MsXLabs
Sayfa 1 / 3

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Din/İlahiyat (https://www.msxlabs.org/forum/din-ilahiyat/)
-   -   Tarikatlar/Kültler/Mezhepler - Alevilik (https://www.msxlabs.org/forum/din-ilahiyat/8280-tarikatlar-kultler-mezhepler-alevilik.html)

Misafir 22 Ağustos 2006 22:27

Alevilik-Bektasilik'e bir kisa bakis


Aleviligin dogusu, Islamiyet'in ilk dönemlerinde dek uzanir. Islam dininin peygamberi Hz. Muhammed'in hayatta iken en yakini Hz. Ali idi. Ali, Hz. Muhammed'in amcasinin oglu ve ilk Müslümanlardandi. Islamiyet'in yayilmasi ugruna sinirsiz yararliliklari olmus, ayrica Hz. Muhammed, biricik kizi Fatma'yi da Ali ile evlendirmisti.
Hz. Muhammed, ölümünden sonra yerine varis olarak Ali'yi düsündügünü, degisik yer ve zamanlarda sagliginda belirtmistir. Fakat vefatindan sonra olay, Hz. Muhammed'in düsündügü gibi gelismemistir.
Hz. Muhammed'in cenazesi henüz kaldirilip kendine karsi son görev yapilmadan, Ali ve aile fertleri cenazenin defin isleri ile ugrasirken, yerine kimin halife olacagi kavgasi baslamistir.
Ömer, kitleyi baski altina alarak cenazenin defnedilmesini bile beklemeden, bir oldu bitti ile Ebubekir'i halife ilan etmis ve elde kilic önüne geleni de biata zorlamisti.
Iste bu haksiz halife secimi, Islam icindeki ilk büyük ayriliga neden oldu. Ali'yi tutanlara,daha sonra tarih kitaplari Ali yanlisi, Ali taraftari anlaminda Alevi dedi.
Gelisen diger tarihsel olaylara bu haksizlik düzelecegi yerde, iliskiler daha da gerginlesti. Yeni haksizliklara da beslenerek büyüdü. Ebubekir'in halifeligi, Ömer'in halifeligi izledi. Onu da Osman'in halifeligi takip etti. Halifelik sirasi Ali'ye geldiginde ise tarihte "Hak Olayi" olarak bilinen bir hileli secim yöntemi ile hilafet, Muaviye'ye verildi.
Bundan sonra Islam tarihi, Emeviler ve Abbasiler Ali yanlilari arasinda gelisen bir dizi kanli olaya sahne oldu. Ali, sadece halifeligi kaybetmedi. Arkasindan hayatini da kaybetti. Onu biricik cocuklari Hasan ve Hüseyin'in insanlik disi yöntemlerle katledilmeleri izledi. Tarihe "Kerbela Olayi" olarak gecen soykirimla Hz. Muhammed'in Ali ve Fatma'dan olan tüm soyu yok edilmeye calisildi.
Iste Islamiyet, yeni kitalara ve yeni uluslara yayilirken Islam icindeki bu ayriliklar da yayildi. Türkistan, Mezopotamya ve Anadolu, Emeviler döneminde Islamiyet'le tanisti. Islamiyet icindeki Ali yanlisi akim, Misir'da Fatimi Müslümanligini, Iran'da Sii Müslümanligini, Afganistan ve Pakistan'da Ismailiye Müslümanligini olustururken, bu akim Anadolu'da da Müslümanligin Anadolululasmasi olan Aleviligi olusturdu. Haci Bektas Veli ise bu özgün olusumun sercesmesi kabul edilir.


Özgürlükcü-Demokratik-Sosyalist cizgi

Alevilik göcebe kabilelere, siradan köylülere, askerlere (yeniceriler) ve yüksek dereceli, özgür ruhlu entelektüellere dayanan, tarihsel temeli nedeniyle sinifli toplumlara, sömürücülüge ve baskici rejimlere karsi olan bir akimdir. Ama bu ögretilerin genis dagilimi Rum Selcuklular döneminde yapildi. Cünkü o dönem, siyasal ve sosyal kararsizlik dönemiydi.
Alevilik-Bektasilik daha Rum-Selcuklular döneminde üc ana ögretisi ve Ali düsüncesi ile gizlenmeye baslamis, Osmanli döneminde bu giderek artmistir. Alevilik-Bektasiligin temel ögretileri Sünniler icin fazlasiyla sapik düsüncelerdi; fakat bu fikirler ilk Islamiyet döneminden, peygamberin Mekke ve Medine dönemlerinde kaynaklandigi icin pek bir sey yapilammiyordu. Ayrica Alevilik-Bektasilik, saldirilardan korunmak icin bazi "gizlenme" taktikleri de gelistirmistir.


Sifre ve Gerceklik olarak Hz. Ali'ye inanma

Bu inanc, Alevilik-Bektasiligin dördüncü ana ögretisidir. "Sifre ve Gerceklik" bicimindeki tanimlamanin ikinci kelimesi Haci Bektas'tan (1248-1327), Anadolu Aleviliginin ideolojik sekillerinden gelmektedir. Alevi inancina göre Haci Bektas, kendi döneminin kamil insani, ikinci Hz. Ali'dir (ruh gücü teorisi). 1517'den sonra Osmanlilar Selcuklu döneminin bu insancil, cesur, entelektüel ideolojisinin isini kesin olarak bitirmeye yöneldiler. Osmanli-Sünni'lik bir problem ile karsi karsiya geldi: Bektasi Yeniceriler. Bu kesim, Alevilik-Bektasiligin bütünüyle ortadan kaldirilmasinin önündeki en büyük engeldi. Aleviligi imhaya yönelik bu siyasi faktörün yanisira, toplumsal planda etkili olan bir faktör daha vardi: Savasci bir gelenege sahip olan göcebeligin 19. yüzyilda yavas yavas cözülmeye baslamasi. Böylece Alevilik ikinci askeri dayanagini da kaybediyordu. Bir baska faktör de, Osmanli Imparatorlugu'nun yeni döneminde (1517'den sonra) Alevilerin, Sünniler ve Hiristiyanlara göre kücük bir azinlik olarak kalmalariydi. (alevilik, günümüz Türkiye Cumhuriyeti'nde ise yüzde 30 ile bir toplumsal kesim olusturmaktadir.)
Aleviligin merkezinde insana verilen büyük önemin bulunmasi, insannin Tanri'dan da önemli olmasi ve buna bagli olarak bir Sosyalist cizginin ortaya konulmasi Alevileri, özellikle de Alevi gencligini, modern, "ilerici" ideolojilere acik hale getirmistir.
Alevilikte südür ögretisinin, kamil insan teorisinin ve özgürlükcü-demokratik-sosyalist cizginin cikis yeri olan ve bire yin inanc özgürlügünü öngören bir ara ögreti daha vardir.
Buna göre her insan, bu arada kötüler ve tanrisizlar da Tanri'nin bir manifestosudur:
Her seyden önce bunlar Tanri'nin basarisiz deneyleridir. Herkes Tanri ve doga bilincine kendi varmalidir. Tanri fikrini kabul etmeyen hic kimse cezalandirilmaz. Buna kara vermek Tanrinin isidir cünkü. Buna karsilik Iran'in "Islam" devrimi, tanrisizligin cezalandirilmasi gerektigi hatta bunun bir zorunluluk oldugu tezine getirdi.
Anadolu Aleviliginde,Insan baskalarina zarar vermemek ve onlarin haklarini cignememek kosuluyla istedigi gibi davranabilir, istedigi gibi yiyip icebilir. Bunun yani sira hickimse kendi yasam tarzini bir baskasina zorla kabul ettiremez. Insanlar, birlikte yasadiklari insanlara kendi yasam tarzlarini gelistirme hakki tanimalidir. Kadin ve erkek icin kesin görev taniklari yoktur.Kadin ve erkek arasinda ayrim yapilamaz, bir digerini üstün görülemez.
Insan kütürel ve ruhsal yasantisinda kesinlikle özgürdür. Bu görüsü ile Alevilik, bireye belirli ve degismez bir düsünce modeli, kurallarina uymayanlari bu dünyada ve öbür dünyada cezalandiracagini vurgulayan bir toplum modeli dayatan dini görüslerden farklidir. Alevilik, bunun gibi, cekirdeginde sosyalist ideoji olsa da herkes icin tek bir toplumsal yasam öneren, kültürel ve ruhsal yasamda "proleterce" davranmayi bekleyen modelleri de reddeder. Alevilik kimseden proleter-püriten bir yasam tarzini benimsemesini istemez.
Aleviligin sosyalizmi kültürel ve ruhsal yasamla degil, ekonommi ile ilgilidir. Kültürel ve ruhsal yasam konusunda önerdigi sey kesin bir cesitliktir. Felsefi olarak Alevilik-Bektasilik bir idealizm-materyalizim bilesimidir. Idealisttir, cünkü dogayi ve evreni Tanri'nin görülebilir bir sureti olarak aciklamaktadir. Materyalisttir, cünkü insanlarin yükselisini, insanlarin gelismesini cevreye dayandirmaktadir. Daha önce de gördügümüz gibi cevher potansiyel olarak, bir tanri müdahalesine ihtiyac duymaksizin mineral, bitkisel, hayvansal ve insansal, ruhsal sekiller gelistirme gücünü icinde barindirmaktadir.


Misafir 23 Ağustos 2006 19:31

KISACA Alevİlİk
Aleviler ve Alevilik:
Aleviler özelikle Türkiye ve az miktarda komşu ülkelerde yaşayan inançsal bir topluluktur. Yaklaşık 20 milyonluk bir nüfusla, Türk, Kürt, Zaza ve diğer halklardan oluşan Aleviler Türkiye nüfusunun üçte birini oluşturmaktadır. Danimarka’da yasayan Türkiyeli göçmenlerin de yaklaşık 1/3 Alevidir. Aleviler, inanç, yaşam şekli ve kültürleriyle, Türkiye nüfusunun diğer kesiminden önemli oranda farklıdırlar.


Alevilik Nedir?
Alevilik inanç, kültür ve toplumsal yaşamı kapsayan, 3 boyutlu bir öğreti, birçok inancın kaynaşmasından oluşan kendine özgü bir inançtır. Aleviler öğreti ve inançlarını Hak-Muhammed-Ali, Hünkar Bektaş Veli kamili insanlık yolu, kısaca ‘YOL’ olarak tanımlarlar.
Alevi-Bektaşi inancın temel ilke ve ikrarnamasi: Eline Diline Beline (EDEBe) sahip olmaktır.

Alevilikte tanrı inancı;
Aleviler insan ve doğanın uzaydaki tüm varlıkların birliğine, (Vahdeti-Mevcut = varlığın birliği) aynı kaynaktan oluştuğu düşüncesine ve tanrının (Allah’ın) bunların toplamı olduğuna ve tanrının, alemde en mükemmel varlık olan insanın özünde olduğuna inanırlar.


Alevi öğretisinden bazı deyimler:
Her ne arar isen kendinde ara. - Benim Kabem insandır. - Okunacak en büyük kitap insandır. - İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. - Bilim bizim yolumuzdur. Sevgi bizim dinimizidir, başka dine inanmayız. - Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma. - Enel-Hak (gerçek, tanrı benim)Bu deyimlerden de anlaşılacağı üzere, Alevi öğretisinde (inancında) insan, bilim ve sevginin çok önemli bir yeri vardır.

Aleviliğin kültürel boyutu:
Müzik, dans (semah) deyiş/şiir ve her türlü sanatı kapsar. Alevilerde özelikle deyiş ve semah duygu ve düşünceleri yaymak dile getirmek için bir araç olarak kullanılır, aynı zamanda bir tür ibadettir. Aleviliğin Danimarkalılarında bildiği ‘dansende -dervisher’ (dans eden dervişler) ve sufizmle (tasarrufla da) yakın ilişkisi vardır.

Aleviliğin toplumsal boyutu:
Alevi toplumunda, zor yoktur, her şey, gönüllülük (rıza) üzerine kurulmuştur. Alevilerin toplumsal ütopyası, özlediği toplumsal düzen: Yarin yanağından gayri her şeyin paylaşıldığı, insanları ezmeden ezilmeden mutlu yaşadığıbir tür sosyalist bir düzendir.

Alevi öğretisi.
Doğada olduğu gibi, her şeyin değiştiği ilkesinden hareket eder. Kurallar, sınırlar ve yasaklar topluluk tarafından konulur ve kaldırılabilir. Alevi toplumunda 72 millete bir bakılır, toplumda herkes (ırk, milliyet, cinsiyet (kadın-erkek), eşit, aynı hak ve sorumluluklara sahip olmalıdır.. Aleviler tüm dinlerin temel/öz buyruklarına saygı duyarlar. Irkçılığın, milliyetçiliğin, fanatikliğin Alevi dünya görüşünde (felsefesinde) yeri yoktur.

Aleviliğin tarihi.
M. sonra 800-1100 yıllarında Orta Asyada göçebe halinde yasayan Türkler Ortadoğu ve Anadolu’ya gelirken ‘bavullarında’ kendi inançları (Şamanizm) dışında Budizm ve diğer inançlardan da bir şeyler getirmişlerdir. Anadolu’da bu inançlar, eski İran, Kürt inançları (Zerdüşt vs.) Ve ayrıca, Yahudililik, Hıristiyanlık, İslam ve eski Yunan doğa felsefesinden unsurlarla karışmış ve daha sonraları (Batınilik, Kızılbaşlık, Bektaşilik) ve sonuçta Alevilik olarak ortaya çıkmıştır.
Alevilik: Anadolu’da yasayan çeşitli halk ve kültürlerden oluşmuş ve o tarihte var olan hakim din ve toplumsal düzene karşı bir muhalefet hareketi olarak ortaya çıkmış ve gelişmiştir.


‘ALEVİ’ kelimesi:
Alevi kelimesinin çeşitli sembolik anlamları vardır: Felsefî anlamda alevi kelimesi; her şeyin ‘alevi’ öz kaynağı, ‘nur’ kutsal yaratıcı güce bağlanır. Doğada her şeyi hareket ettiren enerji ve canlılarda yasam gücü olarak kabul edilen aşk/sevgiye bağlanır. Diğer inançsal ve toplumsal yönüyle de; İslam peygamberi Muhammed’in amca oğlu ve damadı Hz. Ali’ye bağlanır.İslam’ın o zaman ki Arap toplumunda ki hakim güçlere karşı bir devrim olarak ortaya çıkmasında büyük emeği geçen fakat, İslam dini iktidar olduktan sonra ailece, (Eehli-Beyt olarak) haksizlik ve zulme maruz kalıp katledilen Hz. Ali ve yandaşlarına sevgi ve düşüncesine bağlılığı simgeler.

Alevilik ve İslam
Aleviler bütün dinlerin olduğu gibi, İslam’ında temel/öz buyruğuna inanır/saygı duyarlar, fakat oruç, namaz, haç vb. gibi ibadet ve birçok yüzeysel kural ve Kuran yorumlarına uymazlar. Ayrıca Aleviliğin temel inanç ve ibadet kurumu olan CEM ve cemde olan hiç bir uygulama bilinen islam kuralları içinde yoktur..


Alevilik öğretisi (4 Kapı - 40 Makam):
1200 yıllarında yaşamış ve Alevilerce Pir kabul edilen “Hünkar Bektaş Veli” tarafından kurulmuştur. HBV’nin öğretisi, 4 kapı-40 Makam üzerine kurulmuştur. Sırayla Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat, olarak isimlendirilen 4 Kapı, yine sırayla; Yasa - yol - eylem - Hakikat anlamındadır. Ve Hünkar Veli, bu 4 kapıyı, uzayda bulunan ve her zaman hareket hainde olan 4 ana maddeye hava, ateş (enerji) su, toprağa ve bunları da CANa bağlamaktadır. Buna 5 unsur denir. Hünkar ‘Bektaş’ ismi de bu beş unsur (beş-taş) tan gelir. Burada hareket ettirici güç ateş/enerjidir. ‘Her şeyin bir yüzü, bin özü vardır’ önemli olan bu özleri bilmek öğrenmektir.


40 Makam:
İlk makamı iman (inanmaktır): HBV: ‘İnanmak akıl, mantık, bilim üzeredir, akla mantığa sığana kalbinden sahip çık’ ve ‘İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır’ diyor. Kırkıncı son makam ise: Kamili-insan, Enel-Hak olmak (Kendini tanrı yerine koyabilecek, bilgi ve olgunluğa ulaşma) makamıdır. Kısaca insan, bilim ve sevgi yolundan 4 kapı-40 makamdan geçerek (tanrıya) tanrısal bir olgunluğa ulaşabilir.


Aleviler tarih boyu ezilmişler:
Aleviler tarih boyu, hakim güçlerin baskı sömürü sistemlerine karşı (inançsal, kültürel ve politik) yönden muhalefet olmuşlardır. Aleviler inançları yüzünden, yüzyıllarca iktidarlar, cahil kitleler ve fanatik dinciler tarafından baskı altında tutulmuş, katliamlara maruz kalmıştır. Buna karşı Aleviler örneğin Osmanlılar döneminde 200"ün üzerinde halk ayaklanmasına öncülük etmiştir. Alevilere ve aydın lâik insanlara yönelik bu iktidar destekli, fanatik-dinci saldırıların en son örneklerinden biri 2 Temmuz 1993"te Sivas’ta olmuştur. Pir Sultan’ı anma şenlikleri altında yapılan etkinliklere katılan 33 aydın, sanatçı ve semahçı genç, güvenlik güçlerinin göz yumması nedeniyle, cahil fanatik kitlelerce kaldıkları Madımak Otelinde, yakılarak katledilmiştir. Yüzlerce yaralı arasında, uluslararası alanda tanınmış, yazar Aziz Nesil’de vardı.


Alevilikte Semah ve Cem;
Semah Alevilerin geleneksel ‘dansıdır’, bir çeşit ibadet biçimidir. Semah kelimesi; gökyüzü/uzay ve müzik ve sözle öğrenme anlamına gelir. Ayrıca evrende ki her şeyin hareket ettiğini, bir dönüşümden geçtiğini sembolize eder. Semahta insan duygusal bir dünyada uzayı/alemi dolanıp, aradığını yine kendinde bulması sergilenir. Semah normal olarak Alevilerin CEM dedikleri özel toplantılarında dönülür.


Alevilikte CEM:
CEM ‘birlik’ demektir. Burada ki birlik hem insanin kendini bilmesi, toplumsal dayanışma, alemdeki varlıkların birliğini kapsar. Cem, derneklerde yapılan genel kurullara benzetilebilir. Cem’de tüm üyeler kendilerini görgüye/ toplum içinde sorguya (dara) çektirirler. Bu yönüyle Cem, bir tür halk mahkemesidir.
Alevilerin kişisel sabit, belirli, yer ve zamanda yapılan ibadet şekilleri yoktur. Önemli olan her an (ibadetli) iyi insan olmaya çalışmaktır.
Aleviliğin en önemli kurumlarının ve ibadetlerinin basında Cem gelir ve topluluk istediği zaman, uygun herhangi bir yerde yapılabilir.

Cem in kaynağı İslam öncesi eski Türk ve Iran inanç ve kültürlerinin İslam la birleştirildiği KIRKLAR MECLİSİ (CEMi) inancına dayanır.. 19 Kadın, 21 erkeğin ve Hz. Ali’nin de olduğu bu Ceme/meclise, Hz. Muhammed Peygamber olarak değil, Hadümül-fukara, fakirlerin hizmetçisi olarak girebilmiştir.. Hizmet Alevilikte en önemli unsurlardan biridir, yola hizmet için girilir, halka hizmet, hakka hizmet olarak kabul edilir..
Bir kaç çeşit Cem vardır. Fakat hepsinin gündeminde, 12 hizmet vardır. 12 hizmetin; sosyal, kültürel, politik, ahlâksal, pratik ve inançsal anlamları vardır. Cem’de kadın erkek, yaşlı, çocuk eşit sayılır, herkes birbirine CAN veya bacı kardeş diye hitap eder. Cem’de 12 hizmetten birisi de semahtır.


Alevilikte Semah ve sembolik anlamları:
* Semah normalde Cem’de dönülür (dönmek hiçbir şeyin durmadığını ölmediğini hareket edip değiştiğini sembolize der. * Semah, Cem dışında ayrıca; toplumsal içeriği olan toplantılarda ve tanıtmak amacı için dönülebilir. Başka yerlerde düğün, eğlencelerde vs. kurallarına uyulamayacağı için, semah dönülmesi uygun görülmez.
* Yüzün üzerinde semah çeşidi vardır, hepsi için geçerli olan, ağır tempoyla baslar, hızlanır ve yavaşlayarak durur. Duyguların/ruhun uçuş ve geri dönüsünü sembolize eder.
* Cemde ve Semah dönülürken normalde çırağ/mum yakılır. Bu ışık, bütün alemi hareket ettiren/yaratan ilâhî NUR olarak kabul edilir. Ayrıca alevi/enerjiyi, bilim ve sevgiyi-aşkı sembolize eder.
* Semahta kadın ve erkek şarttır, bununda birlik, eşitlik, yaradılış, sevgi, karşıtların birliği gibi çok derin anlamları vardır.
* Semah yalın ayak dönülür, duygular dünyasında uçulsa da gerçeğe, doğaya/toprağa bağlılığı sembolize eder. (Oku; benim sadık yârim kara topraktır. A.Veysel)
* Semah günlük, fakat temiz elbiseyle dönülebilir, bazı semahlar dışında (üryan semahı) özel elbise gerekmez. Genelde bele, kendini kontrol etmeyi (Eline Diline Beline sahip olmayı) ve sevdiğine (yola) bağlılığı sembolize eden bir kuşak (kemerbest) bağlanır.
* Bazı semahlarda avuçlar yer ve gökyüzüne döndürülür, yerle gök arasında (1. kapı hava ve 4 kapı toprak / tanrı ve insan) arasında bağ kurulur.
* Gözler genellikle el/avuç içine bakar, bu da aynada kendini (insanda tanrıyı) görmeyi, sembolize eder. (Aynayı tuttum yüzüme Ali göründü gözüme. Nazar eyledim özüme Ali göründü gözüme)
* Semahta kalbe, (döşe) götürülen eller, Alevilerin bir tür selamıdır. İçten ve kalpten sevgi ve yola bağlılığı sembolize eder.
* Bazı semahlarda eller dairenin dışından içine uzatılır. Bu Haktan, hakkıyla, helâl alıp, halkla ‘yarin yanağından gayrisini paylaşmayı’ sembolize eder.
* Bazı semahlardaki figürlerde doğadaki canlı varlıkların (hayvanların, bitkilerin) özeliklerini, emek, sevgi, birlik vbg. çeşitli konuları sembolize eder.

Alevilik insanlık yoludur.


Misafir 23 Ağustos 2006 19:32

On Iki Imam


Düvaz Imam, Düvazde Imam da denir. Hazreti Ali'yle sonradan onun soyundan gelen On Bir Imam, On Iki Imam adini alir. Alevi edebiyatinda bu On iki Imamdan söz eden bir tür dogmustur. Bu konuda nefeslere << Düvaz Imam >> denir. Din ve devlet baskanligi yani Imamlik, Alevilikle siki sikiya ilgilidir. Birinci Imam'dan sonuncu Imam Mehdi'ye gelinceye dek üc yüz elli yila yakin bir zaman gecmistir. Bu Imamlik isinden dolayi bircok tarihsel olaylar olmus, bircok kavgalar cikmis, yeni tarikatlar ya da mezhepler dogmustur. Büyük ayriliklara yol acmistir. Cok kisa olarak onlarin yasantisini vermeye calisacagim.. Birinci Imam Hazreti Ali, daha önce yukarida verildigi icin Imam Hasan'dan baslayacagim


Imam Hasan:

Hz. Ali den sonra gelen Ikinci Imamdir. Hazreti Ali'nin büyük ogludur. Hicretin ikinci ya da ücüncü yilinda dogdu (625). Hazreti Muhammed adini << Hasan >> koymustur. Künyesi << ebu Muhammed >> olup lakaplari << Taki >>, << Zeki >> ve <> dir. << Hasan'ül – Mücteba >> da denir. Anasi, Hazreti Muhammed'in kizi Fatima Hatun'dur. Halk arasinda Fatma ya da Fatma Ana diye anilir ve cok sevilir. Imam Hasan, her bakimdan üstün bir kisiydi. Hz. Ali'nin ölümünden sonra Imam olmus, halk da kendisine uymustu. O sirada Sam Valisi'yken devlet baskanligini türlü oyunlarla elde etmis olan Muaviye'ye mektuplar yazarak yola getirmeye calismissa da, basaramamisti. Adamlarinin hiyaneti yüzünden Halifeligi ona birakmak zorunda kaldi. Medine'de hic bir seye karismadan yasadigi sirada Muaviye tarafindan karisina zehirlettirildi. Ölümü: 669



Imam Hüseyin:

Ücüncü Imamdir. Dogumu: 626. Babasi Hazreti Ali, anasi Fatma'dir. Adini Hazreti Muhammed koymustur. Künyesi << ebuAbdullah >>, lakaplari << el-Sehit >>, << el-Sibt >>,<< Zeki >> ve << Mübarek >> tir. Bes erkek, üc kiz cocugu olmustur. Bunlardan tarihe ve edebiyata gecen << Zeynel' Abidin >> ile << Zeynep >> tir. Hazreti Hüseyin, Kerbela'da sehit edilmistir. ( Kerbela ya bakiniz ) Türbesi Kerbela'dadir. Ölümü 680 tarihindedir. Hasan ile Hüseyin, Hazreti Muhammed'in cok sevdigi iki torunudur.



Imam Zeynel' Abidin:

Dördüncü Imamdir. Hazreti Hüseyin'in ogludur. Anasi Sehribanu'dur. Dogumu: 659. Künyeleri << ebu Muhammed >>, << Ebul Hasan >>. Ünlü lakabi << Zeynel' Abidin >> dir. Cok bilgili, cok iyi huylu, sabiirli ve üstün bir insandi. Kendisine kötülük edenlere bile iyilik ederdi. Zeynel' Abidin, Kerbela faciasinda bulunmus, hastaligi yüzünden, babasi Hüseyin savasa girmesine izin vermemisti. Kerbela'dan Küfe'ye, oradan da Sam'a götürüldü. Zencire vurulmus olarak Yezid'in önüne cikarildi. Serbest birakildi, Medineye döndü. Ölünceye dek orada kaldi. Ölümü 719.



Imam Bakir:

Besinci Imam olup babasi Zeynel' Abidin'dir. Medine'de, 677 tarihinde dogmustur. Künyesi << ebu Cafer >> dir. En yaygin lakabi << Baki >> dir. Ölümü: 733. Büyk bir bilgin ve cok cömert bir insandi.



Imam Cafer Sadik:

Altinci Imam olup babasi Imam Bakir'dir. Dogumu: 699. Künyesi << ebu Abdullah >>; en yaygin lakabi << Sadik >>'tir. Cok bilgili ve iyi ahlakliydi. Onun zamaninda Emevi Devleti yikildi, yerine, Bagdat'ta Abbasogullari Devleti kuruldu. Cafer Sadik, hic bir siyasal olaya karismadi. 765'te Medine'de öldü. Bektasi ve Alevilerin tarikat kurallarini ögreten ve adina << Buyruk >> denilen bir kitablari vardir ki, Cafer Sadik'a mal edilir. Kendisi mezhep kurmadigi halde, ölümünden sonra taraftarlari, onun sözlerine ve eserlerine dayanarak Caferi Mezhebini kurdular. Anadolu Bektasi ve Alevileri mezhep olarak Caferi'dir.



Imam Musa Kazim:

Yedinci Imamdir. Imam Cafer'in ogludur. 745'te dogdu. Yaygin olan künyesi << Ebul Hasan >> dir. Ünlü lakabi << Kazim >> dir. Abbasi hükümdari Mehdi, Musa Kazim'i Bagdad'a getirtti, zindana attirdi. Bir süre sonra Medine'ye gönderdi. Harun kümümdar olunca kendisini Bagdad'a getirterek sehit etti ( 799 ).



Imam Riza:

Sekizinci Imamdir. Babasi Imam Musa Kazim'dir. Dogumu: 770'tir. Künyesi << Ebul Hasan >>; ünlü lakabi << Riza >> dir. Medine'de dogdu. Abbasogullarindan Memun tarafindan zehirlendi. Mezari Horasan'da Tus kenti yakinlarinda bir köydedir. Cok bilgili ve tedbirliydi.



Imam Muhammed Taki:

Dokuzuncu Imamdir. Medine'de dogdu ( 811 ). Imam Riza'nin ogludur. Künyesi << ebu Cafer >> ve << Taki >> dir. 835'te Bagdat'ta öldü. Zehirlendigi söylenir. Dedesi Musa Kazim'in yanina gömüldü.



Imam Naki:

Onuncu Imamdir. 829'da Medine'de dogdu. Künyesi > Ebu Hasan >>, lakabi << Askeri >> dir: << Ali'ül Hadi >>, << Naki >>, << Hadi >> de denir. Semira'da ( Bagdat ) öldü ( 868 ). Orada yatmaktadir. Abbasoglu Mutemed tarafindan sehit edildigine inanilir.



Imam Hasan el - Askeri:

On birinci Imamdir. 846'da dogdu. Babasi onuncu imam Naki'dir. Anasi Susen Hatun'dur. Künyesi << ebu Muhammed >>, lakabi << Askeri >> dir. << Hadi >> ve << Samit >> de denir. 874'de Samira'da öldü. Babasinin yanina gömülmüstür.




Imam Mehdi:

On ikinci ve sonuncu Imamdir. Babasi Imam Askeri, anasi Nercis Hatun'dur. Künyesi << Ebul Kasim Muhammed el - Mehdi >>, lakaplari << Mehdi >> ve << Sahib Zaman >> dir. Babasinin ölümünden sonra halktan gizlenmisti. Bu ilk gizlenise Gaybet-i Sugra ( kücük gizlenis) denir. Bu gizlenis sirasinda ümmetine elcilik yapan ebu Hasan Ali ölünce, Gaybet-I Kübra ( büyük gizlenis ) baslamistir. Mehdi'nin ne oldugu, son gizlenisten sonra anlasilamadi. Muhammed Peygamberin bir gün ortaya cikacagini haber verdigi Mehdi'nin, bu Imam olduguna inanilir. Sikisik zamanlarda isleri yoluna koyacak diye gelmesi beklenir. Nefeslerde Mehdi'ye cok yer verilir. Cok zaman << Sahib Zaman >> diye anilir. Bunun kimi zaman Iran Sahlari olacagi ya da baska birisi görünüsünde gelecegi inanci vardir.


Mystic@L 24 Ağustos 2006 10:50

Kavram Olarak Alevi kelimesi ne anlama geliyor?



Alevi kelimesi Hz. Ali taraftarı, Hz. Ali yanlısı anlamına geliyor. İslamiyet içerisinde Hz. Ali´yi sevenlere Alevi denilmektedir.

Alevi kavramının oluşum tarihi Hz. Ali`nin yaşadığı dönemde baslar. Hz. Ali daha yasarken bile Ali taraftarı Alevi diye bilinen kişiler vardı. Yani Alevi kavramını dolayısıyla Aleviliği başka yönlere çekme gayreti içerisinde olanlar Alevi kavramını ya Hz. Ali`den çok önceki bir döneme ya da Hz. Ali`den çok sonraki bir döneme ait olduğunu söylüyorlar. Bu her iki iddia da yanlıştır. Doğrusu; Alevi kavramı daha Hz. Ali hayattayken oluşmuştu. Fakat o zamanlar çok dar bir cevre için kullanılıyordu. Ancak tarihsel süreçte Hz. Ali taraftarları çoğaldı ve böylece Alevi kavramı genelleşti.


Misafir 25 Ağustos 2006 09:10

Alevİlİk’te Kİrvelİk İkrari


Biz konunun Alevilik’teki anlam ve önemini, nasıl uygulanıp yaşatıldığını ele alacağız.
İslam dinindeki anlamı ve yorumu da, elbetteki toplumsal koşullar ve yaşam biçiminin etkisinde şekillenmiş, kabileler arası dostluk ve barışın sürekli kılınmasında rol oynamış, karşılıklı dayanışma ve saygının sağlanmasında kirvelikten de yararlanılmıştır. Alevilik konuya fazlasıyla önem vermiş, kirveliği geliştirip belirleyici kriterlerden biri haline getirmiş, zengin motiflerle süsleyip zenginleştirmiştir.

Alevi Toplumunda Kirvelik
Alevi toplumundaki kirvelik ve sünnet yaklaşımını, inanç, biyoloji ve sosyolojik açılardan değerlendirmek doğru olur.
Aleviler, kirvelik ve sünnet olgusunu, Sünni İslam şeriatından oldukça farklı bir biçimde algılarlar. Kirvelik birbirini seven ve bunu nesilden nesile ikrar bağı olarak sürdüreceklerinden emin olup kanaat getirilen kişi ve aileler arasında gerçekleşir. Yani tarafların gönül ve rızalarıyla kirve olunur. Bununla birlikte aile ya da kabileler arasındaki düşmanlıklara son vermek, barış ve dostluğu sürekli kılmak amacıyla da kirvelik tesis edilir. Taraflar uzlaştırılıp, kirvelik bağıyla birbirine bağlandıktan sonra, düşmanlık ve kan davaları son bulur. Bu yanıyla barış aktının kutsal bir güvencesi rolüne de sahiptir.
Amaç hatayı asgariye indirgemek, toplumsal yaşamda birlikteliğin, dostluğun, kardeşliğin devamını sağlamaktır. Kirvelik, bu amaca yönelik manevi bağ ve kutsal törelerden biri olarak karşımıza çıkar.
Tüm bunlar dikkate alındığında Alevi toplumunda kirve olan kişiler ve aileler arasında evlilik kesinlikle söz konusu olmaz. Kirvelik de, Musahiplik ikrarı oranında kutsal ve mukaddestir. Hz. Muhammed Mustafa’ya ve Oniki İmamlar’a duyulan sevgi ve saygıyla bütünleştirilerek akt edilerek ömür boyu ve kuşaktan kuşağa devam eder.
İnançsal manadaysa, Hak-Muhammed-Ali üçlemesini teyid ederek Hakk’ın birliğini onaylamak, Ehl-i Beyt soy geleneğine bağlılığı ifade ederek toplumsal barışı yaşama dönüştürmektir.
Kirvelik akti sırasında, kişiler veya aileler, kendi aralarında, Oniki İmamlar’ı ifade amacıyla birbirlerine Oniki Kuruş vermiş sayılırlar. Böylece ikrar verilmiş, gülbenk alınarak ikrar kapısından içeriye adım atmışlardır. Artık her iki ailede karşılıklı sevgi, saygı ve dayanışma duygu ve yükümlülükleri sürekli olarak yerine getirilmeye çalışılır.

Sünnet Erkânı:
Çocuğunu sünnet edecek aile en az bir veya iki hafta önceden lokmasını da yanına alarak çocuğuyla birlikte kirvesini ziyaret eder. “Sünnet erkânı”nın yapılacağı günü ve koşuları birlikte kararlaştırırlar. Kirve; olanakları ölçüsünde bir takım hediyelerle birlikte, sünnet erkânının yapılacağı gün ya da bir süre önce kirvesinin evine gider. Çocuğunu sünnet edecek olan aile kendi yakınlarını, dostlarını, konu komşunu da davet eder.
Küs ve dargın olduğu komşularıyla barışması, onların da gönlünü yaparak, Muhammed honçasında (sofrasında) bulunmalarını sağlaması gerekmektedir. Açıkça görüleceği gibi, kirvelik, Aleviler’de, barışın sağlanmasında önemli kurumlardan biri olarak varlığını sürdüre gelmektedir. Sünnet işlemi yapılmadan önce erkân yerine getirilir. Kurbanlar kesilir, Muhammet Honçası kurulur. Honçanın üzerine bir sini, içerisine kullanılmamış bir havlu ve bir kalıp sabun konulur.
Aile eğer çocuğuna her hangi bir yatırı, Hızır, Düzgün Baba gibi kutsal ad ve mekânları kirve tutmuşsa, mekânlardan getirilmiş olan teberrik de Muhammed sofrasının üzerine konulur. Gerektiğinde bir de vekil tayin edilerek sünnet işlemi yerine getirilir.
Erkân esnasında, hazır bulunan cemaat ayağa kalkar. Honçanın baş tarafında Dede veya erkânı yerine getirecek olan kişi yerini alır. Kirve, sünnet edilecek çocuk, anne ve babası, ailenin diğer bireyleri sırasıyla dedenin karşısında saf tutarlar. Dede, kirvelik ve sünnet konusunda kısa bir bilgi sunduktan sonra, “gerçeğe hü” deyip, cemaati edeperkâna davet ederek, erkânı başlatır.

Erkânı başlama gülbengi:
Bism-i Şah, Allah Allah!
Adem Ata geldi dünyaya oldu zürriyet,
İbrahim Peygamber’den kaldı bu âdet,
Hakk’a kul olduk, Muhammed Mustafa’ya ümmet,
Hem farzdır, hem sünnet,
Muhammed-Ali’ye verelim selavat,
Allahümmesali ala Seyyidina Muhammed
Ve ala Ali Seyyidina Muhammed!

Dünya kuruldu pazartesi,
Hakk’a kul olana indi Muhammed Mustafa,
Ol Oniki İmam ikrar honçası,
Muhammed Ali’ye ikrar verdik olduk Ehl-i Beyt bendesi,
Yolumuz erkânımız sana bağlı ya Hüseyin-i Deşt-i Kerbelâ,
Sen kabul eyle ikrarımızı, Hakk’a niyazımızı!

Hak la illahe illalah
Muhammed’en Resullullah, Aliy-ün veliyullah,
Ehl-i Beyt-i Keremullah, Ademi Seyfullah
Nur-i Naciyullah, İbrahim-i Halilullah, İsa-i Ruhullah, yüzü suyu hürmetine!
Erenlerin, velilerin, nebilerin, mürşid-i kâmillerin, pir-i pakların yüzü suyu hürmetine,
Şu an yerine getirdiğimiz Oniki İmamlar ikrar erkânını huzur-u makamında kabul ve makbul eyle yâ Rabbim!
Ali-el Murtaza’nın ilm-i irfanından, Hasan-ul Müçteba’nın kemaletinden, Şah Şehid-i Kerbela İmam Hüseyin’in yol ve erkânından bizleri ayırma, mahrum etme yâ Rabbim!
Mansur’un dârından, Mürşid-i kâmilin didarından, bizleri mahrum eyleme yâ Rabbim!
Sana gönül verenleri, birliğini kabul edenleri, yol ve erkânında talip olanları ikrarından mahrum eyleme ve ikrarından dönene lanet eyle yâ Rabbim!.
İkrarından dönenin selâmını, kelâmını, lokmasını, Ehl-i Beyt’e bende olan cana nasip eyleme yâ Rabb’ül-alemin!
Yolumuzu yolsuza, pirsize, ikrarsıza, arsıza düşürme!

Muhammed Mustafa ol Şah-ı Merdân
Ali el-Murtaza sana sığındım
Haticet’ül- Kübra, Fatimet’ül-Zehra, Hasan’ül-Müçteba
Hüseyin-i Kerbelâ sana sığındım!

İmam Zeynel ile Muhammed Bakır
İkrar meydanına geldik çok şükür
Caferi Sadık’a erdik çok şükür
Kâzım Musa-Rıza sana sığındım!

Muhammed Tâki’ye verdim salavat
Ali ül -Nâki’den istedim himmet
Hasan’ül-Askeri eleman mürvet
Mehdi Sahib-i Zaman sana sığındım!

On Dört Masum-u Pak Güruhu Naci
Onyedi Kemerbest derdim ilacı
Hünkâr-ı Evliya serimin tacı
Hünkâr Bektaş Veli sana sığındım!

Virdi Derviş senin kulun kurbanın
Yarın arasatta ulu divanın
Senin müminlere çoktur ihsanın
Hüseyin-i Kerbela sana sığındım!

Dil bizden, nefes Şah Şehid-i Kerbela İmam Hüseyin’den ola!
Gerçek erenler demine hü mümine yâ Ali!

Gülbengin bitimiyle başta kirve, sünet olacak kirvesiyle birlikte diz üstüne gelip honçayı niyaz ederek, gönlünden geçen bir Hak lokması’nı tepsiye atarak, tekrar niyaz edip geri çekilir. Ardından çocuğun annesi, babası ve daha sonra orada bulunan cemaat honçayı niyaz edip lokmasını attıktan sonra niyazlarını yenileyip geri çekilirler..
Sıra bizzat sünnetin yapılmasına gelmiştir. Sünneti yapan kişi ya da sünnetçi, kirve, kirveler elerini yıkamak üzere, ellerini üst üste gelecek şekilde yıkamaya başlarlar. Yıkama işlemi üç kez „Yâ Hak, yâ Muhammed yâ Ali” denip tekrarlanır. Bu işlemin anlamı, sünnet olacak çocuktan akan kanın, aileler arasında oluşan ikrar bağının kutsanmasıdır. Sünnet işlemi bitikten sonra kirvenin orada kalması artık uygun görülmez. Ancak kirve bir zaman sonra kirvesi olan çocuğun tekrar ziyaretine gider.
Sosyal boyutlarıyla kirvelik kurumu, Alevi toplumu açısından dayanışmanın, barışın, dostluğun, birlikte hareket etmenin başlıca kaynaklarındandır. Bu, birçok temel kurum ve değerlerden, vasıf ve kriterlerden sadece bir tanesidir.
Biyolojik ve tıbbi anlamda sünnetin, insan sağlığı bakımından da yararlı olduğu bilinmektedir .....


Misafir 29 Ağustos 2006 22:03

Semah Nedir?

Semahlar

Tasavvuf ehlinin, müzik aletleri de çalınarak söylenen neşidelere uyup vecde gel melerine, raks etmelerine, dönmelerine denir. İslam Ansiklopedisi’ne göre ise; aslında “sem” kökünden, “sam” veya “sim” gibi bir mastar olup, “işitmek, duymak, dinlemek, işitilen söz, iyi şöhret ve iyi anılma, şarkı dinleme” ve nihayet, “yarı dini mahiyette çalgılı ve şarkılı ziyafet” gibi türlü manalara gelmektedir.

Semahlar Anadolu Halk Kültürü’nün müzikal dehası olup, Alevi-Bektaşi toplumunun yüksek müzik zevkinin en bariz örneklerindendir. Kelime
anlamına bakarsak; Abdülbaki Gölpınarlı’nın Tasavvuftan Dilimize Gelen Deyimler ve Atasözleri” adlı kitabına göre sema; (sima) 5 Arapça, “duymak”, “işitmek” anlamında bir sözdür.


Bu çeşit manalar, birkaçı hariç diğerlerinin, kelimenin Eski Arapça’daki “şarkı söyleme” veya “çalgı çalma” manası ile yakından ilgili olduğu açıkça görülmektedir.

İşitmek, duymak, dinlemek kökünden gelen Semah sözcüğü “samah”, “zamah”, “samak” gibi çeşitli şekillerde söylenmektedir.

Tamamıyla Alevi-Bektaşi topluluğuna ait olan semahlar, Doğu Karadeniz’de en az olmak üzere bu topluluğun yaşadığı bütün yörelerde mevcuttur. Ancak bugüne kadar derlenmiş eserler itibarıyla, Sivas, Erzincan, Malatya, Urfa, Muğla (özellikle Fethiye), Denizli ve Ege geneli ile Antalya’da yaygındır.

Semahlar, Alevi Toplumu’nun gizli dernek toplantılarıdır ve dinsel ibadetlerin yerine getirildiği özel günlerde yapılır. Hasat mevsimi gibi yılın belirli günlerinde de yapıldığı söylenmektedir. Dini özellikleri dolayısıyla, gelişigüzel zaman ve mekanlar da oynanmaz. İki, dört, altı, sekiz veya daha fazla kişiyle oynanan oyunlar olup, tek oynandığı görülmemiştir. Semahların karışık oynandığı yerlerde, kadınlarla erkekler arasında belli bir hısımlık, yakınlık gözetilir. Bazı yörelerde çok yakın komşuluk birlikte oynamak için yeterlidir. Bu tarz toplantılarda kadınla erkek arasında herhangi bir erkeklik, dişilik davranışı söz konusu olamaz, böyle davranan kişiler çok ayıplanır ve topluluğa bir daha kabul edilmezler.

Semahların oynandığı Cem Ayinleri’nin en büyük özelliklerinden biri müziğe ve oyuna gösterilen saygıdır. Bu toplantılarda semah oynanırken oturulmaz, ayakta dinlenilip seyredilir. Bağlama bazı yörelerde kutsal sayılıp duvara, insan boyunun bir karış üstüne gelecek şekilde ve Kuran-ı Kerim’le yanyana asılır. Saz çalınacağı zaman, sazı çalacak olana veren kişi öpüp başına koyar, alan kişi de öpüp başına koymadan çalmaya başlamaz.

Semahlar karşılıklı durarak ve ayrık düzende (eller veya kollardan tutuşmadan), Cem Bezmi’nin ortasında açılan boşlukta, dolaşarak oynanır. Çerağ Mumları’nın yandığı “Çerağ Tahtı” denilen yere gelinince, yüzler o tarafa döner, eller hürmetle göğüste birleştirilip boyun hafifçe eğilir. Bu mevkiye sırt dönülmez, orası kutsal bir köşedir. Semah Nefesi okunurken nefesin son kıtasında, şairin şah beyiti geldiğinde oyuncular oldukları yerde hareketsiz kalır, şairin adına hürmeten bu bölümde oynanmaz. Semahlar yalnız bağlama eşliğinde oynanır. Tunceli ve Ege semahlarında kemane de bağlamaya eşlik eder. Davul, zurna (yakın zamana kadar gizli oynandığı için), hiç kullanılmaz. Bazı semahlarda sazlar bir çeşit pedal görevi yaparak, karar sesi civarında dola şan sabit bir melodiyi çalarlar. Hemen bütün semahlar da birbirine benzeyen bu ezgi, vokal bölümü de dahil olmak üzere, bütün eser boyu devam eder. Ton değişirse, sazlar da o tona uygun başka bir sabit melodiye geçerler. (Örn. Bir Kız ile Bir Gelin - Fethiye) Semahlar, özellikle ritmik yapıları bakımından, Türk Halk Müziği Repertuarı’nın en önemli eserlerini oluştururlar. Ana Usuller, (2,3,4 ve üçerli şekillerinden 12) ve Birleşik Usullerin(5,7, 8, 9) tamamıyla, 10 zamanlı Karma usul, semahlar içinde mevcuttur.

Semahlar tek veya birkaç bölümlü olabilirler. Çok bölümlü semahlarda bölümler genellikle birbirinden farklı tonlardadır. İki bölümlü semahların ilk bölümleri “Ağırlama”, ikinci bölümleri ise “Yeldirme”, “Yürütme”, “Pervane” veya “Pervaz” adlarını alırlar. (Örn. Ya Hızır Semahı - Arapkir). Eğer semah üç bölümlüyse, ilk bölüme “Ağırlama”, ikinci bölüme “ İki Ayak” veya “Yürütme”, üçüncü bölüme ise “Yeldirme” veya “Pervaz” denilir. (Örn. Yüce Dağ Başında Bir Koyun Meler -Fethiye). Dört bölümlü semahlar yine “Ağırlama”yla başlar, “ikileme”yle devam eder, “Yürütme”ye geçilip, “Yeldirme” ile son bulur. (Örn, Gine Dertli Dertli-Sivas)

En önemli ritmik özellikleri ise bazı semahlarda birkaç değişik ritm kullanılmasıdır. Ritmik değişiklikler çoğunlukla bölüm geçişlerinde olur ‘ki genellikle aynı anda’ ton da değişmektedir. Tempoları açısından gittikçe hızlanan bir sıra takip ederler. Bazı semahlarda ise, ağır-hızlı-ağır- hızlı düzeni görülür. (Örn. Bugün Yasta Gördüm - Urfa) Ancak bütün semahlar biterken ağırlaşırlar. Bazı Arguvan Semahları arasında temposu sabit olanlara rastlanmış tır.

Sonuç olarak semahların tanıtılabileceği en kısa özet bu olabilir. Müzik Analizi derslerinin en yoğun örneklerini teşkil eden semahları, yaratanlara, derleyen ve notaya alanlara, seslendirerek tanınmalarına katkıda bulunanlara Halk Müziği camiası minnettardır.

Gamze TÜFEKÇİ-İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Öğretim Görevlisi
Motif Dergisi 29. Sayı




SEMAHLAR HAKKINDA GENEL BİLGİ

Alevi dinsel oyunlarını halk, ''semah, samah, zamah'' gibi yerel sözlerle adlandırır. Semah katı kurallara sokulmamıştır. Bu, onun değişimini ve çok çeşitli dallara ayrılmasını sağlamıştır. Böylece çeşitli semah türleri doğmuştur.

Semahlar kentlerde kadının baskı ve peçe altında tutulduğu dönemlerde bile kadın erkek birlikte oynanır. Bu, doğa ile insanın zo*runlu uyumundan kaynaklanır. Semahlar kökende göçebe toplumun dinsel oyunudur. Göçebe toplumlarda ise kadın erkek ayrımı yerleşiklerdeki gibi katı kurallarla ayrılmaz. Doğa, kişiyi günlük yaşamın her kesiminde ve dinsel törenlerde eşit kılar. Böylece semahlar kadın ve erkeklerin birlikte oynadıkları oyun durumuna girer. Yalnız erkeklerce oynanan semah türü neredeyse yok gibidir. Salt erkeklerce oy*nanan semah türüne Sivas, Malatya, Tokat çevresinde oynanan "Ya Hızır" semahı örnek verilebilir. Oysa bu semahın da kadın erkek karı*şık oynandığı olur. Yalnız kadınlarca oynanan semahlar oldukça çoktur. Karışık yapılan semahlarda kadın ve erkek sayısının birbirine yaklaşık olmasına çalışılır. ''Çark'' semahında olduğu gibi kimi se*mahların yalnız kadınlarca oynanması kural haline gelmiştir.

Semahlarda yerel ayrılıklar çok görülür. Bunun kökeni de göçe*be toplum yaşam biçiminin devingenliğinden kaynaklanır. Gerektiğinde kurallar yaşam biçimine göre düzenlenir. Ya da yeni kurallar konur. Semahların başlangıcı, oynanışı ve bitiminde görülen bölgesel ayrılıklar biraz da buradan kaynaklanır.


SEMAHTA KİŞİ

Semahların belli sayıda kişilerce oynanmasına özen gösterilir. Bektaşi semahlarını anlatan kaynaklar, semahların 2-4-6-8-10-12 ki*şilik öbeklerce yapıldığını bildirirler. M. Tevfik Oytan semahın başlangıcını şöyle anlatır:
"İlk önce dört can semaha kalkar. Bu ilk semah açılış semahı olduğu için mürşit ve cem erenlerinin tümü ayağa kalkarlar.'' Aynı sayılar Vahit Lutfi Salcı, Bedri Noyan gibi yazarlarca da verilir.

Ancak Alevi semahlarının daha çok 3-5-7-9-12 kişilik öbeklerce yapıldığı gözlenir. Gerçekten Aleviler arasında bu sayılara çok önem verilir. Bu sayıların kutsallığına inanılır. Bu sayılar hayırlı dualar durumunda olan gülkbenklerde de anılır. ''Üçler, beşler, yediler, onlar, ikiler'' den yardım ve şefaat dilenir. Son yıllarda semah oyunlarını ko*nu edinen incelemelerde semah oyuncularının sayılan olarak bu sayılar gösterilir. Bizim halktan öğrendiğimiz sayılar da çok kez bu sayıları doğrular durumdadır.

Bu durumda semahçıların sayısında bir değişiklik söz konusudur. Vahit Lutfi Salcı, M. Tevfik Oytan. Bedri Noyan gibi Bektaşi tarikatının içinden gelen kişilerin böyle bir konuda yanlış yapmış olmaları düşünülemez. Büyük olasılıkla semahçı sayısındaki bu ayrılık. Alevi ve Bektaşi semahlarından kaynaklanır. Bektaşilerin ve Alevlerin bir bölümü birinci sayılarla. Aleviler ise ikinci sayılarla semah ederler.

Ayrıca on altı kişilik, kırk kişilik ve daha kalabalık toplulukla*rın yaptıkları semahlar vardır. On altı kişilik semahın oynanış biçimi başkadır. Dörder kişi karşılıklı dizilirler. Çaprazlama oynarlar. Kırk kişilik semah ise Fethiye Tahtacıları arasında kadir geceleri yapılır. Yeniden doğuşu canlandıran kırklar olayının anısına dayanır. Ama bu semahın kapalı yerde yapılması zordur. Nitekim çok kalabalık öbeklerce oynanan Yatır Semahları da böyledir.


SEMAHTA EZGİ

Semahların ezgisi halk müziğinden kaynaklanır ve türkülüdür. Türkü ile oyun iç içedir. Yörelere göre ezgilerde, vuruşlarda ayrılıklar görülür. Semah ezgileri genellikle 5-7-9 aksak vuruşlu ya da çift vu*ruşlu havalardır. Ezgiler genellikle bağlama ve keman ile çalınır. Vur*malı ve cafcaflı sazlar kullanılmaz. Böylece oyunun kutsallık işlevi ko*runmuş olur;

Çepniler de cemde kesinlikle on iki çalgı bulunur. Bu on iki saz aynı türden olabileceği gibi değişik türlerden de olabilir. Semahlar bu on iki çalgı ile çalınır. Tahtacı cemlerinde ise en az iki, en çok on iki çalgı bulundurmak töredir. Genelde Çepni cemleriyle Tahtacı cemleri büyük benzerlik gösterir. Ezgi ve vuruşlarda yörelere göre ayrımlar görülür. Sözgelimi Sıraçlar Köroğlu havası ile semahın yeldirme bölümünü oynarlar.


SEMAHTA GİYSİ

Semah yapılırken semahçıların üzerindeki giysiler çok renkli ve değişiktir. Daha doğrusu halkın günlük, bayramlık giysisidir. Belli bir kalıp söz konusu değildir. Erkekler de bacılar da temiz giysileri ile se*mah yapmaya özen gösterirler. Bu giysi bacı için üçetek giyildiği dö*nemlerde üçetektir. Fistan giyildiği dönemlerde fistandır. Giysilerde de eskiye bağlılık söz konusu değildir. Kurallarda biçime değil öze önem verilir. Biçim özü bozmadığı sürece değişebilir.

Giysilerde yerel ayrılıklar görülür. Doğu illerinde baş açık se*mah yapmak uygun bulunmaz. Bacıların başları zaten örtülüdür. Erler ise şapka ile semaha kalkmazlar. Semah yapacak erler başlarına mendil, poşu gibi bir şey bağlarlar.


SEMAHA KALKIŞ

Semaha kalkışta da kimi töreler söz konusudur. Bu töreler böl*gelere göre küçük ayrılıklar gösterir. Doğu illerinde semaha kalkmadan önce el, ayak ve yüz yıkanır. Bu bir tür abdest işlevindedir. Kapalı yerlerde yapılan semahlar yalınayak oynanır.

Cemde semahlar başlayacağı zaman semahçılar kendiliğinden semaha çıkarlar. Herhangi bir üşengenlik, çekingenlik olursa belli ki*şiler toplumun üstelemesi ile kalkarlar. Genelde semaha kalkmak bir onur sayıldığından böyle üstelemelere karşı direnilmez.

Anadolu'nun çeşitli yerlerinde cemde ilk semah yapılacağında önce semahçılar dedeye niyaz ederler. Bu nişanın çeşitli bölgelerde değişik biçimlerde olduğu görülür.

Denizli'de er, ******n önünde niyaz eder. Bacı ise sağ elinin parmaklan sol elinin parmakları üzerinde olarak niyaz edenin sırtına hafifçe dokunur biçimde ona niyaz eder. Bu semah iki kişinin oynadı*ğı bir semahtır. er ayağa kalktığında saz yavaş yavaş ve tatlı kıpırda*nışlarla semahı başlatırlar. Kuşkusuz saz ve söz semaha eşlik eder. Bacı bir elinin avucu ile öbür eline tempo tutar. Er kollarını yana açmıştır, bileklerinden başlayarak uygun biçemde kollarını oynatır. Böylece de tempoya uyar. Bunu eşit adımlarla sazın ve sözün vuruşlarına uygun olarak semahçıların oyunu sürdürmeleri izler. Er ile bacı arasındaki aralık sürekli korunur.

Erzincan-Maraş yöresinde semaha kalkan er semah başlama*dan ******n elinin içini öper. Ama bu törenin yaygın biçimi ******n erin sağ omzuna niyaz etmesi biçimindedir. İç Anadolu'da Sivas'tan Toroslara değin geniş alanda semahlara böyle başlanır.

Kimi bölgelerde semaha erbacı selamlaşması ile başlanır.

Antalya Alevilerinin bir bölümünde bacı, erin göğsüne bir şedde bağlar. Elmalı'nın Tekke köyünde bu şedde bağlandıktan sonra bacı secdeye varır.

Kimi bölgelerde ilk semah yapılacağı zaman dede ve tüm cem erenleri topluca ayağa kalkarlar. Semahçılar gelip dedenin önünde niyaza dururlar. Niyazdan sonra dede ve cem erenleri yerlerine otururlar. Dede bir gülbenk okur. Semaha böylece başlanır. Bundan sonraki semahlarda ayağa kalkılmaz.


SEMAHTA FİGÜR

Semahlar kökende değişik ve güzel figürlere dayanır. Figürlerin zenginliği ve güzelliği semahların en üstün yanlarından biridir. Kö*kende dinsel görünümde halk oyunu olmalarına karşın kimi ilkelerle öbür halk oyunlarından ayrılırlar. Semahlarda bireyin bağımsızlığı ana ilkedir. Hiçbir semah türünde hiçbir biçimde oyuncular arasında el ele tutuşulmaz. Her semahçı kendi içinde bağımsızdır. semahlarda bağımsız birimlerin bütüne uyumları söz konusudur.

Semahlar iki ana figüre dayanır. Bunların başında kuşun uçu*şunu andıran kolların aynı anda kalkıp inişi figürü gelir. İkincisi yürüyüş ve ayak figürüdür. Bunlar arasında da bir uyum vardır. Semahlarda kol ve ayak figürleri dışında vücudun başka bölümlerinin figürleri bulunmaz. Müziğin akışına göre bunlar ivedi ya da yavaş biçimde uyumlu olarak hareket ettirilir. Bu, uzun bir vücut eğitimi isteyen bir uğraştır. Öbür halk oyunlarında olduğu gibi semahlarda da çocuklukta başlayan bir öğrenme olayı vardır. Kişi başlangıçta izleyi*cidir. Belli bir yaşa değin semahları izler. Sonra ''gençler'', "gönüller'' semahı denen semah türü ile oyunun içine girer. Bu, alıştırma daha doğrusu çıraklık dönemidir. Kişi daha sonra oynayış yeteneğine göre öbür semahlarda yerini alır.


SEMAH SÖZLERİ

Semahlar Türkçe sözlü deyişlerle oynanır. Bu deyişler gizemci halk yazının ürünleridir. Hemen her dönemde Türkçe egemenliğini korumuştur. Başta Hatayi olmak üzeri Pir Sultan Abdal, Kaygusuz, Nesimi gibi ozanların deyişleri semah sözü olarak türküleşmiştir. Us*ta halk ozanlarının dizelerinde Türkçe bir kuyumcu ustalığı ile işlen*miştir. Coşkun ve içli bir şiir geleneği ortaya konmuştur. Sonra on1arıizleyen birçok yerel ozan ortaya çıkmıştır.

Semah deyişlerinin bir bölümü doğrudan semah sözü olarak yazılmış olmalıdır. Halk ozanlarının yaklaşık olarak tümü bağlama çalar. Bu nedenle aşık sözü halk arasında "ozan, bağlama çalan ve türkü söyleyen" gibi geniş anlam içerir. Halk ozanlarının büyük çoğunluğu bu üç yeteneği birlikte taşımışlardır. Böylece kimi ozanların doğrudan semah sözü yazmaları ve türküleştirmeleri doğaldır.

Dinsel özle beslenen türküler kimileyin belli kuralları, inançları anlatır. Kimi kez ise sevgiyi dile getirir. Kökende sevgi ana konudur . Öbür konular sevgi ekseni çevresine sanılmıştır. Böylece bu dizelerde türkü yolu ile öğütler verilir. Birlik çağrıları yapılır. Sözler dinsel de olsa, dindışı da olsa hep yaşama sevinci doludur, coşkuludur. Se*mahlar yaşamı kucaklayan türkülerdir. Gerek içerikleri, gerek müzik*leriyle öbür türkülerden ayrılırlar. Başka bir bütünlük oluştururlar.

Dinsel çarpıcı sözler çevresinde birleşilmiştir. Bu sözlerin ardında yüzyılların acıları, başkaldırıları yatar. Nitekim dinsel tören olan cemlerde söylenen tevhitler de aynı işlevdedir. "Tevhit" sözü birlik. birleşme anlamındadır. Bunlar coşku yüklü çağırışlardır. Bütün içinde se*mah ve tevhitler oyun ve türkü aracılığı ile bir olmayı, birliği amaçlar. Kimi sözcüklerin müzik ve yinelemelerinden yararlanılır.

Semah sözlerinde de yörelere göre değişiklik vardır. Müzik ve türkülerde de sürekli değişik gelirler. Çeşitli yörelerde yeni semah sözleri doğar. Yeni semahlar gelişir. Törenlerin yaşadığı sürece bu değişme ve gelişmeler sürer. Bu durum yaşamın değişken olmasından kaynaklanır. Çeşitli yörelerde semah sözlerinin değişik ezgilerle ve vuruşlarla çalındıkları olur. Semah sözleri ile müzik birbirine uygunluk gösterir.


SEMAHIN ORTAMI

İlke olarak semahlar dinsel tören olan "cem" ya da "görgü, görüm" de yapılır. Kutsal inanç bütünün bir birimidir. Salt oyun işlevinde algılanmaz. Semaha kalkıştan oturuşa değin tüm kurallar yöre*lere göre kimi ayrılıklar gösterse bile, belirlenmiştir. Bu kurullar yerine getirilmeden semah dönülmez. Her işlem zincirin bir halkasını oluşturur.

Semahların yapıldığı yerlerde etkin bir sıkıdüzen egemendir. tüm görgü töreni boyunca olduğu gibi semahlar süresince de gürültü yapılmaz. Ayrıca semahlar çalınıp söylenirken sigara kullanılmaz. bir şey yenip içilmez. Diz üstü ya da bağdaş kurulup oturulur. Gürültü edenler, uygun olmayan davranışta bulunanlara çeşitli cezalar verilir. Bu cezanın biçimi dedenin ve toplumun kararına bağlıdır. Ceza olarak, toplum için yiyecek, içecek gibi bir şey aldırılabilir. Kişi bir süre *törenden dışarı atılabilir. Ceza verme konusunda da yerel ayrılıklar vardır. Doğuda suçlunun eline bir kova verilir, bir süre bir kıyıda bekletilir. Sivas-Malatya yöresinde dara çekilir. Kişinin suçu ağır ol*duğunda asa ile vurularak cezalandırıldığı olur.

Alevi dinsel törenleri "Görgü'', "Muhabbet cemi" ve ''Abdal Musa" olmak üzere üçe ayrılır. Görgü cemi yıllık dinsel törendir. İnanca göre bir yıl içinde yapılanların hesabı verilir. Muhabbet cemleri her*hangi bir fırsat nedeniyle bir araya gelindiğinde yapılan cemlerdir. Abdal Musa ise görgülerin sonunda ya da görüm yapılmadığı yıllarda tüm toplumu birlikte tutmak amacıyla bir akşam içine sığdırılan din*sel törenlerdir.

Semahlar muhabbet cemlerinde cemin sonuna doğru yapılır. Muhabbet toplantısının sonunda tüm er ve bacılar semaha kalkar. Birinci deste okuyucuları mürşidin iki yanında, ikinci deste okuyucu*ları onların karşısında, üçüncü deste okuyucuların tören odasının sağ ve sol yanında yer alırlar. Birinci deste deyişin ezgisini okur. İkinciler bu ezgiyi bir üçlü aşağı ve yarım ölçü sonradan başlama üzere çok sesli biçimde yineleyerek izlerler. Parçanın sonundaki "la" sesin*de birleşirler. Birinci bölümün yinelenmesi ve ikinci bölümün okunması da bu biçimde söylenerek sürdürülür. Bu okunuş sırasında yanlarda duran üçüncü destedeki kişiler notadaki seslere ''Ya şah-ı Velayet'' diye tempo tutarlar. Orada semah yapanlar da ezginin ve bağlamanın vuruşlarına uygun biçimde ''Ya Şah.. Ya Şah'' diye çağrışırlar.

Görgü cemlerinde belli aralıklarla semah yapılır. Ancak bunlar*da da bir sıra izlenir. Önce tören başlar. Çerağ uyandırılır. Aşıklar sazlarına sarılıp bir iki deyiş okurlar. İlk semah bundan sonra cemi yöneten dede ya da babanın izni ile yapılır. Önce ağır ve yavaş hare*ketli semah deyişleri ile başlanır.

Semahları cemden ayrı düşünmek ve incelemek yanlıştır. Gerek Aleviliğin kutsal kitabı Buyruk'ta; gerekse halk arasında semah on iki hizmetten biri olarak sayılır. Ancak zaman akışı içinde semahların oynandığı ortamda da bir yumuşama olmuştur. Giderek dede katında yapılan toplantılarda da oynanmaya başlanmış, bunu daha geniş eğlentilerde oynanması izlemiştir. Katı kurallara girmeyen Alevi toplumu ''dinsel ortam'' kuralında da direnmemiştir. Mutlu günlerde, eğlencelerde bir banş şöleni gibi, barış sevinci içinde yapılır olmuştur. Topluluğu daha canlı, daha neşeli tutabilme işlevini üstlenmiştir. Gü*nümüzde düğünlerde bile oynanmaktadır.


SEMAHTA DÜZEN

Semah oyununa önce yavaş hareketli semahla başlanır. Bu ge*nelde oyunların yaygın kuralıdır. Yavaş oyun, bir giriş bir ısındırma amacı güder. Ardından ivedi hareketli bir bölüm gelir. Semahlarda da bu kural geçerlidir. Semahlar genellikle ''ağırlama'' ve ''yeldirme'' bö*lümleri olmak üzere iki bölümden oluşur. Doğal olarak ilk semah ağırlamadır. Kişinin oyuna hazırlanması amacı güder. Söz ve ezgi bu ağırlamaya göre seçilmiştir. Hareketler de bu düzene uygundur.

Ağırlama cemde ayak kesilmeksizin yapılan ilk semah olarak tanımlanır. Ağırlamada erler kollarını sağa sola hareket ettirirler. Bacılar kollarını omuz düzeyinden daha yukarıya kaldırmamak üzere aynı hareketi yan tarafa doğru yaparlar. Söz ve ezgiye uygun olarak ayaklar ileri geri atılır.

Semahlar konusunda yaptığım araştırmalarda genellikle Semahtan bahsederken ''oyundur", ''oynanır'' gibi sözcüklerde karşılaştım. Kendisinin kitabından faydalandığım Sayın Yazar Fuat Bozkurt'ta semahlar konusunu anlatırken oyun, oynanır, semahçı gibi sözcükler kullanmıştır. Bana göre aslında bu sözcükler yerine icra edilir, dönülür ve semazen sözcüklerinin kullanılması daha uygundur.

Semahlar dinsel nitelikler taşıdıklarına göre diğer halk oyunlarından ayrılmalıdırlar. Alevi toplumunda kesinlikle ''Semah oynama'' veya "Semah oyunu'' gibi terimler kullanılmaz. "Semah dönme'' veya "dönülür" gibi sözler kullanılır.

Semahların oyun mudur? değil midir? konusunda Sayın İbrahim ÖZER (İbrahim Dede) şöyle düşünüyor:
İnsanlar maneviyatta ve tasavvuf ilmine göre basamaklarla, inanarak ve inandıkları o güçle Allah'a varmayı düşünürler. Bunu şu şekilde tarif edebiliriz.

1. Şeriat Kapısı 2 .Tarikat kapısı

3. Marifet Kapısı 4. Sırr-ı Hakikat Kapısı Semah'ın tarifi şöyle

düşünülebilir. Şeriat kapısında yani birin*ci basamakta adı geçen semah bir folklor oyunu olarak düşünülür ve her yörenin kendine has figürleriyle icra edilir.

Tarikat kapısında, yani ikinci kapıda semah, gerek Alevilerde, gerek Mevlevilerde, gerek Kadirilerde, gerek Nakşibendilerde yapılan ibadetin bir nevi, bir bölümü olarak düşünülebilir. Aleviler bu semahı bağlama eşliğinde yaparlar. Mevleviler bendir eşliğinde yaparlar, Kadi*riler ve Nakşibendiler davulbazlar eşliğinde yaparlar.

Üçüncü kapı ve üçüncü basamak olan marifet kapısında semah, ilahi bir aşkın vermiş olduğu bir iksirdir. Bu aşk geldiğinde o insan sokakta bile dönebilir. Ve hiç bir çalgıya ihtiyaç görmeksizin de*mircinin demire vurmuş olduğu tempoyu dahi kendine bir müzik kabul ederek o aşka ve meşke kendini kaptırır ve böylece 4. kapı olan Hakikat kapısına yol bulduğuna inanarak kendisini tatmin etmiş olur.

Henüz birinci basamakta olan kişiler için semah bir oyun sayılabilir. Çünkü burada kişi henüz çıraklık dönemindedir ve ibadet olayının içine girmemiştir. Bir nevi acemilik dönemidir. Tarikat kapısına gelince semah oyun olmaktan çıkar. Çünkü kişi Semahın ibadetin bir parçası olduğunu anlamıştır ve bunu ibadet amacıyla yapmaktadır.


TheGrudge 13 Eylül 2006 21:14


ALEVİ BİR İŞADAMININ ALEVİLİK TANIMI


ALEVİLİK BİR DİN DEĞİLDİR.


Aleviler İslam'dır.Alevilik bir yoldur.Bu yol peygamberimiz Hz.Muhammed (SAV)'in yoludur.4. Halifeye,Ehli beyte ve sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV)'in sevgili torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e bağlıyız.Kitabımız KurAn'ı Kerim'dir,Mabedimiz camilerdir.Aleviler ibadetlerini camilerde ve her Müslüman gibi evinde de yerine getirirler.Aleviler sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed'in sünnet-i seniyyelerini büyük bir huşû içinde yaşamaktadırlar.
ALEVİLERİN YAŞAM ŞEKLİ (TAHALLÂK-U Bİ AHLÂK-I ALLAH)
Aleviler Allah ahlakı ile ahlaklanmaktadırlar .Aleviler, devletine ordusuna, milletine, sıkı sıkıya bağlı ,vatansever birinci sınıf vatandaştırlar.Ülke ekonomisine de büyük katkı sağlamaktadırlar ve sağlamaya büyük azimle,şevkle,gayretle devam edeceklerdir.Alevi toplumu , ekonomimizin büyük,küçük sanayici ve işadamlarını büyük bir azimle ve gayretle desteklemektedirler. CEM ÇANKAYA

Alevi Bir Yazarın Dilinden " Alevilik ve Ehl-i Beyt " Üzerine Bir Eser
Özellikle Alevi Kardeşlerimize Öneririz !
Neden "Alevilik" ve "Ehl-i Beyt?", "Alevilik Müslümanlık mı?" Niçin böyle bir kitaba ihtiyaç duyuldu? Bu konuda çok inceleme ve araştırma yapıldı, çok kitap yayılandı. Bizim çalışmamız ne ilk ne de son olacaktır. Amacımız yeni bir tartışma başlatmak değil, süregelen tartışma ortamı içersinde zemini farklı yönlere kaydırılmak istenen Aleviliği gerçek zeminine oturtabilmektir. Gördüğümüz kadarıyla bu yayınlarda niyetlere göre yorumlar da farklı olabiliyor.Bize göre bazı yazarlar maalesef meseleye, nasıl görmek istiyorlarsa öyle bakıyorlar. Halbuki bu yaklaşım doğru ve objektif bir yaklaşım değildir.

Yine şunu üzülerek görüyoruz ki, konuya menfi bir tavırla yaklaşanları başında yabancı ideoloji mensupları geliyor. Onlar için bu tür konular, hedefe götüren bir vasıtadan ibarettir.İşin içinde memleketi karıştırıp, milleti düşman kamplara ayırmak isteyen dış güçlerin varlığı ayan-beyan ortada.
Ve yine "Aleviliği" ve "Ehl-i Beyti" siyasi menfaatlerine alet etmek isteyenler var. Onu, dini kimliğinden ayırıp bir felsefi teori gibi göstermek isteyenler var¦
http://www.islamustundur.com/211743_2.jpg

Özellikle bazı yazarları Aleviliği islam dışı bir inanış biçimi gibi gösterme gayretleri, kendisini Müslüman olarak gören ve elinden geldiği kadarıyla da inancını yaşamaya çalışan milyonlarca insanımızı rencide ediyor. işte bu yüzden 'Alevilik Müslümanlık mı?' derken, onları içinden birisi olarak bu konuyu öz kaynaklarına dayanarak irdelemeye çalıştık. Alevi-islam ilişkisini kurmaya çalışırken özellikle hepimizi birleştiren ve aynı ortak paydada buluşturan "Ehl-i Beyt" sevgisi üzerinde durduk.
Günümüzde şunu da üzülerek görüyoruz ki asırlardır aynı Allah'a, aynı Kitab'a, aynı Peygamber'e inanan, aynı kıbleye yönelen, sevinçte ve tasada aynı duyguları yaşayan bu vatanı insanları ne hikmetse bugün ayrı din mensupları gibi gösterilmeye çalışılıyor. Sanki bir tarafta "Ehl-i beyt" taraftarları, diğer tarafta "Ehl-i beyt" karşıtı insanlar varmış gibi lanse ediliyor.
Tabi bütün bu toz- duman bulutunun arasıda kaybolan, kendi değerlerinden, kültüründen uzaklaşmış bir gençliğin feryadı ise kulakları tırmalıyor. Kendi kültürünü tanımayan gençlerin bir kısmı, ideolojik akımlar ve misyoner tuzakları için kolay bir av olabiliyor. işte son günlerde medyaya yansıyan haberler de vehametin ne kadar ciddi boyutlarda olduğunu gösteriyor.
Yeni nesillerin arayış içinde oldukları gün gibi ortada. inancını tayin etmeye çalışan, "Ben neyim?", "Müslüman mıyım?", "O halde Müslümanlık nedir?", "Aleviliğin dindeki yeri nedir?", "Ehl-i beyt nedir? Kimlerdir?" gibi soruları kendisine soran, sorgulayan bir gençlikle karşı karşıyayız!
Dolayısıyla bütün bu olan bitenlere kayıtsız kalmak mümkün değildir. Bu işi istismar edenlerin meydanda cirit attığı bir dönemde, artık bu işin gerçek sahiplerinin, işin erbabı ilim adamları meseleye el koymaları zamanı gelmiş de geçmek üzeredir bile.
Yine bizi bu sahada yazmaya zorunlu kılan sebeplerden biri de bulunduğumuz çevredeki gözlemlerimizdir. Gözlemlediğimiz kadarıyla, bu inanç ve değerleri taşıdığını söyleyen insanlar, maalesef gerekli bilgi ve donanıma sahip değildir.
"Ehl-i beyt nedir?" , "12 imamlar kimlerdir?", "Bu insanlar nasıl bir hayat yaşamış? Neye hizmet etmişlerdir?" gibi soruları cevabı ne yazık ki çoğu zaman yanıtıı bulamamıştır.
Tabi, bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıptır. Bu ayıptan kurtulmanı yolu da yine Hz. Ali Efendimizde ifadesini bulan ilim ve irfan yoludur.
"Bana bir harf öğretenin kölesi olurum" diyen Hz. Ali' yi örnek alan bizler, binlerce harf öğreten ilim-irfan sahiplerinin, öğretmenlerin ve kitapları takipçisi olabilmeliyiz. Zamanı bu bilgi çağında, her türlü hurafe ve kulaktan dolma asılsız bilgiler yerine doğru ve güvenilir kaynaklara yönelmeliyiz.
Bizim de gayemiz, temel kaynaklar ışığında bir nebze de olsa hakikate giden yolu gösterebilmektir. Alevilik adına yetkili-yetkisiz, bilen-bilmeyen herkesin çıkıp konuştuğu şu ortamda, işin içersinde olan ve yıllardır bu konularda araştırma ve gözlem yapan biri olarak siyasi ve ticari hiçbir amaç gütmeden tamamen saf bir niyetle karanlığa bir mum da biz yakmak istedik. Mevzuyu, kendisine zorla yakıştırılmak istenen siyasi, ideolojik, felsefi ve hayali paslarından arındırıp ilmi ve objektif olarak incelemekte fayda gördük. Bu ümit ve temenniyle yola çıktığımız bu alanda böylesine mütevazi bir eser ortaya çıktı.
Yüce Rabbimden niyazım, bu eserin hayırlara vesile olmasıdır. Gayret bizden, başarı ve lütuf Allah' tandır. İHSAN ÜNLÜ


İslam dIşI gösterilmeye karşI çIkan AlevIler federasyon kurdu

Aleviliği İslam dışı gösteren açıklamalar Alevi toplumunu hareketlendirdi. ‘Müslümanız’ diyen vakıflar birleşerek ortak hareket etme kararı aldı.
Bu çerçevede 9 Alevi vakfı, Alevi Vakıfları Federasyonu (AVF) adı verilen yeni bir oluşum gerçekleştirdi. Federasyona katılmak isteyen vakıfların İslam’ın temel değerleri olan Allah inancına sahip olması, Hz. Muhammed’in peygamber ve Hz. Ali’nin de O’nun halifesi olduğu gerçeğini kabul etmeleri gerekiyor. Geçtiğimiz hafta kuruluş sürecini tamamlayan federasyonun Genel Başkanı Doğan Bermek, amaçlarının Alevi-İslam inancını yaşatmak ve yaymak olduğunu ifade etti. Bermek, Aleviliği İslam dışı göstermeye çalışanlara tepki gösterirken, “Onlar Aleviliği kendi ideolojileri ve siyasi amaçlarına alet etmek istiyorlar. Federasyonun kurulmasına bizim katkımız yüzde 45 ise onlarınki yüzde 55. Onlar konuştukça Aleviler bize yöneliyor.” dedi. Bermek, Alevilere İslam inancının öğretilmesi için Diyanet ve ilahiyat fakültelerinden destek beklediklerini vurguluyor.
Aleviliğin tanımına yönelik tartışmalar 1990’lı yılların ortalarında başladı. Faik Bulut’un “Ali’siz Alevilik” iddiasıyla başlayan tartışmalar, Alevi Bektaşi Birlikleri Federasyonu (ABBF) Genel Başkanı Ali Doğan’ın “Alevilik, İslam dışıdır.” sözleriyle yeni bir boyut kazandı. Aynı dönemde Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Genel Başkanı Turgut Öker de Ali Doğan’ı destekleyen açıklamalarda bulundu ve mecburi din derslerinin kaldırılması için kampanya başlattı. Erdoğan Çınar’ın, Alevilerin, insanın maymundan evrimleştiğini ileri süren Darwin teorisine binlerce yıldır inandığını ileri sürmesi; Erdoğan Aydın’ın ise Alevilikteki Hz. Ali ile gerçekteki Hz. Ali’nin farklı kişiler olduğunu iddia etmesi ve 12 İmam’a yönelik eleştirileri tartışmaları doruk noktaya çıkardı. Son olarak sosyolog Kamil Fırat’ın yaptığı ‘Kentleşen Aleviler’ adlı araştırmasıyla, Alevilerin “Dinsel kimliğinizi nasıl açıklarsınız?” sorusuna cevap olarak yüzde 34,5’inin sadece “Alevi”, yüzde 32’sinin “hem Müslüman, hem Alevi” ve salt “Müslüman’ım” diyenlerin ise yüzde 12,1 olduğu ortaya çıktı. Aynı araştırmada ateist olduğunu ifade edenlerin oranı ise yüzde 14,6 çıktı.
Doğan Bermek, Alevileri İslam dışı göstermeye yönelik tartışmaların bir taraftan Alevileri üzerken, diğer yandan ise faydalı sonuçların ortaya çıkmasına vesile olduğunu söyledi. “Aleviler bu tartışmalar sebebiyle İslam’ı daha çok araştırmaya başladılar.” diyen AVF Genel Başkanı, söz konusu iddiaları ortaya atanlara ise şu soruyu yöneltiyor: “Cemlerimizde Allah, Muhammed, Ali diyoruz. Madem Alevilik İslam dışı, öyleyse Cem’de ne söylüyorsunuz?”
AVF Genel Başkanı Bermek, Alevi İslam inancının yaşatılmasını amaç edinen federasyona şu ana kadar Türkiye’de faaliyet gösteren 17 Alevi vakfından 9’unun katıldığını ve 5 vakfın da üyelik için gerekli yasal düzenlemeleri gerçekleştirme aşamasında olduğunu belirtti.
Birliğe ilk aşamada 9 vakıf katıldı
Federasyona ilk aşamada Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı (Cem Vakfı), Anadolu Bilim Kültür ve Cem Vakfı, Gazi Kültür Vakfı, Haydar Eren Kültür ve Eğitim Vakfı, Kartal Cemevi Kültür Eğitim ve Sosyal Dayanışma Vakfı, Erenler Eğitim ve Kültür Vakfı, Adalar Cem Vakfı, Hüseyin Gazi Kültür Sanat Vakfı ve Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı’nın katıldığını kaydeden Bermek, federasyon kuruluşu başvurusunu temmuzun ilk haftasında İstanbul Valiliği’ne yaptıklarını söyledi. Bermek, Cem Vakfı Genel Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın ‘onursal başkan’ olduğu federasyona, Aleviliğin tanımında anlaşamadıkları için Mürteza Demir’in genel başkanı olduğu Pir Sultan Abdal, 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı’nı, Ali Doğan’ın genel başkanı olduğu Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı ve Fermani Altun’un genel başkanı olduğu Dünya Ehl-i Beyt Vakfı’nı davet etmediklerini kaydetti.
Doğan Bermek, federasyonun devletin muhatap kabul edebileceği marjinal olmayan bir kuruluş olduğunu ifade ediyor. Alevilerin sorunlarını kamuoyunun gündemine taşımayı amaçladıklarını belirten AVF Genel Başkanı, şunları kaydediyor: “Alevi İslam inancını benimsemiş insanlarımızın inançlarını öğrenebilmeleri için çalışacağız. Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve ilahiyat fakültelerinin desteğini istiyoruz.” ( 16.07.2005 Tarihli Gazeteler)


GusinapsE 2 Ekim 2006 05:47

Alevi & Alevilik
 
Kavram Olarak Alevi kelimesi ne anlama geliyor?
Alevi kelimesi Hz. Ali taraftarı, Hz. Ali yanlısı anlamına geliyor. İslamiyet içerisinde Hz. Ali´yi sevenlere Alevi denilmektedir.
Alevi kavramının oluşum tarihi Hz. Ali`nin yaşadığı dönemde baslar. Hz. Ali daha yasarken bile Ali taraftarı Alevi diye bilinen kişiler vardı. Yani Alevi kavramını dolayısıyla Aleviliği başka yönlere çekme gayreti içerisinde olanlar Alevi kavramını ya Hz. Ali`den çok önceki bir döneme ya da Hz. Ali`den çok sonraki bir döneme ait olduğunu söylüyorlar. Bu her iki iddia da yanlıştır. Doğrusu; Alevi kavramı daha Hz. Ali hayattayken oluşmuştu. Fakat o zamanlar çok dar bir cevre için kullanılıyordu. Ancak tarihsel süreçte Hz. Ali taraftarları çoğaldı ve böylece Alevi kavramı genelleşti.
Alevilik İslamiyet içindeki bir mezhep midir?
Cevaba geçmeden mezhep kelimesi ne anlama geliyor ona bakalım. Mezhep kelimesi Arapça olup “tutulan yol” anlamına gelmektedir. Bu anlamıyla Alevilik İslami bir mezheptir. Ancak hemen belirtelim ki İslamiyet eşittir Sünnilik veya Şiilik değildir. Yine Alevi inancına dar mezhepsel bir tanım Alevililerce asla kabul görmemiştir. “Sorma be birader mezhebimizi/Biz mezhep bilmeyiz yolumuz vardır” deyimi Alevi inancının mezhepsel tanımı astığının simgesidir.
Alevilik İslami bir inançtır. Ancak bazı art niyetli kimseler Aleviliği İslam’dan ayırmaya çabalamışlardır.
Aleviliği kendi grupsal, ideolojik, bölgesel, etnik çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen kimseler Aleviliği bu düşünceye hizmet edecek şekilde tahrif etmişlerdir. Yine Emeviler döneminde doruğa çıkan ve daha sonraları da devam eden Alevi düşmanlığı da Aleviliği İslam dairesi dışında görmüştür. Onlara göre, onlar gibi düşünmeyen herkes İslam dışıdır. Bu düşüncenin çok yanlış olduğu ve çok acılara sebebiyet verdiği ortadadır.
Alevilik İslami bir inançtır. Ancak tekrar tekrar ısrarla belirtelim ki İslamiyet salt Sünnilik değildir. İslamiyet’i eşittir Sünnilik olarak algılayanlar İslamiyet’i bazı biçimsel kurallara indirgeyerek Aleviliğin İslam dışı bir inanç olduğu sonucuna varıyorlar. Halbuki varmaları gereken sonuç “Alevilik Sünnilik değildir ama Sünnilik ve Şiilikten farklı bir İslam inancıdır” sonucu olmalıdır.
Aleviler Allah´a inanırlar mı?
Aslında sorulmaması gereken bir soru bir soru ancak art niyetli kimselerin bulandırdığı kafalar netleşmek zorunda.
Her şeyden önce Alevilik bir inançtır. Bundan hareketle belki de Allah´a en çok inanan, Allah´ın birliğini kabul eden topluluklardan biridir Aleviler. Cem törenine katılanlar bu durumu açıkça görebilirler. Yine binlerce Alevi deyişinde, şiirinde bu açıkça görülür.
Aleviler Allah´a inanırlar, hem de bütün benlikleriyle Allah´in varlığına, birliğine bağlıdırlar. Ancak kimse Alevilerin Allah´a inançlarını Sünni ve ya başka inançtan insanınkiyle kıyaslamaya ve böylece yanlış sonuçlara ulaşmaya kalkışmasın.
Aleviler peygamber olarak kimi kabul ederler?
Aleviler Hz. Muhammed´i peygamber olarak kabul ederler.
Aleviler bütün peygamberler bağlıdırlar.
Son peygamber olan Hz. Muhammed´e bağlılıkları ve inançları sonsuzdur.
Bazı iftiralar sonucu Alevilerin Hz. Muhammed´i peygamber olarak kabul etmedikleri düşüncesi oluştu. Bu tamamen Alevi inancına terstir. Hz. Muhammed, Alevilerin inandıkları, bağlandıkları peygamberdir.
Hz. Muhammed son peygamberdir. Bu doğruyu kimse yanlışa çevirerek, yeni peygamberlikler uydurarak, Hz. Muhammed´in yolundan giden Alevilere yamamaya çalışmasın.
Tekrar belirtelim ki, birilerinin art niyeti ve birilerinin de cehaleti Alevileri bağlamaz.
Hz. Ali´nin Alevi inancındaki yeri nedir?
Alevi demek; Hz. Ali yanlısı, taraftarı, seveni demektir. Bundan da anlaşılacağı üzere Hz. Ali´nin Alevi inancındaki önemini, yerini anlatmaya gerek yok. Ancak ne var ki bazı kimseler tarih boyunca ve günümüzde de Hz. Ali sevgisini, bağlılığını ya yanlış anladı veya hiç anlamadı. Alevilerin Hz. Ali´ye olan sevgileri, bağlılıkları onun peygamber olduğu anlamında değildir. Aleviler için peygamber son peygamber Hz. Muhammed´dir.
“Hz. Ali´nin Alevi inancındaki yeri nedir?” diye sormak her ne kadar abes gelse de anlaşılır bir durumdur. Çünkü Hz. Ali´nin adından gelen Alevi kavramı ile kendisini ifade eden bu topluma çok çeşitli tahribatlar yaşatılıyor. İşte bunun içindir ki Hz. Ali taraftarları Alevilere “inancınızda Ali´nin yeri neresidir” diye soruluyor. Bize düşen usanmadan doğrularımızı anlatmaktır
Aleviler namaz kılarlar mı?
Aleviler ve namaz konusunu bir kaç boyutuyla ele almak gerekiyor. Çünkü Alevilerin sürekli olarak maruz kaldığı soruların başında “neden namaz kılınmıyor” sorusu geliyor.
Her Alevi mutlaka ömrünün birden fazla döneminde “siz Aleviler neden namaz kılmıyor, camiye gitmiyorsunuz?” sorusuyla karşılaşmıştır
Bilindiği gibi namaz Farsça bir kelimdir. Namaz kelimesin Kuran´da ki karşılığı salat´tir. Salat ise dua, tanrıyı içten anıp selamlama anlamına geliyor. Allah´i içten anıp selamlamanın, duanın ise biçimi, sekli yoktur. Dua, insanin Yaratıcı ile beraberliğidir. Bunun için belli bir saat, mekan, kural yoktur. İnsan istediği vakit, istediği dilde, istediği şekilde dua edebilir, Yüce Yaratıcısına şükür edebilir. Yüce yaratıcıyı anmak, Yaratıcıyla dolu olmak, bir araya gelmek için belli bir zaman dilimi yoktur. Bu her an olmalıdır ve her anda mümkündür. İbadeti belirli zamanlarla sınırlayan kendisini biçimsel kurallar ve şekillerden arındırmamış demektir. Böylesi şekilsel bir kuşatma ise yaşamın gayesine ters bir durumdur.
Bazıları ibadeti biçimsel kurallarla sinirliyor. Çokça tekrarlamak durumunda kaldığımız gibi biz Alevilerde ise ibadeti kalıplaştırmak yoktur. Elbette ibadette belirli kurallar olması gerekiyor. Özellikle toplumsal olarak yerine getirilen ibadetin kuralları vardır. Ancak inancın temelidir gibi bazı yanlış uygulamalarla sırf ibadet olsun diye ibadet, ibadetin gayesini yok saymak demektir. Biz Alevilere dayatılanda budur. Deniliyor ki; “Aleviler illa camiye gidin, namaz kilin”. Amaç burada ibadet ise Aleviler zaten toplumsal olarak Cem de ibadetlerini yerine getiriyorlar. Aleviler kimseye, “Cem evine gelip Cem ederek ibadet edin” gibi bir dayatmanın sahipleri değiller. Aleviler “herkesin inancı kendisine” ilkesi ile hareket ederken başkaları ısrarla Alevilere dayatmalarda bulunuyor. Hem de inançsal anlamda temeli olmayan gerekçelerle.
Amacımız burada Alevilerle Sünniler arasındaki inanç farklılığını bütün boyutlarıyla tartışmak değildir. Amacımız ısrarla Alevilere dayatılan “günde beş (5) kez namaz kilin böylece iyi bir Müslüman olursunuz” gibi inancı biçimsel kurallara indirgeyen, hatta neredeyse bunu inancın özü sayan mantığın yanlış olduğunu belirtmektir. Namaz, neredeyse birileri tarafından inancın asıl gayesi haline getirilmiştir. “günde beş vakit namaz kılan kişi iyi bir insandır ve yaşamı anlamına uygun yasayan kişidir, kılmayan ise münafık, kafir kişidir” gibi bir anlayış ortaya çıkmıştır. Aleviler asırlardır bunun inancın özüne ters bir tutum olduğunu belirtmişlerse de, siyasi anlamda iktidarda olmadıklarından dolayı seslerini kimseye duyuramamışlardır. İnancın asıl özünü takip edip uygulamak yerine gösteriş için yapılan fiillerle zamanını harcayanlara Maun suresinde söyle ikaz edilmektedir: “Dini yalanlayan gördün mü? İste yetimi itip-kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. İste namaz kılanların vay haline, ki onlar namazlarında yanılgıdadırlar, onlar gösteriş yapmaktadırlar, ve ufacık bir yardımı da engellemektedirler”. Biz Alevilerce anlaşılması gereken en önemli nokta burasıdır.
Konun daha iyi anlaşılması ve doğrularımızın bilince çıkarılması için bazı tekrarları yapmak durumunda kalıyoruz. Konuya hakim olanların anlayışına sığınıyoruz.
Önceki satırlarda da belirtmeye çalıştığımız gibi namaz Farsça bir kelimedir. Kuran da ki karşılığı Salat´ir. Salat´in anlamı ise Allah´i içten anıp selamlama ve duadır. Bu gün egemen Sünni anlayışın günde beş vakit kıldığı ve Alevilere dayattığı ve neredeyse dinin temeli saydığı namaz ibadetinin Kuran da beş vakit olduğu yönünde acık bir beyan yoktur. Madem namaz inancın özü sayılacak kadar önemli bir ibadet neden Yüce Yaratıcı bu konuda acık ve kesin hükümler ortaya koymasın?
Aleviler namazı ret etmiyor. Nitekim Cem ibadetinde halka namazı seklinde ibadetlerini yerine getiriyorlar. Ancak bu namaz hiç bir şekilde egemen Sünni anlayışın namazıyla benzer değildir. Bazıları çıkıp diyebilir ki: “su kadar milyon insan namazı böyle kılıyor da siz Aleviler neden farklı anlıyor ve uyguluyorsunuz?” Hemen belirtelim ki çoğunluk her zaman doğru yapıyor anlamına gelmez.
İbadetle amaçlanan kişinin kendini yenilemesi, arındırması ve sosyal dayanışmayla kişiliğini tamamlamasıdır. Maun süresi böyle bir anlama sahip. İbadet için ibadet, gösteriş için yapılan ibadet nafile ibadetlerdir.
Alevi ibadet anlayışı biçimsellikten uzak içtenliği esas alır. Al-i İmran Suresi 191. Ayetinde “Onlar; ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah´i anarlar”. Bakara s Suresi 239. Ayeti: “Eğer korkarsanız, (namazı) yaya yahut binekte iken kilin”. Bu ve benzer ayetlerde de anlaşılacağı üzere Allah insanlara içten ibadet etmeyi emrediyor.
Birileri kabul etsin veya etmesin, Alevilerin ibadet anlayışı bu minval üzeredir.


Kral_Aslan 20 Temmuz 2007 10:35

Alevilik
 
Alevilik (mezhep)



Alevilik'te ve Şiilik'te önemli bir yere sahip olan Zülfikar isimli kılıcın tensili bir resmi.


Alevilik, İslamiyet'in Türkiye'deki başlıca iki mezhebinden biri. Sünnilikten sonra en fazla mensubu olan ikinci mezheptir. AB'nin yaptığı bir araştırmaya göre Türkiye'de 12 - 20 milyon Alevi vatandaş bulunmaktadır. [1][2]
Alevilik bazı Alevi kaynaklarında şu şekillerde tanımlanır:
  • Alevilik, İslam'ı benimseyen, Tanrı'nın birliğine (Tevhid) inanan, Muhammed'i Peygamber kabul eden, kitabı Kur'an olan, Muhammed'in Ehlibeyt'ini seven, namazı, niyaz ile bütünleştiren, kıyam, rûku ve secdesi ile ibadetini kendi lisanıyla yapan, ümmet yerine hür insanı, yaratanla yaratılan ayrılığını "Vahdet-i Vücut" ile birleştiren, Tanrı korkusu yerine, sevgisini benimseyen, zahiri (görünen) batınla (görünmeyen), batını zahirle birleştiren, şeriat kapısını aşıp, marifet yolu ile hakikat dünyasına ulaşan, Kur'an'ın şekline değil, özüne inen akıl ve gönlü ile "Seyr-ü süluk" (Ruhsal olgunlaşma) olan bir tasavvuf yoludur.
  • Alevilik, özünü insan sevgisinde bulan, Tanrı’nın insanda tecelli ettiğine ve zerresinden oluştuğuna, onun için de insanın ölümsüzlüğüne inanan, ibadetlerinde kadın erkek ayrımı yapmadan, kendi öz diliyle, musikisiyle, semahıyla inancını icra etme biçimine denir.
  • Alevilik, İslamiyet’e ve Kuran’a dayalı, Muhammed’in buyruklarına göre İslam’ı evrensel boyutuyla yorumlayıp, yeryüzü insanlığına yeni kapılar açan büyük bir düşünce akımı ve tasavvuf felsefesiyle hayat bulan bir inanç bütünlüğüne denir.
Alevilik ve Şiilik

İslamiyet'in Sünnilikten sonra dünyada en çok mensubu olan ikinci mezhebi Şiilik ile çıkış noktası ve 12 İmam inanışı gibi temel kavramları oldukça benzer olsa da anlayış ve genel uygulamalar bakımından bir çok farklılık vardır. Ancak Batılı kaynaklarda Alevilik, genellikle Şiiliğin bir kolu veya Türk veya Osmanlı Şiiliği olarak tanımlanır.

Alevilik'te Allah kavramı

Alevilikte Allah'tan başka tanrı yoktur. Bu yönüyle Alevilik monoteist bir mezheptir. Bununla birlikte Alevilik'te Tanrının insan dahil evrendeki her şeyin içinde olduğu inanışı vardır.

'Dört kapı kırk makam' inancı

Dört Kapi Kirk Makam seklindeki kamil insan olma ilkelerini Hacı Bektaş Veli’nin tespit ettigine inanilir. Hacı Bektaş "Kul Tanrı’ya kırk makamda erer, ulaşır, dost olur." demiştir.
Dört Kapı şunlardır: 1. Şeriat, 2. Tarikat, 3. Marifet ve 4. Hakikat
Her kapının on makamı vardır.
Şeriat kapısının makamları: 1. İman etmek, 2. İlim ögrenmek, 3. İbadet etmek, 4. Haramdan uzaklaşmak, 5. Ailesine faydalı olmak, 6. Çevreye zarar vermemek, 7. Peygamberin emirlerine uymak, 8. Şefkatli olmak, 9. Temiz olmak ve 10. Yaramaz işlerden sakınmak.
Tarikat kapısının makamları: 1. Tövbe etmek, 2. Mürsidin ögütlerine uymak, 3. Temiz giyinmek, 4. Iyilik yolunda savasmak, 5. Hizmet etmeyi sevmek, 6. Haksizliktan korkmak, 7. Ümitsizlige düsmemek, 8. Ibret almak, 9. Nimet dagitmak ve 10. Özünü fakir görmek
Marifet kapisinin makamlari: 1. Edepli olmak, 2. Bencillik, kin ve garezden uzak olmak, 3. Perhizkarlik, 4. Sabir ve kanaat, 5. Haya, 6. Cömertlik, 7. Ilim, 8. Hosgörü, 9. Özünü bilmek ve 10.Ariflik.
Hakikat kapisinin makamları: 1. Alcakgönüllü olmak, 2. Kimsenin ayibini görmemek, 3. Yapabilecegin hicbir iyiligi esirgememek, 4. Allah’in her yarattigini sevmek, 5. Tüm insanlari bir görmek, 6. Birlige yönelmek ve yöneltmek, 7. Gercegi gizlememek, 8. Manayi bilmek, 9. Tanrisal sirri ögrenmek ve 10. Tanrisal varliga ulasmak.



Alevilikte ibadet

Ana madde: cem Cem, Alevilerin toplu halde ettikleri ibadetin adıdır.
Kavram olarak Cem Arapça bir kelime olup toplanma, birikme, bir araya gelme manalarına gelmektedir.
Cem'in kaynağı Kırklar Cem'idir.
Cem ibadetini diğer inançlardaki ibadetlerden farklı kılan en önemli unsur; Cem de bulunanların ayni zamanda toplumda hesap vermekle yükümlü olmalarıdır. Cem de bulunanlar birbirlerinden razı olmak zorundalar.
Cem de bulunan bir kişi başka bir kişiye dargınsa, bu iki kişinin dargınlıkları giderilmeden, barışmaları sağlanmadan Cem'e başlanmaz.
Alevilerin toplu anlamda temel ibadeti olan Cem, bir dedenin gözetiminde, önderliğinde yerine getirilir.
Cem ibadetine katil, hırsız, yolsuz, düşkün kimseler giremez.

Cem'de 12 hizmet

1- Mürsid (Dede): Görev itibariyle Muhammed, Ali ve Hacı Bektaşi Veli'yi temsil eder. Cem erkani Baskanligini yapar,ikrar alir nasip verir. Cenaze, Müsahiplik, Nikah, Sünnet, Ad takar (isim takar)
2- Rehber : Görev itibariyle Imam Hüseyin´i temsil eder. Yola girmek isteyenleri hazirlar, yol gösterir. Mürsidin en yakin yardimcisidir.
3-Gözcü : Görev itibariyle Ebuzer Gaffari’yi temsil eder. Rehberin yardimcisidir. Cem’in sessiz ve sakinlik icinde gecmesini saglar. Cem’in bekcisidir.
4- Çeragci (Delilci) : Görev itibariyle Cabir El Ensari’yitemsil eder.Cem evinde bulunan aydinlatma araclarini yakar.Buhardanliklari ve Mumlari (Ceraglari) hazirlar.
5- Zakir (Asik) : Görev itibariyle Bilal Habes’i temsil eder. CEM’de Tevhid, duazde imam, Mersiye, Semah, Nevruzi ye söyler.
6- Süpürgeci(Ferras) : Görev itibariyle Selman’i Piri paki temsil eder. CEM evinin sürekli temizligi ile meskul olur.
7- Meydanci : Görev itibariyle Hüzeyme tül Yemeni’yi temsil eder.CEM evinde Semahserleri kaldirir. Postlari yerine dizer.
8- Niyazci : Görev itibariyle Mahmut el Ensari’yi temsil eder. Kurbanlaritekbirler ve keser. Gelen Lokmalari alir ve dagilimini saglar.
9- Ibrikci : Görev itibariyle Kamber Hz.lerini temsil eder. CEM de Mürsidin ve Cem erenlerinin abdest almalarini saglar.
10- Kapici : Görev itibariyle Gülam Keysani’yi temsil eder. Cem’e gelen erenlerin evlerini gözetler.
11- Peyikçi : Görev itibariyle Amri Ayyari’yi temsil eder. Cem olacagini tüm canlara duyurur.
12- Sakaci : Görev itibariyle Ammari Yaseri’yi temsil eder.Cem evinde Su Serbet, Saka, Süt vb. dagilimini saglar.

Duaz ve deyiş

Duaz, Duazdeh'in kısaltılmış halidir. Duazdeh Farsça olup on iki (12) anlamına gelmektedir.
Duaz, cem ayinlerinde söylenen ve On İki Imamlarin adlarının geçtiği deyişlerdir. Bu deyişlerde Ayrıca On İki Imamlarin yani sıra basta Peygamber ve Hacı Bektaş Veli olmak üzere Alevi ulularinin adları gecmektedir.
Duaz icin “deyişler”lerdir tanımını yaptık. Anlaşılır olması için böyle bir tanım uygundur. Ancak duaz bir nevi dua olarak da algılana bilinir.
Alevilik ve Aleviler hakkında biraz bilgi sahibi olan kişiler için duaz'in, nefes'in, türkü'nün, deyiş'in farklı anlamlara sahip olduğu açikardır. Fakat günümüz gerçekliği doğrultusunda genel bir tanım olması ve bu tanımın yaygınlaşıp kabul görmesi için Deyiş tanımı en uygun olanıdır. Deyiş; Aleviliği çağrıştıran her melodinin adıdır. Türkü, nefes, duaz bunlar da alt adlardır. Yoz ve yobaz üretimden farklı olunduğunun anlaşılması için Deyiş en uygun tanımdır.

Semah

Semah, Cemlerde deyişler eşliğinde yapılan dinsel törenin adıdır. Ulu Hünkâr Hacı Bektaşı Veli bu konuda şöyle söyler: "Semah, ariflerin aleti, muhiplerin ibadeti, taliplerin maksududur. Bizim Semahımız oyuncak değil, ilahi bir sırdır. Bir kimse ki Semahı oyuncak sayar o cahildir".
Semahın kaynağı Kırklar meclisine dayanır. Bu meclise gelen Hz. Muhammed’e Salmanı Farisi tarafından bir üzüm tanesi verilir ve Salmanı Farisi kendisinden bunu paylaştırmasını ister. Muhammed Cebrail’in getirdiği tabakta bu üzüm tanesini sıkar. Bunu içen Kırklar "Ya Allah" deyip Semah dönmeye başlarlar.
Semah yalnız Cemlerde dönülür. Bunun dışında günümüzde olduğu gibi asla düğünlerde ve benzer eğlencelerde dönülmez. Semahın dönüldüğü ortam mutlaka özel ve dinsel anlamı olan bir ortam olmalıdır. Yani ilahi bir sırdır. Öyle günümüzde yapılanlar gibi herkesin kolunu açarak yapacağı bir dans değildir.

Alevi ocakları

Alevilik, ocaklar şeklinde örgütlenmiş bir inanıştır. Ocakların arasında inanç yönünden küçük farklar olabilmesine rağmen esas felsefe aynıdır. Ama tarikat yapısı olarak incelemek gerektiğinde, Anadolu Aleviliği, Alevi-Caferi, Nusayrilik (Arap aleviliği), Bektaşilik, Mevlevilik,Abdallar,Babailer,Hurufiler,olarak ayrılmalıdır.
Alevilik; şiilik, ismaililik, caferilik gibi, Muhammed'in vefat etmesi, Ali'nin öldürülmesi ve İslamiyet içinde diğer mezheplerce iyi sayılan, ama Alevilerce kötü sayılan kişilerin hakimiyet kurmaya çalışmasına karşı hak yolunu savunmak için bir araya gelen kişilerin mezhebidir. Aleviler 12 imam'ın öncülüğüne inanırlar. Anadolu Alevilerine Kızılbaş da denmiştir.
Alevilik'i ilk benimseyenler ve bu yolu yayanlar Erenler ve Pirlerdir. Türkistan'dan bu inanç Hoca Ahmet Yesevi önderliğinde yayılmıştır,kimi araştırmacı inanç önderleri ve yazarlar Aleviliğin ,Türkmenlerin İslamiyet yorumu olduğularını savunmaktadırlar.Keza baktığımızda ocaklar ve İnanç önderlerinin hepsinin Türkmen oluşu,bu söylemin doğru olduğunun kanıtıdır. Ayrıca, Suriye de Arap ve Kürt Aleviler vardır. Tunus'da Arap Aleviler vardır. İran içerisinde Türkmenler de Alevidir. Türkiye'de Türk, Zaza, Kurmanç ve Arap Alevileri bulunmaktadır. Bu inanışlar da ocaklar gibi, uygulamada farklılıklar barındırmasına rağmen, inanç felsefesinin esası olarak bir bütün arz eder.

Kızılbaşlık

Ana madde: Kızılbaşlık Kızılbaşlık Alevilik içinde bir kol olarak görülse de esasında Aleviliğin ta kendisidir. Kızılbaş kavramı dönem dönem Alevileri karalamak veya küçük düşürmek için kullanılmıştır.
Kızılbaş kelimesi kızıl başlık takan anlamına geliyor. Tarihçesi Uhut savaşına kadar uzanır. Uhut savaşında Ali kendisini Peygambere siper ettiği sırada başından yaralanır. Bu savaştan sonra Ali’ye Kızılbaş denmiştir. Yine Sıffın savaşında Ali’nin taraftarları başlarına kırmızı başlık takmışlardır. Alevi devleti olan Safevi ordusunun askerleri de başlarına kızıl başlık takarlardı.

Bektaşilik

Ana madde: Bektaşilik Hacı Bektaşı Veli adına kurulan, Ali ve 12 İmam sevgisine dayanan Anadolu ve Balkanlarda yayılan günümüzde de varlığını sürdüren önemli bir Alevi tarikatıdır.
Bektaşiliğin doğuşu 1240 yılına dayanır. Babailer isyanının bastırılmasından sonra Baba İshak’ın halifesi olan Hacı Bektaşı Veli etrafında toplananlar Hz. Muhammed’i mürşit, Hz. Ali’yi rehber, Hacı Bektaşı Veli’yi de pir olarak kabul ettiler.
Bektaşilik genel anlamda Alevi inancını oluşturan Ali, Oniki İmamları esas almasının dışında eski Türk kültürünü ve Anadolu inançlarının bazı olumluluklarını da alarak gelişmesini tamamladı.
Bektaşiliği kurumlaştıran kişi Balım Sultan’dır. Bektaşilik idare bakımından iki kola ayrılır. Babaganlar ve Çelebiler. Babaganlar kendilerinin Hacı Bektaş’ın "yol evladı" olduklarını belirtirler. Babaganlar daha çok kentlerde örgütlendiler. Çelebiler kendilerini Hacı Bektaş’ın "bel evladı" olduklarını belirtirler. Çelebiler daha çok kırsal alanda örgütlendiler. Bütün bu çelişkilere rağmen Bektaşilik gelişmesini sürdürdü. Osmanlı ordusunun özel birlikleri olan Yeniçerilerin tamamına yakını Bektaşi’ydi. Padişah II.Mahmud Yeniçeri ocağını kaldırırken Bektaşiliği de yasaklamayı ihmal etmedi (1826).
Bektaşilik günümüzde Alevi inancının en önemli öğesi niteliğindedir. Bir çok Bektaşi kuralı Alevi inancı içinde kabul görmüştür. Hacı Bektaşı Veli’nin Türbesi de bulunan Nevşehir ilinin Hacıbektaş ilçesi bu anlamda sadece Bektaşiler için değil, bütün Aleviler için önemli bir merkez konumundadır.

Siyasi olarak Alevilik

12. ve 13.yüzyılda Anadolu'da oldukça etkin olan alevilik, daha sonra 14. yüzyılın başlarından itibaren devlet otoritesinin yeniden kurulması ve kurulan devletin mezhep olarak sunniliği seçmesi üzerine, cumhuriyet dönemine kadar sürecek baskı ve zulüme maruz kalınmıştır. Kendilerini din dışı olarak gören yönetime karşı defalarca ayaklanmışlardır. İnancın temelinde "eşitlik" "mülkiyetin reddedilmesi" gibi kavramlar olduğundan siyasi olarak da bir duruşu bulunmaktadır.

Türk siyasal hayatında Alevilik

Aleviler, İsmet İnönü'nün deyimiyle, milli mücadele yıllarında 'herkesten çok millici' bulunmuştur. Cumhuriyet Türkiyesi ve onun laikliği seçmesi, (tekkelerinin kapatılmasına rağmen) hoş karşılanmıştır. Aleviler geleneksel olarak, Cumhuriyet devriminin ilkeleri taraftarı olmuşlar,Atatürk ilke ve inkılaplarına herzaman bağlı olduklarını göstermişlerdir, şovenist ve islamcı akımları hiçbir zaman desteklememişlerdir. Maraş, Çorum, Sivas olayları, cumhuriyet tarihinde alevi mezhebine yapılan en şiddetli ve aşikar saldırılardır

Osmanlı Tarihi'nde Alevilik

Osmanlı devleti, kuruluşunda herhangi bir mezhebi kabul etmemiş bir devletti. Kuruluş döneminde, devlet kademelerinin birçok yerinde aleviler yer almıştı. Hatta, fethedilen topraklardan getirilen gayrimüslim çocuklardan oluşan yeniçeri ocağı da aleviliğin bir ocağı olan bektaşiliğe bağlıydı. Fakat devlet, imparatorluğa doğru gittikçe, devlet yönetimi açısından daha uygun olan sünni inancı, daha öncelikli hale gelmeye başladı. Osmanlı'da alevilerin zulüm görmelerine kadar gidecek dışlanmalarını, çaldıran savaşı ve beraberinde getirdiği olaylar zinciri başlattı. Osmanlı padişahı olan Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail ile ters düştü. Devlet yönetiminin giderek sünnileşmesinden şikayetçi olan alevi halk, Şah İsmail'in devletinin alevilik tabanlı bir Safevi devleti olması nedeniyle şah İsmail'e sempati duymaya başladı.


sudeniz 10 Ekim 2007 13:22

ALEVÎ-ALEVÎLIK

Dördüncü halife Hz. Ali'nin soyundan gelen, onu diger sahâbeden ve diger üç halîfeden üstün tutan mezhebe mensup kimse. Alevîlik düsüncesi, ister açikça, ister gizlice, Ali'ye uyup onun Kur'an'daki nâs ve Resulullah (s.a.s.)'in vasiyetiyle imamliga tayin edildigini ileri süren; imametin* onun soyundan disari çikmayacagina inanan ve onu diger sahâbeden üstün gören zümrelerin baslattigi fikir ve siyasî kavgalarla ortaya çikan" hareketin genel adidir. Bu fikir ve harekete katilanlar, Ali'ye (r.a.) uyduklari ve onu, öteki sahâbîlerin önüne geçirdikleri için Alevî; buna taraftar olanlara da 'tarafini tutan' anlaminda "Sia"* denilmistir. Sia, Alevîligin ifade ettigi katiliktan daha mûtedîl bir kelimedir ve Islâm âlimleri Alevîlik için Sia'dan farkli olarak 'Râfiza' 'Ravâfiz' tabirlerini kullanirlar.

Islâm tarihinde Hz. Peygamber'den sonra halîfe olarak Hz. Ali'yi taniyanlara, Ali'ye mensup, inanci bakimindan, Ali taraflisi anlaminda "Alevî" tabiri kullanildi. Alevîlik, halifelikte Hz. Ali'nin hakkinin yendigini, sahâbenin Hz. Peygamber'den sonra Ebû Bekr*'e bey'at etmekle, Islâm'a aykiri hareket ettigi iddiasini yansitir. Alevîler Hz. Ali'nin hilâfette hak sahibi oldugunu su sebeplere dayandirirlar: Ali*, Hz. Peygamber'in tabii olarak varisiydi. O, Islam'i ilk kabul eden kimsedir.

Hz. Muhammed (s.a.s.)'in amcasinin oglu ve damadidir. Islâm savaslarinin kahramaniydi. Yasadigi sürece Hz. Muhammed'in en yakin yardimcisiydi. Onun bütün islerine bakardi. Hz. Muhammed (s.a.s.) Ali'ye olan sevgisini ve güvenini bildirerek, onun kendisinden sonra halîfe olacagina isaret etmistir. Bu yüzden onlar, Ebû Bekir, Ömer* ve Osman*'in isbasina getirilisini batil saydilar. Yani bunu serîat kurallarina ve Hz. Peygamber'in sünnetine aykiri görerek bununla savasmayi dinî bir görev kabul ettiler. Ancak, Hz. Peygamber'in, Hz. Ali hakkinda söyledikleri ve Ali'nin üstünlükleri dogru olmakla birlikte, Allah Resulü benzer sözleri Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi diger büyük Sahâbîler hakkinda da söylemistir. Üstelik, hastalandiginda imamliga Hz. Ebû Bekr'i geçirmistir. Diger yandan Hz. Peygamber, kendisinden sonra müslümanlarin basina kimin geçecegini isim vererek belirtmeden bu dünyadan ayrilmistir. Böyle bir hadîs olsaydi, Hz. Ebû Bekr'in halife seçildigi sirada yapilan konusma ve müzâkerelerde bu hadîsin sözkonusu edilmesi gerekirdi. Çünkü ashâb-i kîrâm, kendi aleyhine bile olsa, Hz. Peygamber'den isittigini nakletmekten çekinmeyecek derecede üstün mezîyetlere sahiptir. Ancak, Allah Resulü'nün cenaze isleriyle ugrasmasi yüzünden, halîfe seçimi sirasinda hazir bulunamayan Hz. Ali ile bu kadar önemli bir konunun istisare edilmemis olmasi bir eksiklik sayilabilir. Fakat, Ensâr'in hilâfet konusunu müzâkere etmekte oldugu topluluga Hz. Ömer'le Hz. Ebû Bekr bile sonradan katilmisti. Bu çok önemli meselede yanlis bir adimin atilmasi endisesi ve isin kisa sürede çözülmesi zarûreti, seçimin Hz. Ebû Bekir lehine yapilmasini gerekli kilmistir. Nitekim daha sonra Hz. Ali de Ebû Bekr'e bey'at* etmistir.


Müslümanlar, Ehl-i Beyt denen 'Ali ve ailesini' öteki Ashâb-i Kîram'dan ve Allah Resulü'nün öteki halîfelerinden ayirmadan severler. Onun ailesine yapilan haksizliga ve zulme karsidirlar ve tarih içinde de karsi olmuslardir. Meselâ, Ahmed b. Hanbel* (rh.a), "Ehlü's-Sünne ve'-l Hadîs" taraftarlarinin Hz. Muhammed (s.a.s.)' in ailesine hak ettikleri muhabbeti gösterdikleri ve Ali Ibn Ebî Tâlib'in (r.a.) haklarini tanidiklari için "Ali'nin 'siasi, taraftari" oldugunu ifade etmektedir. Ayni tavri Imam-i Â'zam da takinarak Abbasîlere karsi Imam Zeyd'i desteklemistir. Bu anlamda Sia, îtikâdî ve siyasî bir mezhep olarak kabul edilirken, Alevîlik, Hz. Ebû Bekr es-Siddik'a (r.a.), Ömer el-Faruk'a (r.a.) ve Osman Zünnureyn (r.a.)'e ve daha pek çok ashâb-i kirâm'a bugz ve düsmanlik tasiyan fikirlerle dolu bir tarîkat görünümündedir. Bu ifrata sebep olan Emevilerdi. Emeviler devrinde, Ömer Ibn-i Abdulaziz'in hilâfetine kadar cuma hutbelerinde Ali Ibn Ebî Tâlib'e (r.a.) ve ehl-i beytine hakaret edilir ve lânetler okunurdu. Onlarin bu yanlis hareketleri öteki müslümanlari baglamazdi. Çünkü onlar, bütün müslümanlari temsil edemezlerdi. Hele hilâfet konusundaki olaylari göze alarak öteki, müslümanlari zalim görmek ve göstermek haksizliktir ve hakdan sapmadir. Ne Resulullah'in üç halifesi ne de Ashâb-i Kirâm, Ali Ibn Ebi Talib hakkinda düsmanlik eseri birakmamislardir. Alevîlik, zaman içinde parçalanmis ve sayisi yüze varan tarîkatlara ve yollara ayrilmistir.

Ancak bunlari Imam Ebu Câ'fer es-Sâdik'in içtihatlariyla amel eden ve müslümanlarla aralarinda bir fark görmediklerini söyleyen, yeryüzünde Allah'in hâkimiyetini istediklerini haykiran Ca'feriyye ve Zeydiye kollarina bagli müslümanlarla karistirmamak gerekir. Câferî müslümanlari Sia içerisinde incelerken, dünü, bugünü ve îman-amel iliskisiyle gözönüne almak ve ona göre degerlendirme yapmak faydali olacaktir. Câferîlerle, Zeydîleri Alevîligin diger kollari olan Batînîler, * Karmatîler, * hatta kuzey Afrika ve Misir'da uzun yillar hüküm süren Fâtimîlerden, bugün Anadolu'da yasayan Alevîler'den, Lübnan ve Suriye'deki Dürzî ve Nusayrîlerden ayirt etmek gerekir.
Alevîlerden Gulât olanlar yani asiri gidenler Hz. Ali'de, diger halifelerde bulunmayan ilâhî nitelikler ve özellikler olduguna inaniyorlar. Islâm tarihinde bu görüsü ve inanci daha da ileri götürerek, Allah'in Ali'nin varliginda, insan suretinde görünüs alanina çiktigini, onun bir ilâh-insan oldugunu söyleyenler bile çikti. Ali'nin mehdi oldugunu, ölmedigini ve kiyamet gününden önce çikarak dünyada adaleti saglayacagini öne sürdüler. Bunlar "sebeîler"dir. Islâm'da ilk dînî ayrilik hareketini teskil eden ilk Alevîlik, Hz. Ali daha hayatta iken San'ali bir Yahudi olan Ibn Sebe'nin telkini ile baslamistir.

Bundan sonra Ali'nin ve soyunun, hatta Ibn Sem'an, Ebû Mansur el-Iclî, Ebu'l-Hattâb, Horasanli Ebû Müslim gibi Ali ile aile bagi bulunmayan ve sadece taraftarlik yapan birtakim yabancilarin öncülük ettigi tenâsüha, ibâhaya, farzlari terketmenin caiz olduguna ve imanin, imami bilmekten ibaret bulunduguna inanan birçok Alevî kollari meydana çikmistir.
Daginik Alevî kollarini birlestiren Câ'fer es-Sâdik'*a bir aralik gidip gelen ve inanislarinda Islâm'a aykiri seyler bulundugu için kovulan, Imam Câfer'in lânetlemesine ugrayan Ebî Mansur el-Iclî ile Ebû'l-Hattâb'in ekolü, "Ismâiliye*" veya "Yedi Imam" mezhebini olusturmustur. Batinîlik adi verilen bu mezhep Yemen'de köklesmis, Irak, Iran, Horasan ve Türkistan'a kol atmis ve batida Endülüs'e kadar yayilmistir. Bu mezhepten olanlar Bahreyn'de ve Ahsâ'da Karmatiyye mezhep ve hükümetini, Kûfe'de ve Basra'da birçok ihtilâlleri, Magrip'te önce "Alevî Hükûmeti"ni, sonra Misir'da Fâtimî halifeligini vücûda getirmislerdir. Cebel-i Dürûz'da Lübnan'da yasamakta olan "Dürzîlik"le daha birçok firka ve mezhepler Batinîlikten dogmustur. Muhammed b. Nusayr de bu arada bugün Suriye, Lübnan ve Adana yöresinde sâlikleri bulunan "Nusayrîlik"i kurmustur. Hz. Ali'nin ölümünden sonraki gelismeler, özellikle Kerbelâ olayi Hz. Hüseyin'in sehid edilmesi, Alevî toplulugun siyasî bir görüs çevresinde toplanmasina yol açti. Sonralari Sia (Siîlik) adini alan ve daha çok Iran'da gelisen Alevî mezhebinin özünü besleyen bu olaylar zinciri oldu. Islâm ordusunun doguya dogru ilerledigini gören Iran, bagimsizligini kaybedecegini anlayinca, Islâm'in içinde dogan ve gelisen Hz. Ali taraftarligini eski dîn ve siyasetleriyle kaynastirarak benimsedi. Bundan Alevîligin, bir baska kolu dogdu.

Alevî inanci bu yeni ad altinda hizla gelisti. Bu inanca, ruhun bedenden bedene geçisini (tenâsüh) kabul eden Hind inançlari da yine Iran etkisiyle karisti.
Anadolu Alevîligi ise, sadece Batinîlik'in devami degildir. Yesevî, Kalenderî, Hayderî gibi Türk tarikatlarinin, Hurûfiligin, Vücûdiyye ve Dehriyye inançlarinin karistigi, bazi Türk gelenek ve göreneklerinin ve halk siirinin yasadigi bir dünyadir. Onda "tenâsüh", "hulûl", "ibâha" ve bir çesit "istirak" ilkeleriyle birlikte, Türk sölenlerini andiran âyinler de görülür. XIII. yüzyilda Anadolu'nun fikir hayatinda Orta Asya'dan ve Horasan'dan göçen bilgin ve mutasavviflarin derin etkileri olmustur. Bu arada Harezm'li göçmenler, köylere varincaya kadar Anadolu'nun dînî havasinin degismesine yol açmislardir. Bu tarihi kökenlere dayanan Alevîlik günümüzde varligini sürdürmektedir. Siîlik, Bektâsîlik ve Kizilbaslik gibi Alevî kollarinin özel törenleri, toplantilari bulunmaktadir. Bu kollarin hepsinde Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da sehid edildigi 10. Muharrem günü kutsal olup, matem günü kabul edilir. Siîler o gün, özel anma törenleri düzenler, dövünür, aglar, yakinirlar. Kizilbas ve Bektâsîler bu günün acisini çeker, fakat dövünmezler. Alevî törenlerinin en büyügü kadinlarin da katildigi "cem âyini"dir. Bu tören cuma günleri düzenlenir. Cem âyininin küçügüne "dernek" denir. Bu toplantilar sazlisözlü, içkili olur. Özel zikirler yapilir. Töreni yöneten dede tarafindan bir sure veya ayet okunur. Ayrica cem'âyininden baska "görgü âyini", canlardan birinin digerini sikâyeti hâlinde "sorgu âyini" düzenlenir. Nevrûz, hem bahar bayrami, hem de Hz. Ali'nin dogum günü sayildigi için, genellikle kutsal kabul edilir ve törenler düzenlenir . Alevîlik Iran'da oldugu gibi Anadolu'da da daha çok siir ve edebiyatla yayilmistir.

Alevîlerin büyük tanidigi yedi sair; Nesimî, Fuzûlî, Hatâî, Pîr Sultan Abdal, Kul Himmet, Yeminî ve Virânî'dir. Bunlardan Nesimî ve Fuzûlî disindakiler tam batinîdirler.
Yollarini müstakil bir dîn ekolü ve Islâmiyetin esasi kabul eden Alevîler, Hz. Peygamber, Hz. Ali, Oniki Imam ve Haci Bektas Velî'yi kendi yorumcu ve düsünürleri sayarlar.



Saat: 17:03
Sayfa 1 / 3

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık