MsXLabs

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Edebiyat (https://www.msxlabs.org/forum/edebiyat/)
-   -   Öykü (Hikaye) Nedir? (https://www.msxlabs.org/forum/edebiyat/264802-oyku-hikaye-nedir.html)

The Unique 2 Temmuz 2007 16:32

Öykü (Hikaye) Nedir?
 
Hikaye, hayatta olan veya olacak kanısı veren olayları bir ölçü ile anlatan, hayalde tasarlanan ilgi çekici bir takım olayları anlatarak okuyanda heyecan veya zevk uyandıran yazıdır. Hikayelerin kişileri azdır, bir tek olay anlatmak amacıyla yazılır. Derin çözümlemelere pek elverişli sayılmaz. Hikayeler, çoğunlukla birkaç sayfa uzunluktadır.
Hikayeler, hareketten hoşlanan insanın bu isteğini karşılar, insanlara karşı duyulan bu yakınlık duygusunu artırır. Bir an için de olsa, okuyucuyu hayal dünyasında dolaştırır. İnsanın zihin gelişmesini artırır.İnsanlara yüksek ideallerle birlikte geniş bir hayat anlayışı sağlar.

Hikaye, üzerinde gerektiği kadar durulmamış kompozisyon türlerinden biridir. Hikayedeki olay, başlangıçtan sonuca doğru giden bir olayın bir anlık parçasıdır.

Hikayeler çoğunlukla o bir anlık parça içerisindeki insanı incelemeyi gaye edinirler. Bununla beraber herhangi bir hayvan, bir şey de hikaye konusu olabilir. Bunun için kısa hikayeler yoğun, dolgun bir nitelik taşımalıdır.


HİKAYECİ KİMDİR?

Hikayeci; kişilerini, onların çeşitli problemlerini hayat çerçevesinde görmek ve yaşamak zorundadır. Bu bakımdan görüşleri daha doyurucudur. İyi bir kompozisyonun, hikayeyi başarılı kılan öğelerden biri olduğu şüphesizdir.

İyi hikayeci, bir romancı da olduğu gibi birkaç yaşantısını bir konu içinde birleştirir ya da bir olayı alır genişletir ona kendi yaşantılarını ekler.

Hikayeci, yazısı ile okuyucunun arasına girebilmeli; yarattığı kişilerin olanaklarını ölçüp biçtikten sonra, gerçeğe uygun olarak onları hareket ettirmelidir. İçinde yaşadığı toplumun durumunu iyi bilmeyen, insanı iyi tanımayan bir kimse iyi hikayeci olmaz.

Hikaye başlı başına bir kompozisyon türü olmasına rağmen, hikayeciyi romana götüren bir yol da sayılmaktadır. Gerçek hikayeci ise kendi yazı çeşidini diğer nesir türlerinden üstün tutmak zorundadır. Küçük hikaye yazmak için, çok düşünmek, çok çalışmak gerekmektedir

Hikayeci; kişilerini, onların çeşitli yaşantılarını duymak, görmek ve yaşamak gerekliliği içerisindedir. Erskine Caldwell şöyle der:
"Hikaye ve romanların hepsinin maksadı, insanların içine bakacakları bir ayna tutmaktır.''
Hikaye, ne fazla ne de eksik olmalıdır. Hikayeci, hikayesinin ilk cümlesini yazarken, son cümlesinin aşağı yukarı ne olabileceğini düşünmüş olmalıdır. Olayın muhtevasının tahammülü hesaplanmalı; okuyucunun ilgisini dağıtacak gereksiz ayrıntılar atılmalıdır.
"Hikaye, az kelime ile çok anlam sıkıştırabilir. Güzel yazılmış bir hikaye, değer bilenler için bir ziyafet; güç beğenenler için bir doyurmadır. Hikaye bir iksir, bir özettir. Yeni hikaye başlangıçta bir öykünmeden değil, eski hikayenin tıkanmasından doğmuştur. Şiirimiz gibi yeni hikayemiz de çıkışını batı edebiyatından almamıştır." Cemal SÜREYYA
"Hikayeci her şeyden önce dikkatini hayatta rastladığı gerçek insanlar üzerine çeviren ve onlar üzerine çeviren ve onlar arasıda tip, karakter ve davranış farklarının en ince çizgisine kadar ayırt edebilen insan demektir." Mehmet KAPLAN
"Hikayeci; eylemiyle ve birikimiyle toplumdan beslenirse, tükenme kaygısı duymaz. Bu nedenle de hikaye yalın ve yoğun olur. Hikayecinin başka bir görevi de hikayesinde anlatmak istediğini sıkmadan okuyucunun beynine yerleştirmek ve sonra konuyu ateşlemek.
Yani konu birçok hammaddeden meydana gelmiş bir dinamit gibi olmalı. Ancak dinamit beyne yerleştirildikten sonra ateşlendiğinde, okuyucunun okuma zahmetine karşılık, akılda durmadan büyüyen bir düşünce çağı meydana getirmeli." Bekir YILDIZ
HİKAYE PLANI
Hikayenin kuruluşunda; olay anlatan yazılarda olduğu gibi; serim, düğüm, sonuç bölümleri vardır. Roman, tiyatro, masal, hatıra, seyahat ve başka yazı türleri bu hikaye planından faydalanır. Bu üç bölüm şöyle uygulanır.

1. SERİM BÖLÜMÜ

Bu bölüme giriş bölümü de denilir. Olayın geçtiği yer yani dekor, belli başlı nitelikleri söylenerek bu bölümde tasvir edilir. Olayın şahısları, kahramanı en canlı iç ve dış görünüşleriyle belirtilerek tanıtılır; kısaca portre çizilir. Olayın ne olduğunu biz bu bölümde anlarız.


2. DÜĞÜM BÖLÜMÜ

Bu bölüme gelişme bölümü de denir. Olayın başlayıp açılması, okuyanın ilgisini, merakını artıracak bir durum alması; olayın düğümü; kişilerin konuşmaları bu bölümdedir. İsim ve fiil cümleleri kullanarak, farklı yapıda cümlelere yer vererek, konu ile ilgili örnekler alınarak bu bölümde çeşitlilik sağlanmalıdır.


3. ÇÖZÜM BÖLÜMÜ

Bu bölüme sonuç bölümü de denir. Olayın ne şekilde sona erdiği, olayın kişileri ve görenler üzerindeki etkisi bu bölümde anlatılır. Aristoteles diyor ki: ``Hikaye, birlikli bir bütün, canlı bir varlık gibi kendi özüne uygun, bir başı, bir ortası, bir sonu olan bir hakaret çevresinde geçmelidir. Hikayenin çözümü, karekterlerden kendiliğinden doğmalıdır.''
Çözüm bölümü, okuyanları memnun edecek şekilde planlanmalıdır. Hikayenin sonu bazen bir cümle, bazen de bir paragraf ilavesiyle yapılır. Nasıl diyalog hikayenin önemli noktalarını belirtmeye yardım ederse, hikayenin sonu da asıl üzerinde durulan fikri belirtmelidir.


Misafir 8 Ağustos 2009 19:56

Öykü

Kısa oluşu, yalın bir olay örgüsüne sahip olması, genellikle önemli bir olay ya da sahne aracılığıyla tek ve yoğun bir etki uyandırması ve az sayıda karaktere yer vermesiyle roman ve diğer anlatı türlerinden ayrılır. Öyküde, olayın geçtiği yer sınırlı, anlatım özlü ve yoğundur. Karakterler belli bir olay içinde gösterilir. Bu karakterlerin de çoğu zaman sadece belli özellikleri yansıtılır. Konu tümüyle düş ürünü olabilir, ya da son derece gerçekçidir. Genellikle ironik bir rastlantı yoluyla yaratılan özel bir an üzerindeki yoğunlaşma sürpriz sonlara olanak verir.

Eski Yunan’daki fabl ve kısa romanslar, Binbir Gece Masalları öykünün habercileridir. Ama öykü ancak 19. yüzyılda romantizm ve gerçekçilik akımlarının yaygınlaşmasıyla edebi bir tür haline gelebildi. Edgar Allan Poe’nin Grotesk ve Arabesk öyküleri adlı eseriyle yalnızca Amerika Birleşik Devletleri’nde değil Avrupa’da da etkili oldu. Almanya’da Heinrch von Kleist, ve E. T. A. Hoffmann, psikolojik ve metafizik sorunları öykülerinde masalsı bir anlatımla yansıttılar.

20. yüzyıla girildiğinde öyküler ilk kez genellikle gazete ve dergilerde yayınlanıyor ve bu yüzden gazeteciliğe özgü yerel renkler taşıyordu. Bret Harte’nin öyküleri, Ruyard Kipling’in Hindistan’daki yaşamı anlatan öyküleri, Mark Twain’in Missisippi ve O. Henry'nin öyküleri bu özelliktedir.
Rusya’da Gogol, Dostoyevski, Turgenyev ve Çehov’un öyküleri, öykü türünün edebi eserler arasında sağlam bir yere oturmasına büyük katkı sağladı. Türkiye'de öykü ya da hikâye kavramı diğer yeni türler gibi Tanzimat'tan sonra edebiyatımıza girmiştir. Öykünün bizdeki ilk gerçek temsilcisi olarak Ömer Seyfettin'i görmek mümkündür. Falaka,Başını Vermeyen Şehit,Pembe İncili Kaftan gibi dönemin sosyal olaylarını gözler önüne seren Ömer Seyfettin çok sayıda hikâyesiyle Türkiye'de hikâyeciliğin gelişmesine çok büyük katkı sağlamıştır


Elçin 15 Ağustos 2009 08:44

Türk edebiyatında öykü


Türk edebiyatında Batılı anlamdaki ilk öyküler Tanzimat döneminde yazıldı. İlk öykü yazarları, Ahmed Midhat, Emin Nihat, Samipaşazade Sezai ve Nabizade Nazım’dı. Türk öykücülüğünü yetkinliğe kavuşturan yazar ise Halit Ziya Uşaklıgil oldu. Edebiyat-ı Cedide döneminde yalın diliyle dikkat çeken Uşaklıgil, titiz gözlemciliğiyle gerçekçi öykü geleneğini başlatan yazardır. Bu dönemin diğer yazarları Hüseyin Rahmi Gürpınar, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Hikmet Müftüoğlu ve Saffeti Ziya idi.

2. Meşrutiyet’in ilanından sonra gelişen yeni edebiyat akımıyla birlikte öyküde toplumsal ve siyasi sorunlar işlenmeye başladı. Türkçe’de yabancı sözcüklerin temizlenmesi, yazımda konuşma dilinin hakim olması, taşra yaşamının gerçekçi bir üslupla edebiyata taşınması gibi özelliklerle bilinen bu dönemde Ömer Seyfettin, Türk öykücülüğünde yeri bir çığır açtı. Onu Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit Karay izledi. F. Celaleddin, Selahattin Enis, Sadri Ertem, Cemal Kaygılı, Sabahattin Ali, Kenan Hulusi Koray, Nahit Sırrı Örik, Bekir Sıtkı Kunt, Mahmut Şevket Esendal Cumhuriyet dönemi öykücülüğünü hazırlan isimlerdir.

Cumhuriyet dönemi 1930’lar sonrasını kapsar. Bu dönemde alışılmışın dışında bir öykü dünyası kuran Sait Faik Abasıyanık, Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaç), diyalogların usta yazarı Orhan Kemal, Mehmet Seyda, Samet Ağaoğlu, Sabahattin Kudret Aksal, Kemal Bilbaşar, Kemal Tahir ve Ahmet Hamdi Tanpınar öykü yazarları olarak ön plana çıktı. Günümüzde Türk öykücülüğü geniş bir konu ve üslup zenginliğiyle sürmektedir.


Misafir 15 Ağustos 2009 10:04

ÖYKÜ(HİKAYE)


Önemli farklılıkları olmakla birlikte "küçük roman" şeklinde tanımlanabilir. Millî kültürümüzün önemli parçalarından "Dede Korkut Hikâyeleri", "destanlar" ve "halk masalları" nı saymazsak, Avrupaî tarzda ilk hikâyeler, Tanzimat Edebiyatı döneminde görülür.

İlk hikâye kitabı, Emin Nihat'ın "Müsameretnâme"dir. Bu kitapta toplanan hikâyelerin kuruluşu, işlenişi "Binbir Gece Masalları" na benzer.

19. yüzyıl sonlarında başlayıp günümüze doğru daha da gelişen hikâye, özellikle Alphonse DAUDET (1840-1897) ve Guy de MAUPASSANT (1850-1893) gibi büyük Fransız yazarlarının tekniğiyle tekâmüle ulaşmıştır. Bu iki yazar "realist" akımın yetiştirdiği zamanın ileri gelen romancılarındandır. Fransız hikâyeciliği Guy de MAUPASSANT'ın izinden gelişmiştir. Amerika edebiyatında özellikle mizahî hikâyeleriyle Mark TAWİN (1835-1910), O. HENRY (1862-1910) ve bunları takiben John STEİNBECK, Erskine CALDWEL Batılı ünlü hikâyecilerdendir.
Dünya hikâyeciliğinde iki hikâye biçimi hâkimdir. Bunlar:

1) Maupassant Biçimi : Hikâyede asıl olan "olay" dır. Okuyucunun hikâyeyi şöyle ya da böyle yorumlamasına imkân verilmez. Çünkü, hikâyedeki olay, mantıklı bir seyir hâlinde takip eder. Kişilerin portreleri, özenle ve ayrıntılı olarak çizilir.

2) Çehov Biçimi: Hikâyede asıl olan "olay" değildir. Hikâye, sona erdiği zaman her şey bitmiş değildir. Hikâye, asıl bundan sonra başlıyor demektir. Zira, kişiler tamamıyla tanıtılmadığı, olaylarda kesinlik hâkim olmadığı için okuyucunun hayal kurması devamlı hareket hâlindedir ve kendine göre yorumlar yapmaya uygundur.

Çehov, hikâye anlayışını şöyle anlatır:

"Kaleme alınan konular, "sade" olmalı. Piyer Semenovi, Maira İvanovna ile nasıl evlendi gibi... Hem sonra, yok psikoloji tahlilleri, yok hikâye, yok bilmem ne imiş! Bunlar hep özenti... Hatırınıza ilk gelen başlığı koyun, kılı kırk yarmayın, tırnak, çizgi gibi işaretleri çok az kullanmaya bakın, gösteriştir bu. Benim işim anlatmaktır. Ancak, onu başarabilirim. "

Türk hikâyeleri, şu dört ana grupta değerlendirilir:

1) "Serim, düğüm, çözüm" bölümlerinin düzenli olduğu hikâyeler. Ömer Seyfettin, Samet AĞAOĞLU, Haldun TANER, Oktay AKBAL, Mustafa KUTLU' nun hikâyeleri bu grup içindedir
(Maupassant Biçimi)

2) İstanbul'da yaşayan insanların özel hayat ve özelliklerini veren hikâyeler. Hüseyin Rahmi GÜRPINAR, Ahmet Rasim, Osman Cemal KAYGILI, Sermet Muhtar ALUS'un hikâyeleri bu grup içindedir. (Maupassant Biçimi)

3) "Serim, düğüm, çözüm" bölümlerine önem vermeyen, olayın herhangi bir yerinden başlayan hikâyeler. Memduh Şevket ESENDAL, Sait Faik ABASIYANIK, Tarık BUĞRA, Sevinç ÇOKUM gibi yazarlarımız bu gruptandır. (Kısmen, Çehov Biçimi)

4) Varoluş çizgisinde oluşturulmuş, aydın bunalımı ve çaresizliği anlatan soyut hikâyeler. Bu tür hikâyeler, ülkemizde 1955'ten sonra görüldü. Hikâyelerde, hiç bir toplum kaygısı görülmez. Aydın bunalımının nedenleri yansıtılır. Sanat adı altında çoğu zaman "müstehcen"e kaçan konulara yer verilir. Hikâyecilik, sanattan ayrılmış ve ideolojiye kaydırılmıştır.

Bu grupta hikâye yazan yazarlarımızın başında ise; Yusuf ATILGAN, Demirtaş CEYHUN, Ferit EDGÜ ve Erdal ÖZ gelmektedir.



İlk Çağ Anadolu’sunda masal, ve tarihi olayları anlatan eserlerle oluşmuştur. Orta Çağda özellikle Hindistan’da “Binbir Gece Masalları” sağlam bir hikaye geleneğinin varlığını bildirmektedir. Bu gelenek, Arapça’dan yapılan çevirilerle Avrupa’ya masal, efsane, rivayetler şekliyle yayılmıştır.

Hikâyeye bugünkü anlamda ilk edebi kimlik kazandıran İtalyan yazar Boccacio’dur. XVI. Yüzyılda yazdığı “Decameron” adlı eseriyle ilk öykü örneğini vermiştir. Rönesans’ın etkisiyle de XIX. Yüzyıl edebiyatının en yaygın türü olmuştur.

Bizde, destanlar, halk hikâyeleri , ve masallarla eski bir temeli olan bu tür, XIV. Ve XV. Yüzyılda “Dede Korkut Hikâyeleri” ile çağdaş hikâye tekniğine yaklaşmıştır.

XIX. yüzyılda Tanzimat’la gelen yeniliklerle birlikte batılı anlamda ilk örneğini Ahmet Mithat Efendi “Letaif-i Rivayet ( söylene gelen güzel şeyler ) adlı eserini yazarak vermiş; “Kıssadan Hisse” ile bu türü geliştirmiş, Sami Paşazade Sezai : “Küçük Şeyler” adlı eseriyle modern hikâyeyi oluşturmuştur. Bağımsız bir tür olma özelliğini ise Milli Edebiyat döneminde Ömer Seyfettin’le kazanmıştır.

Tanımı : Yaşanmış ya da yaşanabilecek şekilde tasarlanmış olayları kişilere bağlı olarak belli bir yer ve zaman içinde anlatan türe hikâye diyoruz.

HİKÂYENİN UNSURLARI

1) Olay: Hikâyede üzerinde söz söylenen yaşantı ya da durumdur
2) Kişiler: Olayın oluşmasında etkili olan ya da olayı yaşayan insanlardır.
3) Yer (mekân): Olayın yaşandığı çevre veya mekândır.
4) Zaman : Olayın yaşandığı dönem, an mevsim ya da gündür.
5) Dil ve Anlatım : Hikâyenin dili açık, akıcı ve günlük konuşma dilinden farklı olarak, etkili sözcük, deyim atasözü ve tamlamalarla zenginleştirilmiş güzel bir dil olmalıdır.
Anlatım ise: iki şekilde olur Hikâye kahramanlarından birinin ağzından yapılan anlatım “hikâyede birinci kişili anlatım” ; yazarın ağzından anlatılanlar “hikâyede üçüncü kişili anlatım”

HİKÂYEDE PLÂN:


Hikâyenin planı da diğer yazı türlerinde olduğu gibi üç bölümden oluşur; ancak bu bölümlerin adları farklıdır. Bunlar:
1)Serim: Hikayenin giriş bölümüdür.Bu bölümde olayın geçtiği çevre , kişiler tanıtılarak ana olaya giriş yapılır.
2)Düğüm: Hikayenin bütün yönleriyle anlatıldığı en geniş bölümdür.
3)Çözüm:Hikayenin sonuç bölümü olup merakın bir sonuca bağlanarak giderildiği bölümdür.
Ancak bütün hikayelerde bu plân uygulanmaz , bazı öykülerde başlangıç ve sonuç bölümü yoktur .Bu bölümler okuyucu tarafından tamamlanır.

HİKÂYE ÇEŞİTLERİ

Hikâye, hayatın bütünü içinde fakat bir bölümü üzerine kurulmuş derinliği olan bir büyüteçtir. Bu büyüteç altında kimi zaman olay bir plan içinde , kişi, zaman, çevre bağlantısı içinde hikaye boyunca irdelenir. Kimi zaman da büyütecin altında incelenen olay değil, hayatın küçük bir kesiti, insan gerçeğinin kendisidir Bu da öykünün çeşitlerini oluşturur. Buna göre;
1) Olay (Klasik Vak'a) Hikâyesi: Bir olayı ele alarak, serim, düğüm, çözüm plânıyla anlatıp bir sonuca bağlayan öykülerdir. Kahramanlar ve çevrenin tasvirine yer verilir Bir fikir verilmeye çalışılır; okuyucuda merak ve heyecan uyandırılır. Bu tür, Fransız yazar Guy de Maupassant ( Guy dö Mopasan) tarafından yaygınlaştırıldığı için “Mopasan Tarzı Hikâye” de denir
Bu tarzın bizdeki en önemli temsilcileri: Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Reşat Nuri Güntekin’dir..
2) Durum (Kesit) Hikâyesi: Bir olayı değil günlük yaşamın her hangi bir kesitini ele alıp anlatan öykülerdir Serim, düğüm, çözüm planına uyulmaz Belli bir sonucu da yoktur. Merak ve heyecandan çok duygu ve hayallere yer verilir; fikre önem verilmez, kişiler kendi doğal ortamlarında hissettirilir. Olayların ve durumların akışı okuyucunun hayal gücüne bırakılır.

Bu tarzın dünya edebiyatında ilk temsilcisi Rus yazar Anton Çehov olduğu için “Çehov Tarzı Hikâye” de denir.

Bizdeki en güçlü temsilcileri : Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra’dır.

3) Modern Hikâye: Diğer öykü çeşitlerinden farklı olarak, insanların her gün gördükleri fakat düşünemedikleri bazı durumların gerisindeki gerçekleri, hayaller ve bir takım olağanüstülüklerle gösteren hikâyelerdir.

Hikâyede bir tür olarak 1920’lerde ilk defa batıda görülen bu anlayışın en güçlü temsilcisi Franz Kafka’dır Bizdeki ilk temsilcisi Haldun Taner’dir. Genellikle büyük şehirlerdeki yozlaşmış tipleri, sosyal ve toplumsal bozuklukları , felsefi bir yaklaşımla, ince bir yergi ve yer yer alay katarak, irdeler biçimde gözler önüne serer.

Alıntı



Mira 7 Ocak 2012 20:35

Hikaye
Hikâye ya da öykü, gerçek ya da gerçeğe yakın bir olayı aktaran kısa düz yazı şeklindeki anlatı.

Hikayenin Diğer Edebiyat Türlerinden Farkı
Kısa oluşu, yalın bir olay örgüsüne sahip olması, genellikle önemli bir olay ya da sahne aracılığıyla tek ve yoğun bir etki uyandırması ve az sayıda karaktere yer vermesiyle roman ve diğer anlatı türlerinden ayrılır.

Hikaye Türünün Özellikleri
Öyküde, olayın geçtiği yer sınırlı, anlatım özlü ve yoğundur. Karakterler belli bir olay içinde gösterilir. Bu karakterlerin de çoğu zaman sadece belli özellikleri yansıtılır. Konu tümüyle düş ürünü olabilir, ya da son derece gerçekçidir. Genellikle ironik bir rastlantı yoluyla oluşturulan özel bir an üzerindeki yoğunlaşma sürpriz sonlara olanak verir.

Dünya Edebiyatında Hikaye Türünün Gelişimi

Eski Yunan’daki fabl ve kısa romanslar, Binbir Gece Masalları öykünün habercileridir. Ama öykü ancak 19. yüzyılda romantizm ve gerçekçilik akımlarının psikolojik travma psikolojik ve metafizik sorunları öykülerinde masalsı bir anlatımla yansıttılar.

Rusya’da Gogol, Dostoyevski, Turgenyev ve Çehov’un öyküleri, öykü türünün edebi eserler arasında sağlam bir yere oturmasına büyük katkı sağlamıştır. Bilinen ilk öykü örneği ise İtalyan yazar Giovanni Boccaccio'nun Decameron adlı eseridir. Eser temel olarak 1348 yılında İtalya da ortaya çıkan bir veba salgınını konu alır.10 gün boyunca anlatılan 100 öyküden oluşur. Mutluluklar, kadın erkek ilişkileri, gönül yaraları, yerinde verilen yanıtlar, çıkar peşinde koşan din adamları öykülerin başlıca konularını oluşturur.

Türk Edebiyatında Hikaye Türünün Gelişimi
Türkiye'de öykü ya da hikâye kavramı diğer yeni türler gibi Tanzimat'tan sonra edebiyatımıza girmiştir. Öykünün bizdeki ilk gerçek temsilcisi olarak Ömer Seyfettin'i görmek mümkündür. Falaka,Başını Vermeyen Şehit,Pe'de hikâyeciliğin gelişmesine çok büyük katkı sağlamıştır. Ayrıca Sait Faik Abasıyanık'ta Türk öykücülüğünün önemli temsilcilerinden biridir. Toplumun problemlerine değil bireyin toplum içindeki sorunlarına yönelen yazar, öykülerinde çoğunlukla kendisinden yola çıkıp bireyler hakkında yazarak insan gerçeğini anlamaya çalıştı. Çoğunlukla şehirli alt sınıfın hayatını yazan Abasıyanık, balıkçı, işsiz, kıraathane sahibi gibi karakterleri anlattı. İnsanların yaşama biçimlerini, isteklerini, tasalarını, korkularını ve sevinçlerini irdeleyerek, toplum meselelerinden çok "insanı ele alan sanatçılar" sınıfında yer aldı.


Mira 19 Mayıs 2012 12:18

Öykü
MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi

Gözlem ya da tasarlama ürünü bir olayı anlatan yazı; hikâyedir. Hikâyenin Arapçada sözlük anlamı, "bir sürü haberi nakil ve rivayet eylemek, bir nesneye benzemek, fi'len yahut kavlen taklit eylemek, bir kimseden bir söz nakleylemek"tir. Bu anlamda, "anlatma, benzetme, tarih, destan, kıssa, masal, rivayet" sözcüklerini de karşılar. Genel olarak gerçek ya da hayal ürünü olayların aktarılması biçiminde tanımlanan anlatı türünün bir dalı sayılmıştır. Bu kapsam genişliği, bir söz sanatı olan edebiyatın tarihî gelişimine bağlanabilir. Anlatı türünün destan, halk hikâyesi, masal aşamalarından geçerek öykü ve romana ulaşması, olaya dayanan her tür anlatının "hikâye" terimiyle nitelenmesine yol açmıştır. Nitekim günümüzdeki anlamıyla, asıl 19. yüzyılda gelişmeye başlayan öykünün tanımında romandan kısa olması, dar bir zaman parçasını kapsaması, kişilerin sayıca az olması, bu kişilerin yaşamının tek boyutta verilmesi, ayrıca yaşamlarının bir yanı üstünde daha çok durulması gibi ölçüler getirilmiştir. Oysa çağdaş edebiyatta bu nitelikler de aşılmıştır.

Çağdaş öyküde uzunluk-kısalık, kişi ve zaman sınırlaması söz konusu olmadığı gibi çok boyutluluk amaçlanmakta, giderek olaysız öyküler yazılabilmektedir. Bir anlatı olarak hikâyenin, daha yazının bulunmadığı çağlarda ortaya çıktığı öne sürülmektedir. Buna göre, bir hayvanı nasıl avladığını hareketlerle ya da sözle çevresindekilere anlatan ilkel insan aslında bir hikâye anlatmaktaydı. İlk mağara resimlerinde, eski Mısır, Hitit, Yunan kabartmalarında da temelde bir hikâye söz konusudur. Sanatın başlangıcındaki bu iç içelik, toplumsal gelişime koşut olarak ayrışmaya uğramış, sözlü anlatıda mitler, efsaneler, destanlar hikâyeye dayanmışlardır. Bu aşamada hikâye bir tür değil, genel olarak anlatının eşanlamlısıdır. Biçimi değil, özü belirtmede kullanılmıştır. Nitekim olay anlatımına dayanan bütün türler (fabl, masal, fıkra vb.) hikâye kavramı içinde düşünülmüştür. Hikâyenin bir tür olarak gelişimi masallardan günlük olayları anlatmaya geçişle başlamıştır.

Bu yolda ilk örnekler Boccaccio'nun "İl Decamerone" adlı yapıtıyla Chaucer'in "The Canterbury Tales" adlı yapıtıdır (14. yüzyıl). Ama hikâyenin bağımsız bir tür olarak ortaya çıkışı ancak 19. yüzyılda gerçekleşecektir. Bunun nedeni, destan ve halk hikâyesinin romana doğru gelişmiş olmasıdır. Nitekim ilk roman örneklerinin, aralarında kişi, yer ve zaman bağlantısı kurulmuş hikâyelerden oluştuğu görülür. 19. yüzyıldaysa, gerek düzyazının gelişimi, gerekse gazete ve dergilerin çoğalması, yazarları bir çeşit roman kısaltmaları sayılabilecek ürünler vermeye itti. Hikâye (nouvelle) ve kısa hikâye (conte) ayrımı da bu yüzyılda yapıldı. Fransız edebiyatında Maupassant, Rus edebiyatında Çehov, Amerikan edebiyatında O'Henry kısa hikâyenin ilk ustaları sayıldılar. Hikâyeye ilişkin ilkeler de kısa hikâye göz önünde tutularak, bu türü geliştirenlerce çıkarıldı. Aynı yapının korunduğu nouvelle, boyut olarak kısa hikâyeden ayrıldı. Nitekim nouvelle sözcüğü de Türkçeye uzun ya da büyük hikâye sözleriyle çevrildi. Conte için de kısa ya da küçük hikâye terimi yeğlendi.

Türk edebiyatındaysa Tanzimat'a dek uzun ya da kısa, olay aktarımına dayanan bütün anlatılar hikâye sözcüğüyle nitelenmiştir. Manzum ya da mensur, mesneviler, destansı anlatılar, masallar, fıkra ve latifeler, öğretici hikâyeler, hayvan masalları vb. hikâye sayılmış, manzum ürünler için destan sözcüğü de kullanılmıştır. Batı edebiyatındaki anlamıyla hikâye-roman sözleri Tanzimat döneminde ilk roman örneklerinin çevrilmesi sonucu edebiyatımıza girer. Tanzimat döneminde yayımlanan "Süheyli Nadiri" (Süheyli), "Muhayyelatı Aziz" (Muhayyelat), "Müsameretname" gibi yapıtlar eski hikâye geleneğini sürdürürler. Tanzimat hikâyesinin ilk örneği sayılan "Letaifi Rivayat" ise Ahmet Mithat'ın sanat anlayışına uygun olarak "ibret dersi vermek" amacıyla yazılmış hikâyeleri kapsar. Ama Batı edebiyatındaki anlamıyla kısa hikâyenin başarılı örneklerini Samipaşazade Sezai "Küçük Şeyler" (1892) adlı yapıtıyla verecektir. Çağdaş öyküyü geliştiren, romanda da görüldüğü gibi, Edebiyatı Cedideciler olmuştur. Halit Ziyat Uşaklıgil sağlam bir öykü yapısına ulaşmakla kalmamış, toplumsal ve bireysel gerçekliği de ustaca yansıtmıştır. Tanzimat'tan günümüze Türk edebiyatında öykü, romana bağlı olarak gelişmiştir. İlk romancılar bir yana, öykünün romana geçiş için bir aşama sayılması, bu anlayışın günümüze dek sürmesi, öykücü-romancı yazarların yetişmesine yol açmıştır. Bu nedenle salt öykücü olarak nitelenebilecek yazar sayısı oldukça azdır. Meşrutiyet döneminde Ömer Seyfettin, Cumhuriyet sonrasında ise Memduh Şevket Esendal, Kenan Hulusi, Bekir Sıtkı Kunt, F. Celalettin ve Sait Faik, öykücü olarak belirirler.


Misafir 8 Ekim 2014 21:41

Alıntı:

Mira adlı kullanıcıdan alıntı (Mesaj 2415029)
Öykü
MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi

Gözlem ya da tasarlama ürünü bir olayı anlatan yazı; hikâyedir. Hikâyenin Arapçada sözlük anlamı, "bir sürü haberi nakil ve rivayet eylemek, bir nesneye benzemek, fi'len yahut kavlen taklit eylemek, bir kimseden bir söz nakleylemek"tir. Bu anlamda, "anlatma, benzetme, tarih, destan, kıssa, masal, rivayet" sözcüklerini de karşılar. Genel olarak gerçek ya da hayal ürünü olayların aktarılması biçiminde tanımlanan anlatı türünün bir dalı sayılmıştır. Bu kapsam genişliği, bir söz sanatı olan edebiyatın tarihî gelişimine bağlanabilir. Anlatı türünün destan, halk hikâyesi, masal aşamalarından geçerek öykü ve romana ulaşması, olaya dayanan her tür anlatının "hikâye" terimiyle nitelenmesine yol açmıştır. Nitekim günümüzdeki anlamıyla, asıl 19. yüzyılda gelişmeye başlayan öykünün tanımında romandan kısa olması, dar bir zaman parçasını kapsaması, kişilerin sayıca az olması, bu kişilerin yaşamının tek boyutta verilmesi, ayrıca yaşamlarının bir yanı üstünde daha çok durulması gibi ölçüler getirilmiştir. Oysa çağdaş edebiyatta bu nitelikler de aşılmıştır.

Çağdaş öyküde uzunluk-kısalık, kişi ve zaman sınırlaması söz konusu olmadığı gibi çok boyutluluk amaçlanmakta, giderek olaysız öyküler yazılabilmektedir. Bir anlatı olarak hikâyenin, daha yazının bulunmadığı çağlarda ortaya çıktığı öne sürülmektedir. Buna göre, bir hayvanı nasıl avladığını hareketlerle ya da sözle çevresindekilere anlatan ilkel insan aslında bir hikâye anlatmaktaydı. İlk mağara resimlerinde, eski Mısır, Hitit, Yunan kabartmalarında da temelde bir hikâye söz konusudur. Sanatın başlangıcındaki bu iç içelik, toplumsal gelişime koşut olarak ayrışmaya uğramış, sözlü anlatıda mitler, efsaneler, destanlar hikâyeye dayanmışlardır. Bu aşamada hikâye bir tür değil, genel olarak anlatının eşanlamlısıdır. Biçimi değil, özü belirtmede kullanılmıştır. Nitekim olay anlatımına dayanan bütün türler (fabl, masal, fıkra vb.) hikâye kavramı içinde düşünülmüştür. Hikâyenin bir tür olarak gelişimi masallardan günlük olayları anlatmaya geçişle başlamıştır.

Bu yolda ilk örnekler Boccaccio'nun "İl Decamerone" adlı yapıtıyla Chaucer'in "The Canterbury Tales" adlı yapıtıdır (14. yüzyıl). Ama hikâyenin bağımsız bir tür olarak ortaya çıkışı ancak 19. yüzyılda gerçekleşecektir. Bunun nedeni, destan ve halk hikâyesinin romana doğru gelişmiş olmasıdır. Nitekim ilk roman örneklerinin, aralarında kişi, yer ve zaman bağlantısı kurulmuş hikâyelerden oluştuğu görülür. 19. yüzyıldaysa, gerek düzyazının gelişimi, gerekse gazete ve dergilerin çoğalması, yazarları bir çeşit roman kısaltmaları sayılabilecek ürünler vermeye itti. Hikâye (nouvelle) ve kısa hikâye (conte) ayrımı da bu yüzyılda yapıldı. Fransız edebiyatında Maupassant, Rus edebiyatında Çehov, Amerikan edebiyatında O'Henry kısa hikâyenin ilk ustaları sayıldılar. Hikâyeye ilişkin ilkeler de kısa hikâye göz önünde tutularak, bu türü geliştirenlerce çıkarıldı. Aynı yapının korunduğu nouvelle, boyut olarak kısa hikâyeden ayrıldı. Nitekim nouvelle sözcüğü de Türkçeye uzun ya da büyük hikâye sözleriyle çevrildi. Conte için de kısa ya da küçük hikâye terimi yeğlendi.

Türk edebiyatındaysa Tanzimat'a dek uzun ya da kısa, olay aktarımına dayanan bütün anlatılar hikâye sözcüğüyle nitelenmiştir. Manzum ya da mensur, mesneviler, destansı anlatılar, masallar, fıkra ve latifeler, öğretici hikâyeler, hayvan masalları vb. hikâye sayılmış, manzum ürünler için destan sözcüğü de kullanılmıştır. Batı edebiyatındaki anlamıyla hikâye-roman sözleri Tanzimat döneminde ilk roman örneklerinin çevrilmesi sonucu edebiyatımıza girer. Tanzimat döneminde yayımlanan "Süheyli Nadiri" (Süheyli), "Muhayyelatı Aziz" (Muhayyelat), "Müsameretname" gibi yapıtlar eski hikâye geleneğini sürdürürler. Tanzimat hikâyesinin ilk örneği sayılan "Letaifi Rivayat" ise Ahmet Mithat'ın sanat anlayışına uygun olarak "ibret dersi vermek" amacıyla yazılmış hikâyeleri kapsar. Ama Batı edebiyatındaki anlamıyla kısa hikâyenin başarılı örneklerini Samipaşazade Sezai "Küçük Şeyler" (1892) adlı yapıtıyla verecektir. Çağdaş öyküyü geliştiren, romanda da görüldüğü gibi, Edebiyatı Cedideciler olmuştur. Halit Ziyat Uşaklıgil sağlam bir öykü yapısına ulaşmakla kalmamış, toplumsal ve bireysel gerçekliği de ustaca yansıtmıştır. Tanzimat'tan günümüze Türk edebiyatında öykü, romana bağlı olarak gelişmiştir. İlk romancılar bir yana, öykünün romana geçiş için bir aşama sayılması, bu anlayışın günümüze dek sürmesi, öykücü-romancı yazarların yetişmesine yol açmıştır. Bu nedenle salt öykücü olarak nitelenebilecek yazar sayısı oldukça azdır. Meşrutiyet döneminde Ömer Seyfettin, Cumhuriyet sonrasında ise Memduh Şevket Esendal, Kenan Hulusi, Bekir Sıtkı Kunt, F. Celalettin ve Sait Faik, öykücü olarak belirirler.

Kaynak bildirir misiniz ?


Safi 11 Aralık 2015 21:43

ÖYKÜ a.
1. Gerçek ya da düşsel olayları, yazılı ya da sözlü biçimde geliştirip anlatma; hikâye: Gençler için macera öyküleri yazmak. (Bk. ansikl. böl. Ed.)
2. Genellikle üzücü, karmaşık olaylar, olgular dizisi; hikâye: Bu heykelin uzun bir öyküsü var.

—Ed, Kısa öykü ya da küçük öykü, uzunluğu birkaç sayfaya kadar olan öykü. Öykü terimi genelde bu anlamı kapsar. || Uzun öykü, uzunluğu bakımından kimi zaman romana yaklaşan öykü.

—Tiyat. Dramatik bir yapıtın anlatısal arka planı. (Dramaturgide öyküyü yeniden kurma çalışması, kronolojiden bağımsız olarak olay örgüsünü bir sergileme girişimidir. Ancak öyküyü, aldığı biçimlerden ayırmak da hayli güçtür.) || Aristoteles'e göre, "gerçekleşmiş eylemlerin bileşimi". (Bu durumda yapıtın yapısı da öykü alanına girer.)

—ANSİKL. Ed. Dış gerçeğin iki ayrı işleniş biçimi olan iki anlatı düzenini tanımlamak için edebiyat eleştirisi, öyküyü romana karşı bir tür olarak ele alır. Öykü temelde geçmişe yöneliktir: aktarılan olay gerçekleşmiştir ve anlatım sırasında olayların iç dinamiği üzerinde durulmaz. Öykü bilinen bir olayı işlerken, edinilmiş bir bilgiyi ele aldığı ölçüde, kavramsal bir nitelik taşır; kısalıklarıyla olayı ve olayın görünen ya da gerçek belirsizliğini incelemeyi bir yana bırakan dizisel ve savunma özellikli masalla özdeşleşir. Bunun için özellikle olağanüstü halk masallarında gerçekleştirilen öykü tiplemesinde, olayın gerçek anlamıyla betimlenmesi bir yana bırakılır, bu da olayın her zaman kişilerden daha önemli görüldüğüne tanıklık eder. Öykü, oluşan tarihi bilmezlikten gelir, değişkenliği de, dramatikliği yasaklamayan olay düzenlemesine dayanır. Değişkenlik ve dramatiklik tam anlamıyla yargısal bir eylem olan sınamaya bağlanmıştır Romansa tersine, olayı gerçekleşmiş biçimiyle ele alır. Bu yaklaşım, tarihte bitmişi değil, oluşumu göz önünde tutan tarihsel kurguyu engellemez.
Öykü, anlatım sırasında önem kazanan yer ve zaman verilerinin en alt düzeyde ayrıştırmasıdır Edebiyat etkinliklerinin dağılımında, olayın sınamayı ve serüveni yaratması ölçüsünde öykü tarihsel olarak romana öncülük eder. Çağdaş edebiyat kuramında, öykünün roman ya da roman dışı tüm anlatım yollarının organik biçimini sunduğu düşüncesi benimsenmiştir. Simgesel zamansallık içeren dış gerçeğe dönük bir metin olarak tanımlanan öykü, biçimsel bir indirgemeye uğrayabilir. Bu indirgeme, temel anlamsal bütünün yapısal verilerle ele alınmasıdır. Lövi-Strauss’un mitolojik çözümleme sonuçlarından ve Vladimir Propp'un rus halk masallarındaki dizge incelenmelerinden kaynaklanan öykü çözümlemeleri, birbirine yakın, ama farklı iki niteliğin bağlaşımından doğan çekirdek bir öykünün varlığını ortaya koyar: bağlaşım, bir bağdaştırma ve dönüşüm işlemi çerçevesinde anlatımın konusunu oluşturur. Bağdaştırmanın yapısının ve işleminin belirleyici ayrıntıları ne olursa olsun, edebiyat kuramında, bir eylem mantığı egemendir, bu eylem hem öykünün ilk biçimindeki yargısallığı, hem de romanın titiz yaklaşımını bir arada tutmaya yarar. Bu durum, seçmeli, ama kurucu organik mantığa bağımlı önermelerin birbirine eklenmesi ve sözkonusu mantığın karıştırılmasıyla nitelenir.
Öykü türünün türk edebiyatındaki gelişme aşamalarını destansı yapıtlar (Dede Korkut kitabı), kahramanlık (Köroğlu) ya da aşk (Kerem ile Aslı) serüvenleri oluşturur. Ancak bunlar saz eşliğinde söylenen manzum bölümleri kadar masalsı içerikleriyle de öyküden farklıdır. Gündelik yaşamı, gerçekleri yer yer yansıtan bazı meddah hikâyelerinin öyküye yer yer yaklaştığı söylenebilir. Öte yandan Tanzimat’ tan sonra yayımlanan ilk öykü örnekleri üzerinde (Ahmat Mithat, Letaifi rivayat [1870-1871]) meddah anlatımının etkisi vardır. Fransız edebiyatı yolunda ilk gerçekçi küçük öyküler Samipaşazade Sezai’ nindir (Küçük şeyler [1892]). Yapıtlarının önsözlerinde türün özellikleri üzerinde duran ve olanaklarını araştıran natüralist Nabizade Nazım’ın ürünlerinden çoğu uzun öykü niteliğindedir (Kara Bibik [1890 -İ891]). Öykünün yerleşme ve gelişmesinde Halit Ziya Uşaklıgil’in (Solgun demet [1901]) önemli katkısı oldu. Ömer Seyfettin olaya ağırlık veren, Refik Halit Karay ilk kez Anadolu gerçeklerini yansıtan, Memduh Şevket Esendal yaşamdan gösterişsiz kesitler veren öyküleriyle tanındılar. Gerçekçi, toplumcu Sabahattin Ali, küçük insanlara yönelik derin insan sevgisini şiirli bir cJİI!e sergileyen Sait Faik Abasıyanık daha sonraki farklı eğilimlere temel oluşturdular. Gerçekleri yalın bir anlatımla işleyen öykücüler (Samim Kocagöz, Orhan Kemal, Bekir Yıldız) yanında ayrıntılara yönelen (Füruzan, Tomris Uyar), bilinçaltını araştırırken biçim araştırmalarına girişen (Bilge Karasu, Nedim Gürsel) yazarlar da vardır.


Kaynak: Büyük Larousse



Saat: 18:42

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık