Arama

Friedrich Wilhelm Nietzsche

Güncelleme: 24 Ağustos 2016 Gösterim: 25.604 Cevap: 7
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
4 Nisan 2006       Mesaj #1
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

Nietzsche, Friedrich Wilhelm

Ad:  Friedrich Wilhelm Nietzsche1.jpg
Gösterim: 1312
Boyut:  56.2 KB

(d. 15 Ekim 1844, Röcken, Lützen yakınları - ö. 25 Ağustos 1900, Weimar, Almanya)
Sponsorlu Bağlantılar
Alman filozof, ilkçağ uzmanı, kültür eleştirmeni ve şair.

Batı’nm ve Hıristiyanlığın geleneksel din, ahlak ve felsefe anlayışlarını temelden eleştirmiş, kendine özgü bir üslupla ortaya koyduğu yoğun ve çarpıcı düşünceleriyle en etkili modern düşünürlerden biri olmuştur. “Tanrı öldü” formülüyle özetlediği felsefi yaklaşımının ve başta Also sprach Zarathustra (1-3. bölümler 1883-84, 4. bölüm 1885; Zerdüşt Dedi ki, 1934, 1981/Zerdüşt Böyle Diyordu, 1972, 1989/ Böyle Buyurdu Zerdüşt, 1964, 1988) olmak üzere yapıtlarının etkisi günümüzde de sürmektedir.

Gençliği ve eğitimi.


Prusya kralı IV. Friedrich Wilhelm’in adı verilen Nietzsche Protestan din adamlarının yetiştiği dindar bir ailenin oğluydu. Babası ölünce annesi, kız kardeşi, anneannesi ve iki teyzesiyle Naumburg’a yerleşti (1850). 1858’de burs kazanarak Almanya’nın önde gelen Protestan yatılı okulu Schulpforta’ya yazıldı. Üstün başarı gösterdiği bu okulda Eski Yunan ve Roma klasikleri üzerine temel bir eğitim aldı. 1864’te mezun olunca ilahiyat ve klasik filoloji okumak ve aile geleneğine uyarak papaz olmak üzere Bonn Üniversitesi’ne gitti. Ama burada ünlü filoloji bilgini Friedrich Wilhelm Ritschl’in de etkisiyle klasiklere duyduğu ilgi ağır bastı. Bu arada müzikle de ilgilenerek Robert Schumann’ın etkisinde romantik kompozisyon çalışmaları yaptı. 1865’te Ritschl’in ardından Leipzig Üniversitesi’ne geçti ve Ritschl’in yönettiği Rheinisches Museum dergisinde yazıları yayımlanan diplomasız tek kişi oldu. 1867’de süvari olarak orduya yazıldıysa da bir kaza geçirerek 1868’de Leipzig’e döndü ve öğrenimini sürdürdü. Leipzig yıllarında Arthur Schopenhauer’ın felsefesini derinlemesine inceledi; Richard Wagner ile tanıştı ve onun müziğine hayranlık derecesinde ilgi duydu.

1869’da İsviçre’nin Basel Üniversitesinden klasik filoloji profesörlüğüne aday göstermesi istenen Ritschl, bu göreve henüz akademik unvanı olmayan öğrencisi Nietzsche’yi önerdi. 1869’da Leipzig Üniversitesinin sınav ve tez koşulu aramadan yalnızca yazılarına dayanarak doktor unvanı verdiği Nietzsche Basel Üniversitesi’ne öğretim görevlisi olarak atandı. Ertesi yıl İsviçre vatandaşı oldu ve öğretim üyeliğine yükseldi. Fransız-Alman Savaşı başlayınca üniversiteden izin alarak Ağustos 1870’te gönüllü sıhhiye eri olarak cepheye gitti. Ama dizanteri ve difteriye yakalanınca ekimde Basel’e döndü. Daha 1871’de bozuk sağlığı yüzünden ağır öğretim yükünü taşıması güçleşti. 1876’da bir yıllık izin aldı; 1879’da da görevinden ayrıldı. Basel Üniversitesinden malülen emekli sayılarak maaş bağlandı.

Düşünsel evreleri.


Nietzsche, profesörlüğü sırasında klasik filoloji çalışmalarından uzaklaşarak felsefeye yöneldi. Bu arada Basel’de dost olduğu kültür tarihçisi Jacob Burckhardt’ın görüşlerinden de etkilendi.

Die Geburt der Tragödie aus dem Geiste der Musik (1872; Müziğin Özünden Tragedyanın Doğuşu, 1965) adlı ilk kitabı klasik filoloji bilgilerine dayanan bir sanat felsefesi yapıtıydı. Burada Eski Yunan tannları Apollon ve Dionysos’un simgesel işlevlerini kullanarak tragedyanın temelinde gördüğü sanat anlayışı üzerinde durdu; coşkulu tutkuları simgeleyen Dionysos ile onun etkilerini dengeleyen ölçü ve düzen simgesi Apollon’un bir araya gelmesiyle Eski Yunan tragedyasının doğduğunu, bunun da klasik Yunan kültürünün, dünyanın anlamsızlığını bile bile çare olarak geliştirdiği trajik dünya görüşüne dayandığını ileri sürdü. Bu, ölümü ve yokluğu kabullenerek yaşamı bir oyun gibi kavrayan ve müzikle beslenen bir dünya görüşüydü. Nietzsche Wagner’e adadığı kitabın son bölümlerinde şiirsel bir dille bu görüşün çağdaş dünya için taşıyabileceği anlam üzerinde dururken besteci dostunun müziğini de ele aldı.

Müziğin Özünden Tragedyanın Doğuşu, klasik filoloji çevresinde iyi tanınan Nietzsche’nin son derece sert eleştirilere uğramasına yol açtı ve ancak, değeri anlaşıldıktan sonra sanat felsefesi ile müzik- tivatro kuramları arasındaki yerini alarak klasik bir yapıt haline geldi. Nietzsche’nin Wagner’le dostluğu ise 1873’te gölgelenmeye başladı. Wagner’in aşırı milliyetçi ve antisemitik tutumuna karşılık Nietzsche din ve ulus kaynaklı geleneksel değerlerden uzaklaşmıştı. Nietzsche’nin 1878’de Parsifal operasını “Hıristiyanlığa geri dönüş” olarak yorumlamasıyla da dostlukları sona erdi.

Bu döneminde Nietzsche 1873’te Unzeitgemasse Betrachtungen (Zamana Aykırı Düşünceler) genel başlığıyla dört küçük kitaplık bir dizi yayımlamaya başladı, ilk kitap, D av id Strauss, der Bekenner und der Schrift- steller (1873; David Strauss, İtirafçı ve Yazar) sert bir saldırıydı. David Strauss D as Leben Jesu kritisch bearbeitef ta (1835-36, 2 cilt; İsa’nın Yaşamı Üzerine Eleştirel İnceleme) yaptığı din eleştirisiyle Nietzsche’yi de etkilemiş, ama 1872’de kitabın “Alman Halkı İçin Gözden Geçirilmiş” biçiminde görüşlerini yumuşatmıştı. Nietzsche, kitabın ikinci biçiminde yer alan Alman yanlısı görüşleri eleştirdi; 1870 savaşında Fransa’yı yenen Prusya’nın, üstünlüğünü kanıtlamak şöyle dursun, kültürel açıdan bir gerileme içine girdiğini ileri sürdü.

Dizinin ikinci kitabı Vom Nutzen und Nachteil der Hiştorie für das Leben (1874; Tarih Üstüne, Yaşama tçin Tarihin Yararlılığı Yararsızlığı, 1965) ile tarih felsefesine yeni bir boyut getirdi. Tarih yazma biçimi ve tarihe bakış açıları üzerinde durarak sonradan geliştireceği perspektivizm görüşünün ilk biçimini ortaya koydu. Bu görüş hiçbir tarih yazımının nesnel olmadığı, tarihi her anlama çabasının belirli bir bakış açısı, bir perspektifi olduğu yolundaydı. Bu yüzden de tarih yazım biçimleri, arkalarında yatan bakış açısında ağır basan yaşamsal gereksinime dayalı nitelikleriyle sınıflandırılabilirdi.

Nietzsche Unzeitgemasse'nin üçüncü kitabı Schopenhauer als Erzieher (1874; Eğitimci Olarak Schopenhauer) ve dördüncü kitabı Richard Wagner in Bayreuth'u (1876; Richard Wagner Bayreuth’da) kendisini çok etkileyen iki kişiye ayırdı ve sonradan iki metnin birer “yanlış anlama” olduğunu belirtti.

Nietzsche’nin zihinsel yaşamının son 10 yılı (1879-1889) yalnız ama yoğun bir düşünsel çaba içinde geçti. Wagner’den koptuktan sonra Schopenhauer’ın düşüncelerini eleştirmeye başlaması, klasik filolojiden tümüyle uzaklaşarak kendini felsefeye vermesi bu dönemde oldu. Yaşamına kısa bir süre giren ama çok yoğun bir etkisi olan Rus asıllı şair Lou Salome’den koptu (1882). Başyapıtı Böyle Buyurdu Zerdüşt'ü de bu dönemde yazdı.

Başyapıtına giden yolda ilk aşamayı Menschliches, Allzumenschliches (1878; İnsanca, Pek İnsanca) oluşturdu. Bu yapıtta Nietzsche, sonradan ustalığını kanıtladığı kısa ve çarpıcı tümcelerden oluşan aforizma üslubunu geliştirdi. Sürekli geliştirdiği görüşlerinin de ilk biçimlerini ortaya koydu. Gerek üslup, gerek düşünce açısından başyapıtının hazırlayıcısı sayılan Die fröhliche Wissenschaft'ta (1882; Şen Bilim) Eski Yunan, Rönesans ve Akdeniz’e özgü kültür anlayışının bakış açısını yakalamaya çalışarak sağlıklı bir yaşamın koşullarını araştırdı Böyle Buyurdu Zerdüşt Nietzsche’nin eı temel düşüncelerinden biri olan “bengi dönüş” (ewige Wiederkehr) kavramı üzerine kurulmuştu. Şiirsel bir yapı içinde alışılmış dünya ve yaşam anlayışlarının yeniden değerlendirilmesinin doruk noktasını oluşturan “bengi dönüş” düşüncesi, hem dünyayı zorunlu bir bütün olarak görüp “evetleme”ye, hem de en büyük özgürlük olanağını yaratmaya yönelikti. Her insanın yaşamının baştan sona belirlenmiş bir bütün olduunu, ama insan bu bütünü tam anlamıyla ilinçlendirip onaylarsa, yani yaşamını bütünlüğü içinde olduğu gibi kabullenirse, büyük bir özgürlük kazanacağını ileri sürüyordu. Nietzsche’ye göre bu noktaya ulaşabilmiş insan “üstinsan” (Übermensch) olacaktı.

Nietzsche bu yapıtından sonra düşüncelerini dahaldüzbir biçimde geliştirmeye çalıştı. Jenseits von Gut und Böse (1886; İyinin ve Kötünün ötesinde, 1989) ve Zur Genealogie der Moral'da. (1887; Ahlakın Soykütüğü Üstüne, 1990) yer yer aforizma üslubu, yer yer de daha uzun düşünsel zincirler içinde olgun düşüncelerini dile getirdi. Bunlar, Böyle Buyurdu Zerdüşt'te şiirsel dille ortaya konan bakış açılarının düşünsel ve tarihsel açıdan geliştirilmiş biçimleriydi ve Nietzsche’nin amor fati (yazgısını sevme) adını verdiği yaşantıya yol açıyordu. Buna göre, kişi yaşamın genel akışını onaylamakla bir bütün olarak yazgısına “evet” diyor, bu da Nietzsche için tek sağlıklı yaşam olanağını oluşturuyordu. Nietzsche bu kitaplarda ahrak sorunu üzerinde durdu, iki temel ahlak biçimi ayırt etti; “efendi” ve “köle” ahlakını dünyaya bakışın iki biçimi olarak yorumladı ve bunların temelindeki değerler sistemini çözümledi. Tarihsel olarak da Eski Yunan ve Roma’nm efendi ahlakına dayalı kültüründen sonra bir köle ayaklanması olarak gördüğü Hıristiyanlığı, tipik bir köle ahlakı olarak yorumladı.

Sağlığı iyice bozulan ve yalnız kalan Nietzsche yazın İsviçre dağlarında, kışın İtalya kıyılarında yaşadı. Baş ağrıları ve uykusuzluk için aldığı ilaçlar sağlığını daha da bozdu. Ama, inatla defterler dolusu yazı yazdı. Son yayımladığı kitaplarda anlaşılmaz hale gelmesi üzerine yayıncısıyla da arası bozuldu. Yeni bir yayıncı bulduysa da, kitap yayımlaması eskisi kadar kolay olmadı. Bu arada büyük bir başyapıt planlayarak düşüncelerini bütünlüklü bir sistem içinde toplamaya girişti. Bu büyük yapıt için çeşitli tasarımlar geliştirdi ve kitaba genel olarak Der Wille zur Macht (Güç İstemi) adını vermeyi düşündü. Ama ne sağlığı, ne de o zamanki yazma alışkanlığı buna izin veriyordu. Bu yapıtın notlarını ve ön çalışmalarını bütünlüklü bir kitap görüntüsü içinde yayımlayan kız kardeşi Elisabeth, bu kavramı da Nietzsche’nin görüşlerini çarpıtmak için kullandı.

Nietzsche son üretken yılında (1888) bu tek büyük yapıt projesinden vazgeçerek bir dizi küçük çaplı, ama yoğun kitap yazdı. Bunlardan Dionysos-Dithyramben (1888; Dionysos Dithrambosları, 1988), Böyle Buyurdu Zerdüşt döneminde yazdığı bir dizi şiiri içeriyordu. Başlığında İsa için kullanılmış deyimi taşıyan Ecce Homo (1908; İşte İnsan, 19691Ecce Homo, 1990) otobiyografikti. Der Fail Wagner (1888; Wagner Olayı, 1991), Nietzsche contra Wagner (1895; Nietzsche Wagner'e Karşı 1991), Die Götzen-Dâmmerung (1889; Putların Alacakaranlığı, 1991) ve Antichrist'i (1895; Deccal, 1986,1987) kapsayan bu kitaplarının bazısı uzun yıllar yayımlanamadı.

Nietzsche 1889’un ilk günlerinde zihinsel yetilerini tümüyle yitirdi. Bir iki eski dostuna yazdığı çılgın mektuplar sayesinde Tori- no’da olduğu saptandı ve bakım altına alındı. Çıldırmasının nedeni öğrencilik yıllarında yakalandığı frenginin ilerleyerek üçüncü evreye girmesine bağlandı. İzleyen 11 yıl boyunca bitkisel denebilecek bir yaşam sürdü; hiçbir şey yazmadı.
Etkileri. Nietzsche, çıldırmasından hemen sonra Yahudi düşmanı bir Alman milliyetçisiyle evli olan kız kardeşi Elisabeth Förster’in çabalarıyla, milliyetçi ve ırkçı görüşlere alet edildi. II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra yapılan bir dizi araştırma ise kız kardeşinin çarpıtmalarını ortaya çıkardı; Nietzsche’nin felsefe görüşünün milliyetçiliğe yabancı, hatta karşıt olduğu vurgulandı.

Nietzsche’den yoğun biçimde etkilenen sanatçı ve düşünürler arasında, edebiyat alanında Thomas Mann, Robert Musil, Hermann Hesse, Andre Gide ve D.H. Lawrence ile Rainer Maria Rilke, Stefan George ve William Butler Yeats sayılabilir. Düşünce alanında ise doğrudan etkilediği filozoflar arasında Max Scheler, Kari Jaspers, Martin Heidegger ve Michel Foucault vardır. Albert Camus, Maurice Merlau-Ponty, Roland Barthes ve Jacques Derrida gibi yazarlar üzerinde de dolaysız etkisi görülür. Psikolojide, Sigmund Freud başta olmak üzere, Alfred Adler ve Cari Gustav Jung gibi kuramcılar birçok görüşlerini Nietzsche’ye borçlu olduklarını belirtirler.

Nietzsche’nin 1960’lara değin birçok yanlışla yayımlanan yazıları 1967’de Giorgio Colli ve Mazzino Montinari tarafından Werke: Kritische Gesamtausgabe (Eleştirel Bütün Yazıları) başlığıyla yayımlanmaya başladı; 30 cilt olarak planlanan bu proje Almanca asıllarının yanı sıra Fransızca, İtalyanca ve Japonca çevirilerinin de aynı anda yayımını içeriyordu. Hepsi İngilizceye çevrilmiş olan kendi yayımladığı metinler ise Samtliche W erke: Kritische Studienausgabe (1980, 15 cilt) başlığı altında toplandı. Merkezi Almanya’da bulunan uluslararası Nietzsche Derneği, Nietzsche-Studien adlı bir inceleme dergisi yayımlamaktadır.

kaynak: Ana Britannica

Son düzenleyen Safi; 24 Ağustos 2016 20:22
Biyografi Konusu: Friedrich Wilhelm Nietzsche nereli hayatı kimdir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Ekim 2006       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  Friedrich Wilhelm Nietzsche2.jpg
Gösterim: 846
Boyut:  52.7 KB

NİETZSCHE (Friedrich)


alman filozof
Sponsorlu Bağlantılar
(Röcken, Lützen yakınında, 1844 - Weimar 1900)

Babası da, dedesi de papaz olan Nietzsche, klasik öğrenimini Pforta okulu’nda yaptı. 1869’da Basel üniversitesi klasik filoloji profesörlüğüne atandı. Nietzsche, eski metinlerin okunmasından kaynaklanan felsefi sorunlara açık tutumuyla öbür filologlardan ayrılır. Özellikle trajedi konusunda, Yunanlılar'da sanatla dinin ve sanatla sitenin birliğini kavramak gerektiğini gösterdi. Ocak 1872’de yayımlanan ve Yunanlılar'ın dionysosçu yanını ilk kez ortaya koyan Tragedyanın doğuşu (Die Geburt der Tragödie aus dem Geiste der Musik) adlı ilk yapıtı, onun alman filoloji çevrelerince dışlanmasına yol açtı. Yapıt, özgün karakteri ve özellikle yazarın, çağdaş kültüre ilişkin sorunlar üzerindeki kişisel görüşleriyle sarsıcı bir nitelik taşıyordu. Yapıtta filolog, giderek bir estetikçi hatta bir filozof ve bir ahir zaman peygamberi halini alıyordu. Batı uygarlığı, müzik sanatıyla bilim ve din arasında bocalayıp duracak mıydı? VVagner adının boydan boya kapladığı böyle bir yapıtı, filologlar ciddiye alamazlardı: Ulrich von Wilamowitz-Maellendorff'un saldırı nedenini (Philologische Untersuchungen [Filolojik araştırmalar]) burada aramak gerekir. Ervvin Rohde, Wilamowitz-Mcellendorff’un saldırısına sert bir dille karşılık verdi. Nietzsche'nin yapıtı filoloji açısından başarısızlığa uğradıysa da, onun gittikçe büyüyen dost çevresinde bir başarı oldu. Nietzsche burada, trajedinin ve mitin yeniden doğması arzusunu dile getirmekte ve bu arzusunu gerçekleştirecek kişinin Wagner olduğunu düşünmekteydi. Ama aynı zamanda, Dürer'in Ölümle Şeytan' ın yoldaşı şövalye tablosunun oluşturduğu simgeye bakarak Schopenhauer'i düşünmekten de geri kalmıyordu: "Hiçbir umudu yoktu, ama hakikati bilmek istiyordu."

1874’ten itibaren Nietzsche, sürekli başarılarından yakınmaya başladı. Aynı yıl, iki yıllığına fakültesinin dekanlığına atandı. Mayıs 1879’da sağlık nedenleriyle istifa etmek zorunda kaldı. Bundan böyle, on yıllık öğretim görevinden dolayı kendisine bağlanan emekli aylığı ile kanton yönetiminin bağışları biricik geçim kaynağını oluşturdu. Menschliches, Allzumenschliches (insanca, çok insanca) adlı yapıtının ilk iki cildini tamamladı. 1873-1876 arasında Unzeitgemâsse betrachtungen (Zamana aykırı düşünceler) adlı dört ciltlik yapıtını yayımladı. Daha sonra yaşamı, bir kentten öbürüne göçmekle geçti; Marienbad, Rappallo, Roma, Nice, Venedik, Torino, Sils-Maria. Yapıtlarını bu göçebeliği sırasında yazdı. Wagner’le olan dostluğu, bestecinin Menschlisches, Allzumenschliches'in ilk cildini, filozofun da Parslfal'i yermesi üzerine son buldu (1878). Tüm aldatmacaları açığa vurmak ve tüm önyargıları yıkmak isteyen Nietzsche, 1881’de Morgenröte'yi (Gün-doğuşu), 1882’de Die fröhliche" Wissenschaft'ı (Neşeli bilgi), 1883’te Böyle buyurdu Zerdüşt’ün (Also Sprach Zarathustra) ilk bölümünü yayımladı. 1885'e kadar bu sonuncu yapıtını yazmaya devam etti. 1886'da Jenseits" von Gut und Böse'yi (iyinin ve kötünün ötesinde), 1887'de de Zur Genaologie’ der Moral’ı (Ahlakın soykütüğü üzerine) yazdı ve yayımladı. 1888'de, Götzendâmmerung"u (Putların çöküşü) yayımcıya gönderdi (kitap ertesi yıl basıldı). Der Fail Wagner (Wagner olayı) [eylül 1888’de basıldı] ve DeccaTı (Der Antichrist) [1896'da basıldı] da yayımcıya gönderdi. 1889’da, Torino'nun bir sokağında aniden yere yıkıldı, Jena'da hastaneye yatırıldı. Önce annesi onu yanına aldı, sonra kız kardeşi Elisabeth Förster-Nietzsche, kardeşini Weimar'daki evine götürdü. Nietzsche, yaşamının sonuna kadar hiç konuşmadı. Yalnız zaman zaman zekâ belirtileri gösterdi. 1896’da Nietzsche contra VVagner (Nietzsche, VVagner'e karşı); 1908’de Ecce Homo adlı yapıtları yayımlandı. 1886'dan beri yazmakta olduğunu arkadaşlarına söylediği Der Wille‘ zur Macht (Güçlülük istenci) adlı yapıtından, taslaklar, aforizmalar ve parçalar kalmıştır.

Nietzsche'nin özgün yanı, Batı uygarlığının temel felsefi sorunlarını köktenci bir kuşkuyla ele almasıdır. Nietzsche, bilginin (bilim), varlığın (Batı'ya özgü apaçık hakikatler) ve nihayet eylemin (ahlak ve siyaset) yeniden sorun haline getirilmesine olanak sağladı. Kantçı eleştirinin sonucunu daha ilerlere vardıran nietzscheci eleştiri, giderek kantçı eleştirinin kendisine yöneldi; aklın sözde önsel (a priori) kategorilerini kabul etmeyerek, bunların, bedensel ve sosyoekonomik kökenli, salt “yaşamsal” zorunluluklardan başka bir şey olmadıklarını ileri sürdü. Nietzsche, bilimsel hakikat de dahil olmak üzere, her türlü hakikatin içyüzünü ortaya çıkardı; insanın ayırtedici özelliği olan icat gücünü ve aynı zamanda yeniliğe karşı direnişini (yabancısı olduğu şeyi "barbarca", kendi aklına uyduramadığı şeyi "akıldışı" diye niteleyen o değil midir?) göstermeye çalıştı. Ona göre, bilgi işlevleri hiyerarşisine dipten doruğa egemen olan şey, “hakikat"ten tamamen başka bir şeydir; bunlar egemenlik gibi etkin tutkular ya da tembellik gibi edilgin tutkulardır. Kurumsallaşmış alışkanlıklarımız, kurumlarımız, dillerimiz, toplumun geçmişten çıkardığı dersler, başka her türlü yaşam tarzını dışlayarak kendi yaşamımız olarak benimsediğimiz “akla uygun" bir dünya biçerler bize ve savaş durumu da buradan kaynaklanır. Bilginin ve genel olarak kurumların çifte eleştirisi, Nietzsche'nin gerçekleştirmeye çalıştığı kökenlere ilişkin çözümlemeye dayanır. Bunun için, Nietzsche'nin yapıtlarında, bir bilimkuramsal inceleme ile bir polemik tutum ayrımı yapılabilir. Felsefesinin bu ikili karakteri (bilgi ve kavga), Nietzsche’nin ileri sürdüğü soykütüğünü Tragedyanın doğuşu ’yla başlayan yepyeni bir insan bilimine dönüştürür. Tragedyanın doğuşu'nda Nietzsche, Dionysos'u keşfederek Freud’dan önce, insanın, her zaman var olan iki biçimli (yaşam ve ölüm) ve farklılaşmamış kökenini gün ışığına çıkardı. Bu ölçüsüzlüğe, bireyleşme ilkesi olan Apollon'la birlikte ölçü biçimi kendini kabul ettirir. Hesaba katılması zorunlu olan bu antropolojik temel üzerinde, batı tarihi, “Sokrates olayfna tanık oldu. "Sokrates olayı" demek, soyutlama ve kavram demekti, yani çağdaş bilimin ve ahlakın dayandığı temeldi.

“Kuşku denizinin üstünde yalnızca bir tahta parçası, uzanıp uyumaya ancak yetecek genişlikte!” Parmenides'e mal ettiği bu sözlerle Nietzsche, metafizik sorununun en can alıcı noktasına parmak basar: değişmez, sabit bir noktanın gerekliliği; oysa kendi eleştirisi, tersine, bilinecek nesneye olabildiğince çok açıdan yaklaşmak gerektiğini göstermeye çalışır. Parmenides’in yaptığı gibi düşüncenin varlıkla özdeşleştirilmeye çalışılması, Nietzsche'ye göre, felsefenin lanetlenmişliğinin (ruh ve beden ayrımı) ifadesidir. Nietzsche Herakleitos, Anaksagoras ve Empedokles’te ortak olan inanca, yaşadığımız dünyanın, “görünüş" dünyasının gerçek olduğu inancına katılır. 1872-1888 arasında, bilgikuramına ilişkin düşünceleri, henüz kıvamını bulma aşamasındadır. 1881 - 82'de, Descartes'ın “düşünüyorum öyleyse varım'Tnı eleştirmeye başlar: benim, düşündüğümü düşünen varlık olduğum kesin değildir, der Nietzsche. 1882-1886 arasında (Zerdüşt dönemi), kendisini "labirent” insan olarak gören Nietzsche için hakikat "Ariadne"dır. 1883'ten sonra, 1888’e kadar, yeniden yunan felsefesi üzerinde düşünmeye yönelir ve bütün felsefe tarihini bir kez daha gözden geçirir; vardığı sonuca göre, her şeyi formüllere indirgemek yeterli değildir, ayrıca bu temeller üzerinde "yaşayabilmek" gerekir, ama bu olanaklı mıdır acaba?. "Gerçek dünya", başka herhangi bir dünya gibi bir kurgudur ve hatta "yaşama karşı giriştiğimiz en tehlikeli suikast”tır.

Nietzsche'nin felsefesi, bir “varlık” felsefesi değil, ama bir "var olabilme" felsefesidir. Ve insan hakkında açılan bu soruşturmaya başlangıçsız ve sonsuz dönüş düşüncesi de, başlangıçsız ve sonsuz oiuş'un mutlak düşüncesi olarak katılır. Güçlerin dünyası, önlenmesi olanaksız bir büyüme eğilimi taşır; "güçlülük istenci” kavramının kaynağı budur. Ve, bu güçler dünyası, hiçbir azalma tanımadığından, asla bir denge noktasına ulaşmaz. Nietzsche şöyle der: "Bu dünyanın ulaşabileceği durum her neyse, o buna mutlaka ulaşacaktır ve bunu yalnız bir kez değil, sayısız kez yapacaktır." Nietzsche'nin felsefi tavırlarının köktenciliği, her türlü yorumun göreli olduğu varsayımına dayanır ve doğrudan doğruya güç istencine tabi olan insanın yaratma yeteneğini işe sokar. Köktencilik, satırları karalanmış ve satır araları birbirini izleyen yorumlarla doldurulmuş özgün metni yeniden bulmaktır: "Köktenci bir hakikat" gereksiniminden doğan soykütüğü çalışması işte budur.

NİETZSCHECİLİK

a.
1. Nietzsche'nin felsefesi.
2. Nietzsche'nin öğretisinin bazı yanlarına (özellikle üstinsan mitine) dayanarak, başkalarına oranla doğal üstünlüğü olduğunu ileri süren bir kişi ya da grubun saldırgan ideolojisi.

Kaynak: Büyük Larousse

Son düzenleyen Safi; 24 Ağustos 2016 20:22
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
23 Kasım 2008       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye

Nietzsche Felsefesi


Üstüninsan


Ana madde: Üstüninsan sözcüğünü ilk olarak teolog ve yazar Heinrich Miller, 17. yy'da yazdığı Geistlichen Erquickstunden adlı eserinde kullanmıştır.Nietzsche, üstüninsanın tüm evrenin amacı ve sebebi olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre Üstüninsan insanlığın da amacıdır.
Nietzsche, üstüninsan kavramıyla, soylu bir insan eylemliliği kavramını yeniden kurmaya çalışır. Son İnsan, yalnızca maddi teselli peşindeyken, üstinsan yaşamını büyük eylemler uğruna harcamaya hazırdır. Üstün olmak, isteyerek iyinin ve kötünün ötesinde durmaktır.
Nietzsche kendisini, üstüninsanın habercisi olarak tanıtır. Bu konuda eserinde şöyle yazmıştır:
İnsan bir iptir ki hayvanla üstinsan arasına gerilmiştir. Uçurumun üstünde bir ip. Tehlikeli bir geçiş, tehlikeli bir yolculuk, tehlikeli bir geriye bakış, tehlikeli bir ürperiş ve duraksayış.
Ayrıca eşitliğe de inanmayan filozof, bunu şöyle belirtir
Çünkü insanlar eşit değildirler. Gerçek budur. Ve benim istediğim şeyi onlar istemezler.
İnsanların üstinsanı karalayacaklarını şu ifadelerle bildirir
İddia ederim ki benim üstinsan dediğime, siz şeytan diyeceksiniz.
Ona göre üstinsan sert olmalıdır
Sert olunuz!
Halk tabakasını küçümser ve eşitliğe inanmadığını tekrar vurgular
Panayırda kimse üstinsanlara inanmaz. Orada konuşmak isterseniz halk tabakası göz kırpar ve "Biz hep eşitiz" der.
Ayrıca üstinsan hakkında şöyle der:
Haydi haydi, ey üstinsanlar! Ancak şimdi insan, geleceğin doğum sancısındadır. Tanrı öldü, şimdi dileriz ki üstinsan yaşasın.
Ey üstinsanlar, içten adamlar, açık kalpliler; güvensiz olun! Derinliklerinizi gizli tutun; çünkü bugün halk tabakasının günüdür.
Nietzsche'nin üstün insanı, belli bir evrim sürecinin ardından, insanlar arasından çıkıp, bütün insanlığı yönetecek, tüm insanlara tahakküm edecek bir diktatör değildir. O, her ne kadar on dokuzuncu yüz­yılda kapitalizmin yarattığı fabrika köleleri­ne, kapitalizmin Hıristiyanlıktan miras alıp koruduğu köle ahlâkına, burjuva demokrasi­siyle onun eşitlik idealine karşı çıkarken, bu düzenin veya Avrupa'daki demokratikleş­menin bir yandan da zorbalık, acımasız bir diktatörün ortaya çıkışı için gerekli altyapı­yı hazırladığını söylemiş olmakla birlikte, onun üstün insanı, sanıldığının tersine, Hitler değildir.

"Tanrı Öldü" iddiası


"Tanrı öldü", Nietzsche'nin en popüler sözüdür. Bu düşünceyi Nietzsche, ilk kez Şen Bilim adlı eserinde dile getirmiştir. O dönemin koşullarına göre yorumlanması gereken "Tanrı'nın Ölümü" düşüncesini, kendi tabiriyle bir kaçığın ağzından duyurur. Gündüz vakti elinde fenerle dolaşıp "Tanrı öldü! Tanrı öldü!" diye bağıran bir delinin ağzından, Tanrı'nın ölümünü ilan eder.
Ad:  Friedrich_Nietzsche (2).jpg
Gösterim: 455
Boyut:  7.1 KB
Friedrich Nietzsche, Basel, yaklaşık olarak 1875.

Nietzsche "Hiçbir adalete sığmayan, sayısız çatışma ve acılar iyi bir Tanrı'ya nasıl mal edilebilir?" düşüncesinden yola çıkarak, Tanrı'nın ölümünün insanın anlaşılmaz olan doğasını yenmesi için ve üst insan'a ulaşılabilmesi için bir mecburiyet olduğunu savunmuştur.

Tanrı'nın, insanı yeryüzüne acı çekmesi için yolladığına inanır. Nietzsche bunu Empedokles adlı eserinde de vurgulamıştır. Nietzsche'ye göre "Sanatçı Tanrı" kendisini Yunanlıya bir model olarak sunar. Onun kendisine bir şekil vermesini, mermerin ya da taşın içinde gizli kalan heykeli çıkarıp, sonra da gerçekleştirilen bu sanat yapıtının tadına varmasını önerir. "Hristiyan Tanrı" ise emredicidir. İnsanın dünya nimetlerinden faydalanması yerine, çile çekmesini ister. "Tanrı'yı yadsıyoruz, Tanrı'nın sorumluluğunu yadsıyoruz ve böylece, yalnızca dünyayı biliyoruz." Nietzsche olaylar sonrası insanların Tanrı'yı suçlamayarak suçu dünyaya bulmalarının yanlış olduğunu düşünmüştür. Nietzsche'ye göre geliştirmiş olduğumuz tüm değerler, dünyanın gerçek doğasını görmemizi engellemek amacıyla geliştirilmiş araçlardan başka hiçbir şey değildirler.

Bununla beraber, bu araçlar bizim için dayanılması zor bir dünyayı dayanılabilir kılabilmeye hizmet ederler. Bu hizmet yıllardır dinlerin varoluşu ile de desteklenmektedir. Dinler bize öbür dünya gibi güzel vaatler sunarak, bize bu dünyada yapmamız gerekenleri buyururlar. Bu buyruklar, insanların özgür ve başkaldıran doğasını yoketmeye onları birer sürü parçası haline getirmeye yöneliktir.

Nietzsche Tanrı anlayışına ve hayatı katlanılabilir kılan araçlara karşı çıkar. Öte yandan, bunlar varolmadan yaşamanın ne kadar zor olduğunu ve ne kadar yüksek düzeyde hayat ve birey bilinci gerektirdiğini söyler. İşte onun istediği de budur. Bilime ve dine hizmet edenler bu noktada birbirinden farklı değillerdir. İkisi de bu araçların ve vaatlerin tekrar tekrar insan hayatına girmesine ve insanların bunlara körü körüne bağlanmasına neden olurlar.
İnsanlar bu araçlardan kurtulup zorla bir gereklilik kazandırılmış dünyadan sıyrılmalıdırlar. Tanrı ölmüştür; çünkü insan kendi hareketlerini yönlendirebilecek düzeydedir. Fakat tahmin edildiği gibi Nietzsche bu durumdan tam bir çıkış önermez. Bu çıkışı insanların başarabileceğini söyler.
Tanrı'nın ölümünü büyük bir reddedişe ve kendi üzerimizde sürekli bir zafere dönüştüremezsek, bu kaybın bedelini ödemek zorunda kalırız.

Bengi dönüş


Nietzsche'nin bengi dönüş ve üstinsan görüşleri birbirinin tamamlayıcısı durumundadır. Nietzsche ebedi dönüş görüşü ile insanın dünyaya tekrar tekrar geleceğini savunur. Nietzsche'ye göre; "insan tüm yaşamı durmadan döndürülen bir kum saatidir". Sonsuz dönüşteki tehlike, insanın üstinsan olmak için üstesinden geldiği bütün sorunların yeniden ortaya çıkmaları ve yeniden üstesinden gelme zorunluluğudur. Üstinsana ulaşmada insanın önündeki en büyük engeli Tanrı olarak görmektedir.

Hristiyanlık ve deccal


Ad:  Friedrich_Nietzsche (1).jpg
Gösterim: 482
Boyut:  12.5 KB
Hans Olde'nin Nietzsche çizimi


Nietzsche, "Hristiyanlığa düşmanız, nefretle bakıyoruz, tüm romantizm ve anavatana tapınma biçimlerine de..." diyerek Batı Kültürü'nün çöküşünü (decadence), ahlak değerlerine sökülüp atılamazcasına kök salmış olduğunu saptadığı, "çileci ülkü"ye yönelik olarak sunduğu soykütükçü çözümlemelerle açıklama yoluna gitmiştir.
Nietzsche'nin din konusunda sert düşünceleri vardır. Hristiyan öğretisine karşı takındığı tutum, başkaldırışı ve bu öğretiye lanetler yağdırması, 19. yüzyılda çok ses getirmese de, Nietzsche'nin tanınmasıyla ve üne kavuşmasıyla beraber büyük yankı uyandırmıştır. Çünkü Nietzsche, Deccal adlı eserinde Hristiyanlığa lanetler yağdırmış, onu küçümsemiş ve kökeni konusunda çeşitli araştırmalarda bulunmuştur. Ona göre "İlk ve son Hristiyan çarmıhta ölmüştür."
Nietzsche, Deccal adlı eserinin hemen başında şu sert yorumu yapar":
Zayıf ve hasta yapılı olanlar yok olmalıdırlar.Bu, bizim insan sevgimizin ilk kuralıdır.Onlara bu konuda yardım edilmelidir. Bir günahtan daha zararlı ne olabilir? Zayıf ve hasta yapılı olanlar için bir anlayış: "Hristiyanlık!"
Nietzsche'nin dine başkaldırışı, özelde Hristiyanlığa olmakla birlikte, genelde tüm nihilistik özellik gösteren dinleredir. Nietzsche'nin başkaldırışı, tüm dinlere değildir. Çünkü Nietzsche, doğrudan dine değil, nihilizme başkaldırır ve dolaylı olarak bu başkıldırışını nihilistik ögeler taşıyan dinlere de yöneltir.
Nietzsche'ye göre Hristiyanlık, köle ahlakını taşıyan ve hayatı yadsıyan bir öğretidir. Bu sebeple sürü psikolojisinin temeli, bu öğretiye dayanır. Bir tür çilecilik olarak adlandırılabilinecek Hristiyanlık, Nietzsche'ye göre yok edilmelidir. Çünkü Nietzsche'ye göre Hristiyanlık, insan neslinin sonunu getirebilecek nitelikte yanlış bir anlayışın sonucudur.
Nietzsche'ye göre Hristiyanlık, bilimin de düşmanıdır.
Hristiyanlık gibi gerçeklikle ilişkisi olmayan, gerçeklik gelir gelmez uzaklaşmak zorunda olan bir din, doğal olarak dünya hikmeti'nin, yani bilimin düşmanı olacaktır.
Yine Deccal adlı eserinde, Hristiyanlık'ı kültür yıkıcısı bir din olarak nitelendirmiştir. Çünkü eski kültürlerin izini, varlığı ve varoluşu yadsıması sebebiyle silmiş ve yağmalamıştır
Hristiyanlık, eski kültürün mirasını bizden çaldı. Sonra da bizi, İslam kültürünün mirasından yoksun bıraktı. Temelde bize, Grek ve Roma'dan daha yakın olan ve doğrudan duyu ve zevkimize hitap eden İspanya'nın muhteşem Magribi kültürü ayaklar altında çiğnendi. Neden? Çünkü soyluydu, çünkü kökenlerini insanca içgüdülerden alıyordu...
Hristiyanlık, Nietzsche'ye göre insanî içgüdüler taşıyan her türlü kültüre ve uygarlığa düşmandır. Çünkü ona göre Hristiyan, gerçeği fikri olarak yaşayan herşeye düşmandır ve onu yağmalamak, kendisi adına yok etmek ister.
Hristiyanlık süslenip, ona elbise giydirilmemelidir. O, yüksek insan tipine karşı savaş açtı. Bu tipin tüm içgüdülerini yasakladı. Şeytanı, şeytan olanı bu içgüdülerden damıttı. Güçlü insan ayıplandı ve toplum dışına itildi. Hristiyanlık, zayıf, adi, kötü yapılı olan her şeyin yanında oldu ve güçlü bir yaşamın aksini sağlayacak içgüdüleri idealleştirdi...
Nietzsche şöyle devam etmektedir:
Yaptıklarımla bir sonuca vararak yargımı açıklıyorum; Hristiyanlığı lanetliyorum! Hristiyan kilisesinin karşısına, bir savcının şimdiye dek ortaya sürdüğü en büyük suçlamayı ifade ediyorum. Bana göre Hristiyanlık, yozlaşmanın en uç biçimidir ve algılanabilecek nihaî bir yozlaşmanın istemine sahiptir!
Ecce Homo adlı eserinde de bu konuda
Anladınız mı beni? Beni ben yapan, beni insanlığın geri kalanından ayıran, Hristiyan ahlâkının maskesini düşürmüş olmamdır. Hristiyan ahlakı -yalan isteminin en kötü niyetli biçimi- insanlığın gerçek Kirke'si; insanlığı harabeye çeviren Hristiyan ahlakı... Yaşamın temel içgüdülerini küçümseme öğretildi: Öyle ki, bedeni yok etmek için bir "ruh", bir "tin", yaratıldı sahte bir şekilde, yaşamın ön koşulunda, cinsellikte, pis bir şey barındırdığı öğretildi sürekli; öyle ki katı bencillikle, muvaffakıyet için son derece önemli olan şeyde kötülük ilkesi aranıyor...
Hristiyan ahlakının maskesinin düşürülmesi eşi benzeri olmayan bir olay, bir dönüm noktasıdır. Bunu halka açıklayan kişi, karşı konulamaz bir güç, bir yazgıdır. -İnsanlık tarihinini ikiye böler: kendinden önce yaşayanlar, kendisinden sonra yaşayanlar...

Apollon ve Dionysos


Ad:  Nietzsche.JPG
Gösterim: 437
Boyut:  6.8 KB
Nietzsche Turin kliniğinde


Gerçekte iki Antik Yunan tanrısı olan Apollon ve Dionysos, Nietzsche'de anlamca yüceleştirilir ve oluşun merkezine koyulur. Sanatın bire bir oluşumu, bu iki kavrama bağlıdır.
  • Apollon ; Nietzsche'de anlamını "biçim"le bulur.
  • Dionysos ; Nietzsche'de anlamını "uyum"la bulur.
Nietzsche'ye göre, Eski Yunanlılar, bu iki sanat tanrısıyla, yani sırasıyla Heykel ve Müzik tanrılarıyla, sanatsal üretimin derin gizlerini keşfetmişlerdir. Apollon düş deneyimini ifade eder. O ışık saçan Tanrıdır, Dionysos ise esrime deneyimidir.Hayatın iki kanadı olan Apollon ve Dionysos, insanın yaratıcı gücünü ortak olarak biçimlendiren ve yön veren iki tanrıdır. Nietzsche'de bu tanrısal değişim ve dönüşüm, aslında hayatın sanatsallığına bir işaret, bir göz kırpmadır.
Dionysos müzik ve şarabın tanrısıdır. Yaratma eylemi, Dionysos ve Apollon'un odak noktasının yakalanması, Nietzshe'ye göre "dans etmek"tir.
Dionysos, varlığın özünü sezgiyle kavramaya, Apollon ise sezgiyle kavranan özün dışa, yani görünen dünyaya etki ettirmeye yarar. Nietzsche'ye göre sanat, bu iki "kavramsal" tanrının etkisiyle şekillenir.
Nietzsche'ye göre estetiğin temeli, bu iki kavramı anlamakla mümkündür. Bu konuda şöyle der:
Mantıksal bir çıkarsamayla, ama sezginin anında oluşan keskinliğiyle, sanatın sürekli gelişiminin Apolloncu ve Dionysoscu bir ikiliğe bağlı olduğunu anladığımızda estetik bilimi için çok şey yapmış oluruz: Yaradılışın, bazen araya giren uzlaşmalara rağmen sürekli çatışan cinsiyet ikiliğine bağlı olması gibi...
Nietzsche yorumlarına şöyle devam eder:
Özet olarak, diyalektik, "ayak takımının bir intikam alma yöntemi", "çaresiz insanların seçtiği bir Yahudi yöntemi", "insanın gücünü kendince teşhir edip gösteriş yapması" ve bu yolla karşı tarafın iddasını kurnazca ve hileyle yere vurma isteğidir.
Nietzsche, Sokrates'ten önceki Yunan felsefesine saygı duyar. Lakin ona göre Sokrates'ten sonraki çağ, Sokrates'in izlerini taşıdığı için onun gözünde neredeyse tamamen yozlaşmıştır. Sokrates'in yöntemide bir tür diyalektik olarak tanımlanabileceği için, diyalektik kavramı Nietzsche tarafından topyekün reddedilir.
İnsandaki yaratıcı güç şöyle dursun, Nietzsche'ye göre doğa yaratısı insan bile, doğanın bu iki kavramındaki odak tarafından yaratılmıştır. Kısacası ona göre Apollon ve Dionysos, doğanın elleridir. Doğa bu kavramlarla yaratır ve yıkar.
En tuhaf ve zor sorunlarında bile yaşama "Evet" diyebilmek, en yüksek tiplerin kurban edilmesinde bile, kendi tükenmezliğinden sevinç duyan yaşam istemi -Dionysosça dediğim şey işte bu.

Güç istenci


Güç istenci, Friedrich Nietzsche'nin felsefesinin merkezi sayılabilecek bir önem teşkil etmektedir. Güç İstenci, Nietzsche'ye göre evrenin her türlü devinimindeki en temel istenç olmakla beraber; tüm detayları, mikro ve makro kozmosu kaplar. Tüm değişim ve dönüşümler, bu istencin farklı kisvelere bürünmüş halidir. Her detayda bu istencin izlerini yakalamak mümkündür.
Son düzenleyen Safi; 23 Ağustos 2016 02:54
Quo vadis?
HipHopRocK - avatarı
HipHopRocK
Ziyaretçi
6 Mayıs 2009       Mesaj #4
HipHopRocK - avatarı
Ziyaretçi

Nietzsche'nin Çalışmaları


Nietzsche'nin tüm eserleri:
Ad:  Friedrich Wilhelm Nietzsche6.jpg
Gösterim: 814
Boyut:  32.2 KB
  • Ders notları ve yayınlanmamış çalışmaları
  • Müziğin Ruhundan Tragedya'nın Doğuşu
  • Çağa Aykırı Düşünceler
  1. David Strauss: der Bekenner und der Schriftsteller, 1873 (David Strauss Eleştirisi)
  2. Vom Nutzen und Nachteil der Historie für das Leben, 1874 (Tarihin Yaşamımıza Etkisi)
  3. Schopenhauer als Erzieher, 1874 (Eğitmen Olarak Schopenhauer)
  4. Richard Wagner Bayreuth'da, 1876
  • İnsanca, Pek İnsanca
  • Böyle Buyurdu Zerdüşt
  • İyinin ve Kötünün Ötesinde
  • Tan Kızılığı
  • Şen Bilim (La Gaya Scienza)
  • Ahlakın Soykütüğü Üzerine
  • Homeros ve Klasik Dilbilim
  • Schopenhauer'ci Felsefe ve Uygarlığı
  • Yunanların Trajik Çağında Felsefe
  • Zerdüşt Şiirine Eklemeler
  • Ecce Homo
  • Mektuplar

Müziğin Ruhundan Trajedinin Doğuşu


Nietzsche ilk kitabını 1872 de yazdı. Kitap Müziğin Ruhundan Tragedya'nın Doğuşu(Die Geburt der Tragödie aus dem Geiste der Musik) adını taşıyordu ve 1886 de Trajedi'nin Doğuşu, Hellenizim ve Pessimizm (Die Geburt der Tragödie, Oder: Griechentum und Pessimismus) adıyla tekrar düzenlendi.
Bu eserleri, Yunan kültürünün aydınlanma çağına etkilerini konu alıyordu. Nietzsche'nin ana karakterleri Apollon ve Dionysos idi.
Kitabında yazar önce bir filozofa sonra da peygambere dönüşüyor gibi görünüyordu. Bu eseri akademik çevrelerce oldukça sert eleştirildi. Ulrich von Wilamowitz-Moellendorff en ağır eleştirileri yapanlardan biriydi. Bu eleştiriler Nietzsche'nin felsefesinin daha da koyulaşmasına sebep oldular.

Çağa Aykırı Düşünceler

Nietzsche yazmaya 1873 yılında başladı ve eserini 1876'da bitirdi. Bu çalışması Avrupa, özellikle Alman kültürü aleyhinde yazdıklarının bir derlemesi idi. İlk bölümünde yazar "Biz Filolohlar" diye başlıyor ve "Filologun Görevleri"ni anlatıyordu. Kitap dört ciltten oluşmaktadır;
  1. David Strauss: der Bekenner und der Schriftsteller, 1873 (David Strauss Eleştirisi)
  2. Vom Nutzen und Nachteil der Historie für das Leben, 1874 (Tarihin Yaşamımıza Etkisi)
  3. Schopenhauer als Erzieher, 1874 (Eğitmen Olarak Schopenhauer)
  4. Richard Wagner Bayreuth'da, 1876

İnsanca Pek İnsanca


Nietzsche'nin bu eseri ilk olarak 1878'de yayınlandı. Daha sonra onu eserin ikinci cildi 1879'da takip etti. Eser aslında üç bölümden oluşmaktadır. Karışık Fikirler ve Maximler (Vermischte Meinungen und Sprüche) (İki bölüm), 1880: Gezgin Ve Gölgesi (Der Wanderer und sein Schatten). Üç böüm 1886 yılında İnsanca, Pek İnsanca; özgür ruhlar için bir kitap (Menschliches, Allzumenschliches, Ein Buch für freie Geister) başlığı altında toplandı.

Böyle Buyurdu Zerdüşt


'Böyle Buyurdu Zerdüşt: Herkes ve Hiçkimse için Bir Kitap' (Orijinal adıyla Also sprach Zarathustra), Alman filozof Friedrich Nietzsche tarafından kaleme alınmış bir kitaptır. Kitabı belirli bir kategori içerisinde tanımlamak genelde zor olmuştur: Bir edebiyat eseri ve aynı zamanda felsefî bir çalışmadır. Nietzsche kendisi kitabı "yazılmış en derin" eser olarak tanımlamıştır. Eser, birçok farklı konu ve tarz barındırmaktadır. Nietzsche'nin felsefî görüşleri açısından önemli bir yer tutan kitap, birçok eleştiriye maruz kalmıştır.

Edebiyat ve felsefe


20. yüzyıl felsefesinde belirgin bir eğilim olarak edebiyat ve felsefenin içiçe geçtiği, felsefe anlatıların edebi anlatılara benzemeye başladığı ya da edebi anlatının felsefi nitelik taşıdığı gözlemlenir. Bu gelişmenin kaynağındaki en önemli düşünür Nietzsche'dir ve özellikle onun Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabıdır. Bu kitapta Nietzsche şiirsel bir uslûpla felsefi meseleleri dile getirmiş, kendi felsefi düşüncelerini ve kavramlarını açıklamıştır. Nietsche'nin en belirgin etkisi Martin Heidegger'in felsefi çalışmalarındaki şiirsellik arayışında ve varoluşçu filozofların edebi-felsefi yapıtlarında görülür. Nietzsche, felsefe alanında yalnızca metnin içeriğiyle değil, uslûbu ya da söylemiyle de yakından ilgilenmiş, yeni düşünceleri yeni söyleyişlerle dile getirme prensibiyle hareket etmiştir. Böyle Buyurdu Zerdüşt, bu anlamda felsefeye yeni bir içerik katkısından ibaret olmayıp yeni bir söylemsellik de getirmiştir.

Zerdüşt'te Nietzscheci kavramlar

  • Üst-insan
  • Tanrı öldü
  • Bengi dönüş
  • Amor fati!
  • Değerlerin yeniden değerlendirilmesi

Nietzsche'nin kehaneti


Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabında zamanındaki kulaklara göre ağız olmadığını kendisinin daha sonraki kuşaklar tarafından anlaşılacağını söyler. Özellikle yüzyıl sonra anlaşılacağını söylemesi gerçekleşen bir kehanet olarak görülebilir. Elbette tek tek filozoflarda Nietsche'nin çalışmalarını değerlendirenler olmuştur. Ancak asıl olarak Nietzsche 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren genel bir ilginin konusu olur ve postmodern felsefeler tarafından her anlamda değerlendirilmeye başlanır. Onun perspektivizmi, tarihselciliği, bilgi/iktidar düşüncesi, dil'i kavrayış biçimi yeniden ve yeni anlam katmanlarıyla değerlendirilmeye başlanmıştır. 2000'li yıllara gelindiğinde ise Nietzsche en derin teorik tartışmalardan en sıradan sohbetlere kadar herkesin dilindeki isimlerden biri haline gelmiş bulunmaktadır. Nietzsche'nin kendi istediği ve düşündüğü anlamda anlaşılıp anlaşılmadığı tartışmalı olmakla birlikte, yüzyıl sonra kendisine pek çok kulak verenin ortaya çıktığı kesindir.

İyinin ve Kötünün Ötesinde


Jenseits Von Gut und Böse adını taşıyan kitabında, Nietzsche'ye göre insan yaratısı olan iyi ve kötü dünyayı haksız yere şekillendirmiştir. Nietzsche bu kitabında sözkonusu tema çerçevesinde "nihilizmi anlama doğrultusundaki herhangi bir çabanın, yalnızca onun septomlarından hareket etmesinin bu anlama çabasını eksik kılacağı fikrinden hareketle, kendinden sonraki felsefeye de bir yöntem olarak büyük bir etkiye sahip olacak olan, “jeneoloji” metodunu geliştirir", ahlakı temeller.

Yayınlanmamış eserleri


Nietzsche'nin pek çok yayınlanmamış eseri vardır. Bunlar daha sonra toplanmış ve kitaplaştırılmıştır. Genel anlamda, Yunan Felsefesi, aforizmalar esas temayı oluşturur. Nietzsche'nin yayınlanmamış eserleri de kardeşinin tahribatına uğramıştır. Daha sonra "Güç İstenci" adlı kitabında toplanmak istenmişse de, bu kitap şüphelidir.
Son düzenleyen Safi; 24 Ağustos 2016 20:23
Blue Lucifer - avatarı
Blue Lucifer
Ziyaretçi
24 Mayıs 2009       Mesaj #5
Blue Lucifer - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  Friedrich Wilhelm Nietzsche3.jpg
Gösterim: 996
Boyut:  51.5 KB

Nietzsche Hayatı


15 Ekim1844’te doğmuştur. Babası Karl Ludwig Protestan Kilisesinde papazdı. Doğumu Prusya Kralı 4. Friedrich Wilhelm’in doğum gününe rastladığı için adı Friedrich Wilhelm koyulmuştur. Soyadının kaynağı kesin olarak belirlenememiştir. Çocukluk yıllarının en büyük üzüntüsü babasının sağlık durumunun genelde kötü oluşudur. Baba Karl Ludwig 1849’da hemen hemen körleşmiş olarak öldü. “1888-1889 kışı süresince görenlerin şaşırdıkları olaylar meydana geldi; öyle ki Nietzsche’nin, sahibinin dövdüğü bir atı korumak için önüne geçip, daha sonra ağlayarak atın boynuna sarılıp öptüğü bile görülmüştür.” Nietzsche 1889’un ilk günlerinde zihinsel yetilerini tümüyle kaybetti. Çıldırmasının nedeni öğrencilik yıllarında yakalandığı frenginin ilerleyerek üçüncü evreye girmesine bağlandı. On bir yıl boyunca bitkisel denebilecek bir hayat sürdü. 25 Ağustos1900 tarihinde hayata gözlerini yumdu.

Hayat Kronolojisi


1844 15 Ekim: Nietzsche, Leipzig'in güneybatısında Saksonya'da bir Prusya köyü olan Röcken'de Karl Ludwig Nietzsche adında papaz bir babanın oğlu olarak dünyaya gelir.
1849 30 Temmuz: Babasının ölümü.
1858: Naumburg yakınlarında Almanya'nın önde gelen Protestan yatılı okulu Schulpforta'ya kayıt yaptırır.
1864 Ekim: Teoloji ve filoloji öğrencisi olarak Bonn üniversitesine kayıt yaptırır.
1865 Ekim: Nietzsche, Bonn'daki filoloji hocası F.W.Ritschl'in peşinden Leipzig'e gider ve eğitimine burada devam eder. Leipzig'de eski kitaplar satılan bir dükkanda Schopenhauer'in bir kitabını bulur ve arkadaşlarına bundan böyle bir "Schopenhauer'ci" olduğunu açıklar.
1868 8 Kasım: Nietzsche'nin Leipzig'de Richard Wagner'le ilk buluşması.
1869 Şubat: Henüz doktorasını tamamlamamış olan Nietzsche, Ritschl'in tavsiyesi üzerine Basel üniversitesi klasik filoloji bölümüne genç yaşta öğretim görevlisi olarak atanır.
17 Mayıs: Nietzsche'nin Wagner ve Cosima'ya (von Bülow) Tribschen'de ilk ziyareti.
28 Mayıs: Basel üniversitesinde "Homeros ve klasik filoloji" üzerine bir açılış konuşması yapar.
1870 Ağustos: Nietzsche, Fransa-Almanya savaşı patlak verince üniversiteden izin alır ve gönüllü sıhhiye eri olarak cepheye gider. Ama sağlığının bozulması nedeniyle iki ay sonra Basel'e geri döner.
1871 Ocak: Basel üniversitesi felsefe kürsüsüne yaptığı başvuru geri çevrilir. İsviçre Alp'lerinden kalbi kırık bir şekilde ayrılır ve klasik filolog olarak mesleğinden giderek hoşnutsuz olmaya başlar, felsefeye yönelir. Bu yıldan sonra Nietzsche bozuk sağlığıyla sürekli bir mücadeleye girer.
1872 Ocak: İlk kitabı " Die Geburt der Tragödie aus dem Geiste der Musik" (müziğin ruhundan trajedinin doğuşu) yayınlanır.
Şubat - Mart: Basel'de "eğitim kurumlarımızın geleceği" konulu halka açık seminerler verir.
22 Mayıs: Nietzsche, Bayreuth tiyatrosunun temel atma töreni için Bayreuth'a giden Wagner'in 59. doğum gününde besteciye eşlik eder.
1876 Ağustos: 1. Bayreuth festivali. Wagner'le dostluğu gölgelenir.
Eylül: Paul Ree ile birlikte Bayreuth'tan ayrılır. Ekim: Basel üniversitesi sağlığının bozuk olduğu gerekçesiyle Nietzsche'ye bir yıllık hastalık izni verir.
1878: "Menschliches, Allzumenschliches" (insanca, pek insanca) ilk bölümü Voltaire'e adanmıştır.
3 Ocak: Wagner Nietzsche'ye yeni yayımlanan eseri Parsifal'in bir kopyasını gönderir.
Mayıs: Nietzsche Wagner'e yazdığı son mektupla birlikte "insanca pek insanca: Özgür ruhlar için bir kitap" adlı çalışmasının bir kopyasını gönderir. Wagner'den tamamen kopar.
1879: İnsanca, pek insanca'nın ikinci cilt birinci kısmı: Assorted opinions and maxims. Nietzsche sağlığının bozukluğu öne sürülerek Basel'deki kürsüsünden istifa etmeye zorlanır. Bundan sonraki on yıl boyunca otel odalarında ve pansiyonlarda yaşayan yalnız bir gezgin yaşamı sürecektir.
1880: İnsanca, pek insanca, ikinci cilt ikinci kısım: gezgin ile gölgesi.
1881: Tan kızıllığı. Ahlakın önyargıları üstüne düşünceler. Sils Maria'da ilk yazını geçirir.
1882: Şen bilim (Neşeli bilgelik adıyla da bilinir) 125. aforizmada bir deli, tanrının öldüğünü açıklar.
Mart: Paul Ree Roma'ya gitmek üzere Cenova'da Nietzsche'den ayrılır. Ree Roma'da Lou Salome ile tanışır ve ona aşık olur.
Nisan: Nietzsche Roma'ya gider ve Lou Salome ile tanışır. Nietzsche bir kaç gün sonra, önce Ree aracılığı ile daha sonra şahsen Salome'ye evlenme teklif eder. Teklifi geri çevrilse de kendisi, Ree ve Salome arasındaki düşünsel "menage a trois" bağlılıktan hoşnuttur. Yıl sonunda Nietzsche, Ree ve Salome'den kopar ve kendisini ikisinin ihanetine uğramış hisseder.
1883: Böyle buyurdu Zerdüşt: Herkes ve hiç kimse için bir kitap adlı çalışmasının birinci ve ikinci kitaplarını yazar.
13 Şubat: Wagner'in ölümü, 1884, Nice'de Zerdüşt'ün üçüncü kısmını yazar.
1885: Zerdüşt'ün dördüncü ve son bölümünü sınırlı sayıda ve kendi başına yayımlatır.
1886: İyinin ve kötünün ötesinde. Geleceğin felsefesine prelüd.
1887: Yeraltından notlar'ın Fransızca baskısı tesadüfen eline geçer ve böylece Dostoyevski'yi keşfeder. 10 Kasım: Ahlakın soykütüğü üstüne: Bir polemik.
1888 Mayıs - Ağustos: Wagner olayı; Dionysos Dithyrambosları'nı bitirir. (1891'de yayımlanır.) Eylül: Deccal (1894'de yayımlanır.)
Ekim - Kasım: Ecce Homo'yu yazar. (Kitabın yayımlanması Elisabeth Förster Nietzsche tarafından 1908'e dek ertelenir.)
Aralık: Nietzsche Wagner'e karşı. (1895'te yayımlanır.)
1889: Putların alacakaranlığı (Özgün adı: Bir psikoloğun atıllığı.)
3 Ocak: Nietzsche, Torino'da Piazza Carlo'da sinir krizi geçirir ve sahibi tarafından kırbaçlanan yaşlı bir atın boynuna sarılarak ağlar.
18 Ocak: Jena üniversitesindeki psikiyatri kliniğine kaldırılır. Doktorlar "ileri yeti yitimi" teşhisi koyarlar.
1890: Nietzsche'nin annesi oğlunu alır ve bakmak üzere Naumburg'taki evine getirir.
1897 20 Nisan: Annesinin ölümü. Kız kardeşi Nietzsche'yi alarak beraberinde Naumburg'tan, 1894'de Nietzsche arşivini taşımış olduğu Weimar'a götürür.
1900 - 25 Ağustos: Nietzsche Weimar'da ölür. Röcken'de babasının mezarının yanına gömülür.
1901: 1880'lerde kaleme alınan Nachlass'tan 500 bölüm Güç istemi adıyla yayımlanır. 1906'da kitabın ikinci baskısı bu sefer 1067 bölümlük bir çalışma olarak piyasaya çıkar.

Düşünceleri


Nietzsche’nin Tanrının Ölümü Düşüncesi
Nietzsche “Hiçbir adalete sığmayan, sayısız çatışma ve acılar iyi bir Tanrı’ya nasıl mal edilebilir?” düşüncesinden yola çıkarak, Tanrı’nın ölümünün insanın anlaşılmaz olan doğasını yenmesi için ve üst insan’a ulaşılabilmesi için bir mecburiyet olduğunu savunmuştur.
Tanrı’nın, insanı yeryüzüne acı çekmesi için yolladığına inanır. Nietzsche bunu Empedokles, adlı esrinde de vurgulamıştır. Nietzsche’ye göre sanatçı Tanrı kendisini Yunanlıya bir model olarak sunar: Onun kendisine bir şekil vermesini, mermerin yada taşın içinde gizli kalan heykeli çıkarıp, sonra da gerçekleştirilen bu sanat yapıtının tadına varmasını önerir. Hristiyan Tanrı ise emredicidir. İnsanın dünya nimetlerinden faydalanması yerine, çile çekmesini ister. Tanrı’yı yadsıyoruz, Tanrının sorumluluğunu yadsıyoruz ve böylece, yalnızca dünyayı biliyoruz.” Nietzsche olaylar sonrası insanların Tanrı’yı suçlamayarak suçu dünyaya bulmalarının yanlış olduğunu düşünmüştür.“ Nietzsche’ye göre geliştirmiş olduğumuz tüm değerler, dünyanın gerçek doğasını görmemizi engellemek amacıyla geliştirilmiş araçlardan başka hiçbir şey değildirler.
Bununla beraber, bu araçlar bizim için dayanılması zor bir dünyayı dayanılabilir kılabilmeye hizmet ederler. Bu hizmet yıllardır dinlerin varoluşu ile de desteklenmektedir. Dinler bize öbür dünya gibi güzel vaatler sunarak, bize bu dünyada yapmamız gerekenleri buyururlar. Bu buyruklar, insanların özgür ve başkaldıran doğasını yoketmeye onları birer sürü parçası haline getirmeye yöneliktir.
Nietzsche Tanrı anlayışına ve hayatı katlanılabilir kılan araçlara karşı çıkar. Öte yandan da bunlar varolmadan yaşamanın ne kadar zor olduğunu ve ne kadar yüksek düzeyde hayat ve birey bilinci gerektirdiğini söyler. İşte onun istediği de budur. Bilime ve dine hizmet edenler bu noktada birbirinden farklı değillerdir. İkisi de bu araçların ve vaatlerin tekrar tekrar insan hayatına girmesine ve insanların bunlara körü körüne bağlanmasına neden olurlar.
İnsanlar bu araçlardan kurtulup zorla bir gereklilik kazandırılmış dünyadan sıyrılmalıdırlar. Tanrı ölmüştür çünkü insan kendi hareketlerini yönlendirebilecek düzeydedir. Fakat tahmin edildiği gibi Nietzsche bu durumdan tam bir çıkış önermez. Bu çıkışı insanların başarabileceğini söyler.

Nietzsche’nin Ebedi Dönüş Ve Üstinsan Düşüncesi
Nietzsche’nin ebedi dönüş (Bengi Dönüş) ve üstinsan görüşleri birbirinin tamamlayıcısı durumundadır. Nietzsche ebedi dönüş görüşü ile insanın dünyaya tekrar tekrar geleceğini savunur. Fakat Nietzscheyi yorumlayanlar bu konuda ikiye ayrılırlar: Bir kısmı tekrar gelişin bir aynılık içinde olacağını, diğer kısmı ise her dünyaya gelişimizde eski halimizden biraz daha farklı geleceğimizi savunur.“ Nietzsche’ye göre; insan tüm yaşamı durmadan döndürülen bir kum saatidir.” Sonsuz dönüşteki tehlike, insanın üstinsan olmak için üstesinden geldiği bütün sorunların yeniden ortaya çıkmaları ve yeniden üstesinden gelme zorunluluğudur. Üstinsana ulaşmada insanın önündeki en büyük engeli Tanrı olarak görmektedi
Son düzenleyen Safi; 24 Ağustos 2016 20:23
AeraCura - avatarı
AeraCura
Ziyaretçi
21 Temmuz 2009       Mesaj #6
AeraCura - avatarı
Ziyaretçi

NIETZSCHE-SONSUZ DÖNÜŞ


Şimdi, Zerdüşt’ün hikayesinin anlatacağım. Yapıtın temel anlayışı ‘Sonsuz Dönüş düşüncesinin, doğrulamasının bu en üstün formülü’ Ağustos 1881 tarihlidir. Bir kağıt parçasına şunlar yazılmıştır: ‘İnsan ile zaman arasında 6000 adımda.’ O gün, Silvaplana Gölü boyunca ormanda geziniyordum. Surley’den pek uzak olmayan, piramit şeklinde yükselen muhteşem bir kaya bloğunun yakınında mola verdim, bu düşünce işte burada aklıma geldi”
Ad:  Friedrich Wilhelm Nietzsche5.jpg
Gösterim: 1000
Boyut:  45.0 KB

Belki de şöyle yazmak daha doğru olurdu: “Bu düşünce burada bilincimde doğruluk kazandı, bana kendisini karşı konulamaz bir güçle kabul ettirdi.” Çünkü yavaş yavaş takıntı durumuna gelen bir nakarat gibi kendisini Nietzsche’ye çok eskiden Mutlu Adalar’da kaldığı zamandan beri göstermişti. Onun yüzünden Wagner ile yaptığı görüşmeler sırasında dalgın ve uzaklardaydı. Daha sonra, Cenova’nın küçük sokaklarında, limana doğru inerken yine bu düşünce daha da ısrarlı bir şekilde onu ayartmaya gelmişti. Şimdi, kasırga şiddetiyle Zerdüşt’ün, Peygamberin sesiyle Nietzsche’nin üstüne dalga dalga geliyordu. 14 Ağustos 1881 yılında Peter Gast’a yazdığı bir mektupta da birçok kez yinelenen belirtiyi kabul ediyor ve yazar öldükten sonra yayımlanan yapıtlarda bu durum daha açık biçimde görünüyordu. Aslında ‘Sonsuz Dönüş’ sayesinde zamana, uzaya hükmedildiği kadar hükmedilebilirdi ve ona ‘Sonsuzluk’ değerini veren tek bir sezgi içinde zaman deniyordu. Bu yüzden zamanı “doğrulamanın en üstün formülü” olarak görüyordu. Ancak, bu formüle erişene dek itiraf etmediği ne çok acılar, ne çok kararsızlıklar çekmişti!

İnsanın varoluşu ve geleceği ile ilgili olan bu kararsızlıklar nasıl suskunlukla geçiştirebilirdi? Nietzsche, ‘Sonsuz Dönüş’ düşüncesine kendisininkinden daha güçlü olan bir irade ile itildiğini duyumsuyordu. Bu öylesine güçlü bir duyguydu ki, buna yazgı dedi:
“En yüce gücü sağlamaya yönelik böylesine gelip geçici bir düşünce örneği: ‘Yazgıcılık’ (ego Fatum), onun da en uç şekli: ‘Sonsuz Dönüş.’”
Daha önce “yönelim” olarak algıladığını şimdi “yazgı” olarak algılıyordu. Ustası Schopenhauer’de şöyle söylemiştir: “Bu dünyada üzerinde senden başka kimsenin yürüyemeyeceği eşi benzeri olmayan tek bir yol vardır: Bu yol nereye çıkıyor?” O, bu yolu sonsuz kere özlediğini ve izleyeceğini keşfeder. Bu ‘yönelim’in ne olduğunu anlar: ‘Üstinsan’ın peygamberiyken, ‘Sonsuz Dönüş’ün de habercisidir ve olmalıdır da.

Böylece, tüm çelişmeler yalnızca bir düşünce çatışkısı içinde birleşmezler, bu çelişmeler yaşanmıştır.
“İnsanın sağladığı böyle bir yazgının formülü isteniyor mu? Bu formül, benim Zerdüşt’ümün içinde bulunur:
Kötünün ve iyinin içinde yaratıcı olmak isteyen kişi, önce yıkıcı olmalı ve değerleri yok etmelidir.
Böylece, en büyük kötülük, en büyük iyiliğin bir parçası olur, ancak, en büyük iyilik yaratıcıdır.
Ben, şimdiye kadar hiç kimsenin olmadığı kadar korkunç bir insanım, ama bu benim en iyiliksever insan olamayacağım anlamına gelmez.

Yıkımın verdiği mutluluğu tanıyorum. Bu mutluluk benin yıkım gücüme uygundur. Her iki durumda da olumluluk ile olumsuzluğu ayırt edemeyen Dionysos yapıma boyun eğiyorum.”
Yaşamla özdeşleşmek, kendini onun akıntılarına bırakmak, yaşamın, sonu ve amacı olmayan bir hareketin iki evresini de katetmesini kabullenmek demektir -biri diğerini koşullandıran, yaratıcı evre ve yıkıcı evre-. Flaubert, ‘Aziz Antuan’ın Günâh Eğilimi’ adlı kitabında aynı gereksinimi keşfetmiştir: Azizin gözleri önünde ürkütücü bir kuşağın anlaşılması güç olayları meydana geliyordu. Ölüm yaşamdan doğuyor ve yaşam da ölümden doğuyordu. Zaman her ikisini de birbirlerine Platon’un Fedon’unda olduğu gibi iyi bir uyum içinde karıştırmıyor, tersine ortaya bir uyumsuzluk çıkıyordu. Kuşkusuz, bize sunulan her şeyin iğretiliğine karşın inanç duyarlılığımızı bu gibi etkiler pek şaşırtmaz. Goya’dan beri sanat, iyinin ve kötünün, acı ve mutluluğun birlikte varolduğunu ifade eder. Kurtarıcının ve şeytanın yüzleri, kahkaha ve acı birbirlerine karışmıştır. Bu bağlamda, akla gelen diğer adlar: Christ d’Ensor ve Nice’li genç bir ressam olan Raymond Moretti’dir.

Şimdi, Nietzsche’nin duygularına bir başkası eklenmişti. Bu duygu daha önce de karşımıza çıkmış fakat çok kısa bir şekilde anlatılmıştır. Nietzsche’ye ‘Sonsuz Dönüş’ düşüncesini zorla kabul ettirmekte büyük bir payı vardır: Bu duygu her gün giderek artan karşı konulamaz bir güçle çok yakında olan yıkıma doğru sürüklüyordur. Sosyal zamanın berisinde, iç organlarımıza benzeyen, aralıksız hücreler üreten ve öldüren doku gibi içimize işleyen başka biz zaman vardır. Bu, Buda’nın öteki dünyayı terk ettiğinde kendisini çok korkutan, yazgımızın sahnelediği varoluşçu zamandır.

Bu varoluşçu zaman, alışkanlık ve geleneklerin altında silineceği ön planda bulunur. Sosyal zamanda yaşayan insanların yaşamları pek önemli değildir. Ancak varoluşçu zaman insan yaşamına, kişinin yaşayacağı maceraya bir anlam ve önem kazandırır. Ayrıca varoluşçu zaman daha da uzaklara yönelip tarihsel zamana erişir ve ona kendisine özgün niteliklerini kazandırır. Böylece, genleşen ve gevşeyen zaman, olumsuz bir sonsuzluk amacıyla onu derleyen bir önsezi içinde değişime uğrar. Bunun sonucunda saplantı haline gelen duyumlar doğar. İnsanın ayakları altında çok geçmeden içine düşeceği bir uçurum ortaya çıkar. Gittikçe aratan bir yazgıya sahip olma duygusunun yanına bir de pek yakında gerçekleşecek olan bir felaketin kesinliği eklenir. Final çok yakında ve tıpkı dilimizin ucuna kadar gelen bir sözcük gibi kendisini ortaya çıkarmaya hazırdır.

Her şey tüketilmiş duygusu uyandırmaktadır. Beklenen gong sesi bir uyarı ve kurtuluş olarak algılanacaktır. Bundan sonra biz artık bir oyuncuyuz ve bu oyuncu rol aldığı bir sahneye fırlatılmıştır, taşıdığı maske ona zorla takılmıştır. Şimdiki tarih olayları ise, bıkıp usanmadan geçmişte kalan ve evrenin değişiminde tutsak kalan bir tarihin olaylarını yineleyip durur. ‘Sonsuz Dönüş’ işte bu kesinliğin ifadesidir.

Buna karşılık, Nietzsche’nin “çocukluk aşklarının yeşil cennetine” karşı duyduğu özlem gittikçe çoğalıyordu. Bu boş zamanlarda insan kederden ve tasadan uzak istediği gibi hareket edip oyunun tadını çıkarır. Her şey hafif ve iyidir, düşünceler henüz yazgının tehdidi altında değildirler. Bu oyuna sanatçının yaratıcılığı yaklaşır. Yaratıcılık da ağırlık düşüncesinden, ağırlık kanunlarından, kendisini uzak tutuyor gibidir. İyiliksever bir düşünüş olumlu bir sonsuzluk içeren çok güzel bir anın gerçekleşmesine yol açar.

Nietzsche şöyle der: “‘Dönüşün Sonsuz’ olduğunu meydana getirdiğim an ve bu anın aşkı sayesinde ‘Dönüş’ü destekliyorum.” Sonsuzluğun iki şekli vardır. Duygularımız ikisi arasında, zamanın bütünlük dönemine kavuşacağı ana kadar duraksıyordu.
Bununla birlikte Nietzsche bu varsayımın antik dönemin filozoflarına kendisini zorla kabul ettirdiğini yadsımıyordu: İki karşıt görüş “mekanikçilik ve Platonculuk”u ‘Sonsuz Dönüş’ düşüncesi içinde karşılaşıyordu. Bu şaşırtıcı bir olaydır, çünkü her iki düşünüşün de pozisyonları birbirlerine tamamen zıttır: Platon öteki dünyaya inanır, mekanikçiler ise her şeyi atom ya da güçlerin bileşimine indirgerler. Platon için örnekleri çoğaltabiliriz: Öncelikle Nicolas Boulanger tarafından yorumlanan XVIII. yüzyılda çok tanınan politik bir metin Nietzsche’nin dikkatini çekmiştir.

Nietzsche’nin dikkatini çeken başka bir açıklama ise iki türlü yetiştirme olduğu açıklamasıdır: Sokrates’in “İnsanlara uygun gelen ve hayvanları ilgilendiren, başka birisine uygun gelen sürü halinde bir yetiştirme var.” dediğini vurgular.
Bunu, türlerin çokluğu ve soyların arasındaki eşitsizlik açıklamalarıizler. ‘Kanunlar’da kozmik devrelerin almaşıklığı yeniden doğrulanmıştı. Atinalının dediğine göre, insanlığı en alçakgönüllü yinelemelerine götürmüş olan büyük felaketler meydana gelmiştir. Bununla birlikte Nietzsche özellikle enerjetik atomculuktan elde edilen incelemeler üzerinde ısrar etmekteydi: Basel’de uzun yıllar boyunca Lucréce okuduktan sonra, Boscovitch’in yapıtlarına yöneldi ve tüm bunların sonucunda enerjinin korunması ilkesinin ‘Sonsuz Dönüş’ü gerektirdiği kanısına vardı.

Daha belirgin olan başka bir metin bu dönüşün doğrulamasını evrende varolan değişken güçlerin dengesine bağlar: Bu güçler ne çoğalır, ne de azalırlar… Elverişli oldukları bileşimlerin sayısı her ne kadar önemliyse de, sonsuz değildir. Böylece bu sayı, çok büyük zaman aralıklarından sonra, aynı olayların ortaya çıkmasına yol açarak çoğalmalıdır:
“Güçler dünyası hiçbir azalmaya uğramaz. Çünkü zamanın sonsuzluğu içinde güçsüzleşir ve yok olup gider. Güçler dünyası hiçbir duraksamaya izin vermez. Çünkü bu durumda duraksama aynı zamanın saatini hareketsiz kılar. O zaman güçler dünyası hiçbir zaman denge noktasına ulaşamaz. Güçler dünyasının dinlenmeye zamanı yoktur. Gücü ve hareketi her an aynı büyüklüktedir. Dünyanın ulaştığı durum ne olursa olsun, güç dünyasının bu duruma ulaşmış olması gerekir. Bu bir kez değil sayısız kez yinelenmelidir. Böylece, şu an yaşadığımız an birçok kez ulaşılmış olan bir andır.
İnsan, tüm yaşamın durmadan döndürülen bir kum saatidir. Bu saatin içeriği sonsuz kez, zamanın uzun bir dakika aralığı dolana dek akar durur. O zaman, acılarının ve sevinçlerinin her birini, arkadaşlarını ve düşmanlarını, umutlarını ve hatalarını en küçük bir ot parçasını ve en küçük güneş ışığını ve her şeyin tamamını bulacaksın. Senin küçük bir parçası olduğun bu halka ömür boyu parlayacaktır. İnsanlık tarihinin birbirlerini izleyen dönemlerinin her birisinde, yalnız olan bir insan için, daha sonra herkes ortak bir güçlü düşüncesinin ortaya çıkacağı bir saat vardır: Her şeyin ‘Sonsuz Dönüş’ü düşüncesi: Her seferinde insanlık için öğle vakti olacak.”
Başka bir metinde, kuşkusuz 1888 yılından kalma bir metinde şöyle yazar:

“Eğer dünyanın belirli bir güç büyüklüğü ve belirli güç merkezi olarak hayal edilmesine izin verilirse, bundan şu sonuç çıkar: Dünyanın, tamamen rastlantısal bir olay olan varolmanın hesaplanabilir bileşimlerini katetmesi gerekir. Sınırsız bir zaman içerisinde, her olası bileşim en azından bir kez gerçekleşecektir, üstelik sonsuz kere gerçekleşecektir. Bu birleşim ile onun ilk geri dönüşü arasında mümkün olan tüm birleşimlerin gerçekleşmiş olması gerekir ve bu birleşimlerin her biri, serisindeki birleşimlerinin devamını belirlemelidir. Dünya, sayısız kez yinelenmiş olan ve oyunun sonsuza dek süreceği bir dönem olurdu. Bu görüş mutlaka mekanikçi değildir, çünkü bu bağlamda aynı olguların ‘Sonsuz Dönüş’üne değil, olguların sonucuna yol açardı. Mademki dünya bu sona ulaşmadı, öyleyse mekanikçilik bize tamamlanmamış ve yalnızca gelip geçici bir varsayım gibi gözükür.”

Sonuç olarak ‘Sonsuz Dönüş’ düşüncesi, Nietzsche’nin önünde bulunduğu ikilemi ortadan kaldırır. Aslında onun ya erekliliği kabul etmesi, dünyayı bir yaratıcının egemenliği altına sokan bir “yönelmişliği” kabul etmesi, ya da kendisinin zamana varlıkbilimsel bir anlam, bir sonsuzluk değeri vermesi gerekir. Sonuçta şunu benimser:
“Ben gücün dayanağı olan ve gücün sınırlarını belirten ve ona bir şekil veren mutlak süreye inanırım. Sonsuz zaman… Bununla birlikte Kantçı çözümle yetinmek gerekir. İnsanın kendi varlığında süre olmadığını, zaman olmadığını kabul etmek gerekir. Değişiklikler yalnızca görüngüdür.

Kant’ın tek hatası zamanın ne büyük bir derinlik olduğunu görememiş olmasıdır. Zamanın kendisi bir oluşum olduğu ve dünyanın özü gibi durduğu için, yaşamın durmaksızın yol aldığı akışa göre, her şeyin boyun eğdiği birbirlerini izleyen yaratma ve yıkma döneminin ritminde, bizim, kendimizin de, en yüksek düşüncelerimiz ve uygulamalarımızın da içine yerleşmiştir. Zaman artık sonsuzluğun devingen imgesi değildir, zaman, üstün kürelerde değişmez varoluşu yansıtan, sonunda çıkış noktasına dönen tamamlanmış bir hareket değildir: Zaman, ardı ardına kesilmeyen bu değişiklikleriyle ve almaşıklıklarıyla oluşturduğu, sevmemiz gereken sonsuzluğun kendisidir.”
Böylece Nietzsche dünyaya -bütün suçluluklarından kurtulmuş olan oluşuma-, ‘Tanrı’nın Ölümü’nden beri eksikliğini duyumsadığı ağırlığı verebilmeyi düşünüyordu.

Ancak bu son konuyu ele alırken birçok kararsızlıklar yaşadığını görüyoruz. Bu konuya adım, adım ve ani vazgeçmelerle ikide bir kesilen kaplumbağa yürüyüşünü andıran bir hızla yaklaşıyordur. Önceleri bu doğrulamanın yalnızca dramatik yüzünü kavrayabilmiştir.
“Bana bu düşüncesini (‘Sonsuz Dönüş’) açtığında ömrümün unutulmaz anlarından birisini yaşadım” der Lou Salomé. “Bana bu sırrını açıklarken önceleri duraksıyordu, bu yüzden alçak sesle konuşuyor ve sesi heyecandan titriyordu. O zamanlar ‘Sonsuz Dönüş’ doktrini Nietzsche için henüz bir teselli değil, yalnızca bir olasılıktı. Bu olasılığın bilimsel olarak kanıtlanacağı güne kadar da susmayı tercih ediyordu.”
Bu ürkütücü düşünce “Sevinçli Bilim”de daha fazla ortaya çıktı. Sanki Nietzsche bu yapıtında okuyucularının (ne yazık ki gittikçe azalan) tepkilerini uyandırmayı tasarlıyordu.

“Eğer bir şeytan gece gündüz seni izlese, en gizli düşüncelerine girip şöyle dese ne olurdu: Yaşamakta olduğun ve yaşamış olduğun bu yaşamı bir kez daha ve sayısız kez daha yaşamak zorundasın. Yeni bir şeyle karşılaşmayacaksın, tersine her şey aynı olacak. Her acı ve her sevinç, her düşünce ve her iç çekiş, yaşantında olan en büyük ve en küçük olaylar senin için yinelenmelidir. Tüm bunların aynı sırayı takip etmeleri gerekir. Varoluşun sonsuz kum saati sonsuz bir şekilde ve sen, tozların içindeki en küçük toz zerreciği, onunla birlikte döndürülmüş olacaksın. Dişlerini gıcırdatıp kendini yere atmayacak mısın? Seninle bu şekilde konuşan şeytanı lanetlemeyecek misin? Ya da ona şu şekilde yanıt vereceğin anı daha önce yaşadın mı?: ‘Sen Tanrı’sın ve ben daha önce bundan daha kutsal sözler işitmedim.’
Şayet bu düşünce senin içinde somutlaşsaydı, belki seni değiştirir, belki de seni yok eder. Her şey hakkında şunu soracaktın: Bunu ister misin, bunu bir kez daha ister misin, bunu sayısız kez ister misin? Bu soru bütün hareketlerinin üzerinde korkunç bir ağırlıkla duracaktı! Ya da, kendini sevmen ve bu yüce ve sonsuz doğruluktan başka hiçbir şey arzulamaman için yaşamı sevmen gerekirdi.”

Schopenhauer ile karşılaştığı andan beri Nietzsche’nin katettiği yolu tahmin edebiliyoruz. Kuşkusuz, bu karşılaşma sırasında bile, Nietzsche Pithagorascuların düşüncesine bir parça da olsa önem vermiştir. Bu düşünce şudur: Aynı takım yıldızlar en küçük ayrıntılarına kadar, dünyadaki aynı olayları doğururlar.
Ama aynı zamanda bu varsayımı bir tarafa bırakıyordu: Çünkü o zamanlar Schopenhauer’in yorumladığı Kant’ın metafizik ilkesini kabul ediyordu: Buna göre, olaylar sırasında görüntü oyunlarıyla maskelenmiş ve gizli kalmış, kırılma pahasına kişilere yansıyan ve her kişinin ustalıkla elde etmeye çalıştığı derin bir irade vardı. Buradan ardı ardına kesilmeyen çatışmalar doğar, her biri kendi varlığı içinde diretmek ister… Bunun sonucunda doğal olarak her türlü kötülük uç verir. Bu kötülükleri ise yalnızca temel bütünlüğe dönüş ya da gerçeğin yüzeyinde oynanan sanatsal bir çalışmanın serbest gösterimi silebilir. Deniz örümceğinin ağı arkasında bir Tanrı acı çeker ve acısının verdiği esriklikten zevk alır. Fakat trajedi onun acılarını gösteri haline getirerek Tanrı’yı acılarından kurtarır. Fakat kısa bir süre sonra Schopenhauer’in bu sonuçlarından vazgeçecektir… Özellikle Nirvana’ya kaçışı iki yüzlü bir acımanın içinde ifade eden yaşama arzusunu reddedecektir.

Nietzsche yaşama tüm gücünü geri vermek, yaşamı, yaşamın kendisini belirleyen sevinç ve acıların karışımını olduğu gibi kabul etmek istiyordu. Yaşamı en zayıf bir ifade olarak kabul etmek istemiyor, tersine onu yüceltmek istiyordu. Böylece, bu anısını varlıkbilimsel bir durum ile donatacaktı. Bu durum ise Nietzsche’yi, kendi kendini sonsuzluğa eşdeğer kılan bir zamansallığa mahkûm edecektir: Bu seçim Nietzsche’nin ekseni etrafında sürekli dönen bir anlamsızlık olacaktır. Bu bağlamda Pirandello, kendilerini ilgilendiren tek dramı rejisöre zorla kabul ettirmekte direten ‘Altı Kişiliğini’ bize sunar: Bu, reenkarnasyon süresince yaşadıkları ve yaşamaya mahkûm oldukları dramdır. Tanrı’nın gölgesinin silinmesi ve böylece insanın Tanrı olabilmesi için, varoluşun hiçbir anlamı olmaması gerekir. Ama ne yazık ki geçicilik ‘Üstinsan’a kalıtım yoluyla geçmiştir. ‘Üstinsan’ın kendisi de geçici olduğundan, yaşamın en kötü şekilde örgütlenmiş ve en düşük seviyelerine kadar inecektir. Aklımıza Camus’nün ‘Sisyphe’i geliyor. Sisyphe kaya parçasını dağın tepesine kadar yuvarlayarak, mutlu olmaya mahkûm edilmiştir. Nietzsche bu varsayım tarafından sıkıştırılan tarihin çıkmaza girdiğini, kendinden bile saklamıyordu. Göklere çıkarılan bu yaşam bir düşün hayali değilse, gerçekte nedir?

“Ne güzel bir bakış açısı.” der “Sevinçli Bilim”de. “Bilgim varoluş hakkında bana her şeyi sağlıyor! bu duygu bana sanki yeniymiş gibi, aynı zamanda da acı alayla maskelenmiş korkunç bir duygu gibi geliyor! Tüm duyarlı varlığın eski insanlığı, eski hayvanlığı, tüm ilkel çağları ve geçmişi benim içimde yaşamaya, yazmaya, sevmeye, nefret etmeye devam ediyor. Evet ben bunu keşfettim. Yalnızca düş gördüğümün farkına varmak için, bu düşüncenin ortasına aniden uyanıveriyorum ve yok olmamam için yeniden düş görmem gerekiyor. Tıpkı bir uyurgezerin yere düşmemesi için uyumaya devam etmesi gibi. Benim için şimdi görünüş nedir? Kuşkusuz bir varlığın tersi değil midir? Benim için görünüş yaşamın ve hareketin ta kendisidir.”
‘Zerdüşt’ şiirinde Nietzsche’nin geri adım attığını, korkunç bir gerçeğin itirafı önünde duraksadığını görüyoruz. Bir kere çalıştırmaya başladıktan sonra sonsuza dek dönmeye mahkûm olan bir mekanizmanın yinelediği, sonu olmayan aynı olaylar karşısında nasıl olup da düşünülmezdi? “Üstinsan” bilinçliliği gereksizdir. Yüce uzman yalnızca rolünü topluluğun ortasında oynayabilir ve daha sonra zavallı bir kukla gibi yeraltına iner. Maske yüzüne yapışır. Bu yüz, hareketin bütünlüğünden kurtulamayan bir aktörün yüzüdür. ‘Sonsuz Dönüş’ bu yüzden önsezisel düşünüşleri izler. “Athalie’nin rüyası kadar korkunç olan düşünceler.” Elinde ayna taşıyan çoçuğun biri, tam Zerdüşt mağaradan çıkarken ona yaklaşır:
“‘Ey Zerdüşt!’ diyordu çocuk bana, ‘Aynada kendine bak!’ fakat aynaya bakınca bir çığlık kopardım da yüreğim allak bullak oldu: Gördüğüm kendim değildi çünkü, bir şeytanın buruşmuş ve alaycı gülüşüydü.”
Nietzsche muştusunu vereceği korkunç gerçeği kendisine saklamaya çalışıyordu. Yüce haber kendisine ulaştığında Nietzsche ne kadar da suskun ve sakindir!

“Yelkovan kımıldadı, yaşam saatim soluk aldı, -ömrümde duymadığım bir sessizlik vardı.evremde: Yüreğim yılgıya kapıldı.”
Derken… bana sessiz bir şekilde: ‘Bilir misin Zerdüşt?’ Bu fısıldama üzerine, yılgıdan bağırdım. Fakat sustum.
Derken bana bir daha dedi, sessiz: ‘Bilirsin Zerdüşt, ama söylemezsin!’
Sonunda, kafa tutarcasına yanıt verdim: ‘Evet bilirim, ama söylemem!’
Derken bana bir daha dedi, sessiz: ‘Söylemez misin Zerdüşt? Doğru mu? Kafa tutarak gizleme kendini!’
Ağladım ve çocuk gibi titredim ve dedim: ‘Ah, isterdim, ama elimden gelmez ki! Bana yalnız bunu bağışla! Gücümün üstünde bu!’

Derken bana bir daha dedi, sessiz: ‘Senin ne önemin var ki Zerdüşt! Sözünü söyle de, paramparça ol!’”
Kuşkusuz Nietzsche bu şaşırtıcı şiirde okuyucusuna soluk aldırmamayı tasarlıyordur. Bunu başarabilmek için de ona bulmacalar sunuyordur: Şiirdeki dramatik unsur bazen ara veriyor, daha sonra yine hızlanıyordur. Tarzı için şunu söyler: “Okuyucuyu en basit boşa çıkarmalardan yoksun kılmak ustalık da değildir, dürüstlük de…”
Şiirin ilk ili bölümü müzikal konuları içermemektedir. İşte, acıklı ve karmaşık andante üçüncü bölümle başlar:
“Zavallı Zerdüşt!” diye yazar Nietzsche, “Zavallı Zerdüşt çok zor deneyimler geçirmeye razı olmuştur; bu üçüncü bölümde gerçekten karanlık dönemler geçirir.”
Gerçeği ve hayali de hesaba katarak şöyle devam eder:
“Ama bu bölümü oluşturabilmem için, benim kendim olmam ve derin bir mutluluk içinde olmama gerekiyor.”
Sonda her şey aydınlanır.

Bu üçüncü ve en güzel olan bölüm Nice’de yazılmıştır. Kuzey rüzgârının canlılık dolu esintisi Nietzsche’yi kamçılamıştır. Nietzsche’nin dans ederek tırmandığı kayalıklardaki keçi yollarındaki Éze Burnu bulunuyordu. Oradan, denizin üzerinde duran bir eli anımsatan Ferrat Yarımadası’nın burnu görünüyordu. Yalnız yaşamının en mutlu anlarını hiç kuşku yok ki burada geçirmişti: Pişmanlıkları hafiflemiş Zerdüşt’ün dans eden adımı, ağırlığından kurtulup hafif bir havanın ritmine karışmıştı. Mesajın içeriği böylesi bir atmosferin içinde silinip gidiyordu. Ama pansiyonda kendi kendisiyle yalnız kaldığında, orada kalan diğer misafirlerin basit olan konuşmalarına sabretmek zorunda kalıyordu. Bir günlük pansiyon arkadaşlarının meraklı bakışlarını görmezlikten geliyordu. Koyu renkli halıların süslediği yoksul odasında kendisini yalnız duyumsuyordu. Yanında tek bir arkadaşı yoktu, susmayı tercih ettiği ve yaşamının sonuna kadar düşüneceği şu açıklamayla yüz yüze kalmıştı.
“Düz olan her şey yalan söyler.” diye mırıldandı cüce küçümseyerek. “Her gerçek eğridir, zaman bile değirmidir.”
Böylece, bir görüntü Nietzsche’yi kandırıyordu: Kapının her iki yönünden çıkan iki yol aslında bir taneydi ve görülmez bir şekilde kendi üzerinde dönüp Nietzsche’yi aynı noktaya götürecekti: Bugünün geçmişi, yarının geleceği olacaktı. Kendisi de kesinlikle aynı şekilde geri dönecekti. Kendisini yine aynı düşünceye adayacak, yine aynı bavullarla yolculuk eden sonsuz yolcu olacaktı. Bu böyle binlerce kez sürüp gidecekti. Yazgı, değişmez ve hiçbir amacı olmayan bir sıraya göre sonsuza dek birbirlerine karışmış olan olayların devamıdır:
“Peki her şey daha önce var idiyse, bu ana ne dersin cüce? Bu geçit bile, önceden varolmuş olmalı değil midir?
Ve herşey birbirine öyle bağlı ki, bu an, bütün gelecek şeyleri kendine çekmekte, dolayısıyla kendini de çekmekte, öyle değil mi?

Çünkü her yürüyebilen, bu uzun yolu daha bir yürümelidir ileri doğru!
Peki ayışığında sürünen şu yavaş örümcek, peki ayışığının kendisi, peki geçitte fısıldaşan, sonrasız şeylerle fısıldaşan senle ben, hepimiz daha önceden de var olmuş olmalı değil miyiz?
Ve dönmeli ve önümüzdeki öbür yolda, o uzun, korkunç yolda yürümeli, sonrasızca dönmeli değil miyiz?”
Zerdüşt’ün ikinci deneyimi daha da dramatiktir. Kuşkusuz bilinçliliği, tanıdık hayvanlarının yokluğunda etkisiz olacaktı. İçgüdünün doğruluğu, kendisini akıllılığın dolambaçlılığından daha etkili bir şekilde ifade eder. Çünkü içgüdü akıntıya doğru kürek çekmez. Üstelik varoluşun hareketini benimser. Onun saf onaması acının üstesinden gelir. Onun belleğinde mesajdan yalnızca yaşamın kutsal karakteri, onun sonsuz zaferi kalır.
“‘Ey Zerdüşt!’ dediler hayvanları o zaman, ‘Bizim gibi düşünenler için, bütün nesneler hora tepmektedirler: Gelirler ve el uzatırlar ve gülerler ve kaçarlar ve geri gelirler’
Her şey gider, her şey gelir, sonrasıca döner varlık çarkı. Her şey ölür, her şey yine çiçeklenir, sonrasızca sürer varlık yılı.
Her şey parçalanır, her şey yine birleşir, sonrasıca kurar kendini aynı varlık evi. Bütün nesneler ayrılırlar, bütün nesneler yine esenleşirler, sonrasıca bağlı kalır kendine varlık halkası.
Her an yeniden başlar varlık, ‘Ora’ denen top döner her ‘Bura’nın çevresinde. Orta her yer yerdedir. Eğridir yeri sonrasızlığın.”
İnsanın, varoluşun bu gerçeği benimsemesi gerekir, kendisinin de içinde bulunduğu ‘Sonsuz Dönüşü’ sevinçle karşılaması gerekir. Ama bu “canavara” nasıl dayanılır. Nietzsche İxion tekerleğinin üstünde kaybolmuş bu bedene bağlanmaya- çabalar. Aslında isyan etmeye her zaman hazırdır.
Lou Salomé Şöyle yazmıştır:

“‘Sonsuz Dönüşü’ ve onun bütün sonuçlarını kesinliğini kabul etmek için gösterilen çabanın Nietzsche’nin sinirlerini yıprattığını ve onun deliliğine neden olduğunu her zaman düşünmüşümdür.”
…Bundan sonra artık “Yalnız Yolcunun” başucundaki gölge büyür ve Nietzsche’nin kulağına garip sözler “ve bazen de intihar düşünceleri” fısıldar. Başka türlü ne yapabilirdi ki? Yönelimini kendisi serbest bir seçim sonrasında kabul etmemiş, sanki onun yazgısıymış gibi kendisine zorla kabul ettirilmişti. Önseziler ve seçilmiş olmanın korkusu çoğalır. ‘Niçin ben? Böylesi bir mesajın ağır yükünü taşımak için niye ben seçildim’”
“Bana neler oluyor? Ben bile kendimi anlayamıyordum, ama beni yöneten şey sanki bana emir veriyor. Yaşamımız uzunca bir süre bir bilmecedir. Olayların seçimi, müdahaleler, ani arzular, bizim için en güzel olan şeyden aniden uzaklaşma, en çok saygı duyduğumuz şeyden uzaklaşma: Tüm bunlar keyfi bir iradenin fışkırması gibi bizi ilgilendirir. Belki de yaşamımın uzun cümlesi ‘kendi kendime sormuşumdur’ tersine doğru okunmak istiyordu! Bir zamanlar yalnızca doğru yönde okuduğumda sözcüklerin kesinlikle bir anlamı yoktu.”

‘Tersine Doğru’ ifadesinin altını çizmek gerekir. Çünkü bu ifade, anormal bir şekilde hızlanan zamanın yarattığı izlenimi tarif ediyor. Bununla birlikte bazen Nietzsche kendini toparlıyordu: Başka bir çıkış yolunun mümkün olabileceğini duyumsar. Kötü düşünceleri aklından atmaya çalışır. Uzun deniz gezisinin onu fırtınadan kurtarıp limana götürmesini, eski arkadaşlarının kurdukları masada onun yerini almasını beklediklerini hayal eder. “Evet koşu işte böyle başlar.” der bir gün Lou Salomé. “Bu koşu nereye kadar devam eder? Yol bittikten sonra nereye koşulur? Tüm çareler tükendikten sora ne olacaktır? İmana dönmek gerekmez mi? Belki de Katolik inancına?”
Nietzsche’nin Katolik mezhebi hakkında yaptığı imayı dikkate almak gerekir. Nietzsche Katolik inancında, çocukluğunda onu sıkan ağırlık düşüncesini ve aşırı derecede can sıkan bir ortam görmez. Çocukluğunda yazgıcılık dogmasının kara gölgesi altında ezilmişti. Nietzsche için, kortej ve törenlerle coşan, zoraki bir inancı değil de yaşama sevincine kaynak olan bir inancı benimseyen mutlu bir topluluğun mezhebini benimsemesi daha kolaydı. Fakat bu değişimin ve uzlaşmanın olasılığı gelgeç bir istek olmaktan ileriye gitmez. Nietzsche’ye üstlendiği görevde dürüstlük en ön plandadır. Nietzsche’ye göre dürüstlük bozulmamış kalan tek erdemdir.

Lou Salomé Şöyle yazmıştır:
“Yeni ve farklı düşünceler, karşıt saptama ve içgüdüler durmadan ortaya çıkıyorlar ise bunun nedeni onların korkunç bir koruyucunun kalkanı altında olduklarındandır. Yeni bir düşüncenin yolunu her zaman delilik düzleştirir. Bir adım daha atalım… Herhangi bir ahlakın tutsak edici zincirinden kurtulmaya karşı konulamaz bir güçle zorlanan ve yeni kanunlar ilan eden bu üstün insanlar için yapabilecek başka bir şey yoktu… Eski medeniyetin en seçkin insanlarının neredeyse hepsi bu can sıkıcı soruyu kendi kendilerine sormuşlardır. Tüm zamanların en verimli insanlarının olasılıkla yok oldukları en acı ve en gereksiz ahlak korkularının cehennemine kim cesaret edip de bir göz atabilecek? Yalnızların ve terk edilenlerin iç çekişlerini dinlemeye kim cesaret edebilecek? Ne yazık! Öyleyse bırakın deli olayım, deli olayım ki sonunda kendime inanabileyim! bana sarsıntılar ve coşkunluklar verin, aydınlık ve karanlık yeraltı saatleri verin, hiçbir ölünün duyumsamadığı büyüklükte bir korku verin! Ben kanunu yadsıdım, ben cehennemliklerin arasındaki bir cehennemliğim.”

Aslında, Zerdüşt’ün iki mesajının arasındaki çelişkiler çok büyüktüler: ‘Üstinsan’a doğru yürüme ve ‘Sonsuz Dönüş’, insanın Tanrısallaştırılması ve nedenler ve sonuçlar içinde hapis olması, varlığını ve olması gereken arasında bir eşitlik sağlamak için sarf ettiği çaba anlamında mutlak bir özerklik savı, reddedilemez bir yazgının kabulü ile sınırlandırılan bir hürriyet. Dönüş, Nietzsche’nin umut verici tanlara doğru olan tüm girişimlerini iptal eder. Onu, hiçbir tasanın bulunmadığı Mutlu Adalar’dan uzaklaştırır. Bundan böyle tek bir maske taşınabilir: Dionysos’un maskesi ya da kendi çelişkileri tarafından yırtılan bir maske. Antik çağlardaki trajedi oyuncularının taktıkları bu maske Nietzsche’nin maskesi haline gelecektir… Nietzsche on iki yıl boyunca büyük beyaz bir kefene sarılı kalacaktır. On yıl erken doğan dramın son sahnesinin üzerine perde iner. Bu dramı korku ve sempatiyle izleyen bizler için tamamlanması gereken bir görev kalır: Eski saplantılardan kurtulup, insandan geçen ve bugün hâlâ gereksiz bir bilinçliliğe kendisini adamış olan yolu bulmalıyız ve belki de bizi oluşumun diğer tarafına götürecek olan çıkış yolunu keşfetmeliyiz. Burada ‘Büyük Midinin Işığı’ üzerimizde parlayabilecektir.
Kaynak: Nietzsche felsefesi
“‘Bak’ diye sürdürdüm konuşmamı, ‘şu âna bak! Geçitten, Ândan, sonrasız bir yol uzanıyor geriye doğru: bir sonrasızlık var arkamızda.’
Her yürüyebilen, bu yolu daha önce yürümüş olmalı değil midir? Her olabilen, daha önce olmuş değil midir?
Peki her şey daha önce de var idiyse: bu âna ne dersin, cüce? Bu geçit dahi, -önceden var olmuş olmalı değil midir?
Ver her şey birbirine öyle bir bağlı ki, bu ân, bütün gelecek şeyleri kendine çekmekte, dolayısıyla, kendini de çekmekte, -öyle değil mi?

Çünkü her yürüyebilen, bu uzun yolu bir daha yürümelidir ileri doğru!-
Peki ayışığında sürünen şu yavaş örümcek, peki ayışığının kendisi, peki geçitte fısıldaşan, sonrasız şeyler konuşan senle ben, -hepimiz daha önce de var olmuş olmalı değil miyiz?
-ve dönmeli ve önümüzdeki öbür yolda, o uzun, korkunç yolda yürümeli, sonrasızca dönmeli değil miyiz?
Böyle konuştum, gittikçe yavaş konuştum: çünkü kendi düşüncelerimden ve ard düşüncelerimden korkuyordum. Derken, bir köpek uluması işittim yakında.
Daha önce de böyle bir köpek uluması işitmiş miydim? Düşüncelerim geriye doğru koşuyordu. Evet! Çocukken, -en uzak çocukluğumda:
-böyle bir köpek uluması işitmiştim o zamanlar.
Nietzsche’ye göre, bizler şu anki varoluşumuz daima tekrar edecekmiş, ve bizler, yaşadığımız her anı sonsuza dek tekrar ve tekrar yaşamak zorunda olacakmışız gibi davranmalıyız.
Aslında burada söz konusu olan şey, metafiziksel-ahlaksal bir fabldır. Ama Nietzsche ona, kendisi buna inanıyormuş gibi, çok yüksek bir değer biçmemiz gerektiği konusunda ısrar ediyordu. Onu “bir insanın yüceliğinin formülü” olarak tasvir ediyordu.
Nietzsche, an’ın önemini aşırı derecede romantik bir üslûpla vurgulayışının, hayatı doyasıya yaşamaya dair bir uyarı olarak anlaşılmasını ister. Gelip geçici şiirsel bir fikir gözüyle bakılırsa bu düşünce belirli bir potansiyele sahip. Ama felsefi ve ahlaki açıdan yapılacak bir incelemede bu düşüncenin tutunabilirlik pek bir yanı yok. “Hayatı yoğunluğuna yaşa” şeklindeki klişe, tartışılabilir bir fikri içerse de, hiç değilse belirli bir kütleye sahiptir. Ama sonsuz geri dönüş ile ilgili düşüncenin, biraz derine inerek irdelendiğinde tamamen önemsiz olduğu ortaya çıkar. Tekrar eden yaşamlarımızdan her birini hatırlıyor muyuz? Eğer bu mümkünse, kesinlikle, kesinlikle bizim için bazı şeyler değişirdi. Ama değilse, daha önceki varoluşlarımızın bizler için hiçbir değeri yok. Şiirsel bir görüntü, çok büyüleyici olsa dahi, eğer, Nietzsche tarafından tasarlandığı gibi, bir prensip olarak kullanılacaksa, daha fazla içeriğe sahip olmalıdır.
Kaynak: 90 dakikada NIETZSCHE
Son düzenleyen Safi; 24 Ağustos 2016 20:24
AeraCura - avatarı
AeraCura
Ziyaretçi
24 Eylül 2009       Mesaj #7
AeraCura - avatarı
Ziyaretçi

WAGNER KARŞISINDA NİETZSCHE’NİN DÜŞÜNCE ADAMI OLARAK KONUMU


Nietzsche’nin Müzik Üzerine Düşünceleri – Pierre Lasserre
Genel olarak müzik konusunu ele alırsak:
1 –kötümserliğe yönelik büyük bir coşku duymakta;
2 –duyarlılığının en güçlü heyecanlarını ve imgeleminin dürtülerini müzik sanatında bulmaktadır.

Genç olduğu için ve gençlikte de deneyimlerin birer ölçüt olmadığından hiç kuşkulanmadığı için, tutkusunun bu iki nesnesini birleştirmek istemekte, duygusal alanda müziğin anlatmak istediği şeyle kötümserlik öğretisinin insan usunda anlatmak istediği şeyin aynı olduğuna inanmaktadır. Demek ki müziği çok seviyordu ama onun için müzik, müzikten de başka bir şeydir: aşkın gerçekliktir, mutlağın ta kendisidir. Oysa böyle bir sevgi aşırı bir sevgidir, yanlış bir sevgi biçimidir.

Müziğin felsefi doğrulukla hiç ilişkisi olmadığını farkettiği gün, hep bir “kafa adamı” olarak bu felsefi doğruluğa en büyük değeri verecektir; müziğe ise, onu almadığı bir yere yerleştirdiği için kendisini aldatmış saydığı bir sevgiliye duyulan huysuz bir küçümsemeyle, pek de akıllıca sayılmayacak bir küçümsemeyle bakacaktır.

Wagner’e karşı duygularına gelince: On beş yaşındayken Tristan’ı ve bu müziğin taşıdığı başdöndürücü yanı aşırı sevdi. Ne ki gençliğinde bile salt “Wagner’ci” olmadı. Bununla şunu demek istiyorum: Wagner müziğinin tehlikeli okşamaları onu klasik güzelliklere karşı duyarsız yapmadı. Arı müziği gerçek müzik olarak yeğlemesinin nedeni de bu düşüncedir. Müziğin metafizik anlamına olan inancı ile bu düşüncesinin uyuşmazlığı ne denli bulanık olursa olsun onu gizli bir Wagner karşıtlığıyla yüzyüze bırakmıyor diyemeyiz, çünkü Wagner müziğin kendisini önceki bestecilerin düşünemeyecekleri boyutlara çıkarmış, bunu da dram, sahne ve dekordan oluşan koskoca bir yapıya her yönüyle yaymıştı.

Açıklamış olduğu bu heyecan ile gizli kalmış olan karşıtlığının karışımı, yaşamının bu anında Wagner sanatına karşı Nietzsche’nin düşüncelerinin durumunu belirler ama bunlar daha genel nedenlere bağlanır.

Nietzsche kötümserdir. Bu kötümserliğinin kanıtlarını önce Schopenhauer’in metafiziğinde aramıştır. Ama bu kötümserlik büyük ustasının büyüsü geçtikten sonra da süregidecektir çünkü onun doğasında vardır, düşüncesinin derin ve sürekli niteliği budur, gelişiminin bütün dönemlerine egemendir kötümserlik. Nietzsche etrafa küskün olduğu, ruhsal yıkım içinde olduğu için kötümser değildir. Leopardi gibi. Bir sanatçı, bir filozof olarak kötümserdir. Daha doğrusu iyimser-karşıtıdır. İyimserlikten iğrenir, onu çağdaş uygarlık içinde üç değişik biçimde karşımıza çıkmış olarak görür: liberallik, demokrasi ya da sosyalizm ile bilimde özel ilerleme adı altında her türlü evrensel gelişim inancı. İlerki yıllar bu üç yutturmacanın yalanını çok acı biçimde gün yüzüne çıkaracağı gibi törelerde bir yavanlığa, insanoğlunun gerilemesine neden olacaktır. Bu konumda Nietzsche, Carlyle gibi, Ruskin gibi düşünmektedir.

Çağdaş iyimserlik, Nietzsche’ye göre iki bin yıllık bir geleneğin aşırı gelişmesinden başka bir şey değildir, ta Sokrates’ten beri. Sokrates kendi yaşamı ve öğretisiyle “kuramsal insan” örneğini vermekle iyimserliğin babası olmuştur. Sokrates, evrensel gerçekliğin kavranabilir ve ussal bir şey olduğuna bu yüzden de bilginin onunla eşitleşebileceğine insanları inandırmıştır: İnsanlık hem kendini hem her şeyi açıklayabilen bir yetkin bilgide en yüce doyumu, bütün isteklerinin yerine geldiğini görmez mi? Ve en sonunda, eğer bilim her şeyi kavrıyorsa, bilgece ve köktenci bir yordamı gösteremez, mutlulukla erdemin uyumunu da sağlayamaz mı? Ve ilave ediyor Nietzsche, insanlığın gençlik döneminde kendisine çok yüksek kazanç sağlamayı vaat eden bu kuruntular gerekliydi, ama bu, sanat yaratısını bir gönül eğlencesi durumuna getirerek estetik heyecanın kolunu kanadını kırdı. Evrenin göksel gizi açık bir takım kavramlar dizgesiyle anlatılabildiği sürece sanatçının esini artık o gizin iletilmesi ve anlatımı olarak alınamazdı. Dahası, “kuramsal insan” kendisinin ya da toplumun geleceği konusunda mutluluğun sağlanması için bilimin kendisine hazır bir takım reçeteler sunduğuna inandıkça Eski Yunanlıların insanın evrenle olan ilişkisinde gördüğü akıl almazlık ve korkunçluk duygusuna karşı geliştirdiği büyük yiğitliği de yitirmiştir. Sokrates’in bu iyimser köktenciliği, -Euripides’in de esin kaynağıdır -, Yunanlıların tragedya ruhunu öldürmüştür ve denebilir ki bu köktencilik Kant’a kadar Avrupa’ya egemen olmuştur. Kant, bilimin göreceliğini ve asıl kendine ait olan sınırlılığını, bu alanın dışında ancak estetik ve ahlak yaratılarında dahice adımlarla ilerlenebilecek sonsuz bir çöl olduğunu ispatlayarak bu “ kuramsallık” kuruntusunu bir daha geri gelmemek üzere yok etmişti. Kant insanlığın yaratıcı güdülerini sarmalayan bu cendereleri kırıp atmıştı.

"Güç İstenci", "Üstinsan", "Bengidönüş" gibi özgün fikirlerle tanınan var oluşçu Alman filozofudur.
Nietzsche'nin felsefe öğretisi, kendi çağına tümden bir karşı çıkış olarak görülmektedir. Kendisinin bütün derdi, insanı akılcılığın kıskacından kurtarıp kendisi üzerinden düşünmesini sağlamaktır. Ona göre Tanrı ölmüştür ve insanlar Dünya'da yapayalnız kalmışlardır. Bu yüzden insanlar Tanrı'dan bekledikleri umut ve istekleri bir kenara bırakıp kendilerini Dünya'ya adamalılar. Böylelikle düşünce ile yaşam arasında bağ kurulması daha kolay olur.

Nietzsche, insanlara yeni değerler getirmeye çalışarak güçlü insanların egemenliğinde, çoğunluktan ibaret olan ve sürü olarak nitelendirdiği insanlıkta ilerlemenin mümkün olduğunu ileri sürmüştür. Sürü kendini feda ederek üst insanı belirleyecektir. Üst insan benim diyebilen, kendi gözleriyle gördüğü gerçekliği belirleyen insan olarak görülmektedir. Bütün varlığın temelinde daha güçlü olmaya yönelik irade vardır. Nietzsche'ye göre, insanoğlu sadece kendini korumak ve yaşamak istemez aksine asıl isteği daha da güçlü olmaktır.

Din, ahlak, çağdaş kültür, felsefe ve bilim gibi konularda eleştiriler yazmıştır. Nietzsche'nin etkileri felsefede, egzistensiyalizm ve postmodernizm üzerinde olmuştur. O, değerlerin göreceliğini savunmuş, "iyi" ve "kötü" kavramlarına saldırmıştır.

Kıta felsefesinde ve analitik felsefede alternatif yollar göstermiştir. Yaşamı olumlama, bengi dönüş, anti platonizm onun felsefesinin temel taşlarıdır.

Nietzsche, erken ölümü ve hastalığı nedeniyle, "ne ahlaksal idealini, ne de trajik şiirini gerçekleştirebilmiştir."
Son düzenleyen Safi; 24 Ağustos 2016 19:59
AeraCura - avatarı
AeraCura
Ziyaretçi
3 Aralık 2009       Mesaj #8
AeraCura - avatarı
Ziyaretçi
Zavallı İnsanlık!
Ad:  Friedrich Wilhelm Nietzsche4.jpg
Gösterim: 969
Boyut:  47.0 KB

- Beyindeki kanın bir damla fazla ya da az olması, yaşamımızı tarif edilemeyecek kadar perişan ve zor hale sokabilir.
Öyle ki, Prometheus`un akbabadan çektiği acıdan daha fazlasını bu bir damla kandan çekeriz. Ama insan nedenin damla olduğunu bile bilmeyip, "şeytan!" ya da "günah!" diye düşünürse, en korkunç durum işte o zaman ortaya çıkar.

Frédéric Wilhelm Nietzsche


Frédéric Nietzsche (Friedrich-Wilhelm) 18 Ekim 1844'te doğdu. Babası Karl Ludwig, Lutzen yakınlarındaki Rocken Protestan Kilisesi'nin papazıydı. Annesi Francesca Ehler'in de bir papaz ailesinden olması nedeniyle Nietzsche'nin çocukluğu saygı ve sevgi dolu hatta -Kant gibi- dindar bir çevrede geçti. Çocukluk yıllarının başlıca üzüntüsü, babasının sağlık durumunun genellikle kötü oluşuydu. Aradan zaman geçince babasının hastalığına tanı konması giderek güçleşti. Oğluna kalıtımsal olarak geçirdiği şiddetli migren ağrılarına, daha sonra çok çabuk ilerleyen bir beyin tümörünün neden olduğu sanılmaktadır. Baba Karl Ludwig, 30 Temmuz 1849'da hemen hemen körleşmiş olarak öldü. Katı geleneklere sahip kadınların onun bakımını üstlenmeleri nedeniyle, Nietzsche'nin duygularının derinliklerinde bu uzun ve bunalımlı yılların izi kalmıştır.

Nietzsche bu yıllarını, Namburg'da annesi, halaları ve genç kızkardeşinin (Elizabeth) yanında geçirdi. İlköğrenimini bu kentte (Bürgerschule) tamamladı. Çalışkan ve kendi halinde bir çocuktu. Küçük yaşta, dinin yeterli çözümler getiremediği sorunlara yöneldi. Varoluş nedenleri hakkında kendi kendisine sorular soruyordu genç Nietzsche. Bu türden soruları, Baudelaire, Edgar A. Poe ya da L. Pirandello gibi özel kişilikler de çocukluklarında sormuşlardı ve sonrasında kendilerinin, ailelerine karşı yabancılaştıklarını farketmişlerdi. Öğrenim sorunları nedeniyle Nietzsche, kendisine sahte bir Polonyalı soyağacı yaratmak zorundaydı. Ekim 1853'de altı yıl kalacağı Citadelle de Pforta Ortaokulu'na girdi. Bu süreç, gizli tutkuları değil, sorunsuz geçen bir altı yılı içerir. Burada yarı askeri yaşamının çekilmezliğine karşın doğaçlama çaldığı bestelerde huzur buldu.

İlk duraksamaları ortaokulun başlangıç yılında ortaya çıktı. On üç yaşında ilk otobiyografisini yazdı. Kötülük olgusu, daha o zamandan kafasını kurcalıyordu. Hiçbir adalete sığmayan, sayısız çatışma ve acılar iyi bir Tanrıya nasıl maledilebilirdi? Çocuğun küçük yaşta kaygı ile tanık olduğu, özellikle bedensel acı ve işkencelerin kaynağı neydi? Bu kuşkular Nietzsche'nin bilincinde gelişecek, dört yıl sonra, 1861 yılında ilk şiirinin esin kaynağı olacaktı. Bilinmeyen Tanrıya, yalnızca can sıkıntısından kurtulmak amacıyla uzaya dünyalar fırlatan ve sonrasında hiç aldırmaksızın onları kendi yazgılarıyla başbaşa bırakan o sanatçı Tanrı... Hıristiyan Tanrıdan, vicdanları dikkatle izleyen ve suçluluk duygusu dürtüsüyle onları doğru yola sokan ahlakçı Tanrıdan -Rousseau ve Kant'ın Tanrısından- daha şimdiden ne kadar da uzaklaşmıştı!

Öğrenimini bitirip diplomasını alan Nietzsche, Bonn Üniversitesi'ne kaydoldu. Ona yardım etmek için kendilerini bazı şeylerden mahrum eden iyiliksever kadınların kaygılarını azaltmak için ilahiyat derslerini izliyordu. Ama özellikle dilbilim ile ilgileniyordu. Bu öğrencinin olağanüstü yeteneklerini hemen farkeden doktor Ritschl'ın derslerinde Nietzsche, felsefesine gereksinim duyduğu yöntemi bulacaktı. Nietzsche Ren Nehri'nin romantik kıyılarının, Yedi Tepe'nin üzerindeki Saint-Jean'ın ışıklarının ve tartışmaların kavgaları izlediği tavernalardaki içki alemlerinin çekiciliğine karşın, daha büyük bir ilgi için Leipzig'e giden bu eşsiz ustanın (Ritschl) ardından Leipzig'e gitti. Burada, yaşamını etkileyecek iki önemli karşılaşma onu bekliyordu.
Schopenhauer'de beklediği cesur eğitimciyi buldu. Schopenhauer'in ‘Doyurucu Mantığın Yeterliliği’ adını verdiği dört aşamalı felsefesini açtığı ‘Bir Çeşit Arzu ve Temsil Dünyası’ adlı önemli yapıtını büyük bir açlıkla okudu. Bu yapıtın estetik yanını kabul ettiği gibi, metafizik yanını da kabul ediyordu. Zaten biri ötekine sıkı sıkıya bağlıydı. Ahlaki önyargıları ve yanılsamaları bir kez aştıktan sonra, dünya ona tadını çıkarabileceğimiz bir gösteri alanı gibi görünmeye başlamıştı. Çünkü aynı zamanda kendisinin seyircisi olmayı da öğreniyordu. Ama Apollon'un iyiliğinin sergilendiği bu parlak renkli örtünün arkasında, kişisel istekleri yansıtan tutkuları yüzünden kendisini parçalayan bir Tanrı da uç vermeye başlamıştı.

Nietzsche o zamanlar diğer pek çok insanda görüleceği gibi, ilk düellosunun yara izinden gurur duyan bir Alman öğrenciydi. (Yalnızca özel durumlarda oluşabilen romantik ortamlarda yaşanabilecek şeyleri Pirandello üzerine yaptığım biyografi çalışmasında gösterdim.) Nitekim Wagner'de bir konserden sonra ilk kez gittiği Leipzig'in romantik ortamından çok etkilenmiş ve Nietzsche gibi o da bu kenti, kendisini geliştirebileceği bir yer olarak görmüştü. Wagner'in Sahra Topçu Birliği'nde geçen bir yıllık askerlik görevi sonrasında, geri dönmekte acele ettiği Leipzig'de her ikisinin de dehasını kabul ettikleri Beethoven'a duydukları hayranlık onları birbirlerine yakınlaştırdı. Yaşam onları yan yana getirmişti.

Wagner, Lucerne yakınlarındaki Tribschen'e yerleşmişti. Orada, tıpkı at gezintisine çıkmış şişman kadınları andıran dağ manzaralarının düzensiz şekillerinin ardında gizlenen uyumu keşfetmek, büyük yapıtlar, özellikle ‘Dörtleme’sini bestelemek, bir de sadık dostu ve en iyi yorumcusu olan orkestra şefi Hans Von Bülow'un o zamanlar hâlâ karısı olan Cosima Lizst'e karşı duyduğu şiddetli aşkı saklama için sığınmıştı. Öte yandan Nietzsche'de, Ritschl'ın önerisi üzerine, Basel Üniversitesi'ne dilbilim hocası olarak atanır. Böylece, 17 Mayıs 1869'da başlayan ve Mayıs 1877'ye kadar süren verimli bir sıcak dostluk başlar. Bu aynı zamanda dışa vurulamayan yanlış anlaşılmaları içerecek bir süreç olacak ve sonuçta iki insan arasındaki bağ kopacaktır. Wagner bu sıcak yandaşın kendisine sağladığı olanakları, öncüsü olduğu öne sürdüğü müzikal devrimine katkıda bulunabilecek düşünce zenginliğini fark etmiş miydi? Kuşkusuz.. Ama Cosima daha keskin görüşlüydü.. Dehasına olan güveni yüzünden başı dönen bir kompozitöre arkadaşının üstünlüğünü nasıl kabul ettirebilirdi ki?

28 Mayıs 1869'da, Nietzsche coşkulu bir kalabalık önünde ‘Homeros ve Klasik Dilbilim’ hakkında muhteşem bir söylev verir. Felsefesi, araştırmaların anlaşılması güç duyguları, ‘Diogen Laerce’ üzerine doktora tezini hazırlayan genç bir dilbilimcinin düzeyi zaten yeterince şaşırtıcıdır. Fakat, herkesin hayran olduğu bu genç üstadın tehlikeli araştırmalara çoktan demir attığını kim aklına getirebilirdi ki? Dilbilim dersleri ve iki yıl boyunca okutulan "Yunan Trajedisi Döneminde Felsefenin Doğuşu" dersine ait notları, ancak ölümünden sonra ortaya çıkar. Ama başarısı da yadsınmaz. Daha 1870 yılında henüz 27 yaşındayken ordinaryüs profesörlük kürsüsüne çıkması bunun kanıtıdır.

Nietzsche'nin, ülkesi Almanya'nın yüceliğine inandığı bir dönemi vardır. Ama kısa sürede, bu yücelik Nietzsche için duyguların en sahtelerinden biri haline gelecektir. Oysa bir dönem yenik düşmüş Fransa'ya nasıl da acı bir alayla bakmıştı! İyi olmayan sağlık durumu, Metz'in kuşatılma harekâtında ona yalnızca cephede hastabakıcılık yapma olanağı verir. 1871 yılında Basel'deki öğretim üyeliği süreci yeniden başlar ve Wagner'e ‘Trajedinin Doğuşu’ adındaki yapıtının elle yazılmış metnini okur. Wagner ise, bu yapıtta yalnızca operasının savunmasını ve ortak hocaları Schopenhauer'in düşüncelerinin cesur bir yorumunu görmek istiyordu. ‘Çiçeron ve İtalya'da Rönesans’ın yazarı olan Jacob Burckhardt ile dostluğu da aynı yıl kurulmuştur. Burckhardt, Basel Üniversitesi'nde beğeni ve saygı görmektedir. O nedenle Nietzsche'nin Basel'i terk etme önerisini reddeder.
1872 yılında yayımlanan büyük yapıtı ‘Trajedinin Doğuşu’, Nietzsche'nin felsefesindeki farklılaşmanın ilk ciddi belirtisidir. Yunanlı felsefecilere karşı duyduğu merak, basit bir bakış açısı genişlemesi olarak yorumlanabilirdi. Nietzsche burada trajedi üzerine tartışmaları yeniden ele almakla sözcük köklerinden yola çıkarak, düşünce ve olguların içeriklerinin araştırılması için çaba harcanmasının gerekliliğini kavramıştı. Leipzig'deki ustası Schopenhauer, en sevdiği öğrencisinin düzeyi hakkında yanılmamıştır. Söz konusu olan, herkesin bir parçası olduğu yaşam denen trajik ve baş döndürücü oyun dünyasının yaratılışını keşfetmeye girişen Sokrates öncesi düşünürlerin portrelerinin iyi çizilmesi, dahası, varlığın olası olası üç düşüncesini Anaksimandros, Herakleitos ve Parmenides adları altında yerleştirmekti. O zamanda kadar geleneksel düşüncenin hiçbir itiraz görmeksizin hüküm sürdüğü Renevi felsefe geleneğinde, kendisine yönelik incitici bir kınama eğilimi de başlamıştı bu arada. Her şeyi değiştirmeyi isteyen ve tüm putları suçlayan sürekli bir saldırganlık yerine, birkaç itiraz söz konusuydu. Hoşgörüsüz bir konferansçının, Nietzsche'nin zaman aşımına uğramış ve köhneleşmiş olduklarını öne sürdüğü üniversiteler de buna dahildi.

1873 ve 1874'de ‘Zamansız Düşünceler’in ilk üç makalesi yayımlandı. (İlki David Strauss'a karşı sert bir saldırıydı... Oysa ikincisi özellikle kültüre ve tarihe saldırıyordu.) Bu yazılarla, meslektaşlarına ve öğrencilerine tüm türden tartışmalar için daha fazla beklemenin gereksiz olduğu mesajını veriyordu.
Meşalelerle Ren kıyılarına gidip, nehre karşı şarkılar söyleme ve kafa çekme zamanı sona ermişti! Nietzsche kendi yerini, dilbilime sadık kalan Erwin Rohde'a bırakmayı düşünüyordu. Gittikçe çoğalan baş ağrılarına eklenen görme bozuklukları, iyileşme umudunu iyice azaltmıştı ve babasının hastalığının izleri aklından çıkmıyordu. Lugano'da gerçekleşen ilk kısa görüşme bekleneni vermemişti.

1873 yılından sonra, Nietzsche'nin ruhsal kişiliğindeki bölünme açığa çıkmaya başlar. Durmadan gezinen bir gezgin ve ‘Bir’in ‘İki’ olduğu zamana kadar kendisine aşama aşama eşlik eden bir ‘Gölge’ye tanık oluruz. İşte ‘Zerdüşt’ bu günlerde beliriverecekti. Her şeyden yavaş yavaş kopmaktaydı. Yalnızlığa çekilmişti. Eski arkadaşlarının ‘Bayreuth’a yaptığı övgüyle şaşırttığı Wagner'den bile uzaklaşmıştı. Kopuş onu önce güneye, daha sonrada Bernina'nın buzullarına doğru götürdü. Kasım 1876'dan, Mayıs 1877'ye kadar Sorrente'deki ihtiyar arkadaşı Malvida von Meysenbug'un yanındaki ikamet tek molaydı. Malvida, Nietzsche ve Wagner'lere, uzun yakınlaşma gezileri düzenleyerek iki dostun arasındaki anlaşmazlığa son vermeyi düşünüyordu. Ona göre, düşünce ayrılıklarından doğan geçimsizliklerden çok, hastalıklı bir durum söz konusuydu. Fakat, denizin iki aklanının her iki yanında duran ‘Mutlu Adalar’ın gözüktüğü yalıyarların üzerinde yapılan gezintilerde, iki dostun arasında yalnızlık vardı. Amaçları artık ne kadar da ayrıydı! Wagner ‘Parsifal’in Hıristiyan ezgilerini dinliyordu... Nietzsche ise insanın dolaysız olarak Prométhéé'ye dönüşeceğini, henüz uzakta olan bir gelecekte ‘Üstinsan’ın yaklaştığını önceden seziyordu. ‘Gölge’ büyüyordu... Epomeo'nun doruğunda, sıkıntılı gemicilerin karşısında dikili bir fener gibi görünüyordu..

"Zerdüşt adanın tepesinden, sabahleyin erken saatte diğer kıyıya ulaşmak için yola çıktığında vakit gece yarısıydı... Çünkü gemiye binmek istediği yer orasıydı.
Bu kıyıda yabancı gemilerin demir atmaktan hoşlandıkları iyi bir koy vardı.
Bu gemiler denizi aşmak isteyen bazı kişileri Bienheureus adalarından beraberlerinde getirirlerdi.
Zerdüşt dağa tırmanırken yalnız başına yaptığı birçok yolculuğu düşünüyordu, daha önce ne çok tepe ve doruk aşmıştı.."

Basel'e geri dönüşünü izleyen yıllar üzüntü ve umutsuzlukla doluydu. Terk edilmiş sıraların önünde, filozofun daha önce gözüpek düşüncelerinden geriye kalansa, bir parça avuntuydu. Adı ‘Bir İtiraf’ olan içtenlikli kitabını yazdı. Aslında bu kitabında, merhamet duygusundan ve tedirginlik duygusunun tuzaklarından yakasını sıyırmak için gösterdiği boş çabayı dile getirmemiş midir? Baden-Baden'de önerilen tedaviler işe yaramıyordu. Nietzsche rutubetli havaya ve yağmur ile nöbetleşe gelen sislere sabredemiyordu. Oysa Naumburg'da, kaygılı ve üzüntülü annesinin yanında geçirdiği kış daha da tehlikeliydi.

Nietzsche'nin yaşamındaki akışını belirleyecek karar saati gelip çatmıştı:
Ciddi insanlar için bunun adı delilikti. Çünkü, Basel'in profesörünü şereflerin en büyüğüne taşıyabilecek parlak bir kariyerin terk edilişi başka türlü nasıl cezalandırılabilirdi ki? Nietzsche'nin öteden beri kendine özgü değer yargıları vardı...
Yaşamın değerlerine varoluşçulardan çok daha farklı bakıyordu. Onun kabul ettiği biricik şey, sahte olmayan tek değer olan dürüstlüktü. Belki de dönemin dışında bir sonsuzluk kabul etmiyor, bu sonsuzluğu kendi içinde yaratmak istiyordu.
On yıl sonra, "Filozof nedir?" diye kendi kendisine soracaktı. Bir filozof kendinden ne isteyebilirdi? Elbette, içinde bulunduğu zamanı aşıp, kalıcı olmayı. Bu en zor olanı başarabilmek için neler yapmalı, nelerle savaşmalıydı? Zamanı aşmak kolay olmayacaktı.

"Ben Wagner gibiyim, şimdiki zamanın insanıyla -gerilemekte olan-, tüm diğer insanlarla benim aramdaki tek fark, benim bu gerilemeyi anlamam ve buna karşı kendimi korumamdır"

Çabucak kabul edilen bir istifayı izleyen 1879 yılı daha az korkunç değildi. Bu yıl, hastanın ruh ve bedeninin, çaresi olmayan bir iflasa doğru sürüklendiğini açığa çıkaran yıldı. Çözümsüz bir hastalıktan kurtulmak için hangi tedaviye başvurmalıydı? Canlılığın fışkıran kaynakları yeniden nereden bulunmalıydı? Gerekli enerjiyi bulamadan, iradenin yapabileceği, kurtuluşu olmayan bir savaşta en son gücü tüketmekten başka bir şey olamazdı. Eski dostlar uzaklaştığına göre, başıboş gezgin, özlemini duyduğu anlayışlı yeni arkadaşlara nerede rastlayacaktı? O sıralar, hastalığına zorlanarak da olsa bir ritim kabul ettirebileceği inancıyla, düşüncesini karartan sislerden kaçıyor, açık havaları, kendisine iyi gelen hafif rüzgâr ve ışığı buluyordu. Ruhsal sağlığın dayanağı, ‘Ben ve O’nun arasındaki yok olan dengeyi yeniden yazmaya başladı. ‘Gezgin ve Gölgesi’nin göz kamaştırıcı özdeyişleri, aforizmalar dünyasının parlak doruk çizgileridir.

Hâlâ Almanların esiri olan Garda Gölü'nün kuzeyindeki en uç noktası, Riva'da, kısa bir süre kaldıktan sonra, Venedik'e, Peter Gast'ın yanına gitti. Bu kent belki sağlıksızdı, fakat Nietzsche için müziğin kendisiydi. Sadık dostuyla piyanoda dört elle doğaçlama çalınan ezgiler kendine gelmesini sağlıyordu. Hasta ve gittikçe çılgınlığın uçurumlarına dönük gözleri önünde, şimdiden büyük projelerin taslağı çizilmektedir. Marienbad kaplıcalarında geçirilen can sıkıcı bir yazdan sonra, iki arkadaş Cenova'da ortaya çıkacaklardır. Burckhardt'ın kendisine sözettiği soylu kent, bir zamanlar Kristof Kolomb ve arkadaşlarının maceraların en güzeline doğru yola çıktıkları bu capcanlı liman Nietzsche'nin tüm özlemlerini tatmin eder.
Bu sarayların her taşının içinde eşsiz bir kişiliğin damgası yer almaktadır. Cenova denize açıldığı gibi, geleceğe de bakan, çağrı ve çığlıklarla çınlayan bir kentti.. Uzaklardaki topraklarda, Barcelona ve Sierrası'nda, havasının her zaman berrak olduğu Meksika ve çıplak yaylalarında, yola çıkma hazırlıklarında atılan çığlıklar arasında, güneşten kavrulmuş bir Afrika'nın serapları keşfedilir. Nietzsche de, hiçbir şeyin ölçülüp biçilmediği, her şeyin başka ve değişik olduğu bu misafirperver topraklara doğru demir almayı düşünüyordu.

Her yaz, Sils-Maria Gölü'nün kıyılarına geri döndüğü bu kent, beklenen buluşmaların da yeri olacaktı. Recoara ve Portofino arasında, geniş körfezin son bulduğu yerde ve Benina buzullarına doğru tırmanan Fex Vadisi'nde, ‘Zerdüşt’ün mesajını işitecekti. Kendi psikolojik durumunu, ‘Sabah Kızıllığı’ adlı yapıtında aydınlık, ‘Sevinçli Bilim’ adlı yapıtında ile içinin kararmış olduğunu söyleyerek yorumlar.

Fakat Nietzsche'nin geçmişteki takıntılardan kesin olarak kurtulması, bir daha geri dönmeyi düşünmemesi ve az rastlanan yazgısını tamamıyla tanımlayabilmesi için büyük bir ıstırap gerekliydi. Bu acı, arkadaşının gittikçe artan yalnızlığına üzülen Malvida von Maysenbug'dan geldi. Malvida'nin Nietzsche'ye 1822'de Roma'da genç bir Yahudi kızı olan Lou Andreas Salomé ile bir "karşılaşma" tertiplemesi, sadık dostun niyetine göre paylaşılacak bir aşkın hareket noktasından başka bir şey değildi. Önceleri, görünüşte coşkulu bir öğrenci olan bu kırılgan kız, çok çabuk biçimde cesur bir kimliğe kavuşur. Bu seçkin arkadaşın görevi, gezgini kendi kendisiyle barıştırmak ve onu yine bereketli Germen topraklarına yerleştirmektir. Gerçekten de bu şükran dolu aylar boyunca Nietzsche öğretmenlik yapmak için Viyana'ya ya da kimbilir belki de Basel'e geri dönmeyi hayal etmişti. Fakat ortamın baş döndürücü saatlerinin, zamanında Siedfried'in sözlerinin birbiri ardına sıralandığı Tribschen'in sessiz koridorlarında karşılıklı güven içerisinde yapılan itirafların yerini derhal bir düş kırıklığı alacaktı. Anlayışlılığıyla Nietzsche'nin karakterindeki birbirini tutmayan birçok görünümü ayırt eden Lou Salomé, sonunda onun doğasında olan aşırılıklardan, yanardağa benzeyen görünüşünden korkmuş ve onu frenleyemeceğini anlamıştı.

Malvida'nın verdiği öğütle, Wagner ve Nietzsche'yi barıştırmayı düşünüyordu. Oysa bu barış imkânsızdı. Nietzsche, Bayreuth'deki görüşmelerinde Lou Salomé'nin Wagner'in önünde diz çökmesini ihanet olarak yorumluyordu. Nietzsche'nin dramında ortaya çıkan diğer olayları yalnızca tahmini bir şekilde izleyebiliriz. Ona karşı gösterilen tüm davranışları tahmin etmek zorundayız. Kendi kendisini savunan bir arkadaş -Paul Rée- ya da başka bir kadının etkisini kuşkusuz kıskanan bir kız kardeşinki gibi...Şurası kesin ki, romantik bir kopuştur bu ve bir daha hiçbir arkadaşın gelip yalnız adamın masasına oturmayacağının kesin olarak bilinmesinin sonucudur. ‘Gölge’ ile yapılan diyalog o zaman başladı ve bu sürecin sonucunda, güzellik açısından Beethoven'ın IX. Senfonisi'ne eşdeğer bir başyapıtın yaratılması gerçekleşmiş oldu. Bu, bize yazgısıyla barışık olmayan bir Faust'un macerasını anlatan çok uzun bir şiirdir. Zaten peygamber bilmece gibi konuşmaktadır ve yalnızca gelecekteki insanlar, üç bin yılında yaşayacak olanlar mesajı anlayabileceklerdir. Yalnızca‘Üstinsan’ olmayı sağlayan, uçurumları aşan köprüyü bulabileceklerdir.

Bununla birlikte, Akdeniz'in geniş ufukları ve çam ağacının bulunduğu Bernina buzullarını çevreleyen karanlık dar vadiler arasında bölünmüş bir yaşam, bu gidişatı izliyordu. Fakat bir dansçının hafif adımlarını çağrıştıran kuzey rüzgârının estiği Nice kenti, Cenova'nın yerini almıştı. Cenova'nın sert ve rutubetli kışı, onun inatçı migren ağrılarını uyandırmıştı.
Nice'de yılın ortalama 220 günü yağışlı geçiyordu ve kent, Zerdüşt'ün özellikle tırmanmaktan hoşlanacağı kayalıklara sahipti. Burada mantığı tamamen yenilecek ve müzik başlangıç noktasına dönerek, ölümsüz şiirinin en güzel kıtalarını vurgulaya vurgulaya söyleyen bir dansa dönüşecekti:

"Gözlerinin içine baktım, ey hayat; altın parıltısı gördüm gece gözlerinde senin -hazdan yüreğim durdu:
-Bir altın kayığın parıldadığını gördüm gece sularında,
batan, çıkan, sallanan, yine çıkan bir altın kayığın!
Bir bakış baktın ki hora delisi ayaklarıma,
-gülen, saran, eriten, sarsan bir bakış:
Çalparanı o küçük ellerinde daha iki kez
tıngırdatmıştım ki, hora çılgınlığıyla sarsılmaya başladı ayaklarım."

Böylece bile bile çoğaltılan gerginliklerin egemenliği altına giren bir düşüncenin dramı yoğunlaşır. Biz, bu sayfalarda bunu anlatmaya çalıştık, bu dramın karşı konulamaz kasırgaya kadar gidişini işledik.
Evet, Nietzsche kendi rızasıyla Tanrı Dionysos'un izleyicisi olmakta, kendi karşıtlıkları tarafından yaralanmakta, tıpkı yok etmek için sürekli yaratan yaşam gibi, yılanın bir halkasını andıran, hızlanan zaman ‘Sonsuz Dönüş’ün simgesine dönüşmektedir.
Zerdüşt'ün tamamlanmasından sonra, dahi hastanın kafasındaki projeler birbirlerini hızla izlediler. Artık yalnızca arada sırada kontrol edebildiği coşkulu esin ile bunlardan bazıları gerçekleşmişti. Hem İngilizlerin psikolojik ahlak söylevlerini, hem de dinsel ve metafizik ahlak söylevlerini çürütmek isteyen ‘Salt Aklın Eleştirisi’ gibi gözüküyordu. Kant'ın düşüncesi, Nietzsche'ye gittikçe varılan son gibi gözüküyordu. Yeniden gözden acı veren bir dostluğun bilançosuna son noktayı koyan Wagner'in Şubat 1883'de Venedik'te meydana gelen ani ölümü gibi. Belki de Nietzsche, ‘Wagner'e Karşı’ adlı yergi yazısını, kendi içinde yok etmek istediği suçluluk duygusunu, içinde varolan korku ve kuşkuları yoketmek için yazmıştır. İnsanoğlunun safça bağlandığı putların maskelerini düşüren yapıtı ‘Putların Alacakaranlığı’ nda da bu kaygı vardır.
İşte o zaman, zorlama eleştiriler bir yana bırakılacak olursa, Zerdüşt'ün mesajı bir dinsizin beşinci İncil'i gibi görünür. Bu aynı dinsiz ‘Ecce Homo/İşte İnsan’ adındaki kitabında kendi kendisinin övgüsünü yapacaktır.
Kalan son arkadaşlarının ondan kaçışları böylece anlaşılır. İçlerinde, en hoşgörülü kişi olan Jacob Burckhardt bile Nietzsche'den kaçar. Burckhardt'ın düşüncesine göre, bir yazar yapıtının arkasında kalmalıdır. "Bencillik, tiksinti vericidir." der Pascal.

Alplerin çember biçimindeki siperi tarafından korunan ve çevrilen dağ eteğinin merkezinin canlandırıcı iklimine bağlı olan yatıştırıcı birkaç ay ve sonunda ortaya çıkan ilk başarılar sayesinde, dram Torino'da sonra erer. Danimarka'da George Brandés, Fransa'da Taine, yanına pusula almadan, belirsiz bir geleceğe atılan bu yalnız filozof hakkında konuşmaya başlar. Yandaşlar ortaya çıkar. Başka bir coşkulu deha, Strindberg, hayranlığı haykırır. Karl Spitteler'e göre ise Nietzsche, ‘Ateş Tanrısı Prométhéé’yi anımsatmaktadır. Eşsiz bir zekânın karardığı geceyi delip geçen ışıklar tehlikeli bir yolculuğun son bulacağı limanın değil, çok büyük bir yıkımın habercisidir. Ateşin yıkıcı evresi başlamaktadır.

Yoldan geçenlerin şaşkınlıkla tanık oldukları belirtiler 1888-1889 kışı süresince ortaya çıkar. Sahibinin dövdüğü bir atı Nietzsche'nin öptüğü bile görülmüştür. Eski arkadaşlarına gönderdiği anlaşılmaz mesajlardan en çarpıcısı Cosima Wagner'e gönderilmiş olan, "Ariane, sizi seviyorum." mesajı felaketin finali olur.

Basel'den koşup gelen Overbeck, Nietzsche'yi hemen Léna'daki bir hastaneye götürür. Eski bir Venedik müziğinin son kıtaları, ani öfke nöbetlerine maruz kalan ruhunda silinip gider. Tanı umutsuzdur... Fakat yardım çabuk gelir.
O andan sonra, büyük beyaz bir kefene sarılmış yarı ölü, neredeyse her zaman bilinçsiz olarak -annesi ve kızkardeşinin yanında- Naumburg'daki baba evinde yaşamaya başlar. Kişiliğini çoktan beri hzaman artık onun için durmuştur. Böylece 1897 yılında annesinin ölümünden kaynaklanabilecek acıdan kurtulur! Kız kardeşi onu çoğunlukla reddetmiş olduğu konulara karşı saygısının başladığı Weimar'a götürür. Zafer denilen şey işte budur!
Nietzsche için bu, hakaretlerin en büyüğü olur. 23 Nisan 1900'de bir bahar fırtınası kopar. Çoçukken onu çok korkutan yıldırımın gürültüsü Nietzsche'yi uykusundan mı uyandırmıştır? Ya da çok uzaktaki dönüşü olmayan alemlere mi götürmüştür? Uzun zamandan beri tedirgin edici halüsinasyonların yakasını bırakmadığı sabit bakan gözlerini, atalardan kalma bir el hareketi kapatır. Rocken'deki küçük mezarlığa gömülür.
(Kızkardeşi Elizabeth, evlendikten sonra gittiği Paraguay'dan döndükten sonra, Nietzsche'nin bakımını üzerine alır ve sonuna dek sürdürür. Nietzsche'ölün tarihi 25 Ağustos 1900'dür. Babasının yanına gömülür.)

Kaynak: Nietzsche yaşamı ve felsefesi
Son düzenleyen NeutralizeR; 24 Ağustos 2016 20:46

Benzer Konular

1 Mayıs 2010 / _Yağmur_ Bilim ww
26 Eylül 2015 / Safi Sanat ww
26 Eylül 2015 / Safi Edebiyat ww
6 Haziran 2015 / Safi Müzik ww
6 Haziran 2015 / Safi Edebiyat ww