan boya çizgi halinde bir organ oluşturur: yanal çizgi. Nöromastlar balığın bulunduğu ortama bağlı olarak yaptığı hareketleri ve ayrıca yaklaşık 800 Hz'den düşük frekanstaki ses titreşimlerini algılamasını sağlar. Öteki ses titreşimleri, ancak çok az sayıda balık türünde yetkin bir işitme duyusuyla algılanabilir. Balıkların iç kulağı, gerçekte tam bir denge organıdır, özellikle yarıçembersel kanalları ve ütrikül iyi gelişmiştir. Yalnız kesecik ses titreşimlerini algılar, ama bu dalgalar da ancak sazanbalıkları takımında ya da ringa gibi türlerde iç kulağa doğru dürüst ulaşır; çünkü sazanlarda ilk göğüs omurlarından türeme 4 kemikçikten oluşan bir kemik zinciri, yüzme kesesini kulağa bağlar (böylece yüzme kesesi çeperinin çınlamasıyla titreşimler iletilmiş olur); ringa gibi türlerdeyse içkulakta temas halinde bulanan bir çıkmazla son bulan yüzme kesesi uzantıları bulunur.

Balıklarda görme saydamsız bir ortama uyarlanır. Yalnız kıyılarda ya da mercan kayalıklarında yaşayan türlerde renkli görüş vardır (koni hücreleri bakımından zengin retina). Göz merceği yuvarlaktır ve biçim değiştirmez; yakın bir görüş sağlar. Daha uzaktaki nesnelerin görülebilmesi için, göz merceğini aşağı-arkaya doğru çeken bir kas sayesinde çok az uyum olanağı vardır.

Suyun girip çıktığı iki delikle dışarıya açılan bir çıkmaz boşluğun içinde, koku almayı sağlayan kimyasal alıcılar vardır; tat alıcıları ya da tat tomurcuklan, dörtba caklılarda olduğu gibi hem ağız-yutak boşluğunda, hem de bedenin geri kalan bölümünde, özellikle tek yüzgeçlerde ya da baş eklentilerinde yer alır (mersinbalıklarının dudak dokunaçları ya da kedi-balıklarının "bıyıklar"ı).

Balıkların bir başka özel duyu alıcısı tipi, elektrik alanlarını algılamalarını sağlayan elektrik alıcılarıdır. Köpekbalıklarında, bu alanları avlar yaratır, o da bunları algılamakla yetinir; başka balıklarda (niltur- nabalığıgiller, elektrikli yılanbalıkları, vatozlar) elektrik alanları, elektrojen deneri özel kasların etkinliğinden doğar. Bu organlar zayıf şiddette elektrik alanları yaratır, yakındaki nesneler ya da canlılar bu alanı bozduklarında, hayvan bu yolla avlarının ya da avcılarının yerini belirlemiş olur, hatta kendi türdeşlerinin yerini de belirler ve böylece onlarla elektrikle iletişim kurabilir, Torpilbalığında olduğu gibi yükü daha güçlü boşaltan elektrojen organlar da vardır; bunlar daha değişik rol oynar, hayvan bunlarla yiyeceği avı ya da korunacağı düşmanlan bayıltır.

Balıkların sinir sistemi, bütün omurga- lılarınkinden ilkeldir. Ama gene de omurgasızların en gelişmiş olanlarının, özellikle kafadanbacaklı yumuşakların ulaştığı en yüksek karmaşıklık düzeyindedir. Beyincik, sudaki üç boyut içinde yapılan hareketle bağıntılı olarak oldukça büyüktür. Çok makrosmatik türler dışında telansefal az gelişmiştir. Mezansefalın tepesi, beynin en önemli sırt bölgesini oluşturur.

Balıkların hareketinde, bir kararda dur mayı ya da yavaş devinmeyi sağlayan tek ve çift yüzgeçlerden başka, göğüs ve kuyruk kasları, özellikle kuyruk yüzgeci önemli rol oynar. Kuyruk yüzgeci köpekbalıklarında ve kıkırdaklıbalıklarda heteroserktir (yatay düzleme göre bakışımsız' çünkü onların ağırlığa karşı koyma gereksinimi vardır; kemiklibalıklar da bakışımlıdır (homoserk), çünkü onlarda yüzme kesesi belli bir derinliğe kadar balığı “ağırlıksız” kılarak dengeyi sağlar. Göğüs yüzgeçleri, köpekbalıklarında yatay yüzmeyi sağlamak için gövdeye eğik bitiş- miştir, oysa kemiklibalıklarda dikeyleşebilir ve durmak ya da kısa dönüşler yapabilmek için fren ödevi görür. Yılanbalığı gibi uzun gövdeli balıklar bedenin yana doğru kıvrılma hareketleriyle yüzer ve oldukça yavaş yer değiştirirler. Ton balıkları gibi en hidrodinamik olanların gövdesi mekik biçimindedir; kuyruk sapı kısa, kuyruk yüzgeci de yüksek ve diktir; bunlar hayvanın büyük hızla yüzmesini sağlar.

Balıklar öbeğinde tür sayısı 30 000 ile 40 000 arasındadır ve bunların çoğunluğu kemiklibalıklar öbeğinde yer alır. Yuvar- lakağızlılar sınıfında amfibiyotik olan bofabalıkları ve denizlerde yaşayan Myxine öbeği yer alır. Kıkırdaklıbalıklar denizlerde yaşayan kedibalıklarını, hemen hepsi denizlerde yaşayan köpekbalıkları ile vatozları içerir. Kemiklibalıklar birbirine eşit olmayan üç altsınıfa ayrılır: saçakyüz geçlimsiler (Grossopterygii), ciğerlibalıklar (Dlpnol) ve ışınyüzgeçliler (Actinopterygii). Saçakyüzgeçlimsiler altsınıfının bugün yaşayan tek cinsi Coelocanthus'tuı denizde yaşar; bunun fosil biçimleri (Rhipıdıstii) dört bacaklı omurgalıların atasıdır; akciğerleri sayesinde havayla solunum yapabilen ciğerlibalıklar altsınıfı pek çok coğrafi alana dağılmış bulunan ve tatlı suda yaşayan balıkları kapsar; ışınyüzgeçliler altsınıfı üç üsttakıma ayrılır: kıkırdakiskeletliler ya da mersinbalıkları, amfibiyotikler ve tatlı suda yaşayan tümkemıklilerüst takımı; kemikli balıkların da otuz kadar takımı vardır.
Kaynak: Büyük Larousse
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

11 Haziran 2011 / The Unique Deniz Bilimleri
18 Aralık 2007 / KENCISii Astroloji/Fallar
12 Ocak 2011 / Ziyaretçib..se Cevaplanmış
4 Temmuz 2012 / Misafir Soru-Cevap
19 Nisan 2011 / TurqisH s0LdieR Soru-Cevap