Arama


fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
25 Ocak 2015       Mesaj #2
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi

AŞK


Aşk, insanın ilk yaratılışından beri vardır ve insanın doğasına konulmuştur. Bizi yaratan o kadar ince düşünceli ve lütufkârdı ki, dünyayı aşksız yaratmadı. Bizi yarım bırakmadı. Çünkü insan aşksız yarımdı. Aşk olmasaydı hep bir eksikliği olacaktı da. Aşk her şeydi. Mutluluktu. Temizlik ve saflıktı. Masum ve samimiydi. Değeri onu yaratan kadar büyüktü. Çünkü aşk sonsuz bir sevgiden geçiyordu. İlk insan olan Adem'in Havva'ya duyduğu zahiri aşk, aşkların ilki, yani başlangıcıydı. Bu güzelliği onlara ilk lütfeden Allah, zahiri aşklarını, dünyada yaşamalarını istedi. Böylelikle dünyaya gelen ilk aşk Adem ile Havva'nın zahiri aşkıdır. Aşkı yaratan, yaşanacak olayları biliyordu ve bunların hepsini elbette önceden planlamıştı.

ADEM'e RUH VERİLMESİ


Allah Adem'i yaratırken, meleklere (Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail, Azazil) tek tek emretti; "Gidin dünyanın farklı farklı 60 bölgesinden topraklar getirin" diye. Aynı bölgenin toprağı olsaydı, Ademler hep aynı sıfattan olurdu. Melekler tek tek gitti dünyadan toprak istedi. Dünyanın yakarıp ağlamasından ve üzülmesinden dolayı torağı alıp gelemediler. Sadece Azrail meleği hariç. O bu benim görevim dedi ve toprağı zorla aldı. Bu yüzden Adem'in ruhunu alma görevi Azrail'e verildi. Adem yaratılırken çar (dört) element (nar (ateş), hak (toprak), Bab (Hava), Ab (Su)) ve şeş (altı) cihetten (ön, arka, sağ, sol, üst, alt) var edildi. İçine gam suyu katıldı. Bu dört nesneyi, melekler yoğurdu, ama bir türlü maya tutmadı, her seferinde toprak çatladı. O zaman bu 5 melek Allah'a müracaatta bulundular. Allah meleklere kendi nurundan nur gönderdi, "Bu nuru katın" dedi. Allah'ın nurunu Adem'in çamuruna kattılar. O zaman çamur birbirini tuttu. Bir şekil verdi melekler, fakat ruh verilmedi. Allah, Cebrail'e "Ya Cebrail, adem nasıl oldu, beğenir misin?" Cebrail dedi "İskelet yapıldı, çamurdan" dedi. Çamurdaki göğse bir el vurdu, ses geldi. "Ya Rabb" dedi Cebrail. "Senin işine karışmam! Yalnız bunun içi boş! Ses geldi" dedi Allah'ta "Ey Cebrail Orası benim gizli hazinemdir, beni arayanlar orada bulacaktır" dedi. Çünkü biz diyoruz ki Hakk müminin temiz olan kalbindedir, Hakk Adem'de gizlenmiştir. Bunu ayet de söylüyor. Diyor ki; Hakk'ı yerde, gökte, ağaçta arayan münâfıktır. Nerededir? Mekânında münhazardır. Mekânı nerede? Pak Adem'dir diyor.

AZAZİL (ŞEYTAN) İNANMADI


Cebrail gittikten sonra, Melek-i Azazil geldi. O da baktı "Ne olabilir ki? Bir çamur parçasıdır" dedi. O da tuttu göbeğine bir el bastı, o zaman Allah dedi ki "Ben Adem'e ruhumdan ruh vereceğim; o Azazil'in parmak bastığı yeri çukurlaştıracaksınız" Çocuğun doğmasında göbek kesme oradan kalmadır.

ADEM'in UYANMASI


Sonra Allah Adem'e akıl ve nefis vererek onu uyandırdı. Adem uyanınca "Alemleri ben yaratmışım" dedi. Hemen Allah yeniden uyku verdi. Sonra Adem'e fikir verdi, iman verdi, hicap verdi, edep verdi, erkanı, namusu, vicdanı, gayreti, boğozu, kibiri, hasedi, hersi sükutu, hayayı ve selameti de verdi. Adem bu kez uyanınca, "El hamdüllüllah la ilahe il ola Muhammede resullullah" dedi. Sonra Cebrail Ademi yanına alarak, Cennet'e götürmek üzere yola çıktı.

ADEM'e İSİMLERİN ÖĞRETİLMESİ


Ama oraya gitmeden önce, kendisinin daha önce gittiği ve yıllarca kapısına niyaz ettiği, içinde tek vücut olmuş, yeşil ve ak iki nurun bulunduğu, muallakta (havada) asılı duran yeşil bir kubbe misali kandile götürdü. Kubbeye geldiklerinde; "Ya Allah! dedi Cebrail" kapı açıldı "Ya Muhammed, ya Ali" dedi, içeri girdiler. Adem de onun peşinden içeriye baktı ki, bir nur gördü. Cebrail "Ey Adem, selam ver! O nura" dedi. İşte ilk olarak Ademlere gelen birinci halat selam idi, Tanrı selamı. "Es selam-ı aleyke!" dedi Adem Nurdan ses geldi "Aleyküm selam ya ata! Ya Adem, ben Fatıma't-ül Zöhre'yim, başımdaki taç Muhammed, belimdeki kemer Ali'yel Murtaza. Kulağımdaki mengiç küpeler, biri İmam Hasan, biri İmam Hüseyin'dir. Diğer dokuz imam benim veçhimden mevcuttur. Yalnız zahiri alem aşikar olduğu zaman, ben Muhammed'de doğacağım, Ali ile evleneceğim, senin sülbünden geleceğim. Batın'da, hepsi bende mevcuttur. Yalnız unutma, bir darlığa düştüğün zaman bu sana öğreteceğim isimleri unutma, iyi belle! Allah'a o isimlerin yüzü suyu hürmetine dua et. Darlıkta seni kurtarır bunlar. Tüm kainat, o isimlerin yüzü suyu hürmetine semah etmektedir." dedi. Bundan sonra Cebrail Adem'i oradan aldı, Cennet'e götürdü.

ADEM'in CENNETE GELİŞİ


Oradaki yasak ağacı ve meyveyi tanıttı. Ona bu ağaçtan uzak durmasını ve meyvesini yememesini söyledi. Allah Cennet'te meleklerine, Adem'e secde etmelerini emretmişti. Bütün melekler Adem'e secde ederken, yalnız iblis kendisinin ateşten yaratıldığını öne sürerek, Adem'in topraktan yaratılışını küçük gördü. Kendinin üstün olduğunu iddia edip, kendini methetmeye başlayarak, çok kötü bir davranış olan, kibre bulaştı. Ateşin topraktan daha değerli olduğunu savundu. Ateşin aydınlığını ve parlaklığını gösterip, ''bu özellikler toprakta bulunmaz'' dedi. ''Ateşte bulunan aydınlık, gök kubbede bulunmaz, onda olan nur güneşte olmaz. Ateş çiğleri pişirir, hamları olgunlaştırır'' dedi. Bu esnada Allah'tan bir nida geldi: ''Ey mel'un, boş lafı bırak. Bilmez misin ki kendini büyük görenlerin hizmeti kabul olmaz ve benim yanımda kibirliler yer bulamaz. Tevazu edenlerin şanı büyük ve yeri yüksek olur. Şunu bil ki ateşin işi daima ıstırap, toprağın hali ise sakinliktir. Istırap verenle iyilik sahipleri aynı olmaz. İyilerin yeri olan Cennet'in esası, topraktır ve mis kokar. Halbuki orada ateş yoktur. Ateş düşmanların azabı bir alettir. Ateşin yeri olmadığı için toprağa muhtaçtır.Toprak ise ateşe muhtaç değildir. Toprak ile şehirler mamur olur. Ateş her şeyi harap eder. Onun için toprağın ateşe üstünlükleri sayılmakla bitmez. Ey mel'un, sen sus da, Senin asıl madden olan ateş ile benim halifemin maddesi olan toprak münazara etsinler ve her biri deliller göstersinler'' diye buyurdu. Münazaraya baştan ayağa aydınlık olan ateş başladı:
Ateş:
- Ey toprak, benim parlak suratım ve ışıklı suretim vardır. Geceleri alemi gündüz gibi ederim. Bir mum başına otursam karanlığı gideririm. Ben bir pehlivanım ki kılıcımı çeksem kuru ot askerlerini yakar kül ederim. Ben hakkın tecellisine layığım hidayet yolunun rehberiyim.
Toprak:
-Ey ateş, senin işin daima kendini methedip göklere çıkarmaktadır. Benimki ise büyüklük tacını hakirlik toprağına bırakmaktır. Ne kadar delilin yüksek alametin varsa söyle.
Ateş:
-Ey toprak, sabah ve akşam kadınların mücevherleri benim. Allah'ın varlığının sahibi benim. Ben intikam yeriyim Nice yıllar sıkıntı ocağında yandım, yakıldım .
Toprak:
-Ey ateş, hep büyüklük gösterdin. Kendi başınla oynarsın. Bilinmez misin ki, büyüklük alçalmada ve rahatlık tevazudadır Ben onun için yükseğim. Halkın yükünü çekerim. Gök defilesinin hazineleri bendedir. İnsanların ibadet için döktükleri, Kabe-i şerif bendedir. Bazen suyun yerini tutarım.
Ateş:
-Ben sizinle söz edemem. Ben kendimi yükselttikçe sen kendini alçaltıyorsun . Lakin bir sen söyle bir ben. Ey toprak, ben nur gibi parlıyorum, senin neyin var?
Toprak:
-Benim gönül çeken, ciğer yakan yüzüm vardır.
Ateş:
-Ben yanınca yükseklere çıkarım.
Toprak:
-Ben basit bir yeri nurlandırır ve süslerim.
Ateş:
-Ben cevherlerin mihengiyim.
Toprak:
-Ben de defineler ve hazineler sarayıyım.
Ateş:
-Sert taşlardan cevheri kolaylıkla çıkarırık.
Toprak:
-Ben kara zeminden çeşit çeşit renklerde ve türlü türlü kokularda çiçekler çıkarırım.
sonunda toprak sözü şöyle sonlandırdı:
-Ben Allah'ın halifesinin maddesiyim. Ben Allah'ın sevgilisinin mezarının maddesiyim. Münacat ehlinin mihrabıyım. Lakin beni tahrik etmeseydin ve Allah'ın emri olmasaydı bunları da söylemezdim, dedi.
Rivayet edilir ki; Adem Cennet'te üzüm, incir ve hurma yedi. Böylece Cennet yemeklerine ve meyvelerine rağbet eyledi. Cennet bağlarını, bahçelerini, Cennet köşklerini dolaşmaya başladı. Süt ve baldan olan ırmak kenarlarında yürüdü. Canı her ne isterse hemen hazır oldu.

ADEM'in İLK DİLEĞİ


(Adem ilk dileğinde kendisine öğretilen isimlerin yüzü suyu hürmetine dilekte bulunmayı akıl edemez.)
Adem yaratılış icabı kendi cinsinden arkadaş bulup onunla yakınlık kurmak istedi. Şüphesiz istediği kendi gibi bir insandı. Ama o zaman kalbinden (nefisli) istiyordu başka bir kalbi. Ama ona ilgiyle, sevgiyle bağlı kalacağı, Cennet'te el ele, göz göze yürüye bileceği, Cennet'in güzelliklerini her daim paylaşacağı biri olmalıydı. Bu hisler ona verilmemiş olsaydı veyahut bu arzular yaratılışında bulunmasaydı, bunları ne hissederdi ne de düşünürdü. Şüphesiz bunda Allah'ın sırlı bir işi vardı. Vardı bir mükemmellik. Ama nasıl olacaktı? Bu hislerine cevap ne zaman gelecekti?
Bunları aklından geçirirken onun bu istediğinden Allah'ın haberi vardı elbet. Bu düşüncede iken uyuyuverdi.

HAVVA'nın YARATILIŞI


Uykusunda uyurken Allah onun bu istediğine cevap olarak tam o esnada sol tarafında Havva' yı yarattı. Havva melekti aslında, ama bunu ikisi de bilmiyordu. Tıpkı Adem'in suretinde, onun boyunda onun şeklinde ve rengindeydi. Yüzünün güzelliği de Adem'inki gibiydi. Havva'nın derisi, Adem'in derisinden daha nazik, yumuşak ve rengi çok parlaktı. Tıpkı bir melek gibiydi. Sesi çok tatlı, gözleri siyahtı. Dişleri, avuçları ve ayakları, Adem'inkinden güzeldi. Saçları yedi yüz bölük olup her biri Cennet yakutlarıyla süslüydü. Havva hiçbir gözün görmediği kadar güzeldi. (Kuran'da Havva ismi hiç geçmez aslında. Kaburga kelimesi sadece Tarik suresinde şu şekilde geçmektedir. "Fırlayan bir suyun, bir parçacığından yaratıldı o. Bel ile kaburgalar arasından çıkar o su."

ADEM'in HAVVA ile İLK KARŞILAŞIŞI


Adem uyandı ve sol tarafında Havva'yı gördü "Bu kim?" diye sordu sağındaki Cebrail'e "Havva" dedi. "Niçin yaratıldı?" dedi "Senin için" dedi. "Peki uyumasaydım da onun yaratılışını görseydim olmaz mıydı?" dedi. "Eğer Havva'nın yaratılışını görseydin zahir alemde erkekle kadın birbirine eş olmazdı" dedi. Sonra Adem Havva'ya "Sen kimsin ? niçin geldin ?" dedi. Havva da ''Ben sana sevgili olarak yaratıldım. Allah beni sana arkadaş olmak için yarattı ve sana eş olayım diye gönderdi'' diye cevap verdi. Adem aklından geçen arzusunun yerine getirildiğini anladı. Onu görür görmez içinde oluşan hızlı kıpırdanışlara hemen bir anlam veremedi. Havva'ya karşı bir anda garip hisler duymaya başladı. Bunun adı yaratılan ilk aşktı ama Adem'in budan henüz haberi yoktu. Allah'a "Allah'ım bu nasıl bir şeydir ki, onu sevdim ve ona bağlandım, içimden anlayamadığım şeyler neden ona doğru akıyor?" diye sordu. Allah buyurdu ki: ''Sen benim kulumsun. Seni topraktan yarattım. Adını Adem koydum: Oda benim kulumdur. Adını Havva koydum'' Adem: ''Ya Rabbim, Kalbim ona çok şey meyletti. Sanki ciğerimden bir parçadır'' dedi. Allah buyurdu: ''Onu senin için yarattım'' Sonra Allah, Adem ile Havva'nın nikâhlarını kıyârken, melekler her ikisinin üzerine Cennet'ten inciler ve mücevherler saçtılar. Allah bizzat kendisine şu hutbeyi okudu: ''Bismillâhhirrahmanirrahim. Hamd senamdır. Kibriye riyamdır. Azamet izarımdır. Bütün mahlukat kulumdur. Muhammet Aleyhisselam Habibimdir ve resulümdür. Eşyayı birliğime göstermek için yarattım. Melekleri ve göklerde olanları ve Arşı taşıyan dört büyük meleği Cebrail, Mikâil, Îsrafil ve Azrail'i, Havva ile Adem'in nikâhına şahit tutarım. Yüceliğimi ve kusursuzluğumu ve birliğimi doğrularlar. O kelime şehadetü en la ilahe illallah vahdeke la şerikeleh. Ey Adem ve Havva! Cennet'imde sâkin olun. Meyvelerimden yiyin. Şu ağaca yaklaşmayın. İkinize de selâm ve rahmetim olsun'' Böylece Aşkları nikâhla birlikte daha bir kuvvetlenen Adem ile Havva Cennet'te dolaşmaya başlarlar, envai çeşit nimet zevk ve lezzetler içinde vakit geçirirler. Birbirlerine bağlandıkları aşkın varlığı içinde zaman geçirirler. Bu aşk için Allah'a şükrederlerdi. Çünkü bu aşk kendileri için öyle bir tutkuydu ki, başka bir şey onları bu kadar mutlu edemezdi. Eğer biri olmasaydı diğeri cennet'te olsa bile mutlu olamayacaktı. Çünkü insan olarak yaratılmıştı ve aşka muhtaçtı. Aşk, insanın var oluşandan yok oluşuna kadar devam edecek zorunlu bir ihtiyaçtı. Kimse bunu inkâr edemezdi. İnsan için yaratılmış tutkunun, arzunun, heyecanın ta kendisi ve en önemlisi de, ilki de Havva ile Adem'in aşkıydı. Bu aşk, diğer bütün duyguların da ilki anlamına geliyordu. İçinde güzellik olduğu gibi acılarda vardı. İçindeki güzellik yasak ihlal edilince acıya dönüşecekti. Yasakları ihlâl etmek ilk anda zevk verse de sonunda perişan, mutlak acı gelecekti.

ŞEYTAN'ın CENNETE GİRİŞİ


Bir müddet Allah'ın kendilerine yasak ettiği ağaca hiç yaklaşmadılar. Onların bu mutluluklarından hiç de mutlu olmayan biri vardı. Bu, şüphesiz Azazil halkasını boynunda taşıyan Şeytan'dı. Çünkü şeytan, Adem'e secde etmediği için Allah'ın huzurundan kovulmuştu. Bu onun içindeki intikam ateşini alevlendiriyordu. Adem ile Havva'yı uzaktan da olsa neşe ve iyilik içinde görmeye dayanamıyordu. Onlara kötülük yapma fikrini sürekli içinde taşıyordu. Bu fikir zaman geçtikçe kuvvetlendi. Düşündü, taşındı... Onlara zarar vermenin yolunu nihayet buldu. Allah'ın onlara yaklaşmalarını yasakladığı ağacı öğrendi. Çok sevindi. Yerden göğe çıktı. Ama Cennet'e girişi yasaklanmıştı. Cennet'e nasıl girecekti? İlk önce Cennet'e girmek istediyse de izin vermediler. Cennet'in kapısında bekledi. "Bir kimse çıksın da onu aldatayım" dedi. Kimse çıkmadı. Öylece 300 yıl bekledi. Sonunda bir melek çıka geldi. Melek ona kim olduğunu sorunca şeytan "Ben Allah'a yakın meleklerden biriyim. Cennet'e girmek ve Allah'ın dostlarına hazırlamış olduğu nimetleri görmek istiyorum. Her an ibadet ederim. Lâkin şevk ve iştiyakım fazlalaşsın diyorum. Cennet'e girmeme yardım edersen sana öğreteceğim şey sayesinde sürekli Cennet'te kalacaksın" diyerek Cennet'in kapısındaki meleği kandırıp içeri girdi. Şeytanın Cennet'e girdiği hemen duyuldu. Onu dışarı atmak istedilerse de Allah'tan ferman geldi "Mani olmayınız. Zira benim bu işte sırrım ve hikmetim vardır" diye buyurdu. Böylece şeytan soluğu Adem ile Havva 'nın yanında aldı. Ağlayarak yanlarına yaklaştı. Şeytanı tanıdılar. Haline acıdılar ve "Niçin ağlıyorsun?" diye sordular. Şeytan "Ey bütün meleklerin secde ettiği ve ey yerin ve göklerin seçilmişi! Yüzünün güzelliği kimsede yok. Hiç kimse senin bu derecene yükselemez. Bu nimetlerden başkasına verilmez. Ama şunu bil ki, seni bu makamda bırakmazlar. Cennet'ten çıkarırlar. Afiyet elbisesini alıp ölüm çulunu giydirirler" diyerek Adem'i vesveseye sürükledi. Adem'in kalbine bir korku düştü. "Ne yapsam da ölmesem" diye kara kara düşünürken şeytan tekrar çıkageldi. Yasak olan ağaçtan bir meyve yerlerse sürekli burada kalacaklarına dair onlara yemin verdi, onları ikna edip kandırdı.

ŞEYTAN'ın HAVVA'yı KANDIRMASI ve CENNETTEN KOVULMA


Şeytanın vesvesesi ilk önce Havva'ya tesir eder... Yasak ağaçtan yedi tane başak koparıp aldı. Bu esnada ağacın kopan yerleri kanar. Havva'da Allah'ın inayetiyle avret yerinden kanar. Sonra kendisi yer, birazda Adem'e getirir. Lezzetini över. Adem yemekten çekindiyse de Havva "Hak Tealâ'nın rahmeti sonsuzdur, mağfireti hesapsızdır. Bizi mutlaka bağışlar, affeder" der. Ama Adem buna aldanmaz. Sonra Havva ona Cennet şerbeti getirir. Şerbeti içen Adem'e bir ağırlık çöker. Tam bu esnada Havva bir buğday tanesini Adem'in ağzına koyar. Adem'e de çok lezzetli gelen bu buğday tanesi, daha midesine inmemiştir ki, önce Cennet hullesi (elbisesi) üzerlerinden düşer. Sonra yediği buğdayın yeli çıkar. Oluşan pis kokulara dayanamayan melekler Adem'i ve Havva'yı Allah'a şikayet ederler. Cebrail gelir. Bellerindeki Cennet kemerini çıkarır alır. Böylece her ikisi de Cennet elbisesini çıkarıp vermiş olurlar. Bu arada Adem ile Havva ilk çıkan pisliği ne yapacaklarını bilemezler. Avret yerleri ile koltuk altlarına sürerek yok etmeye çalışırlar. Bu esnada o bölgelerinden kıllar çıkar. (Dünyada ise yere düşen bu pislikten buğdayların çıktığı söylenir.) Bir birini görüp üzülürler, utanırlar, ağaç arkasına saklanmak istedilerse de ağaç geri kaçar. Üzüm ağacının altına gelince, Allah "Ey Adem bizden mi kaçıyorsun?" buyurur. Adem: "Ya rabbi! Senden utandığım için kaçıyorum" der. Böylece yasaklanan meyveyi yiyen Adem ve Havva Cennet'tin farklı kapılarından çıkarılıp dünyanın birbirlerinden uzak farklı iki bölgesine kovulurlar. Adem'in Serengeti veya Seylan denen yere Havva'nın ise Cidde'ye kovuldukları rivayet edilir.

DÜNYA'da GEÇEN İLK AYRI YILLAR


Havva ve Adem dünyada iken 200 yıl ayrı kalırlar. 200 yıl ağlaşırlar. Bu esnada hiç kavuşamadılar. Kırk sene yediler, içmediler. Allah'ın kendilerini cennetinden uzaklaştırmasının acısı yetmezmiş gibi, bir de kendileri de birbirlerinden uzak kaldılar. Rivayete göre geçen 200 yıl boyunca Hz. Adem ve Havva'nın ağlamalarından akan yaşlar dünyanın nehirlerini, ırmaklarını, derelerini meydana getirmiştir. Kuşlar onların göz yaşlarını içip birbirine "bundan daha tatlı su görmedik" dediler. Adem çok kederliydi ve yalnızdı. Allah bütün mahlûkata Adem'e gidip onun halini hatırını sorup ona teselli vermelerini emretti. Yasakları çiğnemekti onlara bu ağır ıstırabı yaşatan. Böylece 200 yıl birbirlerini arayıp durdular.

ADEM ile HAVVA'nın DÜNYADA KAVUŞMASI


Sonra Adem'in aklına muallaktaki (havadaki) yeşil kubbede yaşananlar geldi. O nurun ona öğrettiği isimleri bu sıkıntılı gününde zikrederek, o nurlu kişilerin yüzü suyu hürmetine Allah'tan af diler. Allah sonunda onların bu hallerine acır, merhamet gösterir. Uzun yıllar ayrı kalıp birbirlerini çok özleyen ve firak ateşiyle yanan, perişan olan Adem'in tövbesini en sonunda kabul eden Allah, onları Arafat'ta birbirine kavuşturdu. Burada buluştular. Sıkıntılarından ve utançlarından dolayı yüz yıl daha gök yüzüne bakmadılar. Nice yıllar ayrı kalmanın üzüntüsü gitti, yerini tarifsiz bir sevinç doldurdu. Uzun uzun birbirlerine sarıldılar. Hasretle ağlaşıp tertemiz olan gözyaşlarını bağırlarına, kalplerinin en derinliklerine akıtıp durdurdular.

ADEM ile HAVVA'nın ÇOCUKLARI


Daha sonra Havva her sene ikiz bebe doğuruyordu. Toplam 36 ikiz çocuk doğurmuştu. Doğan her ikizin biri erkek biri kız oldu. Bu ikizlerden ilki Kabil ve Iklıma idi. ikinci ikizler ise 1 yıl sonra doğan Habil ve Saya idi. Iklıma, Saya dan çok çok daha güzel bir kızdı. Bu yüzden Kabil'de ikiz kız kardeşi Iklıma'yı çok sevdi. Habil'in kişilik yönünden babasına, Kabil'de annesine daha yakındı. Habil bu yüzden babasının isteklerini hep yapar ve onun emir ve yasaklarına riayet ederdi. O emirlerin Allah'tan geldiğine kesin bir kalp ile inanırdı. Böylece Adem Habil'i, tüm oğullarından daha fazla severdi. Kabil'de bu yüzden içten içe de Habil'i kıskanmaktaydı. Arardan yıllar geçer. Adem'in bu ilk olan iki ikiz kardeşler büyürler. Çalışıp babalarına yardımcı olacak yaşa gelirler. Habil, Kabil'den küçük olmasına rağmen ağabeyinden daha güçlü, kuvvetlidir. Fakat aynı zamanda yumuşak huylu ve merhametli, iyi biridir de. Kabil ise hırçın, sinirli, kindardır. Adem iki oğlu arasında iş bölümü yapmıştır. Kabil tarım işleriyle uğraşıyor, Habil de çok sevdiği koyun, sığır gibi hayvanları otlatıyordu. Bir müddet sonra Habil'le, Kabil'in evlilik çağları geldi.
Son düzenleyen Baturalp; 12 Aralık 2016 14:38 Sebep: başlık ve sayfa düzeni