Arama

Mısır ve Mısır Tarihi - Tek Mesaj #8

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
15 Temmuz 2017       Mesaj #8
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Ad:  16.jpg
Gösterim: 831
Boyut:  61.2 KB

modern Mısır (1805-1952)


Osmanlı yönetimiyle kölemen beyleri arasındaki nüfuz kavgaları Fransızlar'ın Mısır’ı terk etmesinden sonra da durmadı. ingilizler'in desteğiyle BabIâli'ye kafa tutan Berdisli Osman Bey, Mısır'daki türk ve arnavut başıbozuk birliklerinin komutanı Serçeşme Mehmet Ali Ağa'yı da (sonra Mehmet Ali Paşa) kendi yanına çekmeyi başardı. BabIâli’nin gönderdiği valiler ya Kahire'ye gelemediler ya da Hurşit Paşa gibi, Mehmet Ali'nin baskısıyla Kahire'den aynlmak zorunda bırakıldılar. Mısır' daki bu gelişmeler karşısında Babıâli Mehmet Ali’yi paşalık vererek valiliğe atadı (1804). Mehmet Ali Paşa, ilk önce Kölemenlerle işbirliği yaparak, Mısır’ı ele geçirme girişiminde bulunan ingilizler'i yendi (1807). Daha sonra bir şölen vesilesiyle bir araya topladığı 300 kölemen beyini öldürtüp durumunu sağlamlaştırdı (1811).

Sudan'ı fethe göndererek, kendi taşkın Arnavutlar'ından da kurtuldu ve onların yerine fellahlardan toplanan ve transız eğiticilerin (Sâves) yetiştirdiği bir ordu kurdu. Mehmet Ali Paşa, Mısır’ın zenginliğini geliştirdi. Yeni bir kadastro yaptı. Buna göre, her aile başkanının payı, ömür boyu kullanılma hakkıyla bu kadastroya yazıldı. Paşa kendine 400 000 hektarlık özel bir arazi ayırdı ve muhtarlar ile vergi kesenekçilerine geniş topraklar dağıttı. Fellahların angaryaları, büyük sulama tesislerinin gerçekleştirilmesi için kullanıldı. Paşa, köylülerin, pamuk ve şekerkamışı ekmesini zorunlu kıldı ve bunun tekelini de kendisi aldı. Avrupalılar'a ve özellikle birlikte çalışacağı kimseleri aralarından seçtiği Fransızlar’a iyi görünmeye çalıştı ve yeni ortaya çıkmış olan mısırbilimi (Champollion, Mariette) teşvik etti.

Sınırlarının güvenliğini sağlamak ve gemi inşası için gerekli keresteyi bulmak amacıyla Yunanistan'daki ayaklanmaya müdahale etmek karşılığında, Mahmut ll'den Suriye'yi istedi. Mahmut II bunu reddettiyse de asi valisi karşısında yenilgiye uğrayınca Suriye'yi bırakmak zorunda kaldı (1833). Ne var ki, Mehmet Ali'nin Süveyş kıstağından geçmesini yasakladığı İngiltere, birçok devleti, fransızseverliğinden endişeye düştüğü Paşa’nın karşısına çıkardı ve Mehmet Ali, 1841'de Suriye'yi kaybederek babadan oğula geçen paşalığıyla yetinmek zorunda kaldı.

Mehmet Ali'nin torunu Abbas Paşa (1848-1854), onun yerine geçti; büyük babasının danışmanlarını geri gönderdi, büyük bayındırlık işlerini durdurttu ve Avrupa konsoloslarına kin duyduğu için OsmanlI devletine yaklaştı. Abbas Paşa boğularak öldürüldü ve yerine Mehmet Alinin en küçük oğlu Sait Paşa (1854-1863) geçti. Sait Paşa yabancıların sözünden dışarı çıkmıyordu. Bu dönemde, transız tarikatları ülkede birçok okul açtılar ve Mariette, arkeoloji kazılarına devam etti. Paşa, toprak mülkiyetinde reform yaptı. Devletin yüksek mülkiyeti kaldırıldı; angarya resmi olarak yasaklandı; fellah, payına düşen araziyi ve toprağından elde ettiği ürünü serbestçe satabilirdi, ama vergisini vermezse devlet, toprağını geri alabilirdi. Mehmet Ali sülalesinin bağışladığı topraklar, köylülerin gittikçe küçülen topraklarının yanında, büyük malikânelerin kurulmasına yol açtı; aşırı nüfus artışı görüldü ve 1800'de 2 milyona düşmüş olan nüfus, yüzyılın sonunda 10 milyona ulaştı.

Mısır, Avrupa ile Uzakdoğu arasındaki aracılık rolünü yeniden edindi. Demiryolu, 1895' te, İskenderiye'yi Süveyş’e bağlıyordu. Ama Sait Paşa, daha 1856’da, Süveyş kanalının yapım iznini F. de Lesseps’e vermişti. İmparatorlukları için çok önemli olan bu geçide Fransızlar’ın elkoymasından tedirginlik duyan ingilizler'in ters davranışlarına rağmen, kanaldaki çalışmalar, 1859'dan 1869’a kadar sürdü. 17 kasım 1869'da kanal büyük törenlerle açıldı.

Büyük Britanya, o andan başlayarak kanalın denetimini ele geçirmeyi düşündü. 1874'te hıdiv İsmail Paşa’nın (hükümdar anlamına gelen bu unvanı, Sultan, 1867 tarihli bir fermanla vermişti) hisselerini satın aldı. Aşırı harcamalarından ötürü durumu kötüleşmiş olan İsmail Paşa, borcun ödenmesini durdurdu. Bunun üzerine Fransa ve İngiltere'nin baskılarıyla Abdül- hamit II 1879’da İsmail Paşa'yı azlederek hıdivliğe Tevfik Paşa'yı getirdi. Yabancıların bu müdahalesi Arabi Paşa'nın ulusalcı hareketine yol açtı. Arabi Paşa’nın yabancı düşmanlığı Avrupalılaşın müdahalesiyle sonuçlandı. İngiltere İskenderiye limanını topa tuttu (1882); ardından general Wolesley’in komutasındaki birlikler karaya çıkarak Fransızlar'ın hak iddialarına ve Türkiye'nin protestolarına rağmen Mısır’ı işgal etti. Babıâli bu olaya da herhangi bir müdahalede bulunamadı ve İngiltere'nin Mısır’daki varlığını kabul etmek zorunda kaldı. İngiliz yönetimi osmanlı hükümetinin Mısır üzerindeki egemenlik haklarına biçimsel olarak dokunmuyor görünmekle birlikte bir yüksek komiser hıdive yardım ediyordu ve İngilizler yönetim ile orduyu gözetim altında tutuyorlardı.

İsmail Paşa’nın döneminde, mısır ordusu, Doğu Sudan'ın fethini tamamlamıştı. Ama daha sonra, yabancı devletlerin sert çıkışlarına boyun eğen hıdiv, bu topraklarda geçim kaynağı olan köle ticaretini yasakladı. Bunun üzerine Sudan ayaklandı ve dervişlerin (mehdi Muhammet Ahmet ve Muhammet et-TaJaişi) eline geçti. Mısır ordusunu yeniden düzenleyen Kitchener, 1898’de Sudan’ı yeniden ele geçirdi ve Fransızlar’ı, Mısır'a ait bu bölge üzerindeki iddialarından vazgeçmek zorunda bıraktı (KODOK). ingilizler’in burada bulunuşu yabancıların ekonomiye egemen olmalarının (bunlar, Mısır'ın servetinin yarısına sahip oldukları halde 235 000 kişiydiler) doğurduğu ulusal muhale, feti pekiştirdi. XX. yy.'ın başında ulusalcılık, islamiyetin kaynaklarına bir dönüş olmak iddiasındaydı ve panarabizmi de son amaç olarak görüyordu.

Kasım 1914'te Osmanlı devletinin Almanya'nın yanında Birinci Dünya savaşı'na katılması üzerine İngiltere 17 aralık 1914’te, hıdiv Abbas Hilmi Paşa’yı (1892-1914) görevden aldı ve yerine, sultan unvanıyla amcası Hüseyin Kâmil Paşa'yı (1914-1917) getirdi ve aynı zamanda protektora kurduğunu ve Osmanlılar'a bağımlılığı kaldırdığını ilan etti. Birinci Dünya savaşı sırasında Osmanlı devletinin Mısır'ı İngilizler'e karşı ayaklandırmak amacıyla giriştiği Kanal seferi (1915) başarılı olamadı.

Mısır, 1918’de bağımsızlığını istedi. Avukat Zaglul, Vefd partisi'ni kurdu. Sürüp giden kargaşa, Lloyd George'un, protektoranın sona erdiğini ilan etmesine (şubat 1922) yol açtı. Sultan da kral Fuat I adını aldı ve bir parlamento anayasası yayınladı (1923). Ama anlaşmalar sona erene kadar Büyük Britanya, ulaşımı, savunmayı, yabancı çıkarlarını ve Sudan'ın yönetimini denetimi altında tuttu. Askeri işgal ve bunun yanı sıra kaynaşma devam ediyordu. 1927'de Zaglul öldü ve Vefd'in başına Nahhas Paşa geçti. Çoğunluktaki Vefd’e karşı kral ve yüksek komiserler, diktatörce davranan kabineleri desteklediler. Etyopya olayı, İngiltere'nin çekilmesi sonucunu doğurdu.

Böylece, 26 ağustos 1936 antlaşması, Mısır’a tam bağımsızlık veriyordu. Kapitülasyonlar da Montreux konferansı'nda (1937) kaldırıldı. Ama İngiltere Mısır'ın dış politikası üzerinde belli bir denetime sahipti ve kanal bölgesini işgale devam ediyordu. Sudan da bir condominium'a bağlı kılınmıştı. Fuat’ın yerine geçen ve oğlu olan Faruk (1937-1952) Yeşil gömlekliler (Ahmet Hüseyn’in yönettiği faşist hareket) ve dindarlığından ötürü krala hayran olan din akımları karşısında etkisi zayıflayan Vefd'e karşı mücadele etti, ikinci Dünya savaşı sırasında Mısır, İngiliz ordusu için önemli bir üstü. Faruk, ingilizler'in istediği yardım talebi karşısında çekimser davranıyordu ve kamuoyunun bir bölümü de Almanlar'dan yanaydı.

1945'ten sonra Mısır, kanal bölgesinin boşaltılmasını ve Sudan’ın geri verilmesini istedi, ingilizler'in ağır hareket etmesi karşısında kamuoyu daha da kaynaşmaya başladı ve kırsal alandaki nüfus çokluğu ile kent proletaryasının yol açtığı toplumsal bunalım, siyasal bunalımı şiddetlendirdi. İsrail'e karşı girişilen savaş (mayıs 1948 - şubat 1949), arap ülkelerinin ve başlarındaki mısırlı liderin şaşkınlığa düşmesine yol açtı. Yenilenler, bu oldubittiyi kabul etmeyi reddettiler ve basit bir mütarekeyle (Rodos, 24 şubat 1949) yetindiler. İsrail tehdidi de, Mısır siyasetinin sloganlarından biri olarak kaldı. 1950’de kral, Vefd’in liderini hükümeti kurmaya çağırdı. Nahhas, 1936 antlaşmasını kabul etmediğini açıkladı ve Faruk'u "Mısır ve Sudan kralı” ilan etti (1951). Özellikle kırsal bölgelerden gelen 500 000 üyesi olan Müslüman kardeşlerin de kışkırttığı ulusal kaynaşma şiddetlendi ve 26 şubat 1952'de Kahire'de büyük bir halk ayaklanması patlak verdi.

Nasır dönemi


Cumhuriyet


23 temmuz 1952'de, “hür subaylar” diye adlandırılan bir grup subayın desteklediği general Necip, yönetimdeki kötü davranışlardan ve İsrail'e yenilmekten sorumlu tutulan Faruk'u tahtan çekilmek zorunda bıraktı. “Hür subaylar" iktidarı ele aldı, siyasal partiler kaldırıldı ve cumhuriyet ilan edildi (18 haziran 1953). Kısa süre sonra Necip, cumhurbaşkanlığı görevinden uzaklaştırıldı (şubat 1954) ve yerine binbaşı Nasır geçti (kasım). Kanal bölgesinin boşaltılması konusundaki antlaşma İngiltere ile imzalandı (ekim 1954), ama Sudan bağımsız oldu.

Dış politika


Ordusunu SSCB tarafından donatan Nasır’ın “yansızlık" siyasetinden endişelenen Amerikalılar, ikinci Asuan barajını finanse etmekten vazgeçince. Nasır, Süveyş kanalını ulusallaştırdığını ilan etti (26 temmuz 1956). İsrail 26 ekim 1956'da Mısır'a saldırdı ve ayın 31'inde Fransa ile İngiltere askeri birlikler gönderdiler ve bunlar mısır ordusunu arkadan çevirdi. Ama, ABD ile SSCB'nin bu konudaki anlaşmasına dayanan BM, ateşkesi kabul ettirdi (2 ve 4 kasım 1956). Tek başlarına kalan Fransa, İngiltere ve İsrail geri çekildiler (22 aralık). Böylece kanalın ulusallaştırılması gerçekleşmiş oldu. Bağlantısız Üçüncü dünya'da önemli bir rol oynamak isteyen Nasır, Mısır'ın stratejik durumundan da yararlanarak "olumlu taran sizlik" siyasetini geliştirdi ve sovyetlerden krediler (bunlar, yeni Asuan barajı için kullanılıyordu) aldığı gibi, amerikan yardımından da yararlandı.

Ama Nasır, her şeyden önce arap dünyasında ön planda rol oynamak istiyordu.
1 şubat 1958'de Birleşik Arap Cumhuriyet’nin (Mısır ve Suriye) kurulması ve Ye- men’in katılmasıyla 8 martta Birleşik arap devleti olarak genişlemesi, Nasır’ın kafasında, yönetimini kendisinin alacağı geniş bir arap federasyonunun kurulmasıyla sonuçlanmalıydı. Nasır, bu federasyona ekonomik (bir arap Ortak pazarı'nın kurulması) ve bir de askeri (İsrail'e karşı birlikte savaş) amaç yüklüyordu. Ama, kurucu devletlerin her birinin özgül durumunu göz önüne almayan bu girişim, çok geçmeden boşa çıktı. Kasım 1959'da Yemen, birlikten aynldı, eylül 1961'de Suriye de onu izledi. Mısır, Suriye ve Irak'ı birleştiren üçlü bir Birlik olarak yeniden ele alınan nasırcı siyaset, 1963'ün sonunda yeni bir başarısızlıkla karşılaştı.

Nasır, ekonomik alanda da bir arap dayanışması yaratmaya çalıştı. Ürdün'ün sularını çevirme konusunda bir tasarı, Kahi- re'de 1964’te toplanan Arap birliği üyesi bütün devletlerin başkanlarına ve hükümdarlarına sunuldu. Tasarı, 5 eylülde İskenderiye’de yapılan zirve toplantısından sonra uygulanmaya kondu. İsrail'in muhalefeti, Nasır’a, eylem birliğini, ekonomik düzeyden askeri plana kaydırma olanağı sağladı. Böylece, 9 mart 1962'de, "bağımsız” filistin toprağında Gazze kuruldu; Kahire'de ocak 1964'te onaylanan bir birleşik askeri komutanlık düzenlendi ve eylül 1964’te, Filistin kurtuluş örgütü (FKÖ) hazırlandı. Nasır, Casablanca'da yapılan üçüncü arap zirvesinde (eylül 1965), siyasal düzeydeki birleştirici çalışmalarını, bir “arap dayanışması protokolü" ile tamamlamaya çalıştı.

Ama Nasır'ın çabaları, bir ölçüde, Suudi Arabistan’ın yarattığı sorunlar yüzünden hızla boşa çıktı. Suudi Arabistan’ın Yemen’deki kral taraftarlarını desteklemesi, cumhuriyeti savunan mısır kuvvetlerinin başka yere kaydırılmasını ve Ürdün sularını çevirme çalışmalarını korumalarını engelledi. Öte yandan, Suudi Arabistan’ ın İslam paktı tasarısı Nasır tarafından, Mısır aleyhine bir düzen olarak görülüyordu.

Nasır, 1967’de, doğrudan israil-düşmanı bir siyasete yöneldi: müttefikleriyle, Tel-Aviv hükümetine karşı bir ortak askeri harekâta girişmek istiyordu. Göz önünde tuttuğu amaç, arap birliğinin kurulmasını hızlandırmak ve İsrail’i, hem Ortadoğu'dan, hem de Afrika'dan atmaktı. Nasır, kesinlik taşıyan mayıs-haziran 1967 önlemlerini (israil-mısır mütareke sınırı boyunca yerleşmiş olan BM gözlemcilerinin, isteği üzerine hemen buradan ayrılması, Şarm üs-Şeyh'in yeniden işgali, Tiran geçidinin kapatılması - 22 mayıs 1967) bu amaçla aldı. Ürdün kralı Hüseyin'in Mısır'a "ansızın" gitmesi (30 mayıs 1967) ve Amman rejiminin Kahire rejimini desteklemesi, bu siyasetin meyveleriydi. Ama aynı siyaset, üçüncü İsrail-Mısır savaşı’nda (16 temmuz 1967), bir felakete yol açtı.

Bu "altı gün savaşı”, Mısır’ın yalnızca askeri donanımının en modern bölümünü değil, Süveyş kanalı gelirlerini ve Sina’ daki petrol yataklarının gelirlerini de kaybetmesi sonucunu verdi.

BM’nin İsrail’i saldırgan olarak kabul etmesi, Mısır'ın 1949 mütarekesi sınırı boyunca değil de, Süveyş kanalı boyunca BM gözlemcilerinin bulunmasını kabul etmek zorunda kalması, Cezayir'in İsrail’e karşı benimsediği ödün vermez tutumu göz önüne almak zorunluğuyla karşılaşması (Kahire’de, 13 ve 14 temmuz 1967’de,

Mısır, Suriye, Irak ve Cezayir


devlet başkanlarının bir araya gelmesi) ve nihayet ordudaki tedirginlik (mareşal Amir’in eylül ayında intiharı), çok ağır sorunlar yaratmıştı. Nasır, bu sorunları, ülkesinin savaş çabasını hafifleterek çözmeye çalıştı. Nitekim, Mısır ile Suudi Arabistan arasında imzalanan Hartum anlaşması, her iki ülkenin de Yemen’e askeri müdahalesinin sona ermesini öngörüyordu (ağustos 1967). Nasır, İsrail’i kuvvet kullanarak çekilmeye zorlamak kararından da vazgeçti (ağustos-eylül 1967 Hartum konferansı). Nihayet, askeri gücünü yeniden kurması için SSCB’ye başvurdu.

1968 temmuzundan kasıma kadar, kanaldaki olaylar birbirini izledi. Mart ve nisan 1969’da durum daha da ciddileşti; Mısır genelkurmay başkanı general Riyad, bir çatışmada öldü. Bu dönemde Nasıı; görüşmelerle elde edilecek olan ve bir baş eğme niteliği taşıyacak her çözümü reddetti ve doğrudan görüşmeler açmayı ve işgal edilmiş toprakların boşlatılması koşuluyla İsrail "gerçeği’’ni kabul etmeyi önerdi (mayıs 1969); ama bu girişimler boşa çıktı.

Nasır, ateşkes anlaşmalarının geçersiz olduğunu açıklayarak 23 temmuz 1969' da, yıpratma savaşının başladığını ilan etti. İsrail de, birçok kara ve hava saldırısına girişti. Diplomatik düzeyde, içinden çıkılmaz bir durum meydana gelmişti. Aralık ayında, SSCB ve Mısır, William Rogers’in hazırladığı amerikan planını geri çevirdiler. Ama 25 haziran 1970’te William Rogers'ın sunduğu ikinci barış planı, Nasır tarafından ve daha sonra da Golda Meir tarafından kabul edildi. Bu girişim, üç aylık bir ateşkesi ve Jarring misyonunun yeniden başlamasını öngörüyordu. Plan, 7 ağustosta, kanalda yürürlüğe girdi, ama İsrail, Mısır’ın 7 ağustostan beri kurduğu füze rampalarının sökülmesini istediği için Jarring misyonu görevine devam edemedi.

Mısır ile SSCB arasındaki ilişkiler, gittikçe gelişti: ekonomik ve askeri işbirliği yoğunlaştı. ABD ile ilişkilerse, Amerikalılar’ ın İsrail’e silah vermesi ve arka çıkması yüzünden kötüleşti.

Nasır, hem tutucu hem de ilerici rejimlerle iyi ilişkiler kurarak, arap ülkelerine karşı, sakıngan bir siyaset izledi. Suudi Arabistan ile Güney Yemen'i karşı karşıya getiren sınır çatışmalarında aracılık yaptı (aralık 1969). Lİbnanlılar ile Filistinliler (ekim, aralık 1969) ve Ürdün kralı Hüseyin ile Filistinliler arasındaki çatışmalara (şubat, temmuz, eylül 1970) da müdahale etti. Sudan ve Libya ile daha sıkı ilişkiler kurmak istedi ve bu ülkelerle işbirliğini geliştirdi (şubat-mayıs 1970).

iç siyaset


Nasır, Süveyş olayından hemen sonra, mısır ekonomisini ulusallaştırmaya çalıştı. Daha ocak 1957’de yabancı şirketleri, Mısır hissesenetli şirketler haline gelmeye zorladı. Şubat 1960'ta, Mısır Merkez bankası'nı kurdu. Mayıs ayında, basın, tek parti yararına olmak üzere ulusallaştırıldı. Temmuz 1961’de, ikinci bir toprak reformuyla, kişisel topraklar 100 feddene indirildi ve gerisi, üçte biri tarım kooperatiflerine ve üçte ikisi az topraklı köylülere verilmek üzere dağıtıldı. Ayrıca Nasır, bütün bankaları, sigorta ve denizcilik şirketlerini ve ayrıca ülkenin sanayi şirketlerini ulusallaştırmadan önce (1961 -1963) mülk sahiplerinden ağır vergiler aldı.

iktisadi yapılarda reform gerçekleştirildikten sonra Nasır, SSCB'nin yardımıyla, üç yıllık ilk planı hazırladı (1958’in sonu). Bu plan, on yıllık bir planın (1960-1970) başlatılmasını olanaklı kılacaktı ve bu plan da iki beş yıllık döneme (1960-1965 ve 1966-1970) ayrılıyordu. Bunlardan İkincisi, güçlükler dolayısıyla iki yıl uzatıldı. Bu plan, ağır sanayiye ve tarım veriminin artmasına öncelik tanıyordu ve bu arada Asuan barajının (Sadd ül-Ali) yapımı devam ediyordu.
Ad:  18.jpg
Gösterim: 766
Boyut:  46.4 KB

Hükümetin toplumsal siyaseti, mısır sanayi proletaryasının ve tarım reformundan yararlanan köylülerin yaşam koşullarını iyileştirmişti. Ama birçok etken, ülkenin ekonomik durumunun kötüleşmesine yol açtı: ekilen topraklar yüzölçümünün artmasından daha fazla olan nüfus artışı, çok yüksek orandaki işsizliğin önlenememesi, besin sağlama konusundaki yetersizlik, çok ağır bir yük oluşturan bürokrasi ve nihayet, planın gereklerinden ve ülkenin silahlanma siyasetinden kaynaklanan ödemeler dengesi açığının artması.

Siyasetini başarıya ulaştırmak isteyen Nasır, halk kütlelerinin harekete geçirilmesi amacıyla 1962’de bir tek parti kurdu. Bu parti, Mısır’ın sorunlarına, sosyalist bir çözüm getirme zorunluğunu belirten bir eylem yasası üzerinde, Mısır halkının bilinçlenmesini amaç edinmiş olan ve Ali Sabri tarafından yönetilen Arap birliği’ydi. Solda, komünist partisi 1965'te yasaklandı; sağda ise, Müslüman kardeşler, kovuşturuldular ve 1965 yazında, Nasır’a komplo hazırladıkları için tutuklandılar. Nasır, buna paralel olarak, kurumsal düzeyde de otoritesini pekiştirmeye çalıştı. 27 eylül 1962 tarihli anayasa ilanıyla kurulan hayali bir toplu yönetme deneyiminden sonra Nasır, Cumhurbaşkanlığı ve Başkanlık konseyi görevlerindeydi Devlet başkanı, 1964’te, iktidarı, kendisi ile Ulusal meclis arasında paylaştıran eski sisteme geri döndü. Meclis, beş yıl için, genel ve gizli oyla seçilen 350 üyeden oluşuyordu ve beş sandalye de Cumhurbaşkanının istediğini seçmesine ayrılmıştı. Başkan, Meclis’i feshedebiliyordu.

15 mart 1965'te altı yıl için Başkanlığa seçilen Nasır, yürütmenin gerçek yöneticisiydi ve Başbakanları olan Ali Sabri Zekeriya Muhyittin ya da Süleymen Sıd- ki, en sadık adamları arasından seçilmişti.

"Altı gün” savaşını izleyen bunalımda, Nasır, sarsılmış olan rejimi pekiştirmeye çalıştı. 10 mart 1968’de, yeni bir hükümet kuruldu ve Başkan yardımcısı Zekeriya Muhyittin istifa etti. Aynı anda, Ali Sabri, Arap sosyalist birliği'nin yöneticiliğinden çekildi. 30 martta, bir reform programı, referandumla kabul edildi. Bu program, partide yapılacak değişiklikler, yeni bir Anayasa’nın yazılması, Ulusal meclis'in yenilenmesi ve toplumsal önlemler gibi konuları kapsıyordu.

Hükümet, ekonomiyi canlandırmaya yöneldi. Böylece Nasır, devletleştirilmiş işletmelere ve şirketlere belli bir özerklik tanıdı; özel işletmeler teşvik edildi, bazı kapitalistlerin mallarına elkoyma kararı kaldırıldı, ama toptan satış ulusallaştırıldı. Borçlanmış köylülerin mallarına el koyma yasaklandı, parti içinde ve yerel topluluklarda, köylüler daha büyük ölçüde temsil edildi. Bundan başka, temmuz 1968’den sonra yeniden örgütlenen Arap sosyalist birliği, eylülde kongresini yaptı. Bazı üyeler, Mısır’ın İsrail karşısındaki edilgintiğini eleştirdiler. Aynı anda, Öğrenciler birliği başkanı, kamu ve birey özgürlüklerinin yeniden tanınmasını istedi. Bunun üzerine Nasır, gönüllü öğrencilerin, ülke topraklarının savunmasına katılmaları konusunda karar aldı.

1 kasım 1968’de, israilliler'in, Nag-Hamadi elektrik santralına baskın yapmalarının ardından, Nasır, öğrenci yöneticilerinin istek terine cevap vermek için, bir “halk savunma ordusu” kurulmasını emretti. Köylülere toprak dağıtımı devam ediyordu ve tarımının gelişmesi için krediler veriliyordu. Petrol sektöründeki işçiler, işletmelerinin kârlarının paylaşılmasından ilk olarak yararlanan kişilerdi. Ama 20 ve 21 kasımda, Mansure’de öğrenciler ile polis arasında şiddetli çatışmalar çıktı ve aynı şey birkaç gün sonra İskenderiye'de tekrarlandı. Bunun üzerine hükümet, üniversiteyi kapatma kararı adı. 15 aralıkta, askeri bütün kuruluşlar birleştirildi ve devlet denetimine alındı. Orta öğretim okullarındaki askeri eğitim kaldırıldı.

8 ocak 1969 seçimlerinde, Arap sosyalist birliği, milletvekilliklerinin hemen tümünü kazandı. Ağustos 1969’da yapılan üçüncü tarım reformu, binlerce köylünün mülk sahibi olmasını.sağladı. Aralık ayıncja Başkan, Başkan yardımcısı olarak Enver Sedat’ı seçti. Ekonomik ve toplumsal durum, apaçık bir biçimde iyileşti (1969'un sonu - 1970'in başı).

Enver Sedat'ın başkanlığı (1970-1981)


Nasır’ın, 28 eylül 1970’te ansızın ölümünden sonra Enver Sedat, Cumhurbaşkanı oldu. Yeni bir hükümet kuruldu. Mahmut Fevzi'nin başkanlığındaki bu hükümete, solcu "nasırcılar" ile en sağda yer alan kimseler de alındı. Sedat, iki cumhurbaşkanı yardımcısı da seçti (birisi Ali Sabri'ydi). Ama, nasırcı solla ansızın ilişkilerini keserek 2 mayıs 1971’de Ali Sabri'yi görevinden aldı ve partinin birçok bakanını ve yöneticisini tutuklattı. 14 mayısta, Mahmut Fevzi, yeni bir hükümet kurdu ve reformların yapılacağı duyuruldu. Reformlar, partinin yapısının yeniden kurulmasına, yeni yöneticilerin seçilmesine, sürekli bir anayasanın çıkarılmasına ve "polisin keyfi davranışlarına son verilmesine ilişkindi. Hükümet, siyasal tutukluları serbest bıraktı ve ulusallaştırmadan zarar görenlere tazminat verdi. Sürekli anayasa, bir referandumla kabul edildi (11 eylül) ve yeni bir Ulusal meclis seçildi. 16 ocak 1972’de Aziz Sıdki, Başbakan oldu.

Ama A. Sıdki'nin hükümetin başına getirilmesi ve Başkan Sedat'ın uzlaşmanın devam edeceğine ilişkin açıklamları, özellikle öğrenciler arasında bir hoşnutsuzluk uyandırdı. Çatışmalar baş gösterince (26 mart 1973), Sedat Başkanlık konseyi görevini üstlendiğini açıkladı ve kendini askeri vali ilan ettirdi. En sağlam adamlarından biri olan Hafız Gahim, Arap sosyalist birliği sekreterliğine getirildi ve yeni bir hükümet kuruldu. Bu hükümet, ekonominin liberalleştirilmesini ve rejimin "nasırcılıktan kurtarılmasını” sürdürdü.

Mısır’ın en'büyük sorunu, İsrail’le arasındaki çatışmaya çözüm bulmaktı. BM genel kurulu, 4 kasım 1970’te, işgal edilmiş bölgelerin boşaltılmasını ve üç ay için ateşkes uygulanmasını öngören bir karar onayladı. Mısır ve İsrail, ateşkesi kabul ettiler. Sedat, 4 Şubat 1971’de, anlaşmayı uzatmaya karar verdi, ama ateşkes 7 martta yenilenmedi. Bu arada, Başkan Nixon’a, ABD’den İsrail’den, işgal edilmiş toprakları boşaltmasını istemesi koşuluyla diplomatik ilişkileri yeniden kurma önerisinde bulundu. 4 mayısta, William Rogers Kahire’de kabul edildi ve iki ülke arasında bir yakınlaşma başladı. Aynı dönemde, ABD, savaşan iki ülkeye, Süveyş kanalını açmalarını önerdi. Bu tasarı, Mısır tarafından, Sina’nın tüm olarak boşaltılmasının birinci aşaması olarak görüldü, ama İsrail bu yorumu kabul etmedi ve Rogers planı, ekim ayında, Sedat ve Golda Meir tarafından geri çevrildi.

Buna paralel olarak SSCB ile ilişkiler gevşedi. Temmuz 1972’de, askeri danışmanlar ve hava savunmasından sorumlu sovyet uzmanları, Mısır’ı terk etmek zorunda kaldılar.

Zaten Mısır, İran ve Irak ile ilişkilerini geliştiriyor ve Suudi Arabistan ile de ekonomik işbirliğine devam ediyordu. 17 nisan 1971’de, Bingazi’de imzalanan bir anlaşma, Suriye, Libya ve Mısır arasında bir federasyon kurulmasını başlatır gibi olduysa da sonuç vermedi. Mısır ve Libya’nın tamamen birleşmesini öngören ve ağustos 1972’de imzalanan proje de sonuçsuz kaldı. Ürdün ile ilişkiler ise bozulmaya yüz tuttu. Mısır hükümeti, kral.Hüseyin’in hazırladığı barış planını reddetti ve iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler 7 nisan 1972’de koptuktan sonra, eylül 1973’te yeniden kuruldu.

6 ekim 1973’te, Mısır ve Suriye, dördüncü israil-arap çatışmasını başlattılar. Bu çatışma, Şam ve Kahire için, onurlu bir biçimde sona erdi.

Ekim ayından sonra Sedat’ın yaptığı tercih daha sağlam temellere oturdu. Bu savaş, israil-arap görüşmelerinin çıkmazdan kurtulması "tekniğini” yaratmıştı ve bunun amacı da, ABD’nin, özellikle Güvenlik konseyi’nin 242 no.’lu kararını uygulaması konusunda İsrail’e baskı yaparak daha etkin bir rol oynamak zorunda kalmasını sağlamaktı (22 kasım 1967’de kabul edilen bu karar, İsrail’in, "altı gün savaşı” sırasında işgal ettiği topraklardan çekilmesini öngörüyordu). 1967’den beri kopmuş bulunan Washington-Kahire diplomatik ilişkilerinin yeniden kurulması ve Nixon’ın Mısır’ı ziyareti (12-14 haziran 1974) pekişen Amerika-Mısır yaklaşması. Devlet bakanı Henry Kissinger’ın başlattığı ve 18 ocak 1974 ve 1 eylül 1975 kararlarının somutlaştırdığı "küçük adımlar” siyasetini Sedat’ın benimsemesi sonucunu doğurdu. Bu kararlar gereğince İsrail Sina’nın bir bölümünü, Kahire’ye bırakma; yı kabul ediyordu. Süveyş kanalı ise, 5 haziran 1975’te, deniz trafiğine açıldı.

9 kasım 1977’de, Sedat, Halk meclis’i önünde, Menahem Begin hükümetiyle görüşmeler yapmak için, hiçbir önkoşul olmadan İsrail'e gitmeye hazır olduğunu açıklayarak herkesi şaşırttı. Enver Sedat’ın Kudüs’te kalması (19-21 kasım 1977) ve daha sonra ismailiye’deki Sedat-Begin buluşması (25-26 aralık 1977), görüşmeleri yeniden başlatmak için ABD’nin birçok kere müdahalede bulunduğu uzun bir diplomatik süreci başlattı. 5 eylül 1978'de, Camp David’de (ABD), bir Amerikan-Mısır-israil “zirvesi” başladı. On iki gün sonra, VVashington’da, Carter, Begin ve Sedat, "Yakındoğu'da barışı sağlamak için” iki "çerçeve antlaşma" imzaladılar.

Bu anlaşma uyarınca, Kahire ve Tel-Aviv, üç ay içinde bir barış anlaşması yapmaya söz veriyorlardı. 26 mart 1979'da, Mısır -İsrail barış antlaşması, Begin ve Sedat tarafından Washington’da imzalandı. Bu antlaşma şunları öngörüyordu: İsrail kuvvetlerinin, üç yıl içinde belli aralıklarla bütün Sina'dan çekilmesi, iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi ve Batı Şeria ve Gazze’ye özerk bir yönetim verme konusunda Kahire ile Tel-Aviv arasında görüşmelerin başlatılması. Antlaşma uyarınca, İsrail kuvvetleri, El-Ariş-Re’s Muhammet hattına kadar çekildiler (25 ocak 1980). Mısır ve İsrail, 26 ocak 1980'de, birbirlerine elçi gönderdiler ve daha sonra, ilişkilerini normalleştirmeye yönelik birçok anlaşma yaptılar (8 mayıs 1980). Buna karşılık, Batı Şeria ve Gazze’deki filistin "özerkliği” konusunda yapılan görüşmeler sonuç vermedi.

Kahire’nin barış çabalan, SSCB’den tamamen kopması ve arap dünyası içinde yavaş yavaş tek başına kalması gibi çifte bir sonuç doğurdu. 15 mart 1976’da, 27 mayıs 1971 tarihli Mısır-Sovyetler dostluk ve işbirliği antlaşması geçerlikten kaldırıldı. Birkaç hafta sonra Kahire, 1986'dan sonra, sovyet gemilerine mısır limanlarında tanınmış olan "kolaylıkların da geçersiz olduğunu ilan etti. Ağustos 1977’de, mısır pamuğunun SSCB'ye (ve Çekoslavakya’ya) ihracı durduruldu. 26 ekimde Mısır, Moskova’ya olan askeri borçlarını, on yıl süreyle askıya aldığını tekyanlı olarak ilan etti. Savunma gereksinimleri için Kahire, kesin olarak ABD'ye bel bağlamıştı.

İsrail’le başlatılan barış çabası, arap dünyasını iyice böldü. Bir Mısır-Libya çatışmasından sonra Sedat’ın Kudüs’e gitmesi (temmuz 1977), “Kararlılık cephesi” konferansının (Trablusgarp, 2-5 aralık, 1977) toplanmasına yol açtı. Bu konferansta, Cezayir, Irak, Libya, Suriye, FKÖ ve Güney Yemen bir araya gelerek, Kahire’ye karşı uygulanacak yaptırımları kararlaştırdılar. Mısırda, Trablusgarp konferansı’na katılan bütün ülkelerle diplomatik ilişkilerini keserek cevap verdi (aralık). Ama aslında, Mısır’ı arap dünyasının dışına atan şey, Camp David anlaşmaları ve Washington antlaşması'ydı.

Bağdat’ta 31 mart 1979’da toplanan Arap birliği üye devletleri (Sudan ve Umman dışında), Mısır’a karşı şu misilleme önlemlerini onayladılar: diplomatik ilişkilerin ve her çeşit mali yardımın kesilmesi, ekonomik boykot, Arap birliği merkezinin, Kahire'den Tunus’a taşınması vb.

Mısır'ın Batı blokuna dönmesi, liberal bir doğrultuya girmiş ve yabancı yatırımlar için elverişli hale gelmiş olan mısır ekonomisi üzerinde doğrudan etkiler gösterdi. Ekonomik “açılma” (infitah) diye adlandırılan siyaset "Ekim belgesinde açıklandı ve referandumla 15 mayıs 1974’te kabul edildi. Bu arada Sedat, siyasal bir "açılma”nın da temellerini attı. Bu çaba, iç durumun, etkin bir biçimde "el altına alınması” sonucunu doğurdu. Ocak 1975’te, Arap sosyalist birliği içinde “sürekli kürsüler”in kurulması kararlaştırıldı. Halk meclisi, üç kürsünün kurulmasını onayladı: “Mısır Sosyalist arap örgütü”, merkezi temsil ediyor ve Devlet başkanını destekliyordu; "Sosyalist liberaller örgütü" (Mustafa Kâmil Murat’ın liderliğindeydi) ve "İlerici ulusal birlikçi topluluk (sol muhalefeti temsil ediyordu ve genel sekreteri Halit Muhyittin’di).

Sedat’ın Cumhurbaşkanlığına getirilmesinden sonra (15 ekim 1976), milletvekili seçimleri, hükümetten yana olan "kürsü”nün büyük çoğunlukla zafer kazandığını gösterdi. 11 kasım 1976’da, üç kürsünün, parti olarak örgütlenmesi izni çıktı. Böylece, Başbakan Memduh Muhammet Salim’in yönettiği “Mısır Sosyalist arap partisi” (merkez), “Sosyalist liberaller partisi” (sağ) ve Halit Muhyittin’in "Ulusal ilerici birlik topluluğu” (sol) kuruldu. Çokpartili yaşama dönüş, 29 haziran 1977 yasası'yla temellendirildi. Yasanın kısıtlayıcı maddelerine rağmen, Arap sosyalist birliği’nden kaynaklanmayan dördüncü bir kuruluşun da ortaya çıktığı görüldü: “yeni-Vefd” (4 şubat 1978).

Ne var ki, “yasal” muhalefetin ileri sürdüğü eleştirilerin sağlamlığı karşısında, rejim, yavaş yavaş, otoriter bir siyasete kaydı. 18 ve 19 ocak 1977'de, önemli karışıklıklar patlak verdi. Bunlar, fiyatlann yükseltilmesinin sonucuydu, ama resmi makamlar, olaylardan, solcuları sorumlu tuttular. 10 şubat 1977'de, mali ve kısıtlayıcı özellikler taşıyan birtakım önlemler, referandumla kabul edildi. Ama, kaynaşmalar devam etti. Bu sefer, şiddet gösterileri yapanlar, aşırı dinci hareketlerdi. Resmi makamlar, buna, kararlı bir cevap verdiler.

Bununla birlikte, aşırı görüşlü tarikatları dağıtmalarına rağmen, resmi makamlar, köktenci müslümanlara (bunlar özellikle “Müslüman kardeşler” tarafından temsil ediliyordu) ödünler vermek zorunda kaldı. Böylece, 14 temmuz 1977'de, birçok başkanlık kararnamesi çıkarıldı. Bunlarda, İslam dininden dönmenin, ölüm cezasına bile çarptırılabilecek bir suç olduğu belirtiliyor ve zina ile alkol düşkünlüğü için sert cezalar saptanıyordu. Ayrıca Sedat, mısır hukuk sistemini, Kuran yasalarına uygun hale getirmek istediğini de açıklıyordu. Bu girişimler, liberal eğilimli müslümanlar ve Kiptiler tarafından çok kötü karşılandı. Bunun üzerine hükümet de, uygulamalardan vazgeçti.

Kudüs’e gitmesinden sonra Sedat'ın benimsediği diplomasinin uyandırdığı kuşkular ile ekonomik ve toplumsal bunalımın devam etmesi, muhalefetin eleştirilerine yol açmıştı. Sedat, bunlara karşı, tepki gösterdi. Mayıs 1978’de, Mısır halkı bir referandum tasarısını büyük çoğunlukla (% 99,29) kabul etti. Tasarı, "iç cephenin korunmasına yönelik ilkeler”e ilişkindi. Bu da, 1 haziranda, Halk meclisi’nin, çeşitli maddeleriyle, muhalefetin sesini kesen “iç cephenin korunması ve toplumsal barış üzerine yasa”yı onaylaması sonucunu doğurdu. 2 haziranda yeni-Vefd, kendismi feshetti. “Ulusal ilerici birlik topluluğu” da, etkinliklerini azaltmak zorunda kaldı.

22 temmuz 1978'de Mısır Devlet başkanı, Halk meclisi’ne, "tam anlamıyla çoğulcu bir demokratik sistem"in kurulması için anayasa değişikliği önerdi ve kendisinin başına geçeceği yeni bir partinin kurulacağını açıkladı. Bu parti, "Ulusal demokrat parti" adıyla 6 ağustos 1978'de kuruldu. Ekim 1978'de, Mustafa Halil başkanlığında, yeni bir hükümet işbaşına geldi. 7 ve 16 haziran milletvekili seçimleri, Sedat’ın "umduğundan daha iyi” bir sonuç verdi: Demokratik ulusal parti, “Halk meclisi"ndeki sandalyelerin % 90'ını elde etmişti. Geri kalan oylar iktidara yakın olan iki partiye gitmişti. “Yasal” muhalefet, Parlamentodan tamamen silinmişti. Mayıs 1980’ de, Anayasada yeniden değişiklik yapıldı. Arap sosyalist birliği lağvedildi. Cumhurbaşkanının görev süresindeki sınırlamanın (daha önce, altı yıllık iki dönemdi), kaldırılması, Sedat’a "yaşam boyu başkan" lık yolunu açıyordu.

Enver Sedat, dinsel ve siyasal muhalefete yeniden sert darbeler indirmesinden biraz sonra, bir askeri geçit resmi sırasında, suikasta kurban gitti. Hüsnü Mübarek onun yerine, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık görevlerine gelerek Sedat'ın banş siyasetini devam ettireceğini açıkladı. Ocak 1982’de, Fuat Muhyittin Başbakanlığa atandı. Aynı yılın nisan yanıda, İsrail'le yapılan banş antlaşması uyannca, Mısır; Sina’yı geri aldı. ABD ile ortak yürütülen ve iki yılda bir tekrarlanan askeri tatbikatlar, 1981'de başladı. Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek, ABD’ye yaptığı gezilerle (ocak 1983, şubat ve kasım 1984, mart 1985) askeri ve iktisadi yardımın artırılmasına çalıştı. Mısır, İsrail’den sonra, ABD’den en çok yardım alan ikinci ülke durumuna geldi (1987’de 13 milyar dolar askeri, 815 milyon dolar iktisadi yardım).

Enver Sedat'a karşı düzenlenen suikasttan sonra hükümet darbesi için hazırlık yapan el-Cihat örgütü üyeleri yargılanarak çeşitli cezalara çarptırıldılar. Tutucuların gösterileri, sabctajlan alınan önlemlere karşın sürdü. Mayıs 1984'te yapılan genel seçimlerde iktidardaki Ulusal demokrat parti oyların % 73'ünü alarak, 390 milletvekili çıkardı. Yeniden faaliyete geçen \fefd partisi 58 milletvekili çıkararak mecliste ikinci parti oldu. Achille Lauro gemisini Port Said'e kaçıran filistinli gerillaların Mısır’dan serbestçe çıkması ve bindikleri mısır uçağının Akdeniz üzerinde ABD uçaklarınca Sicilya’ ya inişe zorlanması ABD ile ilişkileri kısa bir süre için bozdu.

SSCB ile ilişkilerse 1984’te yeniden kuruldu. Başbakan Fuat Muhyittin'in ölümü üzerine Başbakanlığa getirilen (temmuz 1984) general Kâmil Haşan ve onu izleyen (eyül 1985) Dr Ali Lutfi, ülkenin iktisadi sorunlarına çözüm getiremediler. Kasım 1986'da Atıf Sıtkı yeni bir hükümet kurdu. Nisan 1987’deki erken genel seçimlerde Ulusal demokrat parti, 346 milletvekili ile meclisteki çoğunluğunu korudu. Sosyalist işçi partisi ve Liberal sosyalist parti ittifakı 60, Vefd partisi 35 milletvekili çıkardılar. Bir parti kuramayan Müslüman kardeşler örgütü üyeleri sosyalist partilerden aday oldular 5 ekim 1987’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimini de büyük bir çoğunlukla Hüsnü Mübarek kazandı.

1987 kasımında Amman’da toplanan Arap birliği zirvesinde Mısır’ın birliğe alınması kabul edilmedi, ama üye ülkeler Mısır'la diplomatik ilişki kurmakta serbest bırakıldı. Bu karardan sonra dokuz arap ülkesi (Bahreyn, Irak, Kuveyt, Moritanya, Fas, Kuzey Yemen, Katar Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri) Mısır’la diplomatik ilişki kurdular (Ürdün, 1984 sonunda, ilişkiyi kurmuştu). 1989 sonuna kadar diğer Arap ülke leri de ard arda diplomatik ilişki kurdular Nisan 1990'da 3 yeni partinin kurulmasına izin verildi: Yeşiller partisi (çevreci ler), Demokratik birlik (merkez sağ) Misr el Fatat (Genç Mısır, halkçı). Suriyf devlet başkanı H. Esad, 17 yıl aradar sonra Mısır'ı ziyaret etti.

Ağustos-şuba 1990 arasında Mısır Körfez anlaşmazlığına aktif olarak katıldı, Irak'a karşı Kuveyt, Suudi Arabistan ve ABD’nin yanında yer aldı. Körfez savaşına askeri birlik vererek katıldı. Körfez savaşının ertesinde, bu anlaşmazlıktan en kârlı çıkan ülkelerden'biri Mısır oldu. 1990'da 50 milyar doları bulan dış borcun 7 milyar doları ABD, 7 milyar doları da Körfez işbirliği konseyi üyesi ülkelerce silindi ve geri kalan borç İMF’nin onayıyla yeni bir ödeme programına bağlandı.

Ayrıca Körfez ülkelerince 4 milyar dolar hibe ABD tarafından da 1,3 milyar dolar sivil yardım sağlandı. Körfez savaşından sonra Mısır’da öteden beri var olan ve Batıcı devlet tutumuna karşı mücadele eden aşırı İslamcıların fanatik eylemleri daha da yoğunlaştı; turistlere yönelik islami terör, ülke turizmini tehdit eder duruma geldi. İslamcılara baskı uygulayan hükümetle ülkede kargaşa yaratan aşırı İslamcılar arasında çatışma yoğunlaştı. Bu arada Mısırlı yazar Necib Mahfuz'a 1988'de Nobel ödülü verilmesi ve 1991'de Mısırlı diplomat Butros Gali’nin BM genel sekreteri seçilmesi Mısır'ın uluslararası itibarını arttırdı.

ASKERİ TARİH


Modern mısır ordusu, Bonaparte'ın memluk ve yeniçeri kuvvetlerini yenilgiye uğratıp bu ülkeyi Batı ile doğrudan ilişkiye soktuğu Mısır seferinden (1798-1801) sonra ortaya çıktı. Mehmet Ali, transız eğitmenlerin yardımıyla, Avrupa’dakilere benzeyen mısır ordusunu 1808'de kurdu ve bu ordunun değeri, Yakındoğu’nun Bursa’ya kadar ele geçirilmesinde kendini gösterdi. Urabi Paşa’nın 1882’deki askeri ayaklanması, Mısır ve ordusunun(mısır ve sudan birlikleri), ingilizler'in denetimine girmesi sonucunu doğurdu. Bir ingiliz generali, serdar unvanıyla, bu ordunun başkomutanlığına getirildi. Mevcudu 20 000 kişi olan mısır kuvvetleri, askere1 yazma (birçok istisnaları vardı) yoluyla artırıldı. Bu ordunun yanı sıra özel birlikler oluşturuldu: meharistler ve karışık arap birlikleri, çöl polisliğinden sorumluydu.

Önce serdara ve daha sonra Londra’daki Colonial Office’e (Sömürge dairesi)! bağlı olan (1925) sudan kuvvetlen, gönüllülerden oluşuyordu ve bunların da başında Ingilizler vardı. Bir İngiliz işgal birliği (yavaş yavaş Süveyş kanalı bölgesine çekilmişti) de 1882'den sonra, Mısır’ın savunmasını denetimi altında tutuyordu. Başlangıçta 11 000 kişi olan bu birlik, 1954’te 85 000 kişiye ulaşmıştı, ismailiye yakınında, önemli bir alman üssü kurulmuştu. Büyük Britanya, bu kuvvetlerini, 1955-56’da çekti (1954 kararları).

1952 askeri devrimi, İsrail’e karşı girişilen seferdeki başarısızlıklarından ötürü prestiji bozulan orduya ayrıcalıklı bir yer sağlamıştı. Nasır’ın, silah donanımını modernleştirme çabalarına (Sovyet uçaklarının ve malzemesinin satın alınması) rağmen yeni ordu, 1956 İsrail saldırısı karşısında üç günde çöktü.

1956’da İsrail ordusuna ve fransız-ingiliz sefer birliğine yenilen mısır ordusunun bir bölümü, Yemen'de, Suudi Arabistan’la çatıştı (1962-1965, 1966-1967). 1967'de, SSCB'nin sağladığı malzeme takviyelerine rağmen, mısır kuvvetleri, İsrail ordusunun dört günde (5-8 haziran) ele geçirdiği Sina'da, yeni ve feci bir yenilgiye daha uğradı. (İSRAİL-ARAP SAVAŞLARI.)

Yenilgiden hemen sonra Başkan Nasır, Birleşik Arap Cumhuriyeti'nin askeri gücünü yeniden kurmak ve silahlı kuvvetleri yeniden düzenlemek için tam yetki aldı.

SSCB, özellikle hava kuvvetlerinin kaybettiği malzemenin hiç olmazsa bir bölümünü yerine koymak için birçok malzeme verdi.
Öte yandan, yüksek komutanlık kadrosu, tamamen yenilendi. Yemen'e gönderilen birlik komutanlarının dışında bütün askeri şefler ve birçok yüksek rütbeli subay, emekliye ayrıldı ya da tutuklandı. Özellikle, Nasır’ın yakın arkadaşı ve Silahlı kuvvetler başkomutan yardımcısı mareşal Amer’in yerine, hemen, general Muhammet Fevzi getirildi. Mareşal de, eylül ayında intihar etti.
Ad:  23.jpg
Gösterim: 772
Boyut:  43.0 KB

1967’nin “altı gün" savaşından sonra, Mısır’ın savunma siyaseti, Israil-arap çatışmasının olduğu kadar SSCB ile ilişkilerinde ortaya çıkan bunalımların da etkisinde kaldı. Daha 1967'de SSCB, silah, donanım ve 1972’de 15 000 kişi oldukları tahmin edilen askeri eğitmenleri Mısır'a göndermişti. Ayrıca Moskova, Mısır topraklarına, özellikle hava savunmasından sorumlu sovyet birliklerini de yavaş yavaş yerleştiriyordu (SAM füzeleri).

Ama Enver Sedat, 18 temmuz 1972'de, sovyet askeri danışmanlarının çekilmesini Moskova’dan istedi ve Mısır’daki bütün askeri üslerin, yalnızca mısır komutanlığının denetiminde olacağını açıkladı. Ortadoğu’daki durumunu kaybetmemek için yumuşaklıkla hareket eden SSCB, personelini hemen çekti, ama askeri yardıma devam etti. Mısır’ın, İsrail’le yeniden çatışma olasılığını göz önünde tutarak savunması için harcadığı büyük çabaya (1972’de gayrisafi milli hâsılasının % 20' si), bu yardım da eklendi. Ayrıca, yeni başkomutan general Ahmet İsmail Ali’nin yönetiminde, Mısır Genelkurmay başkanı general Şazili, Suriye Genelkurmay başkanı general Tlas ile ilişki halinde, Go- |an ve Süveyş cephelerinde dördüncü İsrail-Arap savaşı’nı 6 ekim 1973’te başlatacak olan saldırıyı bütün ayrıntılarıyla hazırladı (“Kippur" savaşı).

Bu savaştan ve ardından gelen ve ABD’nin desteklediği israil-arap görüşmelerinden sonra Mısır, özellikle SSCB ile yapmış olduğu dostluk ve işbirliği antlaşmasını mart 1976'da geçersiz saymasından itibaren, askeri siyasetini köklü bir biçimde değiştirmeye yöneldi. O güne kadar SSCB’ye tamamen bağımlı olan Mısır Silahlı kuvvetleri, VVashington’la işbirliği dönemine girdi. Bu işbirliği, 1978'de, 50 tepkili avcı uçağının satın alınmasıyla başladı ve mayıs 1979'da, Amerikan kongresinin, askeri malzeme alınması için 1 milyar 500 milyon dolarlık krediyi onaylamasıyla devam etti.

Bundan sonra, ABD, Mısır’a silah sağlayan ülkelerin başında yer aldı. Zaten, gerçek bir silah sanayisinin bulunmayışı, bu ülkenin askeri örgütlenmesinin zayıf yanlarından biriydi. Üstelik, İsrail ile yapılan barış antlaşmasından sonra bu sanayinin finansmanının durdurulması, durumu daha da belirginleştirdi. ABD, bu konuda da Mısır'ın imdadına yetişti. Ekim 1979’da yapılan bir askeri işbirliği protokolü Mısır'a, lisanslı F-5 uçakları, helikopterler, zırhlı araçlar, füzeatar savaş gemileri ve elektronik malzeme ile her çeşit cephane yapma olanağını sağladı. Bu arada, Mısır Silahlı kuvvetleri'nin, İsrailliler tarafından Sina'da bırakılan ve değeri 12 milyar dolar olarak tahmin edilen askeri altyapıdan da yararlandıklarını belirtmek gerekir.
Mısır, ıaaa yılı raKamıarıyıa savunması için 6,8 milyon dolar yani GSMH'nın % 18,9’unu harcamıştır. Mısır Silahlı kuvvetlerinin mevcudu 1991'de toplam 425 000 kişiye yükselmişti.

ANAYASA


Arap Cumhuriyeti anayasası, referandumla 11 eylül 1971'de kabul edildi ve 22 mayıs 1980 referandumundan sonra değişikliğe uğratıldı. Bu anayasa, ülkeyi sosyalist demokratik bir devlet haline getirmektedir. Ama bu devlette, hukukun ve yasanın biricik kaynağı, yine de şeriattır ("İslam hukuku”). Anayasada, çokpartili rejime göndermeler de vardır.
Yürütme, Meclis’in önerisiyle, altı yıllık görev süresi (yenilenebilir) için halk tarafından seçilen bir Başkan tarafından sağlanır. Başkanın, yasaları veto hakkı ve olağanüstü durumlarda karar verme. Başkan yardımcısını ya da yardımcılarını ve hükümeti kuran Bakanlar konseyi başkanı ile bakanları seçme yetkisi vardır.

Hükümet Halk meclisi karşısında sorumludur ve Başkan, Meclis ile hükümet arasındaki bir çatışmayı referandumla çözebilir ve referandumun sonucu aleyhineyse, hükümet düşmüş demektir. Yasal işlerde söz sahibi olan bir Danışma konseyi de vardır.

EDEBİYAT


eski Mısır edebiyatı


Eski Mısır'ın edebiyatı İsa'nın doğuşundan önceki 3 binyıl ve onu izleyen 4 yüzyıl boyunca gelişti. Bu edebiyatın metinleri yontma kalemiyle taşlara işleniyor (tapınak ve mezar duvarları, dikilitaşlar, heykeller, kervan yolları üzerine rastlayan kayalar) ya da çoğunlukla papirüsler ve ayrıca kabuklar, deri ve ipek şeritler üzerine mürekkeple yazılıyordu. Metinler hem okunmak, hem de irşat içindi. Çünkü Mısır ve sami ideolojisinde etkin varlık olan Kelam, ifade ettiği şeyin kendisini de gerçek olarak yaratırdı. Ölümden sonraki hayata ilişkin birçok metin bunu doğrular.

Dinsel edebiyat çok zengindi. Tanrıbilim metinleri ve kitapları şu ya da bu rahipler sınıfının (Memfis, Heliopolis, Hermo- polis, Teb, Esneh, vb.'de) düşüncelerini açıklar. Bunların her biri evrene ve evrenin oluşumuna ilişkin bir açıklama sistemini dile getirir. Cenaze törenleri bazı formülleri ve özellikle duaları öğreterek ölümden sonra var olmayı sürdürmenin sihirli yollarını öğretme amacı güdüyordu. Piramit' Eski İmparatorlukla önceleri yalnızca krallar için yazıldı. Bunlar V. hanedanın son dönemindeki krallarla VI. hanedanın krallarına ait piramitlerdeki mezar odalarında bulunan ve üzerlerinde hiyeroglifler kazınmış olan çok büyük sütunlardı. Sonra Lahit' metinleri (Orta imparatorluk) ve Ûlû'ler kitabı (Yeni imparatorlukla ve Gerileme döneminde) sayesinde herkes öteki dünyaya ulaşma umudu besleyebildi. Dinsel ilahi türü her zaman yaygındı. Efsanelerin ve mitlerin temeli büyük tanrısal kişiliklerdi: Re (Nuh tufanının Mısır versiyonu olan İnsanların yıkımının efsanesi; Uzaktaki tannçanın efsanesi; Kamutef “anasının boğası” miti), Osiris (tanrının ölümü ve dirilişi, Horus’un mirası, Horus ve Seth'in kavgaları), Hathor.

Öğretici nitelikteki edebiyat türü Eski imparatorluk'un başlangıç dönemlerinde ortaya çıktı ve tarihi boyunca bir babanın oğluna verdiği dersler' biçiminde sürdü (Vezir Ptahhotep’in dersi, İ.Ö. 2500'e doğr.; Vezir Kagemni’nin bilgeliği, 2300’e doğr.; Kâtip Any"nin dersi, 1500'e doğr.; Kâtip Amenemope’nin dersi, 1300'e doğr.). Gerileme döneminden kalma dersler arasında şunları sayabiliriz: ihsinger papirüsü bilgileri, Anhşeşongi’nin dersi, Büyük rahip Petosiris'in bilgeliği (İ.Ö. IV. yy.). Verilen dersler kuşaklar boyu edinilmiş uzun bir deneyimin ürünüdür. Bu derslerde basit nezaket kurallarından Tanrı'ya karşı nasıl davranılması gerektiğine kadar her şey anlatılır. Bunlar büyük bir düşünce inceliği taşıyan, gerçek anlamıyla laik ahlak kitaplarıdır. Heti lll'ün oğlu Merikare'ye (X. hanedanın sonunda hükümdar olmuştur) dersi ve Amenemhat' ın Sesostris l'e dersi (XII. hanedanın başları) adlı yapıtlardaysa daha çok siyasal konular ağır basar.

Tarihi edebiyat biraz daha geç ortaya çıkmıştır. Eski imparatorluk döneminde mezar duvarlarına ve Yeni İmparatorluk döneminde dikilitaşlara ve heykellere işlenen yaşamöyküleri gerçek tarihsel metinler sayılamaz. Bu metinlerde büyük yöneticiler (prens ihernofret; vezir Rehmire gibi), subaylar ve maceracılar (Uni, Hirhuf, Ahmes, Abana'nın oğlu, Amenemheb, vb.) ve rahipler hayatlarını anlatırlar ve kendilerini temize çıkarmaya çalışırlar, ilk ara dönemdeki toplumsal devrime eşlik eden karışıklıkları anlatan yazılara da tam tarihsel denemez (İ.Ö. 2200’e doğr.). Bu yazılar bireysel ve ulusal bilincin uyandığını gösteren karamsar metinlerdir (ipur'un yakınmaları; Umutsuz adamın kendi ba"sıyla söyleşisi özellikle Yalnız adamın şiirleri şaşırtıcı bir güzelliktedir). Harpçının şarkısı Epikuros'tan 2 000 yıl önce insana sıkıntıdan kurtulmak için her anın tadını çıkarmayı öğütler.

Bununla birlikte, o çağlarda arşiv diye bir şeyin bulunduğu da inkâr edilemez. Nitekim önemli tarihsel belgeler de ele geçirilmiştir: ilk beş hanedan zamanındaki olayları saptayan ve "Palermo yıllıkları” diye adlandırılan belgeler, firavunlarla Asya sarayları arasındaki diplomatik yazışmalar (İ.Ö. XIV. yy.'ın ilk yarısında) Ramses II ile Hatti kralı arasında yapılan antlaşmanın (1278'e doğr.) ayrıntılı metni. Birçok resmi kraliyet belgesi de vardır: tahta çıkış bildirgeleri, kutlama yazıları, reformlarla ilişkili fermanlar ve özellikle tapınakların yapımına ilişkin yazıtlar. Kutsal yapıların dış duvarlarında büyük askeri seferler anlatılır (metne alçakkabartmalar eşlik eder); bu tarihsel edebiyata Teb ve özellikle Karnak anıtlarında rastlanır. Tutmosis lll'ün yıllıkları, Seti I, Ramses II, Mineptah, Ramses III (sol kıyıda Medinet Habu'da) ve Şeşonk’un savaşları bunun örnekleridir. Bu büyük epik öyküleri tamamlayan ve metinle imgeleri bir arada sunan dev boyutlu kahramanlık destanı niteliğindeki kraliyet ilahi'leri kralların zaferlerini dile getirir.

Bazı ticaret seferleriyle ilgili ilginç öyküler de vardır: Punt (Hatşepsut dönemi), Nübye (Seti I) seferleri.
Dikilitaşlar ya da heykeller üzerine işlenmiş ya da papirüs üzerine çizilmiş metinler Mısır'ın içişleriyle ilgili tarihine ilişkin bilgilerimizi tamamlamaktadır: kral Horemheb’in taç giyişinin öyküsü, Ramses ll'nin bir hitit prensesiyle evlenişi, Ramses III döneminde haremde dönen dolaplar vb.

Kehanet niteliğinde yazılar da tarihsel türle bağıntılıdır. Bunlar Neferrohu'nun kehaneti'nden başlayarak Demotike kronik'e (Ptolemaioslar döneminde yazılmıştır) kadar uzanan kehanet yazılarıdır.

Orta imparatorluk döneminden başlayarak (İ.Ö. 2000'e doğr.) çok sayıda roman ve öykü yazılmıştır: folklorik hikâyeler (Köylünün öyküsü), olağanüstü öyküler (VVestcar papirüsü hikâyeleri [Örta imparatorluk]; Cennetlik prensin öyküsü [Yeni imparatorluk]; Prens Bahtan'ın öyküsü [Yeni imparatorluk], Satni-Haemonaset'in olağanüstü serüvenleri [Roma dönemi]), romanlar ve destanlar (Sinuhe [Orta imparatorluk]; Yafa'nın fethinin öyküsü, Unamon' [Yeni imparatorluk]; Firavun Pedubastin kahramanlık destanı [İ.Ö. VII. yy.]), mitolojik öyküler (Kazazede' [Orta imparatorluk]; iki kardeşin öyküsü [Yeni imparatorluk]). Bu metinlerin verdiği manevi ders, kimi zaman kendisinden sonra gelen ve onun etkisinde kalan Akdeniz halklarının edebiyatlarındaki derslerle benzerlik gösterir.

Tiyatro türüyse tapınaklarda dinsel ayinlere eşlik eden sözsüz oyunları ve çoğu zaman tanrıların da katıldığı halk gösterilerini kapsıyordu. Şiirde başlıca ağırlık, özellikle Yeni imparatorluk döneminde alabildiğine yaygın olan aşk şiirlerindeydi.

çağdaş edebiyat


Mısır’ın batı uygarlığıyla ilk teması 1798'den sonra Napolöon'un seferleriyle başladı. Mısırlılar’ın Nahza dedikleri Rönesans'ın temellerini ilk atanlarsa Fransa' ya 1828'den sonra giden Mısır kültür heyetleridir. Et-Tahtavi’nin çevresinde toplanan öncülerin ilk işi geniş bir çeviri kampanyası başlatmak oldu (Osman Celal); bu kampanya Suriyeliler ile Lübnanlılar' ın (Necib el-Haddad ve Edib ishak) gelişiyle daha da yoğunlaştı. Bu sonuncular Mısır hıdivlerinin nispi hoşgörüsünden yararlanarak Mısır'ı ilk gazetelere, ilk tiyatro oyunlarına ve ilk edebiyat ve bilim derneklerine kavuşturdular.

Düzyazı


Roman türünün gelişip yerleşmesinden hemen önce Mısır'da başlayan geniş reform hareketi din (Cemalettin Af- gani, Muhammet Abduh), toplum (Kasım Emin, Lütfi el-Seyyit) ve politika (Sa’d Zaglul, Mustafa Kâmil) alanlarında büyük yeniliklerin yapılmasına yol açtı.

XX. yy.’ın başlarında dili sadeleştirmek için büyük bir çaba gösterildi (Salama Musa). Edebiyat eleştirisi gelişti (Taha Hüseyin, er-Refi’i, el-Akkad) ve denemelerin sayısı arttı. Toplumsal sayılabilecek ilk romanı (Zeynep, 1914) Heykel Paris’te yazdı. Bu arada kimi yazarlar tarihi romanlar (Zeydan, Muhammet Ferit Ebu Hadid, Ali el-Carim, Muhammet Üryan), kimileri de psikolojik romanla (Taha Hüseyin, Muhammet ve Mahmur Teymür, Tevfik el -Hakim) uğraştılar. Ama ağabeylerinin özellikle avrupa edebiyatından etkilenmelerine karşılık birtakım genç yazarlar (Mahfuz, es-Siba’i, Yusuf idris) roman sanatına mısır geleneğinin damgasını vurmayı başardılar.

Bu romanlarda devrimin doğurduğu burjuva sınıfı eleştiriliyor (eş -Şerkavi), anlatı düzeyinde yeni araştırmalara girişiliyor ya da hayal, rüya ve bilinçaltı inceleniyordu (es-Saruni, Harrat, el-Gıtani, Ahmet Haşim eş-Şerif). 50’li yılların mısır edebiyatı Mahfuz'un natüralizmini aşmak ve bir çeşit diyalektik gerçekçiliğe ulaşmak istiyordu. Bu dönem sansürden kaçmaya olanak veren simgeciliğin egemen olduğu dönemdir (idris, Ferec, Nu’man Aşur, eş-Şerkavi). Ulusal ve siyasal bilincin belirlenmesi 1967 savaşı'yla başladı ve 1973 savaşı’nın sonrasına kadar sürdü. O günden bu yana gerçekçilik yeniden benimsendi ve romancılar özellikle güncel sorunlar ve halk gelenekleriyle ilgilendiler.

Şiir


Mısır şiirinde başlıca üç yönelim görülür. Yeniklasikçiler (el-Barudi, Şevki, Hafız İbrahim) XX. yy.’ın ortasına kadar geleneksel şiiri sürdürdüler ve Mutran ile romantik romantizmi başlattılar. Apollo grubu (1932) romantizmle simgecilik arasında yer alır (Ebu Şadi, Ali Mahmut Taha). Abdurrahman Şükri’nin kötümser dünya görüşü (la Lumiâre de l’aube [fr. çev.], 1909) Batı'nın etkisinde kalan bir romantizmi haber verdi ve birçok şair tarafından taklit edildi (ez-Mazini, el-Akkad). 50’li yılların politik bağımlılığı ve edebiyat alanındaki yenilik hareketi önceleri şiiri biçimsel bakımdan etkiledi. Bunun sonucunda da el-Mecâr’a bağlı Suriyeli ve lübnanlı şairlerde olduğu gibi düzyazı şiir ve serbest şiir ortaya çıktı (Tevfik el-Bekri).

Temmuz 1952 devrimi’yle tam anlamıyla modern bir akım belirdi. Abdüssabur ve Hicazi yeni konuları ele alırken eski nazım kurallarını bir yana bıraktılar ve klasik uyak anlayışını terk ettiler. 1967'den sonraki kuşak kaderciliğe ve tevekküle karşı isyan eden şairlerin kuşağıdır. Bu bilinçlenme İbrahim Aslan, Yahya Abdullah, Cemal Gıtani, Abdülhalim l4ısım ile kesin şeklini buldu ve kişisel duygularını simgeci bir dille anlatan yeni kuşağın üç temsilcisiyle günümüze kadar ulaştı: yalın üslubunu dramatik bir yoğunlukla bağdaştıran Matar; yadsımaların ve kopmaların şairi Dunhul; ve önceleri romantik sonraları da öğretici şiirleriyle tanınan ve şimdi de özgürlüğe sevgiyle ulaşabilen bir dünyaya bel bağlayan Ebu Sena.

Kaynak: Büyük Larousse
Son düzenleyen Safi; 1 Ağustos 2017 14:17
SİLENTİUM EST AURUM