Kan Nedir - Kanın Yapısı, Özellikleri ve Görevleri 1 ek Kan Kan, insanda ve üstün yapılı hayvanlarda yaşamın sürmesini sağlayan en önemli vücut sıvısıdır. Dolaşım sistemini oluşturan kalp ve kan damarları aracılığıyla bütün vücudu dolaşarak dokular arasındaki madde alışverişine yardımcı olur. Bütün çokhücreli gelişmiş canlılarda, bir yandan hücrelere gerekli olan besin maddeleri ile solunum gazlarını, öte yandan hücre etkinliklerinin yan ürünü olan atık maddeleri taşıyan böyle bir sıvı vardır. Bitkilerde, köklerin emdiği suyu ve mineral tuzlarını yapraklara, yapraklarda fotosentezle üretilen besin maddelerini öbür dokulara ileten bu taşıyıcı sıvıya "besisuyu" denir. İnsanda ve gelişmiş hayvanlarda bu taşıma görevini üstlenen kan, sindirim sisteminden aldığı besin maddeleri ile akciğerlerden aldığı oksijeni vücuttaki milyonlarca hücreye götürür. Her hücre, gelişmesi ve işlevlerini yerine getirmesi için hangi maddelere gereksinimi varsa yalnızca o maddeleri seçerek gerektiği kadarını kandan alır. Bu maddelerin özümsenmesi sırasında açığa çıkan ve vücuttan uzaklaştırılması gereken zararlı atıkları, karbon dioksidi ve fazla suyu da gene kana boşaltır. Kan bu kez yüklenmiş olduğu bu maddeleri böbreklere ve akciğerlere taşıyarak vücuttan dışarı atılmalarına yardımcı olur. Bu arada kandan hücrelerarası boşluklara sızan sıvıları ve besin maddelerini toplayarak yeniden kana aktarmak üzere vücutta ikinci bir sıvı dolaşır. Renksiz olduğu için "akkan" da denen bu sıvının adı lenftir. Kan Dolaşım Kan dolaşımı vücudun bütün organlarına ve dokularına ulaşan bir enerji iletim sistemidir. Kalp, içinde bol oksijen bulunan açık kırmızı renkli kanı aorta pompalar. Bu anaatardamardan ayrılan daha küçük atardamarlar ve kılcal damarlar aracılığıyla kan bütün vücuda dağılır. Kanın taşıdığı oksijen ve besin maddeleri kılcal damarların incecik duvarlarından geçerek hücrelerin içine girer. Hücrelerdeki atık maddeler de gene kılcal damarlar yoluyla kana karışır. Oksijeni azalmış olan bu koyu kırmızı renkli kan toplardamarlar aracılığıyla kalbe taşınır ve yeniden oksijen yüklenmek üzere akciğerlere gönderilir. Buradaki kılcal damarlarda akarken havanın oksijenini alır ve bir kez daha vücuda pompalanmak üzere kalbe geri döner. İnsanın ve üstün yapılı hayvanların dolaşım sisteminde kanı harekete geçiren ve damarların içinde sürekli akmasını sağlayan organ kalptir. Bir pompa gibi çalışan bu organ kanı büyük bir basınçla damarlara doğru iter ve kıllar, tırnaklar gibi ölü dokular dışında vücudun bütün hücrelerine ulaştırır. İnsanlar kanın vücuttaki bütün dokuları beslediğini eskiçağlardan beri bildikleri halde kalbin nasıl çalıştığını ve kanın hangi yolu izlediğini yüzyıllarca açıklayamadılar. Eski Yunan bilginleri kalp ile akciğerler arasında bir bağlantı olduğunu fark etmişlerdi. Gene de, başta Aristo olmak üzere birçoğu damarlarda kan yerine hava bulunduğuna ve bu havanın kalpten geldiğine inanıyordu. Eski Yunanlı hekim Galenos atardamarların hava değil kan taşıdığını kanıtlayarak bu yanlış inanışı çürüttü. Ama o da kalbin görevini açıklayamadı ve kanın damarlardaki hareketini denizlerdeki gelgit hareketine benzeterek yanılgıya düştü. Kan dolaşımını bugün bildiğimiz biçimiyle açıklayan ilk tıp bilgini William Harvey'dir (1578-1657). Harvey, kanın kalp aracılığıyla atardamarlara pompalandığını ve hep tek yönde akarak toplardamarlar aracılığıyla kalbe geri döndüğünü, böylece kan dolaşımının vücutta bir daire çizdiğini deneylerle gösterdi. Üstelik kılcal damarları görebileceği kadar güçlü bir mikroskobu olmadığından, atardamarlar ile toplardamarlar arasındaki bu bağlantıyı yalnızca varsayımla çıkarmıştı. Nitekim kılcal damarların varlığı, Harvey'in 1628'de yayımladığı bir kitapta kan dolaşımını açıklamasından yıllar sonra bulundu. Kan vücutta dolaşırken birbirinden tamamıyla ayrı iki yol izler. Bunlardan birinde yalnızca kalp ile akciğerler, öbüründe kalp ile vücudun geri kalan bölümleri arasında dolaşır. Sol kalpten çıkan oksijen yüklü ve açık kırmızı renkli temiz kanın bütün vücudu dolaşıp sağ kalbe dönmesine büyük dolaşım denir. Taşıdığı oksijeni dokulara verip karbon dioksit yüklenmiş olan koyu kırmızı renkli kirli kanın sağ kalpten çıkıp akciğerlere giderek oksijen yüklendikten sonra sol kalbe dönmesi ise küçük dolaşımadır. Kan Damarları Kalpten dokulara ve organlara kan götüren damarlara atardamar, dokulardan kalbe kan getirenlere de toplardamar denir. Büyük atardamarlar kalpten çıktıktan sonra yol boyunca dallanarak daha ince atardamarlara ayrılır ve en sonunda yalnızca mikroskopla görülebilen kılcal damarlardı oluşturur. Kılcal damarlar ise kalbe yaklaştıkça birleşip kalınlaşarak toplardamarlara dönüşür. Bu üç tip damarın yapısı işlevlerine uygun olarak birbirinden farklıdır. Atardamarların kastan yapılmış duvarları, kalbin kanı pompalarken uyguladığı basınca dayanacak kadar kalındır. Genellikle vücudun dokularına gömülmüş olarak derinde bulunan bu damarlar ancak bazı yerlerde, örneğin el bileğinde, şakaklarda, boyunda, ayak sırtında ve ayak bileğinin dış yanında yüzeye yakındır. Bu bölgelerde, her kalp atımında kanın atardamarların duvarına basınçla vurarak geçişi hissedilebilir. Bu vuruşu, yani nabzı saymak için en uygun yer el bileğinin iç yüzündeki atardamardır. Kanın atardamarların duvarına yaptığı bu basınca kan basıncı ya da tansiyon denir. Bazı hastalıklarda yükselen, bazılarında düşen kan basıncı genellikle üstkoldaki büyük atardamardan tansiyon aletiyle ölçülür. Toplardamarların duvarları daha incedir; çünkü bu damarlarda dolaşan kanın basıncı artık azalmıştır. Çoğu yerde yüzeye iyice yakın olan toplardamarlar kollarda ve bacaklarda çok belirgindir. Bu damarlar dokulardan kalbe dönen oksijensiz kanı taşıdığından, derinin altından mavi renkli bir ağ gibi görünür. İnsanın bir yeri kesildiğinde zarar gören genellikle toplardamarlardır. Bu damarlardan yavaşça akan koyu renkli kan bir süre sonra pıhtılaşır ve kanama durur. Oysa bir atardamar kesildiğinde açık kırmızı renkli kan hızla fışkırarak akar. Bu tehlikeli kanamayı durdurmak için kesilen yere parmakla ya da avuç içiyle sıkıca bastırmak ve zaman yitirmeden bir doktora başvurmak gerekir. Toplardamarlar yüzeyde olduğundan küçük bir şırıngayla damara girip kan almak kolaydır. Bu yüzden laboratuvar testleri için gerekli kan toplardamarlardan alınır. Kılcal damarların duvarları atardamar ve toplarda-marlarınkinden çok daha incedir. Bu yüzden kandan hücrelere ve hücrelerden kana madde geçişi hep kılcal damarlarda olur. Aynı özellik lenf damarları için de söz konusudur. Kan plazmasından ayrılan sıvıyı ve besin maddelerini toplayan bu damarlar da ayrı bir dolaşım ağı çizerek sonunda toplardamarlardaki kan dolaşımına katılır. MsXLabs.org & Temel Britannica BAKINIZ Kan Hücreleri Nedir - Kan Hücrelerinin Yapısı ve Görevleri Kan Pıhtılaşması (Koagülasyon) Kanama Nedir? Kanama Kontrolü ve Durdurulması Kan Grupları ve Kan Grubu Uyumları Kan Bağışı Nedir? Nasıl Kan Bağışı Yapılır? Kan Nakli (Kan Transfüzyonu) Dolaşım Sistemi Nedir - Dolaşım Sisteminin Yapısı ve Görevleri Hemofili |
1 ek Kan Fizyolojisi Kan, vücudun organları arasında madde alış verişine aracılık eden ve damarlar içinde bulunan kırmızı renkli sıvıdır. Kan hayat için gerekli maddeleri (oksijeni) akciğerlerden sindirilerek vücuda yarar bir duruma gelen besin maddelerini sindirim organlarından alarak organlar ve onların en küçük parçaları olan hücrelere götürür. Hücrelerde çalışma sonucu meydana gelen ve vücuda yaramayan artıkları yüklenerek böbrek, deri ,akciğer organlarına getirir ve bunların vücut dışına çıkmasını sağlar.Kan, hücrelerden ve “plazma “ adı verilen bir sıvıdan oluşmuştur. Hücreler eritrositler (kırmızı kan hücreleri), lökositler (beyaz kan hücreleri) ve trombositlerdir. Hücrelerin % 99’undan fazlasını eritrositler oluşturur. Eritrositler kanın oksijen taşıyan hücreleridir.Lökositler vücudu enfeksiyonlara ve kansere karşı koruyan hücrelerdir. Trombositler ise kanın pıhtılaşmasında görev alırlar. Eğer kan santrifüj edilirse, hücreler plazmadan ayrılır. Hücreler daha ağır oldukları için dibe çökerken daha hafif olan plazma üstte kalır. Kan, içi heparin ile sıvanmış “mikropipet” denilen küçük tüplerde santrifüj edilir. Bu tüpün en alttaki kısmında eritrositler toplanır, bunun hemen üstünde ise çok ince bir tabaka halinde lökositler bulunur, en üstte ise plazma bulunur. Hematokrit, eritrositlerin oluşturduğu kan hacminin toplam kan hacmine oranıdır. Hematokrit tayini için kan heparinize özel tüplerde santrifüj edilir, eritrositler en altta toplanır, onun üstünde lökosit ve trombositlerin oluşturduğu çok ince bir tabaka oluşur, en üstte ise plazma adı verilen açık saman sarısı-beyaz renkte sıvı toplanır. Hematokriti hesaplamak için eritrositlerle dolu olan tüpün uzunluğu kanla dolu tüpün uzunluğuna bölünüp, çıkan sonuç 100 ile çarpılır.Hematokrit pipetinde eritrositler 36 mm lik bir sütun oluştururken, lökosit ve trombositler birlikte yaklaşık 1-2 mm lik bir sütun oluşturmalarının sebebi, bu hücrelerin sayılarından kaynaklanmaktadır. 1 mm3 kanda 4,6-6,2 milyon eritrosit varken, 5.000-10.000 lökosit ve 200.000-400.000 trombosit vardır. Doğal olarak, sayıca fazla olan eritrositler hemotokrit pipetinde daha uzun bir sütun oluşturacaklardır. Hematokrit oranı erkeklerde % 40-50 arasında değişirken, bu oran kadınlarda % 35-45 arasında değişir. Erkeklerde hematokrit oranının yüksek olmasının sebebi, erkeklerdeki toplam kan hücresi sayısının kadınlarınkinden daha fazla olmasından kaynaklanmaktadır. Erkeklerde 1 mm3 kanda ortalama 5,1-5,8 milyon kan hücresi varken kadınlarda 1 mm3 kanda 4,3-5,2 milyon kan hücresi vardır. Eritrositlerin sayısının azaldığı durumlara anemi (kansızlık) denirken, eritrosit sayısının arttığı durumlara ise polisitemi denir. Plazma kanın sıvı kısmıdır, su içinde çözünmüş çok sayıda organik ve inorganik maddelerden oluşur. Bu maddelerden en önemlisi proteinlerdir. Proteinler plazmanın toplam ağırlığının yaklaşık yüzde 7 sini oluşturur. Plazma proteinleri 3 ana gruba ayrılır. Bunlar, albüminler, globülinler ve fibrinojendir. Bu proteinlerin kandaki konsantrasyonu, sırasıyla 4,5 g/100mL , 2,5 g/100 mL ve 0,3 g/100mL dir. Proteinler içinde miktar olarak en fazla olan albüminlerdir. Bu proteinler, hücreler tarafından kullanılmak üzere plazmadan ayrılmazlar. Hücreler kendi proteinlerini yapmak için plazma amino asitlerini kullanırlar fakat hiçbir zaman plazma proteinlerini kullanmazlar. Plazma proteinleri plazmanın içinde yada interstisiyel sıvıda fonksiyon yaparlar. Kısacası, plazma proteinleri, hücreler tarafından kullanılmak üzere plazmayı terk etmezler. Eğer kanın pıhtılaşmasına izin verilirse, tüpün üstünde kalan sıvıya plazma değil serum denir. Serumda fibrinojen ve pıhtılaşma ile ilgili diğer proteinler, pıhtılaşmada kullanıldığı için yoktur. Matematik formül olarak ifade etmek gerekirse Plazma - Fibrinojen = Serum diyebiliriz. HEMOSTAZ (KANAMANIN DURDURULMASI) Kan dokusu organizmada son derece yaygın bir damar ağı içinde sürekli dolaşım halinde bulunduğu için, vücudun bir bölgesindeki yaralanmalar , bir önlem alınmadığı taktirde, önemli miktarda kanın kaybıyla sonuçlanabilir. Ancak hem damar sistemi hem de kanın bizzat kendisi kan kaybının önlenmesine yönelik bir dizi koruyucu mekanizmaya sahiptir. Bir damarın hasara uğraması halinde kanamanın durdurulması üç aşamalı bir mekanizma ile sağlanır. 1) VazokonstriksiyonKoagülasyon sıvı olan kanın, pıhtı yada trombus denilen jel kıvamlı katı bir maddeye dönüşmesidir. Pıhtılaşma plazma proteinlerinden fibrinojen fibrine dönüştüğü zaman gerçekleşir. Fibrinojen karaciğer tarafından yapılan ve normal insanların serumunda her zaman bulunan çubuk şeklinde bir proteindir. Fibrin başlangıçta gevşek bir iplik ağ gibidir. Oluştuktan hemen sonra kovalent çapraz bağların oluşmasıyla kuvvetlenir. Bu olay faktör XIII denilen bir plazma enzimi sayesinde gerçekleşir. Fibrinojen kanda her zaman bulunur, fakat trombin normalde kanda bulunmaz, yalnızca pıhtılaşma olayı uyarıldığı zaman oluşur. Uyarılmadan önce kanda protrombin denilen inaktif şekilde bulunur. Kan damarının yaralandığı bölgede enzimatik olarak trombine çevrilir. Trombin de faktör XIII ü aktive eder. Pıhtılaşmaya bırakılan kan örneğinde, pıhtılaşma sonrası ayrılan sıvıya serum denir. Serum plazmadan farklı olarak fibrinojen ve bazı pıhtılaşma faktörlerini kapsamaz, bunun dışında bileşimi plazma ile aynıdır. |
1 ek KANIN YAPISI VE KAN HUCRELERI KANIN YAPISI VE GÖREVLERİ Kan, damarlar içerisinde sürekli hareket halinde olan canlı bir sıvıdır. Bu sıvı , iki temel kısımdan oluşmaktadır : Plazma ve Hücreler. Plazma kısmı büyük oranda sudan meydana gelir ve içerisinde, besin maddeleri, proteinler ve metabolitler gibi bir çok katı maddeyi barındırmakta ve bunların dokulara naklini sağlamaktadır. Normal bir insanda 5000-6000 mL (5-6 litre) kadar kan bulunmaktadır. Kanın % 50-60' sıvı kısım olan plazmadan ve %40-50'si ise hücrelerden meydana gelmektedir. Plazma : Plazmanın % 90'ı sudur. Kalan %10 ise katı maddeleri içerir. Bunların % 8'i proteinler , % 2'si ise diğer çözünmüş maddelerdir. Kanın temel protein içeriği şöyle özetlenebilir : • Albumin ..... % 60 • Globulinler ...% 36 • Fibrinojen.....% 4 Hücreler : • Eritrositler • Lökositler • Parçalı Lökositler (Granulositler, PMNL) • Nötrofiller • Bazofiller • Eozinofiller • Parçalı Olmayan Lökositler (Agranulositler, MNL) • Lenfositler • Monositler • Trombositler (Platelletler) Eritrositler Eritrositler , kanın en yoğun hücre grubudur. Kandaki ertrositlerin hacminin, kan hacmine oranına Hematokrit denir. Bu değer, kadınlarda %38-46 ; erkeklerde ise, % 40-54 arasında değişir. Eritrositler içinde bulunan hemoglobin molekülü, eritrositin temel işlevi olan gaz transportunu sağlamaktadır. Bu molekül, akciğerlerde oksijen bağlayarak, vücut hücrelerine taşımakta, oradan aldığı atık madde olan karbondioksiti de akciğerlere taşıyarak, vücuttan uzaklaştırılmasını temin etmektedir. Normal hemoglobin düzeyi, 12-16,5 gr/dL arasındadır. 12 gr altındaki hemoglobin düzeyleri, anemiyi (kansızlığı) işaret eder ve nedenlerinin araştırılması gerekir. Normalde, kanın her mikrolitresinde 4 - 6,5 milyon eritrosit bulunmaktadır. Kan bankalarında, ağırlıklı olarak Eritrosit içeren kan komponentleri yani Eritrosit Süspansiyonları elde edilmektedir. Böylece kanın plazma kısmı ayrıştırılmış olmakta ve hastaya gereksiz olarak plazma verilmesi engellenmiş olunmaktadır. Bunun bir avantajı da, ayrıştırılmış olan plazma, dondurularak saklanabilmekte ve plazma ihtiyacı olan başka bir hastada kullanılabilmektedir. Bir kısım plazmadan da, kan ürünleri elde edilebilmekte ve bu ürünlere ihtiyaç duyan hastalara verilmektedir. Lökositler Lökositler, çekirdeklerinin yapısına göre parçalı (Granülositler) ve Parçasız (Agranülositler) olarak ikiye ayrılırlar. Lökositler, kanda 4.000-10.000 hücre/mikrolitre düzeyinde bulunurlar. Bu sayının 10.000 üzerine çıkmasına lökositoz denir. Bunun nedeni genellikle enfeksiyon hastalıkları olmakla birlikte, daha pek çok sebebi olabilmektedir.Yine lökosit sayısının 4.000'den düşük olmasına ise lökopeni denir. Bu durumunda pek çok sebebi vardır. Lökositlerin temel işlevi, vücudun savunmasıdır. Her lökosit biçiminin farklı özellik ve görevleri bulunmaktadır. Granülositler Nötrofiller: Bu hücrenin ana işlevi, vücuda zararlı olan yabancı materyalleri bulmak ve tahrip etmektir. Bulduğu yabancı materyali, fagositoz denen bir yöntemle içine alır ve içindeki çeşitli enzimlerle tahrip eder. Bazofiller: Bazofillerin de fagositoz yeteneği vardır ama asıl fonksiyonunu, çeşitli maddeler salgılayarak gösterir. Eozinofilller: Eozinofiller de nötrofiller gibi yabancı materyali yok etmek görevi olan hücrelerdir. Özellikle, parazitlere bağlı enfeksiyonlarda belirgin rol oynarlar. Agranulositler Monositler ve Makrofajlar: Bu hücreler fagositoz yapma yeteneğindedir ve lenfositlerle direkt veya indirekt yoldan bağışıklık sisteminin regulasyonunda önemli rol oynarlar. Monositlerin dokularda bulunan şekline makrofaj denir. Lenfositler: Bu hücreleri bağışıklık yanıtının humoral kısmını oluştururlar. Çok çeşitli fonksyonlara sahip bu hücrelerin en temel işlevi, mikroorganizmaları tanıyıp, onlara karşı antikor yapımını gerçekleştirmektir. Trombositler Trombositler kanın en küçük hücreleridir ve eritrositler gibi çekirdeksizdirler. Normalde kanın bir mikrolitresinde 100.000-400.000 kadar trombosit vardır. Esas özellikleri, pıhtılaşmada oynadıkları önemli roldür. Kan bankalarında, tam kandan ayrıştırılmak suretiyle Trombosit Süspansiyonları elde edilmekte ve sadece bu hücreye gereksinimi olan hastalarda kullanılabilmektedir. Trombosit süspansiyonları, aferez yoluyla da elde edilebilmektedir. HÜCRE Yoğunluk (g/mL) Hacim (femtolitre) Trombositler 1,058 16 Monositler 1,062 740 Lenfositler 1,070 230 Nötrofiller 1,082 270 Eritrositler 1,100 87 Kanın mikroskoptan görünüşü Kan, atardamar, toplardamar ve kılcaldamarlardan oluşan damar ağının içinde dolaşan; akıcı plazma ve hücrelerden (alyuvar,akyuvar ve plaket) meydana gelmiş kırmızı renkli hayati bir sıvıdır. Kan ile ilgili tıbbi terimler genellikle hemo ve hemoto sözcükleri ile başlar. Bu sözcükler eski Yunancada kan sözcüğünü karşılayan haimadan türetilmiştir. Kanın ana işlevi besin maddelerinin (oksijen, glikoz) ve yapısal elemanların sağlanması ve atık maddelerin (karbondioksit, laktik asit vs.) atılmasının sağlanmasıdır. Her bedende 5 ila 6 litre arası kan bulunur. Bu miktar ortalama vücut ağırlığının %7-8'ini oluşturur. Kanın yarısı, sıvı olan bölümden yani plazmadan meydana gelir. Diğer yarısı ise kanın içinde çeşitli görevler üstlenmiş olan hücreler veya moleküllerdir. Kandaki hücreler, vücuttaki kan miktarının yarısını oluşturmalarına rağmen, yan yana dizildikleri takdirde 96.500 km'lik bir çizgi oluşturabilecek kadar fazladırlar. Bu, dünyanın çevresini iki kez dolaşmaya yeterli bir uzunluktur. Eğer kanın pıhtılaşmasına izin verilirse, tüpün üstünde kalan sıvıya serum denir. Serumda fibrinojen ve pıhtılaşma ile ilgili diğer proteinler, pıhtılaşmada kullanıldığı için yoktur. Diger bir deyişle plazma, fibrinojen ve serumdan oluşur. Kanın en önemli görevi akciğerlerden dokulara metabolik hadiseler için gerekli oksijeni taşımaktır. Bazı ufak ve basit yapılı canlılarda kanın yapısı deniz suyuna çok benzer. Bu canlıların vücut parçalarının gerek duyduğu oksijen bu sıvıda çözünmüş olarak taşınır. Daha karmaşık yapılı canlılarda dokuların oksijen ihtiyacı çok fazla olup, çözünmüş halde taşınan oksijen yeterli olamaz. Bunlarda “solunum pigmentleri” denilen renkli maddeler oksijeni bağlayarak dokulara taşırlar. Bu pigmentlerin (boya maddelerinin) kanda yaygın halde bulunmaları kanı kıvamlı ve akışkanlığı az bir hale getireceğinden insan ve diğer memelilerde pigment taşıyıcı özel hücreler vardır. İnsanlarda kan, birçok canlı hücrenin bulunduğu karmaşık bir ortamdır. Her vücut kilosunda 70 mililitre kan bulunduğu kabul edilir. Bu hesaba göre 70 kg'lık normal bir erişkinde yaklaşık 5000 ml (5 litre) kan bulunur. Kan, kalbin pompa vazifesi yaptığı bir kapalı sistemde dolaşır. Bu sistem kalp ile dokular arasında ve kalp ile akciğer arasında olmak üzere iki bölümdür. Bunlardan birincisine “büyük dolaşım sistemi”, ikincisine de “küçük dolaşım sistemi” denilir. Toplardamarlardan gelen kan kalbin sağ kulakçığına dökülür. Buradan sağ karıncığa geçen kan, kalbin kasılmasıyla akciğere yollanır. Akciğerde temizlenen kan, kalbin sol kulakçığına gelir, buradan da karıncığa geçtikten sonra vücuda pompalanır. Kan kılcal damarlardan geçerken oksijenini bırakır ve karbondioksit alır. Dokuların oksijen ihtiyacını karşılamak ve artıkları almaktan başka kanın birçok önemli görevi daha vardır. Besin maddelerini taşır. Vitaminler, enzimler ve hormonların gitmeleri gereken yerlere ulaşmalarını sağlar. Kan aynı zamanda, enfeksiyonlara karşı vücudun savunmasında önemli bir role sahiptir. Bir iltihabi olaya karşı savaşırken, bir takım kan hücereleri direkt mikrobu tahribe çalışır, diğer bazıları antikor yaparak mikrobu tesirsizleştirir. Kanın bir diğer önemli vazifesi de, iç dengeyi sağlamaktır. “Hemeostazis” adı verilen bu dengedeki en ufak değişiklik vücut için tehlikeli durumlar ortaya çıkarır. Vücut sıcaklığını ayarlamada önemli rol oynayan kan, metabolizması hızlı organlardan aldığı ısıyı, yüzeydeki damarlardan geçerken verir. Ayrıca kan ihtiva ettiği maddelerle vücudun sıvı-elektrolit dengesini de sağlar. İnsan kanının bileşimi. Bir sıvı topluluğu gibi göründüğü halde, kan aynı zamanda bir vücut dokusudur. Bu vücut dokusunun ara maddesini diğer dokulardan farklı olarak bir sıvı meydana getirir. Plazma kanın % 55'ini teşkil eder. Kalan kısmı ise alyuvarlar, akyuvarlar ve pıhtılaşmada rol oynayan trombositlerden meydana gelmiştir. Kan hücreleri kolaylıkla plazmadan ayrılabilir. Santrifüj denilen cihazlarla yüksek süratle döndürme sağlanarak, kan hücreleri dibe çöktürülüp, plazmadan ayrılır. Kanın vizkozitesi (kıvamı) sudan 5-8 defa daha fazladır. Her gün kanın belli kısmı yenilenir. Yaklaşık % 1 kadar kırmızı kan hücresi ölürken, yerlerine aynı miktar genç hücre kemik iliğinden kana verilir. Plazma miktarı da en ufak bir değişiklikte hemen dengelenir. Bir kan kaybı durumunda vücut denge mekanizmaları ile hemen hacmi sabit tutmaya çalışır. Önce dokulardan kana sıvı geçişi olur. Daha sonra hızla genç alyuvarlar kana verilmeye başlanır. Büyük miktarlarda kanın kaybedildiği durumlarda şok ortaya çıkar. Kaybolan kan yerine konmazsa şok durumu atlatılamaz. Plazma: Kan plazması, % 91 su, % 8 organik maddeler ve % 1 inorganik maddelerden müteşekkildir. Organik bileşenlerin tamamına yakını, proteindir ve plazma için proteinlerin suda çözünmesiyle meydana gelir denir. Plazmanın üç temel proteini albumin, globulin ve fibrinojendir. 100 mililitre plazmada 4,5 gr albumin, 2,5 gr globulin ve 0,3 gr fibrinojen bulunur. Albumin: Proteinlerin en küçük moleküllü olanlarından biridir. Kanın osmotik basıncının dörtte üçünü albumin sağlar. Osmotik basınç sayesinde kan-plazma oranı korunur. Albumin karaciğerde yapılır. Karaciğer bozukluğu olanlarda hipoalbuminemi denilen plazma albumin seviyesi düşüklüğü ortaya çıkar. Globulin: Plazma globulinleri birçok değişik türdedir. Elektroforez metoduyla globulinler alfa, beta ve gamma parçalarına ayrılabilir. Alfa ve beta globulinler çeşitli proteinleri bağlayarak, çeşitli yerlere taşırlar. Gama globulinlerden ise hastalıklarda bağışıklık sağlayan savunma maddeleri yapılır. Fibrinojen: Kan pıhtılaşma mekanizmasının en son basamağını yapan proteindir. Fibrinojen molekülleri fibrin liflerine dönerek katılaşırlar ve pıhtılaşma hasıl olur. Proteinlerden başka plazmada alınan gıdaların metabolizma ürünleri olan ürik asit, kreatinin, amino asitler gibi bir takım organik moleküller de bulunur. Diğer organik maddeler ise glikoz, yağlar ve kolesteroldür. Plazmanın başlıca inorganik bileşenleri elektrolitlerdir. Bunlar sodyum (Na+), klor (Cl-), kalsiyum (Ca++), fosfat (PO4)-3, sulfat (SO4)-2 ve mağnezyum (Mg++)dur. Alyuvarlar: Kırmızı kan hücreleri kanın hücre kısmının tamamına yakınını meydana getirirler. Kanın her milimetre kübünde yaklaşık beş milyon alyuvar bulunur. Mikroskopta bakıldığında alyuvarlar, ortası çökük tavla pulu şeklinde görülür. Ortalama çapları 7,5 mikron olup, merkezdeki kalınlıkları bir mikrondur. (Bkz. Alyuvarlar) Hemoglobin: Her kırmızı kan hücresinde oksijen bağlama yeteneğindeki bir proteinli boya (pigment) olan hemoglobin bulunur. Oksijenle dolu olan hemoglobine “oksihemoglobin” denir. Bu, kana parlak kırmızı rengini verir. Dokulara oksijen getirdikten sonra bir miktar karbondioksiti alarak akciğerlere getirir. Buna da “karbaminohemoglobin” denir. (Bkz. Hemoglobin) Akyuvarlar: Alyuvarlardan ayrı olarak tam hücre özelliği gösterirler. Bir çekirdekleri ve diğer hücre organelleri vardır. 10-20 mikron çaplarıyla da alyuvarlardan daha büyüktür. Hareketleri amipsi şekildedir. Bir milimetreküp kanda yaklaşık 7000 kadar akyuvar bulunur. Beyaz hücreler ailesinin en önemli fertleri “granülositler” (parçalı nüveliler), “lenfositler” ve “monositler”dir. Akyuvarların % 60-70'ini granülositler, % 30-45'ini lenfositler % 10'dan az kısmını da monositler teşkil eder. Granülositler de aralarında “nötrofil”, “bazofil” ve “eozinofil” olmak üzere üç çeşide ayrılırlar. Bunların büyük çoğunluğunu nötrofiller teşkil eder. Beyaz kan hücreleri iki yolla vücudun infeksiyonlara karşı savunmasını üstlenirler. Granülositler ve monositler mikroorganizmayı yutarak (fagositozla) yok ederken lenfositler antikor meydana gelmesine sebeb olarak mikroorganizmaya karşı çalışırlar. Akyuvarların en büyükleri olan monositler de bakteri ve ölü hücre kırıntılarını yerler. Ömürleri çok kısadır. İnsanda 4 gündür.Mikrobik khastalıklarda sayıları artar. (Bkz. Akyuvar, Antikor, Bağışıklık) Trombositler: Çapları sadece 1-2 mikron olan kanın en küçük hücreleri olan trombositler, pıhtılaşmada önemli rol oynarlar. Kırmızı kemik iliğindeki dev hücrelerin (megakaryosit) parçalanmasıyla meydana gelen oval veya yuvarlak, renksiz ve çekirdeksiz parçacıklardır. Kan pulcukları olarak da bilinirler. Her milimetreküp kanda yaklaşık 150-400 bin trombosit bulunur. Kanda 9 gün sağ kalırlar. Yağ, protein ve karbonhidratlardan gayri bir takım enzimleri de vardır. Damar yaralanmalarında, damarın iç yüzüne yapışarak tıkarlar.Salgıladıkları trombokinaz enzimiyle pıhtılaşmada rol oynarlar.Pıhtı meydana geldiğinde katılaşarak yaranın ağzını büzerler ve kanamayı durdururlar. Trombositlerin pıhtılaşmadaki çok önemli görevlerinin dışında serotonin, adrenalin, noradrenalin ve histamin maddelerini taşıma vazifeleri de vardır. Kan yapıcı organlar: Kan yapan organlar olarak, kemik iliği, lenf nodülleri (bezeleri) ve dalak sayılabilir. Ana karnında karaciğer, dalak ve kemik iliği tarafından yapılan akyuvar yapımını doğumdan bir süre sonra tamamiyle kemik iliği üstlenir. Dalak ve lenf bezleri “Lenfatik doku”nun en önemli kısımları olup lenfosit ve monositleri imal ederler. (Bkz. İlik) Lenfatik doku: Bademcikler, timus, barsak mukozasında da bulunmasına rağmen, lenfatik dokunun iki büyük merkezi lenf bezleri ve dalaktır. Bu doku, lenfositleri meydana getiren lenfoblastlar ve monositleri yapan histiositlerden husule gelmiştir. Blenfositlerinden meydana gelen “plazma hücreleri” antikor yapımında görev alırlar. Pıhtılaşma: Damar yaralanmalarında dışarı çıkan kanın, birtakım kimyasal reaksiyonlar sonucu sıvı halden pelte koyuluğuna veya katı hale geçmesine kanın pıhtılaşması denir.Pıhtılaşma sayesinde kan kaybı önlenir.Pıhtılaşma mekanizması, çok kompleks olmakla beraber olayın son kademesini ve esasını kanda çözünen plazma proteini fibrinojen'in çözünmeyen ipliksi yapıdaki Fibrin'e dönüşmesi teşkil eder. Kanın pıhtılaşması Herhangi bir darbe sonucu hasar gören doku, yırtılan kan damarlarının çeperleri ve kan pulcukları (trombositler) tarafından pıhtılaşma mekanizmasını başlatacak olan trombokinaz (tromboplastin) enzimi salgılanır. Karaciğer tarafından salgınan ve üretimi için K vitaminine ihtiyaç duyulan aktif olmayan plazma proteini protrombin, trombokinaz enzimi tarafından trombin'e çevrilir. Trombin, kan pulcuklarını da yapışkan yapar. Böylece trombositler, yırtılan damarı tıkamak için damarın iç çeperine yapışmaya başlar. Trombin, kalsiyum tuzları'nın varlığında bir enzim gibi görev yaparak karaciğerin bir salgısı olan plazma proteini fibrinojen'i, ince uzun iplikçikler şeklinde teşekkül eden fibrin'e dönüştürür. Fibrin iplikçikleri, kırmızı kan hücrelerini, kan pulcuklarını ve proteinlerini bir ağ gibi sararak çökeltir. Yaranın içini dolduran bu çökeltiye pıhtı denir. Pıhtı, yavaşça büzülerek küçülür ve temiz sarı bir sıvı açığa bırakır. Bu sıvıya serum adı verilir. Pıhtı bir süre sonra kurur. Yara, fibroblast hücreleri ve deriye ait dış tabaka hücreleri tarafından onarılır. Damarların iç yüzeyleri kaygan olduğundan, kan buralara yapışıp pıhtılaşamaz. Ayrıca normal kan dolaşımı esnasında çeşitli maddeler pıhtılaşmayı önler. Bunlardan biri karaciğer tarafından üretilen heparin'dir. Heparinin çokluğu, K vitamini eksikliği, karaciğer hastalıkları pıhtılaşmayı geciktirir. Bu gibi durumlarda, bedende nokta halinde kanamalar görülür. K vitamini, hava teması, sıcaklık, asitler, kalsiyum tuzlarının çokluğu da pıhtılaşmayı hızlandırır. Damarda yaralanma, kireç toplanması veya kolesterin birikmesi gibi hallerde kan damarın içinde pıhtılaşabilir. Damarda meydana gelen bu pıhtıya emboli (tıkaç) denir. Bu pıhtının kalbi besleyen ince damarları (karonerleri) tıkamasından kalp enfarktüsü ortaya çıkar. Çok tehlikeli olan bu hastalıkta kalp kasları beslenemediğinden zaman içinde bozulur. Bu gibi hastalar kalp yetmezliğinden ölebilir.Tıkanma akciğer veya böbreklerde olursa akciğer ve böbrek enfarktüsü adını alır. Hemofili denen irsi bir hastalıkta kan pıhtılaşması olmaz veya pek yavaş olur. Bu tip hastalar, bir diş çekiminden veya sünnet olmaktan ileri gelen kanamaların durmaması yüzünden hayatını kaybedebilirler. Bunlara kan vermek ve pıhtılaştırıcı ilaçlar şırınga etmek suretiyle yardım edilmeye çalışılır. Bu hastalık daha çok erkeklerde görülür. (Bkz. Hemofili) Kanın Görevleri Respirasyon (Solunum) : Oksijenin, akciğerden dokulara ve karbondioksit'in de dokulardan akciğere taşınasını sağlamak Beslenme : Barsaklardan emilmiş olan gıda maddelerini hücrelere taşımak Exkresyon (Atılım) : Hücrelerin faaliyetleri sonucu oluşan zararlı ve artık maddeleri böbreklere, akciğere, cilde ve barsaklara taşıyarak vücuttan atılmalarını sağlamak. Asit-Baz Dengesi : Vücudun normal asit baz dengesini sağlamak Su Dengesi : Doku sıvıları ile dolaşım sıvıları arasında kanın oluşturduğu etkiler üzerinden gerçekleşen su değiş-tokuşu ile su dengesinin düzenlenmesi. Vücut Isısı : Vücut ısısının dağılım ve kontrolünü sağlamak Savunma : Dolaşımdaki lökositlerle , vücudun yabancı mikroorganizmalardan korunmasını temin etmek. Hormon Nakli : Hormonların nakli ve Metabolizmasının düzenlenmesi. |
Kan Fizyolojisi Kan, hücrelerden ve “plasma” adı verilen bir sıvıdan oluşmuştur. Hücreler eritrositler (kırmızı kan hücreleri), lökositler (beyaz kan hücreleri) ve trombositlerdir. Hücrelerin %99’undan fazlasını eritrositler oluşturur. Eritrositler kanın oksijen taşıyan hücreleridir. Lökositler vücudu enfeksiyonlara ve kansere karşı koruyan hücrelerdir. Trombositler ise kanın pıhtılaşmasında görev alırlar. Hematokrit, eritrositlerin oluşturduğu kan hacminin toplam kan hacmine oranıdır. Hematokrit tayini için kan heparinize özel tüplerde santrifüj edilir, eritrositler en altta toplanır, onun üstünde lökosit ve trombositlerin oluşturduğu çok ince bir tabaka oluşur, en üstte ise plazma adı verilen açık saman sarısı-beyaz renkte sıvı toplanır. Hematokriti hesaplamak için eritrositlerle dolu olan tüpün uzunluğu kanla dolu tüpün uzunluğuna bölünüp, çıkan sonuç 100 ile çarpılır. Örneğin 80 mm uzunluğunda kanın 36 mm’si eritrosit ise; Hematokrit pipetinde eritrositler 36 mm’lik bir sütun oluştururken, lökosit ve trombositlerin birlikte yaklaşık 1-2mm’lik bir sütun oluşturmalarının sebebi, bu hücrelerin sayılarından kaynaklanmaktadır. 1mm3 kanda 4,6-6,2 milyon eritrosit varken, 5.000-10.000 lökosit ve 200.000-400.000 trombosit vardır. Doğal olarak, sayıca fazla olan eritrositler hemotokrit pipetinde daha uzun bir sütun oluşturacaklardır. Hematokrit oranı erkeklerde %40 - %50 arasında değişirken, bu oran kadınlarda %35 - %45 arasında değişir. Eritrositlerin sayısının azaldığı durumlara anemi (kansızlık) denirken, eritrosit sayısının arttığı durumlara ise polisitemi denir. Plazma kanın sıvı kısmıdır, su içinde çözünmüş çok sayıda organik ve inorganik maddelerden oluşur. Bu maddelerden en önemlisi proteinlerdir. Proteinler plazmanın toplam ağırlığının yaklaşık %7’sini oluşturur. Plazma proteinleri 3 ana gruba ayrılır. Bunlar, albüminler, globulinler ve fibrinojendir. Eğer kanın pıhtılaşmasına izin verilirse, tüpün üstünde kalan sıvıya plazma değil serum denir. Serumda fibrinojen ve pıhtılaşma ile ilgili diğer proteinler, pıhtılaşmada kullanıldığı için yoktur. Matematik formül olarak ifade etmek gerekirse; (Plazma-F ibrinoj en=Serum) diyebiliriz. Dinlenme durumunda bir insanda 5000 ml/dak bir kalp çıktısı (cardiac output) ile birlikte vücuda 1000 ml/dk.’lık tempoda oksijen gönderilir. Kandaki bu O2 içeriğinin ancak %20-25 kadarı organ ve dokular tarafından alınır ve kullanılır, gerisi ani gereksinimler için yedekte tutulur. Kan Hücreleri Eritrositler Eritrositler bikonkav disk şeklinde yapılardır. Yani her iki tarafından basık daire şeklindedirler. 7pm çapındadırlar. Eritrositlerin yapım yeri yassı kemiklerin iliğidir. Eritrositlerin hücre zarı kişiden kişiye değişen özel proteinler içerir, bu proteinler sayesinde kan, ABO dediğimiz kan gruplarına ayrılır. Eritrositler hemoglobin denilen ve eritrosit ağırlığının üçte birini oluşturan bir protein içerirler. Bu proteinin görevi O2 taşımaktır, oksijenin yaklaşık % 99’u hemoglobin ile taşınır, geri kalan % 1’lik kısım ise kanda çözünmüş olarak taşınır. Oksijen taşıma kapasitesi belirli bir hacimdeki kanın içerdiği O2 hacmidir. Bu kapasite etkin hemoglobin konsantrasyonuna bağlıdır. Taşıma kapasitesi anemide azalır. Lökositler Bir damla kanı uygun bir boya ile boyayıp mikroskop altında incelediğimiz zaman çeşitli tiplerde lökosit görülür. Lökositlerin hepsi kemik iliğinde yapılırlar, ancak daha sonraki gelişmelerini kemik iliği dışında tamamlarlar. Trombositler Trombositler çok sayıda granül içeren renksiz hücre parçalarıdır. Megakaryosit denilen kemik iliğinin büyük hücrelerinin parçalarından oluşur. Bu megakaryosit parçaları sistemik dolaşıma girince trombosit adını alırlar. Hemostazın sağlanmasında, yani kanamanın durdurulmasında önemlidirler. Trombositler bir yüzeye yapışma eğilimindedirler, fakat kan damarlarının içini döşeyen normal endotel hücrelerine yapışmazlar. Ancak damarın içindeki endotel bir şekilde hasar görürde altındaki bağ dokusu (kollajen) açığa çıkarsa, trombositler kollajene bağlanır. Kan Gazları Arter kanı ile ven kanı arasında doğal olarak farklılıklar vardır. En önemli fark O2 konsantrasyonudur. Bu, pratikte oksijen saturasyonu olarak bakılan bir parametredir. Oksijen saturasyonu; kandaki hemoglobinin yüzde kaçının O2 ile doymuş olduğunun ifadesidir. Arter kanında bu %95-100 (Sat O2: %95-100), ven kanında ise %70-75’tir Pratikte hasta takibinde kullanılan kan gazları arteriel kan gazlarıdır. Arteriel kan gazlarında bakılan parametreler ise; Saturasyon O2 (Sat O2 %) : %95- 100 Parsiyel O2 basıncı (PO2) : 95-100 mmHg Parsiyel CO2 basıncı (PCO2) : 35-45 mmHg Kan asidikliği (pH) : 7.35 - 7.45 Bikarbonat (HCO3) : 22- 26 mmol Kan Grubu Tayini Kişinin eritrositleri yüzeyinde bulunan antijenlere (aglütinojenlere) bağlı olarak kan grubunun tayini; Anti A, Anti B, Anti Rh (Anti D) test serumları kullanılarak tespit edilmektedir. Eritrositlerde bulunan aglütinojen ile buna bağlı başka şahsın serumunda bulunan aglütinin'in reaksiyona girmesi nedeniyle oluşan eritrosit kümelerinin görülmesidir. Soğuk ve benzeri etkenler ile meydana gelen kümelenmelerde aglütinojen-aglütinin bağlanması söz konusu değildir. Çalkalamak, baget ile karıştırmak bu kümelenmeyi açar. Bu gibi kümelenmelere pseudoaglütinasyon denir. En çok “Lam metodu” kolay olması nedeni ile kullanılmaktadır. Kan erişkin kişilerde el orta parmak ucu ya da kulak memesinden, çocuklarda ayak başparmağı ucu ya da topuktan alınır. Bu bölgeler alkollü pamuk ile temizlendikten sonra steril lanset ile delinir. Kan alınırken delinen yerin çevresine doku sıvısının karışmasını önlemek amacı ile basınç yapılmaması önerilir. Temiz bir lamın sağ ve sol köşelerine yakın olarak Anti A ve Anti B ortalarına da Anti D yazılarak lam ters çevrilir. Anti A yazılı tarafa Anti A test serumundan, Anti B yazılı tarafa Anti B test serumundan ve Anti D yazılı kısma da Anti D test serumundan birer damla konur. Aynı yerleşim kan alımında da uygulanarak üst üste çakışması ile reaksiyone girmesi sağlanmalıdır. İyi karışımı sağlamak için her iki elin baş ve işaret parmakları ile lam tutularak sağ ve sola eğdirilmek sureti ile 3-5 dakika hareket ettirilir. Daha sonra aglütinasyon olup olmadığına mikroskopla bakılır. Aglütinasyon varsa serum üzerinde eritrosit kümeleri görülür. Aglütinasyon yoksa homojen bir görüntü vardır. Çıkan kandan test serumları üzerine fazla konursa pseudoaglütinasyona neden olabilir. Bunu önlemek için eritrosit süspansiyonu hazırlanarak kullanılabilir. Ayrıca ateşli hastalıklarda ve enfeksiyonlarda pseudoaglütinasyon görülebilir. Sonuçta; Eğer hem Anti A, hem de Anti B test serumlarında aglütinasyon varsa incelenen kan AB grubundandır. Her ikisinde de aglütinasyon yoksa incelenen kan O grubundandır. Eğer yalnız Anti A serumunda aglütinasyon varsa kişi A grubundandır. Eğer yalnız Anti B serumunda aglütinasyon varsa B grubundandır. Eğer Anti D serumunda aglütinasyon varsa Rh (+), yoksa Rh (-) dir. kaynak: Fizyoloji |
7 ek Kanın Görevleri ve Yapısı Kan hücreleri ve plazmadan meydana gelen kan doku,vücudu bir ulaşım ağı gibi saran damarlar içinde dolaşır.Kan:vücutta taşıma,düzenleme,savunma ve koruma gibi önemli görevleri olan özel bir sıvıdır. Yetişkin bir insanda ortalama 4-5 litre kan bulunur.Kanın %55'ini plazma,%45'ini kan hücreleri oluşturur. Kanın görevleri: Kanın Taşıma Görevleri Hücrelere gerekli maddeleri taşır. Buralarda oluşan artıkları, vücut dışına atacak ya da zararsız duruma getirecek organlara iletir. Akciğerlerden aldığı oksijeni vücut hüclerine taşır. Sindirim organlarından aldığı besin maddelerini tüm vücut hücrelerine taşır. Metabolizma artıklarının akciğer, böbrek ve deriye taşır. Endokrin bezlerin hormonlarını ilgili (hedef) organlarına ulaştırır. Kanın Düzenleme Görevi Vücut ısısının asit baz dengesini düzenlemede etkilidir. Vücudun su dengesini düzenlemede etkilidir. Hücre ve doku sıvılarını yoğunluklarını düzenlemede etkidir. Vücut sıcaklığının sabit kalmasında etkilidir. Kanın Savunma Görevi Vücuda giren yabancı maddeleri fagositozda ortadan kaldırır. Lökositlerin ürettiği antikorlar zararlı mikroorganizmaları etkisiz duruma getirir. Kanın Koruma Görevi Yaralanma ve diğer kanamada durumlarında pıhtılaşarak ‘’ Tıkaç ‘’ oluşturur böylece kan ve madde kaybını önler. plazma Su - %90-92 - Madde yaşıma ve çözme İyonlar - Sodyum, Potasyum Bikarnonat, Kalsiyum, Mangenyum, Klor - %2-3 - pH ın düzenlenmesi, ozmotik basıncın dengelenmesi Plazma proteinleri - Albumin. Fibrinojen globulin immünoglobülinler - %6-7 - Savunma, pıhtılaşma, pH ın düzenlenmesi, ozmotik basıncın dengelenmesi Kan Hücreleri Alyuvarlar - 4-5 milyon - Karbondioksit ve oksijen taşıma Akyuvarlar - 8-10 bin - Bağışıklık sağlama ve savunma Trombositler - 150-400 bin - Kan kayıplarını pıhtılaşma ile engelleme Kan Hücreleri ALYUVARLAR (Eritnositler)
AKYUVARLAR (Lökositler)
Notrofıl Loplu bir çekirdekleri vardır.Akyuvarların %60-70 oluşturur.Vücuda giren bakteri ve diğer maddeleri fagositoz ile yok eder.Bakteriyel enfeksiyonlarda sayıları artar. Eosinosit Sitoplazmalarında bol miktarda granül bulunur.İki loplu bir çekirdeği vardır.Patolojik ve alerjik reaksiyonlarda sayıları çok artar.Ayrıca ten- ya,kancalı kurt gibi parazit enfeksiyonlarında etkilidir.Damar dışına çıkabilirler. Bazofil Sitoplazmalarında bol miktarda granül ve S şeklinde çekirdekleri var- dır.Kanda düşük oranda bulunur.Uzun süren iltihaplanmalarda sayıları artar.Bazofiller heparin ve histamin salgılar. Heparin: Kanın damar içinde pıhtılaşmasını engeller. Histamin: Kılcal damar geçirgenliğini artırır. A-Granülsüz Akyuvarlar Monosit Sitoplazmalarında granül bulunmaz.Akyuvarların en büyük tipidir. Fagositoz yapma yetenekleri çok iyi gelişmiştir.Monositler dokular arasına geçerek bakterileri yiyen makrofajlara dönüşür. Lenfosit Vücutta bağışıklığın sağlanmasında görevlidir.Sinir doku hariç tüm dokularda bulunur. T ve B lenfositleri diye iki çeşidi vardır. T lenfositleri: Antijenlere doğrudan saldırarak savunma yapar.Hücresel bağışıklık sağlar. B lenfositleri Salgıları ile bakteri ve virüsleri etkisiz hale getirir.Humoral bağışıklık sağlar. KAN PULCUKLARI (Trombositler)
Herhangi bir nedenle başlayan bir kanamada;damardan kanın akmasını önlemek amacıyla kanda meydana gelen reaksiyonların tümü pıhtılaşma süreci olarak adlandırılır. Pıhtılaşma sonucu kanayan yerde oluşan pıhtı,zedelenen damar çeperinde tıkaç görevi görür.Hasar gören çeperin kan ile teması sonucu kan pıhtılaşması baslar. Başlangıçta hasarlı damar büzülür ve trombasitler,zedelenen damar duvarındaki bağ doku liflerine yapışarak trombasit tıkacı oluşturur. Damar hasarı küçükse sadece trombasit tıkacı ,kan kaybını tamamen durdurur.Ancak hasar büyükse ek olarak fibrin iplikçilerinin oluşmasını da gerekir. Pıhtılaşma hasar gören damar çeperinden ve trombasitlerden tromboplastin enzimin salgılanmasıyla baslar.Aralarında tromboplastin Ca ++ iyonu,K vitamini ve çeşitli enzimlerin bulunduğu pıhtılaşma faktörleri protrombine dönüştürür.Protrombin karaciğerde üretilen ve trombinin inaktif hali olan enzimdir.Trombin,enzim görevi yaparak karaciğerin salgıladığı plazma proteini olan fibrinojeni fibrin iplikçiklerine çevirir.Daha sonra fibrin iplikçiklerinin oluşturduğu ağ,trombasit tıkacı üzerine yapışıp kan hücrelerini ve plazmayı da içine alarak pıhtıyı oluşturur.Pıhtı ile de hasarlı yer kapanır. Pıhtılaşmayı genetik faktörler de etkiler.Pıhtılaşma faktörlerinden birini kodlayan genlerde kusur olursa,bu genin kontrolünde olan pıhtılaşma faktörleri üretilmez veya eksik üretilir.Bu durumdaki kişilerde kanamalı durumda kan pıhtılaşmaz.Bu duruma hemofili hastalığı denir.Kan kaybı kişinin hayatını tehlikeye sokabilir. Kanamalarda kanın pıhtılaşması ne kadar önemli ise kanın damar içinde pıhtılaşmadan dolaşması da hayatın devamı için o kadar önemlidir.Damarlar içerisindeki kanın pıhtılaşmasının engellenmesini heparin sağlar. Kan ile Vücut Hücreleri Arasında Madde Alış Verişi Kılcal damarlarda atardamar ucundan toplardamar ucuna doğru gidildikçe kan basıncı düşer.Bu durum kan ile vücut hücreleri arasındaki madde alış verişine ne gibi katkı sağlar? Vücudumuzu oluşturan hücreler doku sıvısı adı verilen bir ortam içinde yaşar. Bu ortamda hücreler ile kılcal kan damarı arasında madde alış verişi gerçekleşir. Doku sıvısı kan plazmasının kılcal damardan doku hücreleri arasındaki boşluklara kontrollü olarak sızmasıyla meydana gelir. Doku sıvısı içinde küçük moleküllü proteinler,glikoz,amino asit,vitamin,mineraller,su,atık maddeler ve solunum gazları gibi bileşenler vardır. Albümin,globülin,fibrinojen büyük moleküllü plazma proteinleri oldukları için kılcal kan damarlarından doku sıvısına geçemez. Bu nedenle kılcal damar içinde ozmotik basınç oluşur. Kılcal kan damarı boyunca bu basınç sabittir,değişmez. Kan basıncı ise kılcalların atardamar ucundan toplardamar ucuna doğru gidildikçe azalır.Kılcalların atardamar ucundaki kan basıncı,ozmotik basınçtan yüksek olduğu için su ve çözünmüş maddeler kılcal damardan doku sıvısına geçer. Kılcalların toplardamar ucunda ise kan basıncı ozmotik basınçtan düşüktür. Buradaki su ve çözünmüş maddeler doku sıvısından kılcal kan damarlarına geçer. |
2 ek Kanın Görevleri Taşıma Görevi
Kanın yapısal özellikleri
Plasma
Bu ozmotik gücün %70 inden sorumlu olan protein, albumindir. Albumin yapımının yetersizliği veya herhangi bir nedenle albumin kayıpları suyun damar dışına kaçmasına ve dokular arasında birikmesine, diğer bir deyişle ödemlere neden olur. b) Proteinler kan pH nın düzenlenmesinde görev alan önemli bir tampon sistemidir. c) Hormonlar, ilaçlar ve metaller gibi bir çok madde kanda proteinlere bağlanarak taşınmaktadır. d) Kanın damar sistemi içerisinde dolaşması sırasında eritrositlerin sedimantasyonunu (eritrositlerin rulo formu oluşturarak birbirleri üzerine yığılmaları) düzenlerler. e) Kan vizkozitesini etkilerler.
Kanın Şekilli Elemanları, Hematokrit
KAN HÜCRELERİ
Koagulasyonda birbiri ardına işleyen üç temel mekanizma vardır a. Protrombin aktivatörünün oluşması b. Oluşan protrombin aktivatörünün Ca2+ iyonlarının beraberliğinde protombinden (plazmada bulunan bir protein molekülü) trombin oluşturması c. Trombinin fibrinojene etki ederek fibrin ipliklerini oluşturması. Fibrin iplikleri kan hücrelerini ve plazmayı içine alarak bir kitle oluşturur, buna pıhtı adı verilmektedir. Protrombin aktivatörünün oluşmasında ekstrinsik ve intrinsik olmak üzere iki esas yol vardır. Bu yolların her ikisinde de kan pıhtılaşma faktörleri adı verilen ve birden on üçe kadar roman rakamları ile gösterilen protein yapısındaki maddeler görev alır. Bu faktörlerin birinin eksikliği, kişilerde pıhtılaşma mekanizmasının yetersizliği sonucu en ufak bir travma veya yaralanmalarda aşırı kan kayıplarına neden olmaktadır. Örneğin faktör VIII in yokluğunda hemofili A veya faktör IX eksikliği sonucu hemofili B olarak adlandırılan hastalık ortaya çıkmaktadır. Heparin ve antitrombin-heparin pıhtılaşmayı engelleyen ajanlardır. |
Kan Hücreleri ve Kan Hücrelerinin Görevleri İnsan kanı plazma denen sarımsı renkte bir sıvı ile bu sıvının içinde yüzen kan hücrelerinden oluşur. Plazmanın yaklaşık yüzde 90'ı su, geri kalan bölümü suda erimiş maddelerdir:
Ancak bir mikroskopla görülebilen alyuvarlar, tıpkı bir tavla pulu gibi kenarları daha kalın, ortası hafifçe çukur olan yuvarlak ve yassı, çekirdeksiz hücrelerdir. Bir alyuvarın yaklaşık üçte biri, demirli bir bileşik olan ve kana kırmızı rengini veren hemoglobin''den oluşur. Öbür omurgalıların alyuvarlarında da aynı bileşik bulunduğu için hepsinin kanı kırmızıdır. Oysa yumuşakçaların kanındaki kimyasal madde plazmaya mavi, halkalısolucanlarda ise yeşil renk verir. DEVAMI Kan Hücreleri Nedir - Kan Hücrelerinin Yapısı ve Görevleri |
Kan Grupları İlk kan nakli 1667 yılında bir hastaya, hayvanın kanı verilmiş ve hasta yaşamını yetirmiştir.Daha sonra insandan insana kan nakli yapılmıştır.Ancak bazıları ölmüş bazıları yaşamıştır. Bunu nedenini 1900'lü yıllarda Karl Landsteiner’in (Karl Lensteynır) yaptığı araştırmalar belirlemiştir.Araştırmacı değişik insan kanlarının uyuşmadığı durumlarda alyuvarlarda kümeleşme yani çökelme meydana geldiğini açıklamıştır. ABO sistemi olarak bilinen bu çalışmaya göre her insan dört farklı kan grubundan birine sahiptir. Bu gruplar A,B,AB ve O'dur.Kan gruplarındaki farlılıklar alyuvarların zarında bulunan glikoproteinlere ve plazmadaki proteinlere göre belirlenir. Alyuvar zarında bulunan ve kan grubumuzun belli olmasında rol oynayan glikoproteinlere antijen denir. Plazmadaki proteinlere ise antikor adı verilir.Alyuvar zarında A ve B olarak adlandırılan iki çeşit antijen,plazmada ise anti-A ve anti-B olarak adlandırılan iki çeşit antikor bulunabilir. https://www.msxlabs.org/forum/attachments/48663d1462836394-kan-gruplari-ve-kan-grubu-uyumlari-kan7.jpg A kan grubuna sahip bir kişinin alyuvarlarının zarında A antijeni plazmasında ise anti-B antikoru bulunur. B kan grubuna sahip kişinin alyuvarlarında ise B antijeni, plazmasında ise anti-A antikoru bulunur. AB kan grubundaki kişilerin alyuvarlarında A ve B antijenleri bulunur.Ancak plazmasında antikor bulunmaz. O grubunu alyuvar zarında antijen bulunmaz,plazmada anti-A ve anti-B antikorları vardır. DEVAMI Kan Grupları ve Kan Grubu Uyumları |
2 ek KANIN YAPI VE İŞLEVLERİ Ekstrasellüler sıvının bir parçası olan kan, insan vücudundaki damarlar içinde dolaşan sıvı bir dokudur. Normal bir erişkinin vücut ağırlığının ortalama 1/13’ünü kan oluşturmaktadır. 70 kg ağırlığındaki erişkinin vücudunda 5- 6 l. civarında kan bulunur. Latincede kana hema, kanı inceleyen bilim dalına ise hematoloji denir. Kanın Yapısı Damarlar içinde sürekli hareket hâlinde canlı bir sıvı olan kan, plazma ve şekilli elementlerden (kan hücreleri) oluşur. Toplam kan hacminin % 55’ini plazma oluşturur. Kanın kan hücreleri dışında kalan sıvı kısmına plazma denir. Plazmanın % 90- 92’si su, geri kalan bölümü ise organik ve inorganik maddeler olan plazma proteinleri, aminoasitler, karbonhidratlar, yağlar, hormonlar, üre, ürik asit, laktik asit, enzimler, antikorlar, sodyum, potasyum, iyot, demir, bikarbonat vb. elementlerden oluşur. Bu maddeler plazma ile dokuların ilgili yerlerine taşınmaktadır. İçine antikoagülan (kanın pıhtılaşmasını önleyen madde) ilave edilmiş bir tüpe kan alınıp tüp alt üst edilirse antikoagülan madde kandaki kalsiyumu bağlayarak pıhtılaşmayı önler. Antikoagülanlı kan bir süre bekletilirse kan hücreleri tüpün tabanına çöker, üstte sarı renkli bir sıvı ayrılır. Bu sıvıya plazma adı verilir. Kan, tüpe alınıp bir süre bekletilirse kan hücreleri tüpün tabanına çöker üstte sarı renkli bir sıvı ayrılır. Bu sıvıya ise serum adı verilir. Plazma ile serum arasındaki en önemli fark; serumda kanın pıhtılaşmasında görev alan plazma proteinlerinden fibrinojenin bulunmamasıdır. Bu nedenle seruma fibrinojensiz plazma da denir. Plazma proteinleri Plazmanın, organik maddelerinin büyük bir bölümünü plazma proteinleri oluşturur. Bu proteinler; albumin, globulin ve fibrinojendir. Plazma proteinleri 100 gram kanda 7- 8 gram kadardır ve çoğu albumindir. Plazma proteinleri karaciğer tarafından sentezlenir.
Kanın Görevleri Kanın taşıma, düzenleme, savunma ve koruma görevleri vardır. Taşıma görevleri
Kanın yaralanma, zedelenme gibi herhangi bir nedenle damar dışına çıkmasına hemoraji denir. Vücuttaki kanın % 20’sinden fazlası kaybedildiğinde hayati tehlike ortaya çıkar. Eğer kontrol altına alınmazsa şok ve ölüm gelişebilir. Kanamalar iki şekilde sınıflandırılır. Kanamanın meydana geldiği yere göre kanamalar: İç kanama ve dış kanama olarak ikiye ayrılır. İç kanama, vücut boşluklarına ve dokular arasına olan kanamadır. Dış kanama ise deri bütünlüğünün bozulması sonucu vücut dışına olan kanamadır. Kanayan damarın cinsine göre kanamalar: Atardamar, toplardamar ve kılcal damar kanaması olarak üçe ayrılır. Atardamar (arter) kanamasında, kan parlak kırmızı renklidir ve kalp atımı ile eş zamanlı olarak fışkırır. Toplardamar (ven) kanamasında, kan koyu kırmızı renklidir ve devamlı akar. Kılcaldamar (kapiller) kanamasında ise kan devamlı, yavaş ve sızıntı şeklinde akar. |
Kanamanın Durdurulması (Hemostazis) ve Pıhtılaşma Mekanizması Kanamanın durdurulmasına hemostazis denir. Bir damar zedelendiği zaman sırasıyla aşağıdaki mekanizmalar gerçekleşerek hemostaz sağlanır.
DEVAMI Kan Pıhtılaşması |
Saat: 14:07 |
©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık