Arama

Şinasi (İbrahim) - Tek Mesaj #3

_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
12 Ocak 2010       Mesaj #3
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  Şinasi (İbrahim)4.jpg
Gösterim: 1691
Boyut:  25.6 KB

Şinasi (İbrahim Şinasi)'in Hayatı ve Edebi Kişiliği


Gazeteciliği


Şinasi, 1860’da Agâh Efendi ile birlikte Tercümân-ı Ahval gazetesini çıkarmaya başlamıştır. Bilindiği üzere, o tarihe dek ülkemizde ancak iki gazete yayımlanmıştır. .Bunların ilki, 11 Kasım 1831’de yayımlanmaya başlayan Takvim-i Vakkayi ‘dır. İkincisi de 1849 Ağustos’unda William Churchill adında bir yabancı tarafından yayımlanmaya başlanan Ceride-i Havadis’tir. Birincisi, devletin resmi gazetesidir, devletle ilgili haberlerle metinleri yayımlayan bugünkü Resmi Gazetenin ilk örneği sayılan bir organdır. Haftada bir yayımlanan bu gazete, düzensiz olarak, Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışına kadar 4608 sayı çıkmıştır. Ceride-i Havadis de haftalıktır. 1860’larda azınlıklar tarafından çıkarılan daha 13 gazetenin bulunduğu anlaşılmaktadır. Demek oluyor ki, o tarihte, Türklerin çıkardığı Türkçe bir gazete yoktur.

Şinasi, bir gazete çıkartmayı düşünüyordu. Gazete, ona göre, “yurttaşların söz ve yazı ile kendi yurtlarının yararına fikir yürütmeleri” ni sağlayan bir araçtır. Bu düşüncelerle dolu olarak Agâh Efendi ile 1860 Nisan ayında izin alınmış ve gazetede 22 Ekim 1860 tarihinde çıkabilmiştir. Ancak Şinasi, bu gazete 24 sayı çalışmış, sonra da ayrılmıştır. Daha sonra da kendi başına bir gazete çıkarmaya yönelir ve iznini 2 Temmuz 1861 tarihinde aldığı Tasvir-i Efkâr gazetesi 27 Haziran 1862’de yayımlanır. Haftada iki kez çıkan bu gazetenin sayfa düzeni değişmezdi; haberlerle yazıların özel yerleri vardı. İlk sayısına yazdığı önsöz nieliğindeki makalesinde gazetecilik anşlayışını belirtmiştir. Bu gazete, okurlarca olumlu karşılanmış ve Fuat Paşa, gazeteyi Padişah’a da sunmuştur. Gazeteyi çok beğenen Padişahın, 500 altın armağan verdiği, Şinasi’nin de kabul emediği söylenmekedir. Gazete, dil ve yazın tartışması gibi bir yolu da açmıştır. Cevide-i Havadis ile yapılan bu tartışma gazetenin sürümünü ve Şinasi’nin ününü arttırmıştır.

Şinasi, bu gazeteyi 260 sayı sürdürmüş, sonra Namık Kemal’e bırakmıştır. Şinasi’nin o sırada çalışmakta bulunduğu Meclisi Maarifteki görevinden uzaklaştırılmasının nedeni olarak, gazetesinde, devlete yönelik olumsuz yazılara yer vermesi gösterilebilir. Gerçekten, Şinasi, 1863’te görevinden uzaklaştırılmıştır. Ahmet Hamdi Tanpınar, bu uzaklaştırmanın çeşitli olasılıkları üzerinde durup bazı sonuçlara varmıştır, ama bunların birer sanıdan ileri geçmediğini kendisi de belirtmiştir. Onun da dediği gibi bu uzaklaştırmanın nedeni kesinlikle bilinmemektedir. Bundan sonra da gazetesini 2 yıl kadar yayımlamış sonra Paris’e kaçmıştır.

Düşünceleri ve Sanatı;


Şinasi, 1839 Fermanı ile başlayan yeni dönemin ilk ve önemli kişilerinden biri olmuştur. 1849 yılında Fransa’ya gitmiş ve orada çok çeşitli konularda çalışmıştır. Fransa’da gördüüğ çağdaş gazetecilik üzerinde düşünmüş ve bir gazetenin nasıl olması gerektiğini yıllarca kafasının içinde oluşturmuş, batı gazeteciliği ile bağdaştırmıştır. Resmi görevlerinin yanında yazımla ilgilenmiş, Fransız şiirinden çeviriler yapmıştır. Daha sonraki yıllarında ise büyük bir sözlükle uğraşmıştır.

Şinasi, bütün bu yıllar boyunca yaptığı çalışmaların pek azını yazıya dökmüştür fakat birçok konuda bir şey yazmamıştır. Sözgelişi, ilk Paris yaşamı ile ilgili olarak, bir iki mektup dışında fazla bir şey bilmiyoruz. 1865 yıllındaki kaçışı üzerine de kendi kaleminden çıkmış herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. İkinci kaçışında ne yapmış, nasıl yaşamış, nasıl geçinmiştir? Bütün bunlar bilinemiyor. Yazılı bazı bilgilerinde gerçekle ilgisi bulunmadığı zamanla anlaşılmaktadır. Birçok nokta karanlıkta kalmıştır.

Şinası’nin yapıtlarının sayısı da fazla değildir.


Şinasi’nin Sanatı;

Şinasi’nin sanat yönü ,Tanpınar’ın da dediği gibi, “parça parça gelen ve sınırlı hedeflerin ötesine geçemeyen , yenilikleri belirli bir yönde toplayan ve atılımı en muhtaç olduğumuz biçimde topluma döndüren, o olmuştur.” Fakat , gerek kişisel yaşamı ve gerekse düşüncelerine dönük gelişimi hakkında bilgimiz çok azdır. Elde bulunan yapıtlardan da onun oldukça kısır bir yazı temposu olduğu sonucuna varabiliriz. Belki de büyüyk bir sözlük (kamus) hazırlama yolundaki tutkusu yüzünden yazmayı ihmal etmiştir. Uzun yıllar Türk toplumu dışında yaşaması ve son yıllarını insanlardan uzak, kendi dünyasında, garip bir sessizlik içinde geçirmesi nedeniyle bilgilerimiz sınırlı kalmaktadır. Fransa’da dostluk kurduğu Sacy, Littré ve Renan gibi bilginlerle ve dilcilerle ilişkileri, Fransız yazarlarının etkileri hakkında da herhangi bir bilgimiz yoktur.

Kendisinden pek az yapıt kalabilmiştir. Tanpınar’a göre, yapıtları, “ ilk bakışta, daha çok bir deniz kazasından sonra şurada burada toplanan enkazı andıran dağınık şeylerdir.” Ama gene de bir çağın içinde çabalamış ve büyük ölçüde de etkili olmuştur. Çağının bazı sorunlarına, bazı baskılarına karşı çıkamadığı anlaşılmaktadır. Çünkü, tanpınarın’ın dediği gibi,”Şinasi’yi çok kez bir muamma çözer gibi okumak zorunludur. Onun yapıtı hiçbir zaman cömert bir kaynayışla bize gelmez. Onu, ancak gizliden konuşan birini dinliyormuş gibi dikkatle üzerinde durulması gereken birtakım kısa işaretlerle yakalamak mümkündür. Bu işaretlerin analamı çözülünce Şinasi’nin nasıl bir bilinçle birtakım çok esaslı şeylerin üzerinde durduğu ve rastlantı sanılan bu yapıtın, nasıl bir hesabın sonucu olduğu anlaşılır.” Türkçe’nin sadeleşmesinde olduğu gibi şiirin sadeleşmesinde büyük rolü olmuştur. Dünyamızın da bugünkü düzeyine ulaştırmada olmasa da yöneltilmesinde onun büyük rolü, büyük emeği ve payı vardır.

Şiiri kurudur, lirizmden uzaktır. Yazılarında pürüzler görülebilir. Ama o, daha çok bir düşünce adamı olarak ele alınıp değerlendirilmelidir. Kendisi sanat yapmayı hiç düşünmemiştir. Daha çok batılı bazı düşünceleri aktarmak konusunda bir araç olarak görmüştür sanatı. Eski şiirin sanatsal yönlerini ve bunun karalını çok iyi bilmektedir. Ama bunları bir yana itmiş ve öğreticiliğe önem vermiştir. Bu anlayışın içinde, birçok konuya değinmiştir. Bir gazeteci olması nedeniyle de konularını çeşitli olduğu söylenebilir. Gazetesinde, gazeteciliğin be olduğundan başlamış, tarihsel gelişimini ortaya koymuş, gazetecinin ve gazetenin görevlerini açıklamıştır. Öte yandan, güncel konulara eğilmiş, dilencilerin durumundan, Karadağ başkaldırısının bastırılmasına; Papalığın dinle dünya işlerinin ayrılması konusundaki tutumundan, Maliyedeki yolsuzlukların ortaya çıkarılmasına; üniversitede doğa bilgisi dersinin başlamasından;Osmanlı genel sergisine, Avrupa’dan mal getirilmesine; İstanbul sokaklarının aydınlatılmasına dek birçok yazısı bu arada anılabilir. Şiirlerinde de değişik konuları işlediği görülmektedir.

Annesine Paris’ten yazdığı mektupların birinde, kendisini din, ulus ve yurt yoluna adadığını söylemiştir. Böylece, onun, insana ve toplumsal sorunlarına önem verdiği ortaya çıkmaktadır. Şinasi, hem toplumsal değişmeye bir bakıma katkıda bulunan, hem de onu yazılarında yansıtanlardan biri olmuştur. Batıya yönelişinin sancıları, ilk görüntüleri, ilk sıkıntıları onun yapıtlarından bugüne dek gelebilmiştir. Tanzimat Fermanının getirdiği bütün yenilikleri görmüş ve yaşamıştır. Yüzyıllar boyunca gücünü dinsel bir kaynaktan alan yönetim düzeni yıkılmaya, yasalara dayalı bir düzen gelmeye başlamıştır. Bu yasalar, özgürlüğe açılan birer pencere; köleleri özgürlüğe kavuşturan birer belge(ıtıknâme)dir. Artık us, her şeyin üzeri nde tutulmakta ve insan usuna dayanarak araştırıcı ve eleştirici olmaktadır.

Şinasi, yazın alanında da değişiklikler ve yenilikler yapılmasını ilk görenlerden olmuştur. Bu değişim içindeki insanların duygularını, gereksinmelerini, isteklerini yansıtan bir yazın anlayışından yanaydı. Fransa’da, ilkin romantiklerle karşı karşıya geldiği ve onların yapıtlarını okuduğu söylenebilir. Anacak daha sonra usa önem veren kişilerle ilişkiler kurmuş( Pirre B ayle, Fortenelle, Renan gibi) ve onların yapıtlarını okuyup incelemiştir.

Şinasi, geride pek az ürün bırakmıştır. Daha çok yazabilseydi etkileri daha geniş oyumlu olurdu. Çevresinden kopuk yaşayan Şinasi’nin düşünceleri, daha çok onun yetiştirdiği kişilerin savaşımcı atılımları ile gerçekleşmiştir denilebilir.

Bazılarına göre, Şinasi’de romantiklerin büyük izleri vardır. Yapıtları incelendiğinde ise, böyle bir ize rastlamak kolay değildir. Buradaki romantiklik belki düşçülük (ütopya) anlamında doğrudur. Çünkü, o, ulusu bir anda batı düzeyine yükseltmek düşüncesinde idi. Bunun da halkın anlayacağı bir dille yazmak ve sorunları böylece halka aktarmaktan geçtigini düşünmüştü. Okuyup yazma oranının birden artacağı, halkın da Fransız ekinini hemen özümseyebileceği görüşündeydi. Belirli bir süre sonra bunun gerçekleşmemesi karşısında karamsarlığa düşüp topluma ve kendine küstüğü de düşünülebilir. Doğuştan içine kapanıklığının da bunda büyük etken olduğu söylenebilir.

Şinasi’nin yapıtlarını ele alıp değerlendirdiğimizde, gerçekçiliğinin izlerinin daha fazla olduğu anlaşılır. Çünkü, Şair Evlenmesi, sanat yönü bir yan, gerçek bir gözlemin izlerini taşır. Gazetelerde yayımlanan yazıları da gerçek bir gözlemci ve saptayıcı olarak güncel olaylara eğildiğini göstermekte, ortaya koymaktadır. İnsanı, soyut bir varlık olarak almayıp toplum içinde ele alması ve toplumu bir gerçek olarak kabul etmesi de bunun başka bir kanıtıdır. Şinasi için bir toplumcu demek elbette kolay değildir; ama, gerçekçi demekten de çekinmeye bir neden yoktur.

Şinasi’nin Şiir Dünyası


Şinasi’nin bir kitapta (Müntahabât-ı Eş’ar) toplanmış bulunan şiirlerinin sayısı oldukça azdır. Kitap, ad olarak seçilmiş şiirler olduğuna göre, başka şiirlerinin bulunduğu da akla gelmektedir. Ancak, fazla şiirinin olmadığı yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkmıştır.

Tanpınar, onun şiirini üzerine şunları söyler: “Bize kadar gelen şiiri az ve kurudur; bazı maharet ve hünerlerine rağmen - bütün eski sanatları bilir, bilhassa iyi tarih düşürür - hiçbir zaman gerçek ve saf bir şiir zevkine hitap etmezler. Umumi olarak Şinasi’nin şiirini, biz ancak açtığı ve hız verdiği büyük hareketle beğenir ve severiz. O, edebiyatımızın bugün dahi devam eden bir dynastie’nin sahibi olduğu için büyüktür. Manzum tercümeleri – bizim için yeni bir âlemin müjdecisi olmalarına göz yumulursa – asıllarının güzelliğini uzaktan bile hatırlatmadığı gibi, Lamartine’den çevirdiği dört kıtalık bir parça hariç, bir bütünlük fikri verecek kadar tam bir tercümesi de yoktur.”

Bu satırlarındaki yargısı ile, Tanpınar, onun şiirlerine yaklaştırır bizi. Zamanında ve biraz daha sonraki günlerde yapılan değerlendirmelerde, Şinasi’nin şiiri, yeni şiirin örneği oalrak görülmüştür. Bu yargı, şiirlerinin içeriğinden kaynaklanmaktadır. Biliyoruz ki, Şinasi, şiirine öz olarak batı düşüncelerini koymuş ve sürüp gelen Divan şiirinin özünü böylece değiştirmiştir. Öz olarak gördüğümüz gerçekten de değişiktir. Özgürlük düşüncesi, usa verilen önem, yeni bir yönetim düzeni, yepyeni bir anlayış şiirinin yeni olan özüdür. Ancak, şiirinin dış görüntüsüne bakıldığında, eski şiirin kalıplarını pek zorlamadığı, hatta aynen kabul ettiği de bir gerçektir. Şiirinde görülen sade dil ve düşünceleri halka aktarmak için kullanılan yalın anlatım dışında bir yenilik getirdiği pek söylenemez; ama, bunlar o gün için elbette çok büyük yenilikler arasında sayılmaktadır. Şiirinde lirizmin yerini us almıştır. Söyleşi, Nef’i tarafından yazılan ve yazgıcılığa yaslanılan bir gazele yaptı benzekte, yazgıcılığa karşı çıkmış ve usçuluğu üstün tutmuştur.


Şiirinin dili:


bugün için bir ölçüde yadırgansa da, çağına göre sade sayılmalıdır. Onun şiirinde eski ve yeni sözcükler (halk sözcükleri) gibi bazı eski tamlamalarla yeni tamlamalar yan yanadır. Özellikle ilk şiirlerinde eski şiirin etkisi iyiden iyiye bellidir. Fransa’dan döndükten sonra yazdıklarında bu etki oldukça azalır. Şu dizeler, ilk yazdıklarından alınmıştır:

Sadr-ı gerdûn –azmet dâvar-i Dârâ-dârât
Safdar-ı sa’d-sıfat dâd-ger-î devr-i zamân

Muhyi-î devlet ü dîn muhteri-î-Tanzimat
Mahzar-î feth-i mübin mâhzar-ı şer’i Rahmân

Hıfzı bustân u gülistâna nigeh-bân olsa
Nûr-i nahl-î gülü ber-bâd edemez bâd-ı hazân

Halbuki Şinasi, daha sonraki şiirlerinde, halkın anlayacağı ve anlaması gereken bir dile şiir denemeleri yapmıştır. Böylece, Divan dilini artık bir yana bırakmak yolundadır:

Bağrım ezmez mi süzüldükçe o baygın gözler
Beni imrendirir ağzındaki tatlı sözler

Can çekişmektense cânımı versem bâri
Can fedâ eyleme bir iş mi sevince yâri

Ben şehîd olmadan aşkiyle mezârım kazayım
Taşıma gözlerimin kanlı yaşıyle yazayım

---------

Gören saçın arasından yüzün parıltısını
Sanır ki kare bulutun içinde gün doğmuş

Yanında kan ile yaş içre kaldığım görüp el
Demez mi kim birini Su kızı suya boğmuş

-----------

Arayıp kendime bir eş bulabilsem derdim
Hele sen yosmayı sevdim de murada erdim

Satın almak dilerim buseni cânım vererek
Şimdiden gönlümü bak işte sana pey verdim

Bugün bile yalınlık örneği gösterilebilecek bu dizelerde şiirsellik bulabilmek güçtür. Ama söyleyişte akıcılığa eriştiği de bir gerçektir. Bu akıcılık ve halk diline yaklaşma ustalığı bazı öykülerinde iyiden iyiye görülür. “Eşek ile Tilki” öyküsünün başlangıç bölümünden alınan aşağıdaki dizeler bunu kanıtlar sanırız:

Çıktı bir bagın içinden yola bir yaşlı himar
Nakl için beldeye yüklenmiş idi Rüy-i nigar

Derken aç karnına bir tilki görünce geldi
Böyle bir taze üzüm hasreti bagrın deldi

Öteki çifteyi attı bu yola yanaştıkça biraz
Sonra lakin aradn kalktı bütün naz ü niyaz

Gelsem olmaz mı huzura a benim aslanım
Ta yakından bakayım hüsnünüze hayranım

Daim olsun beyimi saye-i lutf u keremi
Gül biter bastığı yerden mübarek kademi

Benzer ol hoş kokulu kuyruğu ala miske
Koklarım burnuma vurmazsa efendin fiske

Aruz ölçüsü içinde konuşma dilindeki sözcükleri kullanarak yalın bir dili kullanma yolundaki direnişi övgüye değerdir. Özellikle, Türkçe sözcükleri uyak yapması ve bunları göze batacak bir anlayış içinde belirtmesi de onun bu yoldaki bilincini ortaya koyar.

Şinasi, yeni kavramları halka belletmek ve anlatmak için bunlara bulduğu karşılıklara da şiirlerinde kullanmıştır. Ne var ki, bu terimler (ya da deyimler), ulaşmak istediği sade Türkçe’ye pek uygun düşmemektedir. Ama bir çok kavram, dilimize onun bu şiirleriyle girmiştir diyebiliriz: Sadr-ı millet(ulun başı), akl ü irfan(us ve anlayış), akl-ı beşer(insan usu), muhyi-i devlet ü din(devletin ve dinin dirilticisi), muhteri-i Tanzimat(Tanzimat’ın bulgucusu), ehali-i fazl(erdemli halk) mahkeme-i vicdan(vicdan yargı yeri), fahr-ı cihan-ı medeniyet(dünya uygarlıgının onuru), ehali-i fazlın reis-i cumhuru(erdemli halkın başkanı) gibi.

şirinde biçim, ölçü ve uyak:


Tanpınar’ın deyimiyle, “sadelik ve yenilik uğruna, alışılmış mükemmellikten kaçınan” Şinasi, “dilimize ve yazınımıza mihver değiştirten görevini sekiz on manzume ile birkaç kıta ve münferid koşa(beyit) ile yapmıştır.” Bunun yanında, biçim yönünden de bazı değişiklikleri gerçekleştirdiğini söylemek gerekir. Şinasi, aruz ölçüsünden vazgeçmemiş ama, uyaklar üzerinde yaptığı bazı denemelerle, bu konuda ileri adımlar atmıştır. Ama asıl olan, “ öteden beri bilinen mesnevi biçimindeki manzumeyi belirli ve dar ölçülerin çerçevesinden çıkararak, daha geniş dizelerle söylenmiş düz uyaklı şiir haline sokan odur. ” Bu arada, İslam yazınında bilinen hayvan öykülerini de yeni bir biçim içinde söyleyen de Şinasi’dir. Lafontaine’den esinlenerek benzer şiirler yazmış ölçü ve uyakta kendi yazın anlayışına uyarak değişiklikler yapmış ve eskilerin mesnevi dediklri düzen içinde vermeyi başarmıştır. Yukarıda örnekle belirttiğimiz “Eşek ile Tilki” öyküsünde bu yenilik görülmektedir. “Karakuş Yavrusu ile Karga” adlı öyküsel şiirde de aynı durumu ve yeniliği görüyoruz.

Methiye denilen övgü şiirlerinin “nesib” (giriş) bölümünü kaldırma yolundaki görüşe katılmış ve kendisi de bu bölümü kullanmamıştır. 1849’da Mustafa Reşit Paşa için yazdığı şiirinde, eski geleneği aynen sürdürmüş ise de sonrakilerde bu geleneği kırmıştır. Bir kez, padişah için övgü yazmaması önemli bir atılımdır.
Son düzenleyen Safi; 2 Ağustos 2016 23:15