MsXLabs

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Edebiyat (https://www.msxlabs.org/forum/edebiyat/)
-   -   Piyesler (https://www.msxlabs.org/forum/edebiyat/3950-piyesler.html)

Misafir 25 Şubat 2006 13:17

ALBERT EİNSTEİN
Gülten KARLI
Kişiler :
Albert Eistein
Milevya ( Birinci karısı )
Hans ( oğlu )
Elsa ( İkinci karısı )
Leo Szilard ( Meslektaşı )
Hitler
Roosevelt
( Sahne 1 : Einstein'ın evi. Oldukça yoksul görünümlü bir oda. Yerde eski bir halı. Sobanın üzerinde kuruması için asılmış çocuk bezleri. Lavaboda birkaç tabak çanak.
Odanın kıyısında bir beşik ( içinde bebek ). Odanın ortasında Einstein'ın yerlere serdiği kitapları, hesaplarını yaptığı kağıtlar. Kağıtların arasıda çocuk oyuncakları.
Bir köşede kanepe ve sandalye görülmektedir.)
1.BÖLÜM
EINSTEIN – ( Kısa pantolonlu, saçları darmadağınık bir halde, elinde kömür kovasıyla girer. Kovayı sobanın yanına bırakır. ) Merhaba Milevya ! Nasılsın ?
MILEVYA – ( Yoksul giyimlidir. Omuzlarında şalı vardır. ) Nasıl olabilirim. Gördüğün gibi bezleri kurutuyorum. ( Topladığı bezleri katlar, sepete koyar. )
EINSTEIN – ( Sandalyeye kurulur. Bacak bacak üzerin atar. ) Özel Görecelik Teorim ile ilgili yazımı bilim dergisinde yayımlamışlar. Bundan böyle çocuk bezi kurutmaya son. Odun kömür taşımaya son. Zengin olacağız Milevya. Kocan ünlü bir fizikçi artık. ( Dalgınlaşır. Yerdeki kağıtlarına eğilir. )
MILEVYA – ( İzleyicilere )Dereyi görmeden paçaları sıvıyor.( Einstein'a) Kahve ister misin?
EINSTEIN – ( Dalgın çalışmaktadır. Kağıtların birkaçını toplar. Kendi kendine ) Artık sizi dosyalayabilirim.
MILEVYA – ( Sobanın üzerindeki çaydanlıktan bir fincan kahve doldurur. Einstein'ın önüne oturur. ) Einstein ! Sıcak bir kahve ?
EINSTEIN – ( Gülümseyerek kahveyi alır. ) Teşekkürler Milevya. ( Kağıtlarına eğilir. )
MILEVYA – ( Lavaboda bulaşıkları yıkamaya koyulur. Bu arada beşikteki bebek ağlamaya başlar. Milevya'nın arkası dönüktür. ) Einstein, bebeği sallar mısın ?
( Einstein dalgındır. Milevya'yı duymaz. Milevya dönerek ) Einstein, lütfen bebeği susturur musun ?
( Einstein kendisini çalışmaya vermiştir. Milevya ellerini kurularken )
Aman tanrım! Yine dalgınlığı üzerinde. ( Milevya beşiği çekerek Einstein'ın ayak ucuna yaklaştırır.Einstein'ın ayağını beşiğin korkuluğuna takar. Beşiği sallaması için Einstein'ın ayağını hafif çeker, bırakır. Beşik sallanır,bebek susar. )
HANS – ( Kanepede oturmaktadır. Beşikteki bebeğin sesiyle uyanmış, gözlerini ovuşturmaktadır. ) Anne ! Anneciğim !
MILEVYA – Tamam. ( Hans'ı Einstein'ın yanına oturtur. Eline çıngırak verir. ) Oyna sen burada, ben şimdi hazırlarım çorbanı.
( Einstein bir yandan hesaplarıyla uğraşırken öte yandan, ayağıyla beşiği sallamayı sürdürmektedir. Milevya lavaboya giderken, Einstein'ın ayağını beşikten çıkarır. )
HANS – ( Elindeki çıngırağı Einstein'ın kulağının dibinde sallamaktadır. Soğumuş kahveden içer, yüzünü buruşturur. İçmesi için Einstein'a da uzatır. Einstein uzatılan kahveyi bilinçsizce içer. Hans kahve fincanı elinde ağlayarak annesinin yanına gider. Eteğini çekiştirir. ) Anne, anneciğim ! Baba içti !
MILEVYA – Ağlama bebeğim, o zaten babanın kahvesiydi. ( Yanağını okşar.) Aferin oğluma. Babasına kahvesini içirmiş. ( Fincanı elinden alır.) Bunu yerine koyalım.
( Tencereyi gösterir.) Bak, anneciğin mis gibi çorba yaptı sana.
( Hans koşarak Einstein'ın yanına gider. Kağıtların altında kalan arabasını almak ister, alamaz. Çıngırağıyla Einstein'ın kafasına vurur.)
MILEVYA – ( Elinde çorba kasesiyle gelir.) Yapma Hans! Çok ayıp ama. Bak baba çalışıyor. ( Hans vurmayı keser. Milevya yere oturur.) Gel bakalım. Ham yapsın güzel oğluuum.
( Beşikteki bebek ağlamaya başlar. Einstein çalışmayı bırakır. Dalgın kalkar. Kemanını alıp çalmaya başlar.)
MILEVYA – ( Çorba kasesini Hans'ın önüne bırakır.) Kendin yiyebilirsin Hans.
( Beşiği sallamaya başlar.) Einstein !
EINSTEIN – ( Çalmayı bırakır.) Evet Milevya!
MILEVYA – ( Üzgün ) Sana söylemiştim... Almanya'yı sevmiyorum... Zürih'e dönmek istiyorum.
EINSTEIN – Nasıl istersen Milevya. ( Yeniden kemanını çalmaya başlar.)
2.BÖLÜM
( Einstein'ın evi. Oda bomboştur. Yalnız yerde Einstein'ın bilimsel çalışmalarının kopyaları ve bir sürü kullanılmış kağıt vardır. Odanın köşesinde eski bir örtü görülmektedir.)
EINSTEIN – ( Elektrik şokuna maruz kalmış görünümü vardır. Ayakları çıplaktır. Yerde oturmakta, kağıtlara hesaplar yapmaktadır. Kapı vurulur.) Giriniz!
ELSA – ( Girer. İri yarıdır. Kolunda çanta, başında şapka vardır. Şaşkın ) Kuzen! Burada ( Çevresine bakınır.) nasıl yaşıyorsun? Eşyaların nerede?
EINSTEIN – Onları Milevya'ya gönderdim.
ELSA – Milevya gittiğinden beri kendini iyice bıraktın. ( Lavaboya gider. Ocağın üzerindeki tencereyi açar. Yüzünü buruşturur. İğrenerek, kendi kendine ) Çorbasının içinde yumurta haşlıyor! Tavuk pisliği de hala üzerinde. Kuzen! Kendini çalışmaya öyle kaptırıyorsun ki yakında sağlığın bozulacak.
( Köşedeki örtüyü ayağıyla iter.) Bu nedir kuzen?
EINSTEIN – ( Başını kaldırıp bakar.) Uyurken üzerime alıyorum.
ELSA – Yazık, çok yazık. Sağlığını hiç düşünmüyor musun? ( Einstein'ın önüne çömelir.) Bu çalıştığın nedir?
EINSTEIN – Genel Görecelik Teorisi.
ELSA – ( Einstein'ın yanına oturur.) Bir dakika kuzen. ( Einstein'ın kağıtlarını elinden alır. İyice gözüne yaklaştırıp bakar.) Nedir bu görecelik dediğin teori?
EINSTEIN – Büyük mesafelerde zaman ve mekan görecelik kazanır. Sadece ışık hızı sabit kalır.
ELSA – ( Bir an düşünür.) Hiçbir şey anlamadım.
EINSTEIN – Geçen gün işe gitmek için tramvaya binmiştim. Saat kulesinin bulunduğu caddeye bakıyordum. Diyelim ki tramvay ışık hızıyla gidiyor. Ben de kulenin bulunduğu saate bakıyorum. Görecelik teorime göre kulenin tepesindeki saat durmuş gibi görünüyor. Buna karşılık kolumdaki sat daha yavaş hareket eder çünkü hız, ışık hızına yaklaştıkça zaman yavaşlar. Işık hızına ulaşıldığında ise zaman sıfır noktasındadır. Hızları ışık hızına yaklaştığında zaman her gözlemci için aynı değildir.
ELSA – Ya “gerçek” zaman ne olacak? Saat kulesi ve kolumuzdaki saat gerçek olan tek saati göstermek zorunda değil mi?
EINSTEIN – “Gerçek zaman” diye bir şey yok. Zaman sadece ölçüldüğü anı gösterir. Zamanı ölçebilmenin başka yolu yoktur.
ELSA – ( Çantasından bilim dergisi çıkarır. Sevinerek ) Bu anlattıkların yani Görecelik Teorin kanıtlanmış. ( Dergiyi açar.) Burada öyle yazıyor. Ama bu teorin akla şunu getiriyormuş : İkizlerden biri uzayda ışık hızına yakın bir hızla uzun bir yolculuğa çıkarken, öteki evde kalır.
EINSTEIN – ( Sözünü keser.) Astronot olan ikiz geri döndüğünde diğerinden daha gençtir.
ELSA – Neden?
EINSTEIN – Bulunduğu yerde kalan ikiz “normal” zamanı yaşarken, uzaydaki ikizin zamanı yolculuğu boyunca yavaş ilerlemiştir. ( Elsa'nın elindeki dergiyi alır. Gururla bakar, kapatır. Önündeki kağıtlara eğilir, çalışmaya koyulur.)
ELSA – ( Ayağa kalkar.) Kuzen! Benim eve gelsene. ( Çantasından minik bir makas çıkarır. )
EINSTEIN – Niçin Elsa?
ELSA – Baksana yaşadığın yere kuzen. Sağlığın bozulacak. ( Einstein'ın arkasında diz üstü çöker. Saçlarını kesmeye başlar. Bu arada Einstein'ın yazdığı kağıdı dolmuştur. Bakınırken Elsa'nın çantası gözüne ilişir. Formülü çantanın üzerine yazar. Bu arada Elsa boynunu kırarak Einstein'ın saçlarına bakar.) Eveet, çok güzel oldu. ( Çantasını aranır. Einstein üzerine yazı yazmaktadır, çeker alır.) Kalk kuzen! ( Elinden tutar.) Hadi bize gidiyoruz! Ben sana bakarım.
EINSTEIN – Bir saniye Elsa. ( Elindeki kağıda bakar.) Şey, çanta nerede? Az önce bir formül yazmıştım üzerine. ( Çantayı almaya çalışır.)
ELSA – ( Çantasını çeker.) Olmaz kuzen! Çantamı karalamana izin veremem.
EINSTEIN – Lütfen Elsa. Ufak bir şey ekleyeceğim.
ELSA – ( Çantasına iyice sarılır.) Hayır!
EINSTEIN – ( Bir hamleyle Elsa'nın eteğini tutar.) Ne olur dur, kıpırdama!
ELSA – ( Geri sıçrar.) Ne yapıyorsun?
EINSTEIN – ( Formülü Elsa'nın eteğine yazar.) Oldu işte.
ELSA – ( Bağırarak ) Yeni aldığım elbiseme!
EINSTEIN – ( Duymazdan gelir.Elsa'nın koluna girer.) Hadi gidelim. Ha sakın unutma. Evde çantanı ve elbiseni bana vereceksin.
ELSA – (Gülerek) Tamam tamam. (Çıkarlar.)
( Sahne 2: Elsa'nın evi. Odada masa, koltuklar, kitaplık vardır. Einstein masada oturmuş, gazete okumaktadır. Masanın üzerinde Einstein'ın çalışma kağıtları ve kitapları vardır. Ayrıca Eintein, derli toplu görünmektedir. Elsa koltukta oturmuş, dikiş dikmektedir. Kapı çalınır, Elsa açar.Gelen Leo'dur.)
LEO – Merhaba Elsa.
ELSA – Buyurun, hoş geldiniz. (Yerine oturur.)
EINSTEIN – (Ayağa kalkar, elini uzatır.) Hoş geldin dostum, nasılsın?
LEO – (Einstein'ın elini sıkar, koltuğa oturur.) Teşekkür ederim, sen nasılsın?.. Üzgün görünüyorsun?
EINSTEIN – (Elindeki gazeteyi gösterir.Üzgün) Yedi çocuklu bir aile, buzdolabından sızan zehirli gazların etkisiyle uyurken ölmüşler. (Gazeteyi Leo'ya uzatır.Leo üzgün bakar.) Bunu önlemenin bir yolu olmalı.
ELSA – (Ayağa kalkar.) Kahve ister misiniz?
EINSTEIN – Teşekkürler Elsa. İyi olur. (Elsa çıkar.)
LEO – Elsa'yla evlendiniz değil mi?
EINSTEIN – Evet evlendik. Leo, istersen şu laboratuara gidip buzdolabı üzerinde biraz çalışalım. (Işıklar kararır.)
(Einstein ve Leo'nun önünde bir buzdolabı vardır.Çalışmaktan kan ter içinde kalmışlardır.)
EINSTEIN – (Buzdolabının arkasından) Tamam Leo, büyük vidayı ver. (Vidayı takar.) Şimdi küçük vidayı ver. (Alır,takar.) Şu kabloyu bağlar mısın lütfen. (Leo'da buzdolabının arkasına girer. İşte oldu. Bundan sonra pompadan zehirli gaz sızsın da görelim. Çalıştır bakalım Leo. (Buzdolabının arkasından çıkar.)
LEO – (Fişi takar,elini düğmeye götürür.) Umarım korktuğumuz başımıza gelmez. Çalıştırıyorum.
EINSTEIN – Çalıştır. Leo düğmeye basar. Buzdolabından çakal ulumasına benzer ses çıkar. Einstein ve Leo şaşkın kulaklarını tıkarlar.)
EINSTEIN – Leo, tanrı aşkına Leo, kapat şunu!
(Işıklar karar)
(Einstein masa başında çalışmaktadır. Leo heyecanla girer.)
LEO – Einstein! Sevgili meslektaşım, kutlarım! (Elini sıkar.) Nobel Fizik Ödülü almışsın!
EINSTEIN – (Elini sıkarken, gülümseyerek) Evet öyle. Teşekkür ederim.
ELSA – (Girmiştir.) Hoş geldin Leo. Bunu kutlamak gerekir. Ama ben Einstein'ın niçin ödül aldığını hala anlamış değilim.
LEO – (Oturur.Einstein'e) Elsa'ya açıklamadın mı?
EINSTEIN – (Elsa'ya) Benden önceki fizikçiler ışığın parçacık mı, dalga mı olduğuna karar verememişlerdi. Ama ben diyorum ki, ışık parçacıklardan yani fotonlardan oluşuyor. Ve ışık girişimlerde yaptığına göre dalgadır.
ELSA – Işık hem parçacık hem dalga... Benim anlayacağım şekilde örnek versen Einstein. Şöyle gözümde canlansın.
EINSTEIN – Koyun sürüsünü düşün Elsa. Tek tek parçacıklar halindedirler ama, birbirlerine bağlı olarak yaşarlar. Yani gidecekleri yere hep birlikte giderler. Yolda hiçbirisi kaybolmaz. Söz gelimi Dünya'dan Ay'a bir lazer demeti gönderildiğinde böyle olur. Doğası gereği. Yönelimcilerdir. Ayrıca ışık boşlukta yayılır. Ve hızı evrenseldir. Hiçbir cisim yada fiziksel olay ışık hızından daha büyük bir hızla yayılamaz.
ELSA – (Anlamış gibi) Aslan kocacığım! Işığı koyun sürüsüne benzetiyor. Ve Nobel Fizik Ödülü'nü alıyor. (Alkışlar.)
LEO – Sen gene anlamamışsın Elsa. Einstein ışığın yapısını, teknolojide kullanıma yardımcı olabilecek biçimde açıklıyor. Örneğin televizyonun geliştirilmesi, kapıların otomatik olarak açılmasını sağlayan elektrik göz, ışık teknolojisinin ürünleridir.
ELSA – Ha öyle mi. Tamam öyleyse.
LEO – Elbette çok iyi. Einstein! Bu ışık teorinden yola çıkarak atomu da açıklıyorsun. Işıktaki enerji sayesinde atomun parçalanabileceğini...
EINSTEIN – (Gülerek sözü alır.) Evet, atomu da kurtlara benzetiyorum. Elsa'nın anlaması için. Yalnız ve zalim olan kurtlar. Aynı durumda birden fazlası bulunmayan; elektronlar, protonlar, nötronlar ve temel tanecikler. Aralarında koyun alışverişiyle kurt topluluğu. Nükleonlar ve elektronlar. İşte bu e=mc² formülümle kütle, enerji ve ışık hızı arasındaki bağlantıyı ortaya koyuyorum. Madde katılaşmış bir enerjdir.Eğer madde herhangi bir şekilde enerjiye dönüştürülürse, küçücük bir kütlenin oldukça etkili miktarda enerji ortaya çıkaracağını ifade ediyorum.
LEO – (Elsa'ya) Einstein ünlü bir fizikçi artık. (Einstein'a) Ödül olarak verilen parayı nasıl değerlendirmeyi düşünüyorsun?
EINSTEIN – Milevya'ya, ilk karıma göndereceğim. Söz vermiştim ona, bir gün para kazanır...
ELSA – (Einstein'ın sözünü keserek kalkar.) Birer kahve içsek hiç de fena olmaz. (Çıkar.)
EINSTEIN – (Leo'ya) Buzdolabından haber var mı?
LEO – AEG Araştırma Enstitüsü beğenmiş ama, patent vermiyor. Biliyorsun İkinci Dünya Savaşı... Dünya ekonomik ve siyasi bir kriz yaşıyor.
EINSTEIN – Evet.
LEO – (Alçak sesle.) Biliyor musun? Adolf Hitler öldürülmen için yirmi bin mark ödül koymuş!
EINSTEIN – (Kendi kendine) Bu kadar değerli olduğumu bilmiyordum. (Leo'ya) Neden peki?
LEO – (Alçak sesle) Neden olacak. Birincisi silahlanmaya karşı her gün bir yerlerde konferans veriyorsun. İkincisi Siyonizme büyük destek veriyorsun. Yahudileri destekliyorsun.
(Işıklar kararır. Sahnenin sağ ve sol tarafındaki bir kürsüde Hitler güya halkına bir konuşma yapmaktadır.)
HİTLER – (İzleyicilere bir süre bakar. Sol eli kemerinde, sağ elini ileriye doğru uzatır.) Üstün Alman ırkı! Amacımız, Alman olmayan bütün ırkları ortadan kaldırmak! Özellikle de yahudileri. Einstein'da bir Yahudi'dir. Gereğinin yapılması... (İzleyicileri süzer.) Üstün Alman ırkı dünyada bin yıl hüküm sürecektir. İlk hedefimiz bin yıl! (Alkışlarla kürsüden iner. Çıkar.)
(Sahne aydınlanır. Einstein ve Elsa kahve içmektedirler.)
EINSTEIN – (Masada kahveden bir yudum alır..) Eline sağlık Elsa.
ELSA – Afiyet olsun. (Kapı vurulur. Leo girer. Oldukça heyecenlı)
LEO – Einstein!
EINSTEIN – (Leo'ya doğru bir iki adım atar.) N'oldu Leo? Otur şöyle. Lütfen sakin ol. Elsa, sevgili meslektaşıma bir kahve getirir misin? (Elsa çıkar.)
LEO – (Kendini koltuğa bırakmıştır.) Einstein! Almanya senin bulduğun e=mc² formülüne korkunç bir uygulama alanı bulmuş! Alman bilim adamları atomu parçalamışlar! Yakında akıl almaz güçlü bir bomba yapabilecekler!
EINSTEIN – (Eli ayağı titreyerek masaya yönelir.) Hayır olmaz! Olmamalı! Bu korkunç bir şey!!! (Kalem ve kağıt alır.) ABD Başkanı Roosevelt'e bu durumu bildireceğim. (Sahne kararır.)
(Hitler'in konuşma yaptığı kürsüde ABD Başkanı Roosevelt görülmektedir.İzleyicileri süzer.)
ROOSEVELT – Çok değerli bilim adamları! Ünlü Alman fizikçi Einstein'dan bir mektup aldım. Hitler atom bombası yapıyormuş. Bu duruma engel olmamı istiyor. Mümkün değil... Rakiplerimiz bomba yaparken bizler boş duramayız. Biz neden atom bombası yapmayalım. Bunu sizden istiyorum. Einstein gibi karşı çıkarsanız eğer... Bilin ki vatan hainisiniz!
(Sahne aydınlanır. Einstein ayağa kalkar. Sahne önüne gelir. İzleyicilere)
EINSTEIN – Ben e=mc² formülünü insanlığın yararına kullanılsın diye bulmuştum. Böyle olmasını hiç istemedim. Atom bombasının yapılmasının yapılmasına, yaşadığım sürece karşı çıktım. Evrenin yasalarını değiştirdim, insanları değiştiremedim.


Misafir 26 Şubat 2006 12:16

http://www.davetci.com/fatih_kck.jpgTAKDİM - (Sunuş)

Bu piyes, bir şahsın, bir zümre veya devrin ihtişamını hedef gütmez, Bir m*****n bir davanın korunmasına yönelen özellik taşır, Nitekim ismi <<İstanbul'un Fethi>> şeklinde bir şahsa, bir olaya bağlanmadı.

Fetih, madde ve mana planında ilahi iradeye teslim olmanın, bütün Rahmani (Allah'tan gelen) prensipleri hakim kılmanın, her şeyi Hak çizgileriyle örgüleştirmenin ifadesi.,, Geçici, ölücü, ani mevzii, değil,' ebedi, dipdiri, külli (kapsamlı) ve sürekli,' iç ve dış unsurlarıyla
topyekun Hakka teslimiyetin remzi (işareti). Yani bir şahsın zaferi bir şehrin işgali, bir milletin galibiyeti, manasına gelmekten öte ve ulvi (yüce) bir mefhum (kavram).

Bizden evvelkilerin mücadele parolası, "i'la-i Kelimetullah" "Allah Adını Yüceltme" idi. Yine öyle, fakat zaman tefsirini (yorumunu) değiştirdi, O gün, ulaşmayan yerlere ulaştırmak idi, Bugün,
onunla boy ölçüşmeye yeltenen insan aklının üstüne yükseltme ve İlahi Nizamı, bütün beşeri (insani) sistemlerin üstüne hakim kılma cehti (gayreti) diye anlaşılacak. Fetih de bu mücadelenin ismi olacak. Hem okunsun, hem oynansın diye yazdım.

AFYON -20 Hazİran -1967
Ali NAR



ŞAHISLAR

2. Murat - yaşlı
Hacı Bayram - orta yaşlı
Akşemsettin - orta yaşlı
Molla Yegan - orta yaşlı
Molla Gürani - orta yaşlı
Sarı Hızır - orta yaşlı
Ahmet Paşa - orta yaşlı
Fatih Sultan Mehmet - çocuk ve genç
Turhan Bey - orta yaşlı
Zagnos Paşa - orta yaşlı
Vezir Çandarlı - yaşlı
Çocuklar - çocuk
3 Köylü - orta yaşlı
Mimar - orta yaşlı
2 Kalfa - orta yaşlı
Patrik - yaşlı
Keşiş - yaşlı
Kostantin - orta yaşlı
Jüstinyen - orta yaşlı
Bizanslılar - kalabalık
Bir Bizanslı - orta yaşlı


AÇILIŞ
Bu surların ardından
Gümm Gümm Güm,
Toplar atılır .

Bu surların ardından
Hücumm Hücumm Hücum
Surlar açılır .

Bir sabahta fecir ufukta beyaz
Türküler maniler destan nefesler
Perdeler nameler besteler sesle
Sırlar açılır .

Kargılar palalar yalın kılıçlar ,
Döner alev halka dev kırlangıçlar
Alatlar kıratlar yağızatlar ,
Kuzgun döner başa, ruhlar açılır .

Üç tepeler ardında, beş tepeler üstünden;
Üç yiğit belirir üç hilal üçtuğ,
Şehadet parmağı yukarda başbuğ.
Bir hedef verilir uzak ve uluğ,
Gönüller açılır gökler açılır.

A. N.

http://www.davetci.com/piyes_fatih_ayasofya.jpg

BİRİNCİ BÖLÜM

1. TABLO

ROL TAKDİMİ
"Her rol sahibi en müessir (tesirli) ve en güzel sözünü yüksek sesle ve
piyesteki edasına uygun olarak, aralanan perdenin ortasından
görünerek seyirciye hitaben söyler ve ayni eda ile kaybolur. Rol
sırasına ve tabloların gelişine dikkat edilir. Bir taraftan girilir .
Perde üç kişi sığacak kadar aralanmıştır. Perde arkasında
takdimci sıra ile okur:"

1 -2. Murat ve Fatih Rolünde (..........)
rol sahibi kostüm ve makyajıyla girer , tam ortada durur , kılıcını
çeker). Beylerim Paşalarım toplar dökülsün Anadolu Beylerbeyi-
ne koşturulsun Kostantina (İstanbul) üzerine sefer var?.. (Kaybolur)
2 -Vezir-i A'zam Rolünde (Başbakan) (.......... )
(İki elini uzatarak) Yalnız Hünkarım (padişahım), biz Bizans ile barış
içindeyiz... (Kaybolur)
3 -Zagnos Paşa Rolünde (.......... )
(Sancakla girer ve şiddetle) -Bizans intihar etmiştir, Vezir (bakan)
Hazretleri, ya aşırı merhametlisiniz yahut... (Ve sert adımlarla
kaybolur .)
4 -Turhan Bey Rolünde (.......... )
Hünkarımızın işaretini bekliyoruz. (Kaybolur)
5 -Akşemsettin Rolünde (.......... )
Bizans ahdini (ANLAŞMAYI) bozmuş ve şehrin sehabet (sahiplik)
hakkını kaybetmiştir . Hilal Ayasofya üzerine meyletmiştir (yönelmiştir).
6 -Molla Gürani Rolünde (.......... )
Varmısın, Altın kubbeli Ayasofya'yı Yed-i Beyza-ı İslam'a
(İslam'ın beyaz eline) teslim etme mücüdelesine?
(Tekrar eder) Varmısınız?


7 -(Küçük) Sultan (Şehzade) Mehmet Rolünde (.......)
(Kılıcını çekerek) İslam'ın gayreti buna her Müslümanı arzu
ettirir hocam!.
8 -Çocuklar (.......)
(Dördü birden divan durur) Ferman Padişahımızındır.
9 -Askerler Rolünde (.......)
Savulun Hünkarımız geliyor.
10 -Kadı Rolünde (.......)
Allah'ın kanunundan başkasıyla hükmedenler zalimlerin ta
kendileridir.
11 -Kostantin Rolünde (.......)
(Heyecanlı) Yürüyün mukaddes (kutsal) cihanda (Durak) Surlarda bir er
gibi çarpışarak öleceğim.
12 -Ahmet Paşa Rolünde (.......)
(Kendisinden bir beyit okur)
13 -Keşiş (Rahip) Rolünde (.......)
(Ortaya çömelir) Karalar ve denizler hep bunu fısıldıyor:
Bizansın yıldızı söner gibidir. Talih Osmanlıya gülüyor.
14 -Esnaf ve köylüler ( )
(Üçü birden) Dükkan komşum siftah etmeden ikinci satış haram
olur bana!.


2. TABLO
(Işıklar yanınca perde tam açılmıştır:
İkinci Murat, Akşemsettin ve Hacı Bayram Veli Bursa
Sarayının bahçesinde sohbetteler. Önde havuz ve yeşillik, arkada
sarayın cephesi, sağda bir oda dershane biçiminde...
II. Murat yaşlı, diğerleri orta yaş ve tarikat kisvesinde. II.
Murat dalgın duruyor, arkadan çocuk ağlaması işitilmekte.
Akşemsettin ve Hacı Bayram-ı Veli II. Murat'ı süzüyorlar. (Bir
dakika.)

HACI BAYRAM-I VELI - (II. Murat'a saygılı ve samimi bir
sesle) Hünkârım daldınız, nedir acaba sorsak?...

II. MURAT-(Başını H. Bayram'a çevirir düşünceli ve içli
ağır ağır) Kostantina zihnimi çok meşgul eder oldu sultanım. O
Peygamber müjdesine mazhar kul olamazmıyım diye düşünür-
düm... Zira ki zamanda, mekânda, imkân da bize elverir oldu.

HACI BAYRAM - Müsterih (rahat) olun Hünkârım (Ara) O belde
İslâmındır (ara düşünür) Biz ermemişiz ne gam (Ellerini iki yana
açmış, ayağa kalkar tebessümle) Bilesin ki dünyanın mihver
çivisi Ayasofya'yı küfrün kasvetinden kurtaracak (Perde arka-
sından gelen sese işaret eder) bu çocuktur. Sen olmayacaksın.
Bende görmiyeceğim. (Tekrar tebessüm ve Akşemsettini göste-
rir) Ama bu bizim köse görecek (Ara) Esselâmü Aleyküm.
(Tarikat terbiyesince eli göğsünde Hacı Bayram selâm verip
çıkarken oradakiler ayağa kalkar, selâm'a mukabele ederler. Ve
otururlar.)

AKŞEMSETTIN-(II. Murat'a, söylediğini başıyla tastik
ederek) Hacı Bayram Hazretlerinin sözü aynıyle keramettir.
Hülefa-i Raşidinden (Peygamberimizden sonra başa gelen 4 halife)
beri sürüp gelen mukaddes yarışın bitişini
ihtar eden bir dehşet duyurdu bana (Ara... kabul ettirici eda)
Resulallah'ın has ismi ile de alakadardır evlâdınızın ismi..
(Başlar tastik eder bir eda ile sallanır. Sukût)


(Soldan Molla Yeğân ve Molla Gürani girer. M. Yegân
ortayaş, M. Gürani genç ve sakallı, Arap kıyafetinde. Ortada
durur, selâm verirler, selâm alınır.)

2. SAHNE: (Molla Yegân, Molla Güranî ve öncekiler.)
II. MURAT - (Ayakta Molla Yegânla musafaha (iki elle sıkışırken)
yaparken) Ehlen ve Sehlen (hoşgeldiniz) Hocam efendim,
Beytullah'ın (Allah'ın Evinin) mübarek kokularını getirtiniz.
(Yer gösterir) Buyrun oturun. (Musafaha biter. Otururlar. Ara)

II. MURAT - (Molla Yegân'a saygıyla) O mübarek beldeden
(şehirden) bize hediyeniz nedir. Molla Yegân?...

M. YEGÂN - (Elini sakalına götürür. Müjdeleyici eda ile)
Hünkârım hediyenin mânada ve maddedeki üstünlüklerinden
hangisi matlub-u Şahanenizdir (isteğinizdir) (.)

II. MURAT - Resûller Resûlünün (Peygamberler peygamberi)
işaretince her türlüsü makbuldür. (Ara hatırlamış gibi)
Amma manadaki üstünlük elbette gönlümce olur.

M. YEGÂN - (Aceleci ve M. Güraniyi gösterir) Molla
Güraniyi getirdim. Gönlünüzce olur, inşallah.
(Bakışlar M. Yegân hepsini tarar, II. Murat bekleyiş
halinde).

M. YEGÂN - (Kararlı) Alim ve fazıl (değerli) bir zattır.

II. MURAT - (Sevinç belirten bir sesle) Allah hepinizden
razı olsun (ara, ani karar vermiş) Molla Gürani'yi oğlum
Mehmet'i yetiştirmek üzere vazifeli kıldım. (Molla Gürani'ye
hitapla) vakti gelince talime başlarsınız.

M. GÜRANI - (Ayağa kalkmıştır, elini göğsüne bastırır
başını öne eğer.) Memnuniyetle Hünkârım.
(Hepsi ayaktadırlar, çıkarken ışık söner.)

3. TABLO
(Işık yanar, yandaki odada Molla Gürani ve Şehzade
Mehmet, karşı karşıya, rahle-i tedristeler (dersteler).)
http://www.davetci.com/piyes_fatih_hisarlar.jpg
1. SAHNE: (Şehzade Mehmet, Molla Gürani)
MOLLA GÜRANİ - (Kara ciltli büyük bir kitaptan bir yer
bulur, okumaya başlar: (Fetih Suresinin meal ve tefsiri) Bismil-
lahirrahmanirrahim (ayetin metnini okur) "Biz hakikat sana,
Hudeybiye anlaşması ile Fetih yolu açtık. "Bu" Senin geçmiş ve
gelecek günahlarının affı, Allah'ın yarlığaması (bağışlaması),
senin üzerindeki nimetini tamamlaması, seni doğru yola iletmesi
içindir" Fetih açmak manasınadır. Şehir ve beldeleri zapt edip
adalet ve refaha kavuşturmak m******* kucaklar. Nitekim
hicretin 8. miladın 630 uncu yılında Resulullah Mekke'yi
fethedip Kâbe'de namaz kıldı. Orasını putlardan temizlerken,
Mekkelilere de af ilân etti ve Mekke'yi zülum ve ahlaksızlıktan
temizledi.

(Ara... Mekke fethi ve fethe dair bilgi verir.)
Mekke fethi bütün fetihler için örnek ve nûmûnedir. Öğle
vakti Hz. Bilâlin Kabe damındaki ezan-ı Muhammediyi okuyuşu
âdeta bütün dünyayı rahmete da'vet, çağrısıdır...

MOLLA GÜRANI - (Dalgın duran Şehzade Mehmet'e sert-
çe çıkışır) Dersi tâkip etmez misin Mehmet!...

Ş. MEHMET - (Şaşırır, toparlanır) Teeddüp ederim (özür dilerim)
efendim. (Ara) Dalmışım. (Mazur eda ile) Mekke'nin fethi gözümde
canlandı'da (Molla Güraninin tebessümünden yüz bulmuş bir eda
ile) Zafer güzel şey, değil mi hocam?.

M. GÜRANI - (Şefkat ve hayranlık içinde) Oğlum, erken
öten horozun başını keserler, Sabret (Şehzade Mehmet'in ümitli
bakışlarına cevap verir gibi) Sen de izn-i ilahiyle (Allah'ın
izniyle) ereceksin o günlere.. (durak ve bakışmalar)

Ş. MEHMET - (Sevinçle) İnşaallah.



(M. Gürani kalkar Ş. Mehmet fırlar, ayakkabıları çevirir
kapıyı açar uğurlar. Ara.. Kitabı kapatır bahçeye çıkar etrafa
bakar. Ani olarak birini görmüştür.)

Ş. MEHMET - (Eliyle uzaktan çağırır.) Hızır, Turhan...
gelin, size bir şey söyliyeceğim!

(Birkaç çocuk koşarak gelir etrafını çevirirler. Dikkatle Ş.
Mehmetin ne söyleyeceğini beklerler.)

2. SAHNE: (Ş. Mehmet - Çocuklar)
Ş. MEHMET - Şimdi bakın ben Padişahım
(Çocuklar dirsekleriyle birbirlerini dürterler, tebessümle
dinlerler.)

HIZIR - (Gururlu) Peki!

Ş. MEHMET - (Parmağıyla gösterir) Turhan, sende (biraz
düşünür) subaşı ol.
TURHAN - (İtiraz eder elini savurur.) Hayır, hayır ben
Anadolu Beylerbeyi olurum.

Ş. MEHMET - Peki, (Eliyle arar gibi, parmağıyla birinci
çocuğa dokunur.) Haydi sen ol.

I. ÇOCUK - (İtiraz eder, zıplıyarak) Hayır ben kadı olurum.

Ş. MEHMET - (Sertçe) Eee... irade ettiğim hükme itiraz
istemem.

I. ÇOCUK - (Eğlenerek) Vay canına anladık, ne yapalım
yani Padişah'ın Oğlusun (Ciddileşerek) Bende yeniçerinin
oğluyum.

(Hepsi ellerini şaplatarak gülüşürler.)

Ş. MEHMET - (Kaşlarını çatar) Biraz ciddî olalım. arka-
daşlar.

II. ÇOCUK - (Bir adım ilerler, elini uzatır ve alttan
çevirerek, Ş. Mehmet'e) Bu oyundur kuzum, ne kadar da
dalmışsın (geriye çevrilirken kafasını sallar) Erken de ötmeye
başladın haaa... Sen kendini nerede zannediyorsun?
(Hep birden gülüşürler. Ş. Mehmet ve Hızır gülmeye
katılmazlar.)

Ş. MEHMET - (Ciddî) Bir Türk, oyununda bile ciddîdir.

HIZIR - (İleri atılarak elini uzatır ve haykırır) Hele bir
müslümanın, beşiğine bile laûbalilik girmemelidir. (Öğretici bir
edâ ile) Hem büyük insan çocukluğundan belli olur.

Ş. MEHMET (Memnun) Yaşa Hızır, yetiştin imdadıma. Sen
hep benim yanlışlarımı düzelteceksin. (Seri ve yüksek sesle
ortaya) Evet arkadaşlar, bir Müslüman oyununda bile ciddiyet
taşıyacaktır.

(Aniden M. Gürani girer, çocuklar kaçışırlar. Ş. Mehmet
ortada kalır, mahçup önüne bakar.)

3. SAHNE: (M. Gürani-Ş. Mehmet)

M. GÜRANI - (Tebessümlü, eli arkada durur) Ne o, padi-
şahlığa özenti ha!... (Ara - başıyla işaret eder) Odaya geç,
kitabını aç.

(Ş. Mehmet sâkin ilerler, odaya geçer, kitabını açar bakar.
M. Gürani bahçede gezinir, odaya girer. Ş. Mehmet kalkar, hoca
oturur. Ara ve Molla Gürani derse başlar.)

M. GÜRANI - Bugün dersimiz, Mûcizât-ı Nebeviyyeden, istikbale
dair (Peygamber mucizelerinden gelecekle ilgili)
müjdelerden birini, Fetih Hadis-i Şerîfini okuyacağız.

(Önce hoca sonra talebe birer kere hadisin metnini okurlar.)

M. GÜRANI - Gramer (dilbilgisi) tahliline girmeyeceğiz, mânâsı ve
delâleti üzerinde duracağız. (Okur, mânâ verir ve anlatır) Allah
Resulü (elçisi) 571 de doğmuştur. Doğduğu zaman dünyada iki büyük
devlet vardır. Bunlar Orta - Doğu'da çekişme halindedir: Bizans
ve İran. İran Kostantina'yı (İstanbulu) defalarca kuşatmış,
alamamıştır. Hz.Muaviye'den itibaren de, okuduğumuz Peygamber müjdesine
ermek için yarış başladı. Otuzdan fazla kuşatıldı bu şehir. Ve
Ebu Eyyub Ensari de bu kuşatmada şehit oldu. Sur dışında
yatmaktadır. Şu anda surlara tıkılmış Bizans ve onu Osmanlı
bekliyor...

M. GÜRANI - (Ş. Mehmet'in dalgınlığına dikkat etmiştir)
Ne oldu Mehmet? Padişah olmuştun demin, varmısın altın
kubbeli Ayasofya'yı Yed-i Beyda-i İslâma teslim etmek mücade-
lesine, Allah ve Resulünün Mübarek ismini o kubbede çınlatma-
ya? (Sükût)

Ş. MEHMET - (Sükûtu bozar) İslâm gayreti bunu her
müslümana arzu ettirir, hocam...

M. GÜRANI - Allah'ın inayeti (yardımı), Resulüllah'ın ruhaniyeti
seninle olsun. Dualarımız bu yoldadır. Mu'cizat-ı Muhammadiy-
ye (Muhammed'in mucizesi) tecelliye (gerçekleşmeye) yakındır.

(Kalkar çıkıp giderken, Ş. Mehmet onu uğurlar, önceki
sahnedeki tavırla biran kalır. Bakınır. Hızır'ı görmüştür. Aniden
canlanır, çağırır.)

Ş. MEHMET - Hızır, Hızır... Koş... koş...
(Hızır koşarak gelir. Odayı yoklar)

4. SAHNE: (Hızır,-Ş. Mehmet)

HIZIR - (Odaya bakar) Ne var ne oldu?... (ve döner sevinir)
Hoca gitmiş...

Ş. MEHMET - (Ortaya) Arkadaşlar ben hünkârım, herkes
vazifesini bilsin. (ve koltuğa oturur) Beylerim, Paşalarım Kostan-
tina üzerine sefer var.

(İki yanda saf duran çocuklar eğilerek.)

HEPSİ BİRDEN - Ferman Padişahımızındır.

BİRİSİ - Dağlar da bizimdir.

Ş. MEHMET - (İlerler havuzu gösterir) Burazı deniz, burası
da Kostantina. Karadan ve denizden kuşatacağız. (Havuzun
çevresine çömelirler)

Ş. MEHMET - Hücum... (Koşarken ışık söner)

4. TABLO
(Işık yanınca yine saray bahçesi görünür. Bu sefer tam
karşıda tahtı üzerinde genç Sultan, II. Mehmet. Sağında Molla
Yegân, solunda Hızır Bey ve Molla Gürani sohbet halindeler.
Molla Yegânla Sultan Mehmet arasında boş bir koltuk var.
Girişte muhafız dimdik durmakta. On saniye sonra ihtiyar
Akşemseddin girer ve ilerler. Selam verir. Sultan Mehmet ve
oradakiler ayağa kalkar. Selâm alırlar. Sultan Mehmet Akşem-
seddinin elini öper. Muhafız çekilip kaybolur.)

SULTAN MEHMET - Buyrun oturun (Sağ yanını işaret
eder.)

(Akşemseddin sağdaki koltuğa otururken öbürleri de yerleri-
ne otururlar - Ara)

S. MEHMET - (Neşeli - Molla Yegân'a hitaben) Hocam ne
halse (Akşemseddini gösterir) Bu ihtiyar gelince gayrî ihtiyarî
ayağa kalkarım ve elim titrer.

(Memnun tebessümler ve bakışmalar.)

S. MEHMET - (Devam eder) Molla Gürani'den de korkarım
haa... (Başını sallar ve güler) Emirnamemi yırtmış geçen gün...
(Molla Gürani ciddî kasılır ve öbürleri ona bakmaktadır. S.
Mehmet devam eder.)

S. MEHMET - Ama (Takdirkâr ifade) iftihar ederiz. Sizler
(hepsini gösterir gibi) bizim rehberimizsiniz. Öyle ya, "Hak
konusunda susan âlim dilsiz şeytandır".

(Ara - Sultan Mehmet hafif sağa ve pecereye döner, öbürleri
bakışırken, Molla Yegân sûkutu bozar.)

M. YEGÂN - (Hızır'a) Hızır Bey, kadısınız ya (az ara) bence
mahkemenin zor bir tarafı var: İki taraf zayıflardan olsa kolay
da, bir taraf büyüklerden olursa neylersin?

HIZIR - (Dudak büker ve elini savurtarak) Ondan kolayı
ne; kuvvetliden yana hükmettin mi olur biter, Molla Yegân!

(Hafif güler ve gözler S. Mehmed'i yoklar.)

AKŞEMSETTIN - (Müdahaleci - Elini uzatarak) Vicdanı
rafa kaldırmak şartıyla tabii...

HIZIR - (Molla Yegân'a) Asıl, mahkemenin zor tarafı, iki
tarafın da büyüklerden olması. Aşağı koysan sakal, yukarı
koysan bıyık... (Sükût ve S. Mehmed'i süzer.)

(S. Mehmet bakışların kendisine döndüğünü hisseder gibi ve
sükûtun sorusuna cevap verircesine âniden Hızır'a döner.)

S. MEHMET - (Pencereyi gösterir) Şu medresede sabahlara
kadar ışık yanar. Nedir bu Hızır Bey?

HIZIR - (Toparlanır, hatırlamış gibi) Bir talebe varmış
hünkârım, sabahlara kadar ders çalışırmış...

S. MEHMET - (Geriye yaslanır - Ah diye derinden nefes
alır boşaltır) Yoksa dedim benim gibi bütün gece Kostantinayı
mı düşünür... (Ara)

(Aniden muhafız girer, eğilerek selâm verir.)

MUHAFIZ - Hünkârım vezir-i âzam (Başbakan) ve paşalar geldiler.

S. MEHMET - Girsinler.

(Önde Vezir Çandarlı, arkada Zağnos Paşa, Turhan Bey
girerler. Adet üzere eğilip selamlarlar. Oradakiler şaşkın bakışa-
rak ayağa kalkmışlardır.)

S. MEHMET - (Paşalara sertçe) Buyurun oturun! (Öbürle-
rine yumuşakça) Sizler de efendiler... (ve hepsi tereddütlü
otururlar -Ara-)

S. MEHMET - (Sükûtu bozar) Bu zevatı (kişileri) , bir hususu görüş-
mek için çağırmıştım. İsabet sizler de varsınız.

M. GÜRANİ - Malûmunuzdur hocam: Bir sevgilimiz var,
Kostantina. Sevdiren de Allahın sevgilisi. Vuslatımız Ayasofya'-
nın kubbesi altında olacak ki mâşukumuzun boynundaki incidir
o kubbe. Onu elde etmek, bütün zıt mânâları islâma teslim etmek
ve boyun eğdirmek olur. Onu kaybetmek ise (durak) tabi aksi,
(mahzun) islâmı zıt mânâlara mağlup ettirmek olur. (Sükût ve
başlar tasdik edercesine sallanır.)

AKŞEMSETTIN - Allahın nusreti bizimle olacak. Hareket
plânımızı tesbit edelim.

VEZİR. - (Ayakta ve ürkek, S. Mehmet'e) Yalnız hünkârım,
biz Bizansla anlaşmalıyız. (Kendisine bakıldığının farkında,
hoşlanılmadığını anlamış, yutkunur) Hem bu iş böyle kolay
olmaz zannederim, zamana ihtiyacımız var...

(Zağnos Paşa hışımla ayağa kalkar ve eli kılıcının kabzasın-
da, vezire yiyecek gibi sert bakar, öbürlerinde de hoşnutsuzluk.
S. Mehmet söze başlayınca; Zağnoş Paşa öyle kalır ve kımıldama-
dan vezire bakar)

S. MEHMET - (Vezire ağır ağır yaklaşır, parmağını uzata-
rak en yüksek sesle) Bizansın hiyaneti bütün dostlukları
silmiştir. Karamanlıyı himayesi ise, idamını mûcip (gerektiren)
bir cürümdür (suçtur). Kazanmak cihetine gelince (ortaya)
bilesiniz ki bize düşen mücadeledir. Muvaffakiyet (başarı)
Allah'tandır. Kuvvet bir sebep ise,ben köhne Bizans surlarını
ayakta tutacak bir ruhun mevcudiyetine kâni değilim (inanmıyorum).
(Vezire) Bunca ordularımdan yalnız birinin
başaracağına inanmaktayım. Bütün harp plânları hazırdır vezi-
rim! (hepsine birden) Reylerinizi görüşlerinizi) bekliyorum efendiler!

AKŞEMSEDDİN - (S. Mehmet'le, ayakta) Beyanınız ye-
rindedir. Bizans ahdini bozmuştur ve artık bu şehrin sahabet
(sahipliğini) hakkını kaybetmiştir. Hilâl Ayasofya üzerine meyletmiştir.

ZAĞNOS PAŞA - (Kıpırdamadan dururken fırsat bulmuş,
aceleci ve sert) Bizans intihar etmiştir. Vezir hazretleri! Ya
aşırı merhametlisiniz, yahut!...

VEZİR - Yahut, korkak mıyım?

TURHAN BEY - Tefsire ne hacet. Hünkârımızın işaretini
bekliyoruz.
M. GÜRANİ - Ben de Hünkârın fikrindeyim arkadaşlar.
(Artık bütün meclis ayaktadır. Herkes sultanın kararını
bekliyor.)

S. MEHMET - (Bütün söylenenleri hiçe sayar gibi) Sen ne
dersin Hızır Bey? (ve bekler)

HIZIR - (Kararlı ve yüksek sesle) Sefer, zafer bizimdir!
(Ve bu soru hepsine sorulur aynı cevap alınır. Vezire
sorulmaz)

S. MEHMET - (Ortaya ve ileri) Toplar dökülsün. Anadolu
Beylerbeyine at koşturulsun. Bizans karadan ve denizden
kuşatılacak. Herşey bilinerek yapılacak, hiçbirşey bilinmiyor
gibi susulacak. Beylerim, Paşalarım, Derhal!...
(Parmağı ileride durarak, Hepsi elleri göğüslerinde hafif
eğilmiş durumda -Mehter başlar- Işık söner -Tek ışık hüzmesi
bir noktaya dökülmüştür. Öyle kalır ve perde gerisinden fetih
marşı yankılı olarak okunur. Bir ses yüksekten ve uzakta, ikinci
ses her mısraı tekrar eder.)

FETİH MARŞI
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek.
Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek.
Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek.
Yürü hâlâ ne diye oyunda oynaştasın?
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın.

Sende geçebilirsin yardan, anadan, serden
Senin de destanını okuyalım ezberden
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden
Yüzüne çarpmak gerek, zamanenin fendini.
Göster, kabaran sular nasıl yıkar bendini...
Küçük görme, hor görme delikanlım kendini,
Şu kırık âbideyi yükseltecek taştasın,
Fatih'in Istanbul'u fethettiği yaştasın,

Bu kitaplar Fatih'tir, Selim'dir, Süleyman'dır
Şu mihrap Sinan-üddin, şu minâre Sinan'dır
Haydi artık uyuyan destanını uyandır...
Bilmem neden gündelik işlerle telâştasın,
Kızım sen de Fatih'ler doğuracak yaştasın.

Delikanlım, işaret aldığın gün atandan,
Yürüyeceksin, millet yürüyecek arkandan.
Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan'dan:
Senki burçlara bayrak olacak kumaştasın,
Fatih'in Istanbul'u fethettiği yaştasın.

Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin.
Çelebiler çekilip, haremlerde kışlasın.
Yürü aslanım, Fetih hazırlığı başlasın!
Yürü! hâlâ ne diye kendinle savaştasın?
Fetih'in Istanbul'u fethettiği yaştasın.

A. Nihat ASYA

Elde sensin, dilde sen, gönüldesin, baştasın,
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın.

5. TABLO
(Uzakta, ışık yanınca surlar gözükür, Sultan Ikinci Mehmet
maiyyeti ile beraber otağın önünde surları gözlüyor, yalın kılınç.
S. Mehmet, M. Gürani, Akşemseddin, Hızır Bey, bir de üç hilâlli
bir sancak gözükür, sancak dalgalanır. Dikkatler ve heyecanlı
yüzler. Derinden -Allah Allah- sesleri, kılınç şakırtıları ve
top sesleri işitiliyor. Ani bir dalgalanma olur, sırtlarında ok ve
yayları bulunan, surlardan beri koşan üç asker gelir, tam
sultanın önünde durur, eğilerek selâmlamaktadırlarsa da müthiş
solumaktadırlar. Ciğerleri paralanacak gibi. Ve birinci asker
hemen müjdeler.)

1. SAHNE: (Askerler ve Sultanın meclisi)

I. ASKER - (Soluğunu güçlükle toparlar, bağırarak) Sulta-
nım , surlara bayrağı dikti. (soluğu kesilir ve düşer)

S. MEHMET - (Heyecanla ilerler, ikinci askere) Kim, kim?

II. ASKER - (Ayni boğulan nefesle) Ulubatlı Hasan, Ulu-
batlı Hasan... (düşer)

(Herkes karışır)

S. MEHMET - (Üçüncü askere acele) Kendisi nerede?

III. ASKER - (Son soluğunda) Yaralı ağır yaralı... (Düşer)

S. MEHMET - (Haykırarak, Hızır Bey'e) Hızır Bey yetiş,
Hasan'a yetiş... Beylerim Paşalarım... hücumm... son hamledir
bu...

(Hızır hızla surlara doğru kaybolur ve hepsi "Allah Allah"
diye hücum ederken ışık söner.)

6. TABLO
(Mehter çalmada. Işık yanınca sadece surlar görünmede,
aniden bir Yeniçeri girer, sırtında ok yay, elinde kılınç ve
kalkan. Heyecanla etrafa bakarken âniden bir Bizans askerinin
hücumuna ugrar. Kılınç kalkan döğüşürlerken, Bizanslı kaçar ve
yeniçeri nara atar. Bilâhare öteden bir Bizanslı daha çıkar,
haykırarak saldırır. Yeniçeri baskın döğüşmede. Döğüşürken
Bizanslının kılıcı düşer. Yeniçeri, kılıcını almasını işaret eder ve
bekler. Kılıcını alan Bizanslı yeniden saldırır. Bizanslının bu
sefer de kalkanı düşer. Yeniçeri de kalkanını fırlatır ve kalkansız
döğüşürler. Bizanslı sırtındaki yapıncayı (kama) Yeniçerinin suratına
atarak hile yapmak ister. Yeniçeri onu kılınçla karşılar ve hamle
yapar. Bizanslıyı sıkıştırır, devirir ve kılıcını kaldırır Bizanslı-
nın karnına basar. Bizanslının gözleri fırlamıştır. Yeniçeri
kılıcını saplar ve "Allah" diye bağırırken Bizanslı acı bir feryat
bastırır ve kıvranır. Tam bu arada ışık söner. Bu esnada döğüşün
başında "Yeniçeriye" şiiri okunmaktadır, Fetih hadisi yüksek
şesle okunur.)

YENİÇERİ'YE GAZEL
Vur pençe-i Alîde ki şeşîr aşkına.
Gülbanki asmânı tutan pir aşkına.

Ey leşker-i müfettihul ebvap vur bugün,
Feth-i mübîni zâmin o tebşir aşkına.

Vur deyr-i küfrün üstüne rekz-i Hilâl içün,
Gelmiş bu şehsuvar-ı cihangîr aşkına.

Düşsün çelengi rûmun, eğilsün ser-i fırenk,
Vur Türk'ü gönderen Yed-i takdîr aşkına

Son savletinle vur ki; açılsın bu surlar,
Fecr-i hücum içindeki o tekbir aşkına.

Yahya KEMAL

7. TABLO
(Işık yandığında görünen; Ayasofya, kilise halinde, kubbe-
sinde haç. Ve minaresiz. Ayasofya önünde perişan kılıklı büyüklü
küçüklü Bizanslılar. Kalabalık karışmada ve ağlayanlar var.
Uzaktan top sesleri geliyor. Orada bir keşiş (rahip) dolaşmaktadır.
Sağdan uzun cübbeli uzun sakallı patrik girer. Salınarak ortaya
gelir.)

1. SAHNE: (Kalabalık ile Patrik)

PATRİK - (Tepeden bir tavırla oradakilere, elini hayretle
açarak) Ne var, ne bu, ne oluyor? Niçin buradasınız?

BİR BİZANSLI - (Ağlıyarak) Biz savaşmıyoruz. Bizansın
günahı o kadar çok ki; Mesih'in ruhu onun üzerine ateş
yağdırıyor. Biz boşuna ölmek istemiyoruz. Varsa yüreğiniz,
Osmanlıyla gidip savaşın.

PATRİK - (Şaşırır ve toplanır, yukarılara bakınarak, elle-
rini açarak) Melekler Mesih ile üzerimizde dolaşıyor. (Ara -
Yüzleri kontrol eder) Zafer bizimdir.

BİR BİZANSLI - (Kin ve istihza (alay) karışık, bakar) Büyük
ruhani, artık şu anda bu türlü sözler kargaları güldürür.
Biliyor musunuz müslümanlar Allah Allah deyip surlara tırma-
nırken dev toplar askere yolaçıyor. Onlar fal ile kehanetle
avunmuyorlar.

(Keşiş ve Patrik âniden sertleşlir, dik dik bakarlar. Adam
devam eder)

BİR BIZANSLI - İmanları maddî güçlerine destek ve reh-
ber oluyor. . Hocaları ve hükümdarları askerlerin önünde çarpı-
şıyor.

(Sağdan sert adımlarla, zırhlı ve silâhlı Kral Kostantin ve
maiyeti girer. Halkı hayretle süzer. Öbürleri geride dururlar. -
Ara)

2. SAHNE: (Kostantin ve öncekiler)

KOSTANTİN - (Halka,) Yürüyün mukaddes cihada. Ruha-
niler (Prenslere) Prenslerim (halka döner) Milletim (Sükût, ses
çıkmayınca kıpırdanma olmayınca; kılıcını çeker ve yere atar)
Altın kabzalı kılınç gerekmez artık (Prenslere döner) Bana kanlı
bir kılınç verin...

(Etrafta ürperti ve geri çekilmeler. Jüstinyen krala uzatır.)

KOSTANTIN - (Kılıcını alır ve gözü dolaşan keşişe takılır.
Ara) Hey (eliyle çağırır) Keşiş gel bakayım. (Önüne çömelen
Keşiş'e) Bir Remil at (fal) bakayım, savaşı kim kazanacak?

KEŞİŞ - (Diz çöker yere bir şeyler atar bakar, kıvranır.
Krala bakar, etrafa bakar ve çaresiz söyler. Çenesi yukarıda)
Karalar ve denizler, ağaçlar ve kuşlar hep bunu fısıldıyor.
Bizansın yıldızı söner gibidir. Talih Osmanlı'ya gülüyor...

KOSTANTIN - (Sert bir itişle Keşişi yere serer ve) Alın bu
uğursuz herifi hapsedin (Yanındakilere) Jüstinyen, Dimitriya-
dis... yürüyün henimle, surlarda bir er gibi çarpışarak öleceğiz.
(Karışırlar ve hepsi aynı noktaya bakarken sağdan yeniçeri-
ler, ellerinde mızraklar, başlarında uzun külâhlarıyla görü-
nürler.)

YENIÇERILER - (Eliyle işaret ederek ve iterek) Savulun,
açılın yol verin, Hünkâr geliyor. Sultanımız Ayasofya'ya geliyor.

(Ve Fatih, sağda Akşemseddin solunda Molla Gürani, Hızır
Bey yürür ve orta yerde bir an duraklar. Halk dikkatle bakışır,
yürür ve kaybolurlar. Askerler dimdik dururlarken halk yeniden
karışır ve Yeniçeri halkı açar.)

YENIÇERİLER - Savulun... açılın Hünkâr Fethin ilk na-
mazını kıldı çıkıyor...

(Fatih ve maiyeti çıkar, orta yerde dururlar, Fatih etrafı
süzer, dinler. Bir inilti gelmektedir.)

FATIH - (Ortaya) Bir inilti geliyor. Nedir bu?

BIR BIZANSLI - (Koşarak ilerler eli göğsünde) Kostantin'-
in hepsettiği Keşiş'tir efendim. Fal açtırdı Osmanlı lehine gelince
hapsettirdi.

FATIH - Getirin o ihtiyarı...
(Yeniçeriler çıkar. Fatih Bizanslıya döner.)

FATİH - Kostantin nerede?

BIR BİZANSLI - Surlarda döğüşerek ölmeğe gitti, işte
kılıcı.

(Ve Kostantin'in kılıcını alıp Fatih'e uzatır. Eğilerek geriye
çekilir. Fatih kılıcı alıp çevirir bakar ve)

FATIH - (Kılıca bakarken kendi kendine) Zavallı Kostan-
tin. Korkak bir millet içinde kahramanlık en büyük bedbaht-
lıktır.

AKŞEMSEDDIN - (Sözünü tamamlar gibi) Beli (Evet) Hünkârım,
(Kendisini dinleyen Fatih'e yönelir) Cahiller içersinde alimin,
ahmaklar arasında zekinin, korkak bir millet içinde cesur ve
kahramanın bedbahtlığına denk bir felâket gösterilemez.

(Ara - Keşişi getirirler. Herkes çekilirken Fatih'in haberi
olmuştur. Hafif yan döner. Keşiş ürkek ürkek Fatih'in yüzüne
bakmakta. İki yeniçeri kollarından yakalamış duruyorlar. Fatih
keşişi süzer.)

FATIH - Korkma, ben cezalandırmayacağım. Sanatını gös-
ter. Bir de bakayım. Kostantina milletimin elinden çıkacak mı?

KEŞİŞ - (Bazı numaralar yapar. Ürkek ürkek Fatih'e
bakarak) Bu şehrin fethi sana nasip oldu. Artık milletin elinde
kalacak. Böyle bir işgalle elinizden çıkmayacak.

FATİH - (Ayasofya'yı gösterir.) Hemen kubbelerden haç
sökülüp Hilâl konsun. (Yanındakilere emir verir) Derhal bir de
minare yapılsın. İçi de lâyık ne ise öylece düzenlensin. (Ortaya,
yüksek ses ve kararlı ifade) Artık burası bir islâm mâbedidir.
Böylece bilinsin. (Işık söner)

8. TABLO
(Işık yanınca tek minare ve kubbelerde hilâl gözükür. Sahne
boş. Perde arkasında "Ayasofya Vakfiyesi" okunur. Vakfiye
bitince ışık hüzme halinde Ayasofya üzerine düşer ve "Canım
İstanbul" şiiri okunur.)

AYASOFYA'NIN VAKFİYESI
Şark ve Garp (doğu ve batı) sultanları üzerine gölgesi uzanan bütün halka
nîmetleri ve iyilikleri serpilen Sultan ömrünü tamamlayıp
Allahına yükseldiği zaman Ayasofya'nın mütevelliği (Yönetimini)nesiller
boyunca en iyi erkek evlâdına verilecektir. Allah onların şerefli
vârislerini kıyâmete kadar eksik etmesin... Ama Bâki ancak
Sâmed olan Allah'tır. Herşey fânidir. Evlâdından ve torunların-
dan kimse kalmazsa o vakit bu saltanat şehrine (makarrına)
hâkim olan ve memleket tahtına oturan kişi benim mütevelliye-
timi üzerine alacaktır. O, Ayasofya'nın koyduğu şartlara göre
idaresini, dindar, her cihetle kendine güvenilir ve nezarete ehil
kimseyi bu işe memur edecektir.
Yerler ve gökler devam ettiği müddetçe benim vakfettiğim
Ayasofya'nın vakıf şartlarını kimse değiştiremez, bozamaz.
Koyduğum esaslar birer kanundur. Bunların bir tek noktasını
kimse ne eksiltebilir, ne de çoğaltabilir. Bunları yapmak Allahın
haram kıldığı şeylerdendir. 0 Allah ki LEVH'in, KALEM'in,
ARŞ'ın, KÜRSÎ'nin, yerlerin ve göklerin sahibi ve muhafızıdır.
- FATİH SULTAN MEHMET HAN -

CANIM ISTANBUL
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar.
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten birşey; hava, renk, edâ, iklim;
O benim zaman mekân aşıp gelmiş sevgilim.

Çiçeği altın yaldız suyu telli pulludur,
Ay ve Güneş ezelden iki İstanbul'ludur...
Denizle toprak yalnız, onda ermiş visâle,
Ve kavuşmuş rüyalar onda onda misâle.

İstanbul benim canım,
Vatanım da vatanım.
Istanbul...
İstanbul...

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik.
Servi endamlı servi, ahirete perdelik.
Bulutta şaha kalkmış, Fatih'ten kalma kır at.
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kır'at

Şahadet parmağıdır göğe doğru minare
Her nakışta o mânâ: Öleceğiz ne çare!
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet,
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet.

O mânâyı bul da bul,
İlle İstanbulda bul.
İstanbul...
İstanbul...

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği,
Çamlıcada yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir,
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.

Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak koca bir şehir kadar...
Bir ses bilemem tambur gibi mi, ud gibi mi
Cumbalı odalarda inletir "kâtibimi"

Kadını keskin bıçak
Taze kan gibi sıcak
İstanbul...
istanbul...

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu
Adada rüzgâr, uçan eteklerden sorumlu...

Her şafak hisarlarda oklar çıkar yayından,
Hâlâ çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
Ana gibi yâr olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun ağlayanı bahtiyar.

Gecesi sünbül kokan,
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul...
İstanbul...


Misafir 26 Şubat 2006 12:18

http://www.davetci.com/fatih_kck.jpgİKİNCİ BÖLÜM
1. TABLO
(Perde açılınca görünen manzara, dördüncü tablodaki dekordur. Fatih tahtında, huzurda Hızır Bey, Şair Ahmet Paşa.)

1. SAHNE: (Fatih, Ş. Ahmet Paşa, Hızır Bey)
FATIH - (Ahmet Paşa'ya) Asrımdaki Şuaranın (şairlerin) reisi, karın-
daşım Ahmet Paşa! Kelimelere düzen verip sanatını gösterirsin.
Askere de öyle bir düzen ver ki fetihler ardı ardına gelsin
desem... (Tebessüm eder) Ne buyrulur?

AHMET PAŞA - (Başını öne büker) İltifat buyurdunuz.
Hünkârım. Ordularınızın emir kuluyum. Şairliğim ise Avni
Mahlaslı (lakaplı) zat-ı şâhânenin çömezliğine bile ulaşamaz.

FATIH - (Sert) Paşam orduların nizamı harple korunur.
Ordularımıza yeni "Kızıl elma"lar gerek. Bizans son değildir. İçe
ve dışa madde ve mânâ plânında devam edecek olan fetih
meş'alesini İstanbul'u almakla biz sadece tutuşturduk. Torunla-
rımız onu dünyaların ötesine götürecek. Ama şunu öğrenmek
isteriz; İstanbul'dan sonraki nokta neresi olabilir?

AHMET PAŞA - (Tebessümle) Sultanım bu âcize söyletmek
dilersiniz, halbuki bütün plânlarıyla hatır-ı şâhânenizde musav-
verdir (tasarlanmıştır) , o belde. Bendeniz ilk nokta olarak Viyana'yı
düşünürüm.
(Ara - Herkes birbirine bakışır)

FATIH - Roma'yı almadan Viyana elde tutulamaz Paşa...

AHMET PAŞA - Beli (Evet) Hünkârım. Endülüs yolunun iki
ayağıdır buralar...

FATIH - İfşaya vardı Paşa hazretleri (Sükût ve dik dik
bakar) Ben de bildireyim ki, Avrupa istikrarının üç ayağından
biri elimizdedir. Sonra... (Ara) Evet, Endülüs'te bayram... (Ara)
Ancak... (Ara - Parmağını uzatır) Kafamdakilerinden birtek
düşüncemi sakalımın birtek kılı bilse, bütün sakalımı traş
ederim. Bu ölçüyle hareket oluna... Ve gün o gündür ki; kararlı
ve şuurlu büyük işlere girişilsin. Malûmunuzdur ki 12 yaşında
bu makamı rahmetli pederim Murad-ı sanî (2.Murad) terkettiğinde; tehlike
ve düşman saldırısı baş göstermişti. Onu vazife başına çağırmış
ve demiştim ki: (Hiddetle) Eğer sultan sen isen gel vazifene sahip
çık. Yok sultan ben isem emrediyorum. İstilâya karşı memle-
keti koruyacaksın... (Ara - İleriye dimdik bakar) Şimdi ise
ulemâ (alimler), şuera (şairler), asker, hâkim, sanatkâr ve bütün
bir islâm milleti ile elbirliği, korunma ve yayılma hedefindeyiz.
İlerde büyük nizamı kurabilmek için yapacağım en ciddî hamlelerimi
sizlerin istişarî (danışma) desteğiyle başaracağım. Allahın inayeti
(yardımı) de böylece tecelli eder (ortaya çıkar) umarım.

(Hızır Bey ve Ahmet Paşa kıyam eder, eğilirler.)

FATİH - (Ayağa kalkar) Ve Roma fethine Ahmet kulumu-
zu vazifeli kıldık.

AHMET PAŞA - Emru ferman (emir-buyruk) yeryüzünde Allah'ın iradesi-
ni temsil eden, Şark (Doğu) ve Garbın (batı) padişahı, Anadolu ve Rum
diyarının Sultanına aittir. Bize itaat düşer...

(Muhafız girer selâm verir.)

MUHAFIZ - Hünkârım iki Rum papazı huzura girmek dilerler.

FATIH - (Yerine otururken) Girsinler...

(Oradakiler oturur, papazlar girer. Eğilerek selâmlarlar.
Fatih'in işaretiyle otururlar.)

2. SAHNE: (Papazlar ve öncekiler)

FATIH - (Hemen söze başlar) Hızır Bey (Papazları gösterir)
Bunları milletimin ahlâkından birkaç örnek göstermek için
çağırdım. Merak ederlermiş, bunca yıldır başarılamayan Bizans
fethinin sırları nedir deyu? (Kalkar, Hızır'a) Bana bir derviş
kisvesi (kıyafeti) gerek. Sizler de refakat ediniz ve kendinizi
tanıtmayınız. Esnafı gezeceğiz. Ruhaniler de (Papazları gösterir)
buyursunlar.

(Kapıya doğru yürürken ışık söner.)

2. TABLO
(Işık yanınca çarşı görünmektedir. Karşıda ayakkabıcılar
kapılarında mest ve papuçlar asılmış. Kapı üstünde Osmanlıca
«Her sabah besmele ile açılır dükkânımız, Ahî evrendir hem
pirimiz üstadımız» beyti yazılı. Solda bakkallar, sağda nalburlar.
Fatih derviş kılığında, öbürleri de tanınmayacak şekilde sahne-
nin ortasında fısıldaşan edâ ile.)

SAHNE - (Fatih - yanındakiler - esnaf)

FATİH - (Ortaya) Önce bakkallara...
(Başlar, sen bilirsin mânâsına eğilir ve yürürler. Birinci
bakkalın önündeler.)

FATIH - (Mütevazi selâm verir) Esselâmü aleykum efendi.

BİRİNCİ BAKKAL - (Kalkar) Aleyküm selâm derviş efen-
di. Azimetiniz ne yana? Bir emriniz mi var?

FATIH - Bir okka şeker,. ikiyüz dirhem kahve almak
isterûz. (Bez bir torba uzatır)

BAKKAL - (İçeri girerken) Şeker veririz. (Torbayı dolu
getirir, el kantarı ile çeker) Tamam bir okkadır efendim. (Uzatır)
Bedeli yalnız iki paradır. Derviş baba hoşgörün, (Öbürlerini
işaret eder) beylerim de hoş görsünler. Kahveyi komşu bakkal-
dan alacaksınız. Zira ki bugün siftah ettim. O henüz etmedi. Ona
da bu fırsatı verin.

FATIH - (Tebessümle) Hayhay efendim...

(Bakışırlar ve işaretleşirler. Dudaklarını bükerek hayretleri-
ni ifade ederler. Fatih ikinci bakkalın önünde durur ve içeriye
seslenir.)

FATIH - (Nezâketle) Bakkal karındaşım lütfedermisiniz...
(Ara - iki parmağını uzatır) İkiyüz dirhem kahve... (Ara)

İKİNCİ BAKKAL - (Elini dışarı uzatır, bir küçük bezle)
Buyrunuz dervişim. Borcunuz bir puldur...

(Fatih uzatır ve döner. Sahnenin ortasında toplaşırlar. Fatih
nalburları gösterir ve o yana yürürler.)

FATIH - (Eliyle buyrun der gibi) Nalbura uğruyalım.
(Dükkânın önünde oturan adama) Nalbur efendi... Zencefil var
mıdır? Elli dirhem olsun.

NALBUR - (Ayağa kalkar) Elbette ancak (gösterir) bu
dükkândan vereyim... (Girer çıkar bir kağıt uzatır) Buyrun bir
puldur...

FATIH - (Elini göğsüne bastırır, Nalbura) Biraderim bir
hususu merak ettim... (Ara) Neden bu dükkânı tercih ettiniz?
Onda zencefil yokmudur?

NALBUR - (Şaşırmış) Var efendim. Ama... (Ara) Çok cüz'i
(küçük) bir komşu hakkına riayet için (Mühimsemez, Aldırma... (Ara)
Ama öğrenmek diledin; siz komşumun dükkânı tarafından
geldiniz. O da burada yok, bana emânet etti. Kendisi olsa ihtimal
ki siz ondan alışveriş yapacaktınız. Ayrıca emâneti nefse tercih
gerekirdi. Emânete riayet bunu gerektirir. Ayrıca komşumuzun
nüfusu kalabalıktır. Onun çok kazanmaya ihtiyacı vardır.

FATIH - Berhudar (selamette kalın) olunuz efendim, Allah'a ısmarladık...

(Nalbur başıyla onları uğurlar. Dönerler, herkes önüne
bakarak düşünceli. Yine sahne önüne toplaşırlar. Fatih döner
karşıdaki ayakkabıcıları gösterir. Şimdi bakkal ve nalburlar
gözükmez. Ayakkabıcı dükkânlarının içinde birer adam görünür.
İlerlerler ve dururlar. Ahmet Paşa kapıdaki levhayı okur.)

A. PAŞA - «Her sabah Besmeleyle açılır dükkânımız. Ahî
Evrendir dahi pirimiz üstadımız.»

HIZIR BEY - (A. Paşa okuması bitince) Ah... işte teslimiyet
ve tevekkül (Allah'a güven) , bağlılık, disiplin ve bir kelimeyle...

FATIH - (Sertçe döner) Evet bir kelimeyle...
Nizam!... (Döner seslenir) Kavaf efendimiz (Ayakkabıcı) bize
bir çift ayakkabı, bir çift mest satınız.

1. KAVAF - Satayım ey Pîr... genç yaşta dervişlik çok
zevklidir. Mestlerim pek güzel değildir ama satayım. Ancak
ayakkabıyı komşumdan almanız şartıyla...

FATIH - (Mestleri eller) Kavaf karındaş, mestlerin aliyyül
a'lâ, (çok güzel) . Halbuki sen onları yeriyorsun (kötülüyorsun),
herkes malını överken...

1.KAVAF - (Mestleri indirirken) Aziz dervişim, övülecek
tek Allah (c.c.) ve onun övdüğü, övdükleridir. Ben kendi imâlimi
nasıl överim. Üstelik olur ki bir kusuru çıkarsa, müşteri gıyabî
de olsa (arkamdan) hakkımda kötü şehadet etmez mi? Ve hele övmekle
komşuma karşı saygısızlık olmaz mı? Olur ki onun gönlüne
hüzün gelir. Yererim; benden almazsan komşudan alırsın,
komşum kazanırsa ben de kazanırım demektir.

FATIH - Peki ayakkabıyı niçin komşundan aldırırsın?

1. KAVAF - (Ellerini oğuşturur) Kârda eşitlik olsun. O hiç,
ben iki kazanırsam, din kardeşliğimize sığmaz ve yaraşmaz...
(Paralarını uzatır, ondan mesti, öbüründen ayakkabıları
alır. Peki der gibi dönerler. Kavaf içeri girer, onlar yine önde
toplaşırlar.)

I. PAPAZ - (Heyecanlı aceleci) Adamlar bize ömürlük ders
verdiler.

II. PAPAZ - (Atılır) Ve Bizans'ın fethinin sırlarını da...

FATIH - Deryadan (denizden) katre (bir damla) gördünüz. Ve bunlar
mü'min için tabiî şeyler. Değilmiki doğrudur, vazifesini yapıyor.
Evet mecbur olduğu şeydir. Fazilet bundan ötedir.

II. PAPAZ - Bundan ötesi de mi var?...

FATIH - Daha neler... (Elini sallar)

HIZIR BEY - (Atılır) Hz. Ebubekir'in duasını bilir misiniz?
Allah'ım benim vücudumu o kadar büyüt ki Cehennem'i
doldurayım ki; öbür Mü'minlerin girmesine yer kalmasın...

FATIH - Evet Mü'min, Mü'min'in günahını bile yüklenme-
ye hazırdır...

(Apışmışlardır, ışık söner.)

3. TABLO

(Işık yanınca; mahkeme salonu, Kadının (Hakim) rahlesi (küçük masa)
okka kalem görünür, kapının yanında mübaşir oturur. Kadının makamı
boş. Sahne tam aydınlanınca kapıdan, mübaşirin arkasından omuzu-
na doğru, bir köylü başını uzatır. Mübaşir başını geriye
kaldırarak, bakarken.)

1. SAHNE - (Köylü, mübaşir)
KOYLÜ - (Acele ve telâşlı) Kadı efendi nerede? Dâvâm var,
at aldım hastalıklı çıktı.

MUBAŞİR - (Bir başına, bir ayağına bakar) Bilmez misin
namaz vaktidir?

KÖYLÜ - Ben bilirim ya telâşlıyım... Sen bilirdin de niçin
gitmedin?

MÜBAŞİR - Farzı kılıp döndüm, senin gibi telâşlıları
beklemek için.

(Adam telâşlı ve cevapsız etrafa bakar, acele çıkar. Mübaşir
arkasından kalkıp çağırır.)

MÜBAŞİR - Kadı efendi şimdi gelir, erken dön!..

(Mübaşir oturur, ara, Kadı girer. Mübaşir ayakta, Kadı tam
yerine geçince ayakta duran Mübaşir'e dönerek).

KADI - Gelip giden varmı?

MÜBAŞIR - (Eli önünde bağlı hürmetle) Evet efendim az
önce bir at meselesi için biri geldi. Beklemedi, çabuk dön dedim.

(Ara)

KADI - (Eliyle gösterir) Dışarıda bekle, gelince hemen içeri
al.

(Mübaşir çıkar. Kadı oturur kitap karıştırır. Az sonra
mübaşir ve acele ile köylü girer. Mübaşire fırsat kalmaz.)

2. SAHNE - (Kadı, Mübaşir, Köylü.)

KOYLÜ - Telaşlı ve aceleci) Kadı efendi geldim, yoktun,
atım öldü şimdi neyleriz.

KADI - (Merakla) Yani nasıl bir şey? Baştan anlat
bakayım.

KÖYLÜ - (Aynı telâşla devam eder.) Bir adamdan bir
keseye bir at aldım. At soluğanmış söylemedi. Binip sürünce
hastalandı şikâyete geldim yoktunuz. Atını da geriye almadı,
şimdide öldü. Kadı efendi... (Ara)

KADI - (Az düşünür köylüye bakar) İlk gelişinizde ben
burada olsaydım, kanun hükmü şu olurdu; Atı sahibine iade,
aybını sakladığı için de ceza. Sana da verdiğin paranın iadesi.
Fakat...

KÖYLÜ - (Endişeli, kadının sözünü keser) Fakat şimdi
alamayacak mıyım.?

KADI - (Tebessümle) Heyecana mahal yok, adalet tecelli
edecektir.

(Ve kuşağından bir kese çıkarır köylüye uzatır.)

KADI - Ben vaktinde burada bulunabilsem öyle hükmeder-
dim. Binaenaleyh, bunu benim tazmin etmem (ödemem) lâzım.

(Köylü almak istemez, mahçup çekilirse de Kadı, ısrarla
avucuna tutuşturur. Köylü konuşmadan çıkar, ışık söner.)

4. TABLO
(Işık yanınca, eski dekor görünür Kadı rahle başında
Mübaşir kapının yanında oturuyor. Birden Mübaşir geriye
çekilir, hayretle bakar. Ve kolu bilekten kesilmiş, kanlar akan
adam iki kişinin yardımıyla içeriye baskın gibi girer. Ve
müsaade beklemeden konuşmaya başlar. Kadı yerinden kalkmış
hayret içinde dinliyor. Ve bakıyor. Gelen Mimardır, yanındakiler
kalfaları.)

1. SAHNE - (Mimar ve kalfaları. Kadı ile mübaşir.)

MİMAR - Kadı efendi göster adaletini, Padişah'ımız kolu-
mu kestirdi. Sultan Mehmet'i şeriata şikâyet ediyorum.

KADI - Elbette, kanun önünde şahıslar vardır. Sultan
yok... Haksız kim olursa olsun, cezasını bulacaktır. (Temkinli)
Sen hele hadiseyi sebebleriyle olduğu gibi anlat bakayım.

MİMAR - (Ağlıyarak ve arada bir durarak anlatır) Ben
rum asıllı bir Mimarım. Hazirun (Burdakiler) bilirler ki;
Padişah'ımız beni Ayasofya'ya müsavî (eş) bir câmi inşasına
memur kıldı. Bu kalfaları (Yanındakileri başıyla göstererek) da
yardımcı vermişlerdi. Camî Kadırgada inşa olunmuştur.
Biz sa'yü gayretle tam istediği zaman ve istediği yerde,
istediği şekilde camiyi yaptık. Ne var ki zelzeleden
yıkılmasın diye sûtünlardan bir miktar kestim. Sultan bu
yüzden (ses benzetmeye çalışır gibi) «Sen benim itina
ile getirdiğim sütunları kesip camii de alçak eyledin. » diyerek
elimi kestirdi. Ben davacıyım. Bundan böyle sanatımı icradan ve
ehlimi geçindirmekten mahrum, namerde muhtaç kaldım.. (Ağ-
lar başı öne düşer.)

KADI - (Kolu kaldırıp bakar, bırakır kol sarkar ve kan
damlar.) Hak ve adalet tecellî edecek. Suçlu da cezasını
bulacaktır. Ve mazlumun zararı da izale edilecek. (giderilecek)
Müsterih ol. (rahatla)
(Sert ve yüksek sesle) Hem ne hakla Sultan Mehmet kaza
makamını (yargı makamını) tecavüz eder. (Mübaşir'e sertçe
parmağını uzatır.) Derhal Sultan Mehmet'i buraya çağır.
Hakkında şikâyet var, kaza makamına çıkacaksın diyesin...

MÜBAŞİR - (İnanmaz, ürkek sorar) Padişah Fatih Efendi-
mizi mi?...

KADI - (Daha dolgun sesle) Evet evlâdım. O kişiyi... Ve
söyleyeceksin ki, Murâfaa-i ser' (mahkeme çağrısı) için mühlet
yoktur, âcilen gele...

(Mübaşir selâm verir çıkar. Kadı duvardan asılı süngüyü
alır oturduğu minderin altına sokar. Sonra rahleye geçip
kitapları aceleyle tetkike dalar. Ötekiler seyre dalmışlardır. Ara
sıra mimar kıvranır. Az sonra mübaşir girer.)

MÜBAŞİR - (Eli önüne bağlı hafif eğilir selâmlar) Sultan'a
emrî tebliğ ettim. (Ara Kadı dinler. Mübaşir devam eder.) Hemen
kalktı; Çağıran Emr-i Şer-i Muhammedidir (Muhammedin getirdiği
şeriat emri) , icabetetmem lâzım dedi. Hazırlanıyordu.
(Ara - Ve birden geriye çekilir heyecanla)
Padişah'ımız teşrif ediyor!..

(Fatih girer Mimar ve kalfalar toplanır geri çekilir. Fatih
heybetle ileri gider. Fatih, sağdaki koltuğa ilerlerken, silahlıdır.
Kadı müdahale edince bir saniye durur önüne bakar.)

2. SAHNE - (Fatih ve öncekiler)

KADI - (Parmağıyla gösterir ve ayağa kalkar) Suçlu yerine
geçiniz ve davacının yanında ayakta durunuz. (Ara) Müddeî (iddiacı)
şikâyet ve talebini (isteğini) beyan etsin (açıklasın).

(Fatih geri çekilip Mimar'ın yanında vekarla durur. Mimar
bir Fatih'e bir kadıya bakarak evvelki ifadeyi aynen tekrar eder
ve ilâve eder.)

MİMAR - Kaza makamının vereceği hükme razıyım.

KADI - (Kalfalara) Hadiseye aynen şahitmisiniz?

İKİSİ BİRDEN - Aynen şahitiz.

KADI - (Fatih'e döner) ne dersin Sultan Mehmet?

FATİH - (Başı önünde) Hadise aynen öyledir. (Başını
kaldırır, ciddi) Hükmünüzü bekliyorum.

KADI - O halde hükmü tebliğ ediyorum (oturur kitabâ
bakarak bir şeyler yazar ve kalkar, elindeki kağıdı okur

HÜKÜM: Fatih Sultan Mehmet Han verdiği vazifedeki kasten
veya hataen kusurundan dolayı, elini keserek bir sanatkârı
sanatından mahrum, ailesini perişan kılmış, hemde rey'iyle
(kendi görüşü ile) hüküm verip emr'i şeriate (şeriat hükümlerine)
Muhalefette bulunmuş, kaza makamını tecavüz etmiştir.
Binaenaleyh, onun dahi elinin aynı yerden aynı
vechile (şekilde) kesilmesine mazlumun da zararının izalesi
(giderilmesi) için ailesine nafaka bağlanmasına hükmolundu.
Karar, Kur'an ve Sünnetin aynı zamanda Salih Ulemânın (alimlerin)
beyanları neticesidir. İnfazı derhal olacaktır.
Ara - Başını kâğıttan kaldırır, Fatih'e bakar)
Yani kısas olacaksınız, Sultan Mehmet!...

FATİH - (Mütevekkil ve metin) Şeriatın kestiği parmak
acımaz., yalnız ben dâvâcının şahsî ve ailevî ihtiyaçlarını
taahhüt etsem (karşılayacağına söz verme) , acaba diyet mümkün mü?
(Fatih göz ucuyla Mimar'ı kontrol ederken Kadı ilerler ve
ortada dururu.)

KADI - Bir şartla... (Mimarı gösterir) Dâvâcının bunu
kabul etmesi şartıyla... (Ara)

MİMAR - (Kendisine bakıldığını görünce şaşkın bakınır.
Fatih'i süzer, Şefkatli edâ) Ben padişahımızın kolunun kesilmesi-
ni istemem... (kükrer Kadıya) O kolsuz olamaz...

FATİH - (Ümitlenmiş, Mimara döner ve acele ile) Bütün
ihtiyacını hazineden derhal bağlatacağım....

KADI - (Sözünü keser. El âyâsını (avucunu) Fatih'e uzatarak) Ha-
yır... suç devletin değil, şahsınızındır. Binaenaleyh, zat-î emlâki-
nizden (şahsi mülkünüzden) ödemeniz ve buna da Mimar'ın açık rıza
göstermesi kaydıyla hükümde değişiklik olabilir.

FATİH - Baş üstüne efendim, herşeyi ölçüsüyle ödeyeceğim.

KADI - (Mimar'a döner) Ne dersin Mimar efendi?

MİMAR - (Yorgun, fakat mes'ut edâ ile) Adaletin tecellisi
karşısında ne isteyeceğimi, hatta nerede olduğumu bile unut-
tum... Son hükmü, yani diyet hükmünü aynen kabulleniyorum.

KADI - (Ortaya) Hüküm diyetle değiştirildi. (Geçer yerine
ve kâğıda not eder Mimar'a) Mürafaa (dava) bitmiştir. Selâmetle
gidiniz.

(Mimar ve kalfalar hürmetle çıkarlar. Fatih değişmeden
duruyor - Ara-Kadı yerinden kalkar, birkaç adım yürür.)

KADI - (Fatih'e) Hünkârım, mûrafaa bittiğine göre, buyu-
rup (sediri gösterir) bu fakirle (göğüsüne dokunur) iki kelâm
etmek lûtfunda bulunmaz mısınız?...

FATİH - (Yürür ve konuşmadan sedire oturur. Eli kılıcın
kabzasında bir şey söyleyecek gibi bakar.) Hızır kardeşim
(Ara - Hızır dikkat kesilir) Bilirmisin ne için silâhlı geldiğimi?
(Sertçe) Padişahtır deyu iltifat etsen, hele lehime hüküm
vermeğe kalkışsan, (Kılıcını çekerek ve ayağa kalkarak) bunun-
la başını uçuracaktım!...

KADI - (Anî ciddîleşir ve minderin altından süngüyü alır)
Sen de bilirmisin; mahkemenin kararına uymasan hükme itiraz
etsen (Süngüyü ileri uzatır) bu yılanı kalbine sokacaktım.
(Süngüyü sedire atar ve yumuşar. Fatih yavaşça oturur. İkisi de
sâkinleşirler. Kadı devam eder tebessümle) Kardeşim zira biz bu
makamda Allah adına hükmetmek ve dosdoğru karar vermek
zorundayız. (Daha yumuşak) Sultanım yoksa âdil hüküm vere-
ceğimden mi şüphe edersiniz?.. İmanımızın icabıdır bu.
Üstelik "kuvvetliye meyil (yan çıkma) bana ar gelir (utanç verir)"
Senin zulme razı olmayacağını bilirim ama (sertçe) isterse
başımda dünyanın en zalim hükümdarı bulunsun. Allahtan korkmak
seviyesine erebilmiş karakter ve şahsiyet sahibi bir kadı hükmü
olduğu gibi söyler. Aksi halde bir hâkim, otlamaya salınmış sözde hür
mahlûktan farksız, vicdanından esir bir zavallı olduğunu hisset-
melidir. (Ortaya yüksek sesle) Bilirsiniz ve duyururum ki, gerçek
hâkim olmayınca, mahkemelerden daha şen'î (kötü) bir zulüm mahalli
düşünülemez.

FATİH - (Kıpırdanmadan dinlerken âniden ayağa kalkar
ilerler. Kadı ile yüz yüzeler. Elini yana açar) Hükümdarlar bir
milletin başında zulüm ile de kalabilirler, adaletle de! Ama
(Parmağını sallar) bu bitici günlerden sonra tarih onu ya kanlı
bir sahifeye, yahut bir (Sağ elinin baş ve şehadet parmaklarının
köşelendirip ileri uzatır) Şeref tablosuna yerleştirir. (Ara) Ama
işin en feci tarafı şudur ki, insan zulmettiğini pek sezemez. His
ve hırslar, zaten yetersiz olan aklı örter ve sapkınlaştırır... (Ara)
Bu yüzden de (Seyirciye döner) bu yüzden de adalet namına
zulüm her gün artar. (Aniden Hızır'a döner sokulur ve elini
uzatır) Bunun ölçüsü şaşmaz prensibi nedir? Söyle Hızır Bey...
Oyle ki insan zulme saptığının farkına varıp (geriye döner)
dönebilsin. (Bir adım atar, kadı konuşunca sertçe döner)

KADI - Hak ve hakkın sultası ki; Gerçek Hürriyet olan,
ALLAH'ın sultasıdır. O'na teslim olmak...

FATİH - (Olduğu yerde ve durumda) Yani ALLAH'ın
kanununa uymak... (Ara - Kendi kendine) Onu bırakıp kendi
iradesiyle hükmetmek....(Düşünür) Evet evet... (Kadıya) Allah'ın
kanunundan başkasıyla hükmetmek zulümdür...

KADI - (Kendi görüşünün belirmesi sevinciyle) Evet Hün-
kârım... (İki elini aşağıdan yana açar) Kendi iradenizle el
kesmeniz bu bakımdan zulümdür...

FATİH - (Başını yukarıya kaldırarak, ferahlıca) Hamdede-
rim ALLAH'ıma adaletle sona erdi. (Âniden değişir. Ciddî ve
kararlı, seyirciye döner. Bir adım atar, parmağını sertçe ileri
uzatır) Necip (asil) Milletimin vazifesi de budur işte...
(Son sesiyle)
Bütün beşerî ve nefsanî nizamları silerek Hakkı kaim kılmak
(ayakta tutmak)...

(Perde kapanmaya başlar)

FETİH'TE BUDUR İŞTE... GERÇEK FETİH...

(Perde sür'atle kapanır.)

KALDIR KALPAĞINI ESKİ MUHARİP
YIKASIN AĞARAN SAÇLARI GÜNEŞ
BU DİN - BU DİL, BU İL, BU İNSAN GARİP
GÖNÜLE İDRAK VER GÖZDEKİNE EŞ.
AFYON -20 Hazİran -1967
Ali NAR


Misafir 29 Mayıs 2008 11:20

TUTUMSUZ ÇOCUK

ÇOCUK:Günaydın arkadaşlar,
(Sınıfın sıralarından kalkar Çocuk'un yanına gelir. Siyah, dik yakalı giysisi ile yargıca benzemekledir Öğretmen masası, üstüne serilen örtüyle bir yargıç kürsüsü olarak kullanılacaktır. Yargıç masaya geçer, elindeki tokmağı masaya vurur. Sınıf ayağa kalkar.)
ÇOCUK
Oturun arkadaşlar/ Konuşsun davacılar/ Mahkememiz başlasın/ Gerçekler aydınlansın/ (Sınıflan Tutumsuz'u çağırır.)
Gel buraya Tutumsuz /inat elmen lüzumsuz /Şikayetçi çok senden /Kaçmak yok mahkemeden
TUTUMSUZ (Atkısı paltosunun cebinden sarkmış,eldiveninin biri yok, bir ayağında beyaz spor ayakkabı ötekinde siyah ayakkabı, isteksiz arkadaşlarının itelemesi ile öne çıkar.)
Kaçmam ben mahkemeden/ Korkmuyorum kimseden/ Bilmek isterim neden /Şikayetçiler benden
(Bu sırada yine sınıfın içinden Kalem, Silgi, Palto, Suluboya, Defler ve Kumbara'nın ağlamaklı sesleri duyulur,)
YARGIÇ:Çocuklar tanık olsun/Yaklaşsın biraz sanık/Konuşsun davacılar/Açıklansın acılar
TUTUMSUZ (küçümseyerek güler)
Davacılar da kimmiş/K,m bana suçlu demiş/unutmayınız sakın/öfkelenmem çok yakın
ÇOCUK:Bu sözlere kim gülsün/ hem suçlu hem güçlüsün/tutumsuz bir çocuksun
YARGIÇ davacı kalem gelsin/dertlerini söylesin
KALEMLelinde ucu kırılmış her tarafı kemirilmiş kocaman bir kalemle gelir)
Şu halime bir bakın/ölümüm hemen yakın/daha dün yepyeniydim/iş yapmadan eskidim
Ezdi ısırdı beni/yerlere attı beni/çöplükteydim az önce /çıktım sizi görünce
Bir resim yapamadan /Bir yazı yazamadan/ Döküldü boyalarım Kırıldı hep uçlarım (Eliyle Tulumsu z'u göstererek)
Davacıyım ben ondan/ Şu tutumsuz çocuktan
TUTUMSUZ (Omuz silkerek)
Verecekseniz eğer Onun sözüne değer Başka bir şey söylemem /Alt tarafı bir kalem
ÇOCUK :Zaman yitirmeyelim / Silgiyi dinleyelim
SİLGİ: Silgi değil lokumdum /Mis gibi idi kokum /Ezdi ısırdı beni/ Yerlere attı beni Bir yanlış silemedim/
Bir hata düzeltmedim/ Kalmadı güzel rengim iş görmeden eskidim (Eliyle ile Tutumsuzu göstererek)
Davacıyım ben ondan/ Şu tutumsuz çocuktan
TUTUMSUZ: Hoşlanmıyor hiç benden/usandım bu silgiden/
ÇOCUK: Pltoyu da görelim /onu da dinleyelim
PALTO: ( Yırtık ,sökük,leke içinde paltosuyla bir çocuk)
Üstüm yemek listesi/cebim çöp tenekesi/(ceplerini boşaltır.Bir sürü ıvır zıvır dökülür yere)
Yırtık sökük her yanı/kopuk tüm düğmelerim/eskici almaz beni/yer bezi yapmaz beni/sahibim sevmez beni/
Kimseler giymez beni(ağlamaya başlar, tutumsuzu göstererek ) Davacıyım ben ondan/şu tutumsuz çocuktan
TUTUMSUZ: (zorla gülümsemeye çalışarak)
Palto biraz kirliyse/çabucak eskidiyse/ne var bunda ne çıkar/paltoya da kim kanar
ÇOCUK: Suluboya suluboya /hemen gelsin buraya
SULUBOYA: (Bir çocuk .içinde boya kalmamış bütün
renkleri birbirine karışmış kocaman bir suluboya kutusu ire gelir.)
Dağları çiçekleri '/Rengârenk böcekleri/Güneşi denizleri/Minimini evleri/Hepsini ben boy ardı m
Mutlulukla yaşardım/ Ne imiş demeyiniz/ Yanılıp içmeyiniz/Şimdi bir çorba m
Bu çocuktan yoruldum(Eliyle Tut um s üz1 u göstererek)
Davacıyım ben ondan/Bu tutumsuz çocuktan
TUTUMSUZ Yetti çektiğim sizden/Sıkıldım hepinizden
ÇOCUK Davacılar çoğaldı/ geride kimler kaldı/
Konuşmayan kalmasın/ Defter buraya gelsin
DEFTER (Elinde yırtık sayfaları gelişigüzel koparılmış, karalanmış büyük bir defterle bir çocuk gelir.)
Şişman bir defter idim Umutla Bekler idim
Kirletti ak tenimi / kopardı bedenimi / ağzım burnum çarpıldı /
Kabım ortam kalmadı /kimse dönüp bakmadı (eliyle davacıyı göstererek)
Davacıyım ben ondan /şu tutumsuz çocuktan

ÇOCUK :Ne dersiniz acaba /utandınız galiba /kumbaraya soralım/o ne diyor bakalım
KUMBARA: (kocaman boş bir kumbara ile gelir)
Bomboştur benim içim /açlıkta öleceğim/ yoktur hiç yiyeceğim/zavallı mideciğim
Bir bayramdı annesi / para attı içime/şıngır şıngırdı sesi /sevinç aktı içime
Öyle bir yutmuşum ki/boğulacaktım sanki
İçim bomboş tamtakır /görenler hurda sanır/
davacıyım ben onda /şu tutumsuz çocuktan (ağlayarak gider)
DAVACILAR: Davacıyız biz ondan/ şu tutumsuz çocuktan
ÇOCUK : İşte hepsi davacı /şu halleri ne acı/
cezalansın bu çocuk/hem de şimdi çarçabuk
DAVACILAR: cezalansın bu çocuk/hem de şimdi çarçabuk
YARGIÇ: (Tokmağı ile masaya vurur)
Davacılar susunuz /konuşacak tutumsuz /kendisini savunsun /yargımız haklı olsun
TUTUMSUZ: (ÇOK UTANMIŞTIR Sıra ile davacılara bakar onlara yaklaşır ,davacılar arkasını döner)
Kabul ettim suçluyum/tutumsuz bir çocuğum/inanın pişman oldum/gerçekten utanç duydum
Beni bağışlarsanız/ Bir fırsat sunarsanız/Tutumlu olacağım /Sözümde duracağım.
İyileşmem demeyin/ Hemen cevap vermeyin/ Cezamı erteleyin Bir kez daha deneyin
YARGIÇ (Düşünür. Davacılara bakar. Onların da sessiz onayını alır.)
Pekala öyle olsun/Suçlamalar son bulsun
Tulumlu olacaksan/Sözünde duracaksa n
TUTUMSUZ Sözümde duracağım/ Tutumlu olacağım
ÇOCUK Yemişleri bölelim/ Hep birlikle yiyelim
(Çocuklar sevinçle yemişlerini yemeye koyulurlar) TUTUMSUZ ÇOCUK
ÇOCUK:Günaydın arkadaşlar,
(Sınıfın sıralarından kalkar Çocuk'un yanına gelir. Siyah, dik yakalı giysisi ile yargıca benzemekledir Öğretmen masası, üstüne serilen örtüyle bir yargıç kürsüsü olarak kullanılacaktır. Yargıç masaya geçer, elindeki tokmağı masaya vurur. Sınıf ayağa kalkar.)
ÇOCUK
Oturun arkadaşlar/ Konuşsun davacılar/ Mahkememiz başlasın/ Gerçekler aydınlansın/ (Sınıflan Tutumsuz'u çağırır.)
Gel buraya Tutumsuz /inat elmen lüzumsuz /Şikayetçi çok senden /Kaçmak yok mahkemeden
TUTUMSUZ (Atkısı paltosunun cebinden sarkmış,eldiveninin biri yok, bir ayağında beyaz spor ayakkabı ötekinde siyah ayakkabı, isteksiz arkadaşlarının itelemesi ile öne çıkar.)
Kaçmam ben mahkemeden/ Korkmuyorum kimseden/ Bilmek isterim neden /Şikayetçiler benden
(Bu sırada yine sınıfın içinden Kalem, Silgi, Palto, Suluboya, Defler ve Kumbara'nın ağlamaklı sesleri duyulur,)
YARGIÇ:Çocuklar tanık olsun/Yaklaşsın biraz sanık/Konuşsun davacılar/Açıklansın acılar
TUTUMSUZ (küçümseyerek güler)
Davacılar da kimmiş/K,m bana suçlu demiş/unutmayınız sakın/öfkelenmem çok yakın
ÇOCUK:Bu sözlere kim gülsün/ hem suçlu hem güçlüsün/tutumsuz bir çocuksun
YARGIÇ davacı kalem gelsin/dertlerini söylesin
KALEMLelinde ucu kırılmış her tarafı kemirilmiş kocaman bir kalemle gelir)
Şu halime bir bakın/ölümüm hemen yakın/daha dün yepyeniydim/iş yapmadan eskidim
Ezdi ısırdı beni/yerlere attı beni/çöplükteydim az önce /çıktım sizi görünce
Bir resim yapamadan /Bir yazı yazamadan/ Döküldü boyalarım Kırıldı hep uçlarım (Eliyle Tulumsu z'u göstererek)
Davacıyım ben ondan/ Şu tutumsuz çocuktan
TUTUMSUZ (Omuz silkerek)
Verecekseniz eğer Onun sözüne değer Başka bir şey söylemem /Alt tarafı bir kalem
ÇOCUK :Zaman yitirmeyelim / Silgiyi dinleyelim
SİLGİ: Silgi değil lokumdum /Mis gibi idi kokum /Ezdi ısırdı beni/ Yerlere attı beni Bir yanlış silemedim/
Bir hata düzeltmedim/ Kalmadı güzel rengim iş görmeden eskidim (Eliyle ile Tutumsuzu göstererek)
Davacıyım ben ondan/ Şu tutumsuz çocuktan
TUTUMSUZ: Hoşlanmıyor hiç benden/usandım bu silgiden/
ÇOCUK: Pltoyu da görelim /onu da dinleyelim
PALTO: ( Yırtık ,sökük,leke içinde paltosuyla bir çocuk)
Üstüm yemek listesi/cebim çöp tenekesi/(ceplerini boşaltır.Bir sürü ıvır zıvır dökülür yere)
Yırtık sökük her yanı/kopuk tüm düğmelerim/eskici almaz beni/yer bezi yapmaz beni/sahibim sevmez beni/
Kimseler giymez beni(ağlamaya başlar, tutumsuzu göstererek ) Davacıyım ben ondan/şu tutumsuz çocuktan
TUTUMSUZ: (zorla gülümsemeye çalışarak)
Palto biraz kirliyse/çabucak eskidiyse/ne var bunda ne çıkar/paltoya da kim kanar
ÇOCUK: Suluboya suluboya /hemen gelsin buraya
SULUBOYA: (Bir çocuk .içinde boya kalmamış bütün
renkleri birbirine karışmış kocaman bir suluboya kutusu ire gelir.)
Dağları çiçekleri '/Rengârenk böcekleri/Güneşi denizleri/Minimini evleri/Hepsini ben boy ardı m
Mutlulukla yaşardım/ Ne imiş demeyiniz/ Yanılıp içmeyiniz/Şimdi bir çorba m
Bu çocuktan yoruldum(Eliyle Tut um s üz1 u göstererek)
Davacıyım ben ondan/Bu tutumsuz çocuktan
TUTUMSUZ Yetti çektiğim sizden/Sıkıldım hepinizden
ÇOCUK Davacılar çoğaldı/ geride kimler kaldı/
Konuşmayan kalmasın/ Defter buraya gelsin
DEFTER (Elinde yırtık sayfaları gelişigüzel koparılmış, karalanmış büyük bir defterle bir çocuk gelir.)
Şişman bir defter idim Umutla Bekler idim
Kirletti ak tenimi / kopardı bedenimi / ağzım burnum çarpıldı /
Kabım ortam kalmadı /kimse dönüp bakmadı (eliyle davacıyı göstererek)
Davacıyım ben ondan /şu tutumsuz çocuktan

ÇOCUK :Ne dersiniz acaba /utandınız galiba /kumbaraya soralım/o ne diyor bakalım
KUMBARA: (kocaman boş bir kumbara ile gelir)
Bomboştur benim içim /açlıkta öleceğim/ yoktur hiç yiyeceğim/zavallı mideciğim
Bir bayramdı annesi / para attı içime/şıngır şıngırdı sesi /sevinç aktı içime
Öyle bir yutmuşum ki/boğulacaktım sanki
İçim bomboş tamtakır /görenler hurda sanır/
davacıyım ben onda /şu tutumsuz çocuktan (ağlayarak gider)
DAVACILAR: Davacıyız biz ondan/ şu tutumsuz çocuktan
ÇOCUK : İşte hepsi davacı /şu halleri ne acı/
cezalansın bu çocuk/hem de şimdi çarçabuk
DAVACILAR: cezalansın bu çocuk/hem de şimdi çarçabuk
YARGIÇ: (Tokmağı ile masaya vurur)
Davacılar susunuz /konuşacak tutumsuz /kendisini savunsun /yargımız haklı olsun
TUTUMSUZ: (ÇOK UTANMIŞTIR Sıra ile davacılara bakar onlara yaklaşır ,davacılar arkasını döner)
Kabul ettim suçluyum/tutumsuz bir çocuğum/inanın pişman oldum/gerçekten utanç duydum
Beni bağışlarsanız/ Bir fırsat sunarsanız/Tutumlu olacağım /Sözümde duracağım.
İyileşmem demeyin/ Hemen cevap vermeyin/ Cezamı erteleyin Bir kez daha deneyin
YARGIÇ (Düşünür. Davacılara bakar. Onların da sessiz onayını alır.)
Pekala öyle olsun/Suçlamalar son bulsun
Tulumlu olacaksan/Sözünde duracaksa n
TUTUMSUZ Sözümde duracağım/ Tutumlu olacağım
ÇOCUK Yemişleri bölelim/ Hep birlikle yiyelim
(Çocuklar sevinçle yemişlerini yemeye koyulurlar)



Saat: 18:46

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık