MsXLabs

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Felsefe (https://www.msxlabs.org/forum/felsefe/)
-   -   Ütopya Nedir? (https://www.msxlabs.org/forum/felsefe/21676-utopya-nedir.html)

Misafir 27 Şubat 2007 23:47

Ütopya Nedir?

Ütopyayı tanımlamadaki güçlük, bir ölçüde bu kavramın oldukça farklı biçimlerde tanımlana bilmesinden kaynaklanmaktadır. Aslında, çok yanlı kültürel ve zihinsel bir olgu söz konusu dur. Utopya kavramının, örnek olmayı amaçlayan biçimler altında, toplumların, gerek tamamlanmış ve kusursuz gerekse bitmemiş ama geleceği parlak esin ya da düşlerini dile getiren düşünsel üretimler bütününü kapsadığı gözleminden yola çıkılacaktır. Ütopyacı anlatımlar için de, dinsel izlekler toplumsal görüşlere, felsefi ya da ideolojik inançlar yenileştirmeci ve siyasal izlencelere karışır. Kaldı ki, Ütopya anlayışı ve sorunları da, ne bir parçası oldukları uygarlığın kimi anlıksal değişmezlerinden ne de az çok örgensel bir biçimde içine katıldıkları farklı bağlamlardan ayrılırlar.
Her Ütopya bir tarih felsefesi ve topluma ilişkin genel bir bakışı varsayar; öte yandan kökene ilişkin bir mutluluk durumunun çağrıştırılmasıyla, toplum yaşamı ve mutlu bir gelecek özleminin yol açtığı gereksinimlerin zamandan bağımsız çözümü arasında bocalar. Bir bakıma, ütopyalar, siyasal sistemlerin ya da geleceği söylenen yeni zamanların beklentisi kadar söylencelerin [mit] de temelini oluşturur. Son derece zengin çeşitliliğinin ötesinde, genel olarak ütopyalar, kendilerini ortak bir düşünsel bir yaratım ya da oluşturum tipi içine kolayca katabilecek anlıksal ve yazınsal biçimleri üstlenirler. Bu da, ütopyaların seyrek olarak ya da yalnızca parçasal bir biçimde de olsa kahin işi olmasına engel oluşturmaz; çünkü, çoğu zaman kendilerine çeşitli oldukları denli görece bir kesinlik içeren, hatta somut kültürel, toplumsal ya da siyasal hedefler belirlerler.
Kuşkusuz, bunları belirten sözcüğün anlamı ve ütopyaların ortak biçimde algılanmasını sağlayan ışık, ütopyaların gerçekleştirilemez projelerin eşdeğerlisi ya da varolmayan toplumların görüntüsü durumuna getirirlerdi. Burada temel ve en azından kısmen bu türden bütün üretimlere içkin bir nitelendirme söz konusudur. Ama anlamlarındaki bulanıklık, tam olarak ütopyaların dolaysız ve yerleşik gerçekliklerden ancak, bazen son derece farklı bir toplumu hedefleyen, bazen de egemen olan ütopyanın köklü bir biçimde yenilenmesini veya devrimci dönüşümünü hedefleyen eğilimleri daha belirgin bir biçimde dile getirmek için uzaklaştıkları olgusu içinde yer alır.
Utopia başlıklı ünlü yapıtın yazarı Thomas More (1478-1535) ütopik olmaktan çok, sözcüğün yaygın anlamında ütopyacı olarak nitelendirilebilecek tutumu olağanüstü bir biçimde örneklendirmiştir. More bu kavrama anlambilimci damgasını vurmuştur; bunu da, hiçbir yerde var olmayan ideal bir toplumu Ütopya gibi sunarak gerçekleştirmiştir, ama yapıtının birinci bölümü, kendisini çağının Ingiltere’sinin toplumsal sistemini köklü bir biçimde tartışma konusu yapmaya iten güdüleri geniş bir biçimde sergiler.
Demek ki ütopik yapıtların özgül niteliği, az çok açık bir biçimde, örnek bir uzgörüşle kınanabilir değerlendirilen ortak durumları törel ya da dinsel, toplumsal ya da siyasal düzlemde yan yana getirmektir. Gerçekleşebilirle gerçekleşemez arasındaki karşıtlık, bu türden düşünsel oluşturumları ancak kısmen temellendirir. Utopyacı, ideal toplumu kendi gözünde dilediğince biçimlendirdiğinde kendine pek az sınır koyacağı kesindir, ama öte yandan yaklaşımı neredeyse hiçbir zaman mantıksız ya da oyunsu değildir. Ütopyacı yaklaşımın özü, sanki önemli olan bunları en titiz ve ve kesin biçimde tasarlamakmış gibi, önerilen çözümleri köktenleştirmek ve ille de yapılabilirliklerini göz önünde; bulundurmaya çalışmamaktır. Yine de, bir meslek ahlakım öne çıkarmak ve değerlendirmek gereği hiçbir zaman gözden yitmemiştir. Ütopyacı az çok dolaysız bir biçimde güdümlü bir yazardır; bu güdümlülük gerek kültürel, dinsel ve düşünsel, gerekse toplumsal ve sözcüğün ke sin anlamında siyasal düzlemde ortaya çıkar.
Ütopyacı yaklaşımların çeşitliliği, ve bunları Öteki düşünce biçimlerinden kolayca ayırabilmenin güçlüğü de buradan kaynaklanır. Öteki düşünce biçimleri: dinsel ya da siyasal yenileştirmecilerin, yalvaçların ve hatta medyum ya da düş kuranların ya da ütopyayı zaman zaman acı olay, yergi ve çelişkiyle birleşen bir edebiyat türü olarak kullanan yazarların düşünme biçimleridir. Birçok yapıtta bu öğelerin ortaya çıktığı tartışma götürmez; ama ütopya üretiminin iki temel biçimini birbirinden ayıran şeye dikkat etmek gerekir. ilki, bir eleştiri ya da, özellikle toplumsal ve siyasal bir güdülenme işlevini kendinde somutlaştırır; bunu da, şimdiki duruma uygun ve toplumun dışına çıkan bir örneğin oluşturulması ve neredeyse dizgeli bir biçimde sunulması sayesinde gerçekleştirir. Ama bu dolaysız ve düşünsel bakımdan iyi oluşturulmuş ütopya yönteminin yanısıra bir dizi dolaylı ya da henüz tamamlanmamış, ütopyaya ancak par çasal ya da kıyısından köşesinden bağlanan yöntem vardır; bunların ütopyaya, getirdikleri sorun ya da izlckler aracılığıyla bağlanmasına karşın bu durum geçerlidir. Işte böylece, kentbilimci olarak Leonardo da Vinci, Jonathan Swift, Restif de la Bretonne, Aldous Huxley ve daha birçokları farklı niteliklerle, ütopyanın yollarıyla özdeşleştirebileceğimiz yolları benimsemiştir. Ikinci türden ütopyaların etkileri ya da sonuçları bazen ilk türden ütopyalardan daha önemli olsa bile ilk tür ütopyaların çokluğu ve ağırlığı bizi ikinci türden
ütopyalara çok daha az yer ayırmaya yönlendirecektir.

Yapısal Görünümler
Birçok ütopya metninin biçimsel sunuluşuna belirgin özellik kazandıran gerçekten kaçışın, sonunda, bunların temel öğesi olduğuna ya da böyle algılanmalarına yol açtığını vurguladık. Oysa incelenen olayın içinde temel bir çelişkinin bulunduğu tartışma götürmez. Gerçeklerden neredeyse kararlı bir biçimde sapan ya da bunlara karşı çıkan yaklaşımların bir arada bulunmasından ya da iç içe geçmesinden kaynaklanır; burada amaç, bunlar üstünde egemenlik kurmak, bunları biçimlendirmek ya da yine bu ütopik yol aracılığıyla altüst etmektir. Bu son yöntem, yine ie ve örneksemeli kültürel araca olduğu denli zihinsel desteklere de baş vurarak oldukça sık bir biçimde benzeri yollara sapmıştır. Bu değişmezler, ütopyaları benzersiz bir biçimde nitelendirir ve kuram düzleminde olduğu kadar, işlevsellik ve uygulama düzleminde de tüm güçlerini hem de zayıflıklarını gün ışığına çıkarırlar.
Ütopyanın genel olarak üstlendiği örnek biçim, usçul olmayı savlayan ve genellikle doktrine dayalı olan bir görüntüyle ortaya çıkar. İşleyişindeki önemli bozukluklar da buradan kaynaklanır. Çünkü, ütopyaların gereci ve dayanağı, söylenceler ya da düşlerce, törel ya da pek fazla usçul olmayan eğilimlerce, saymacalığa varan bakış açıları ya da izlencelerce oluşturulmuştur; ve de, aynı zamanda us burada mutlak bir egemenlik sürer.
Önerilen tasarıların ya da toplumsal-kültürel ve siyasal düzenlemelerin benzersiz esin kaynağı olarak kendini gösterir. Ama bu akıl yürütmenin, değiştirilemez ve tartışmasız ölçüt durumuna gelmek için gündelik yaşamın gerçekliğini ve gereklerini dikkate almaması nedeniyle, izlediği yol bir soyutlama durumuna düşer. Öyle ki, genellikle ne zaman ve nasıl somutlasabileceğinden başka bir şeyin peşinde koşmaz. Özellikle Antik Dönem ve Rönesans ütopyaları bu durumu örneklendirir. Bununla birlikte, ütopya töreler ve yaşam koşullarını somut biçimde dönüştürebilme yetisine daha fazla güven duysa bile, yakın ve ışıklı bir geleceğe duyulan inanç burada daha kesinleşmiş olduğunda, doktriner yanı gerek dinsel düzlem de gerekse siyasal düzlemde kendini gösterir. Ütopyanın hak ileri sürmek -bir başka deyişle usdışının egemen olduğu bir gereç- kadar Özlem ve beklentileri yönlendirip işletmesi nedeniyle, kavramsal ve çözümsel kesinliğini sağladığı ya da deneyimsel sağlamasını ortaya çıkaran programlama etkinliği içinde en azından kısmen eksikliğim duyurur.
Bu durum, kurum düzleminde ütopyaların ne türden olduğu belirginlik taşımasa da varlığı kesinleşmiş bir zayıflığını dile getirir; bu, düşüncelerin belirginliği ve olgular üzerinde bilimsel ya da uygulayımsal bir etki yapma konusundaki bir yeterlik koşulunun kurama dayatılması durumunda geçerlidir. Ütopya alanında karşılaşılan neredeyse bütün kavramlar, daha çok belirsiz, ortak duyguları ve ahlaki güçleri bölük pörçük değilse bile genellikle basmakalıp bir biçimde anıştırır. Bu türden kavramsal yetersizlikler özellikle ütopyalar dinsel duyguları ve sözcüğün geniş anlamında ahlak gereksinmelerini kapsadığında kitleleri çekmedeki etkisizlik ya da yetersizliklerini zorunlu olarak gündeme getirmez -tam tersi geçerlidir. Ne olursa olsun, eleştirel incelemelerden pek az, deneysel ya da tarihsel sağlamalardansa daha da az kaygı duyan usçullaşmanın ütopyacı tipinin yaklaşık, hatta baştan savma niteliklerini vurgulamak, gerekli gibi görünmektedir. Bir başka deyişle, ütopyacı yöntem dogmatik bir eğilim barındırır; çünkü, derinlemesine ele alındığında, hazır kavramlar ya da bilinçlerin özerk olmasından çok, toplu duyarlılıktan destek alır.
Ütopyacı yaklaşımın bu karakterinin ilk ve temel gösterimi, insanların doğasını kavrama biçimidir. Neredeyse bütün ütopyalar eğitimin kendilerini yalnızca biçimlendirmekle kalmayacağını, aynı zamanda bunları en kökleşmiş hatta en zararlı eğilimlerinden kurtarmaya da yarayacağını düşünür. Böylelikle, çok sayıda ütopyacı, çocukların eğitimini aileden alıp daha titiz ve bütün haklarıyla birlikte bir Devlet okuluna verme gereğini değerlendirme konusunda duraksamamıştır. Çok daha iyi ve neredeyse kusursuz bir toplumun yetkili yorumcusu konumuna yerleşerek, okul yeni insanlar, daha açık bir söyleyişle aynı kalıptan çıkmış, uysal, kendilerini yalnızca kamu çıkarına adamış ve düşünme ve karşı çıkma özgürlüğü bakımından nerdeyse yetersiz bireyler yetiştirebilir.
Modern ve çağdaş ütopyalarca önerilen eğitimcilerin neredeyse tümünün laik olmalarına karşın, Hıristiyanlığın ve Ortaçag’ın din adamları insanların en azından bir bölümünün dünyasal tutkularından el etek çekmeleri ve ilahi topluma girmeleri beklentisi içindeydi. Kültürel güdümcülükle dogmatik eğitimin aslında Ortaçag toplumları üzerinde olduğu gibi doktrin çabalarını bir sonuca ulaştırmak için bütün medya biçimlerini elinde bulunduran modern toplumlarda da büyük bir ağırlığı olduğunu vurgulamak gereksizdir.
İnsan doğasına ve bunu biçimlendirebilme olanaklarına ilişkin bu yaklaşım, içerdiği düşüncenin her zaman belli belirsiz ve varsayımsal kalması oranında ütopyacılarca kolaylıkla benimsenmiştir. Iyi tanımlanmış, bireylerinden her birinin doğallık içinde boyun eğip kendini adamaktan başka elinden bir şey gelmediği bir gerçeklik söz konusuyormuşcasına kullandıkları toplum kavramı söz konusu olduğunda ütopyacılar katılıklarını yitirirler. Bunu bir toplumdan çok, çıkarları düzenli ve mutlak bir biçimde bireylerin çıkarlarının üstünde geldiği cemaat gibi görürler. Utopyaların çoğunun karşı-bireysel tutumu, Hıristiyanlar için tartışmalı görünmekle birlikte, bunların temel karakterlerinden biri sidir. Gerçekten de, cennet toplumunda artık bireyler değil, etten kemikten bedenlerini yitirmiş, “tensel” hazların bile tinselleştiği ve yenilenmiş ruhların artık Tanrı’yla ilişki dışında bir şey istemediği varlıklar söz konusudur. Bunun bir mutlak olması gibi, çok sayıdaki ütopyacının dünya toplumu da bir mutlağı temsil eder: Bunun bir parçası olmak, an ve kusursuz olmayı başaran bireyler için de mutlak bir hazdır.
Hıristiyan bakış açısının ütopyacı özellikleriyle XIX. ve XX. yüzyıl kitlelerinin ütopyalarının dinsel temeli arasındaki yadsınamaz benzerlikler doğal olarak bunlar arasındaki ayrımları maskeleyemezdi. Ama kimi Hıristiyan ana örnekler ya da izleklerle Batı ütopyalarının birçoğunda yeniden kendini gösterenler arasındaki yakınlık kendini hemen ele verir.
Kuşkusuz Yunan Antik Çağı -Platon’dan Euemenos’a- yasa koyucu ya da örnek toplumların kurucusu olan tanrılaştırılmış hükümdar kişiliğini bilmekteydi; öyle ki, bazen antik geleneklerinkilerle Musa’nın ve Isa’nın etkileri arasında bir ayrım yapmak sorunlara yol açabilir. Kutsal Kitap ya da Incil’den karşılaştırma kaynaklarıyla birlikte, dolaysız ya da dolaylı biçimde XIX. yüzyılın ortalarına değin kendini hissettiren derin etki yine de tartışmasızdır. Ve, yine Ütopyacıların büyük bir bölümünün cennetsi toplumun hazlarının bakış açısıyla bizlere daha yakın kuşaklara söz verilen ışıklı yazgının bakış açısı arasındaki geçişi temsil ettikleri daha kesindir. Bu bakış açısından, Claude Henri de Saint-Simon’un (1760-1825) Nouveau Christianisme’indeki (“Yeni Hıristiyanlık”) geniş ütopyacı yanlarla Constantin Pecqueur’ün (1801-1887) Tanrı’nın Cumhuriyeti”nin ütopyacı yanlarını anmak yeterli olabilir.
Yine de, ilk Hıristiyan geleneğinkiyle sonrakilerin bakış açıları arasında son derece önemli bir sapma bulunur. Gerçekten de, sonuncular, Xll. yüzyıldan başlayarak yalnızca öbür dünyada değil, yeryüzünde de bulabilecekleri bir mutluluk sözünü giderek artan bir oranda ileri sürerler. Böylelikle, ütopyacı yöntem binyılcılık yöntemini izlemiş ve özellikle onunla birlikte ortaya çıkmıştır. Binyılcılık yaklaşımı; Ilk dönemlerin Hıristiyan ufuklarına ilişkin önemli bir çarpıtma üzerine kuruludur, çünkü, son mutluluk öncesinde, yeryüzünde toplu yaşamdan daha mutlu bir evrenin beklentisini ve hatta gerçekleştirilmesini önermiştir. Her ne denli binyılcılık gerçek anlamda bir Ütopya değilse de, buna oldukça yaklaşır. Kusursuz bir toplum örneği sunmaz ama Hıristiyan dindarların ya da laik kitlelerin gözleri önüne çekici bir görüntü, mutluluğa, ortaya çıkmakta gecikmeyecek gönence yakın bir evre sergiler.
Binyılcılıktan -bilinçli ilk belirimleri Joachim de Flore’a (-1130-1204) değin uzanan- önce, kökene ilişkin bir altın çağ söylencesi, Batı uygarlığının gelişimi boyunca birleştiği bir Ütopyaya oldukça yaklaşmıştır. Yine de bulanık, değerlendirilmesi oldukça güç bir çekicilik gücüyle donanmış bir anıştırma söz konusu olduğun dan, ütopyacı bileşen görevi ancak son derece kısıtlı bir biçimde hesaplanabilir. Ütopya içinde güçlü bir etki bırakmış olan ve onu bir kurucu- ya ya da bir yasa koyucuya başvurmaktan daha fazla nitelendiren yapısal öğe söz konusu olduğunda durum bambaşka bir nitelik edinir. Her ne denli alim çağ düşü ütopyanm ufkunda sık sık kendini gösterirse de, Ütopya, programlama ve planlama gereğini aralıksız doyurmaktan ve değerlendirmekten geri kalmaz.
Insanları aynı kalıba dökme düşüncesi de bu dayanılmaz isteğin ve ütopyanın, bütün toplumsal etkinlikleri kurala bağlama eğiliminin görünümlerinden ancak birisidir. Bu da, ütopyacıların bireysel ya da kişisel olan her şey karşısındaki alerjilerinin ya da ilgisizliğin bir başka kanıtıdır. Onlara göre planlamak, biçimlendirilebilen ya da daha önceden biçimlendirilmiş olarak kabul ettikleri yurttaşlar karşısında bulunmaları ölçüsünde kendiliğinden (aynı zamanda zorunlu) olarak kabul edilir. Programlamak, ütopyacı bir gereklilkdir: ekonomik bagıntılara olduğu denli cinsel ilişkilere, giyinme, beslenme, ya da oyun oynama biçimi... gibi kültürel ya da sanatsal üretimlere uygulanır. Kuşkusuz bu alanların her birinde bir yazardan ötekine birçok değişiklik olur, ama hiçbir zaman eksik olmayan şey gündelik yaşama ilişkin her olguda sistematik bir kamu müdahalesidir.
Demek oluyor ki, yönetmelik olmadan örnek toplumdan söz edilemez; çünkü, yalnızca doğanın ve aklın buyurduğu yasaların toplumun bireylerinin mutluluğunu güvence altına alacağı tartışılamazdı. Ütopyacı bunun yetkili yorumcusu ve bütün öğretilerini insanların boyun eğmekten başka bir şey yapamayacakları temel değerlere bağladığı için bu öğretilerin değiştirilmeleri olanaksız bakanıdır. Aydın olarak bu bi çimde davranır; nesneler ve bireylerin, kendi aklının koyduğu ilkelere benzerlerinin iyiliği için boyun eğmek zorunda olduklarına inanmıştır. Ütopya, mutlağın araştırısıdır ve bu niteliğiyle, bir dönemden ötekine hazırlamış olduğu planlara kolayca indirgenemeyen şeyle karşılaştığında bocalamaktan başka bir şey gelmez elinden.
Bununla birlikte, gerçeğe ve bireysele bu direniş, XV yüzyıl Tabor Bohemya’sından XVII. ve XVIII. yüzyıl Paraguay’ına ve XX. yüzyılın komünist devletlerine dünyanın geniş bölgelerinde ütopyanın daha uzun bir süre için yerleşmesine engel olamamıştır. Daha küçük ölçeklerde, özellikle XIX. yüzyılda, Charles Fourier’nin etkisiyle (1772-1837), her biri sırasıyla Amerika Birleşik Devletleri’nde başarısızlığa uğramaktan kurtulamayan “örnek” yerleşim birimleri kuran Etienne Cabet (1783-1856) ya da Robert Owen’ın (1771-1858) itkisiyle birçok Ütopya toplumu girişimlerinde bulunulmuştur.
Bununla birlikte kişisel özgürlükleri ve özellikle de teknik alanlarda ve özdeksel olarak yararlanabilecek buluşlarda yaratıcılığı savunan belli sayıda ütopyacı ortaya çıkmıştır. Programlamanın en göze batan yadsınması, yine de XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl başı anarşistlerinin yadsıması olmuştur: Bunlara göre, insanın özgürlüğe duyduğu özlem, mutluluk özleminden çok daha güçlüydü. Ama, her ne denli Kropotkin’e (1842-1921) göre anarşi, bütün güçlerin ve bütün görüş ayrıntılarının özgürce dile getirilmesi, kişinin olguların denetimini elinde bulundurarak düşüncelerine ve yüreğinin sesine göre davranması biçiminde aktarılmak durumundadır; kaldı ki, Kropotkin’e göre de ortak çıkarları hiçbir zaman gözden yitirmemek gerekmektedir ve amaç da olabildiğinde hızlı bir biçimde kurumlarda bir değişimi gerçekleştirmektir. Bu anarşi, aslında bir felsefe ve toplumsal ilişkiler doktrini olarak kendini gösterir. Ortak gereksinimlerin incelenmesine yönelik bir eğitim sistemine başvurur; bunun sayesinde maddi bolluğu sağlamak için on beş yıl yeterli olacaktır. Bu koşullar altında, bu toplumu, en azından bu evrede katı bir biçimde güdümlü olmanın dışında nasıl düşünebiliriz; hele bu işe Devleti yıkmaya, yasalarını ve yürürlükteki bütün otoriteleri yıkmakla başlamak gerektiği düşünülürse.

Ütopyacı Yinelemeler ve Toplu Durumlar
Her ne denli ütopyanın düşünsel temelinde genel olarak doktrinci eğilim, dogmatizm ve tümleyici plancılık yer almaktaysa da, benimsenmiş çözümlerin birçoğunu bir dizi etik ve ekonomik tutum biçimlendirmiştir. Akla ve doğaya, ama aynı zamanda tanıklık ettikleri artık göze batacak denli belirli haksızlıklara gönderme yaparak çok sayıda ütopyacı bütün insanların eşit kabul edilmeleri ve dolayısıyla toplumsal eşitsizliklerin kökenlerini ortadan kaldırmak gerektiği sonucuna varmışlardır.
Platon’dan komünistlere ve XIX. yüzyıl anarşistlerine değin, özel mülkiyet bu bakımdan haksızlıkların, toplumsal olduğu denli bireysel yozlaşmaların da kaynağı olan ayrıcalıklı bir hedefi durumuna gelmiştir.
Kuşkusuz Fransız Devrimi sırasında büyük bir paylaşım söz konusu olmuştur: O ana degin hiçbir ya da da hemen hemen hemen hiçbir ütopyacı ekonomik eşitliği yaratmak için şiddete dayalı eylemi önermemişti; daha sonraları, birçoğu bu yolu benimsedi. Bu, Babeuf (1760- 1797) ve onun Manifeste des gaux’sundan (Eşitlerin Manifestosu) sonra her ütopyanın devrimci dayatmayı birincil düzleme yerleştirdiği anlamına gelmez; ama devrime başvurma bu dönemde geçer akçe olmuştur. Yine de yüz yıllar öncesinden kimi binyılcıların -özellikle 1419’dan başlayarak Bohemya’da Taborlular’ın ve 1525 ile 1535 arasında Almanya’da Anabatistler- ideal toplumlarını kurmak için şiddet içeren yöntemlere onay vermişlerdi.
Her ne denli özel mülkiyetin yok olması, hatta değerli metallerin para olarak kullanımının kaldırılmasında birçok ütopyacı elbirliği etmişlerse de bunları harekete geçiren nedenler aynı değildir. Genellikle orantısızlıklar gösterirler. Platon cumhuriyetinin bekçilerinin yoksul oldukları ve siteyi daha iyi savunmak için paradan kaçtıkları düşünülmektedir; böylece, Yunanlı felsefeciye göre yurttaşların yaşam düzeyinin, bütün toplumun ortak çıkarı doğrultusun da belirlenmesi gerekiyordu. Ilk Hıristiyanların ideal törelerine ilişkin söylence uzun süre boyunca, XIX. yüzyıla değin bunların mülkiyet toplumunun uygulayımını edinmelerini sağladı ve Ortaçağ manastır örgütleri, bireysel mülkiyet dışında örgütlenmiş benzeri bir varoluş biçimi sunmaya katkıda bulundular.
XVI. yüzyıldan başlayarak dinsel çekiciliğin azalmasıyla sefalet karşısında oluşan başkaldırı duygusu daha da güçlendi ve endüstri çağının başlamasıyla birlikte makinaların kullanılması bu duyguyu da ha da perçinledi. Böylece, XIX. ve XX. yüzyılın birçok ütopyacısında, toplumun, bütün zenginlikleri ve bireylerin sahiplendiği üretim araçlarını elinde bulundurması gerektiği düşüncesine tanık olunur: Bunlar arasında, doktrinini çevreleyen bilimsel önlemlere karşın, Karl Marx ’ı (1818-1883) anmak, kuşkusuz zorunludur.
Mülkiyet, ütopyacıların birçoğunca nasıl olumsuz bir değer, kötünün eşanlamlısı gibi görülmüşse, çalışma da doktrinlerinde aynı derecede değer kazanmıştır. Özellikle Thomas More ile birlikte her türlü asalaklıktan kurtulmak için bütün çalışma biçimlerinin zorunlu olması gerektiği vurgulanmıştır. XVI. yüzyıldan başlayarak XIX. yüzyıla değin neredeyse bütün yazarlar her şeye karşın el emeği gerektirmeyen etkinliklerin gereğine inanmışlardır; öyle ki, toplumun papazlıga ilişkin işlevlere yüklediği, eğitbilimsel ya da bilimsel görevler genellikle bunların dışında sayılmaktaydı. Söz gelimi 1823’teki Cathisme des industriels’inde (‘Sanayi Adamlarının Din Ögretisi”) Saint-Simon üyelerinin kamunun eğitiminde temel görevi yapacak genel doktrini biçimlendirip yetkinleştirdiği düşünülen bir yüksek bilim kolejinin kurulması önerisinde bulunur.
Nova Atlantis’inde (“Yeni Atlantis”) Francis Bacon (1561-1626) yönetimi”Süleyman’ın Evi”ni oluşturan bir bilim adamı topluluğuna bırakıyordu. Neredeyse her zaman eşitlikçi toplumun yönetici topluluğu, ayrıcalıklarla ve XX.yüzyılın “nomanklatura”larına değin giderek daha fazla güçlenen özel bir konumla donanmıştı.
Modern ve çağdaş zamanların ütopya doktrinleri arasında kimileri, uzun çalışma saatlerinden kurtulmuş bir toplumun haberciliğini yapmaktaydı; çalışma bazen günde dört saatin altına hatta daha aza inmekteydi. Sanayi devriminden önce aynı amaca ulaşmak için ütopyacılar, doğanın gizli kolaylıklarıyla yenilenmiş bir toplumsal düzenin olumlu yanlarıyla rekabet içindeki insan buluşlarının inceliğine güveniyordu.
Daha sonraları, makinaların ortaya çıkmasının doğurduğu olumlu sonuçlara duyulan inanç, Etienne Cabet ’ye olduğu kadar Pierre-Joseph Prudhon’a (1809-1865) ya da William Morris’e (1834-1896) en ışıltılı bakış açıları sağladı. Morris başka birçok sosyalist, komünist ve anarşist tarafından düşlenen geleceğe ilişkin kestirimleri aşmayı bile denedi. Marx ve Engels üretim güçlerinin en iyi biçimde kullanılması sayesinde ortak zenginlik kaynaklarının her taraftan fışkıracağı kestiriminde bulunurlarken, News from Nowhere’da (“Olmayan Yerden Haberler”) Morris insanlığın bu bolluğu ve özgürlükle karşısına çıkacak boş zamanlan nasıl değerlendirebileceğini öngörmeyi dener. XVİI. ve XVIIİ. yüzyılın öteki ütopyacıları bu konuda ona öncülük etmişlerdir.
Aslında, XVI. yüzyıldan başlayarak örgütlenmenin olumlu sonuçlarının ve işbölümünün mantıksal dağılımının yüceltilmesinin estirdiği rüzgar içinde ütopya -o zamana değin yaptığı gibi- artık yalnızca adaletsizliğin kaldırılması ve örnek bir ortak rejim kurulmasını savunmakla yetinmemiştir; giderek daha fazla ilerleme söylencesine açılmıştır. İma edilen ya da dolaylı bir biçimde arzulanan şey -yeni bir toplumun doğuşu- mutluluğu doğru durdurulamaz yürüyüşe duyulan inanç kendini kabul ettirirken aşamalı ve zaman içinde gerçekleşmesinde giderek daha büyük bir yer tutmaya başladı. Kusursuz biçimler olarak, ütopya toplumları ilk başlarda zaman dışında ortaya çıkmışlardır; bunların yaratıcıları hem bu ütopyaların gerçekleşmesinde ortaya çıkacak güçlüklerin bilincindeydiler hem de ütopyaya değinmelerinin bile ortaya çıkarabileceği canlandırıcı etkiye güvenmekteydiler. Daha sonraları, doğmakta olan bilimsel ilerlemenin etkisiyle açılan bakış açılarını benimseyerek,ütopya ilerici, hem ekonomik hem de toplumsal ve siyasal yenilenmenin doğuracağı somut olanaklar konusundaki beklentisini perçinledi. XVII. yüzyıldan başlayarak, uluslararası, barışı sağlayabilecek ve savaşları ortadan kaldırabilecek düzenleyici kurumların düşünü kurmaya başladılar. Sık sık önerilen sınıf savaşlarının şiddet içermesine karşın, sanayi devrimi ve Fransız Devrimi bu beklentileri daha da güçlendirdi.

Ütopyanın Rolü
Böylece, özellikle Batı uygarlığı içinde ve bu uygarlıktan geniş ölçüde esinlenen ya da etkilenen uygarlıklarda ütopya giderek yayılmıştır. Hiçbir zaman çok kesin bir spekülatif doktrini temsil etmemiş, zihinsel bir yönteme ve yinelenen bir izlekler bütününe bağlanmaya yatkınlık göstermiştir.
Daha baştan belirlemiş olduğumuz gibi, XIX. ile XX. yüzyıl arasında tanık olunan kimi ender durumlar dışında işlemsel ilkelere egemen bir çekirdeğe bile sahip olmamıştır. Sonuçta ütopya, evrensel gerçekleri ya da kavramsal olarak geliştirilmiş sezgileri çok fazla gözler önüne sergilemeksizin kendine özgü, felsefe ve siyaset arasında yer alan bir zihinsel uzam içine çekilmiştir. En azından dönüşümleri, yetkinleşmesi ve sonuç olarak geri dönebilmesi amacıyla toplum üzerinde bir etki uyandırmayı yeğlemiştir.
Benimsenmiş olan çerçeve ne olursa olsun, ütopya toplumlarının birbiri ardına geliştirilen görünümleri birçok kereler öncü bakışlarla ortaya çıkmışlardır. Çalışma süresinin kısaltılması ve doğal kaynakların, sanayi kaynaklarının ya da teknolojik yöntemlerin toplumsal bakımdan örgütlü bir biçimde kullanılmasının yanısıra, bu toplumlar dinsel hoşgörü, kadınların özgürleşmesi, boşanma, ötanazi sorunlarını ele almışlardır; başlangıçta düşsel olan ama er ya da geç gerçekleşecek bir dizi buluşun habercisi olmuşlardır.
Ekonomi ve törelerin en azından kimi ülkelerde sonunda birbirine benzediği (ütopik bir düşten başka bir şey değil gibi gözüken) daha kesin bir toplumsal-siyasal düzlemde rolleri oldukça benzerlikler taşır.
Çağlar boyunca ütopya, kesintisiz biçimde yeryüzünde mutluluk özleminin temel biçimlerinden birisini -belki de en tipik olanı- ve bunu gerçekleştirebilecek yolları kendinde somutlaştırmıştır. Hem temelde yer alan hem de bulanıklık içeren bu bakış açısı yine de giderek daha k siyasal mteliğe bürünen çeşitli çözümlerin liştiri1mesinde tükenmez bir kaynak oluşturuştur ve son çözümde hem toplumsal hem de bir hak gibi görülmüştür. Hiç kuşku yok ki, burada da iki büyük evreyi: statik bir örneği yücelten Antik Çağ ve Orta Çağ evresiyle gönenç sitesine daha dinamik bir yaklaşım anlayışına yer veren modern ve çağdaş evreyi birbirinden ayırmak gerekir. Bu da, aşamalı bir biçimde ütopyaların donmuş görüntülerinden daha fazla sıyrılmalarına daha devimsel, ve özellikle de daha politik olmalarına açıklık getirir. Kuşkusuz bu evrimin dayanağı ve eşlikçisi Ba tı’nın anlayış ve düşüncelerinin bir bütün olarak gelişmesi ve bir o denli de uygarlıgmdaki yeni ekonomik ve teknolojik örgütlenmedir.
Genellikle, yeryüzünün şu ya da bu bölgesi ne uygulanamayacak denli gerçeklikten uzak görüntülerin söz konusu olmasına karşın, öyle görünüyor ki birçok önemli ütopya konusu, iç güdüsel bir biçimde zamanımızın Batılı toplumlarının beslediği gelecekçi bakışlara karışmaktadır. İleri uygarlıkların örgütlenmesinde bir tür kalıcı bir harca dönüşen ütopya, geleceği kapsayan ve onu biçimlendiren ütopyalar bütünü içinde çözülmekte olabilir ve belki de anlam değiştirebilir.
Aslında, her ne denli XVIII. yüzyılın ikinci yansında, Louis-S Mercier’nin (1740-1814) L’Andeux mille quatre cent quaran te’ında (İki Bin Dört Yüz Kırk Yılı”) sergilediği tablonun da gösterdiği gibi, geleceğin imgesel ya da düşsel toplum görüntüsü, XIX. yüzyılda baştan aşağı iyimserlikle doluydu, daha o dönemlerde düşsel ütopya gibi görünen şeyden kuşku duyuluyordu.
XX. yüzyılın ortasında, gelecekte olumsuz ya da kaygı uyandıran toplumların betimlenmesi yapıldı. Bu konuda, Aldous Huxley ’in (1894-1963) Brave New World’u (“Cesur Yeni Dünya”) ve George Orwell ’in (1903-1950) 1984’ü anımsatılabilir. Geleceğe yönelik bu eleştirel ya da karamsar sunuşlar, böylelikle ütopyanın, tersine ütopyalar olarak en yeni biçimlerini bir uyum içinde yansıtır.
Siyaset felsefesi açısından, ütopya böylece farklı paradigmalar içinden yansıyan ya da yansıtılan, birçoğunun ortak bir yöntemle tanındığı ve birbirlerine benzeyen ya da yinelenen izleklerden beslenen bir düşler galaksisi gibi ortaya çıkar. Verdiğimiz örneğin ve anımsattığımız kültürel başvuru kaynaklarının yanısıra, özellikle toplumbilimsel, psikanalitik ve hatta güdümlü siyasetin bakış açılarından başka yorum lama denemeleri de yapıldı.
Ütopyanın genellikle kalıplaşma eğilimi göstermesine ya da ideal toplum imge ve örneklerini zamanın dışında sunmasına karşın, içinde büyük bir gelişme gösterdiği Batı uygarlığının evrelerine ve büyük kavşak noktalarına duyarsız kalamazdı. Ama, aynı zamanda ütopyacı anlatım, sanki kusurların ve çeşitliliklerin ötesinde insan ve arzulan temelde aynıymışcasına, kalıcı düşlerin, vazgeçilemez evrensel özlemlerin yorumcusu olmayı denemiştir. Ama hedefledigi insan, özellikle toplumun bireyi, tek bir kalıba indirgenemez bireyden çok, bir bütünün öğesi olmuştur.
Bir başka ütopyacılar kuşağı özel bir ilgi uyandırmaktadır. Miletoslu Hippodamos’un siteleri işlevleri ve oluşumları bakımından olduğu gibi kentbilim anlayışı bakımından da yeniden biçimlendirmek isteyen mimarlar kuşağının başında geldiği tartışma götürmez. Bu Yunanlı, dünya şemasıyla uyum içinde olan bir toplu varoluş planı çizmeyi amaçlıyordu; bununla da, kökenlerin anlığına yaklaştırmayı hedefliyordu. Antik Çağ’dan bu yana akıp gitmiş olan yüzyıllara karşın, Ortaçağ’ın ütopyacı mimarları, XV. yüzyılın ortalarına doğru Antik Çağ düzeyinin ötesine hemen hemen geçememişlerdi.
Filarete denilen Antonio Averulino ’nun (1400-1465) yapıtı -Sforzinda’sında ideal bir sitenin kurulması aşamalarını baştan sona anlatan- bu durumu kanıtlar.

Ütopyanın kent ya da doğa uzamları tim düzenlenmesine duyduğu ilgiyi toplumsal karşı çıkmaya kaydıran yine Thomas More oldu.
Bundan sonra kentler, özellikle toplulukların bir araya gelmesinde kalıplaşmış bir uzlaşım alanları olarak ütopya düşüncesi içinde hep önemli bir rol oynadılar; yine de, kimi durumlarda (özellikle XIX. yüzyılda) ütopya, tersine, kentli çevrelerle kırsal kesim arasındaki geleneksel karşıtlığın aşılmasını savunmuş olsa bile bu durum geçerlidir.

Siyaset Felsefesi Sözlüğü - Alberto Tenenti
Çev: Necmettin Kamil Sevil - İletişim Yayınları



Misafir 27 Şubat 2007 23:52

DEVRİM BİR EFSANE ÖZGÜRLÜK BİR ÜTOPYA DEİL

UTOPYA NEDIR?

Sözlük anlami;

Tasarlayicısı için bir ideal ya da karşı-ideali temsil eden, düşünsel ve
tutarlı bir toplum tasarısı.

Gerçekleştirilmesi olanaksız tasarı,düşsel düşünce.

Sözlük anlamına baktığımızda hep ulaşılması zor,olanaksız tasarı ya da
düşünceleri anlatan; ütopya, aslında insanoğlunun ülkülerinin oluşturduğu
bir sanal ortam gibi...

Peki, bizler neden "ÜTOPYA" ismini seçtik?

ÜTOPYA, çünkü;

malumunuz internette de bir sanal alemin içindeyiz ve en iyiye ulaşmak
için telefon kablolarının ucunda bütün insanlar çaba sarfediyoruz.
br> ÜTOPYA,çünkü;

bizler de insanların ideallerinin oluşturduğu o dünyada en azından birkaç
parçaya sahibiz.

ÜTOPYA,çünkü;

bizler ulaşılmaza ulaşmak ve keşfedilmemiş güzellikleri ortaya çıkartıp
onları insanlıkla paylaşma amacını taşıyoruz...

ÜTOPYA, çünkü;

-şimdi her ne kadar profesyonel olmasakta- web sayfamız ve çalışmalarımız
için "her zaman en iyiye" sloganıyla ütopyaya en yakın noktaya gelebilme
isteği ve karalılığı içindeyiz.

ÜTOPYA, çünkü;

insanlık ve bu evren için hep ve her zaman en mükemmelini istiyoruz...



Keten Prenses 2 Nisan 2009 09:57

Ütopya

Vikipedi, özgür ansiklopedi



http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/8/88/Hieronymus_Bosch_-_The_Garden_of_Earthly_Delights_-_Garden_of_Earthly_Delights_%28Ecclesia%27s_Paradise%29.jpg/300px-Hieronymus_Bosch_-_The_Garden_of_Earthly_Delights_-_Garden_of_Earthly_Delights_%28Ecclesia%27s_Paradise%29.jpg http://tr.wikipedia.org/skins-1.5/common/images/magnify-clip.png
Hieronymus Bosch'dan ütopik dünya çizimi


Ütopya, aslında olmayan, tasarlanmış olan ideal toplum ve devlet şekli anlamı taşır. Köken olarak Yunanca "yok/olmayan" anlamındaki ou, "mükemmel olan" anlamındaki eu ve "yer/toprak/ülke" anlamındaki topos sözcüklerinden türemiştir. Kullanımı Thomas More'un 1516'da yazdığı De Optimo Reipublicae Statu deque Nova Insula Utopia veya kısaca Utopia isimli kitabıyla yaygınlaşmıştır.

Ütopyalar, bugün gerçekleşmesi imkânsız toplum tasarımlarıdır. Ütopyalar üzerine görüşler iki biçimde ortaya çıkmıştır. Bir kısmı özendirici, istenen nitelikte, diğer bir kısmı ise korkutucu, ürkütücü ütopyalardır. İlgili Terimler


İlgili Terimler

Distopya olumsuz ütopyadır Totaliter ve baskıcı toplumları ifade eder. Örnekler; : Jack London'nın The Iron Heel’i, George Orwell'in 1984’i; Aldous Huxley'in Brave New World’u; Anthony Burgess's A Clockwork Orange; Alan Moore's V for Vendetta; Margaret Atwood's The Handmaid'ın Tale; Evgenii Zamiatin'nın We’si; Ayn Rand'nin Anthem’i; Lois Lowry'in The Giver’ı; Samuel Butler'ın Erewhon’ı; Chuck Palahniuk'un Rant’ı ; and Cormac McCarthy'ın The Road’ı;Fatih Kerim'in Fetih'i gibi örnekler yer almaktadır.
Eutopya olumlu ütopyadır. Mükemmel ama kurgusal değildir.
More’un ütopyası birçok açıdan Platon’un Devlet’ine dayanır.Sefiller ve fakirler toplumdan ayıklanır. Çok az yasa vardır ve avukat yoktur, çok az savaş vardır. Toplum bütün dinlere hoşgörülüdür. Bazı okuyucular bu hayali topluma sıcak bakmazken bazıları millet için gerçekçi bir plan olarak gördü. Bazıları da More’un ütopyasını bir ideal toplum arayışından çok İngiliz toplumu için bir taşlama olarak algıladı.

İstenen (Özendirici nitelikte) Ütopyalar

Bu tür ütopyalar, ideal toplum ve devlet tasarımlarıdır. Bu özellikteki ütopyaların en önemlileri şunlardır:

Platon’un Ütopyası


Platon, "Devlet" adlı eserinde ideal devletin nasıl olacağını belirtmiştir. Bu devlette insanlar üç sınıfa bölünmüştür; Çalışanlar (çiftçiler, zanaatkarlar), bekçiler (askerler) ve yöneticiler(bilginler özellikle filozoflar). İşçi sınıfı çalışıp üretimde bulunarak devletin maddi ihtiyaçlarını karşılar. Bekçiler sınıfı toplum içinde güvenliği ve dışarıya karşı devletin varligini savunur. Yöneticiler sınıfı ise devleti yönetir.
Bu toplumda her sınıfın bir erdemi vardır. İşçi sınıfının erdemi kanaatkâr olmak, bekçi sınıfının erdemi cesaret, yöneticilerin erdemi ise bilgeliktir.
Platon’un açtığı bu ütopik devlet anlayışı yolu, gelecekte hem doğu hem de batı felsefelerinde temsilciler bulmuştur. Doğu felsefesinde böyle ütopik bir devlet anlayışını Fârâbî’de görmekteyiz.

Fârâbî’nin Ütopyası


Platon’dan etkilenen Fârâbî, "Medinet’ül Fâzila" (Erdemli Şehir) adlı eserinde böyle ütopik bir devlet tasarlamıştır. Ona göre, insanlar yardımlaşarak bir arada yaşamalıdır. Sağlıklı bir organizmada bütün organlar nasıl uyumlu bir şekilde çalışıyorsa, toplum da böyle olmalıdır.
Kötü insanlar toplumdan çıkarılmalıdır. Erdemli şehirde gerçeklikler, doğruluklar, iyilik ve güzellikler birleşirler. Bunu sağlayan bu şehrin yöneticisidir. Yönetici, peygamber ile filozofun erdemlerini(zeki,dürüst, doğruluğu seven hafızası kuvvetli) kendinde toplayan kişidir ve bu özeliklerini topluma yayarak devleti yönetir. Bireylerin de yöneticinin bilgilerine katılmasıyla mutlu bir şehir doğar.
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/3/34/Utopia.jpg/200px-Utopia.jpg

Thomas More'un Ütopya Adası



Thomas More‘un Ütopyası


Roman tarzında yazdığı "Utopia" adlı eserinde ütopik bir devlet tasarımı ortaya koyar. Bu devlette özel mülkiyet yoktur ve yasaktır. Herkes devlet adına üretir. Para geçerli değildir. Üretilenlerden herkes ihtiyacı kadar alır. Bireyler günde altı saat çalışır, geri kalan zamanlarını sanat ve bilimle uğraşarak geçirirler. Yöneticiler, tıpkı Platon’un ideal devletinde olduğu gibi, çok sıkı bir eğitimle yetiştirilir.

Tommaso Campanella’nın Ütopyası


"Güneş Devleti" adlı eserinde ütopik bir devlet tasarımı yaparken, o da Platon’un etkisi altında kalır. Güneş kentte her şey ortaktır. Aile yoktur. Eşlerin seçimi yönetimce yapılır. Kent bir rahip tarafından adilce yönetilir. Herkes dört saat çalışır. Geri kalan zamanda sanat, eğlence, okuma, beden ve ruhları eğitme gibi zevk veren işlere ayrılır. Yöneticinin yetkisi mutlaktır. Adları "Güç", "Akıl", " Sevgi" anlamına gelen üç yardımcısı vardır.

Francis Bacon’un Ütopyası


"Yeni Atlantis" adlı eserinde ütopik devletini tanıtır. "Ben Salen" adlı adada sağlam bir ahlâk anlayışı egemendir. Özel bir örgüt, halkın bu yüksek bilgi ve kültürünü planlar ve yürütür. Buna göre "Yeni Atlantis" bir bilgi devleti olarak tasarlanmıştır.

Korkutucu Nitelikte Ütopyalar

Günümüzde de ütopyalar yazılmaktadır. Ancak, bunların ortak bir niteliği vardır, o da toplumları gelecekte bekleyen tehlikeleri göstermektir. Bu tehlike, bir yandan makineleşen bir toplumda insanın duygu, düşünce ve değer sistemleri ile yok olup gitmesidir. Öte yandan, insan özgürlüklerinin, demokratik hakların kurulacak bir despotik devlet tarafından yok edilmesidir. Bu ütopyaların amacı, insanları bu türden tehlikeler için önceden uyarmaktadır.

Aldous Leonard Huxley’in Ütopyası

"Yeni Dünya" adlı eseri bir bilim-kurgu özelliği taşır. "Yeni Dünya" da teknoloji çok gelişmiştir. İnsanlar suni yoldan üremektedir. Evlilik yoktur. İnsanlar çalışır ve eğlenirler. Hastalanma ve yaşlanma yoktur. Geçmiş, tüm değerleriyle yok edildiği için, geçmişi düşünme ve özlem duyma yoktur. Bu ütopya , doğal yaşamdan kopmayı dile getirme açısından geleceğe ilişkin bir korku ütopyasıdır.

G. Orwell’in Ütopyası

George Orwell, "1984" adlı eserinde despotizmin (zorbalık) egemen olduğu bir dünyayı tasvir eder. Bu ütopyaya göre, dünya eşit güce sahip üç bloka ayrılmıştır. Yönetenler tek egemen güçtür. İnsanlar yöneticilerin korkusu ile sinmiş, özgürlükler kaldırılmış, ahlâki ve insani duygular yok edilmiş, düşünme ve düşündüğünü söyleme yasaklanmış, yaşam tüm güzelliklerini yitirmiştir. Hiç kimse birbirine güvenememektedir. Çoğu kişiler casustur. En yakınlarını yönetime gammazlama bir ödev haline getirilmiştir. Bireylerin kişilikleri tamamen silinmiştir.
Orwell bu eserinde, gelecek üzerine korkularını dile getirmiştir. İnsanları, modern dünyayı etkileyebilecek sorunlar üzerinde düşünmeye yöneltmek istemiştir. Ekonomik Ütopya bu eserde genellikle Dünya'yı değiştirmek amacı ile yazılmıştır

Ekonomik Ütopyalar

Bu ütopyalar ekonomik temellidir. Ekonomik ütopyalar 19.yy ın zor ekonomik koşullarına bir çözüm olarak oluşturuldu. 19.yy başlarındaki sosyal karmaşa ticaretin ve kapitalizmin gelişmesine neden oldu ve bunlara çözüm olarak birçok ütopya oluşturuldu. Bu ütopyalar malların eşit dağıtılması, paranın kaldırılması, insanların sevdikleri ve topluma yaralı işlerde çalışması ve onlara bilim ve sanatla ilgilenebilecek zaman ayırması gibi özelliklerinden dolayı genellikle ‘sosyal ütopyacılar’ hareketi içinde gruplandı. Bu klasik ütopyalardan biri Edward Bellamy'ın Looking Backward adlı ütopyasıdır. Diğer sosyalist ütopya da William Morris’in Bellamy'ın eserindeki bürokrasiye yanıt olarak yazdığı ve eleştirdiği News from Nowhere ( Hiçbir Yerden Haberler)’dir. Ancak sosyalist hareket gelişemeye başladığında ütopyadan ayrıldı; Marx eski sosyalizmin eleştiri konusu oldu ve ütopyacı olarak tanımlandı.Ayrıca Eric Frank Russell'ın eseri The Great Explosion’nun (1963) son bölümü de ekonomik ve sosyal ütopyayla alakalı bilgiler içerir.Bu eserler Yerel Takas Ticari Sistemlerinin ilk vurgulandığı eserlerdir.Ayrıca ütopyalar siyasi görüşün karşıtı olarak görüldü. Örneğin Robert A. Heinlein The Moon Is a Harsh Mistress adlı eserinde bireysel ve liberal ütopyayı tanımlar. Bu türün kapitalist ütopyaları genellikle devlet baskısı olmadan yapılan özel kuruluşlar ve bireysel girişimler toplum ve bireyler için büyük başarılar ve gelişme sağlayan serbest piyasa ekonomisine dayanıyordu.Diğer bir görüş ise kapitalist ütopyalar, sosyalist ütopyaların başarısızlık planları kadar borsa düşüklüğüyle ilgilenmiyordu. Sosyalizmin ve kapitalizmin harmanlanması bazıları tarafından ekonomik ütopya olarak görülüyordu. Bu küçük toplumların kapitalist ekonomiyle iş yerleri çalıştırmasından bahsediyordu.

Politik ve Tarihi Ütopya

Politik ütopyalar hükümetin mükemmel toplum yaratma çabasının yer aldığı ütopyalardır. Dünya barışının küresel ütopyası genellikle tarihin muhtemel dayanılmaz sonu olarak görülür. Sparta Lycurgus tarafından oluşturulan militaristlik bir ütopyaydı. Özellikle Atinalılar bunu bir distopya olarak gördüler). Sparta, Tebler tarafından Leuctra savaşında yenilgiye uğratılana kadar önemli bir Yunan gücüydü.

Dini Ütopyalar

Bu ütopyalar dini temellidir ve insanlığın başından beri vardır. Üyeleri ütopyayı oluşturan bir dini geleneğe inanmak ve izleme ihtiyacı duyar. İslamiyet, Yahudilik ve Hristiyanlıktaki Adem’in Bahçesi ve Cennet hakkındaki farklı görüşleri özellikle geleneksel din anlayışı açısından ütopya olarak değerlendirilebilir. Böyle ütopyalar varlığın sıkıntılardan uzak olduğu saadet ve aydınlanma yeri olan ‘zevk bahçesi’ olarak tanımlanır. Varlığı günahtan, acıdan, yoksulluktan ve ölümden ayrı olarak hayal ederler ve bazen melekler ve huriler olduğunu iddia ederler. Benzer şekilde Hindulardaki Moksha ve Budistlerdeki Nirvana kavramları da bir çeşit ütopya olarak kabul edilebilir. Hinduizm ve Budizm’de ütopya yer değil aklın halidir. Eğer düşüncelerden bağımsız meditasyon yaparlarsa aydınlığa ulaşabileceklerini düşünürler. Bu aydınlanma ütopya kavramıyla alakalı olarak ölüm ve yaşam çemberinden çıkmayı vaat eder.
Ancak alışılagelmiş insan tarafından oluşturulmuş ütopyalar din temelli ütopyalar için daha açık bir kanıttır çünkü üyeleri yitirilen erdemleri ve değerleri Yaşam’dan Sonraki Hayatta yeniden kurmaya çalışır.
19.yy da Birleşmiş Devletler ve Avrupa’da İkinci Büyük Uyanıştan sonra bazı radikal dini gruplar ütopik toplumlar yarattılar. İnsan hayatının tüm yönlerini inançlarına göre yönetebilecek toplumlar oluşturmaya çalıştılar. Bu ütopik toplumlar arasında en bilineni 18.yy’da İngiltere’de başlayıp kısa bir süre sonra Amerika’ya yayılan Shaker hareketidir. Diğer iyi örnekler ise; Riker'un Holy City(Kutsal Şehir) ve Kaliforniya’daki 15 ütopik koloni, Kanada ve Fin ‘kolkhozes’ ütopik toplumunu da kapsayan diğer 15 sosyalist ve dini topluluklar ve Sovyetler Birliği’dir.

Bilimsel ve Teknolojik Ütopyalar

Bu ütopyalar gelecekte kurgulanmıştır; gelişmiş bilim ve teknolojinin acı ve ölümün yok olması, insan doğasındaki değişiklikler ve insani koşullardaki değişiklikler gibi durumların ütopik yaşam standartlarının oluşmasına yol açacağına inanılır. Bu ütopyacı topluluklar insan hakkındaki her şeyi değiştirmek isterler. Teknoloji insanların uyku yemek ve doğum gibi normal işlevlerini yaşam şekillerini etkiledi ve suni bir anlam kazandı. Bu planlanmış ütopyaların diğer şekilleri insanların teknolojiyle dengeyi bozması ve yaşam koşullarını arttırmasını içerir(örn:S: star Trek-Yıldız Yolculuğu).Ütopyanın durağan mükemmelliğinin yerine liberal transhümanistlerin extropya düşüncesi bireylere ve gönüllü gruplara tercih ettikleri sosyal kurumları oluşturmalarına izin verir. Garrett Jones 2004 yılında yayımladığı eseri Ourtopia’da ‘hiçbir yer’ yerine ‘kendi yerimizi’ yapmak için elimizde olan bütün kaynakları iklim değişikliği ve kabileleşmeye karşı kullanmamız gerektiğini tartışır. Buckminster Fuller teknolojik ütopyacılık için teorik bir temel sundu ve bu teknolojik ütopyanın gelişmesini sağlayacak haritalar ve araba tasarımları geliştirdi. Teknolojik ve liberal sosyalist ütopyanın bir belirgin örneği de İskoç yazar Iain M.’nin Bank Culture adlı eseridir. Bu türün ilk çeşitleri kalıtsal teorilerle kuruldu. Doğadaki bazı özelliklerin kalıtsal olduğunu düşünen bazı genetikçiler sadece daha sağlıklı değil daha zeki bir ırk yaratılabileceğini ama beceri ya da aksine sarhoşluk ve suçluluk gibi bazı özelliklerin seçilebileceğini düşündüler. Bu durum iyi genlere sahip olanların çocuk yapmasını öneren, kötü genlere sahip olanlarınsa çocuk yapmalarını engelleyen bir durum haline dönüştü


Elçin 25 Mayıs 2009 14:18

Ütopyalar
 
ÜTOPYALAR:
Şimdiye kadar öngörülen veya uygulanan hiçbir devlet tarzı mutlak anlamda insan mutluluğunu sağlayamamıştır. Bu yüzden insanlar yeni devlet arayışlarını sürdürmektedirler.Bu çabalar kapsamında düş gücüne dayalı hayali devlet biçimleri de üretilmiştir.Bu hayali düzen tasarımlarına olmayan yer anlamına gelen Ütopya denir.Ütopya gerçekleşmesi mümkün olmayan devlet teoremidir.Tarih içerisinde ütopya yazarları iki başlık altında toplanır:

1.İstenilen Ütopyalar:
Bu tür ütopyalar her şeyin yolunda gittiği, toplumsal alanda herhangi bir sorunun bulunmadığı, kusursuz bir devlet ve düzen tasarımını ifade eder.Bunlar iyimser bir bakış açısıyla kaleme alınmış ütopyalardır.Bu tür tasarımlara şunlar örnek olarak verilebilir:
a.)Platon : Devlet
b.)Farabi :El Medinet’ül Fazıla
c.)Thomas More :Ütopia
d.)Campenella :Güneş Ülkesi
e.) F.Bacon: Yeni Atlantik


2.İstenilmeyen (Korku) Ütopyalar:
Dünyanın ve toplumun geleceği konusunda iyimser bir bakış açısıyla kaleme alınmış yukarıdaki ütopyaların yanı sıra kötümser bir bakış açısıyla yazılmış ütopyalar da vardır.Bunlar gelecek için karamsardırlar.İnsanlığın geleceğinin özellikle kontrolsüz teknolojik gelişmeler yüzünden kötü olacağına ilişkin bir karamsarlık içermektedirler.Bu ütopyalara şunlar örnek olarak verilebilir:
a.)Aldous Huxley :Yeni Dünya
b.)George Orwel :1984 Ütopyası


_Yağmur_ 9 Eylül 2011 15:41

ÜTOPYA (Utopia)

İngiliz hümanist Sir Thomas More'un yapıtı (1515-1516). Hayalî ve ideal bir ülkeyi anlatır.

More, yapıtına "hiçbir yer" anlamına gelen Yunanca sözcükten (u+topos) yola çıkarak bu adı koymuştur. More, bu yapıtta, ideal toplum düzeninin gerçekleştiği bir yer hayal eder. Kitap, hayal ülkesiyle More'un kendi toplumu ve uygarlığı arasındaki çelişkileri sergiler. İlk olarak Lâtince yazılan kitap (1516), daha sonra İngilizceye çevrildi (1551). "Ütopya"da More, Amerigo Vespucci'nin gezilerine katılmış Raphael Hythlodeus'a rastlar.

Aralarında İngiltere'nin toplumsal aksaklıklarıyla ilgili bir konuşma başlar. Bu birinci bölümde o zamanki İngiltere ile öbür Avrupa devletlerinin kapkara bir tablosu çizilir. Konu özel mülkiyet ve kolektif mülkiyete geldiğinde, Hythlodeus 1760 yıllık geçmişi olan Ütopya Adası'nı anlatmaya başlar. Üzerinde 54 kent bulunan adada evler ve topraklar kamuya aittir. Hiç kimse günde 6 saatten fazla çalışmaz.

İş saatinin bu kısalığı, kadınlar da dahil herkesin çalışmasından ve toprak ağası, asker, din adamı, soylu, dilenci gibi ekonomiye yük olan kimselerin olmamasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca yalnız hayatî gerekliliği olan zanaatlarla uğraşılır; bu toplumda lükse yer yoktur. Para da bulunmayan Ütopya'da, yabancı mallar değiş tokuş yoluyla alınır.

Anlatısının sonunda Hythodeus, bu devletin üstünlüklerini, özel mülkiyetin olmamasına bağlar. Bu yapıttan sonra, hayalî ve idealist görüşler ve sistem önerileri, "ütopya" sözcüğüyle anlatılmıştır. Ütopya aynı zamanda, ideal bir devlet ya da toplum düzenini konu edinen tüm edebî yapıtlara verilen genel ad olmuştur. Önemli ütopyalar arasında, Campanella'nın "Güneş Ülkesi", F. Bacon'un "Yeni Atlantisi"i ve H. G. Wells'in "Çağdaş Bir Ütopya"sı sayılabilir.

MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi


Safi 10 Temmuz 2015 23:09

ÜTOPYA a. (Thomas More’un yun. U, yok, ve topos, yer, bölge sözcüklerinden uydurduğu Utopia'dan).
1. Tasarlayıcısı için bir ideali ya da karşı-ideali temsil eden, düşsel ve tutarlı bir toplum tasarısı. (Bk. ansikl. böl. Fels.)
2. Gerçekleştirilmesi olanaksız tasarı, düşsel düşünce, düş, hayal düşlem: Bu tür bir eğitim sistemi yaratmak gibi bir ütopyası var. Çatışmasız, sorunsuz bir toplum bir ütopyadır.

—ANSİKL. Fels. Ütopyaları zamandan ve mekândan soyutlanmış ideal bir toplumun betimlemeleri olarak tanımlayabiliriz. Bu anlamda, iki önemli ütopya türü belirlenebilir: gelecekte herkesi kapsayacak ideal bir toplumun kurulmasını hedef alan ütopyalar ve yalnızca az sayıda kişinin kullanabileceği özel bir mekân yaratmaya çalışan ütopyalar. Ama bu iki ütopya türü de aynı isteğe yanıt verir: var olan düzeni eleştirmek ve değiştirilmesi olanaksız bu düzen karşısında düşe sığınmak.
Platon ilk ütopyacılardan biridir. Devlet adlı yapıtında, bir filozof kralın yönetiminde, kişileri tam anlamıyla erdemli kılacak biçimde idare edilen bir site kurulmasını önerir. Devlet, her iki ütopya türüne de girer: bir yandan Atina sitesinin yozlaşmasına karşı çıkarken, bir yandan da, kendilerini Site’nin mutluluğuna adamış seçkin erkek ve kadınlardan oluşan bir grup için aristokratik bir yönetim kurmayı amaçlar.
Bu tip kurgusal tasanlar ancak XVI yy.'da, Thomas More ile yeniden ortaya çıktı. Thomas More Ütopya adlı yapıtında (bk. bundan sonraki madde) düşsel bir ada tasarlar (ada imgesi, ütopyacı metinlerin değişmez öğesi olacaktır; ada doğal olarak, eski dünyadan kopuşu ve ondan korunmayı temsil eder). Bu düş, vergiler, sefalet ve hırsızlığın kol gezdiği İngiltere ile bir karşıtlık oluşturur. Ütopya nın amacı, var olan dünyadaki adaletsizlikleri ve toplumsal birk reformun olabilirliğini gözler önüne sermekti. Thomas More’un yapıtı büyük bir yankı uyandırdı. Rabelais de, More’un yapıtını biliyordu: Gargantua oğluna Ütopya ülkesinden yazar. Ama Gargantua Thelöme manastırını kursa da, onun'“istediğini yap” ilkesi, More’un huzur verici bir tutarlılığa sahip bir toplum öneren düşsel sitesine aykırı düşer. Theleme yeni bir dünya tasarısı değildir, dünyanın kargaşasından korunmak için ken dini iyi törelere ve özgür düşünceye ada mak isteyen herkese (kadınlar da dahil) açık bir yerdir.
Tommaso Campanella ve Güneş Ülkesi (La citta del Sole) [1602] adlı yapıtıyla, Platon’un ve More'un yazılarından esinlenmiş ve erdemliliğe ulaşmayı amaçlayan ortaklaşmacı ideal bir toplumun ayrıntılı betimlemesi yeniden gündeme gelir. Platon ve Thomas More ütopyaya ancak, karşı oldukları bir toplumsal gerçeği kınamak için başvurdukları halde Campanella, tasarısının gerçekleşebileceğine inanıyordu ve bu amaçla, Papalık'a sadık bir dinsel anlayış içinde ispanya ve Fransa'da destek aradı.
Campanella'dan önce, ideal toplumu gerçekleştirme isteğini, kolektivizm ve çokeşliliğin egemen olduğu topluluklar kuran (1534) anabatistlerde görüyoruz. Ancak, bu girişimden sonuç çıkmadı. 1530'a doğru Moravya’ya yerleşen hutterci topluluk (adını kurucusu Tirollü Jakob Fluter’den [ya da Hutter] alır) daha uzun ömürlü oldu. Mutlak bir barışçılık gösteren ve Kutsal Kitap'ın dogmalarına bağlı kalan hutterciler, çiftçi toplulukları halinde yaşıyorlardı. Göç etmek zorunda kalan hutterciler, XIX. yy.'da ABD’de ve nihayet Kanada'da, yeniden ortaya çıktılar. Günümüzde Kanada’da, hâlâ XVI. yy.'da konmuş kurallara göre yaşayan 170 kolektif çiftlikte bir araya gelmiş yaklaşık 15 000 hutterci vardır. XVII. ve XVIII. yy. ütopyayı bir yolculuk edebiyatıyla birleştirecekti; aslında yolculuk bir bakıma kaçıp kurtulma anlamı taşıyordu: uygar kişi bu sayede uygarlık karşısındaki iç sıkıntılarını ve eleştirilerini yansıtıyor ve J.-J. Rousseau gibi, “doğa durumu”nun başlangıçtaki yetkinliğine dönmekle övünüyordu, (insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı ve temelleri üzerine konuşma, [Discours sur Toriğine et le fondement de l'inâgalitâ parmi les hommes], 1755). Bununla birlikte, bu altın çağına dönüş tema’sı terk edilecekti, çünkü bu görüşün yandaşları geriye dönmenin olanaksız olduğunu anlayacaklardı; bu durumda uygarlık için ancak bir reform sözkonusu olabilirdi. L. S. Mercier’ nin kötülüğe yadsıyan ve mutlu bir gele ceği betimleyen (2440 yılı) [1771] adlı yapıtıyla ütopya kesin olarak geleceğe yöneldi.
XIX. yy.'da, sanayi devrimi sonunda ütopyacılar (Saint-Simon, Owen, Fourier, Cabet), sosyalizmi benimsediler. Ütopya bundan böyle uygulanmak istiyordu: New Lanark’taki örnek işletme, Owen tarafından kurulan New Harmony topluluğu ya da Cabet’nin Voyage en icarie (İkarıa'da yolculuk) adlı kitabındaki fikirleri ABD'de uygulama girişimi, bunun örnekleridir Bütün bu "uygulamaya dönük ütopyalar” başarısızlığa uğradı. Bu başarısızlıklar, ütopyanın çekici, ama gerçekleştirilmesi olanaksız siyasal ve toplumsal tasarı gibi küçültücü bir anlam kazanmasında rol oynadı. Bu durum Leibniz'in eleştirisine de hedef oldu: “Günahtan ve kötülükten uzak dünyalar tasarlamak elbette olanaklıdır; hatta bunları roman ya da ütopya haline getirmek de olanaklıdır [...]; ama gene de bu dünyalar iyilik bakımından bizimkinden çok geride kalacaktır" (TheodicĞe denemeleri, [Theodicöe], 1, 10) [1710],
Ancak bu görüş, kısıtlayıcıdır ve pek çok düşünür, ütopyada olumlu bir anlam bularak ona karşı çıkmışlardır. Auguste Comte’a göre bilimsel araştırmada ütopyadan yararlanılabilir ve ütopya bir varsayım yerine geçebilir (Pozitif felsefe dersleri [Cours de philosophie positive], 40. ders). “Bilimsel sosyalizm”i benimsemiş düşünürler “Ütopyacı sosyalistler"ipek çok bakımdan eleştirmekle birlikte, eleştirel tutumlarının yararını da kabul ederler. XX. yy.’da, ütopyanın bu olumlu anlamı Ernst Bloch (Das Prinzip Hoffrung ve Kari Manheim (Ideologıe und Utopıe [ideoloji ve ütopya]) ile sürdü. Aldous Huxley (Yeni dünya [Brave New World], 1932) ve George Örvvell'ın (1984. [1949]) karşı ütopyaları da gene XX. yy.’da doğdu.
Ütopya var olan toplumların ve onlara bağlı ideolojilerin bir eleştirisidir; ama bu eleştiri ideolojik söylemi, yanı bireysel ıra deye, rastlantıya, eleştiriye hak tanımayan kapsayıcı söylemi aşamaz. Karşı-ütopya larda, bazı modern toplumların ve bazı siyasal rejimlerin ayırtedici özelliği olan insanlıktan uzak ve totaliter bir dünyanın be timlendiğını görürüz (Kayn.)
Ütopya (De optimo reıpublıcae statü, deque nova insula Utopıa). Thomas More' un 1551'de İngilizceye çevrilen siyasal ve toplumsal romanı (1515-16). Thomas Mo re, ideal toplum örgütlemesinin gerçekleş tirildiği ve insanların mutlu ve kendi ken dilerinin elendısı olarak yaşayacakları bı linmeyen bir toprak parçası düşler. Yapı tın birinci bölümü tümüyle bir eleştiridir o zamanki İngiltere’nin ve öteki Avrupa devletlerinin, karamsarlık derecesine var dirilmiş bir tablosu çizilmektedir Yazar sırasıyla monarşilerdeki zorbalığa, saray ın sanlarının aşalığına, görevlerin parayla sa tın alınabilirliğine, fetih çılgınlığına, soylu larla keşişlerin sefahat düşkünlüğüne ve haksızlıklarına saldırır. More tüm kötülük lerln kaynağının kişisel mülk olduğunu öne sürer. Kitabın ikinci bölümünde dog matik bir biçimde kendi reformlarını önermek yerine, bunlar sanki daha önce uzak bir adada uygulanmış gibi anlatılır.

Kaynak: Büyük Larousse


Pcderen 7 Mart 2020 12:10

Ütopya; Tasarlayıcısı için bir ideal ya da karşı ideali temsil eden, düşünsel ve tutarlı bir toplum tasarısı anlamına gelmektedir.



Saat: 20:53

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık