Arama


TwiLighT - avatarı
TwiLighT
Ziyaretçi
20 Ekim 2011   
TwiLighT - avatarı
Ziyaretçi
Hepimizin de bildiği gibi , insan hayatında İslamiyet 'in temellerinin atıldığı ilk yer AİLE yuvasıdır.
İslamiyetin öngördüğü şekilde bir Aile kurmak ; bu yuvanın huzuru ve mutluluğunu yine İslamiyet çerçevesinde sağlamak çok önemli bir vazifedir.
Zira oluşturacağımız bu aile sadece bizim mutluluğumuzu sağlamakla kalmayacak ; aynı zamanda toplumun huzuru ve mutluluğuna da etkisi olacaktır.

Ali Ferşadoğlu 'nun bu konudaki birbirinden değerli ve önemli yazılarını Bizlere Rehberlik edebilmesi amacıyla elimden geldiğince sizlerle paylaşacağım inşaAllah.
Rabbim , cümlemize rızasını kazanacağımız Aile kurmayı ya da mevcut ailemizi İslamiyetin yaşandığı yuvalar haline çevirmemizi nasip etsin.
Faydalanma ve hayatlarımıza uygulama duasıyla...
Allah Celle Celalühe emanet olunuz.

1 . EVLİLİK NEDİR ?


Evlilik; iki karşı cinsin, yani, bir bayanla bir erkeğin, yekdiğerine sevgi, saygı, güven duyup, paylaşım, fedakârlık, yardım, destek gibi ortak noktalar bulmalarına ve bunu nikâhla resmîleştirip, ilân etmelerine denir.
Böylece toplumun en küçük müessesesi “aile” meydana gelir.
Aslında her insan bir dünyadır, bir kâinattır. Evlenmeye karar veren iki insan, iki ayrı dünya, iki ayrı kâinattır. İkisi de, iki farklı dünyadan, aile ortamından geliyor. Ve bir ömrü bir arada geçirme sözleşmesi imzalarlar nikâhla…
Evlilik; kalbe karşı bir kalp bulma, sevme-sevilme, duygularını geliştirme, ihtiyaçlarını karşılama, meşrû zevk ile lezzetleri paylaşma, elem ve kederde ortak olma, gerçekten kaynaşacağı bir ortamı bulmadır.
Diğer taraftan, aile hayatı; insanların dünyadaki en güzel toplanma merkezi, en esaslı zembereği, dünyevî mutluluğun bir cenneti, bir iltica ve bir sığınak yeridir.
Sosyal hayatta üstlenilecek roller aile ortamında öğrenilir, özümsenir, benimsenir. Aile, dünyanın bunaltıcı, yorucu işleri ve problemlerinden kurtulmanın adresidir. Evlilik ve aile müessesesi, huzur ile mutluluğu üretim ve dağıtım merkezidir. Aile; neş’enin, paylaşım ve hüzünleri ortaklaşa atlatmanın, yardımlaşmanın mekânıdır.

Evlilikle ilgili hadislerden bir demet:


  • “Ey gençler topluluğu! Gücü yeteniniz, evlensin. Çünkü bu, gözü haramdan daha iyi korur, edep yerini de. Gücü yetmeyen ise, oruç tutmalıdır. Çünkü orucun, şehveti kırma özelliği vardır.” (Buhârî)
  • “Dünya bir metadır. Onun en iyi metaı ise, saliha bir kadındır.” (Müslim)
  • “Evlenen, îmanın yarısını tamamlamış olur, kalan yarısı hakkında ise Allah’tan korksun!” (Taberânî)
  • “Hanımı olmayan adam yoksuldur, yoksul.”
  • “Çok malı olsa da mı?”
  • “Çok malı olsa da.”
  • “Kocası olmayan kadın yoksuldur, yoksul!”
  • “Çok malı olsa da mı?”
  • “Çok malı olsa da.” (Buhârî)
  • “Evlenme işi için, iki kişi arasında aracılık yapmak, en üstün aracılıklardandır.” (İbni Mâce)
  • “Dininden ve ahlâkından hoşnut olduğunuz biri sizden kız istemeye gelirse, verin! Vermezseniz, yeryüzünde kargaşa ve büyük bozgunculuk olur.” (Tirmizî)
  • “Kadınlarınızın hayırlısı ile evlenmeye bakın. Denginiz olanlarla evlenin! Birbirlerine denk olanları evlendirin.” (İbni Mâce)
  • “Benden sonra, erkeklere, kadınlardan daha zararlı bir sınanma sebebi bırakmadım.” (Buhârî)
  • “Birbirini sevenler için nikâh kadar güzel bir şey görülmemiştir!” (İbn Mâce)

2 .EVLİLİĞE MERHABA DİYEBİLİRSİNİZ !


Çoğunluğu gençlerin oluşturduğu bir sohbette, “Evlilik ve aile ile ilgili yazılarınızı merakla takip ediyoruz. Tabiî olarak da evlilik konusunu düşünüyoruz. Ancak, nereden başlayacağımızı tam olarak kestiremiyoruz. Ne tavsiye edersiniz?” şeklinde bir sual yöneltildi…

Önce şu soruların cevaplarından başlamayı tavsiye ettik:
“Ailenin insanlık, toplum ve Müslümanlıktaki değeri nedir? Niçin evlenmeliyim? Evlilik, evcilik oyunu mu, yoksa imtihan mı? Bu dünyaya niye gönderildim? Yemeye-içmeye mi, evlenmeye mi, eğlenmeye mi; yoksa sınanmaya mı? Aile yuvası kurmadan huzur ve mutluluğu yakalayabilir miyim?..”

Sonra ilâve ettik:

Acaip bir san'at ve kudret mu'cizesi olarak yaratılan insanın istidat (potansiyel halindeki yetenekleri), duygu ve cihazlarına baktığımızda şunu anlarız:
“Bunlar şu kısacık ömür ve hele hele yeme-içme ve kuvve-i şeheviyenin tatmini için verilmiş olamaz. Çünkü bu işleri, özellikle hayvanlar çok daha iyi yapmaktadır. Öyle ise, bu kadar ihtimam ve bu muhteşem cihazlar, başka ulvî gayeler için olmalı. Aklımız, mantığımız, vicdanımız, dünyaya gönderilişimizin başka bir gayesi olduğunu söylüyor. Öyle ise, yaratılışın ana gayesi, iman ve ibadetle sonsuz mutluluğu kazanmak için imtihan olmalı…”

Evlilik ve aile de iman ve ibadetin bir parçası olduğunu, Taberani’nin naklettiği hadis-i şeriften de çıkarabiliriz:
“Evlenen, îmanın yarısını tamamlamış olur, kalan yarısı hakkında ise Allah’tan korksun!”

İmtihanı kazanmanın yolu ise, ruh/duygularımızı Kur’ân’ın edep çerçevesinde eğitip, nefsimizi terbiye ile tekâmül ettirmekten geçer. Bu eğitim ve terbiyenin ilk, en tesirli mekânı, aile yuvasıdır.

Fani dünyanın, fani makamları için açılan “yeterlilik, üniversite, işe girme” vs. imtihanlarına var gücümüzle çalışırız. Öylesine ki, bu imtihanlardan birisine hazırlananlara, “Gel dostlarımızı ziyaret edelim, hem de gezmiş oluruz veya şu işi yapalım, sen de dinlenmiş olursun!” denildiğinde, “Bu imkânsız, gelemem, şunun şurasında kaç ay kaldı, istikbalim sözkonusu!” diyerek reddederler. Ve dur durak bilmeksizin imtihan için çalışırlar!

Halbuki, sonsuz bir mutluluk, gerçek istikbal için hayatımızın her safhasında, her halimizle imtihan olmaktayız. Sağlıkla, hastalıkla, zenginlikle, fakirlikle, varlıkla, yoklukla…
Ve evlilikle, aile yuvası kurmakla ve çocuklarla, çocuksuzlukla imtihan ediliriz:
“Sizi birbiriniz için imtihan aracı kıldık. Bakalım sabredecek misiniz?”
Anne-babalar; “Nasıl bir eşsiniz ve nasıl bir eş adayı yetiştiriyorsunuz?” diye imtihan olurken, gençler de:
“Nasıl bir eş olacaksınız ve nasıl bir eş arıyorsunuz?” imtihanıyla karşı karşıyasınız…
“Öyle ise gençler! Hem gençliğinizden, hem de aile yuvası kurmadan imtihan olacağınızı düşünerek hareket etmelisiniz…”

Sakın, aile yuvasının sorumlulukları, kimi zaman kaidelerine uyulmadığı için yaşanan problemleri veya şartları ağırlaştırmamızdan doğan aksaklıklar sizi evlenmekten alıkoymasın. Bir zaman, taksitle ev, araba alan gence sormuştum:
“Korkmuyor musun; nasıl ödeyeceksin?” Tereddütsüz şu cevabı verdi:
“Arkamda hali vakti yerinde anne-babam, akrabalarım var, çalıştığım koca şirket var, neden korkacağım!”
Şu halde masraflarından ve geçim şartlarının ağırlığından çekinip evliliği asla geciktirmemeli. Zira, Ganiyy-i Mutlak, Kadir-i Mutlak ve merhametliler merhametlisi Erhamürrâhimîn olan Rabbimiz her an yanımızda. Ki, şöyle vaad ediyor:

“Aranızdaki bekârlardan elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah, lütfu geniş olan ve her şeyi bilendir.”
Ve eğer, “Eh, artık okulu bitirdim, askerliğimi yaptım, mesleğimi elde ettim, aile geçindirecek bir iş kurdum veya buldum. Evliliğin de bir imtihan olduğunun şuuruna vardım!” diyebiliyorsanız, ne bekliyorsunuz?
Kârsız bekârlığa “Elveda!”, kârlı evliliğe “Merhaba!” deyip hazırlıklara başlayabilirsiniz!

Dipnotlar:

1- Kur’ân , Furkan, 20.
2- Kur'an , Nûr, 32.

3. EVLENMEK Mİ , EĞLENMEK Mİ İSTİYORSUNUZ ?


Bir aile yuvası kurmaya karar veren kendisine sormalı:
“Evlenmek mi istiyorum, eğlenmek mi?”

Evlilik konusuna bu açıdan bakıldığında, insanların iffetlerini, nâmuslarını, vakar ve ciddiyetlerini, nizam ve intizamı, belli prensipler dahilinde hareket etmeyi sağladığı görülür. Yâni, böylece insanlık, başıboşluktan, serserilikten, fuhuştan ve zinadan korunmuş olur. Çünkü sosyal hayatta, tarihten bu yana, aslolan iffettir, nâmustur. Fuhuş ve zina gibi gayri meşrû hayat, her toplumda bir sapma olarak kabul edilmiştir.

Evlilik, hayatın ağır şartlarını birlikte göğüslemektir. Gerçekten hayatın çok iniş ve çıkışları vardır. Zor ve sıkıntılı safhalarda eşler biri birine yardımcı olur; tesellî, destek ve güç verirler. Demek evlilik bir fedâkârlık, yardımlaşma, destek verme, canla başla çalışma ve bir şeyleri başarma okuludur.

Evlilik, edepli, faziletli, beden ve ruh bakımından sağlıklı nesiller, çocuklar yetiştirmeyi sağlar. Bunun en emin mekânı ise aile yuvasıdır. İnsanî duygular ilk önce aile yuvasında öğrenilir, eğitimi orada yapılır. Çocuğun en büyük ve ilk hocası annesidir. Bizim kültür ve inanç yapımızda yuvayı hem fizîkî, hem de manevî tehlikelerden koruyan da erkektir.

İnsan âciz ve zayıf, ihtiyaçları ise o ölçüde çok bir varlıktır. Gençliğin taşkınlıkları, hayatın problemleri, hastalıklar, belâ ve musîbetler, hattâ ihtiyarlığın âcizliğine karşı akrabalık imdada yetişir. Aksi halde, yalnız başına ihtiyaçlarını karşılayamaz, hayat standardını dengeleyemez, tabiî âfet ve insânî düşmanlarına karşı koyamaz.

Meşrû nikâh ile hayatın ağır problemlerini birlikte çözmeye karar verenler, aynı zamanda yardımcı halkalarını da genişletmiş olurlar. Akrabalar çoğalır, akrabalık bağları kuvvetleşir. Böylece insan, daha çok yardımcı bulur. İşleri kolaylaştırır. Otomatikman bir yardımlaşma, kollama, destekleme zemini teşekkül eder. Aile ve akrabalık bağları ile elde edilen çevre, nice zenginlik, hazine ve servetten daha değerli değil midir?

“Evlilik hayatı kolaylaştırır, rızkı bollaştırır”sözünün hikmeti de burada yatmaktadır. Geniş bir çevreye, geniş akraba ve dost halkasına sahip olanlar, daha rahat ve kolay iş imkânı, çalışma, yardımlaşma zemini de bulmaktadırlar.

Evlilik, çolukçocuğa bakarak, onların nafakasını kazanarak, cemiyete faydalı insan yetiştirerek haramlardan da sakındırarak sevap kazandırır. Bu da mesut ve bahtiyar olmak demektir. Peygamber Muhteşem bir aile reisi olan ve mutlu devrin zervesindeki Efendimiz (a.s.m kulak verelim şimdi:

“Kim gözünü yabancıdan çekmek, kendini nâmahremden korumak ve akrabalık hakkını gözetmek üzere evlenirse, Cenâbı Hak onu evlendiği kadınla, kadını da onunla mesut eder.”

Dipnot:
1. EtTerğîb ve’t Terhîb, 3:46.
Temiz bir âile yuvası için ne yapmalıyız?
Hepimiz sevmek, sevilmek, şefkat etmek, korumak, korunmak, yardım etmek, yardım almak, saygı görmek, saygı göstermek, fedâkârlık, diğergamlık gibi pekçok olumlu, ulvî, güzel duygulara sahibiz.
Sevmek ve sevilmek, en mükemmel şeklini, “Bir kalbe karşı, başka bir kalbin karşılık vermesiyle” tezahür ve inkişâf etmesiyle bulur. Yani, küfüv, denk bir eş ile…
Henüz yolun başındasınız. Temiz ve mutlu bir hayata sahip olmak istiyorsunuz. Bunun en uygun ve en münbit zeminlerinden birisi “âile,” yâni evlilik müessesesidir.
O halde kulak vermelisiniz: Eş arama ve bulmada, aile yapısını oluşturmada Batı felsefesinin normlarına göre mi, yoksa İslâmiyetin denenmiş, olumlu sonuçları alınmış ter ü taze esaslarıyla mı teşekkül ettireceğim?

Eğer medyanın kahredici Batılı hayat tarzına, kültürüne, dayatmalarına, programlarına ve beyinleri yıkayan yayınlarına kanarsanız; yanarsınız. Zira, Batı felsefesi insanın düşünce yapısını ve dolayısıyla aileyi, “Hevâ ve hevesi tatmin, nefsin istek ve arzularına cevap verme” üzerine binâ ediyor. Ki, bu aile hayatı çöktü, târ ü mâr oldu.
Batıda fert, şaşkınlığın çıkmazı içinde. Aile müessesesi, feminizmin tahribatıyla dağılmış ve parçalanmış.
Toplum, hayatı mânâsız ve sıkıntılı buluyor. İnsânî münâsebetler bitmiş.
Cinsî sapıklıklar kasıp kavuruyor.
Yalnızlık, korkunç bir felâket gibi insanları titretiyor.
Teknoloji, yeni keşif, îcad ve maddî imkânlar, onları devamlı peşinden sürükleyip “yalnızlığa” itiyor.
Moral gücüne daha fazla ihtiyaç hissederlerken, duygular “nefsî” hevesâtlarla tatmin edilmeye çalışılıyor. Bu ise onları birbirlerinden daha da uzaklaştırarak egoizm ve sefahet çirkefinin koyu karanlığına atıyor.

Yeteneğinizi yitirmemişseniz, Batı aile tipi ile Müslüman aile tipini kıyas ediniz.
Âilenin çekirdeği fert, toplumun hücresi de âiledir.
Âileye yönelik prensip ve kâideleri koyan İslâmiyet, huzurlu bir ortamın nasıl hazırlanacağını en ince ayrıntısına varıncaya kadar ortaya koymuştur.
Fertleri güzel duygu, düşünce, haslet ve ahlâk ile bezeyip süslüyor.İnsânî ve ulvî duygularını inkişâf ettiriyor.
Nefsimizi/duygularımızı beşikten mezara terbiye edip; kadınla erkeğin, âdî ve maddî çıkarlar için değil, ebedî bir hayat arkadaşlığı için, ayrılmamak üzere kaynaşmalarını emrediyor.
İslâm, ferdlerin, yalnızlık, başıboşluk, dağınıklık ve bunlardan doğan birçok kirliliklerden korunabilmeleri, sosyal hayatın düzeni, emniyet ve âsâyişin devamı için, bülûğ çağına ayak basmış olan gençlerin evlenmelerini, ev-bark, yuva kurup çoluk-çocuk sahibi olmalarını ister, tavsiye eder:
“Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve dişiden yarattık...”

Gerek bu âyetin devamı ve gerekse başka âyetlerde, diğer varlıkların da bir erkek ve dişiden yaratıldığını, dolayısıyla evlenmenin, yuva kurmanın fıtrî bir ihtiyaç olduğunu gösterir.
Kur’ânî bir göz ile evlilik müessesesine bakmaya çalıştığımızda, şu hikmetlerle karşılaşırız:
“Kadınlar sizin elbisenizdir, siz de onların.”
Erkek ve kadının birbirinin “elbisesi” şeklinde tavsif edilmesi enteresandır. Birbirini korumak, kollamak, nâmus ve hayâ timsâli olmak, beden ve ruh sağlığını muhafaza etmek gibi...

Nikâh/resmî sözleşme ise, karşılıklı bir anlaşma, hukûkî bir akit, iki cinsin bir araya gelmesi, birbirine bağlanmasıdır.
Âile, Müslümanın bir nevî cennetidir. Âile hayatı, karşılıklı anlayış, sevgi, sadakat, emniyet/güven ve hürmetle devam eder.
Mutluluk ve huzur ise, eşler arasındaki “güven”e bağlıdır. Bu güven ve hürmet, âile hayatının dünya hayatı ile sınırlı olmayacağı inancının pekişmesi ve insanın ulvî duygularının eğitim, terbiye ile geliştirilmesiyle mümkün.

Eş arayan, bu kültüre sahip olmalı ve bu kültüre sahip olanı tercih etmeli…
Ayrıca, anne-babalar, çocuklarının nasıl bir eşle evlenmesini istiyorlarsa, onlar da çocuklarını öyle yetiştirmeye çalışmalı ve öyle evlâtlar aramaya çalışmalı.

Dipnotlar:
1- Kur’ân, Tahrim, 6.
2- Age., Hucûrat, 13.

5- Evlenmeden Önce Kendimizi Keşfetmeliyiz!
Anne-babamızın yardımı; birikimlerimiz veya harç-borç yaparak evlenebilir, aile yuvası kurabiliriz. Bu işin en kolay tarafı.
Zorluk ve sıkıntılar bundan sonra başlar. En önemlisi, evlendikten sonra, aile yuvasını sağlıklı sürdürebilmek; huzur ile mutlu bir şekilde devam ettirmektir.

Evet, ev “emniyet içinde barınmak için” yapılır. Bir şekilde eve sahip olabiliriz. Ama, bu evin, temizliği, bakımı, elektrik-su, ısınma ve sâir masraflarla birlikte yüzlerce kalem gideri var. Eğer, gideri karşılayacak gelir yoksa, o ev, zindana döner!
Evlilik de böyledir. Eğer ruhumuzu/duygularımızı, kalbimizi keşfedip, gereklerini yerine getiremezsek; huzurlu ve mutlu olamayız. O zaman da o evliliği sürdüremeyiz…

Birey olarak, aile olarak huzur ve mutluluğumuzun yolu; ruhumuzu/duygularımızı, mânâ âlemimizle birlikte bedenimizi, nefsî cephemizi ve aralarındaki ilişkileri tanımaktan geçer. Öyle ise kendimizi keşfetmeliyiz.

Zira, evlilikle de peşinde olduğumuz şey, huzur ve mutluluktur. Ruhumuz/duygularımız ve geleceğimizle ilgili bir sürü hayatî soru dimağımızda cirit atar.
Evlenmek ayrı, bu soruların cevaplarını vermek ayrıdır.
Üstelik “evlenmekle” bu sorulara ve problemlere daha başkalarını da ilâve ediyoruz.
Dolayısıyla şunu düşünmeliyiz: “Evlenmekle” bu soruların cevaplarını bulabilir ve hedefimize ulaşabilir miyiz? Şu sorular direkt kendimizi, evliliğimizi, aile hayatımızı etkiler:

Nasıl bir ruh/duygu yumağıyız? Psiko-biyo-fizyolojik yapımızın bedenimizle irtibatı nedir? Bunların hayatımızın şekillenmesinde; duygularımızın oluşmasında ne gibi müsbet-menfî tesirleri vardır?

Eğer hayal, hafıza, akıl, zekâ, niyet, kalb vs. gibi zihnî ve ruhî unsurlarımızı, olumlu-olumsuz duygularımızı tanıyamazsak kapasitelerini nasıl arttırabilir; dizayn ediliş biçimlerine göre nasıl kullanabiliriz?

Kalp, sevgi üretim merkezidir aynı zamanda. Onun dimağımızla olan ilişki düzeyini biliyor, daha da önemlisi bu ilişkiyi sağlayabiliyor muyuz? Zihnimizin faaliyetlerinden olan niyetimizin düşünce, davranış, fiil ve sonuçlar üzerindeki tesirleri nelerdir? Ruhumuzu/nefsimizi, duygularımızı terbiye edip tekâmül ettirmenin etkili metodu ve kısa yolu var mı?

Ruhumuzu nasıl programlayabiliriz? Nefis/ruh terbiyesinde riyâzetin, yani, az yemenin, az uyumanın, kuvve-i şeheviyeyi muvâzeneli tatmin etmenin yeri nedir? Olumlu duygularımızı yüceltirken olumsuzlarını tamamen dumura mı uğratmalıyız, yoksa kanalize mi etmeliyiz? Bunu nasıl gerçekleştirebiliriz?

Kâinattaki varlıkların en istidatlısı (sonsuz potansiyel yeteneklisi) olan insanın kendisini eğitip terbiye edebilmesi, kişisel gelişimini sağlaması, maharet ve beceri ve pedagojik formasyon kazanabilmesi için öncelikle kendini keşfetmesi gerekir.
Kendini tanımayan, yaratılış gayesini bilmeyen, kendisini yaratılışı istikametinde geliştiremeyen eşini, çoluk-çocuğunu nasıl tanıyacak, onlarla iletişimi nasıl kuracak, onlara nasıl yardımcı olacaktır?

Ruh/duygu ve psiko-biyo-fizyolojik yapıyı ve aralarındaki ilişkiyi keşfetmek bir san'attır.
Dolayısıyla ruh ve bedenimizi keşfettiğimiz oranda aile fertleri ve diğer insanlarla sağlıklı iletişim kurabiliriz. O zaman da huzur, başarı ve mutluluğu yakalarız.

Evlenmeden Önce Kendimizi Keşfetmeliyiz!

Kendimizle barışık olmak ve iç huzuru yakalamak için kendimizi keşfetmeliyiz. Zaten buna mecburuz. Hakkında kâfî derecede bilgi sahibi olmadığımız bir cihazı kullanabilir, istifade edebilir miyiz?

Doğumumuzdan ölümümüze dek ruhumuz/duygularımızla beraber dünya hayatını sürdüreceğimize göre, onu tanımak, keşfetmek zorunda değil miyiz? Mahiyetini bilmediğimiz bir şeyle bir arada yaşamak endişe verici, ürkütücü, korkutucu değil mi?
Ayrıca, eşimizle, çoluk-çocuğumuzla bir ömür süreceğiz. Kendimizi tanıyamazsak, onları, yakınlarımızı, akrabaları ve sair insanları nasıl tanır; nasıl kendimizi tanıtabilir ve nasıl diyalog ve iletişim kurabiliriz?
Ruh/duygularımızı keşfetmek kendimizi tanımak demektir. Kendimizi tanırsak geliştirir, olgunlaştırır ve terbiye ederiz. O takdirde kendimizle barışık oluruz. Kendisiyle barışık olan, aile fertleri ve diğer insanlarla da barış içinde yaşar.

Diğer taraftan ruhumuzu ve özellikle kalbimizi keşfedebilirsek, istidatlarımızı ve kabiliyetlerimizi geliştirir, duygularımıza hâkim olma mahareti kazanırız.

Doğru düşünme; doğru algı ve isabetli bilgiyle mümkün. Pozitif bakış, olumlu davranış ve istikamet keşifle kazanılır. Maddî-manevî gücümüzü keşfedersek, duygularımızı değiştirir, geliştirir ve kontrol edebiliriz. Mecralarını bulunca onları dengeli, ölçülü kullanmayı öğreniriz. O takdirde de hareket kabiliyetimiz artar. Dimağımızı keşfedersek, beynimizi değiştirir, hayal, vehim, hafıza, zekâ gibi aklî melekelerimizi geliştiririz.

Ruhî keşif; sıkıntı, karamsarlık, problem, hastalık ve felâketlere karşı olumlu yaklaşabilme, onlardan ders alabilmeyi sağlar. Derdi dermana, ümitsizliği ümide, günahı sevaba çevirebilme melekesi/becerisi kazandırır.

İnsanlığımızın ortaya çıkması ruhumuzun tekâmülüne bağlıdır. Olgunlaşıp mükemmelleşmek için de kendimizi keşfetmeliyiz. Mutasavvıfların “insan-ı kâmil” diye tabir ettiği seviyeyi, dolayısıyla mutluluğu, kâinatta cereyan eden hadiselerin gerçek yönünü, eşyanın mânevî sırlarını ve lâtifeleri keşfederiz.

Ruhî keşif ve tekâmül yolculuğu bize sayısız ihtiyaçlarımızı ve aczimizi fark ettirip, sonsuz kudret, zenginlik sahibine dayanmayı, O’na hakikî “kul/abd” olmayı öğretir. Bu da bize melekleri de aşan insanî bir kimlik kazandıracaktır.
Kendimizi keşfedersek, onu terbiye eder, tekâmül ettirerek manevî, ruhî, manyetik enerjimizi ve gücümüzü yükseltiriz. O takdirde de her musîbete, her olumsuz hadiseye karşı dayanır, direnç gösterebiliriz.
Kendimizi keşfedersek, içe bakış metoduyla çoluk-çocuğumuza yaklaşım tarzını öğrenir; onların eğitim ve terbiyelerinde zorlanmayız.
Kısaca, ruh/duygu ve biyo-psiko-fizyolojik yapımızı keşfetmek, hayatın gizemini çözmek ve anlamlandırmak demektir. Bu da huzur, bu da lezzet, bu da mutluluk demektir.

6- “Güzel, akıllı,kültürlü, zengin, dindar bir eş arıyorum"
Mutlu ve huzurlu aile yuvası nasıl kurulur?
Hemen her genç, mutlu bir aile yuvası kurmanın hayallerini kurar. Zamanla bu hayalleri tasavvura, karara ve nihayet plan ve eyleme dönüşür.
Genç adam, evlenmek için aradığı adayın özelliklerini şöyle sıralar:
“Güzel, akıllı, zeki, kültürlü, zengin, dindar…”
Bu şartları arayan adama şu soruyu yöneltin:
“Sen bu özelliklerden kaçını taşıyorsun?”
“Şey!..”
“Eğer bütün adaylar aradıkları özelliklerde senin gibi ısrarlı olurlarsa yandın!”
Dengeli ve sağlıklı bir evlilik için; başta adaylar, hatta adayların ailesi ve çevresi hakkında detaylı bilgiye, derin bir tetkike ve araştırmaya ihtiyaç vardır.

Eş bulmak bir san’attır. Tıpkı resim, ticaret, pazarda alışveriş, öğretmenlik bir san’at olduğu gibi…
Mutluluk, görücü usûlü ile evlilikte değildir. Görücüsüzlük ve flörtte de değildir. İkisinin dengelenmesindedir!
Ortak bir iş yeri kuracağınız veya yapacağınız zaman ortağınızda aradığınız vasıflar nelerdir?
Güzelliği, yakışıklılığı mı, boyu-posu mu, rengi mi?

Bir esnaf, zaman zaman kendisine ortak alırmış. Araştırmasını yapar, en sonunda da mutlaka zeytin ekmek yemeyi teklif edermiş.
Yemeğin sonunda da “Tamam ortak olalım veya hayır, seninle ortaklık yapamam!” dermiş…
Bir arkadaşı, tanıdığı birisi için, “Daha önce tanıdığım birisiyle de ortaklık ettin, zeytin ekmek yedikten sonra kabul etmiştin, neden benim dostumu kabul etmedin? Hem bu zeytin ekmek yedikten sonra buna karar vermenin hikmeti nedir?” diye ısrarla sormuş. Şu cevabı almış:

“Ben 100 gram iri, 100 gram ince zeytin alır, iyice karıştırırım. Yemeğe başlayınca ortak teklif ettiğime bakarım. Ortaklığını kabul etmediklerim, her seferinde iri zeytinleri götürüyor. Kabul ettiklerim ise, bazen iri, bazen incelerini seçiyor!”

Hayat ortağınızı seçerken, çeşitli testlere tabi tutun. Çünkü evlilik ömür boyu sürecek bir ortaklıktır.
Evleneceğiniz eş için arayacağınız şartlar ne ise, siz de onları taşımalısınız. Diyelim ki, yalnız güzelliğine veya zenginliğine bakarak evlendiniz. Sonuç ne olacak? Tahmini zor değil…

Bir ürün satın aldığınızı düşününüz… Yalnız dışı güzel, kabı parlak olduğu için mi alırsınız; yoksa kalitesine mi bakarsınız? Farz edelim ki ürünü beğenmediniz; değiştirmeniz veya yenilemeniz mümkün. Ne var ki, insan bir ürün değildir. Kâinat çapında, hatta onun da ötesinde bir değeri vardır. Evlilik ömür boyu sürdürülecek bir müessesedir. Öyle ise, ona bir eşya ve üründen daha fazla değer vermeli ve ona göre araştırmalısınız.

Boşanmaların hızla artmasının sebeplerinden birisi, belki de birincisi; saman alevi gibi parlayan aşk-meşk evlilikleridir. “Gördüm, sevdim, beğendim, evlendim!” şeklinde gerçekleşen bir evlilik, “Gördüm, sevemedim, sevgim bitti, beğenmedim, boşanıyorum!” diye neticelenebilir.

7. Evlenilecek kişilerde aranılacak temel kriterler

Evlilik ve aile müessesesi yalnızca kuvve-i şeheviyenin tatmini için tesis edilmemiş. Veya, sırf sevdiği için evlenilmez. Bunlar önemli sebeplerinden birisidir, ama, yalnızca bunlar değildir.

Cennete, Hz. Adem (as)-Hz. Havva (ra) ile tesis edilen aile yuvasının daha pek çok sebepleri, hikmetleri vardır. Evlenilecek adaylarda genellikle dört ana kriter aranır:
1-Güzelliği, yakışıklılığı,
2-Zenginliği, malı, mülkü,
3-Soyu-sopu,
4-Dindarlığı, ahlâkı.

Aile müessesesi hakkıda da tüm insanlığa rehber olarak gönderilen yüce Nebi (asm), bu maddelerden “dindarlığın” tercih edilmesi tavsiyesinde bulunur:
“Dindarlığını, ahlâkını beğendiğiniz bir adam sizin âilenizden bir kıza tâlip olursa, onunla evlendirin. Şâyet bunu yapmazsanız yeryüzünde fitne ve bozgunluk olacaktır” 1 şeklinde de ikaz eder.
Burada “dindarlık”tan maksat, yalnızca “başörtüsü örtmek” gibi şekilden, görüntüden veya sadece “dine meyyal bir çevreden” gelmekten ibaret değildir.
Dindarlık, iman esaslarını kabul ile tahkikiye çevirmek; İslâm şartlarını yerine getirmek olduğu gibi ; hayatının tüm safhalarını Kur’an ve Sünnet-i Seniyye’ye göre yaşamaktır.
  • Karı-koca olarak eşlerin birine karşı olan vazifelerini yerine getirmek,
  • Anne-baba, çocuk, eş, kardeş, insan, hatta hayvan ve eşya haklarına riayet etmek,
  • Sosyal münasebetlerin nezaket ve nezahet içinde yürütülmesi,
  • Alış-verişini dosdoğru yapmak, herkese imanın özelliği olan hürriyet çerçevesinde yaklaşmak,
  • İnsanlığa faydalı olmak da dindarlığın gereğidir.
Kimi zaman, “Deliler gibi seviyorum, öyle ise evlenmeliyim!” diye tutturulur. Halbuki, deliler gibi değil, “akıllılar gibi sevmeli.”
Yani, kimi, ne kadar, niçin ve kimin hesabına sevmemiz gerektiği de bu dindarlığın içindedir.

Sırf sevdiği için veya güzelliği için evlilik tercih edilmez, edilmemeli.
Bu durumda duygu sapması yaşanır. Özellikle gençlik ve evlilik aşamasında. Zaten bir kişi veya nesne yalnızca güzelliği için sevilmez:
Ya lezzetinden, ya menfaatinden, ya güzelliğinden veya mükemmelliğinden dolayı sevilir.
Meselâ bir eserden istifade etme imkânı yoksa güzel de değilse, fakat mükemmel, kusursuz ise, yine de o eser bu sıfatından dolayı sevilir.

Diğer taraftan iman, İslâmiyet, cinsiyet ve insaniyet gibi nuranî, kuvvetli zincirler ve manevî kaleler de sevgi sebebidir.
Öyle ise, evlenmek için adaylarda sırf güzellik veya zenginlik kriter olamaz, olmamalı.
Ahlâkı, bilgisi, dürüstlüğü, anlayışı, feraseti, becerisi, akıllılığı zekâsı, vs. gibi özellikler nazara alınmalı. Ki, bunlar da dindarlığın unsurlarındandır.
Evlilik, imtihanı kazanmak, neslin devamını sağlamak, dinini yaşamak, huzurlu ve mutlu olmaktır.
Kimi zaman yaşayarak, kimi zaman gözlemleyerek öğrendik ki, “güzellik ve yakışıklılık” bunları temin edemez. Zaten bunlar geçici şeylerdir. Meselenin bu boyutlarını çevrenize bakarak, akrabalarınızın aile hayatına inceleyerek anlayabiliriz:

Sırf güzelliği, malı ve soyu-sopu için evlenenlerin aile hayatı kısa zamanda alabora olmuştur.
Ama, dindarlık ve ahlak üzerine ( sadece görüntü değil ) bina edilen bir aile müessesesi, diğerlerine nazaran gayet huzurlu ve mutlu bir şekilde devam ediyor.

Bir erkek, kendine denk ( küfüv ) ve Kur’an ile Sünnetin ortaya koyduğu kriterlere uygun bir eş bulana kadar, kendisini işine, hizmetine vermeli.
Zaten, bir mevzua yoğunlaşmak, diğer meseleleri geri plana iter. Bu arada, kuvve-i şeheviyenin taşkınlıklarından korunmak için de Peygamberimizi (asm) dinlemeliyiz:

“Kimin maddî imkânı varsa hemen evlensin. Kim maddî imkân bulamazsa oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için şehvet kırıcıdır.”
Bir bayanın, yakışıklı, fakat, ahlâkî zaaflarla malül biriyle evlenip, hem dünya hayatını zehire çevirip, hem de sonsuz hayatını mahvetmektense ; nafakasını kendisi temin edip mücerret kalmayı tercih edebilir.
Aile müessesesinin zedelendiğini gözlemleyen Bediüzzaman Said Nursi :
“Dindar kadın, İslâmî terbiyeden nasibini almayanla evlenmek yerine nafakasını kendisi temin etmelidir” 4 tavsiyesinde bulunur.

Dipnotlar:

1-Tirmizî, Nikâh 3.
2-Hutbe-i Şâmiye, s. 58.
3-Kütüb-i Sitte, c.17, s. 187.
4-Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyatı, Alman Baskı, s. 293.

8. Eş seçiminde ebeveynin rolü ne olmalı?

Hemen her meselede aile bireyleriyle, özellikle anne-baba ile istişare etmek çok önemli. Meselâ, meseleleri birlikte müzakere, istişare etmek hayatî ehemmiyet arz eder.
Unutmayalım ki, anne-babalar çocuklarını kıskanmaz; kendilerinden üstün olmasını, huzurlu ve mutlu olmalarını isterler. Bunun için güçleri ölçüsünde her çabayı harcarlar.

Eğer düşüncelerinizi, aile değerlerini onlarla paylaşırsanız, size her türlü desteği verirler.
Hayata atılma (iş yapma, çalışma, evlenme ve aile hayatı kurma) konularında onlarla konuşup müzakere edin. Herkes düşüncelerini, beklentilerini ortaya koysun.
Bunlara uyup-uymama, yani karar, size aittir.

Eğer bir aile iseniz ve eğer “aile”, dayanışma, yardımlaşma, birbirine destek verme, birbirine saygı ve sevgi paylaşımı ise; birlikte karar vermelisiniz.
Evlilik ve eş seçimi meselesinde hep birlikte adaylar üzerinde dikkatli, uzun, tatmin edici araştırmalar, tahliller, değerlendirmeler yapıp, ailenin ortak kararını almalısınız.
Çünkü, bu karar tamamen çocuğa bırakılamaz veya anne-babalar kendi isteklerini dayatamaz.

Zira, evlilik yalnız evlenenleri ilgilendirmiyor ve bu süreç yalnız başına devam etmeyecek.
Aile ile birlikte, diğer aile de işin içine girecek. Ve her türlü ilişki ve iletişim hayat boyu devam edecek.
Öyle ise, eş seçimi, ailenin ortak kararı olmalı.
Bu süreçte aile zaten çocuğun yanındadır ve yanında olmak zorundadır. Ancak, sonuçta son karar çocuğun kendisine bırakılmalı. Çünkü, bu hayatı yaşayacak olan da odur.

Araştırma ve tahliller iki koldan yürütülmeli.
Mesele ailece masaya yatırılmalı; sentezler yapılmalı.
Adayların kişilikleri, yetiştiği çevre, ailenin yapısı bütün detaylarıyla konuşulmalı ve ortaya konmalı.

Sonuca birlikte varılmalıdır.
Ama, en son karar, evlenecek kişiye bırakılmalıdır. Çünkü, hayat onun hayatıdır.
Son düzenleyen Safi; 2 Temmuz 2016 05:08