MsXLabs

MsXLabs (https://www.msxlabs.org/forum/)
-   Psikoloji ve Psikiyatri (https://www.msxlabs.org/forum/psikoloji-ve-psikiyatri/)
-   -   Psikoz Nedir? Psikoz Hakkında (https://www.msxlabs.org/forum/psikoloji-ve-psikiyatri/82844-psikoz-nedir-psikoz-hakkinda.html)

Pasakli_Prenses 26 Kasım 2007 22:37

Psikoz
Psikoz, düşünce ve duyunun ağır oranda bozulduğu zihin durumunu tanımlamakta kullanılan genel bir psikiyatri terimidir. Psikotik epizod geçiren hastalar halüsinasyonlar görüp, delüzyonel inançlar taşıyabilir (grandiyöz veya paranoid delüzyonlar gibi), kişilik değişiklikleri ve düşünce bozukluğu gösterebilir. Bir psikotik epizod gerçek ile bağlatının kopması veya zarar görmesi ile karakterizedir denilebilir. Gençlerde daha sık görülen psikoz ağır bir zihinsel hastalığın belirtisi olabilir.

Etimoloji
Psikoz sözcüğü ilk kez Ernst von Feuchtersleben tarafından 1845'te delilik ve maniye alternatif olarak kullanılmıştır. Sözcük Yunanca psyche ("zihin, ruh") ve -osis ("hastalıklı" veya "anormal durum")dan türemiştir. Sözcük zihin bozuklukları olduğu düşünülen bozuklukları, sinir sistemindeki bir bozukluktan türediği düşünülen nevrozdan ayırmak için kullanılmıştı.

Genel Bakış
Genel psikiyatride psikoz ağır akıl hastalığının semptomu olarak kabul edilir, fakat kendisi bir diyagnoz sayılmaz. Her ne kadar sadece belirli bir psikolojik veya fiziksel durumla arasında bağlantı olmasa da, özellikle şizofreni, bipolar bozukluk ve ağır klinik depresyon ile ilişkilendirilmiştir. Ayrıca psikotik duruma yol açabilecek, saptanabilir fiziksel patolojiler de vardır, beyin zedelenmesi veya diğer nörolojik bozukluklar, lupus ve alışkanlık oluşmuş uyuşturucu maddelerin kullanımının geri çekilmesi.
Psikoz terimi, bir kişinin davranışları sebebiyle suçlanamayacağını ortaya koyan ve hukuki bir terim olan delilik kavramından ayrıştırılmalıdır. Benzer bir şekilde, bir kişilik bozukluğu olan psikopatiden de farklıdır. Her ne kadar yaygın görüş ikisini aynı şekilde ele almakta ve psiko olarak kısaltmakta ise de, pskioz psikopatinin temel özellikleriyle benzerlik taşımaz; özellikle şiddet yönü psikoz da nadiren görülürken, gerçeklik duyusunun bozulması ve kaybolması da psikopatide nadiren görülür.
Psikoz ayrıca deliryum durumundan da ayrıştırılmalıdır, zira bir psikotik birey yüksek düzeyde entelektüel emek isteyen işleri bilinci açıkken yapabilir. Son olarak, zihinsel hastalıktan da ayrıştırılmalıdır. Psikoz diğer zihinsel hastalıkların bir semptomu olarak görülebilir. Fakat tanımsal bir kavram olarak kendi başına bir hastalık sayılır. Örneğin, şizofrenili kişiler psikoz içermeyen uzun dönemler geçirebilir ve bipolar bozukluğu ve depresyonu olan kişilerde de psikozsuz duygudurum semptomları olabilir. Tersi şekilde, kronik zihinsel hastalığı olmayan birisinde, yoğun stres veya bir advers ilaç tepkisi nedeniyle psikoz oluşabilir.
Psikoaktif maddelerin kullanımı sonrası gerçekleşen psikotik durumlar özellikle dozaşımı, kronik kullanım ve kullanmayı bırakma (geri çekilme) ile ilişkilendirilebilir. Belirli bileşikler diğerlerine oranla daha yüksek bir psikoza yol açma olasılığına sahiptirler ve bazı bireyler diğerlerine oranla daha hassas olabilirler. Belirli 'sokak' maddeleri, örneğin özellikle kokain, amfetamin, PCP ve halüsinojenler psikoz gelişimiyle ilişkilidir. Antikolinerjik ilaçlar (atropin, skopolamin, Datura stramonium) ve birçok antihistamin de bazı kişilerde psikoza yol açabilir.
Merkezi sinir sisteminde genel depresan etkileri olan maddeler kullanımları sırasında psikoza neden olmamaya eğilimlidirler ve aslında bazı insanlarda semptomların etkilerini azaltabilirler. Fakat bu tip maddelerin kullanımına son verilmesi (geri çekinilmesi) özellikle tehlikeli olabilir, psikoz veya deliryuma neden olabilir.
Psikolojik stresin de psikotik durumlarda payı olduğu ve bunları tetiklediği bilinmektedir. Hem yaşam boyunca olmuş çeşitli travmatik olayları barındıran bir geçmişin hem de yeni karşılaşılmış olan stresli bir olayın psikozun gelişiminde payı olduğu bilinmektedir. Stresin tetiklediği kısa-dönemli psikoz kısa süreli tepkisel psikoz (veya kısa reaktif psikoz) olarak anılır.
Uykusuzluk psikozla ilişkilendirilmiş olmakla birlikte, çoğunluk için büyük bir risk faktörü olduğuna dair fazla kanıt yoktur. Bazı kişiler hipnogojik veya hipnopompik halüsinasyonlar geçirse de bunlar normal uyku fenomenleri olup psikozun belirtilerinden sayılmaz.
1960'lar ve 1970'lerde psikoz karşı kültür eleştirmenlerinin ilgi odağı olmuştur. Bunlar psikozun illa ki bir hastalık olması gerekmediğini belki gerçeklik inşa etmenin sadece farklı bir yolu olabileceğini öne sürmüşlerdir. Örneğin, R. D. Laing psikozun, benzeri görüşlerin hoş karşılanmayacağı bir durumda yaşayan kişilerin kaygılarını sembolik bir şekilde ifadesi olarak görmüştür. Ayrıca psikozun iyileştirici (şifa) ve ruhani yönleri olan transandantal bir deneyim olduğunu iddia etmiştir.
Bununla birlikte, genel olarak, psikozun teşhis ve bilimsel incelenmesindeki gelişmeler biyoloji, bilişsel psikoloji ve nöropsikoloji temelli teorilerin kabul edilmesine yol açmıştır. 1990'lardan beri, ABD ve Avrupa'da sadece bir iki saygın pratisyen psikoza bu bilimsel çerçevedeki kaynaklar dışında yaklaşmıştır.
Antipsikotik ilaçlar psikozun tedavisinde kullanılmaktadır ve potansiyel olarak semptomları nispeten hızlı bir şekilde azaltabilir veya yok edebilirler. Bugün birçok klinik standart organizasyonları tarafından bilişsel davranışsal terapi psikoz için etkili bir psikolojik tedavi olarak önerilmektedir.

Belirtiler ve Psikotik Deneyimler
Belirtiler
Psikoz belirtileri şöyle sıralanabilir:
  • Düşünce bozukluğu - düşüncelerin belirli bir düzene oturtulamaması, karmaşık bir hale gelmesi bunun sonucu olarak konuşmada bozukluklar, dikkat toplamada sorunlar vb.
  • Duygudurumda değişkenlik - belirli sebepler olmaksızın kişinin duygudurumunda değişiklikler olabilir, değişkenlik görülebilir. Örneğin herhangi bir neden olmaksızın kişi çok üzülebileceği gibi yine bir neden yokken çok coşkulu olabilir.
  • Delüzyonel inançlar - kişinin gerçekdışı düşünce ve inançlara sahip olması. Bu inançlar çok güçlü ve ısrarcı olabilir.
  • Halüsinasyonlar - kişiler gerçekte var olmayan şeyleri görme, koklama, duyma veya koklama gibi duyu bozuklukları görülebilir.
  • Kişilik değişikliği - kişinin kişiliğinde ve davranışlarında büyük değişiklikler olması.
Belirtiler bireyden bireye büyük oranda farklılık gösterir. Ayrıca bazı bireyler psikoza diğerlerinen daha yatkındırlar. Ayrıca psikozun tipine ve arkaplanda yatan zihinsel hastalığa göre belirtiler ve yoğunlukları değişebilir. Örneğin duygudurum değişkenliği bipolar bozukluğun belirtisi olarak psikoz geçiren bir kişide daha yoğunken, halüsinasyonlar şizofreninin belirtisi olarak psikoz geçiren bir kişide daha yoğun olabilir.

Psikotik Deneyimler
Bir psikotik epizod kişinin duygudurumuna ve zihinsel hastalığına göre değişir; örneğin bir depresyon arkaplanındaki kişinin yaşadığı psikotik epizod ile mani arkaplanındaki bir kişinin yaşadığı psikotik epizod arasında fark olabilir.
Her ne kadar sıkıntılı ve güç bir durum da olsa, psikoz deneyimlerinde faydalı yönler bulan ve bu deneyimleri kişisel gelişimleri için kullanan kişiler de olmuştur.

Halüsinasyonlar
Halüsinasyon "hakiki bir etki olmadan duyu organlarının tenbih almış gibi çalışması" olarak tanımlanabilir. Halüsinasyonlar beş duyunun her birinde oluşabileceği gibi herhangi bir şekli de alabilir; yani basit duyumsamalardan (örneğin ışık, renkler, tatlar veya kokular) gerçekte var olmayan hayvan ve insanlarla iletişim, belirli sesler duymak gibi daha anlamlı ve kompleks deneyimlere kadar uzanabilir.
Ses halüsinasyonları, özellikle de seslerin duyulması deneyimi psikozun önde gelen ve yaygın özelliklerindendir. Varsanılan sesler kişi hakkında veya kişiyle konuşabilir ve birden çok konuşma birden çok ses duyulabilir. Ses halüsinasyonları özellikle de kişiye emredici, küçültücü veya meşgul edici olduklarında sıkıntılı olurlar.

Delüzyonlar ve Paranoya
Psikoz delüzyonel veya paranoid inançlar içerebilir. Karl Jaspers psikotik delüzyonları birincil ve ikincil tiplere sınıflandırır. Birincil delüzyonlar belirli, anlaşılabilir nedenleri olmaksızın tanımlanırken ikincil delüzyonlar kişinin arkaplanı ve güncel durumuyla bağlantılı olarak anlaşılabilir.

Düşünce Bozukluğu
Formal düşünce bozukluğu bilinçli düşüncede oluşan bir bozukluk olarak tanımlanabilir ve büyük ölçüde konuşma ve yazıdaki etkilerine göre sınıflandırılır. Etkilenmiş kişilerde baskılı konuşma (hızlı ve duraksız konuşma), düzensiz veya uçuşan fikirler (cümlenin ortasında veya uygunsuzca konunun değişmesi), düşüncenin engellenmesi, kafiye veya cinas görülebilir.

Anlayış Yetersizliği
Psikozun önemli özelliklerinden biri de kişinin davranış veya deneyimlerinin garip, yabancı veya doğaüstü halinin kişi tarafından anlaşılamamasıdır. Akut psikoz durumunda dahi, kişiler halüsinasyonlarının ve imkansız delüzyonlarının herhangi bir şekilde gerçekdışı olabileceğini düşünemezler, anlayamazlar. Yine de bu mutlak değildir; iç görü/anlayış bireyler arasında ve psikotik epizodun süreci boyunca değişiklik gösterebilir.

Tıbbi Açıdan Psikoz
Psikozun birkaç olası sebebi vardır. Psikoz derinde yatan bir zihinsel hastalığın, örneğin bipolar bozukluk veya şizofreninin, sonucu oluşabilir. Ayrıca psikoz ağır zihinsel stres ve amfetamin, LSD, PCP, kokain veya skopolamin gibi maddelerin yüksek dozlarda veya kronik kullanımında tetiklenebilir veya yoğunlaşabilir. Merkezi sinir sistemi depresan ilaçlarından ani geri çekilme (kullanımını bırakma) psikotik epizodları tetikleyebilir. Psikozun geniş yelpazade birçok farklı hastalık veya durumda görülmesinden (örneğin AIDS, lepra ve sıtma dahil) anlaşılabileceği gibi bir psikotik epizodun tek bir nedeni yoktur.
Ana psikozların manik depresif delilik (şu an bipolar bozukluk diye anılır) ve dementia praecox'a (şu an şizofreni diye anılır) ayrılması Emil Kraepelin tarafından yapılmıştır. Kraepelin 19. yüzyıl psikiyatristlerince belirlenmiş çeşitli zihinsel bozuklukların bir sentezini oluşturmaya çalışmıştır. Bunu ortak semptomların sınıflandırılması temelinde hastalıkları gruplandırarak yapmaya çalışmıştır. Kraepelin 'manik depresif delilik' terimini duygudurum bozukluklarının türm spektrumunu tanımlamak için, genelde bugünkü kullanımından çok daha geniş bir çerçevede kullanmıştır. Kraepelin'in sınıflandırmasına göre terim bipolar bozukluğun yanı sıra 'ünipolar' klinik depresyonu ve siklotimi gibi diğer duygudurum bozukluklarını da kapsayacaktı. Bunlar duygudurum kontrolüyle ilgili problemlerle karakterizedirler ve psikotik epizodlar duygudurumdaki rahatsızlıklarla ilgili olarak oluşur ve tedavi bile görmeyen hastalar sık sık psikotik epizodlar arasında normal işleyen dönemler geçirmektedirler. Şizofreni ise duygudurumdaki rahatsızlıklarla ilgisiz bir şekilde oluşan psikotik epizodlarla karakterizedir. Çoğu tedavi görmeyen hastalar psikotik epizodlar arasında rahatsızlık belirtileri göstereceklerdir.
Psikotik epizodların süresi bireyden bireye farklılık gösterebilir. Kısa süreli tepkisel psikozda psikotik epizod doğrudan hayattaki belirli bir stresli olayla ilgilidir ve bu nedenle hastalar ani bir şekilde iyileşip, iki hafta içinde normale dönebilirler. Bazı nadir vakalarda ise, bireyler uzun yıllar boyunca psikoz durumunda kalabilir veya çoğu zaman zayıflamış psikotik semptomlar gösterebilirler.
Kısa süreli psikotik epizod geçiren bir hasta, (örneğin) şizofreni sonucu psikotik olan bir başka hastayla aynı semptomlara sahip olabilir ve bu olgu psikozun temelde beyindeki belirli bir biyolojik sistemde oluşan bir bozukluk olduğu fikrini desteklemekte kullanılmıştır. Bu sanıdan temel alan dopamin hipotezi erken bir teori olmasına rağmen hâlâ popülerliğini korumaktatır. Bununla beraber, psikoz deneyiminde çok geniş bir faktörler topluluğunun (çevresel, sosyal ve çocukluktaki gelişim faktörleri dahil) etkin olduğu belirginleştiği için biyolojik teorilere ne kadar ağırlık verilebileceği tartışmalıdır.
Herkesin bazı garip ve potansiyel olarak gerçekliğin bozulduğu deneyimler geçirebileceğinden yola çıkarak psikozun sürekli olarak var olduğu da iddia edilmiştir. Bu fikir (örneğin) halüsinasyon gibi deneyimlerin, deneyimleri nedeniyle sıkıntıya düşmeseler veya zarar görmeseler de, nüfusun büyük bir bölümünde görüldüğünü ortaya koyan araştırmalarca desteklenmiştir. Bu görüşe göre psikotik bir hastalık teşhisi konan kişiler spekturumun sonunda, deneyimlerin özellikle yoğun veya sıkıntılı olduğu durumda olabilirler.

Psikoz ve Beyin Fonksiyonu
Psikozlu bir kişinin beyninin görüntüsü ilk kez 1935'te pnömoensefalografi diye adlandırılan bir teknik yardımıyla yapılmıştır. Psikotik epizod geçiren insanların hem beyin yapısındaki değişiklikleri hem de beyin fonksiyonundaki değişiklikleri araştıran modern beyin görüntüleme çalışmaları, karışık sonuçlar vermiştir.
Psikozlu kişilerin beyinlerindeki yapısal değişiklikleri araştıran 2003 tarihli bir çalışma, kişilerin psikotik olmalarının öncesi ve sonrasında, korteksdeki gri maddede önemli bir azalma olduğunu gösterdi. Bu gibi bulgular psikozun kendisinin nörotoksik olup olmadığı ve psikotik epizodun uzunluğunun beyindeki potansiyel olarak zararlı değişikliklerle ilgili olup olamadığı gibi tartışmaların doğmasına yol açmıştır. Her ne kadar araştırmalar devam etse de, güncel araştırmalar durumun bu olmadığını göstermiştir.
Fonksiyonel beyin taramaları beynin duyuları algılayan bölümlerinin psikoz sırasında aktif olduğunu götermiştir. Örneğin, sesler duyduğunu iddia eden bir kişiye yapılan PET veya fMRI'nin sonuçları, kişinin işitsel korteksinde veya beynin konuşmayı anlama ve algılamayla ilgili kısımlarında etkinlik olduğunu gösterebilir.
Öte yandan, inanç kavramının farklı insanlar arasında doğru bir karşılaştırma yapmak için kullanılabilecek açık bir psikolojik tanımı yoktur.
Net bir bulgu ise, psikotik deneyimlere eğilimli olan kişilerin beyinlerinin sağ yarım küresinde daha yüksek bir etkinliğin gözlendiğidir. Sağ yarım küredeki bu yüksek etkinlik düzeyi, yoğun paranormal inançları olan sağlıklı kişilerde ve mistik deneyimler beyan eden sağlıklı kişilerde de görülmüştür. Aynı zamanda daha yaratıcı olan kişilerin de benzer beyin etkinliği modelleri göstermeye daha yatkın olduğu ortaya konmuştur. Bazı araştırmacılar bunun hiçbir şekilde paranormal, mistik veya yaratıcı deneyimlerin kendi kendilerine zihinsel hastalığın bir semptomu olabileceği anlamına gelmediğini belirtmiştirler; zira bu gibi deneyimlerin bazılarında faydalıyken bazılarında teşhis edilebilir zihinsel patolojik sıkıntı ve rahatsızlığa yol açabilmesine neyin neden olduğu belirsizdir.
Psikoz geleneksel olarak dopamin nörotransmitterine bağlanmıştır. Özellikle, etkili bir iddia olan dopamin hipotezi psikozun beyindeki dopamin fonksiyonunun aşırı etkinliği nedeniyle oluştuğunu ifade etmektedir. Bu teoriyi destekleyen iki ana kanıtsal kaynak dopamin-engelleyici ilaçların (antipsikotikler) psikotik semptomların yoğunluğunu azaltmaya eğilimli oluşu ve dopamin etkinliğini arttıran ilaçların (amfetamin ve kokain gibi) bazı insanlarda psikozu tetiklediğidir (bakınız amfetamin psikozu).
Genelde psikoz ile dopamin arasındaki bağlantının kompleks olduğuna inanılmaktadır. Her şeyden önce, antipsikotik ilaçlar dopamin reseptörlerini anında bloke ederken (engellerken), psikoz semptomlarını azaltmaları genellikle bir veya iki hafta alır. Ek olarak, yeni ve eşit oranda etkili antipsikotik ilaçlar, eski ilaçlara nispeten beyinde daha az dopamin bloke ederken, serotonin fonksiyonunu da etkilerler; bu da dopamin hipotezinin durumu fazlasıyla basitleştirdiği fikrini doğurmaktadır.
Psikiyatrist David Healy farmasötik firmaları bu zihinsel hastalık için basitleştirilmiş biyolojik teorileri destekleyip, psikoz etyolojisinde önemli etkenler olduğu bilinen sosyal ve gelişimsel faktörlerin göz ardı ettikleri ve farmasötik tedavilerin birincil olduğunu vurguladıkları yönünde eleştirmiştir.
Bazı teoriler psikotik semptomları, kişinin içinde geçirdiği deneyim ve oluşturduğu fikirlerin aidiyetinin algılanmasıyla ilgili bir sorun olduğu şeklinde görürler. Örneğin, sesler işitme deneyimini geçiren bir psikotik kişinin aslında bu sesleri içinden kendisinin konuşması fakat dışarıdaki bir kaynaktan geldiği şeklinde yanlış biçimde algılaması.

Kenevir ve Psikoz
Bugün kenevir kullanımı ile psikoza karşı hassasiyet arasındaki muhtemel küçük ama önemli bir bağlantı üzerine kanıtlar artmaktadır. Bazı çalışmalar kenevir kullanımının psikotik deneyimindeki ufak bir artışla ilişkili olduğunu ve bunun da bazı insanlarda psikozu tetikleyebileceğini ortaya koymuştur. Erken dönemli çalışmalar, katılımcıların daha önce veya test sürecinde kullanmış olabileceği diğer maddeleri (örneğin LSD) ve diğer faktörleri dikkate almadıkları için eleştirilmişlerdir. Bununla birlikte, daha iyi kontrole sahip daha güncel çalışmalar da kenevir kullananlarda psikoz riskinde küçük bir artış olduğu sonucuna varmıştır. Bunun nedensel bir bağ olup olmadığı hâlâ belirsizdir ki ayrıca bu sadece kenevir kullanımının zaten psikoza yatkın olan insanlarda psikoz riskini yükselttiği anlamına da gelebilir. Kenevir kullanımının son yıllardaki artışı ile birlikte psikoz oranının artmayışı, tüm kenevir kullananlarlar için doğrudan bir bağlantının olmadığı fikrini doğurmuştur.

Psikiyatrik Olmayan Durumlar ve Psikoz
Psikoz birçok hastalığın öğesi olabilir; sıklıkla da beyin veya sinir sistemi doğrudan etkilendiği durumlarda. Psikozun zaman zaman bazı hastalıklara (örneğin grip ve kabakulak dahil) paralel olarak ortaya çıktığı gerçeği de, çeşitli sinir sistemi stresörlerinin psikotik bir tepkiye yol açabileceği fikrini oluşturmuştur. Psikiyatrik olmayan durumlarda ortaya çıkan psikoz zaman zaman 'ikincil psikoz' olarak anılır. Bunun gerçekleşmesine yol açan mekanizmalar hâlâ bilinmezken, psikozun belirli olmayışı Tsuang ve meslektaşlarının "psikoz zihinsel hastalığın 'ateş'idir - ciddi fakat belirsiz bir gösterge" şeklinde düşünmesine yol açmıştır.
Psikozla özellikle ilişkilendirilen ve psikiyatrik olmayan bazı durumlar vardır, bunlardan birkaçı şunlardır:
  • Beyin tümörü
  • Lewy cisimcikli demans
  • Hipoglisemi
  • Zehirlenme
  • Multipl skleroz
  • Sistemik lupus eritematozus
  • Sarkoidoz
Tedavi Metodları
Büyük değişkenlik sebebiyle, tedavi öncesinde psikotik kişiyle bir dizi görüşme yapılır. Bu görüşmelerde çevresel ve sosyal etkenler hakkında da bilgi edinilir zira bunların psikoz etyolojisinde önemli rol oynadıkları bilinmektedir. Tedavi genellikle ilaç tedavisinin yanı sıra psikolojik terapi de içerir. İlaç tedavisi antipsikotikleri içerir. Psikolojik terapi psikozun yoğunlaştığı noktalara, arkaplana ve bireye göre büyük değişkenlik gösterebilir. Doğrudan birebir terapinin yanı sıra grup terapisi olarak da yürütülebilir.


Sedef 21 26 Kasım 2007 23:30

Psikoz
Beyin rahatsızlıkları nedeniyle ortaya çıkan hastalıklara psikoz adı verilir. Psikozlar daha çok düşünce merkezi ve düşünce liflerinin (tellerinin) aksaması nedeniyle doğarlar. Gençlerde daha sık görülen psikoz ağır bir zihinsel hastalığın belirtisi olabilir.
Psikoz sözcüğü ilk kez Ernst von Feuchtersleben tarafından 1845'te delilik ve maniye alternatif olarak kullanılmıştır. Sözcük Yunanca psyche ("zihin, ruh") ve -osis ("hastalıklı" veya "anormal durum")dan türemiştir. Sözcük zihin bozuklukları olduğu düşünülen bozuklukları, sinir sistemindeki bir bozukluktan türediği düşünülen nevrozdan ayırmak için kullanılmıştı.


_PaPiLLoN_ 30 Aralık 2007 00:11

PSİKOZ


Psikoz, bir kişinin düşüncelerinde, duy­gusal tepkisinde, gerçeği kavrama ve baş­kalarıyla ilişki ve iletişim yetisinde, gerçek­le ilgili kapasitesini büyük ölçüde engelle­yecek bir hasar olmasıyla karakter ize bir psikolojik rahatsızlık türüne verilen addır. Gerçeği değerlendirme yetisinde bozulma ,varsam, sanrı (hezeyan) ve yanılsamalarla kendini ortaya koyan rahatsızlık, birçok psikiyatrik hastalıkta görülen bu belirtilerin genel ifade biçimidir, yoksa psikoz adı veri­len tek bir hastalık yoktur. Daha önceki de­virlerde ruhsal rahatsızlıkların sınıflandı­rılmasında kolaylık olması için ruhsal ra­hatsızlık belirtileri psikoz, nevroz ve karak­ter bozuklukları gibi temel teşhis kümeleri­ne bölünüyordu. Bugün ruhsal rahatsızlık­larla ilgili bilgilerin artması ve daha ayrıntı­lı sınıflandırma imkanları belirmesi üzerine bu eski geniş teşhis kümelerine bölme alış­kanlığı giderek terkedilinektedir. Buna bağlı olarak psikoz kavramının kullanılı­şında da azalma olmaktadır.

Psikoz belirtileri diğer psikolojik hasta­lık belirtilerinden temelde hastanın gerçeği değerlendirememesiyle ayrılırlar. Gerçeği değerlendirememek ağır bir belirtidir ve büyük ihtimalle modern psikiyatri-öncesi devirlerde deli (insanity, Iunacy, madness) adı verilen insanlar, psikoz belirtileri gös­termekteydiler.

En yeni sınıflandırmalarda yeni eğilim­ler ve farklılıklar olmasına rağmen psikoz belirtileri gösteren ruhsal hastalıklar şu şe­kilde bölünebilirler:

a) Şizofreni: İnsanın psişik yaşanüsında-ki bölünmeyi belirtebilmek için XIX. yüz­yılın başında Emil Kraepel'in 'erken buna­ma' adını verdiği hastalığı Eugen Bleuler'in yeniden adlandirmasıdır. Bireyin psikolo­jik yapısını oluşturan hemen bütün bileşen­lerin ileri derecede (psikotik düzeyde) yı­kıldığı hastalık hakkında teşhisten tedaviye kadar bir fikir birliği henüz sağlanabilmiş değildir Modem tıbbın en çok araştırıp tar­tıştığı hastalıklardandır.
b) Mizaç bozuklukları: Birçok hastalığın birarada bulunduğu bir hastalık grubudur. Mizaç bozukluklarının bir kutbunu neşe ve taşkınlığın arttığı 'mani', diğer kutbunu ke­der ve durgunluğun arttığı 'depresyon' oluş­turur. Bu iki kutup bir hastalıkta çeşitli bi­çimlerde bir arada bulunabildiği gibi, tek başlarına da bulunabilirler. Bazı hastalık­larda mizaç bu iki kutuba varmadan ikisinin arasında salınır, yani ne mani ve ne de dep­resyon şiddetindedir. Ama bazı mizaç bo­zukluklarında hem mani'de, hem depres-yon'da rahatsızlığın şiddeti psikotik düzeye ulaşır; yani tabloya varsam, hezeyan gibi psikotik belirtiler eklenir.
c) Organik ruhsal bozukluklar: Sinir sis­teminin kendi hastalıklarında ve sinir siste­mini etkileyen diğer organ ve sistemlerin hastalıklarında özellikle beynin Ön (fron-tal), yan ve orta (temporal-limbik) bölümle­rinin tutulması halinde psikoz görülür. Uyuşturucu madde ve ilaçların alınmaları, zehirlenmeleri ve bırakılmalarında da (cinslerine uygun olarak) psikoz tablosu or­taya çıkabilir.
d) Paranoid bozukluklar: Şizofreniden varsamların sistemli olması ve psikolojik yapının algılama, duygulanım gibi diğer bi­leşenlerinin hasar görmemesi ile ayrılır. Fa­kat tek başına olsa bile varsam, ağır bir psi­kotik belirti olduğundan ve insanın bütün hayatını etkilediğinden paranoid bozukluk­ların psikoz kümesi içine girmesine neden olur.
e) Kopuntu (dissociation) bozuklukları: Zayıf, zorluklara karşı dayanma güçleri az, engeleme eşikleri düşük bireylerin güç du­rumlarla yüz yüze geldiklerinde psikoz be­lirtileri göstermeleri sözkonusudur. Fakat bunlar yapılan dolayısıyla geçici oldukla­rından, gerçek psikozlar içinde değerlendirilmeyebilirler

Psikoz belirtileri gösteren kişilerin (psikotiklerin) genel özellikleri ise kısaca şöyle sıralanabilir:

1) Psikoz, kişinin bütün haya­tını etkileyecek kadar ağır şiddettedir,
2) Psikotik, dış dünyadaki objelerle etkili, ger­çek ilişkiler kuramaz;
3) Psikotiğin duygu­sal dünyası, normalden nitelik olarak farklı­dır;
4) Psikotiğin zihinsel işlevleri, psikotik süreçle doğrudan ilgili olabilir. Düşüncele­ri, konuşması, algılamaları çarpıtılmıştır;
5) Psikotiğin psikolojik işlevleri erken çocuk­luk dönemi özellikleri gösterecek şekilde gerilemiştir.


sedat sencan 12 Mart 2008 01:06

Çok genel bir tanımla psikoz,gerçeklikten kopuş ve ızdıraplı iç yaşantıyı kapsayan davranış bozukluğudur.En önemlisi şizofreni olup dış dünyadan kopukluğun iç dünyada ise parçalanmanın bulunduğu bütün ağır ruhsal bozuklukları anlatan bir terimdir.Diğer psikozlar arasında mani,melankoli,yaşlılık bunaması ve paranoya başlıcalarıdır.Konu oldukça geniş kapsamlıdır.Bir belirti kesinlikle ruhsal hastalık olmayabilir.Veya belirli bir ruhsal hastalık mutlaka aynı ve birbirine benzer özellikler göstermeyebilir.Onun için bu tip konular genel çerçeveler içinde yorumlanmalıdır.
*
Şizofreni genellikle ilk kez ergenlik çağında ortaya çıkar.Tutarsız düşünce,duygusal tepki yoksunluğu,hezeyanlar ve sanrılar en çok rastlanan belirtilerdir.Ayrıca kopuk,aralıklı düşünce ve uygun olmayan duygusal tepkiler de sayılabilir.Birtakım masum davranışları, kötü amaçlı davranış belirtilerinin işaretleri gibi algılamadan dolayı hezeyan eğilimleri belirir.Şizofrenide düşünce süreçleri karışıktır,konuşmalar tutarsız ve mantık dışı olur.Hasta heyecanlı haberleri herhangi bir duygusal tepki göstermeden karşılayabilir.Bazen kendisine trajik bir olay anlatıldığında veya üzücü bir olayla karşılaştığında gülümseyebilir veya ilgisiz kalabilir.Elbette yolda giderken kendi kendine gülümseyen birisi mutlaka şizofren değildir.Cep telefonlarının yaygınlaştığı ve teknolojinin gün be gün değişik şekillerde uygulandığı yakın zaman önce birisinin yolda yürürken kahkahalarla güldüğünü görmüştüm.Kendi kendime bu kişinin mutlaka bir ruh hastası olduğuna karar vermiştim.Kısa bir süre sonra cep telefonlarındaki kulaklık durumunu öğrenince gerçeği anlamıştım.
*
Hezeyanlar,normal bir insana çok garip gelen davranışlardır.Hastanın herhangibir konu karşısında varmış olduğu yargı akla uygun değildir.Üstelik yanlış olan bu yargıların inanca dayalı temeli vardır.Örneğin lokantaya giden bir şizofrene garson tarafından siparişi alınırken içki içip içmeyeceği sorulunca,bunun öteki müşterilere kendisinin bir cani olduğunu açıklamak için verilen mesaj olduğunu sanabilir.Şizofrenlerde, olmadığı halde birtakım sesler duyma şeklindeki sanrılara sıkça rastlanır.Bu gibi durumların nedeni oldukça tartışmalıdır.Zaman zaman ikizler üzerinde araştırmalar yapılmıştır.Alınan sonuçlara göre kalıtımın önemli bir paya sahip olduğu gözlenmiştir.Ancak tek başına bir neden olmadığı da anlaşılmıştır.Aile içindeki pekçok sorunlardan kaynaklanan duygusal gerilimler,ağır sonuçlar veren ateşli hastalıklar veya şiddetli fiziksel acılar şizofreniye yatkın olan kişilerde tetikleyici unsurlardır.
*
Paranoya,hezeyan geçiren kişinin herkese karşı güven duymadığı bir durumdur.İlgisiz ve içe dönüktür.Garip davranışlarda bulunan hastaların bir kısmı katatoni denilen belirtiler de gösterirler.Kaslar katı hale gelir.Kendisine bakamayacak hatta beslenemeyecek durumda olabilir.Çevresinde olan olayların farkına varamaz.Uzun zaman öylece oturabilir.Bütün bunlar şizofrenin çeşitli davranış örnekleridir.Bu belirtiler tek tek olabileceği gibi bunların birden fazlasının karışımı şeklinde de belirebilir.
Paranoya,genel tarifi olarak bir kişinin sürekli ve sağlam olarak hezeyanlar geçirmesidir.Bazı ruhsal bozukluklarda biraz daha az olmakla beraber düşünce,davranış ve isteklerde belirli bir düzene rastlanabilir. Ayrıca paranoya belirtileri ile başlayan,aradan bir müddet geçtikten sonra şizofrenin en belirgin özellikleri olan zihinsel ve duygusal kopukluk niteliklerini göstererek biten örnekler de vardır.Ama daha fazla rastlanan biçimiyle paranoyalar,kendilerinden kaynaklanan kuşkularını ve güvensizliklerini başka kişilere yönelten insanlardır.Yapacağımız basit bir araştırma ile onların yalnız ve aşırı utangaç kişiler olduğunu anlayabiliriz.
*
Manik-çöküntü bir diğer psikoz çeşididir.Bu terim karma bir tanımı içerir.Aşırı heyecan,normalin bir hayli üzerinde olan canlı davranışlar,normal bir insanın hayal gücünü aşan geleceğe ait tasarılar,çok sık görülen fikir değişikliklerinin yanısıra depresyon denilen çöküntü.Bu belirtilerin herhangi biri tek başına ele alındığında mutlaka hastalık olduğu anlamına gelmez.Ama ciddi bir ipucudur.Bunların yanısıra uykusuzluk,iştahsızlıkla birlikte oluşan zayıflama ve güçten düşme ruh doktorlarının hemen ilgisini çeker.Hele suçluluk duygusu veya intihar eğilimi sezilmişse bu durum bir çöküntünün ifadesidir.
Hastalığa eğilimli kişilerde depresif dediğimiz,örneğin sevdikleri birisinin ölüm haberini aldığı zaman,veya sevgilisi kendisini terk edince oluşan durumlar
tepkisel çöküntüye giden etkenlerdir.Ancak çok az sayılabilecek bir kışkırtma,hatta belirgin bir uyarı olmaksızın oluşan ruhsal bozukluklar da vardır.İşte bu durumda kalıtım veya psikoza eğilim gibi özellikler söz konusudur ve bu olaya içsel çöküntü adı verilir.Hastalık aşırı şekilde gelişmiş ise kişinin davranışları belirgin şekilde ağırdır.Veya son derecede heyecanlıdır.Bu durumda olan bir diğer kişi sürekli suçluluk duygusu içindedir.Kendisine neden böyle davrandığı sorulduğunda ,korkunç bir suç işlemiş olduğunu veya günahlarının cezasını çektiğini söyler.Sık sık duyduğumuz veya bizzat şahit olduğumuz olaylardan birisi de çöküntülü hastaların başkalarına yük oldukları inançlarıdır.Bu kişiler adeta kendi kendilerinden koptukları ve gene kendi kendilerine yabancı hale geldikleri gibi hem kendilerini hem de tanıdık ve yakınlarını rahatlatmak için intihar etmeye son derecede yatkındırlar.Daha ileri vakalarda çöküntünün şiddeti de artar.Hasta hiç kimsesinin olmadığını,hatta kendisinin bile varolmadığını söyleyebilir.
*
Bunama,beyin bozukluğudur ve birtakım ruhsal belirtileri ortaya çıkarır.Herşeyden önce hem zihinsel hem de duygusal gerileme vardır.Beyin fizyolojik olarak dumura uğramıştır,hücreleri artık normal işlevlerini yapamamaktadır.Bu durumda oluşan psikoz çeşitli şekillerdedir.Faaliyetlerin bir amacı yoktur.Duygular körelmiştir.Mantıklı bir denetim olmadığı için çok geniş davranış bozukluğu listesi oluşur.Kendini çok büyük görme ve çok fazla konuşma sıkça rastlanan olaylardır.Alınganlık,isterik belirtiler,hasta olma şüphesi gibi benzer unsurlar iç içe geçer.
KAYNAK:
The Joy of Knowledge Encyclopaedia


peaceful 13 Mayıs 2009 17:00

PSİKOZLAR VE ÇOCUK BAKIMI

Çocuklukta psikozun bir dereceye kadar yaygın olduğunu, ancak semptomlarının çocuk bakımının doğasında bulunan olağan zorluklarda gizlenerek kolaylıkla fark edilmediklerini göstermeye çalışacağım.

Çevre, çocuğun duygusal gelişiminin çarpıklıklarını gizleyemediğinde veya bunlarla başa çıkamadığında, çocuk, hastalık mahiyeti kazanan savunmalı (defensive) bir hatta örgütlenir ve psikoz gelişir.

Bu teori, erken bebeklik döneminde bebeğinin bakımıyla meşgul olan annenin kendi doğal tekniklerinin ruh sağlığının temelini oluşturduğunu varsayar. Ben, bebeğin duygusal gelişiminin erken evrelerinde yeterince iyi duygusal bir çevre olmadığında bebeğin kendi başına yerine getiremeyeceği şeylere kısaca değinmeye çalışacağım.

Çocukluk psikozu iki ayrı metotla ele alınıp incelenebilir. Bunlardan birine göre, yetişkin psikiyatrisinde iyi bilinen bazı ruh hastalıkları kurumları, psikozu erken çocukluk yıllarında ve ergenlikten önce ortaya çıkışlarına göre açıklar. Creak (1952), psikozun bir tipini, garip davranış örüntüleriyle ve fiziksel işlevin ikincil bozukluklarının birlikte örgütlendiği bir içe dönüklüğün görülmesiyle açıklar. Bütün çocuk psikiyatrlarının ve pediatrların aşina olması gereken bir çocuk tipi tasviri yapar. Aynı şekilde melankolik durumları, manik depresif duygu salınımlarını, hipomanik tedirginliği ve çeşitli zihinsel karışıklıları anlamak ve çocukluktaki genel görünümleriyle izlemek mümkündür. Böyle bir malzemeyle araştırma yapmak verimli olabilir.

Gelişmekte olan çocuğu, daha doğrusu bebeği düşünme alışkanlığına sahip bir pediatr olarak ben başka bir metottan bahsetmeyi seçiyorum.

Bir pediatr için, bireyin gelişiminde bir süreklilik bulunur. Bu gelişim, ana rahmine düşüşle başlar; bebeklik ve erken çocukluk boyunca devam eder ve çocuğu kendi bebeğinin babası olabileceği yetişkin konuma kadar götürür. Çocuk bakımında hedef, sadece sağlıklı bir çocuk büyütmek değil aynı zamanda sağlıklı bir yetişkinin nihai gelişimine müsaade etmektir. Ben aslen burada bu durumun diğer yüzüyle, yani yetişkin sağlığının, bebeklik ve çocukluğun bütün evrelerinde temellenmesiyle ilgileniyorum. Bir pediatr her zaman çocuğun içsel gelişiminde de olduğu gibi süreklilik gerektiren çevresel faktörlerin tedrici olgunluklarının; bakım ve büyütme niteliklerinin ve bebeklerin buna olan bağımlılıklarının farkındadır. Bu yüzden bir pediatr, psikiyatriye önemli katkılarda bulunabilir.

Bazı pediatrların çocuk gelişiminin sadece fiziksel yönüne yoğunlaşarak ruhsal yönünü ihmal etmeleriyle ilgili yapabileceğim pek bir şey yok; ancak psişenin fiziksel gelişimin üzerinde ne kadar büyük bir payı olduğunu kimse inkar edemez.

Bu yazımda, ben öncelikle psişenin üzerinde duracağım; beden (soma) ile sadece ikincil olarak ilgileneceğim. Bir pediatr olarak belirtmem gerekir ki; ruh sağlığı erken gelişim tamamlanmadan kazanabilecek bir şey değildir. Ruh sağlığı, annenin bebeğinin bakımı ile meşguliyeti sırasında temellenir. “Kendini adama” (devotion) kelimesini duygusal anlamından arındırarak kullanırsak, anne eğer “kendini adamazsa” çocuğun her şeyden önce gelen mutlak ihtiyaçlarına duyarlı ve etkin bir uyum (adaptasyon) sağlayamaz. Bu kelime, “kendini adama” bize aynı zamanda annenin görevinde başarılı olmak için zeki olmaya ihtiyacı olmadığını da gösterir.

Ruh sağlığı, kişisel duygusal büyümenin sürekliliğini mümkün kılan sürekli bir bakım ve özenin ürünüdür. Nevrozun çocuğun ailede bütün bir kişi olarak yer almaya başladığı zamanlarda yaşadığı erken kişiler arası ilişkilerden kaynaklandığı, artık kabul edilen genel bir görüştür. Diğer bir deyişle, bebeklik döneminin normal gelişimi varsayıldığında, nevrozun yokluğu ve sosyalizasyonun varlığı açısından bireyin sağlığı, çocuğun yürümeye başladığı yaşlarda ebeveynlerince şekillenir. Halbuki, çocuk, diğer bütünlüğünü tamamlamış kişilerle ilişkiye girebilecek bütünlüklü bir kişiye dönüşmeden önce ortaya çıkan, duygusal gelişimdeki çarpıklıkların psikotik olarak tanımlanabilecek ve adlandırılabilecek bozuklukları oluşturduğu varsayımı, hala kanıtlanmadığından geçerliliği hala tam olarak bilinmemektedir.

Bu teori daha çok “bazı psikotik durumlar” için kabul görmektedir. Bu konuların çalışmalarında uzmanlaşan kişilere göre, ancak sütten kesilmenin anlamlı olduğu yaşa erişebilen sağlıklı bir bebeğin depresif olabilme kapasitesine (tepkisel bir depresyon veya duygu durum değişikliği gösterebilme açısından) ulaşabileceği oldukça açıktır. Depresyon, pişmanlık ve suçluluk duygularıyla birleşir. Ancak depresif duygu durumunda bilinçdışı duygulanım nispeten daha büyük bir oranda görülür. Zaman içerisinde iyileşmenin gerçekleşebilmesi için tasalanabilme, kederlenebilme ve kayıba karşı organize bir şekilde tepki gösterebilme kapasitesi sağlıklı büyümenin çok önemli gelişimsel bir evresidir. Sütten kesilmenin dikkatli bir şekilde gerçekleştirilmesi ve bunun 9-18 aylık bebeği idare etmede kullanılması bu kapasitenin gelişmesini mümkün kılar. Bu makalede bu konu hakkında yapılan çalışmalara, özellikle şimdiye kadar çeşitli depresyon türlerinde ve manik depresif bozukluklarda görülen psikoz çalışmalarına atıfta bulunmaktan daha fazla bir şey söylemek pek mümkün değildir. Bu konular, Freud'un yas ve Melankoli (1917) makalesiyle anlaşılmaya başlanmış ve Abraham (1924), Klein (1934) ve Rickman (1928) gibi isimler tarafından geliştirilmiştir. Klein'ın teorisinin genişletilmiş hali bazı paranoid örgütlenme tiplerinin kökenlerini kapsamaktadır. Duygusal gelişimde depresif pozisyona sağlıklı erişim (Klein) bir önceki pozisyonun sağlıklı bir şekilde tamamlanmasını gerektirmektedir. Ben bu makalede en erken ve en ilkel evrelere atıfta bulunmak istiyorum.

Yanılsamanın kırılması (disillusionment- hayal kırıklığı) sütten kesilmenin hemen ardında genişçe bir konu olarak durmaktadır. Sütten kesilme başarılı bir beslenmenin, yanılsamanın kırılması (disillusionment) ise başarılı bir yanılsama imkanının sağlanabildiğinin göstergesidir.


AndThe_BlackSky 3 Eylül 2011 20:41

Jane Kelly tarafından psikozlu birinin tasviri


Efulim 14 Mayıs 2012 12:49

Psikoz
Psikoz; Dipten Gelen dalga
Bilinçdışı, ruhun karanlık yüzünde yer alır. Burası, kendine özgü kuralları olan, bilince yabancı ve yasak bir dünyadır. Kapısında, bilincin nöbetçileri bekler. Bu nöbetçiler, bilinçdışına atılmış yasak arzuların ve toplumsal yaşamla bağdaşmayacak hayallerin bilince çıkmasına engel olurlar. Örneğin, yakın akrabalar arası cinsel ilişki toplum kuralları ile yasaklanmıştır. Dolayısıyla, kan bağı olan birisine yönelik cinsel yakınlaşma duyguları bastırılmalı ve bilinçdışında tutulmalıdır. Çünkü, bu duygular bilince çıkarsa, kişiyi yasak bir eyleme kışkırtacak, onun ve yakınlarının yaşamını altüst edecek gelişmelere neden olacaktır. Aynı durum, başkalarına yönelik şiddet ve saldırganlık eğilimleri için de geçerlidir. Toplumsal yaşamla bağdaşmayacak cinsel ve saldırgan eğilimler bilinçdışında hapsedilmeli, ortaya çıkmaları engellenmelidir.

Çocuklarda, bilinçle bilinçdışı arasındaki duvar derme çatma bir çiti andırır. Bu dönemde, yasak arzular ve hayaller bilince gelip giderler. Ancak, yıllar geçtikçe duvar yükselir ve kalınlaşır. Giderek aşılması olanaksız hale gelir. Erişkin bir kişide, artık bir taraftan diğerine geçmek tümüyle olanaksızdır. Ancak, bilinçdışı arzular ve hayaller, bilince çıkmasalar da bulundukları yerden kişinin yaşamını etkilemeyi sürdürürler. Bu işi iki yolla yaparlar.

Birinci yol bilinçdışından, kişinin bilinçli yanına, manyetik güç dalgasını andıran dalgalar gönderilmesidir. Bilincin ışığıyla aydınlatılmış bir dünyada günlük olağan yaşamını sürdüren bir kişi, bilinçdışının derinliklerinden çıkıp gelen böyle bir dalganın etkisine girdiğinde beklenmedik bir davranışta bulunur. Örneğin, çok iyi bilinen bir ismin unutuluvermesi, tanıdık birine başka bir isimle seslenilmesi ya da yanlışlıkla o sırada hiç akılda olmayan birinin telefon numarasının çevrilmesi, bilinçdışının etkisi altında kalınarak yapılan davranışlardır. Bazen de kişi, daha uzun süreli bir etkilenme altında kalır ve mantıklı bir açıklaması olmayan bir davranışta ısrar eder. Bazı kişilere karşı sürdürülen anlamsız düşmanlıkların ya da belirli bir nedene bağlanamayan tutkulu yakınlaşmaların altında genellikle böyle bir bilinçdışı etkilenmenin bulunduğu düşünülür.

Bilinçdışı arzular için ikinci firar olanağı düşlerdir. Uykuda, bilinçle bilinçdışı arasındaki kapıda bekleyen nöbetçilerin dikkati dağılır ve bilinçdışı arzular kılık değiştirerek bilince çıkma olanağı bulurlar. Bu nedenle, düşlerde olup bitenler, uyanık durumdaki mantıklı düşüncemizle anlaşılması güç olaylardır. Bir kişi ansızın bir başka kişiye dönüşür. Evimizin salonunda otururken kendimizi bir deniz kıyısında ya da başka bir kentin sokaklarında buluveririz. Yıllar önce ölmüş bir arkadaşla karşılaşmak, hatta kendi cenaze törenimize katılmak bile düşlerde olanaklıdır.

Bazı durumlardaysa, düşlerde ve dil sürçmelerinde kısmen aralanan kapı, büyük bir patlamayla dağılır ve bilinçle bilinçdışını ayıran duvarda gedikler açılır. Yıllardır bilinçdışında kapalı tutulmuş arzular ve hayaller bilince doluşurlar. Düş günlük yaşama karışmış, kişi gerçekle gerçek olmayanı ayırt edemez hale gelmiştir. İç konuşmalar dışarıdan gelen yabancı sesler olarak işitilebilir. Zihinde canlandırılan hayaller çevrede dolaşan gerçek yaratıklar olarak algılanabilir. Tıpkı düşlerde olduğu gibi, psikoza giren kişi için de, mantıkla açıklanamayacak bir çok durum olanaklı hale gelmiştir. Tanrı ya da peygamber olduğuna, CIA tarafından takip edildiğine, beyin dalgalarıyla uzaydaki uyduları yönettiğine inanabilir. Radyo ve televizyondan kendisine yönelik mesajlar geldiğini ya da yakınlarının onu zehirlemeye çalıştıklarını düşünebilir. Bazı durumlarda kişinin konuşması da anlaşılmaz hale gelir. Sanki, ruhu yabancı bir güç tarafından ele geçirilmiş gibidir.

Psikozun nedenleri

Neden bazı insanlar psikoza girerler? Bilinçdışını denetim altında tutan duvarı yıkan nedir? Bu sorular yıllardır yanıtlarını bekliyor. Henüz kesin bir neden belirlenebilmiş değil. Ancak, yine de bilinen bazı etkenler var. Bunlardan ilki kalıtım. Bazı kişilerde söz konusu duvar daha ince ve dayanıksız. Dolayısıyla, yaşanan olumsuz olayların yarattığı basınç karşısında kolayca yıkılıveriyor. Doğum sırasında oksijensiz kalmanın ve çocukluk döneminde geçirilmiş olan bazı virus enfeksiyonlarının da bu yönde bir yatkınlık yarattığı ileri sürülüyor. Kimi zamansa, bazı bedensel hastalıklar ya da bir zehirlenme veya bir kaza sırasında beyinde meydana gelen zedelenme psikoza yol açabiliyor.

Psikoz türleri
Psikoz adı verilen ruhsal bozukluğun değişik türleri var. Bunlardan başlıcaları şöyle sıralanabilir:

1. Şizofreni: Halk arasında en iyi bilinen psikoz türüdür. Genellikle genç yaşlarda başlar. Tuhaf düşünceler, hayaller ve kişinin kulağına boşluktan sesler gelmesi sık görülen belirtilerdir. Bazı tiplerinde kişi garip bir pozisyonda heykel gibi saatlerce durabilir ya da anlamsız ve amaçsız bir hareketlilik gösterebilir.

2. Paranoya: Aşırı şüpheciliğin hakim olduğu bir ruhsal bozukluktur. Daha ileri yaşlarda ortaya çıkar. Kişi eşinin kendisini aldattığını ya da yakınlarının onu öldürmeye çalıştıklarını ileri sürebilir. Yaşamını bu gerçek dışı düşüncelere göre düzenlemeye başlar. İşi gücü bırakıp bütün gün eşini takip edebilir. Evdekiler tarafından zehirlenmemek için sürekli dışarıda yemek yer ya da yemeklerini kendisi pişirir. Gerçek dışı tehlikelerden korunmak için silah taşımaya başlayabilir. Bazı hastalar, haksızlığa uğradıkları inancıyla, sürekli dava açarak, yıllarca mahkemelere gidip gelirler.

3. Kısa psikoz: Şizofreni ve paranoya genellikle yıllarca, hatta yaşam boyu sürebilen ruhsal bozukluklar. Bazı psikozlar ise aniden başlayıp bir kaç hafta içinde düzelebiliyor. Genellikle, ağır hakarete uğrama, aldatılma, ırzına geçilme, işkence görme gibi yıkıcı bir olaydan sonra gelişen bu tür psikozların seyri şizofreni ve paranoyaya göre çok daha iyi.

4. Paylaşılmış psikoz: Bu bozuklukta, aslında psikotik olmayan bir kişinin, psikotik bir kişinin düşüncelerini paylaşması söz konusu. Hasta olan kişinin gerçek dışı inanç ve düşünceleri diğer aile üyeleri tarafından da gerçek olarak kabul edilmeye başlanıyor. Örneğin, komşusunun evlerine elektronik aygıtlar yerleştirdiğini ve bu yolla evlerini dinlediğini düşünen şizofrenik bir hastanın eşi de, aslında hasta olmadığı halde, giderek kocasının fikirlerini benimsemeye başlıyor.

Psikozun Mantığı
Nasıl oluyor da, bir insan kendini Napolyon ya da Sezar zannedebiliyor? Ya da, Tanrının, televizyon spikerleri aracılığıyla kendisine mesajlar gönderdiğine inanabiliyor? Kendi halinde bir adamın, peygamberliğini ilan etmesine yol açan nasıl bir düşünce sistemidir? Hangi mantık oyunları, kişinin, CIA tarafından takip edildiğine ve evine dinleme cihazları yerleştirildiğine inanmasına neden oluyor?

Bu tür tuhaf düşüncelerin kaynağında öncelikle şiddetli bir istek yer alıyor. Kişi, önemli bir devlet adamı, bir dini lider, büyük bir sanatçı ya da sporcu olduğuna inanmak istiyor. Ancak, bu tür istekler yalnızca akıl hastalarına özgü değil. Hepimizin gerçekleşmesi olanaksız hayallerimiz var. Hastaları ayırt eden özellik, onların bu hayalleri gerçek zannetmelerine izin veren bir düşünce sistemine sahip olmaları.

Hayallerin gerçek zannedilmesine izin veren mantığın üç temel özelliği var. Bunlardan ilki, yalnızca bir ortak yanı olan iki nesnenin aynı kabul edilebilmesi. Örneğin, bu sistemle düşünen birisi için, 'Başbakan gözlüklü, ben de gözlüklüyüm, öyleyse ben de başbakanım' diye akıl yürütmek olanaklı. Ya da 'Peygamberin sakalı vardı, eğer sakal uzatırsam ben de peygamber olabilirim' düşüncesi akla uygun bulunabilir. Yine aynı mantık sistemiyle, yeni tanıştığı birisini, göz rengi aynı olduğu için, annesi olarak kabul edebilir. Ya da, tam tersine, annesinin bakışlarını televizyonda izlediği uzaylı yaratığınkine benzeterek, onun uzaydan geldiğini iddia edebilir.

Psikoza izin veren mantığın ikinci özelliği, doğa ve toplum kurallarına göre işleyen süreçlerin, kişisel güç ve niyetlere dayandırılarak açıklanması. Örneğin, psikotik bir hasta, Bengaldeş'teki sel felaketine, Kobe depremine ya da uzay mekiği kazasına kendisinin neden olduğunu ileri sürebilir. İçindeki kötü düşüncelerin ya da birisine yönelik nefret duygusunun bu olaylara yol açtığına inanabilir.

Psikotik mantığın üçüncü özelliği, önce yargıya varıp sonra kanıt toplanması. Örneğin kişi, Cumhurbaşkanının ona önemli bir mesaj iletmeye çalıştığı yargısına sahiptir. Televizyonun karşısına geçip haberleri izlemeye başlar. Bu noktadan sonra artık tüm olup bitenleri kafasındaki yargıyı doğrulayan birer işaret olarak görmeye hazırdır. Onun şapkasını sallaması, kameraya doğru bir bakışı ya da konuşurken bir an duraklaması, hep kendisine mesaj iletme çabasının açık belirtileri olarak kabul edilir.

Psikotik mantığın özellikleri aslında bize hiç yabancı değil. Onu düşlerden ve küçük çocukların düşüncelerinden tanıyoruz. İlkel insanların düşüncesine egemen olan da yine aynı mantık. Bu mantık sağlıklı erişkin insanda bilinçdışında bastırılmış olarak bekliyor ve bazı kişilerde psikozla birlikte yeniden ortaya çıkıyor.

Yazar: Psikiyatrist Doç. Dr. Levent METE


Safi 10 Aralık 2015 19:45

PSİKOZ a. (fr. psychose)
1. Psikan. ve Psik. Öznenin gerçekle ilişkisini altüst eden kişilik bozukluğu. (Bk. ansikl. böl.)
2. Toplumsal ya da siyasal kökenli bir travmanın yol açtığı kolektif saplantı: Savaş psikozu.
3. Çocuk çağı psikozu, ça cukluğa özgü psikoz türü. (Bu kavram, özellikte M. Klein’ın çalışmalarından sonra ortaya çıktı. Kapsadığı durumlar daha önceleri, organik kökenli ağır zihinsel yetersizliklere bağlı sanılıyordu. Bu rahatsızlık, erken ve geç psikozlar olmak üzere ikiye ayrılır. Erken psikozlar çevreyle ilişkinin ve dilin yokluğu ite özetlenir ve en çok rastlanan tipi kapanırındır. Geç psikozlar 4 ya da 5 yaşına doğru ortaya çıkar. Zihinsel yetersizlik baskın değildir, fakat karakter bozuklukları, dengesizlik, konuşmama, kendini tecrit etme ve imgesel üretimlerin denetimsizliği ayırtedici özelliklerdir. Manyakodepresif türden duygulanım ba zuklukları ve şizofrenik ruhsal çözülme, buluğdan önce pek az görülür.) || Organik psikoz, organik beyin hastalıklarını izleyen zihinsel bozuklukların tümü (sarayla ilgili zihinsel bozukluklar, beyin tümörleri, kafatası travmaları, bunamalar, alkolizm).

—ANSİKL. Psikan. ve Psik. Psikiyatri, süreğen psikozlar grubuna, süreğen hezeyanları (en önemlisi şizofreni) ve manyako depresif psikozu alır, düşlü zihin karışıklığını ve akut psikozları bunlardan ayırır. Psikozların kliniği, XIX. yy.'da gelişti, nevrozlarınkiyse, XX. yy.'da derinleşti. Ne var ki, psikozlarda etkin olan psikodinamik süreçler, nevrozlardan daha geç incelenmiştir. Bu konudaki yaklaşımlar, Jacques Lacan ve Melanie Klein’ın çalışmalarına çok şey borçludur.
Psikanalistlere göre psikozlunun yaşam karşısındaki tutumunun ayırtedici özelliği, yarılma" olgusunda görülür Bu durumda, birbirinden tümüyle ayrılmış ruhsal süreçler, birbiriyle karşılaşmadan yan yana var olurlar. Özellikle idealleştirilmiş libido nesneleri, kişinin kendisine ait olduğunu hiçbir zaman kabul etmek istemediği baskıcı nesnelerle hiçbir biçimde karşılaşmamak durumundadırlar. Yani bu durumda, psikozlu, arzuya olanak tanıyan baba işlevi konusuna yanaşmaktan kaçınmakta ve onu reddetmektedir.
Kuşkusuz, kendisi için acımasızca yıkıcı olan ya da yapılandın» olmayan ve büyük önem taşıyan bir oidipus yaşantısı yüzünden böyle davranmaktadır. Yani ana baba, oidipus konusundaki kendi açmazlarına bağlı olarak çocuğa var olma güvenini ya da çocuğun isteyen bir özne olarak kendini konumlamasını sağlayacak ölçüde iyi deneyleri (yaşantıları) verememişlerdir. Baba adının atılması önce ana babanın davranışının sonucudur ve çocuk bunu kendi üzerine almaktan başka şey yapmamıştır.
Ne var ki, bir hezeyan, baba eğretilemesinin yeniden kurulması için bir girişimdir. Psikozlu, şuradan buradan bulabildiği parçalardan bir baba, bir çocuk, bir vücut imgesi vb. yaratmaya çalışır. Hezeyanı, bir iyileşme, insan kişisinin yaşamsal öğesi olan baba adı göstergesinin anneye çocuktan ayrılma isteğinin kanıtı olarak verilen olanağın yeniden kurulması girişimidir.
Aynı presprektif içinde sanrı, atılmış baba adının gerçeklik içinde bir yeniden ortaya çıkışıdır. Yani öznenin sanrıladığı, her zaman baba adıdır ya da onun yerine geçecek bir öğedir. Dolayısıyla, anne vücudunun öznede eksik kalmış bir parçasıdır ve özne bunu, bir yokluğun algılanmasına (sanrılanan öğe) ya da bir var olanın bilinçten kovulmasına (olumsuz sanrı) ilişkin paradoksal bir bağıntı biçiminde yeniden bulmaya çalışır.
M. Klein’a göre şizoparanoit ya da çöküntülü durumun gelişmesi başarısızlığa uğradığında, erişkinde ve hatta çocukta, şizofren-paranoyak ya da manyakodepresif tipte bir psikoz gelişebilir. Klein’ın görüşünü savunanlara, özellikte W. Bion'a göre psikozlu, kendi psikozlu yanlarının (iç ve dış gerçekliğe karşı şiddetli kin, yıkıcı dürtülerin egemenliği) etkisi altındadır. Bu yanlar, psikozlunun, gerçeğin ve düşüncenin bilincine varmasını sağlayabilecek olan her şeye saldırırlar. Çünkü psikozlu, yansıtmalı özdeşleşimi, yoğun biçimde kullanılır.


Kaynak: Büyük Larousse



Saat: 13:03

©2005 - 2024, MsXLabs - MaviKaranlık