Arama

Mısır ve Mısır Tarihi - Tek Mesaj #6

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
14 Temmuz 2017       Mesaj #6
Safi - avatarı
SMD MiSiM
MISIR
Ad:  20.jpg
Gösterim: 856
Boyut:  43.2 KB

Kuzey-doğu Afrika'da devlet, Akdeniz ve Kızıldeniz kıyısında, Nil'in her iki yakasında; 1 milyon km’; 54 609 000 nüf. (1991) Başkenti Kahire. Resmi dili arapça

COĞRAFYA


iklim ve çöller


Mısır'ın bütünü kurak tropikal kuşakta yer alır. Kışın yağışlı akdeniz ikliminin egemen olduğu güney uç kesimi çok küçük bir kıyı kenarını kaplar; Delta'nın ortasında 50 mm olan yağış miktarı Asuan'da 1 mm'ye düşerken, güneye doğru inildikçe sıcaklık artar (yıllık ortalama: İskenderiye'de 20,7 °C; Asuan' da 25,8 °C). Ayrıca ülkenin büyük bölümü çöllerle kaplıdır. Ülke arazisi eski Afrika billurlu sert tabanının bir parçasıdır; sert tabanın üstü bir Nübye kumtaşı tortul örtüsüyle (ikinci Zaman’dan kalma karasal oluşum), onun üstü de Kretase devrinde oluşmuş (özellikle kireçtaşlı) bir tabakayla ve az çok yüksek, kırılmış paleojen bir katmanla örtülüdür.

Bu nedenle Sina, Süveyş kanalıyla Akabe tektonik çukurları arasında kalmış, güneyi çok yüksek (2 637 m), K.'de dev cuestalara dönüşmüş tortul platolar altına dalan bir horsttur Nil'in D’sundaki Arap çölü (ya da Arabistan çölü), Kızıldeniz'in çökmüş kabartısına doğru yükselmiş (2 180 m'ye ulaştığından bunlara bazen Arabistan sıradağı adı da verilir) bir sert taban parçasıdır. Buralarda, 10-25 mm arasında değişen yıllık yağışların ancak geçici akışlara olanak verdiği bir akarsu ağı vardır. Arap çölü, Antikçağ'da büyük bir madencilik (altın, porfir) bölgesiydi.

Günümüzde burada birkaç hıristiyan manastırıyla bazı göçebe kabileler dışında hiçbir şey yoktur. Nil’in B.’sındaki, daha alçak platolardan oluşan, akarsuların bulunmadığı Batı çölü (ya da Libya çölü), hemen hemen bütünüyle ıssızdır. Batı çölündeki bazı derin çöküntü alanlarının en kuzey alanları deniz düzeyinin üstündedir; bu çöküntü alanlarının tabanında, Antikçağ'da insanların gönenç içinde yaşadığı, daha sonra arap göçebelerin talan ettiği vahaları besleyen kaynaklar (Tibesti’den Akdeniz’e doğru inen, bir bölümü fosil bir yeraltı su örtüsünün yüzeye çıkmış bölümüdür) bulunur. Günümüzde yeni kuyular açılarak yöredeki vahaları yeniden yerleşime açma çabaları sürdürülmekte ve önemli gelişmeler sağlanmaktadır: sözgelimi el-Fayyum'un dışındaki vahalarda bugün 100 OOO’i aşkın insan yaşamaktadır.

Nil ve kırsal yaşam


Çölün ortasında, Mısır’ın kalabalık nüfusunun yaşayabilmesi özellikle Etyopya’nın yüksek topraklarına (özellikle de Doğu Afrika göller platosuna) düşen yağmurlarla beslenen Nil'in suları (Asuan'da ortalama su miktarı 2 500 m3/sn) sayesinde gerçekleşmektedir. Üçüncü Zaman başlarında, bugünkü vadinin B.'sında K.’e doğru bir ırmak akıyordu; ama Nil'in bugünkü yatağı, Arabistan sıradağlarının batı eteklerini etkileyen bir dizi yerinden oynama sonucu oluşmuştur Etyopya ile ekvatora özgü öğelerin (Etyopya kütlesinden gelen minerallere 15 metre yükseltideki alçak şekillerde rastlanır), ırmağı etkilemeye başlaması, oluşum biçimleri bugün de bilinmeyen devrilmelerin sonucunda, çok daha sonra (Dördüncü Zaman) gerçekleşti. Irmağın düzenli kabarması (20 ağustos ile 20 eylül arasında Asuan’da ortalama debi 8 500 m3/sn' ye ulaşır), büyük olasılıkla İ.Ö. IV. bin'den beri geliştirilen sulama yöntemleriyle (suların, çamur içinde ekim yapılan bentlerde toplandığı ana yatakta oluşturulan yavuzlara [hod] yöneltilmesi) kış tahılları (buğday ve arpa) ve yem bitkileri (çoğunluğunu mandaların oluşturduğu büyükbaş hayvanların başlıca besini olan bersim ya da İskenderiye yoncası) yetiştirilmesine olanak verdi. Bu ürünler, başlıca geçim kaynağı olan şetui tarımının temelidir.

Ayrıca, daha yüksek topraklarda, su yükseltici araçlar kullanılarak (tüm Mısır tarihi boyunca teknik açıdan sürekli geliştirilmişlerdir: elle kullanılan kova, şeduf [karşıt ağırlıklı terazi sistemi], Arkhimedes burgusu, sakiye [hayvan gücüyle çalıştırılan çark], motorlu pompa) sonbahar ekimleri de yapılmaktadır. Havzanın en çukur yerlerinde, yeraltı su örtüsüne (yeraltı Nil) ulaşacak biçimde açılan kuyular, az miktarda ilkbahar ürünü alınmasını da sağlıyordu (bu örtüdeki suların yükselme ritmi, Aşağı Mısır'da; yüzeydeki ırmağınkinden üç ay farklıdır). Öte yandan, sular alçaldığında toprağın nadasa bırakılması, kuruyan kilin çatlamasına ve daha sonraki kabarma sırasında suların ve milin sızmasına yol açarak toprağın verimliliğini artırıyordu. Suların bu geleneksel kullanılma sistemi, kıyıların yüksek yerlerinde ya da bentlerde büyük köy topluluklarının kurulmasına yol açıyordu. Bu köyler, ırmak deltasının yukarılarında, bütün Yukarı ve Orta Mısır'da hâlâ kırsal konut yapısının temeli olan ortaklaşa işlemeye dayanan bir bentler düzeninin sonucuydu.

Ama Mehmet Ali Paşa yönetiminde, XIX. yy.'ın ilk otuz yılından başlayarak, ticarete yönelik ürünlerin (özellikle pamuk) yetiştirilmesi, nüfusun da artmasıyla birlikte, yeni bir evreye, yani sürekli sulamaya geçilmesini sağladı. Bu sulama tarzı, sular alçaldığında düzeyin yükselmesini sağlayan barajlarla (1840'tan sonra yapılan ve birkaç kez yükseltilen ya da yeniden yapılan Delta burnu barajı; vadideki Asyût, Nag Hamadi ve Esneh barajları; Delta’da, Dimyat kolundaki Zifte barajı) ve daha sonra kabarma sırasında suları toplayan biriktirmeli barajlarla gerçekleştirildi. Birinci Asuan barajının (1902) kapasitesi 5,3 km3'tü; 1970'ten sonra yapılmaya başlayan Yukarı Asuan barajı (Sedd ül-Ali), ekilebilir yüzeyi 200 000 ha artırarak toplam 35 000 km2’ye ulaştıran, 60 000 km2’lik gölüyle 130 km3 kapasiteli çok büyük bir barajdır.

Suyun denetim altına alınması, Delta’nın özellikle merkezinde ve kuzeyinde, önemli ölçüde arazi kazanılmasını sağlayarak yüz yıl önceki yabanıl toprakları değerlendirme olanağı verdi. Bu durum, toprak rejiminin (kadastronun geçmesi, özel toprak mülkiyetinin gelişmesi ve özellikle de büyük toprakların genişlemesi; 21 ha'dan geniş mülkler, 1950'de, tüm yüzeyin üçte birini kaplıyordu) ve konutlaşmanın köklü bir değişikliğe uğramasına yol açtı (Delta'da, esas olan dağınık konutlar, vadide, eski köylerin arasında yer alır). Ayrıca, tarımsal üretimde de büyük değişimler gerçekleşti. Pamuk (350 000 t) ile şekerkamışı başta olmak üzere, ticarete yönelik tarım ürünleri ön sıraya geçti. Besin bitkilerinin sıralamasında da değişiklik oldu: buğday (4,3 Mt) eskiden çok önlerde ve Mısır'ın dışsatım ürünlerinin başında yer alırken son zamanlarda sulama imkânlarının artışı nedeniyle pirinç (3,2 Mt) (tuzlu sulara çok iyi uyarlanan pirinç, Delta'nın kuzeyindeki yeni topraklarda ekilmeye başlanmıştı), mısır (4,6 Mt) (Delta'nın içlerinde ve Orta Mısır'da) ve kocadan (Güney'de) [630 000 t] büyük önem kazandı.

Sürekli sulamanın sonucu olan tarımsal devrim, ülkeyi uluslararası ticarete açmış, ama olumsuzluklar doğurmaktan da geri kalmamıştı: artık nadasla ve taşkınların getirdiği mille sağlanmayan toprak verimliliği giderek daha fazla miktarda kimyasal gübre kullanılarak sürdürülebildi; aralıksız ekim yapılması, biyolojik dengeyi tehlikeli biçimde bozdu, asalaklar çoğaldı. 42 ha'dan geniş kişisel toprakları iki evrede (1952 ve 1961) bölen tarım reformuyla, ekilebilir toprakların aşağı yukarı % 10'u 225 000 aileye dağıtıldı. Ama bu aileler ülkedeki 15 milyon topraksız köylünün ancak küçük bir bölümüydü. Mısır köylüleri arasında, ekilebilir topraklar eşit olarak bölüştürülse bile, uygulanan ekim sistemi içinde bu köylülere iyi sayılabilecek bir yaşama düzeyi sağlanamazdı. Ekilebilir toprakların son sınırına kadar genişletildiği günümüzde, büyük nüfus artışı karşısında, ülke tarımı için tek çözüm, yüksek değerdeki ürünlerle, yani sebze ve meyve yetiştirmeciliğiyle (bunlar yaygınlaşmamış ve büyük kentlere yakın kesimlerle sınırlı kalmıştır) ve ülkenin, dev bir huerta’ya dönüştürülmesidir.

Nüfus, kaynaklar ve gelişme


Nüfus artışı, tarımın bir çözüm getiremeyeceği kadar yüksektir. XVIII. yy.'ın sonunda 2 500 000 olduğu tahmin edilen nüfus, 1882 sayımında 6 500 000 olarak saptanırken, 1992'de 55 milyona yükseldi. Buna, resmi olarak 2,5 milyon olduğu, ileri sürülen ve hiç kuşkusuz, gerçekte 5 milyon kadar olan hıristiyan azınlık da (Kiptiler) dahildir. Ölüm oranının büyüklüğünden ötürü İkinci Dünya savaşı'na kadar yıllık % 1,3 ile 1,6 arasında olan nüfus artışı, 1965'e doğru % 2,8'e kadar büyük bir artış gösterdi (doğum % 4,3 ve ölüm % 1,5). Savaş durumu, seferberlik ve Süveyş kanalı göçü yüzünden 1971-1973 yıllarında % 2'ye düşen bu oran, 1989'da yeniden % 2,9'a yükseldi. Mısır'ın nüfusu. 2000 yılında hiç kuşkusuz 70 milyon olacaktır. Ülkenin oturmaya elverişli yörelerinin yüzölçümü göz önüne alınırsa (40 000 km2'den az) gerçek yoğunluk ortalaması, km2 başına 1000 kişiyi geçer.
Ad:  14.jpg
Gösterim: 866
Boyut:  47.4 KB

Ama bu duruma rağmen, ülkenin elinde önemli ve çeşitli kozlar vardır. 1967 savaşından sonra uzun süre kapalı kalan ve 1975'te açılan Süveyş kanalı, bu arada boyutları artan petrol tankerleri Ümit burnu'nu dönmek zorunda kaldığından daha önceki gelir düzeyini gerçekleştirememişti (1966’da 242 Mt olan geçişin sağladığı gelir, gayrısafi milli hâsılanın % 5 ila 6'sını ve bütçenin % 10'unu karşılıyordu; 1978'de ise bütçedeki oran % 3'tü). Ama kanalda yapılmakta olan genişletme çalışmaları 1987'de tamamlanmış, kanal geliri 1980'e göre uç kat artmıştın (1989'da 1,3 M dolar).

Ayrıca, 1976’daı açılan ve 120 Mt kapasiteli olması öngörülen Süveyş-iskenderiye petrol boruhattı, bugün 80 Mt'luk taşıma gerçekleştir, mektedir. Turizmde gelişmenin en yüksek noktaya ulaştığı (1 milyon turist) gözlemlenmekle birlikte, bütün Ortadoğu'ya, özellikle de Libya, Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan'a yayılmış olan göçmenlerin gönderdikleri paraların, Kanal'dan elde edilenin iki katı olduğu ileri sürülebilir. Maden kaynakları da önemli bir ihracatı beslemektedir. Geleneksel ürünlere (Batı Sina'da manganez, Kızıldeniz kıyılarında fosfat), gelişmekte olan ve 35 Mt'a ulaşan (yarısından fazlası ihraç edilmektedir) petrol üretimiyle (Sina ve Libya çölü petrol yatakları) önemli bir öğe eklenmiş olur (616 Mt rezerve karşılık, 45 Mt üretim).

Bununla birlikte, Mısır'ın gelişmesinin sanayileşmekten geçtiği apaçıktır. Mısır, daha XIX. yy.'da, Batı'nın etkisinde kalmıştı ve sanayisi bugün Afrika'da ikinci sırayı almaktadır. Eski sanayi kolları, tekstil (toplam işgücünün yarısı) ve besin (% 20), çimento, demir sanayisi (Asuan yakınlarındaki demir yataklarının işlenmesiyle 1 Mt'dan fazla çelik üretilir) ve kimyadır (kimyasal gübreler). Enerji kaynaklarının artışı da ekonomiye yeni bir güç kazandırmaktadır: Delta'da kurulan yeni bir gübre fabrikasına enerji sağlayan Kuzey’in doğal gaz yatakları (351 Gm3 rezerv, yılda 4 Gm3 üretim); “yüksek baraj'ın, azami üretimi 10 TWsa'e ulaşacak olan yeni hidroelektrik tesisleri (tüm elektrik üretimi 15 TWsa kadardır).

Bu tesisler, Asuan'daki büyük bir kimyasal gübre fabrikasını besledikleri gibi, 1977' de açılan ve Avustralya'dan getirilen boksiti kullanan Nag Hamadi alüminyum fabrikasına (yılda 180 000 t) enerji sağlamaktadır. Ulusal petrol üretimi, enerji tüketiminin gittikçe artan bir bölümünü karşıladığı gibi, pamuğun önünde, ihraç maddelerinin en önemlilerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Ticaret dengesinin önemli ölçüde açık vermesine ve bütçenin büyük bir bölümünün üretken olmayan etkinliklere (savunma gibi) ayrılmasına rağmen, Mısır’da gerçek bir gelişmenin temelleri vardır ve yıllık milli hâsıla ortalamaları bugün, nüfustan daha Ihızlı artmaktadır.

TARİH


Tarihöncesi


Mısır'ın Tarihöncesi son zamanlara kadar pek az incelenmişti. Taş alet yapımı, Teb çölünde bulunan işlenmiş çakılların (bunlar, Oldoway aletlerine benzer) gösterdiği gibi, 500 000 yıl öncesine uzanır. Daha sonra, Acheul kültüründe rastlanan türde çiftyüzlü aletlere ve ondan sonra da 200 000 yılına doğru, Levallois" tekniğiyle ortaya konmuş daha ince işlere geçildiğini görüyoruz. Üst Yontmataş döneminde, 40 000'e doğru çölün genişlemesi, insanları ırmağın yakınlarına sürmüştü. Taş alet yapımı, özellikle dilgileri (Ater tipinden saplı uçlar) ya da Havare evresinde görülen ve Mısır’a özgü olan iyi işlenmiş çekirdekleri kapsar. Yontmataş döneminin sonunda, geometrik özellikler taşıyan çeşitli mikrolitlerin üretildiği endüstrilerin geliştiği görülür.

Bazı yerleşimlerde (Kom Ombo ve Esneh arasındaki Vadi Kubbaniye, Ebu-Simbel, Kom Ombo ve Esneh’in yukarısındaki Tuşke) her mevsimde düzenli olarak buğday ve arpa tarımı yapan yerleşik toplulukların (17 000'den -12 000'e kadar) varlığı kanıtlanmıştır. Burada Yenitaş uygarlığına, beslenme tarzının yavaş yavaş dönüşüme uğradığı ve çok uzun süren bir çeşit erken geçiş süreciyle karşı karşıyayız. Bu bulgular, günümüze kadar, özellikle güneyde Hartum bölgesinin (kayalara kazınmış resimler ve dalga çizgili çanak çömlek), kuzeyde de el-Fayyum kültürünün incelendiği Mısır Yenitaş dönemini daha iyi anlamamızı sağlar. Örrtarih, İ.Ö. 4000 yılına doğru. Yukarı Mısır'a özgü evrelerle (Badari kültürü, Nagada I ya da el-Amre kültürü ve Nagada II ya da Gerze kültürü) devam eder; Aşağı Mısır’da ise, el-Umari, Merimde ya da Tura ve el-Meadi kültürleri gelişmiştir. Delta’da çok geçmeden, LÜ. 3400’e doğru, kralları kırmızı taç giyen Buto monarşisinin yönetiminde bir araya gelmiş birçok krallığa rastlanır. Güneyde ise, fatih Menes'le özdeşleştirilen Narmer'in (iki krallığı birleştirmiştir) bağlı olduğunu söyleyebileceğimiz, beyaz taç giyen Hierakonpolis kralları egemendir.
Ad:  24.jpg
Gösterim: 773
Boyut:  68.4 KB

firavunların egemenliğindeki


Mısır İ.Ö. 3200'e doğru, hierakonpolisli Narmer, o dönemde mevcut olan iki krallığı birleştirdi. Bunlar, Yukarı Mısır (başkenti Hierakonpolis, tanrısı akbaba-tanrıça Nehet, simgesi beyaz taçtı) ve Aşağı Mısır (başkenti Buto, tanrısı yılan-tanrıça Uto, simgesi kırmızı taçtı) krallıklarıydı. İki taca (buna, Mısır dilinde "iki güçlü" deniyordu ve yunan yazısıyla pskhent diye yazılıyordu) sahip olan marmer (Manethon' un bize aktardığı Mısır kökenli geleneksel şemaya göre), 30 hanedanın art arda gelişiyle, 3 bin yıl boyunca ve Büyük İskender’in gelişine (333) kadar Mısır'ı yöneten kralların ilkiydi. Narmer, başkentini, ilk iki hanedan krallarının yaşadığı Tis'te (Abydos yakınları) kurdu.

Bu hanedanlar konusundaki bilgileri, Abydos, Sakkare ve Hilvan (Aşağı Mısır) nekropolislerinde elde edilen bulgulara borçluyuz. Narmer'in, Delta ucunda yeni Memfis kentini kurduğu sanılmaktadır. Ülkenin birliğini koruyan bu ilk hükümdarların yaptıkları işlerin önemli olduğunu söylemek gerekir (tinit dönemi: 3200-2778). Bu işler arasında, yeni bir ekonominin yaratılmasını (ulusal bir sulama siyasetiyle, toprakların değerlendirilmesi, tarımın ve hayvancılığın geliştirilmesi), birleştirici ve tannsal nitelikli yeni monarşi ilkelerinin ortaya konmasını, siyasal yönetim öğelerinin uygulanmasını (merkezi yönetimin ve taşra yönetimlerinin çarkları, gücü her şeye yeten "firavunun elinde”ydi) sayabiliriz.

LÜ. 2778'e doğru, III. hanedan ve ilk kralı Coser, Memfis’i başkent olarak seçti. Eski imparatorluk'la (2778-2420; III. -VI. hanedan) piramitlerin yapılışı aynı döneme rastlar. Taş mimarlığına büyük bir gelişim kazandıran da, Coser'in bakanı mimar imhotep'tir. Bugün de, Sakkare'de, Gize'de Meydum'da, Abusir’de gökyüzüne doğru uzanan ve Keops'un, Kefren’in, Mikerinos'un adlarını ölümsüzleştiren kral mezarlarının çölün üzerinde yükseldiğini görüyoruz. IV. ve V. hanedanlar zamanında, firavunların iktidarı pekişti; yönetimin gittikçe daha fazla önem kazanmasından ötürü Snefru, kralın güvendiği ve onun adına adaleti, polisi, orduyu yöneten bir vezir atamaya başladı. Memfis sarayında, yüksek görevlilerin oluşturduğu ve kralın yakını olan bir sınıf ortaya çıktı. Bunlar, Mısır'daki yönetimin en yüksek kademesinde bulunan kralın sevgisini ve güvenini kazanmaya çalışıyorlardı. Ayrıca kral, güneş tanrı Re’ye dayanan manevi gücü de elinde tutuyor, bu tanrının "oğlu” olduğunu ileri sürerek Re'ye, gerçek bir devlet tanrısı niteliğini kazandırıyordu.

Mısır, dünyaya kapalı bir ülke değildi: Byblos ve Fenike ile, Kıbrıs, Girit ve Akdeniz adalarıyla, Sina (buradaki maden ocakları, Eski imparatorluk’un başından beri Mısırlılar tarafından değerlendirilmişti) ve Mezopotamya ile ilişkileri vardı. Mısır’ın doğal bir uzantısı olarak görülen Afrika, Nil'in üçüncü çavlanına kadar biliniyordu: Mısır egemenliğindeki Nübye toprakları, ürünleriyle (buğday, hayvan, fildişi, abanoz, devekuşu tüyü, leopar ve panter derisi), krallığın zenginliğine katkıda bulunuyordu. Punt ülkesine (bugünkü Somali) yapılan büyük deniz seferleri, Mısırlıların değerli ürünler (özellikle günlük ağaçları) elde etmesini sağlıyordu.

VI. hanedan döneminde (Teti, Pepi I, Pepi II), nedimler, gözdeler ve taşranın yüksek görevlilerinden oluşan bir oligarşinin pekişmesi ve belki de halk kütlelerinin muhalefeti, firavunun sınırsız gücünü tehlikeye düşürdü, iki yüzyıldan daha fazla bir süre (ilk Ara dönem: 2420-2160), bir toplumsal devrim, ülkeyi anarşi, ekonomik çöküntü ve yabancı istilalarıyla (özellikle VII. ve VIII. Memfis hanedanları döneminde) karşı karşıya bıraktı. IX. ve X. hanedanlar, Herakleopolis'te (el-Fayyum), bir monarşi yönetiminin sürmesini sağladılar. Ama bu yönetim, Orta ve Aşağı Mısırla sınırlanmıştı.

Ülkenin birliği, XI. hanedanı kuran ve Orta imparatorluk dönemini (2160-1778) başlatan Teb prensleri Antetler tarafından sağlandı. Başkenti Teb ve hükümdarları Antetler ve Montuhodepler olan bu hanedan, Teb tanrısı Amon'a öncelik tanıyan ilk hanedandır. XII. hanedanla, yani Amenemhatlar ve Sesostrisler hanedanıyla (bunlar, başkenti, yeniden daha kuzeye, el-Fayyum yakınındaki Lişt'e taşıdılar), merkezi bir nitelik kazanan yönetim, devlet tanrısı Amon-Re'nin (bu tanrının kişiliği, Teb rahipleri ile Heliopolis rahiplerinin bir uzlaşmasına dayanıyordu) koruyuculuğu altında, eski gücünü yeniden elde etti. Firavun'un (artık, tanrılar ile insanlar arasında iletişim kuran ve halkı yöneten “iyi bir çoban” olarak görülüyordu) çevresinde, daha farklılaşmış bir toplum ortaya çıktı.

Bu toplumun ayırtedici özelliği, zengin bir orta sınıfın (kâtipler, zanaatçılar vb.) kendini göstermesiydi. El-Fayyum, sistemli olarak değerlendirilmeye başlandı ve bu arada, özellikle kuzey-doğu’da olmak üzere sınırların korunmasına yönelik bir siyaset benimsendi. Güneyde, Afrika'nın içlerine doğru ilerlendi: "sömürgeci” bir yönetim tesis edildi, Mısır kralnaibinin oturduğu yer olan Buhen kenti (ikinci çavlan) kuruldu; artık Nübye ve Sudan’da, Nil boyunca Mısır kaleleri yer alıyordu, ideolojik açıdan, Orta imparatorlukla görülen evrim çok önemliydi: Osiris kültünün gelişmesi, yalnızca kralın değil, bu tanrının çektiklerine ve yeniden doğuşuna ilişkin dinsel uygulamaları yerine getiren her kişinin, ölümsüzlüğe kavuşmasına olanak sağlıyordu.

I.Ü. 1900'den başlayarak, Hazar denizi ve Karadeniz’den gelen hint-avrupa halklarının istilaları, güçlü Asya devletlerinin kurulmasına yol açarak, Yakındoğu’nun haritasını “yeniden çizdi”. Anadolu yaylalarında Mitanni, Dicle ve Fırat’ın yukarı çığırlarında da Hatti devletleri kuruldu; Babil’de yeni bir hanedan iktidara geçti. Bu istilalardan kaçan yerli halklar güneye yöneldi ve Mısır’a kadar ulaşarak orada, Hyksoslar adıyla, önce, Delta’nın kuzey-doğu’sunda, Avaris kenti çevresinde yerleştiler. XIII. ve XIV. yerli hanedanların zayıflığından yararlanan ve Asya’dan yeni gelenlerle daha da güçlenen Hyksoslar, krallığı yavaş yavaş ele geçirdiler ve XV.-XVI. hanedanlar zamanında hüküm sürdüler; ancak Yukarı Mısır’a tam anlamıyla egemen olamadılar Bu ikinci ara döneme (1778-1580), bir kurtuluş savaşına girişen Teb prensleri son verdi. Kames, Ahmosis, Hyksoslar’ı kovdular, Avaris'i ele geçirdiler ve düşmanı Şaruhen’e kadar sürdüler.

Bu tarihlerde başlayan Yeni imparatorluk (1580-1085; XVIII. ve XX. hanedanlar), başkent olarak Teb'i seçti (krallık sarayı buksor’daydı) ve firavunlar, monarşinin altınçağını gerçekleştirdi. Amenofisler, Tutmosisler, Seti, Mineptah ve Ramsesler, ülkelerinin yücelmesi için çalıştılar. Bu, yoğun bir sanat etkinliğinin gösterildiği bir zenginlik dönemidir: Karnak (Nil'in sağ kıyısında), Roma dönemine kadar, özellikle tanrı Amon-Re'nin onuruna büyük anıtların yapıldığı dev bir inşaat alanına dönüştü. Kralların ve özel şahıslann hypogeumları ise, sol kıyıda yer alıyordu (Krallar vadisi, Kraliçeler vadisi).

Krallığı Yakındoğu’da kurulan güçlü devletlerce tehdit edilen firavun, ülkesini savunmak için, büyük bir fatih olmak zorundaydı. Böylece, büyük bir imparatorluğu kurdu ve örgütledi, yeni, etkili ve zekice yönetilen bir diplomasi sayesinde gerçek bir uluslararası siyaset yürüttü. Tutmosis III, 17 askeri sefer yaparak (bunlar, Karnak'taki büyük Amon-Retapınağı’nda taşa işlenmiş Yıllıklar yazıtında açıklanmıştır) Mitanni'nin kurduğu tehlikeli koalisyonu boşa çıkardı ve Amenofis II, sonunda, bu ülke ile anlaştı. Ramses II, Hititler'jn gücünü kırdı (Kadeş savaşı) ve bu iki devlet, bir ittifak kurdular (bu antlaşmanın metni, Mısır ve Hitit arşivlerinde bulunmuştur). Mineptah ve Ramses III, Kuzey’ den ve denizlerden gelen halklarla mücadele ettiler (Kuzey'den gelen yeni hint-avrupa istilaları; Dorlar'ın Yunanistan'a gelmesiyle topraklarından kovulan, oturacak yeni bir yer arayan Küçük Asya kıyı halkları ve Akhalar, kapsamlı bir birlik kurmuşlardı).

Karada ve denizde (Nil'in ağzındaki deniz savaşı) zafer kazanan Ramses III, krallığının birliğini korudu. Yeni imparatorluk’un kralları, Asur ve Libya’ dan gelen öteki tehlikelere de göğüs germek zorunda kaldılar, iktidarları, güneyde, Nil'in dördüncü çavlanının ötelerine kadar uzandı. Fethedilen Afrika toprakları, “sömürge” yönetimi altındaydı ve Mısırlı görevliler tarafından yönetiliyordu. Ama egemenlik altındaki Asya topraklarında (bu topraklar resmi olarak Fırat’a ama aslında Asi ırmağına kadar uzanıyordu), yerel iktidarlara saygı duyan ve başlıcası ödentiler olan bazı "yükümlülük- ler”e dayanan bir örgütlenme (bunun temellerini Tutmosis III kurmuştu) geçerliydi.

Çeşitli ülkelerin tanrılarını bütünleştirmeye yönelen bir ortak ideolojinin kurulması için birtakım çabalar gösterildiği de söylenebilir. içte ise, yönetimin çarkları sayıca artmıştı (bir vezir yerine iki vezir).

Bununla birlikte kralın ihsanlarıyla (özellikle askeri seferlerde elde edilen ganimetin bir bölümünü alıyorlardı) zenginleşen Amon rahipleri, tehlikeli bir güç haline geldi. Bu rahiplerin, XIX. hanedan döneminden sonra, büyük arazileri, özel milis kuvvetleri ve mahkemeleri vardı. Amon rahiplerinin devlet işlerine karışmalarına Amenofis IV'ün gösterdiği tepki (güneş değirmisine tapınmanın yeniden başlatılması, özellikle de ruhban sınıfının kaldırılması) kısa süreli oldu. Ramsesler, Teb'in yakınında ikinci bir başkent kurdular.

XX. hanedan döneminin sonlarında, yönetimdeki bürokrasinin yoğunlaşması, rüşvetin yayılması, Amon rahiplerinin yarattığı tehlike ve yabancı askeri şeflerin (özellikle Libyalılar’ın) iktidarı ele geçirmek istemeleri, merkezi iktidarın zayıflamasına yol açtı: kral mezarları yağmalandı, Firavun'a komplo düzenledi.

1085'e doğru, Smendes (tanislidir) Delta'yı yöneten XXI. hanedanı kurdu. Buna paralel olarak Teb'de, bir yönetim ortaya çıktı ve bunun başına rahip-kralların birincisi olan Amon büyük rahibi Herihor geçti. Böylece ayrılık gerçekleşmiş oluyordu. Bu, istilalara terk edilen ülkede birçok yabancı hanedanın hüküm sürdüğü Gerileme döneminin (İ.Ü. 1085-333) başlangıcıdır. Libya kökenli XXII. hanedan (Şeşonklar, Osorkonlar, Takelotlar) Bubastis'te hüküm sürerken, XXIII. hanedan da Tanis’e (Pedubastis) yerleşmişti, böylece Delta ikiye bölünmüş oluyordu. Şeşonk I tahta çıktığında, Amon rahiplerinin bir bölümünün Teb’e kaçması, Sudan'da Napata’ya sığınması ve burada Amon kültünü yerleştirip bu tanrı adına görkemli bir tapınak kurmuş olması mümkündür. Ama kesinlikle söyleyebileceğimiz bir şey varsa, o da Napata kralı Piankhi’nin (belki de Herihor1 un neslindendi), 750'ye doğru Teb’e kadar ırmağın yukarılarına çıktığı ve egemenliğini Yukarı Mısır'a yaydığıdır. Delta o sırada, Sais’in yerlisi XXIV. hanedan tarafından yönetiliyordu. Tefnakht ve Bokkoris, Piankhi'yi durdurdular. 715’e doğru Şabaka, memlekete kendi güçlerini kabul ettirmek için XXV. hanedanla, yani güney krallarıyla, Sudan iktidarını kurdu ve birtakım hanedan kadınlarını “Amorfa tapınan kutsal kadınlar" (tanrının zevceleri) olarak Teb'e yerleştirdi. Ne var ki Aşağı Mısır'ın yerel hanedanları boyun eğmediler.
Ad:  15.jpg
Gösterim: 830
Boyut:  46.0 KB

671 'e doğru Asarhaddon ve Asurlular, Delta’yı Ninova’nın koruması altına aldılar; Asurbanipal, ırmağı inerek iki kez Teb’e gitti. İkinci gidişinde büyük kenti talan etti. Ama Sais kralı Psamtik I, 663'e doğru Asurlular’ı Aşağı Mısır’dan, Sudanlılar’ı da Yukarı Mısır'dan kovdu ve XXVI. Mısır hanedanını kurdu. Böylece, 525'e kadar bir ulusal canlanma görüldü. 525'e doğru, pers kralı Kambiz, tüm Mısır'ı ele geçirdi ve. Dara ve Kserkses'in geniş imparatorluğunun bir satraplığı haline gelen ülke. Dara ll'ye (404'e doğr.) kadar XXVII. hanedanlığı sürdüren ahemeni hükümdarları tarafından yönetildi. Yunanlılar’ın desteklediği Sais kralı Amyrtaios, Persler'i ülkeden kovdu, XXVIII. hanedanı (404-398) kurdu ve yeniden bir ulusal siyaset güttü. Ondan sonra gelen XXIX. (398-378) ve XXX. hanedan (378-341) kralları da aynı yolu izlediler. XXX. hanedan, yerli hanedanların sonuncusuydu. Nitekim 341’e doğru, Nektanebo II, yeni bir istilayı ve ikinci pers egemenliğini (341-333) engelleyemedi. Dara III Kodoman'ın issos'ta yenilmesiyle iktidarı ele geçiren Büyük İskender Mısır'a girdi.

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen Safi; 1 Ağustos 2017 14:15
SİLENTİUM EST AURUM